_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
Resûl-i Ekrem (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Bunu övünmek için söylemiyorum; kıyamet günü ben peygamberlerin imamı, onların hatibi ve şefaatlerinin sahibi (yetkilisi ve dağıtıcısı) olurum."
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Övünmek için söylemiyorum, ama ben (dünyada ve âhirette) âdemoğullarının efendisiyim. Kıyamet günü yer yarıldığında ondan ilk çıkacak olan benim. İlk olarak şefaat edip şefaati kabul olunacak da benim. O gün livâü'l-hamd sancağı elimde olacak ve onun altında Âdem ve ondan sonra gelenler (müminler) bulunacak."
Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Her peygamberin kabul edilmiş bir duası vardır. Ben ise o duamı kıyamete, ümmetime şefaat etmek üzere saklıyorum."
İbn Abbas'ın (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle anlatmıştır:
"Kıyamet günü her peygamber için altından minberler hazırlanır. Hepsi minberlerine oturur, benimkisi boş kalır; oturmam. Ben, cennete gönderildikten sonra ümmetim geride kalır, benimle gelemez endişesiyle rabbimin huzurunda, ayakta beklerim. Sonra, 'Ey rabbim, ümmetim!' derim. Allah azze ve celle, 'Ey Muhammedi Ümmetine ne yapmamı istersin?' diye sorar. Ben, 'Ey rabbim, bir an evvel hesaplarını gör' derim ve hiç durmadan her birine teker teker şefaat ederim. Öyle ki, cehennem bekçisi mâlik, 'Ey Muhammedi Ümmetinden rabbinin gazap edeceği hiç kimseyi ateşte bırakmadın!' der."Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Ben kıyamet günü, yeryüzünde bulunan taş ve topraktan çok daha fazla kişiye şefaat ederim."
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) sahabelerle yemek yediği bir zamanda et yemeği getirilmiş, Resûlullah'a da kol kısmı ikram edilmişti. Resûlullah etin bu kısmını pek severdi. Etten bir parça aldıktan sonra şöyle buyurdu:
"Ben kıyamet günü bütün peygamberlerin efendisiyim. Bunun sebebini biliyor musunuz? Bu şöyle olur. Allah Teâlâ kıyamet günü gelmiş geçmiş bütün mahlükatı düz bir meydanda toplar. Çağına (melekler) herkese seslerini duyuracak bir şekilde nida ederler ve bakan her göz onları görür. Güneş iyice yaklaştırılır. İnsanlar başlarına gelen şiddet ve musibetlerden ötürü, tahammül edemeyecekleri bir keder ve üzüntü içine düşerler. Sonra birbirlerine,
'Şu halimizi görmez misiniz? Rabbimizden bizim için şefaatçi olacak birini arayalım' derler. Ardından yine birbirlerine, 'Âdem'e (a.s) gidelim' derler ve Âdem'in (a.s) yanına varırlar. Ona,
'Ey beşeriyetin babası Âdem (a.s) Allah (c.c) seni kudret eliyle yarattı, rahmetinden sana ruh üfledi ve meleklere sana secde etmelerini emretti. Rabbinin katında bizler için şefaatte bulunŞu halimizi ve çektiklerimizi görmez misin?' diye ricada bulunurlar. Âdem (a.s),
'Rabbim bugün öyle kızgındır ki, bugüne kadar ne böyle kızdı ve ne de bundan sonra böyle kızacak. Rabbim beni o yasak ağaçtaki meyveden yememem hususunda uyarmış ve bana yasaklamıştı, ancak ben bu emri dinlemedim ve ondan yedim. Şimdi ben sadece kendimi düşünüyorum. Bir başka peygambere, Nuh'a gidin' der. Herkes Nuh'un (a.s) yanına varır. Ona,
'Ey Nuh (a.s)! Sen yeryüzünde, topluluk halindeki insanlara gönderilen elçilerin ilkisin. Sen Allah'ın "şükreden kul olarak vasıflandırdığı birisin, rabbinin katında bizler için şefaatçi ol, şu halimize baksana' derler. Nuh (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Benim rabbim katında reddedilmeyecek bir duam vardı, onu da kavmim için kullandım. Şu anda kendi nefsimle meşgulüm. Bir başkasına, İbrahim Halîlullah'a gidin' der. Herkes Hz. İbrahim'in yanına gider. Ona,
Sen, Allah'ın elçisi, O'nun yeryüzündeki dostusun (halîlisin). Rabbinden bizler için şefaat dileğinde bulun. Yoksa şu halimizi görmüyor musun?' derler. İbrahim (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben üç yerde (bazı nedenlerle) yalan konuşmuştum (o sebeple sizlere şefaatçi olamam)' der. Ardından onları anlatır ve,
(Birincisi, Sâffât sûresinin 89. âyetinde zikredildiği gibi, ibrahim'in (a.s),"Hastayım" diye bir bahane ileri sürmesidir. Olay şöyle gerçekleşir: ibrahim'in (a.s) kavmi yıldızlara bakar ve onların şekilleriyle kâhinlik yapardı. Bu kâhinler bir bayram arefesi ibrahim'e (a.s) gelerek yarın kendileriyle beraber gelmesini ve onun da kâhinlikte bulunmasını istediler. Bunun üzerine ibrahim (a.s) yıldızlara şöyle bir baktı ve, "Ben hastayım, gelemem" dedi.
ikincisi: ibrahim (a.s) puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırmış ve en sonunda baltayı büyük putun eline vermişti, insanlar ibrahim'e (a.s), 'tunları sen mi yaptın?" diye sorduklarında ibrahim (a.s), "Hayır, şu büyük olan yaptı, dilerseniz ona sorun" demişti.
Üçüncüsü: Kendisine yanındaki kadının (Sâre) kim olduğunu soranlara, "O benim kız kardeşimdir" diye cevap vermişti.)
'Bir başkasına Musa'ya (a.s) gidin, o size yardımcı olsun' der. Bunun üzerine herkes Musa'nın (a.s) yanına varır. Ona,
'Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. O seni kendine elçi yaparak ve seninle konuşarak insanlara üstün kıldı. Rabbinin katında bizim için şefaatçi ol. Şu halimizi görmez misin?' derler. Musa (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben rabbimden bir emir almadığım halde birinin ölümüne sebep olmuştum. Bugün kendimden başkasını düçünemem. Bir başkasına, İsa'ya gidin' der. Onlar da İsa'ya , giderler ve,
'Ey İsâ, sen Allah'ın peygamberi, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve kudretinden sana ruh bahşettiği birisin. Sen daha beşikteyken insanlarla konuştun. Rabbinden bizim için şefaat dile. Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler. İsâ (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazapianmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben sadece kendimle meşgul olabilirim, sizler Muhammed 'e gidin'der.
İsâ (a.s) şefaat edememesini herhangi bir hataya bağlamadı. Bu sefer herkes benim yanıma gelir ve,
'Ey Muhammedi Sen Allah'ın peygamberi ve peygamberinin en sonuncususun. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı. Bizim için rabbinden şefaat dileğinde bulun! Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler.
Ben hemen arşın altına varır ve rabbime secdeye kapanırım. Allah (c.c) bana, daha önce hiç kimseye göstermediği ve hiçbir kimseye açmadığı övgü ve hamd kapılarını açar, ben de rabbimi en güzel sıfatlarıyla zikrederim, överim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Başını kaldır, ne istersen sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabul edilecek' denir. Ben de, 'Yâ rabbi ümmetim, yâ rabbi ümmetim!' derim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Kendisine sorgu sual olmayanları cennetin sağ kapılarından sok; bunların diğerleri gibi başka kapılardan girme hakları da vardır' denilir."
Resûlullah (s.a.v) bundan sonra şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cennetin kapılarının genişliği Mekke ile Himyer (veya Mekke ile Şam'daki Busrâ) arasındaki mesafe kadardır."
Hadisin bir başka rivayetinde hadis aynen zikredilmiş ve İbrahim'in (a.s) yaptığı hatalar da zikredilmiştir. Bunlar:
1. Yıldızlara baktığında, "Acaba rabbim bu mudur?" diye şüpheye kapılması.
2. Puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırıp ardından baltayı büyük putun eline koyması ve sonra kendisine,"Bunları kim yaptı?" diye soranlara, "Ben değil, şu büyük put yapmıştır!" demesi.
3. Hasta olmamasına rağmen kendisini çağıranlara, "Hastayım" demesi.
İşte Resûlullah (s.a.v) bu şekilde şefaatte bulunacaktır.
"Bunu övünmek için söylemiyorum; kıyamet günü ben peygamberlerin imamı, onların hatibi ve şefaatlerinin sahibi (yetkilisi ve dağıtıcısı) olurum."
Bir diğer hadislerinde de şöyle buyurmuştur:
"Övünmek için söylemiyorum, ama ben (dünyada ve âhirette) âdemoğullarının efendisiyim. Kıyamet günü yer yarıldığında ondan ilk çıkacak olan benim. İlk olarak şefaat edip şefaati kabul olunacak da benim. O gün livâü'l-hamd sancağı elimde olacak ve onun altında Âdem ve ondan sonra gelenler (müminler) bulunacak."
Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
"Her peygamberin kabul edilmiş bir duası vardır. Ben ise o duamı kıyamete, ümmetime şefaat etmek üzere saklıyorum."
İbn Abbas'ın (r.a) rivayet ettiği bir hadiste Resûlullah (s.a.v) şöyle anlatmıştır:
"Kıyamet günü her peygamber için altından minberler hazırlanır. Hepsi minberlerine oturur, benimkisi boş kalır; oturmam. Ben, cennete gönderildikten sonra ümmetim geride kalır, benimle gelemez endişesiyle rabbimin huzurunda, ayakta beklerim. Sonra, 'Ey rabbim, ümmetim!' derim. Allah azze ve celle, 'Ey Muhammedi Ümmetine ne yapmamı istersin?' diye sorar. Ben, 'Ey rabbim, bir an evvel hesaplarını gör' derim ve hiç durmadan her birine teker teker şefaat ederim. Öyle ki, cehennem bekçisi mâlik, 'Ey Muhammedi Ümmetinden rabbinin gazap edeceği hiç kimseyi ateşte bırakmadın!' der."Resûlullah (s.a.v) buyurmuştur ki: "Ben kıyamet günü, yeryüzünde bulunan taş ve topraktan çok daha fazla kişiye şefaat ederim."
Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Resûlullah (s.a.v) sahabelerle yemek yediği bir zamanda et yemeği getirilmiş, Resûlullah'a da kol kısmı ikram edilmişti. Resûlullah etin bu kısmını pek severdi. Etten bir parça aldıktan sonra şöyle buyurdu:
"Ben kıyamet günü bütün peygamberlerin efendisiyim. Bunun sebebini biliyor musunuz? Bu şöyle olur. Allah Teâlâ kıyamet günü gelmiş geçmiş bütün mahlükatı düz bir meydanda toplar. Çağına (melekler) herkese seslerini duyuracak bir şekilde nida ederler ve bakan her göz onları görür. Güneş iyice yaklaştırılır. İnsanlar başlarına gelen şiddet ve musibetlerden ötürü, tahammül edemeyecekleri bir keder ve üzüntü içine düşerler. Sonra birbirlerine,
'Şu halimizi görmez misiniz? Rabbimizden bizim için şefaatçi olacak birini arayalım' derler. Ardından yine birbirlerine, 'Âdem'e (a.s) gidelim' derler ve Âdem'in (a.s) yanına varırlar. Ona,
'Ey beşeriyetin babası Âdem (a.s) Allah (c.c) seni kudret eliyle yarattı, rahmetinden sana ruh üfledi ve meleklere sana secde etmelerini emretti. Rabbinin katında bizler için şefaatte bulunŞu halimizi ve çektiklerimizi görmez misin?' diye ricada bulunurlar. Âdem (a.s),
'Rabbim bugün öyle kızgındır ki, bugüne kadar ne böyle kızdı ve ne de bundan sonra böyle kızacak. Rabbim beni o yasak ağaçtaki meyveden yememem hususunda uyarmış ve bana yasaklamıştı, ancak ben bu emri dinlemedim ve ondan yedim. Şimdi ben sadece kendimi düşünüyorum. Bir başka peygambere, Nuh'a gidin' der. Herkes Nuh'un (a.s) yanına varır. Ona,
'Ey Nuh (a.s)! Sen yeryüzünde, topluluk halindeki insanlara gönderilen elçilerin ilkisin. Sen Allah'ın "şükreden kul olarak vasıflandırdığı birisin, rabbinin katında bizler için şefaatçi ol, şu halimize baksana' derler. Nuh (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Benim rabbim katında reddedilmeyecek bir duam vardı, onu da kavmim için kullandım. Şu anda kendi nefsimle meşgulüm. Bir başkasına, İbrahim Halîlullah'a gidin' der. Herkes Hz. İbrahim'in yanına gider. Ona,
Sen, Allah'ın elçisi, O'nun yeryüzündeki dostusun (halîlisin). Rabbinden bizler için şefaat dileğinde bulun. Yoksa şu halimizi görmüyor musun?' derler. İbrahim (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben üç yerde (bazı nedenlerle) yalan konuşmuştum (o sebeple sizlere şefaatçi olamam)' der. Ardından onları anlatır ve,
(Birincisi, Sâffât sûresinin 89. âyetinde zikredildiği gibi, ibrahim'in (a.s),"Hastayım" diye bir bahane ileri sürmesidir. Olay şöyle gerçekleşir: ibrahim'in (a.s) kavmi yıldızlara bakar ve onların şekilleriyle kâhinlik yapardı. Bu kâhinler bir bayram arefesi ibrahim'e (a.s) gelerek yarın kendileriyle beraber gelmesini ve onun da kâhinlikte bulunmasını istediler. Bunun üzerine ibrahim (a.s) yıldızlara şöyle bir baktı ve, "Ben hastayım, gelemem" dedi.
ikincisi: ibrahim (a.s) puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırmış ve en sonunda baltayı büyük putun eline vermişti, insanlar ibrahim'e (a.s), 'tunları sen mi yaptın?" diye sorduklarında ibrahim (a.s), "Hayır, şu büyük olan yaptı, dilerseniz ona sorun" demişti.
Üçüncüsü: Kendisine yanındaki kadının (Sâre) kim olduğunu soranlara, "O benim kız kardeşimdir" diye cevap vermişti.)
'Bir başkasına Musa'ya (a.s) gidin, o size yardımcı olsun' der. Bunun üzerine herkes Musa'nın (a.s) yanına varır. Ona,
'Ey Musa! Sen Allah'ın peygamberisin. O seni kendine elçi yaparak ve seninle konuşarak insanlara üstün kıldı. Rabbinin katında bizim için şefaatçi ol. Şu halimizi görmez misin?' derler. Musa (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazaplanmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben rabbimden bir emir almadığım halde birinin ölümüne sebep olmuştum. Bugün kendimden başkasını düçünemem. Bir başkasına, İsa'ya gidin' der. Onlar da İsa'ya , giderler ve,
'Ey İsâ, sen Allah'ın peygamberi, Meryem'in rahmine attığı, rahmetinden ve kudretinden sana ruh bahşettiği birisin. Sen daha beşikteyken insanlarla konuştun. Rabbinden bizim için şefaat dile. Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler. İsâ (a.s),
'Rabbim bugüne kadar gazaplanmadığı ve bundan sonra da hiç böyle gazapianmayacağı bir şekilde öfkelidir. Ben sadece kendimle meşgul olabilirim, sizler Muhammed 'e gidin'der.
İsâ (a.s) şefaat edememesini herhangi bir hataya bağlamadı. Bu sefer herkes benim yanıma gelir ve,
'Ey Muhammedi Sen Allah'ın peygamberi ve peygamberinin en sonuncususun. Allah senin gelmiş geçmiş bütün günahlarını bağışladı. Bizim için rabbinden şefaat dileğinde bulun! Yoksa şu halimizi görmez misin?' derler.
Ben hemen arşın altına varır ve rabbime secdeye kapanırım. Allah (c.c) bana, daha önce hiç kimseye göstermediği ve hiçbir kimseye açmadığı övgü ve hamd kapılarını açar, ben de rabbimi en güzel sıfatlarıyla zikrederim, överim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Başını kaldır, ne istersen sana verilecek, şefaat et, şefaatin kabul edilecek' denir. Ben de, 'Yâ rabbi ümmetim, yâ rabbi ümmetim!' derim. Sonra bana,
'Ey Muhammedi Kendisine sorgu sual olmayanları cennetin sağ kapılarından sok; bunların diğerleri gibi başka kapılardan girme hakları da vardır' denilir."
Resûlullah (s.a.v) bundan sonra şöyle buyurmuştur:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, cennetin kapılarının genişliği Mekke ile Himyer (veya Mekke ile Şam'daki Busrâ) arasındaki mesafe kadardır."
Hadisin bir başka rivayetinde hadis aynen zikredilmiş ve İbrahim'in (a.s) yaptığı hatalar da zikredilmiştir. Bunlar:
1. Yıldızlara baktığında, "Acaba rabbim bu mudur?" diye şüpheye kapılması.
2. Puta tapanların mâbedlerindeki bütün putları kırıp ardından baltayı büyük putun eline koyması ve sonra kendisine,"Bunları kim yaptı?" diye soranlara, "Ben değil, şu büyük put yapmıştır!" demesi.
3. Hasta olmamasına rağmen kendisini çağıranlara, "Hastayım" demesi.
İşte Resûlullah (s.a.v) bu şekilde şefaatte bulunacaktır.