Sorgulamanın yapılması
Sorgulamanın yapılması
Ey zavallı! Bütün bu tehlikelerden sonra bir de aracısız ve tercümansız bir şekilde, şifahî olarak sana yöneltilecek soruları düşün. Az veya çok, büyük ya da küçük yapmış ve sahip olmuş olduğun her şeyden sorguya çekileceksin.
Sen böyle (mahşer meydanında) kıyametin sıkıntıları, âdeta seni boğacak olan terletmeleri ve büyük musibetleriyle uğraşırken yanına gökyüzünden bazı melekler iner. Büyük, sert ve acımasız görünüşleriyle bu melekler, emrolundukları üzere, günahkârların alınlarından tutarak Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkarırlar.
Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın (c.c) bir meleği vardır ki, iki kaşının arası yüz senelik mesafe kadardır."
Şimdi, o meleklerin seni arz makamına, Allah'ın huzuruna çıkarmak için seni almaya geldiklerini bir düşün; halin nice olur!
Şu da var ki, bu melekler, yaratılışları itibariyle o kadar büyük ve dehşetli olmalarına rağmen o günün şiddetinden başları öne eğik, Allah Teâlâ'nın kullarına olan öfkesinden ötürü korku ve ürperti içinde senin yanına gelirler.
Bu melekler mahşer meydanına indiklerinde peygamberler, sıddîklar ve sâlihler de aralarında olmak üzere bütün mahlûkat, sıra kendilerine gelmesin diye Allah'a secdeye kapanırlar. Bu anlattıklarımız, Allah'a yakın olmuş sâlih kulların haliyse, isyankâr ve günahkârların hali nice olur?
Bu sırada, korkularının şiddetinden ne yapacaklarını bilemeyen bir grup çıkarak meleklere, "Rabbimiz aranızda mı?" diye soracaklardır. Bunu melekler grubunun çokluğu ve onların heybetli görünüşünden dolayı sorarlar. Sorulan bu sorudan dolayı melekleri bir korku bürür, zira Allah (c.c) onların arasında olmaktan çok yüce ve münezzehtir. Melekler, dünya ehlinin zannettiği üzere Allah'ın kendi aralarında olmadığını bildirmek için, "Noksan sıfatlardan münezzeh olan rabbimiz elbette aramızda olmaktan da münezzehtir, fakat O'nu birazdan (siz müminler) müşahede edeceksiniz" derler.
Sonra melekler saf saf olup bütün mahlûkatın etrafını kuşatırlar; Allah Teâlâ'nın (müminlere) edeceğinden dolayı da başları öne eğik, korku ve huşu halinde beklerler.
İşte bu anlatılanlar, Allah Teâlâ'nın şu âyetlerinin tasdiki olacaktır:
"Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz (Yani ümmetlere, peygamberlerine inanarak yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır). Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz onlardan uzak değiliz."
"Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz."
Allah (c.c) sorgu ve suale ilk önce peygamberlerden başlar. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm bu hususu şöyle beyan eder:
"Allah'ın peygamberleri toplayıp da, 'Size ne cevap verildi?' dediği gün, onlar, 'Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin' diyeceklerdir."
Sorgu ve sualin şiddetinden, peygamberlerin bile akıllarını yitirdiği, ilimlerinin silindiği günün şiddeti ne çetindir! Eyvah ki eyvah!
Zira Allah (c.c) onlara, "Elçilerim olarak sizleri, beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmeniz için mahlûkatıma gönderdim; peki onlar size ne cevap verdi?" diye soracaktır. Peygamberler onların ne dediklerini bilmelerine rağmen, sorgu sualin dehşetinden akılları gidecek ve onların ne cevap verdiklerini bir türlü hatırlarına getiremeyeceklerdir. Bunun üzerine,
"(Rabbimiz), bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin"' diyeceklerdir.
Peygamberler bu sözlerinde doğrudurlar, zira akılları başlarından gitmiş, ilimleri silinmiştir. Bu durum Allah (c.c) onların kalplerine sekînet verip de korkuları kalkana kadar devam eder.
Peygamberlerden Nuh (a.s) çağrılır. Allah (c.c), "Tebliğ görevini yerine getirdin mi?" diye sorar. Nuh (a.s), "Evet, ey rabbim" der. Bu sefer ümmetine, "O size tebliğde bulundu mu?" diye sorulur. Onlar, "Hayır, ey rabbimiz, bize bir uyarıcı peygamber gelmedi" derler. Bu defa İsâ (a.s) getirilir. Allah Teâlâ ona, "Ey Meryem oğlu İsal İnsanlara, 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki ilâh bilin' diye sen mi dedin?" buyurur. İsâ (a.s) bu sorunun ardından yıllarca dehşet ve korku içinde kalır.
Peygamberlerin bile Allah'ın (c.c) hükmü ve hikmeti gereği bu tür suallerle karşı karşıya kalacağı gün ne yamandır.
Sonra melekler bütün mahlûkata dönerler. Annesinin ve kendisinin ismiyle (Fatma oğlu Ahmet gibi) hitap ederek herkesi teker teker hesap vermek üzere çağırırlar. İşte o zaman kalpler çarpmaya, vücutlar titremeye başlar. Akıllar başlardan gider. Bazıları çirkin fiillerinin Allah'a arzolunmaması ve günah perdelerinin açılıp insanlara rüsva olmamak için o anda cehenneme atılmayı temenni ederler.
Sorgu ve sual başlamadan önce arşın nuru her yanı sarar. Nitekim âyet-i celîlede, "Mahşer yeri rabbinin nuruyla aydınlanır" buyrulmuştur.
Bundan sonra artık her kul, rabbinin kesinlikle sorguya çekeceğini bilir (Allah onlara cebbar sıfatıyla tecelli eder). Herkes, kendinden başkasının Allah'ı görmediğini ve yalnızca kendisinin sorgulanacağını zanneder. Bu esnada Allah (c.c) Cebrail'e,
"Ey Cebrail, bana cehennemi getir" buyurur. Cebrail (a.s) hemen cehennemin yanına varır:
"Ey cehennem! Yaratanına ve sahibine icabet et, seni çağırıyor" der. Cebrail cehennemin kızgın ve öfkeli (ateşlerinin iyiden iyiye alevlendirildiği, sularının kaynatıldığı) bir zamana tesadüf etmiştir ve konuşması biter bitmez de oradan ayrılmıştır. Zira cehennem, Cebrail'in getirdiği bu haberi alır almaz kabarmış, kaynayıp fışkırmaya başlamış, ürküten uğultular çıkarmaya başlamıştır. Bütün mahlûkat onun bu seslerini işitir, öfkesini görür. Hemen ardından cehennem görevlileri, öfke içinde Allah'ın emirlerine karşı çıkan ve O'na isyan edenlerin üstüne sıçrarlar (Böylelikle onlar, hakiki mânada ilk cehennem azabını tatmaya başlarlar).
Şimdi bir düşün ve zihninde canlandır; o gün kulların kalpleri nasıl olur? Nasıl da kalpleri korku ve dehşetle dolar ve halsizliklerinden dizleri üzerine çöküverirler. Kimileri de arkalarını dönüp kaçmak isterler. Nitekim âyet-i celîlede,
"O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün" buyrulmuştur.
O gün kimileri korkusundan yüzüstü yere kapanır. İsyankârlar ve zalimler, "Vay halimize, helak olduk!" derler. Sıddîklar ve sâlihler ise, "Nefsim, nefsim!" diye bağrışırlar.
Onlar böyle iken cehennem ikinci bir kez daha uğuldar; mahlûkatın korkusu kat kat artar, kuvvetleri iyice azalır, yakalanıp cehenneme götürüldüklerini zannederler. Sonra cehennem üçüncü bir kez daha uğuldar; bu sesi duyan mahlûkat yüzüstü yere kapanır. Korku ve dehşet içinde, ürkek gözlerle etraflarına bakınırlar. Sonra zalimlerin kalpleri burulur (ümitlerini keserler), nefesleri boğazlarında düğümlenir, cennetlik, cehennemlik herkesin aklı başından gider.
Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlerine, "Tebliğ için gönderildikleriniz size ne cevap verdiler?" diye sorar. Allah Teâlâ'nın, (kendi hikmeti icabı) peygamberlerini dahi sorguya çektiğini gören isyankâr ve günahkârların korkuları bir kat daha artar. Neredeyse erimeye yüz tutarlar. Anne baba çocuğundan, kardeş kardeşten, eşi hanımından kaçar. Herkes akıbeti için beklemeye başlar. Sonra herkes birer birer alınır ve arz makamına getirilir. Allah Teâlâ şifahî olarak kulunun, az çok, açık gizli yaptığı her amelden, her organın ve azanın yaptığı fiilden onu sorguya çeker.