Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Ölüm-Kabir-Kıyamet (1 Kullanıcı)

Zeki.42

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
447
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Arkadaslar Allah hepimize iman üzerine ölmeyi nasip eylesin. Ya ben Allah ı cok seviyorum
 

Zeki.42

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
447
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Allah razı olsun ben tüm müzlümanların cennete girmesi iin dua ediyorum gaflette dahi olsalar.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
KIYAMETİN ZORLUKLARI ve TEHLİKELERİ

KIYAMETİN ZORLUKLARI ve TEHLİKELERİ

Ey zavallı insan! Dehşeti büyük, zamanı uzun, kahrı çetin, vakti pek yakın olan kıyamet için hazırlık yap!
O günde göklerin yarıldığını, dehşetinden yıldızların paramparça olup etrafa dağıldığını, parlaklığıyla göz kamaştıran yıldızların karardığını, güneşin dürülüp atıldığını, dağların yürütüldüğünü, değerli hayvanların başıboş bırakıldığını, vahşi hayvanların bile bir araya toplandıklarını, denizlerin ateş haline geldiğini görürsün.
O gün ruhlar bedenlerine geri dönmüş, cehennem olanca ateşiyle kızdırılmış, cennet müminlere yaklaştırılmıştır. Dağlar tuz buz edilip kum haline getirilmiş, yeryüzü dağların yok olmasıyla uzamış, dümdüz olmuştur.
O gün yeryüzünün şiddetle sarsıldığını, toprağın içinde ne varsa hepsini dışarı attığını, insanların amellerinin karşılığını görmek üzere bölük bölük mahşer meydanına götürüldüklerini görürsün. O gün, Allah Teâlâ'nın hakkında şöyle buyurduğu bir gündür:
'Yeryüzü ve dağlar kaldırılıp birbirine tek çarpışla çarpılıp darmadağın edildiği gündür. İşte o zaman olacak olur ve kıyamet kopar. Gök (meleklerin inmesi için) yarılır ve artık zayıfladığından çökmeye yüz tutar. Melekler göğün etrafındadır. O gün Allah'ın (c.c) arşını bu meleklerinde üstünde sekiz melek yüklenir. (Ey insanlar) O gün (hesap için) huzura alınırsınız; size ait hiçbir sır gizli kalmaz."
O gün dağların yürütüldüğü ve her yerin dümdüz olduğunu görürsün. O gün yerin altının üstüne geldiği, dağların parçalanıp etrafa saçıldığı bir gündür. O gün insanlar ateşin etrafındaki pervaneler gibi sağa sola saçılır, dağlar etrafa yayılmış renkli yünler gibi atılır.
O gün Allah Teâlâ'nın hakkında, "Onu gördüğünüz gün, her emzikli kadın emzirdiği çocuğunu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür. İnsanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir, fakat Allah'ın azabı çok dehşetlidir" buyurduğu bir gündür.
O gün, "Yer başka bir yer, göklerde (başka gökler) haline getirildiği, (insanların) bir ve kahhâr (gücüne dayanılmaz) olan Allah'ın huzuruna çıktıkları gündür."
O gün dağların ufalanıp etrafa savrulduğu, her yerin dümdüz ve bomboş bırakıldığı, hiçbir yerinde, inişin veya yokuşun olmadığı bir gündür.
O gün, Allah'ın (c.c) hakkında, "Sen dağları görürsün ve yerinde duruyor sanırsın. Oysa onlar bulutların yürümesi gibi yürümektedirler buyurduğu gündür.
Ogün, "Göğün yarılıp kızarmış yağ renginde gül gibi olduğu" zamandır.
"İşte o gün insana da cine de (haşirle birlikte halleri zaten belli olduğu için ilk anda) günahı sorulmaz"

O gün isyankârların konuşturulmayacağı bir gündür. O gün günahkârlara hiçbir şey sorulmadan alınlarından ve ayaklarından yakalanırlar.
O gün herkesin yapmış olduğu iyilikleri de kötülükleri de karşısında hazır halde bulduğu ve yapmış olduğu kötülükleriyle kendi arasında uzun bir mesafenin olmasını isteyeceği bir gündür.
O gün her insanın dünyadayken yapmış olduğu hayır ve şer cinsinden her şeyi bileceği, âhirete getirdiklerine ve geride bıraktıklarına şahit olacağı bir gündür. O gün dilin tutulup başka organların konuşacağı gündür. O gün genç olanların dahi dehşetten saçlarının ağardığı bir gündür.
Bu hususta Resûlullah'ın (s.a.v) bir hadis-i şerifleri vardır. Şöyle ki: Hz. Ebû Bekir (r.a) Peygamber Efendimiz'e, "Ey Allah'ın Resulü, sizleri yaşlanmış (saçları ağarmış) görüyorum" deyince Resûl-i Ekrem (s.a.v), "Hûd (sûresi) ve onun kardeşleri (olan Vakıa, Mürselât, Amme yetesâelûn, ve İze'ş-şemsü küvvirat sûreleri) beni yaşlandırdı"221 buyurmuştur.
Kur'an okurken yaptığı tek şey dilini oynatmaktan ibaret olan Kur'an okuyucusu! Eğer okudukların üzerinde biraz düşünüp mânalarını içine sindirseydin elbette peygamberlerin efendisinin saçlarını ağartan şeyden senin de ödün kopar, ondan gereken öğüdü alırdın. Kur'an okurken sadece dilinin hareketiyle yetinirsen onun birçok mâna ve meyvesinden mahrum kalırsın.
Kıyamet, o günün Kur'an'da zikredilen isimlerinden biridir. Allah (c.c) onun bazı felâketlerinden ve birçok isminden bahsetmiştir. Bundaki hikmet, mânalarının çokluğunun isimlerine yansımasıdır. Ancak bundaki maksat isimleri tekrarlamak değil, akıl sahiplerine bir uyarı olmasıdır. Kıyametin isimlerinin her birinin altında bir sır, her bir sıfatının altında garip ve hayret verici mânalar vardır. Eğer uyanık akıl sahiplerinden isen onların mânalarını anlamaya gayret göster!

Kıyametin Diğer İsimleri
Yevmü'l-kıyâmet: Her şeyin ayağa kalkıp ilâhî huzura geldiği gün.
Yevmü'l-hasret: Hasret günü.
Yevmü'n-nedâmet: Pişmanlık günü.
Yevmü'l-muhâsebe: Hesaba çekilme günü.
Yevmü'l-müsâele: Sorgulanma günü.
Yevmü'l-müsâbaka: Herkesin gideceği yere götürülme günü.
Yevmü'l-münâkaşa: Her şeyin hesabının bir bir tetkik edileceği gün.
Yevmü'l-münâfese: Salih kişilerin derecelerine çıkmak için yarıştığı gün.
Yevmü'z-zelzele: Deprem ve sallantı günü.
Yevmü'd-demdeme: Azap günü.
Yevmü's-sâika: Yerde ve gökte ne varsa hepsinin ölüm günü.
Yevmü'l-vâkıa: En büyük olayın meydana geldiği olay günü.
Yevmü'l-kâria: Azabın ve felâketin kapıyı çaldığı gün.
Yevmü'r-râcife: Sûra ilk kez üfürüldüğü gün.
Yevmü'r-râdife: Aradan geçen kırk yıldan sonra ikinci kez sûra üfürülme günü.
Yevmü'l-gâşiye: İnsanların üzerini kıyametin felâketinin kuşattığı gün.
Yevmü'd-dâhiye: Felâketin iniş günü.
Yevmü'l-âzife: Her an yaklaşan gün.
Yevmü'l-hâkka: Muhakkak gerçekleşecek olan gün.
Yevmü't-tâmme: Felâketin ortalığı bürüdüğü gün.
Yevmü's-sâhha: Gürültü ve haykırış günü.
Yevmü't-telâkî: Buluşma günü.
Yevmü'l-firâk: Sevgililerin birbirinden ayrılma günü.
Yevmü'l-mesâk: Mahşere sevkedilme günü.
Yevmü'l-kısâs: Her canlının birbirinden hakkını alma (kısas) günü.
Yevmü't-tenâd: Istıraptan ötürü herkesin birbirine yardım çığlıkları atacağı gün.
Yevmü'l-hisâb: Hesap günü.
Yevmü'l-meâb: Asıl vatana; cennet ya da cehenneme dönüş günü.
Yevmü'l-azâb: Azap günü.
Yevmü'l-firar: Anne baba, çoluk çocuk hulâsa bütün aile fertlerinin dahi birbirinden kaçacağı gün.
Yevmü'l-karar: Ya cennete ya da cehenneme gidileceğinin kesinleşeceği gün.
Yevmü'l-likâ: Herkesin rabbine kavuşacağı gün.
Yevmü'l-bekâ: Ebediyet günü.
Yevmü'l-kazâ: Hüküm günü.
Yevmü'l-cezâ: Amellerin karşılığının verileceği gün.
Yevmü'l-belâ: İmtihan günü.
Yevmü'l-bükâ: Ağlama günü.
Yevmü'l-haşr: Dirilme ve toplanma günü.
Yevmü'l-vaîd: Günahların cezasının verilme günü.
Yevmü'l-arz: Amellerin Allah'a arzedilme günü.
Yevmü'l-vezn: Amellerin mizan adlı terazide tartılma günü.
Yevmü'l-hak: Her şeyin hakikatinin ortaya çıktığı gün.
Yevmü'l-hüküm: Allah Teâlâ'nın kulları hakkındaki hükmünü verdiği gün.
Yevmü'l-fasl: Her davanın sonuçlanacağı gün.
Yevmü'l-cem': Gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın bir araya toplanacağı gün.
Yevmü'l-ba's: Ruhların bedenlerine iade edileceği gün.
Yevmü'l-feth: Hiçbir şeyin gizliliğinin kalmayacağı gün.
Yevmü'l-hızy: Yapılan kötülüklerin ve çirkinliklerin açıklanmasından dolayı insanların utandıkları gün.
Yevmün azîm: Büyük gün.
Yevmün akîm: Hayır ve hasenatın az oluşundan dolayı insanlara faydası az dokunan kısır gün.
Yevmün asîr: Zor gün.
Yevmü'd-dîn: Hesap günü.
Yevmü'l-yakîn: Her şeyin hakikatinin açığa çıkacağı gün.
Yevmü'n-nüşûr: Bedenlerin kabirlerinden kalkıp mahşere yayılma günü.
Yevmü'l-masîr: Dönüşün Allah'a olduğu gün.
Yevmü'n-nefha: Sûrun üfürülüş günü.
Yevmü's-sayha: Çığlık günü (Zira Allah Teâlâ İsrafil'e birinci üfleyişinde sûru uzunca bir müddet üflemesini emreder).
Yevmü'r-recfe: Dağların ve ovaların su gibi aktığı sarsıntı günü.
Yevmü'r-rucce: Toprağın içinde ne var ne yok hepsini dışarı attığı deprem günü. .
Yevmü'z-zecre: Kovalanma ve azarlanma günü (Melekler o gün günahkârları ve isyankârları azarlarlar).
Yevmü's-sekrat: Dehşetinden akılların durduğu sarhoşluk günü.
Yevmü'l-feza: Büyük korku ve dehşet günü.
Yevmü'l-ceza: Ümitsizlik ve sabırsızlık günü.
Yevmü'l-müntehâ: Sonuç günü.
Yevmü'l-me'vâ: Cennete ya da cehenneme gidiş günü.
Yevmü'l-mîkât: Sözleşme günü.
Yevmü'l-mîâd: Buluşma günü.
Yevmü'l-ğalak: Kimilerinin sevindiği, kimilerinin de üzüldüğü gün.
Yevmü'l-mirsâd: Bekleyiş günü.
Yevmü'l-arak: Terleme günü.
Yevmü'l-iftikâr: Bir yardımcıya ve şefaatçiye ihtiyaç duyulduğu fakirlik günü.
Yevmü'l-inkidâr: Yıldızların söndüğü gün.
Yevmü'l-intişâr: Yıldızların saçılıp döküldüğü gün.
Yevmü'l-inşikâk: Gökyüzünün varıldığı gün.
Yevmü'l-vukûf: insanların oturmalarına izin verilmeden kırk yıl ayakta bekletildikleri gün.
Yevmü'l-hurûc: Kabirlerden çıkış günü.
Yevmü'l-hulûd: Ebediyen kalınacak yerin belli olduğu gün.
Yevmü't-tegâbün: Aldanışların ortaya çıktığı gün.
Yevmün abus: Şiddetli gün.
Yevmün ma'lûm: Bilinen gün.
Yevmün mev'ûd: Olacağı Allah (c.c) tarafından vaad edilen gün.
Yevmün meşhûd: Evvel âhir herkesin şahit olacağı gün.
 

Zeki.42

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
447
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
Yevmün abus: Şiddetli gün.

Allah ım sen yolunda ilerleyenlerin kalblerine nur ver onları Cennet ine al Yarabbi bizlere Merhamet et ki hepimiz günahkarlarız. ALLAH U EKBER
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kıyametin Diğer Özellikleri ve Sıfatları

Kıyametin Diğer Özellikleri ve Sıfatları

Olacağı hususunda şek ve şüphe bulunmayan gün. Gizliliklerin ortaya döküldüğü gün. Kimsenin kimseye bir faydası dokunmadığı gün.Korkudan gözlerin dışarıya fırladığı gün. Dostun dosta hiçbir faydasının olmadığı gün. Hiç kimsenin başkası için bir şey yapamadığı gün. Günahkârların itile kakıla ateşe atılacakları gün. Günahkârların ateşe yüzüstü sürülerek götürüldükleri gün. Yüzlerin ateşte evirilip çevrildiği gün. Babanın evlâdı, evlâdın da babası adına bir şey ödeyemeyeceği gün. Kişinin kardeşinden, annesinden ve babasından kaçtığı gün. Kâfirlerin konuşamayacağı ve mazeretlerini beyan etmelerine de izin verilmeyeceği gün. Allah katında dönüşü olmayan gün. İnsanların kabirlerinden çıkıp meydana çıkacakları gün. Günahkârların ateşe atılacakları gün. Malın ve çoluk çocuğun fayda vermediği gün. Zalimlere mazeretlerinin fayda vermediği, lanete ve kötü yurda (cehenneme) müstahak oldukları gün.
O gün bütün özürler ve mazeretler geri çevrilir; bütün gizlilikler açığa çıkarılır; saklı ve gizli ne varsa hepsi ortaya dökülür. O gün gözlerin korktuğu, seslerin kesildiği, sağa sola bakmaların azaldığı, hakikati ve hikmeti bilinmeyen işlerin açıklandığı, günahların görüldüğü gündür. O gün kullar (lehinde ya da aleyhindeki) şahitleriyle birlikte rablerinin huzuruna çıkarılır. Gençler yaşlanır, yaşlıların akılları başından gider.
işte o gün amel terazileri yerlerine konur, amel defterleri açılır, cehennem ortaya (görülebilecek bir yere) çıkarılır ve sıcak suları iyice kaynatılır, ateş iyiden iyiye yaklaştırılır. Kâfirler büsbütün ümitsizliğe düşer. Cehennem ateşi körüklenmeye başlanır. Artık diller tutulur ve kulun azaları konuşmaya başlar.
Ey insan! Seni pek kerim olan rabbine karşı oyalayan ve aldatan şey nedir? Sen kapıları kapadın, perdeleri çektin ve insanlardan gizli günahlar işledin. Sen ne yaptın? Bu halini Allah'tan nasıl gizleyeceksin? Azaların senin aleyhine şahitlik yaptığında ne yapacaksın?
Gerçekten biz gafil kullara yazıklar olsun! Yazıklar olsun bizlere ki, yüce Allah bizlere peygamberlerin efendisini gönderdi, beraberinde Kur'ân-ı Kerîmi indirdi ve onunla bize kıyametin sıfatlarını anlattı, bize gaflette olduğumuzu bildirdi. Ancak biz zikredilen bunca âyete rağmen bir türlü uyanamadık. İşte bu uyarılardan biri:
"İnsanların hesaba çekilecekleri gün yaklaştı. Hal böyle iken onlar, gaflet içinde yüz çevirdiler. Rablerinden kendilerine ne zaman yeni bir ihtar gelse, onlar bunu, hep alaya alarak kalpleri oyuna, eğlenceye dalarak dinlemişlerdir."
Allah (c.c) bizleri kıyametin yakın oluşuyla uyararak şöyle buyurdu:
"Kıyamet yaklaştı ve ay yarıldı."
"Doğrusu onlar, o azabı (ihtimalden) uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz."
"Ne bilirsin, belki onun zamanı yakındır."
Evet, bunca izahattan sonra; Kur'an okumaktaki en güzel gayemiz, onunla amel etmek, kıyametin mânalarını, vasıflarını ve isimlerini düşünerek gerekli tedbirleri almak ve o günün tehlikelerinden kurtulmak için hazırlıklar yapmak olmalıdır.
Bunda aksi bir gaflet içine düşmekten yüce Allah'a sığınırız.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Sorgulamanın yapılması

Sorgulamanın yapılması

Ey zavallı! Bütün bu tehlikelerden sonra bir de aracısız ve tercümansız bir şekilde, şifahî olarak sana yöneltilecek soruları düşün. Az veya çok, büyük ya da küçük yapmış ve sahip olmuş olduğun her şeyden sorguya çekileceksin.
Sen böyle (mahşer meydanında) kıyametin sıkıntıları, âdeta seni boğacak olan terletmeleri ve büyük musibetleriyle uğraşırken yanına gökyüzünden bazı melekler iner. Büyük, sert ve acımasız görünüşleriyle bu melekler, emrolundukları üzere, günahkârların alınlarından tutarak Allah Teâlâ'nın huzuruna çıkarırlar.
Bu konuda Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah'ın (c.c) bir meleği vardır ki, iki kaşının arası yüz senelik mesafe kadardır."
Şimdi, o meleklerin seni arz makamına, Allah'ın huzuruna çıkarmak için seni almaya geldiklerini bir düşün; halin nice olur!
Şu da var ki, bu melekler, yaratılışları itibariyle o kadar büyük ve dehşetli olmalarına rağmen o günün şiddetinden başları öne eğik, Allah Teâlâ'nın kullarına olan öfkesinden ötürü korku ve ürperti içinde senin yanına gelirler.
Bu melekler mahşer meydanına indiklerinde peygamberler, sıddîklar ve sâlihler de aralarında olmak üzere bütün mahlûkat, sıra kendilerine gelmesin diye Allah'a secdeye kapanırlar. Bu anlattıklarımız, Allah'a yakın olmuş sâlih kulların haliyse, isyankâr ve günahkârların hali nice olur?
Bu sırada, korkularının şiddetinden ne yapacaklarını bilemeyen bir grup çıkarak meleklere, "Rabbimiz aranızda mı?" diye soracaklardır. Bunu melekler grubunun çokluğu ve onların heybetli görünüşünden dolayı sorarlar. Sorulan bu sorudan dolayı melekleri bir korku bürür, zira Allah (c.c) onların arasında olmaktan çok yüce ve münezzehtir. Melekler, dünya ehlinin zannettiği üzere Allah'ın kendi aralarında olmadığını bildirmek için, "Noksan sıfatlardan münezzeh olan rabbimiz elbette aramızda olmaktan da münezzehtir, fakat O'nu birazdan (siz müminler) müşahede edeceksiniz" derler.
Sonra melekler saf saf olup bütün mahlûkatın etrafını kuşatırlar; Allah Teâlâ'nın (müminlere) edeceğinden dolayı da başları öne eğik, korku ve huşu halinde beklerler.
İşte bu anlatılanlar, Allah Teâlâ'nın şu âyetlerinin tasdiki olacaktır:
"Elbette kendilerine peygamber gönderilen kimseleri de gönderilen peygamberleri de mutlaka sorguya çekeceğiz (Yani ümmetlere, peygamberlerine inanarak yolundan gidip gitmedikleri, peygamberlere de tebliğ vazifelerini yapıp yapmadıkları sorulacaktır). Ve onlara (olup bitenleri) tam bir bilgi ile mutlaka anlatacağız. Biz onlardan uzak değiliz."
"Rabbin hakkı için, mutlaka onların hepsini yaptıklarından dolayı sorguya çekeceğiz."
Allah (c.c) sorgu ve suale ilk önce peygamberlerden başlar. Nitekim Kur'ân-ı Kerîm bu hususu şöyle beyan eder:
"Allah'ın peygamberleri toplayıp da, 'Size ne cevap verildi?' dediği gün, onlar, 'Bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin' diyeceklerdir."
Sorgu ve sualin şiddetinden, peygamberlerin bile akıllarını yitirdiği, ilimlerinin silindiği günün şiddeti ne çetindir! Eyvah ki eyvah!
Zira Allah (c.c) onlara, "Elçilerim olarak sizleri, beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmeniz için mahlûkatıma gönderdim; peki onlar size ne cevap verdi?" diye soracaktır. Peygamberler onların ne dediklerini bilmelerine rağmen, sorgu sualin dehşetinden akılları gidecek ve onların ne cevap verdiklerini bir türlü hatırlarına getiremeyeceklerdir. Bunun üzerine,
"(Rabbimiz), bizim hiçbir bilgimiz yok, şüphesiz gizlilikleri hakkıyla bilen ancak sensin"' diyeceklerdir.
Peygamberler bu sözlerinde doğrudurlar, zira akılları başlarından gitmiş, ilimleri silinmiştir. Bu durum Allah (c.c) onların kalplerine sekînet verip de korkuları kalkana kadar devam eder.
Peygamberlerden Nuh (a.s) çağrılır. Allah (c.c), "Tebliğ görevini yerine getirdin mi?" diye sorar. Nuh (a.s), "Evet, ey rabbim" der. Bu sefer ümmetine, "O size tebliğde bulundu mu?" diye sorulur. Onlar, "Hayır, ey rabbimiz, bize bir uyarıcı peygamber gelmedi" derler. Bu defa İsâ (a.s) getirilir. Allah Teâlâ ona, "Ey Meryem oğlu İsal İnsanlara, 'Beni ve annemi, Allah'tan başka iki ilâh bilin' diye sen mi dedin?" buyurur. İsâ (a.s) bu sorunun ardından yıllarca dehşet ve korku içinde kalır.
Peygamberlerin bile Allah'ın (c.c) hükmü ve hikmeti gereği bu tür suallerle karşı karşıya kalacağı gün ne yamandır.
Sonra melekler bütün mahlûkata dönerler. Annesinin ve kendisinin ismiyle (Fatma oğlu Ahmet gibi) hitap ederek herkesi teker teker hesap vermek üzere çağırırlar. İşte o zaman kalpler çarpmaya, vücutlar titremeye başlar. Akıllar başlardan gider. Bazıları çirkin fiillerinin Allah'a arzolunmaması ve günah perdelerinin açılıp insanlara rüsva olmamak için o anda cehenneme atılmayı temenni ederler.
Sorgu ve sual başlamadan önce arşın nuru her yanı sarar. Nitekim âyet-i celîlede, "Mahşer yeri rabbinin nuruyla aydınlanır" buyrulmuştur.
Bundan sonra artık her kul, rabbinin kesinlikle sorguya çekeceğini bilir (Allah onlara cebbar sıfatıyla tecelli eder). Herkes, kendinden başkasının Allah'ı görmediğini ve yalnızca kendisinin sorgulanacağını zanneder. Bu esnada Allah (c.c) Cebrail'e,
"Ey Cebrail, bana cehennemi getir" buyurur. Cebrail (a.s) hemen cehennemin yanına varır:
"Ey cehennem! Yaratanına ve sahibine icabet et, seni çağırıyor" der. Cebrail cehennemin kızgın ve öfkeli (ateşlerinin iyiden iyiye alevlendirildiği, sularının kaynatıldığı) bir zamana tesadüf etmiştir ve konuşması biter bitmez de oradan ayrılmıştır. Zira cehennem, Cebrail'in getirdiği bu haberi alır almaz kabarmış, kaynayıp fışkırmaya başlamış, ürküten uğultular çıkarmaya başlamıştır. Bütün mahlûkat onun bu seslerini işitir, öfkesini görür. Hemen ardından cehennem görevlileri, öfke içinde Allah'ın emirlerine karşı çıkan ve O'na isyan edenlerin üstüne sıçrarlar (Böylelikle onlar, hakiki mânada ilk cehennem azabını tatmaya başlarlar).
Şimdi bir düşün ve zihninde canlandır; o gün kulların kalpleri nasıl olur? Nasıl da kalpleri korku ve dehşetle dolar ve halsizliklerinden dizleri üzerine çöküverirler. Kimileri de arkalarını dönüp kaçmak isterler. Nitekim âyet-i celîlede,
"O gün her ümmeti, diz çökmüş görürsün" buyrulmuştur.
O gün kimileri korkusundan yüzüstü yere kapanır. İsyankârlar ve zalimler, "Vay halimize, helak olduk!" derler. Sıddîklar ve sâlihler ise, "Nefsim, nefsim!" diye bağrışırlar.
Onlar böyle iken cehennem ikinci bir kez daha uğuldar; mahlûkatın korkusu kat kat artar, kuvvetleri iyice azalır, yakalanıp cehenneme götürüldüklerini zannederler. Sonra cehennem üçüncü bir kez daha uğuldar; bu sesi duyan mahlûkat yüzüstü yere kapanır. Korku ve dehşet içinde, ürkek gözlerle etraflarına bakınırlar. Sonra zalimlerin kalpleri burulur (ümitlerini keserler), nefesleri boğazlarında düğümlenir, cennetlik, cehennemlik herkesin aklı başından gider.
Bundan sonra Allah Teâlâ peygamberlerine, "Tebliğ için gönderildikleriniz size ne cevap verdiler?" diye sorar. Allah Teâlâ'nın, (kendi hikmeti icabı) peygamberlerini dahi sorguya çektiğini gören isyankâr ve günahkârların korkuları bir kat daha artar. Neredeyse erimeye yüz tutarlar. Anne baba çocuğundan, kardeş kardeşten, eşi hanımından kaçar. Herkes akıbeti için beklemeye başlar. Sonra herkes birer birer alınır ve arz makamına getirilir. Allah Teâlâ şifahî olarak kulunun, az çok, açık gizli yaptığı her amelden, her organın ve azanın yaptığı fiilden onu sorguya çeker.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Hesap günü allah'ı görmek

Hesap günü allah'ı görmek

Ebû Hüreyre (r.a) anlatıyor: Sahabeler Hz. Peygamber'e, "Yâ Resûlallah! Acaba kıyamet günü Allah'ı (c.c) görebilecek miyiz?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v),
"Bulutsuz bir günde, öğlen ortası güneşi görmenize bir engel var mı?"diye sordu. Sahabeler, "Hayır" dediler. Resûlullah (s.a.v) yine, "Bulutsuz bir gece, dolunay çıktığında ayı görmenize bir engel var mı?" Sahabeler yine hayır cevabını verdi. Bunun üzerine Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, o gün rabbinizi görmenize bir engel olmayacaktır. Allah Teâlâ kulunu karşısına alacak ve, 'Sana ikramda bulunmadım mı? Seni ait olduğun topluluğun efendisi yapmadım mı? Evlendirmedim mi? Atları, develeri hizmetine vermedim mi? İnsanlara başkan yapmadım mı? Ganimet mallarının dörtte birini sana helâl etmedim mi?' diye soracaktır. Kul, 'Evet' diyecektir. Allah Teâlâ, 'Bana kavuşacağını hiç düşünmedin mi?' buyuracak; kul da, 'Hayır' cevabını verince Allah (c.c), 'Öyleyse, beni unuttuğun gibi ben de seni unutuyorum' diyecektir."
Ey miskin! Şimdi meleklerin kollarından tutup seni Allah'ın huzuruna çıkardıklarını ve Allah'ın sana şu soruları sorduğunu düşün: Sana gençlik nimetini bahşetmedim mi?
Peki onu nerede çürüttün? Sana uzun bir hayat vermedim mi? O halde onu nerede tükettin? Sana mal mülk vermedim mi? Onu nereden kazandın ve nerelere sarfettin? Sana ilim vermedim mi? Peki onunla amel ettin mi?
Allah'ın (c.c) o anda sana verdiği nimetleri, O'na karşı yapmış olduğun isyan ve günahlarını sayarken nasıl bir haya ve utanç içinde olacağını gözünde canlandırabiliyor musun? Eğer sen bu sayılanları kabul etmek istemez ve şahit istersen, bütün organların ve azaların yapmış olduklarına (lehinde ya da aleyhinde) şahitlik edecektir.
Enes (r.a) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v) ile birlikte oturuyorduk. Bir ara Resûlullah (s.a.v) gülümsedi ve, "Neden güldüğümü biliyor musunuz?" diye sordu. Bizler,
"Allah ve Resulü daha iyi bilir" dedik. Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"(Hesap günü) Kulun rabbiyle arasında geçecek olan konuşmasına (yani kulun, rabbinin suallerine karşı ker savunurken söylemiş olduklarına) gülüyorum; zira o gün kul rabbine,
'Ey rabbim! Beni zulme ve haksızlığa karşı koruyan sen değil miydin?'Allah (c.c), 'Evet'buyurur. Kul, 'O halde bana benden olan bir şahit istiyorum (başkasını kabul etmem)" der. Bunun üzerine Allah (c.c),
'O halde bugün hesap sorucu olarak nefsin (azaların ve organların) yeter. Kirâmen Kâtibîn de şahitlerin olsun' buyurur. Sonra o kulun ağzına mühür vurulur, organlarına ve azalarına, konuşun denilir. Onlar da o kimsenin yapmış olduğu her fiili teker teker anlatırlar. Sonra kulun ağzı açılarak konuşmasına izin verilir. Kul, azalarına, 'Defolun!
Uzaklasın yanımdan! Ben dünyada sizi korurken sizin yaptığınıza bir bakın!' der.'
Bütün mahlûkatın önünde azalarımızın şehadetiyle rezil rüsva olmaktan Allah'a sığınırız. Ancak şunu da hatırlatalım ki, Allah (c.c) sorgu sual esnasında müminlerin kusurlarını örteceğini ve onları Allah'tan (c.c) başka kimsenin bilmeyeceğini müjde etmiştir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
MÜMİNLERİN HESABA GİZLİ ÇEKİLMESİ
Adamın biri İbn Ömer'e (r.a), "Allah Teâlâ'nın müminleri gizli hesaba çekeceği hakkında Resûlullah'tan (s.a.v) ne duydun?" diye sorduğunda İbn Ömer (r.a) Resûlullah'ın (s.a.v) şu hadis-i şerifini anlatmıştır:
"Sizden biriniz (hesap vermek üzere) rabbine yaklaşır. Allah (c.c) onu rahmetiyle kuşatarak insanlardan gizler. Sonra, 'Şu şu işleri yaptın, öyle değil mi?', 'Şu şu günahları işledin öyle değil mi?' diye mümin kuluna bütün yaptıklarını zikreder. Kul, 'Evet' diyerek hepsini itiraf eder. Allah (c.c), 'Ben senin yaptıklarını dünyada gizlemiştim, bugün de affediyorum' der."
Resûlullah (s.a.v) bu husustaki bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Kim dünyada bir müminin hatasını, kusurunu gizlerse, Allah da kıyamet günü onun kusurlarını (diğer mahlûkattan) gizler."
Böyle bir durum ancak, müminlerin ayıplarını örten, onların kendisine karşı yapmış oldukları kusurlu davranışlara tahammül eden, kötülüklerinden bahsetmeyen, işittikleri vakit hoşlanmayacakları gıybet türü işlerle uğraşmayan müminler içindir. İşte böyleleri böyle bir mükâfata lâyıktır.
Bilfarz Allah (c.c) senin günahlarını başkalarından gizledi. Peki, hesaba davet çağrısını işitmeyecek misin? Günahlarının cezası olarak o anda hissedeceğin korku sana yeter de artar bile. Çünkü çağrı yapıldıktan sonra saçlarından tutulup hesap vermek üzere arz makamına götürüleceksin. O esnada âdeta kalbin yerinden kopacak, azaların ve organların birbirinden ayrılacak ve rengin büsbütün değişecektir. Korkunun ve o anki dehşetin şiddetinden bütün âlem sana kapkaranlık gelecektir.
Bu ruh hali içerisinde, bütün mahlûkat gözlerini sana dikmiş bir vaziyette, kimi zaman insanların üzerlerinden kimi de safları yararak, çekilerek götürülen bir at misali hesaba götürüldüğünüdüşün.
Sonra yine bu ruh hali içinde kendinin görevli melekler tarafından, hesap vermek üzere rahmanın arşına götürüldüğü ve oraya varınca seni Allah'ın huzuruna bıraktıklarını ve ardından Allah'ın (c.c) sana kelâm-ı şerifiyle, "Ey âdemoğlu, yaklaş!" dediğini düşün. İşte o zaman çarpıntılı ve mahzun bir kalp; zelil ve hakir bir göz; buruk bir yürekle rabbine doğru yaklaşırsın. Sonra büyük küçük yapmış olduğun her şeyin yazıldığı amel defterin eline verilir. Yaptığın, fakat unuttuğun nice kötülüğü o zaman hatırlayacak, gaflet içinde yaptığın ibadetlerini göreceksin.
Oradaki ürkekliğini ve utancını bir düşün! Acziyetini hatırla! Âh, hangi ayakla onun huzurunda durabileceğimi, hangi dille cevap vereceğimi ve hangi akılla düşüneceğimi bir bilebilseydim keşke!
Sonra Allah Teâlâ'nın yapmış olduğun günahlarını teker teker sana sayarken nasıl utanacağını ve rezil rüsva olacağını düşün. Zira Allah (c.c) sana şöyle seslenecektir:
"Ey kulum! Yarattıklarımdan utanarak onların önünde güzel işlerde bulundun da benim gözümün önünde çirkin fiiller yaparken hiç utanmadın mı? Senin için kullarımdan daha mı düşüktüm ki benim nazarımı hafife aldın ve onların nazarını büyük gördün? Sana nimetlerimi bahşetmedim mi? O halde seni bana karşı aldatan neydi? Benim seni görmediğimi mi zannediyordun? Yoksa huzuruma çıkmayacağını mı?"
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Âlemlerin rabbi, her birinizi arada bir perde ve tercüman olmaksızın sorguya çekecektir."
Bir diğer hadislerinde şöyle buyurmuştur:
"Her biriniz arada bir perde olmaksızın aziz ve celil olan Allah'ın huzurunda duracaksınız. Sonra Allah (c.c), 'Sana nimet vermedim mi? Sana mal mülk bahşetmedim mi?' buyuracak, o da, 'Evet, verdin' diyecektir. Allah (c.c) yine, 'Sana peygamber göndermedim mi?' diye soracak, o yine, 'Evet' diyecektir. Sonra kul sağına ve soluna bakınacak, ancak ateşten başka bir şey göremeyecektir.
O halde sizden kim olursa olsun yarım hurma ile (onu sadaka vererek) ya da güzel bir söz söyleyerek kendini cehennemden korusun."
İbn Mesud (r.a) der ki:
"Sizden kim olursa olsun, dolunay gecesi (dışarı çıkıp) ay ile baş başa kaldığı gibi (yarın kıyamet günü de) rabbi ile baş başa kalacaktır. Sonra Allah (c.c) ona, "Ey âdemoğlu! Seni bana itaatten alıkoyan neydi? Ey âdemoğlu! Bildiklerinle amel ettin mi? Ey âdemoğlu! Beni ve gönderdiğim dini tebliğ etmek üzere sana gönderdiğim peygamberlere ne cevap verdin? Ey âdemoğlu! Senin gözlerinin baktığı şeylerden haberdar değil miydim? Halbuki sen, sana helâl olmayan şeylere bakıyordun! Kulaklarının işittiklerinden haberdar değil miydim?" der. Böylece Allah onun âzalarının bütün kusurlarını sayar.
Mücâhid (rah) der ki: "Kul şu dört şeyden hesaba çekilmedikçe rabbinin huzurundan ayrılamaz:,
1. Ömrünü nerede tükettiği,
2. İlmiyle amel edip etmediği (ettiyse nasıl amel ettiği),
3. Bedenini nerelerde eskittiği,
4. Malını nereden kazanıp nereye harcadığı.
Ey zavallı kimse! O gün ne büyük bir tehlike ve mahcubiyet içinde olacağını bir düşün! Zira o gün sen ya Allah Teâlâ'nın,
"Dünyadayken kulumun günahlarını örttüğüm gibi bugün de bağışlıyorum" demesiyle karşılaşacak, bununla sevinecek ve gelmiş geçmiş bütün insanlar bu durum ile sana gıpta edecek ya da Allah Teâlâ'nın,
"Bu günahkâr kulu alın kelepçeleyin ve cehenneme atın" demesiyle karşılaşacaksın. Bu ikinci durum için, yer gök bütün mahlûkat senin için ağlasa değer.
O vakit başına gelen musibet, çektiğin hasret ve yanına kalmayacak olan o âdi dünyayı âhirete tercih etmenden dolayı duyacağın pişmanlık pek büyük olacaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Amel terazisi

Amel terazisi

Sonra, âhirette amel terazisini, amel defterlerinin sağa sola uçuşmaları anındaki dehşeti de unutma. İnsanlar sorgu ve sualin ardından üç gruba ayrılırlar:
Birinci grup: Bunlar hiç iyilikleri olmayanlardır. Cehennemden siyah boyun çıkarak onları kuşun taneleri toplaması gibi toplar, sonra onları iyice sarar ve cehenneme atar. Cehennem de onları yutuverir. Arkalarından şöyle bir ses gelir: "Bundan sonra asla mutluluk göremeyeceksiniz, haydi ebedî şekavete!"
İkinci grup: Bunlar hiç günahı olmayanlardır. Bir münadi, "Her halükârda Allah'a hamdedenler kalksınlar" der. Bu grupta olanlar kalkarlar, vakarlı ancak hızlı bir şekilde cennete^ giderler. Sonra bu gruptakilere yapılan muamelenin aynı, gece kalkıp Allah'a ibadet edenlere ve dünya ticareti kendilerini Allah'ı zikretmekten alıkoymayanlara da uygulanır. Onlara da bir münadi, "Bundan sonra asla haksızlık ve zulüm görmeyeceksiniz, haydi ebedî saadete!" der.
Üçüncü grup: Bu grup çoğunluğu oluşturur. Bunlar, iyi amel de yapmışlar, kötü işlerde de bulunmuşlardır. Durumlarının ne olacağını bilemezler. Allah Teâlâ için onların durumu kapalı değildir. O iyiliklerinin mi yoksa kötülüklerinin mi daha çok olduğunu bilir. Fakat azabındaki adaleti ve affındaki fazileti kullarına bildirmek için bu gruptaki kullarına amellerini bildirir.
Sonra içinde sevapların ve günahların kayıtlı bulunduğu amel defterleri uçuşur. Terazi kurulur. Gözler, defterlerinin sağdan mı yoksa soldan mı verilecek diye bakakalır. Sonra gözler teraziye çevrilip acaba hangi tarafa ağır basacağına bakar.
Hakikaten bu durum mahlûkatın akıllarını başlarından alan korkunç ve dehşetli kıyamet sahnelerinden biridir.
Hasan-ı Basrî'nin rivayet ettiği bir hadis-i şerif şöyledir: Resûlullah (s.a.v) başını Hz. Âişe'nin (r.anh) kucağına koymuş, hafif bir uykuya dalmıştı. O esnada Hz. Âişe (r.anh) âhireti hatırlayıp ağlamaya başladı. Gözünden akan bir damla yaş Resûl-i Ekrem'in (s.a.v) yanağına düştü. Hz. Peygamber (s.a.v) uyandı. "Ey Âişe, seni ağlatan şey nedir?"diye sordu. Hz. Âişe (r.anh), "Âhireti hatırladım da ondan" dedi ve, "(Ey Allah'ın Resulü, kıyamet günü siz ailenizi hatırlar mısınız?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şöyle cevap verdi:
"Nefsimi kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, üç durumda kişi yalnız kendi nefsini düşünür:
1. (Kıyamet günü) Teraziler kurulup, ameller tartılırken âdemoğlunun amellerinin ağır mı yoksa hafif mi geldiğini görmesine kadar.
2. Amel defterleri dağıtılırken kulun defterinin kendisine hangi taraftan alacağını görene kadar.
3. Sırat köprüsünü geçerken."
Hz. Enes'in (r.a) şöyle dediği rivayet edilir: "Kıyamet günü âdemoğlu amel terazisinin önüne getirilir ve onunla ilgilenecek bir melek görevlendirilir. Eğer iyiliklerinin bulunduğu kefe ağır gelirse bu melek bütün mahlûkatın duyacağı bir sesle,
'Falan kişi, bundan sonra ebediyen azap görmeyeceği bir saadete erdi' der. Şayet günah kefesi ağır gelirse, yine bütün mahlûkatın duyacağı bir sesle,'Bundan sonra ebediyen mutluluğu tadamayacağı bir azaba düştü' der. Sevap kefesi hafif geldiği zaman, ellerinde demir tokmaklar ve üzerlerinde de ateşten elbiseler bulunan zebaniler, nasibi ateş olan bu kişiyi alarak cehenneme götürürler."
Resûlullah (s.a.v) kıyamet günü hakkında şöyle buyurmuştur:
"Kıyamet öyle bir gündür ki, o gün Allah (c.c) Hz. Âdem'e, 'Ey Âdem! Kalk ve cehennemlikleri cehenneme götür' der. Âdem (a. s), 'Cehenneme gidecek olanlar kaç kişidir?' diye sorunca Allah (c.c), 'Her bin kişiden dokuz yüz doksan dokuzudur' buyurur."
Sahabeler bunları işitince gülmez oldular. Resûlullah (s.a.v) sahabelerin bu durumunu farkedince şöyle buyurdu: "Müjdeler olsun size! Amel edin! Muhammed'in nefsini kudret elinde bulunduran Allah 'a yemin olsun ki, sizinle beraber iki mahlûk daha vardır ki (Allah iki mahlûk daha yaratmıştır ki) onlar hangi topluluğa girseler yine en kalabalık kısmını oluştururlar. Öyle ki bunların sayısı İblîs'in ve âdemoğlunun helak olan nesillerinin sayılarından bile fazladır." Sahabeler,
"Ey Allah'ın Resulü, kimdir bu iki mahlûk?" diye sordular. Resûlullah (s.a.v), "Ye'cûc ve Me'cûc'dür"dedi. Bu haberi alan sahabeler sevindiler. Ardından Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurdu:
"Müjdeler olsun size! Amel edin! Muhammed'in nefsini kudret elinde bulunduran Allah'a yemin olsun ki, kıyamet günü sizler, sayı olarak insanlar içinde ancak devenin yarı kısmında bulunan ben ya da hayvanın ayaklarındaki alaca gibi azınlığı teşkil edersiniz
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kullar arasındaki davaların görülmesi

Kullar arasındaki davaların görülmesi

Geçen bölümde, amel terazisinin ne kadar korkutucu ve dehşetli olduğunu ve amellerin tartılması esnasında gözlerin dikkat içinde nasıl terazinin kefelerine baktığını öğrendin. Allah (c.c) bu hususta şöyle buyurmuştur:
"O gün kimin tartılan ameli ağır gelirse işte o, hoşnut olacağı bir yaşayış içinde olur. Ameli hafif olana gelince, işte onun varacağı yeri hâviyedir. O (hâviye) nedir bilir misin? Kızgın bir ateştir."
Şunu bil ki, kıyamet günü terazinin (mizanın) tehlikesinden ancak dünyadayken nefsini hesaba çeken ve dinin terazisiyle sözlerini, fiillerini, zamanını ve düşüncelerini tartanlar ve ona göre amel edenler kurtulabilir. Bu konuda Hz. Ömer (r.a) şöyle demiştir:
"Hesaba çekilmeden evvel nefislerinizi siz hesaba çekin, (amelleriniz) tartılmadan evvel onları siz tartın."
Kişinin nefsini hesaba çekmesi, ölmeden evvel yapmış olduğu bütün günahlarına nasuh tövbesiyle (bir daha işlememek üzere) tövbe etmesi, farz ibadetlerinden yapmadıklarını telâfi etmesi, üzerinde hakkı bulunanların hakkını teker teker ödemesi, gerek eliyle gerekse diliyle zarar verdiği, haklarında kötü zanda bulunduğu insanlardan helâllik dilemesi ve onların gönüllerini almasıyla mümkündür. Öyle ki, öldüğü vakit hiçbir kimsenin onun üstünde hakkı kalmasın ve Allah'a olan borçlarını ödemiş olsun. İşte bu zikredilenleri yapan kimse hesapsız, sualsiz cennete girmeye lâyık biridir.

ÜZERİNDE KUL HAKKI OLDUĞU HALDE ÖLEN KİŞİNİN DURUMU

Eğer kişi, kul haklarını ödemeden ölürse, yarın kıyamet günü haklarına iliştiği kimseler onun etrafını sararlar. Kimi elinden tutar ve, "Sen bana zulmetmiştin" der. Kimi saçından yakalar ve, "Sen bana sövmüştün" der. Kimi yakasına yapışarak, "Benimle alay etmiştin" der. Kimileri, "Gıybetimi yapıp hakkımda kötü şeyler söylemiştin. Bana komşu olmuştun, ancak komşuluğunla bana eziyet vermiştin." "Birlikte çalışmıştık, fakat sonra beni aldattın. Benimle alışveriş yapmış, ancak ona hile karıştırarak beni aldatmıştın. Zengindin ve benim fakir biri olduğumu bilmene rağmen bir lokma olsun yardımda bulunmadın. Ben mazlum biriydim ve sen de benim uğramış olduğum haksızlığı engelleyecek güce sahiptin, ancak bunu yapmadın!" diye teker teker alacaklarını sayarlar.
İşte alacaklılar her yandan etrafını kuşatmış ve her biri elini yakana yapıştırmış olduğunda sen onların çokluğundan hayretler içinde kalırsın. Öyle ki ömrün boyunca kendisiyle bir dirhemlik alışverişte bulunduğun ya da bir mecliste kısa bir zaman için de olsa beraber bulunduğun kişiye varıncaya kadar, haklarını yediğin, gıybetini yaptığın,
hıyanette bulunduğun ve hatta küçümseyici gözle baktığın herkes hakkını almak üzere etrafını kuşatır.
Onlara karşı artık direnme gücünün kalmayıp da belki seni kurtarır beklentisiyle umudunu yüce rabbine bağladığında, kulağına şu âyetlerin sesi gelir:
"Bugün herkese kazandığının karşılığı verilir. Bugün haksızlık yoktur."
İşte o zaman dehşetten kalbin yerinden fırlar, helak olacağını anlar ve Allah'ın (c.c) peygamberi vasıtasıyla yaptığı şu ikazı hatırlarsın:
"(Resulüm!) Sakın, Allah'ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Ancak, Allah onları (cezalandırmayı), korkudan gözlerin dışarı fırlayacağı bir güne erteliyor. Zihinleri bomboş olarak kendilerine bile dönüp bakamaz durumda, gözleri göğe dikilmiş bir vaziyette koşarlar. (Resulüm) İnsanları uyar..."
Bugün dünyada insanların namuslarına ilişecek şeyleri konuşmak ve mallarını haksız yere yemek ne kadar hoşuna gidiyor öyle değil mi? Fakat yarın kıyamet günü ilâhî adaletin huzuruna çıkarıldığında hasret ve pişmanlığın ne büyük olur. İşte o zaman her şeyi tükenmiş, fakir, âciz ve zelil bir halde ilâhî huzurda hakkında verilecek hükmü beklersin. Ne bir hakkı iade etmeye gücün yeter ne de bir özür beyan etmeye.
İşte bu an, ömrün boyunca belki nice zorluklara katlanarak yapmış olduğun iyiliklerin, hasımlarının haklarını ödemek için onların amel kefesine konulur.
Ebû Hüreyre'nin rivayet ettiği bir hadiste Resûl-i Ekrem (s.a.v), ashabına hitaben, "Müflis kimdir, bilir misiniz?" diye sordu, ashab da, "Ey Allah'ın Resulü, bize göre müflis,elinde bulanan gümüşü, altını ve dünyalık eşyasını kaybeden kimsedir" diye cevap verince Resûlullah (s.a.v) müflisin kim olduğunu şöyle tanıtmıştır:
"Ümmetimin müflisi o kimsedir ki, kıyamet günü kıldığı namazları, tuttuğu oruçları ve verdiği zekâtlarıyla birlikte gelir. Bununla birlikte ona buna sövdüğü, iftira attığı, malını yediği, kanını akıttığı, dövdüğü kimseler de gelir, bu iyiliklerinden hak sahiplerine dağıtılır. Şayet hak sahiplerine hakları ödenmeden adamın sevapları tükenirse o kimselerin günahları adamın üzerine yüklenir. Böylelikle (hiçbir iyiliği kalmadığı gibi öbür yanda bir sürü günahı biriken bu adam) cehenneme atılır. İşte asıl müflis budur."
Böyle bir günde başına gelebilecek o felâketi düşün! Zaten elinde avucunda riyadan ve şeytanın tuzaklarından arınmış saf bir amel kalmayacaktır. Şayet, o uzun kıyamet müddetince elinde bir tanesi kalsa bile (âhirete kul hakkıyla gittiysen) onlar bunu elinden alacaktır.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Boynuzsuz hayvanın boynuzludan hakkını alması

Boynuzsuz hayvanın boynuzludan hakkını alması

Geceleri namaz kılıp gündüzleri de oruç tutmana rağmen nefsini şöyle bir hesaba çeksen, anlarsın ki bütün iyiliklerinle dahi telâfi edemeyeceğin kadar gıybet etmişsin! Bundan ayrı olarak yenilen haramlar, ne olduğu belli olmayan şüpheli şeyler ve Allah'a itaat hususunda yapılan birçok hata da eklenirse, böyle bir durumda boynuzsuz hayvanın dahi boynuzludan hakkını isteyeceği bir günde kurtulmak nasıl ümit edilebilir!
Bu hususta Ebû Zerr-i Gıfârî (r.a) şöyle anlatır:
"Resûlullah (s.a.v) iki koyunun tokuştuklarını gördü ve, 'Ey Ebû Zer! Bunların neden tokuştuklarını biliyor musun?' dedi. 'Hayır' dedim. Resûlullah (s.a.v), 'Fakat Allah biliyor ve yarın kıyamet günü aralarında hakkıyla hüküm verecek' buyurdu."
Ebû Hüreyre (r.a),
'Yeryüzünde yürüyen hayvanlar ve (gökyüzünde) iki kanadıyla uçan kuşlardan ne varsa hepsi ancak sizin gibi topluluklardır" âyetinin açıklamasında şöyle demiştir:
"Kıyamet günü bütün mahlûkat, kuşlar, vahşi evcil bütün hayvanlar diriltilip hesap yerine getirilir. Sonra aralarında ilâhî takdir gereği adalet uygulanır ve boynuzsuz hayvan boynuzludan hakkını alır. Ardından Allah (c.c) hepsine, Toprak olun!' emrini verir, onlar da toprak oluverir, işte bu an, kâfirlerin, 'Keşke biz de toprak olsaydık' diye temennide bulunacakları andır."
Ey miskin! Dünyada uzun yıllar zorluklar çekerek kazandığın sevaplarını defterin açıldığında göremediğin zaman halin nice olur? Amel defterinde iyiliklerinin yazılı olmadığını görüp de, "Hani benim iyiliklerim?" dediğin zaman, "Onlar hak sahiplerine verildi" denildiğinde durumun nice olur?
Yine dünyada uzun yıllar işlememek için büyük çaba ve sabırlar gösterdiğin günahlarını, o gün amel defterini doldurmuş olarak gördüğünde, "Ey rabbim! Bunlar benim işlemediğim günahlardır" diyerek itiraz ettiğinde, sana cevap olarak, "Bunlar, gıybetini ettiğin, sövdüğün, haklarında kötü zanda bulunduğun, alışveriş yaparken, komşulukta bulunurken, bir hususta çekişirken zulmettiğin, haklarını yediğin kimselerin günahıdır" dediğinde durumun ne olur?
ibn Mesud (r.a) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v) buyurdu ki:
"Şeytan artık Arap topraklarında puta tapılmasından ümidini kesmiştir. Fakat bundan sonra sizlerden meydana gelecek küçük, ama helak edici şeyleri yapmanızdan hoşnut olacaktır. Öyleyse var gücünüzle zulümden sakının. Zira kul, kendisini kurtaracağı umuduyla, dağlar misali sevaplarıyla (Allah'ın huzuruna) gelir, o sırada bir başka kul
çıkıverirve,
'Ey rabbim, falanca kul bana zulmetti, hakkımı yedi'
der. Bunun üzerine Allah (c.c) alacaklıya,
'Onun iyiliklerinden ve sevaplarından sil (kendi kefene koy)' der. Bu adam da hiçbir hakkını bırakmayıncaya kadar onun sevaplarından alır^
Bu adamın durumu şuna benzer: Sefere çıkan bir grup konaklamak üzere bir yerde konaklar. Yanlarında odun taşımadıklarından her biri (ısınmak ve yemeklerini pişirmek gibi ihtiyaçlarını karşılamak için) etrafa dağılır ve odun toplarlar. Fakat ateşlerini büyültemeden ve maksatlarına ulaşamadan kalkıp giderler. İşte günahlar da böyledir (insan, kul hakkını ödememesi ve günahlarının çokluğu sebebiyle, sevaplarının karşılığını göremeden ateşe gider).
Zübeyr b. Avvâm (r.a), "Muhakkak sen de öleceksin, onlar da ölecekler. Sonra şüphesiz siz de kıyamet günü, rabbinizin huzurunda davalaşacaksınız" âyeti nazil olunca Resûlullah'a (s.a.v):
"Yâ Resûlallah! Dünyada kendi kendimize (veya aramızda) işlemiş olduğumuz günahlar ve husumetler yarın kıyamet günü tekrar karşımıza çıkacak mı? (onlardan sorulacak mıyız)" diye sordu. Resûlullah (s.a.v),
"Evet, her hak sahibine hakkı ödenene kadar karşınıza çıkacaktır" buyurdu. Resûlullah'tan (s.a.v) bu cevabı alan Zübeyr, "Vallahi işimiz pek zor!" dedi.
Haksızlık yolunda atılan bir adıma dahi müsamaha gösterilmediği, birtokatın, bir kelimenin dahi hesabının yapıldığı, mazlumun zalimden intikamını aldığı o gün ne çetin bir gündür!
Abdullah b. Üneys (r.a)253 anlatıyor: Resûlullah'tan (s.a.v) işittim, şöyle buyurdu:
"Kıyamet günü, Allah (c.c) kullarını çıplak, toz toprak içinde ve bühm halinde hasreder"Biz, "Ey Allah'ın Resulü! Bühm nedir?" diye sorduk. Resûlullah (s.a.v),
"Yanında hiçbir şeyi olmayan demektir" dedi ve ekledi:
"Sonra Allah (c.c) mahşer halkına, uzaktakinin de yakındakinin de aynı şekilde işitebileceği bir şekilde şöyle seslenir:
Ben melik (her şeyin sahibi) ve deyyân (sizi hesaba çekecek olan) rabbinizim. Atılmış bir tokat olsa bile, cennetliklerden birinde eğer cehennemlik birinin alacağı bir hak varsa, bunu almadan o kimse cennete giremez. Yine, cehennemliklerden birinde cennetlik birinin alacağı bir hak varsa onu almadan cehenneme giremez."
Biz, "Yâ Resûlallah! Allah'ın (c.c) huzuruna çıplak, toz toprak içinde ve yanımızda bir şey olmadan nasıl varacağız?" diye sorduk. Resûlullah (s.a.v),
"İyiliklerinizle ve kötülüklerinizle"buyurdu.
Ey Allah'ın kulları! O halde Allah'tan korkun ve O'na sığının!
Kullara yapılan zulüm ve haklarına tecavüz etmek, mallarını izinsiz almak, namuslarına el uzatmak, canlarını sıkmak, âdâb-ı muaşerete riayet etmemek ve buna benzer birçok şekilde olabilir.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Kul hakkından kurtulmak mümkün mü?

Kul hakkından kurtulmak mümkün mü?

Allah (c.c) ile kul arasında işlenen (insanın kendi nefsinde işlediği) hataların ve günahların bağışlanması, kul hakkına nazaran daha kolaydır. Üzerinde birçok kul hakkı birikmiş ve hak sahipleriyle de helâlleşmesi mümkün olmayan kimselere gelince; o günahları için tam bir tövbe etmeli, kısas günü için bol bol iyilik yapmalı, Allah için yaptığı iyilikleri mümkün olduğunca gizli tutmalıdır. Öyle ki, onları Allah'tan başka kimse bilmemeli. Amellerinde kemal-i ihlâs içinde bulunmalı. Belki bu yaptıklarıyla Allah'ın lutfuna mazhar olur ve yüce Allah'ın mümin kullarından sevdiklerine ikram edeceği kul hakkından kurtarma nimetini ona da bahşeder. Bu hususta Hz, Enes'ten (r.a) şöyle bir hadis nakledilmiştir:
Enes (r.a) anlatıyor:
Bir ara Resûlullah (s.a.v) ile birlikte otururken güldüğünü gördük; öyle ki azı dişleri gözükmüştü. Hz. Ömer, Resûlullah Efendimiz'in (s.a.v) güldüğünü görünce, "Anam babam size feda olsun ey Allah'ın Resulü, sizi güldüren şey nedir?" diye sordu. Resûlullah (s.a.v) şöyle anlattı:
"Ümmetimden iki adam aziz ve celil olan Allah'ın huzuruna durdu. Onlardan biri, Ey rabbim, şu (din) kardeşimden hakkımı al' dedi. Allah Teâlâ diğerine, 'Kardeşine hakkını ver' buyurdu. Adam, 'Ey rabbim, hiçbir iyiliğim kalmadı' diye karşılık verdi. Allah (c.c) hakkını isteyene, 'Kardeşine ne yapacaksın, hiçbir iyiliği de kalmamış' buyurdu. Hak sahibi, 'Ey rabbim, o zaman benim günahlarımdan ona yükle'dedi."
Hz. Enes (r.a) diyor ki: "Resûlullah (s.a.v) hadisenin bu kısmını anlatırken göz yaşlarını tutamadı ve ağladı, ardından şöyle buyurdu:
"O gün gerçekten pek çetin ve zor bir gündür. O gün insanlar (korkularından ve çaresizliklerinden) günahlarının alınıp başkalarına yüklenmesini isterler. (Resûlullah kıssanın kalanına devam ederek) Allah (c.c) hak sahibine, 'Başını kaldır ve şu cennetlere bir bak' dedi. Hak sahibi başını kaldırıp baktığında,
'Ey rabbim, gümüşten yapılmış yüksekçe saraylar ve incilerle bezenmiş altından köşkler görüyorum. Bu kimin; bir peygamberin mi, bir sıddîkın mı yoksa bir şehidin mi?' diye sordu. Allah (c.c), 'Hayır, onlar ücretini ödeyen kimselerindir. ' Ey rabbim onları satın almaya kimin gücü yetebilir ki?' 'Sen buna sahip olabilirsin (yani onları satın almaya gücün yeter).' Adam, 'Nasıl sahip olabilirim?' 'Din kardeşini affetmenle.' Adam,Ey rabbim, ben kardeşimi affettim' deyince Allah (c.c), 'O zaman kardeşinin elinden tut ve cennete girin' buyurdu."
Resûlullah (s.a.v) bunları anlattıktan sonra şöyle buyurdu:"Allah'tan korkun ve dünyada aralarınızı düzeltin, yoksa Allah (c.c) (kıyamet günü) müminlerin arasını bulacaktır."
Resûlullah'ın (s.a.v) bu hadisi, bu dereceye ve mükâfata ulaşabilmek için Allah'ın ahlakıyla ahlâklanılması gerektiğini tembih etmektedir. Bu ahlâk, insanların aralarını bulmak başta olmak üzere diğer güzel ahlâk çeşitleridir.
Şimdi, amel sayfalarında kul hakkının bulunmadığını, varsa da Allah Teâlâ'nın onları lutfuyla sildiğini ve ebedî saadete kesin ereceğini bir düşün.
Allah'ın (c.c) sana rıza hırkasını giydirdiği, bir daha asla azap görmeyeceğin bir saadete erdirdiği, fâniliği söz konusu olmayan nimetlere kavuşturduğu zaman sevincin nasıl olur, bir düşün. İşte o zaman kalbin sevinçten uçar, yüzün bembeyaz nur gibi olur ve sevinçten ayın on dördü gibi parlarsın.
Günahlardan arınmış, başın dimdik, cennet kokularını etrafa saçarak, yüzündeki sevinç aydınlığı ile etrafını ısıtarak, salına salına mahlûkatın arasında yürüdüğünü bir düşün.
Gelmiş geçmiş bütün mahlûkatın senin haline, güzelliğine ve cemaline gıpta ile baktıklarını, meleklerin önünde ve arkanda yürüdüklerini ve seni gören herkese, "İşte bu, Allah'ın kendisinden razı olduğu, onun da Allah'tan razı olduğu kimsedir. Bundan sonra bir daha asla azap ve azarlama görmeyeceği bir saadete ermiştir" diye seslendiklerini hayalinde canlandır.
Böyle bir makam mı yoksa dünyada riya, yağcılık, yapmacık tavırlar ve gösteriş gibi şeylerle ulaştığın makam-mevki mi daha yücedir?
Eğer bu derecenin dünyevî mevkilerden hayırlı olduğunu ve hatta onunla kıyas dahi edilemeyeceğini anladıysan ve bu yüksek dereceye kavuşmak istiyorsan, Allah'a olan ibadet ve taatlerine saf bir ihlâs ve samimi niyetiyle devam et. Unutma ki bu dereceye ancak böyle ulaşabilirsin!
Allah hepimizi kötü duruma düşmekten korusun. Şayet âhirette durum hiç beklenmedik bir şekilde olursa, yani senin küçük zannettiğin günahların amel defterinde karşına büyük günahlar olarak çıkarsa, o zaman Allah (c.c) sana gazaplanarak, "Ey kötü kul! Lanetim üzerine olsun; yaptığın ibadetleri de kabul etmiyorum" diyecektir. Bu sesi işitir işitmez yüzün simsiyah olur. Allah Teâlâ'nın kızması üzerine melekler de kızarak, "Bizim ve hatta bütün mahlûkatın laneti üzerine olsun" derler.
O sırada zebaniler yanına gelirler. Allah Teâlâ'nın öfkelenmesiyle onlar da öfkelenirler. Sert kalpli tutumları, ürkütücü görünüşleri ve çirkin sûretleriyle onun üzerine doğru gelirler. Sonra saçlarından tutarak seni yüzüstü mahlûkatın önüne doğru sürerler. Herkes kararmış olan yüzünü ve ortaya çıkan rezilliklerini seyreder. O zaman, "Vay halime! Keşke helak olsam" dersin. O sırada zebaniler sana, "Bugün (yalnız) bir defa yok olmayı istemeyin; aksine birçok defa yok olmayı isteyin" derler.
Sonra melekler etrafa, "Bu falan oğlu falandır. Allah onun kusurlarını ve rezilliklerin ortaya döktü ve çirkin fiillerinden ötürü ona lanet etti. Bundan sonra onun için asla saadet göremeyeceği bir azap vardır" diye seslenirler.
Böyle bir hadise ile karşılaşılmasının sebebi çoğu kere, insanlardan gizleyerek işlediğin veya onların kalplerinde yer edinmek için yaptığın veyahut da onların yanında utanacak bir duruma düşmemek uğruna işlediğin günahlardır.

Ne kadar da cahilsin! Pek yakın bir zamanda ölüp gidecek bir avuç insanın gözünden düşmemek için gizli saklı günah işledin, fakat Allah'ın huzurunda o büyük mahşer kalabalığının önünde rezil olmaktan hiç korkmadın. Bununla birlikte Allah'ın gazabına ve elim olan azabına duçar olacağını, sonrasında zebanilerin ellerinde cehenneme atılacağını hiç düşünmedin.
Karşılaşacağın hallerin budur. Bunlarla birlikte henüz farkında olmadığın bir büyük tehlike daha var ki o, sırat köprüsüdür. Şimdi onu anlatacağız.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Sırat köprüsü

Sırat köprüsü

Bütün bu tehlikeleri düşündükten sonra Allah Teâlâ'nın şu âyeti üzerinde tefekkür et:
'Takva sahiplerini gruplar halinde çok merhametli olan Allah'ın huzurunda toplarız. Günahkârları da susuz olarak cehenneme süreriz.
"(Allah meleklerine emreder Onlara cehennemin yolunu gösterin, onları tutuklaym, çünkü onlar sorguya çekilecekleri"
Bütün mahlûkat mahşer meydanında yaşadığı bunca felâketin ve korkutucu manzaraların ardından sırat köprüsüne götürülür. Sırat, cehennem üzerine uzatılmış, kılıçtan keskin ve kıldan ince bir köprüdür.
Bu dünyada istikamet üzere olup Allah'ın kendilerine gösterdiği doğru yoldan ayrılmayanlar, sırat köprüsünden kolayca geçerek bu tehlikeden kurtulurlar. Fakat istikametten sapıp sırtlarında ağır günah yüküyle gelenler daha ilk adımlarını atar atmaz ayakları kayar ve cehenneme düşerler.
Sen şimdi, sıratı ve onun ne kadar ince olduğunu gördüğünde kalbinde hissedeceğin o korkuyu, altındaki cehennemin simsiyah ateşini ve o ateşin çıkardığı uğultuları
Dermanın tükenmiş olmasına rağmen oradan geçmen gerektiğini, kalbinin yerinden çıkarcasına çarptığını, yeryüzünde yürümeyi değil, sırtındaki o ağır günah yüküyle sırattan geçmeye çalıştığını, korkudan dizlerinin birbirine çarptığını hayalinde canlandır!
Peki, o köprüye daha ilk adımını atar atmaz keskinliğini hissettiğin, buna rağmen ikinci adımını da atmak zorunda olduğunu bildiğin ve önünde tir tir titreyen insanların dengelerini kaybederek teker teker cehenneme düştüklerini, zebanilerin ellerindeki mahmuz ve çengellerle onları başları üstüne ateşe doğru hızla çektiklerini gördüğünde halin nice olur? Bu ne korkunç bir manzara! Ne zor bir yokuş! Ne dar bir yol!
Bu arada bir de kendi haline bak! Sürüne sürüne köprüden geçmeye ve arada bir kalkmaya çalıştığını, ancak günahlarının ağırlığından ötürü sağa sola yalpaladığını ve insanlara çarptığını, köprüden geçmek isteyen çoğu kişinin kayarak cehenneme yuvarlandığını ve bu esnada da Resûlullah'ın (s.a.v), "Ey rabbim! Ümmetimi kurtar, ümmetimi kurtar!" diye dua ettiğini gözünün önüne getir.
Düşün, sırat köprüsünden ayakları kayarak düşenlerin çokluğundan ötürü cehennemin derinliklerinden kulağına kadar gelen çığlık ve feryatları işittiğinde halin nasıl olur? Ya senin de ayağın kayşa! Artık ne kadar pişman ve perişanlık duysan da bu sana fayda vermeyecek ve, "İşte korktuğum başıma geldi. Keşke dünyaya geri döndürülsem (de sâlih ameller işlesem). Keşke Peygamber'in (s.a.v) yolunu tutsaydım. Keşke falanca kişiyle hiç dostluk kurmasaydım. Keşke toprak olaydım. Keşke kimsenin beni bulamayacağı, hatırlamayacağı bir şekilde yok olup gitseydim. Keşke anam beni hiç doğurmasaydı!" diye feryadü figan koparacaksın.
İşte sen böyle ahlanıp vahlanırken -Allah hepimizi korusun- cehennem ateşi birden seni pençesine alıverir. Sonra bir münadi, "Alçaldıkça alçalırı orada. Benimle konuşacak bir şeyiniz yok artık" der.
Mahlûkat bu sesi işittikten sonra artık ne bağırabilir ne inleyebilir ne nefes alır ne de yardım dileyebilir.
Tüm bu tehlikeler önünde iken acaba aklının nerelerde olduğunu biliyor musun? Şayet bu anlatılanlara bir türlü inanamıyorsan, gerçekten kâfirlerle birlikte cehennemin tabakalarında kalacağın müddet pek uzundur! Eğer bunlara inanıyor, fakat hâlâ gafil davranıyor ve oraya hazırlanmada gevşeklik gösteriyorsan hakikaten büyük bir zarar ve ziyan içindesin demektir.
Eğer imanın seni, Allah rızâsı uğrunda O'na itaat etmeye ve yasaklarından sakındırmaya sevketmiyorsa bunun sana ne faydası olur ki?
Şayet önünde sırat köprüsünün felâketleri ve oradan geçerken kalbinin yerinden fırlarcasına çarpmasının dışında başka hiçbir korku olmasa ve oradan sağ salim geçsen bile o anda hissedeceğin korku ve dehşet sana yeter de artar bile!
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Sırat köprüsündeki tehlikeler

Sırat köprüsündeki tehlikeler

Resûlullah (s.a.v) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyurmuştur:
"Sırat köprüsü cehennemin bir başından öbür başına kurulur ve peygamberlerden ümmeti ile ilk geçen ben olurum. O gün peygamberlerden başkası konuşmaz. Peygamberlerin duası şöyledir: Allahım, ümmetime selâmet ver, onları sağ salim buradan geçir."
Cehennemde sedan dikenini andıran demirden çengeller ve mahmuzlar vardır."
Bundan sonra Resûlullah (s.a.v) ashabına yönelerek, "Siz hiç Sedan dikeni gördünüz mü?" diye sordu. Ashab, "Evet ey Allah'ın Resulü, gördük" dediler. Resûlullah
(s.a.v),
"İşte cehennemin çengelleri sedan dikenleri gibidir, ancak çok daha büyüktürler. Büyüklüklerini de yalnız Allah (c.c) bilir. Bu çengeller herkesi ameline göre (cehenneme) çekerler. Kimi amelinin azlığından helak olur, kimi de hardal tanesi gibi parça parça olur ve bundan sonra kurtulur (cennete gider)."
Ebû Saîd-i Hudrî (r.a) rivayet ediyor: Resûlullah (s.a.v)
buyurdu ki:
İnsanlar cehennem köprüsünün üzerinden geçerler. O köprünün üzerinde dikenler, çengeller ve demir kancalar vardır. Bunlar sağdan soldan insanları çekip yakalarlar. Köprünün yan taraflarında ise melekler, 'Allahım! Bu insanları buradan kurtar' diye dua ederler.
Kimileri oradan şimşek gibi, kimileri rüzgâr gibi, kimileri hızla koşan bir at gibi, kimileri de koşarak geçer. Bazıları ise normal bir yürüyüşle, bazıları da emekleyerek bazıları ise sürünerek geçer. Cehennemliklere gelince, onlar ne ölür ne de rahat içinde kalır; onların yeri orasıdır. Günahları ve hataları sebebiyle yakalananlara gelince, onlar kömür gibi olana kadar ateşte yakılırlar. Sonra onlar için şefaat izni çıkar (ve cennete giderler)
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
Sırat köprüsünden geçenler

Sırat köprüsünden geçenler

İbn Mesud'un rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Allah Teâlâ öncekileri ve sonrakileri o malûm yerde (mahşerde) ve zamanda (kıyamette) bir araya toplar. Bütün mahlukat kendileri hakkında verilecek hükmü görmek için kırk yıl süreyle gözlerini gökyüzünden ayırmazlar."
Resûlullah (s.a.v) bir hayli uzun olan bu hadisi, müminlerin Allah'a secde etmelerine kadar olan kısmını anlattıktan sonra şöyle devam etmiştir:
"Sonra Allah (c.c) müminlere, 'Başlarınızı kaldırın' der. Müminlerde başlarını kaldırır. Allah (c.c) onların her birine amelleri miktarınca nur verir. Kimine verilen nur büyük bir dağ kadardır; onun önünü aydınlatarak ilerler. Kiminin nuru ondan daha küçüktür. Bazılarına verilen nur ise bir hurma kadardır. Hatta bazılarının nuru ondan bile azdır. Kendisine en son nur verilen kişiye bu nuru, sadece ayak parmağının ucu kadar bir kısmını aydınlatır. Bu ışık da bazan yanar bazan söner. Yandığı zaman yürür, söndüğü zaman olduğu yerde kalakalır."
Resûlullah (s.a.v) bu hadisin devamında, müminlerin nurları nisbetinde sıratı geçtiklerini anlatırken şöyle buyurmuştur:
'Kimileri göz açıp kapayacak kadar bir zamanda, kimileri şimşek gibi, kimileri bulut gibi, kimileri yıldızın kayması gibi, kimileri hızlı koşan bir at gibi, kimileri de koşarak sıratı geçer gider. Nuru sadece ayak parmaklarının ucunu aydınlatan kimse ise sıratı yüzükoyun sürünerek geçmeye çalışır. Öyle ki, bir eliyle kendine çekerken diğerini sürür; bir ayağıyla sürünürken diğerini çeker. Ateş ise onu her taraftan kuşatmış ve dokunmaya başlamıştır. Nihayet o kimse böyle sürüne sürüne köprüyü geçer ve kurtulur. Sonra ayağa kalkar ve, 'Allah'a hamdolsun! O, hiç kimseye bahşetmediği bir nimeti bana verdi, zira o felâketleri görmeme rağmen beni onlardan kurtardı' der. Daha sonra melekler bu adamı cennetin kapısının önünde bulunan bir suya götürüp yıkarlar."
Enes b. Mâlik (r.a), Resûlullah'ın (s.a.v) şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Sırat (köprüsü) keskin bir kılıç ya da ince bir kıl gibidir. Melekler mümin erkek ve kadınları kurtarırlar (kurtarmaya çalışırlar). Cebrail de benim kuşağımdan tutar (öylece sırattan geçerim) ve, 'Ey rabbim, ümmetimi kurtar, ümmetimi kurtar' derim. O gün nicelerinin ayakları kayar (cehenneme düşer)."
İşte bunlar sıratın tehlikeleri ve dehşetleridir. O halde bu hususta uzunca düşün! Çünkü o gün kıyametin dehşetinden ve felâketinden sağ salim kurtulanlar, ancak dünyadayken onu tefekkür edip tedbirini alanlar olacaktır. Zira Allah (c.c) bir kulunun kalbinde iki korkuyu bir arada bulundurmaz. Kıyametin bu tehlikelerinden dünyadayken haberdar olup onlardan korkan, sakınan ve tedbirini alan kimse,
yarın âhiret günü emniyette olur. Korkudan bahsederken kadınlarda olduğu gibi, yufka yürekliliklerinden kaynaklanan ağlamayı, kıyametin dehşetlerini işittiğin vakit mahzûnî tavır takınmanı ve kısa bir müddet sonra unutarak oyun eğlenceye dalmanı kastetmiyorum. Böyle bir korkudan ne çıkar ki!
Bir şeyden korkan ondan kaçar; bir şeyi ümit eden de onu arar. Seni ancak, Allah'a isyan etmekten engel olan ve O'na itaate teşvik eden bir korku kurtarabilir.
Kıyametin felâketlerinden kadınların yufka yürekliliği gibi korkanlardan başka bir de ahmakların korkusu vardır. Çünkü onlar kıyametin felâketlerini işittikleri vakit hemen, "Allahım! Sana sığınırız, senden yardım dileriz. O gün bizleri koru ve kurtar" derler; ancak felâketlerini hazırlayan günahları işlemeye devam ederler. Şeytan ise onların bu gayri samimi sözlerine gülmekle yetinir.
İşte kıyametin dehşet ve felâketleri de bunun gibidir. İnsanı bu tehlikelerden ancak, sadık ve samimi bir kalp ile söylenen "lâ ilahe illallah" kalesi kurtarır.
Sadakatin ve samimiyetin mânası, Allah'tan gayri maksudun ve mabudun olmamasıdır. Kim ki, hevâ ve hevesini ilâh edinmişse o, rabbini tevhidde sadık ve samimi olmaktan çok uzaktır ve tehlikededir.
Eğer bunları yerine getirmekten kendini âciz görüyorsan o zaman Resûlullah'ı (s.a.v) sev, onun sünnetlerini uygulama hususunda hırslı ol, ümmetinin sâlihleriyle beraber bulun ve onların bereketli dualarını almaya bak. Belki bu sayede, amel sermayenin az olmasına rağmen, Peygamberimiz'in ve ümmetinin sâlihlerinin şefaatine nail olur ve kurtulursun.
 

_YUSUF_

Yönetici
Katılım
26 Haz 2008
Mesajlar
4,070
Tepki puanı
1,042
Puanları
113
Yaş
42
şefaat

şefaat

Müminlerden bazılarının (hata ve günahları sebebiyle) cehenneme girmeleri kesinleştiği vakit, Allah Teâlâ onlar hakkında, peygamberlerin, sıddîkların hatta âlimlerin, sâlihlerin ve kendi katında kadri ve kıymeti olan herkesin şefaatini kabul eder. Bu kimseler aileleri, akrabaları, dostları ve tanıdıkları için şefaat yetkisine sahip olacaklardır.
O halde hiç olmazsa kendin için onların şefaatine nail olabilme arzusuyla gayret et. Bunu elde edebilmek için de hiçbir insanı hakir görüp aşağılama! Çünkü Allah (c.c) dostlarını kulları arasında gizlemiştir; dikkat et, belki senin aşağılayıp küçük gördüğün kimse Allah'ın bir velîsi olabilir! Yine, hiçbir günahı küçük görüp küçümseme! Çünkü Allah, gazabını ve öfkesini günahlarda gizlemiştir ve senin hafife aldığın o günah azap görmene neden olabilir.
Hiçbir ibadeti de hafife alma! Çünkü Allah'ın rızâsı ve hoşnutluğu ibadet ve taatlerde gizlidir, belki yüce Allah'ın rızâsı o hafife aldığın ibadette saklıdır! Bu taat, güzel bir çift söz, sadaka olarak verilen bir lokma ekmek veya güzel bir niyet dahi olabilir.
Şefaatin hak olduğuna Kur'ân-ı Kerîm'den ve hadis-i şeriflerden birçok delil göstermek mümkündür. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Pek yakında rabbin sana (şefaat yetkisini) verecek ve sen de bundan hoşnut olacaksın" buyurmuştur.
Abdullah b. Amr (r.a) anlatıyor:
Resûlullah (s.a.v), İbrahim'in (a.s) Kur'ân-ı Kerîm'deki, "Rabbim Onlar (putlar), insanlardan birçoğunun sapmasına sebep oldular. Şimdi kim bana uyarsa o bendendir. Kim de bana karşı gelirse, artık sen gerçekten çok bağışlayan, pek esirgeyensin" ve İsa'nın,
"Eğer kendilerine azap edersen şüphesiz onlar senin kullarındır (dilediğiniyaparsın)" sözlerinin geçtiği âyetleri okuduktan ellerini kaldırdı ve,
"Ümmetim, ümmetim"diye ağladı. Bu sırada Allah (c.c) Cebrail'e, "Ey Cebrail! Muhammed'e git ve onu ağlatan şeyin ne olduğunu sor" buyurdu. Allah Teâlâ her şeyi bilmesiyle beraber Cebrail (a.s) Hz. Peygamber'in (s.a.v) yanına vararak ağlamasının nedenini sordu. Peygamber Efendimiz de ona anlattı. Bunun üzerine Allah (c.c) Cebrail'e, "Muhammed'e git ve ona de ki: Çok değil, yakın bir zaman sonra, seni ümmetin hususunda hoşnut edecek; üzmeyeceğiz" buyurdu.
Resûlullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
"Benden önce hiçbir peygambere (bir arada) verilmeyen beş şey bana verildi:
1. Allah (c.c) bana, bir aylık uzaklıkta dahi bulunan düşmanın kalbine korku salmakla yardımda bulundu.
2. Benden önce hiçbir ümmete ganimet alması helâl kılınmamışken bana helâl kılındı.
3. Bana ve ümmetime bütün yeryüzü mescid, toprağı da temiz (ve temizleyici) kılındı. O halde ümmetimden kim bir yerde namaz vaktine yetişirse orada namazını kılsın.
4. Bana umumî şefaat yetkisi verildi.
5. Her peygamber sadece kendi toplumuna peygamber olmuşken ben bütün mahlûkata (insan ve cine) gönderildim.'
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt