Kıyametin kopma esnasındaki sûra üfürülme olayı
Kıyametin kopma esnasındaki sûra üfürülme olayı
Geçtiğimiz bölümlerinde, ölecek olan kişinin yaşadığı, sekerât-ı mevt dediğimiz can çekişme olayının şiddetini, ölümle başlayan tehlikeleri, son nefeste iman ile gidememe korkusunu, kabir karanlığının ürkütücülüğünü, kabrin sıkmasını ve oradaki yalnızlığı, haşeratın insanın vücudunu nasıl yiyip bitirdiğini, Münker-Nekir meleklerini ve onların sorgulamalarını, eğer günahkâr biri ise kabir azabının ne denli şiddetli olacağını anlatmıştık.
Elbette hepimizin önünde bundan daha büyük ve korkutucu tehlikeler vardır. Bunlar şunlardır:
Sûra üfürülmesiyle birlikte kıyametin kopuşu, tekrar dirilmek ve mahşer meydanına toplanmak, cebbar olan Allah'ın (c.c) huzuruna getirilmek, az çok yapılan her işten sorgulanmak, herkesin sevabının ve günahının eksiksiz olarak ölçülmesi için terazilerin kurulması, inceliği ve keskinliğiyle bilinen sırat köprüsünden geçmek, ameller tartılıp neticeye varıldığında, gideceği yerin (cennet ya da cehennem) çağrısını beklemek.
İşte bunlar ilk olarak bilmen gereken hallerdir. Sonra bunlara kalbinde hiçbir şek ve şüphe bırakmayacak şekilde inanman ve ardından da onlara hazırlanman için kalbini diriltmen gerekir.
Şu var ki, çoğu insan, âhirete imanı tam anlamıyla kalbine yerleştirememiş, kalbin derinliklerinde yer eden temel bir esas haline getirmemiştir.
Bunun en iyi göstergesi, insanların yazın sıcaktan, kışın soğuktan korunmak için en iyi tedbirleri almalarına rağmen cehennemin harareti ve soğuğuna karşı görmezden gelişleridir.
Evet, onlara âhireti sorsan, "Âhiret haktır" derler. Ancak sonra kalpleri bu söylediklerinden gafil bir halde onu unutur giderler. Bu aynen, bir dostunun, senin önüne getirilen bir yemek hakkında, "Bu yemek zehirlidir" dedikten sonra yemeğe bir kaşık da kendisinin daldırmasına benzer. Bu kimse sözüyle doğru söylemiş, fakat ameliyle kendisini yalanlamıştır. İşte en kötüsü budur.
Hz. Peygamber (s.a.v) bir kudsî hadiste şöyle buyurur:
"Yüce Allah buyurur ki: Âdemoğlu kendisi için caiz değilken beni birtakım noksanlıklarla vasıflandırdı ve hakkımda yalan konuştu. Beni noksan sıfatlarla vasıfiaması, bana bir evlât isnadında bulunmasıyladır (üçlü ilâh inancında olduğu gibi). Beni yalanlaması ise, onun, 'Bizi yarattığı gibi (ölümümüzden sonra) tekrar eski halimize döndüremez' sözleridir."'
İnsanın bâtınının (kalbinin), yeniden dirilme ve haşir meydanında toplanma gibi hadiseleri tasdik etmede ve inanmada gevşeklik göstermesinin nedeni, bu gibi hadiselerdeki anlayışının kıt oluşundandır.
Bu zamana kadar hiçbir canlının doğum yaptığını görmeyen ve üremenin ne şekilde olduğunu bilmeyen birine,
Bir sanatkâr, şu pis nutfeden konuşan, düşünen akıl ve irade sahibi bir insan yapıyor" denilse, elbette bunu kabul etmeyecektir.
Bu sebeple Allah (c.c) şöyle buyurur:
"İnsan görmez mi, biz onu meniden nasıl yarattık. O bunu görmeyip bize apaçık bir düşman oluverir. O Kendi yaratılışını unutarak bize karşı misal getirmeye kalkışır ve, 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' der."
"İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır? O, (döl yatağına) akıtılan meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu nutfe, alaka (aşılanmış yumurta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yaratıp şekillendirmiştir. Ondan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmiştfr."
Esasen insanoğlunun yaratılışındaki acayiplikler, organlarının birbirine eklenişindeki farklılıklar öyle çoktur ki, bunlar onun tekrardan diriltilmesinden daha fazla şaşırtıcıdır. Allah Teâlâ'nın sanatını ve kudretini müşahede eden bir kimse, yine onun kudretinde ve hikmetinde olan bu dirilme hadisesini nasıl inkâr edebilir ki?
Şayet bu husustaki inancında bir zayıflık varsa, onu ilk yaratılış anını düşünerek kuvvetlendir. Zira öldükten sonra diriliş aynen onun gibi ve hatta daha da kolaydır. Buna imanın kuvvetliyse, dirilme ve mahşer anının korku ve tehlikelerini kalbine getir. Kalbinin bu husustaki rahatlığını ve gevşekliğini kaldırmak için çok düşün ve öncekilerin ölümlerinden ibret al. Bir an evvel rabbinin huzuruna arzedileceğin gün için kollarını sıva, amel et.