Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nefsi Küçük Görmek, Allah’a Yakın Olmak, Allah’a Yaklaşmak (7 Kullanıcı)

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
13
Tasavvufda da maksat zatne sunneti yasamaktir. Kardes bu sebeple vermis. Sunnet de olan hersey zaten Tasavvufda da var onu demek istiyor.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
İslâmiyet, ana hatlarıyla iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Kelâm ilmi imanı, fıkıh ilmi ibadeti, tasavvuf ilmi de ahlakı ele alır. Tasavvuf, İslâmı derûnî bir şekilde yaşamaktır. Ruhî ve vicdanî bir duyuşun mahsulüdür. Şekilden mânâya geçmek, kabuktan öze ulaşmaktır. Kâlin hâl olmasıdır.

İnsanın aklı, kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır. Nuranî bir cevherdir. Akl-ı selîm mertebesine ulaştığında, Rabbanî bir mürşittir. Hakikat güneşine açılan bir penceredir.

Kalb dahi, insanın manevî hayatının merkezidir. Binler âlemin manevî bir haritasıdır. Kâinatın hadsiz hakikatlerinin mazharı, medarı, çekirdeğidir. (2) Cenab-ı Hakka parlak bir aynadır. Gayb âlemlerine karşı bir penceredir. Rabbanî bir latifedir.

İşte, aklın işletilmesiyle pek çok ilimler ve fenler otaya çıktığı gibi, kalbin işletilmesiyle de, tasavvuf ilmi ortaya çıkmıştır.

İslâm tasavvufunun menşeini inceleyen bazı zâtlar, İslâm öncesi tasavvufî akımlarda da benzeri esasları gördüklerinden, onu ya Hint’te, ya İran’da, veya daha başka yerlerde aramışlardır. Halbuki, İslâm tasavvufunu doğrudan doğruya Kur’ânda ve Resulullah’ın (asm.) hayatında aramak lâzım gelir.

Çünkü tasavvufta yer alan “zikir, fikir, nefis terbiyesi” gibi esaslar, Kur’ânda çokça bahsedilen konulardır. “Yaşayan Kur’ân” durumunda olan Resulullah ise, tasavvufî hayatın en zirve tatbikini göstermiştir."
Kaynaklar:

1. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1994, s. 85
2. Said Nursî, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 443
3. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat. s. 60
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
İslâmiyet, ana hatlarıyla iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Kelâm ilmi imanı, fıkıh ilmi ibadeti, tasavvuf ilmi de ahlakı ele alır. Tasavvuf, İslâmı derûnî bir şekilde yaşamaktır. Ruhî ve vicdanî bir duyuşun mahsulüdür. Şekilden mânâya geçmek, kabuktan öze ulaşmaktır. Kâlin hâl olmasıdır.

İnsanın aklı, kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır. Nuranî bir cevherdir. Akl-ı selîm mertebesine ulaştığında, Rabbanî bir mürşittir. Hakikat güneşine açılan bir penceredir.

Kalb dahi, insanın manevî hayatının merkezidir. Binler âlemin manevî bir haritasıdır. Kâinatın hadsiz hakikatlerinin mazharı, medarı, çekirdeğidir.
Cenab-ı Hakka parlak bir aynadır. Gayb âlemlerine karşı bir penceredir. Rabbanî bir latifedir.

İşte, aklın işletilmesiyle pek çok ilimler ve fenler otaya çıktığı gibi, kalbin işletilmesiyle de, tasavvuf ilmi ortaya çıkmıştır.

İslâm tasavvufunun menşeini inceleyen bazı zâtlar, İslâm öncesi tasavvufî akımlarda da benzeri esasları gördüklerinden, onu ya Hint’te, ya İran’da, veya daha başka yerlerde aramışlardır. Halbuki, İslâm tasavvufunu doğrudan doğruya Kur’ânda ve Resulullah’ın (asm.) hayatında aramak lâzım gelir.

Çünkü tasavvufta yer alan “zikir, fikir, nefis terbiyesi” gibi esaslar, Kur’ânda çokça bahsedilen konulardır. “Yaşayan Kur’ân” durumunda olan Resulullah ise, tasavvufî hayatın en zirve tatbikini göstermiştir."
Kaynaklar:

1. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1994, s. 85
2. Said Nursî, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 443
3. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat. s. 60
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir. Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır.
Tarîkatlar, şeriatın birer delili, ab-ı hayat dağıtan bir kevser kaynağıdırlar.
Asırlardır nice ehl-i iman, bu menba’dan içmiş, bu muazzam hazineden istifade etmiştir.

Tarîkat, Resulullah’ın miracının gölgesinde kalb ayağıyla ruhanî bir seyr ü sülûktur.

Tarîkat, hakîkate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur’ândan almışlardır.
Tarîkatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, “Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?” şeklindeki soruları, bir cerbezeden ibarettir.

Zira, tarîkatın bütün esasları, zaten Resulullah’ın tatbikatına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir. Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması , hicri 3. asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarîkatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarîkatın en meşhur kahramanlarıdırlar.

Kaynaklar:
1. Nursi, Sözler, s 464
2. Bkz. Nursi, Mektubat, s. 444-445
3. Bkz. Nursî, Mektubat, s. 443

 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
İslâmiyet, ana hatlarıyla iman, ibadet ve ahlaktan ibarettir. Kelâm ilmi imanı, fıkıh ilmi ibadeti, tasavvuf ilmi de ahlakı ele alır. Tasavvuf, İslâmı derûnî bir şekilde yaşamaktır. Ruhî ve vicdanî bir duyuşun mahsulüdür. Şekilden mânâya geçmek, kabuktan öze ulaşmaktır. Kâlin hâl olmasıdır.

İnsanın aklı, kâinatın binler hazinelerini açan pırlanta gibi bir anahtardır. Nuranî bir cevherdir. Akl-ı selîm mertebesine ulaştığında, Rabbanî bir mürşittir. Hakikat güneşine açılan bir penceredir.

Kalb dahi, insanın manevî hayatının merkezidir. Binler âlemin manevî bir haritasıdır. Kâinatın hadsiz hakikatlerinin mazharı, medarı, çekirdeğidir.
Cenab-ı Hakka parlak bir aynadır. Gayb âlemlerine karşı bir penceredir. Rabbanî bir latifedir.

İşte, aklın işletilmesiyle pek çok ilimler ve fenler otaya çıktığı gibi, kalbin işletilmesiyle de, tasavvuf ilmi ortaya çıkmıştır.

İslâm tasavvufunun menşeini inceleyen bazı zâtlar, İslâm öncesi tasavvufî akımlarda da benzeri esasları gördüklerinden, onu ya Hint’te, ya İran’da, veya daha başka yerlerde aramışlardır. Halbuki, İslâm tasavvufunu doğrudan doğruya Kur’ânda ve Resulullah’ın (asm.) hayatında aramak lâzım gelir.

Çünkü tasavvufta yer alan “zikir, fikir, nefis terbiyesi” gibi esaslar, Kur’ânda çokça bahsedilen konulardır. “Yaşayan Kur’ân” durumunda olan Resulullah ise, tasavvufî hayatın en zirve tatbikini göstermiştir."
Kaynaklar:

1. Selçuk Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, Marmara Ün. İlahiyat Fak. Yay. İst. 1994, s. 85
2. Said Nursî, Mektubat, Envar Neş. İst. 1993, s. 443
3. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat. s. 60

Günlük hayatta anlatıla anlatıla kanıksadığımız, bu sebeple de farklı düşünme biçimleri tıkanmış bir takım yaklaşımlar söz konusudur. Bu görüş ve duruş sahiplerinin toplumdaki eşsizleştirilmiş konumları, onların söylediklerinide aynı şekilde eşsiz hatta saygı duyma noktasında kutsal bir seviyeye çıkarır. Eğer bu anlayışlara bir eleştiri ortaya koyacak olsanız ani bir refleksle çeşitli tevil yöntemlerine başvurarak konu saptırılır.
Halbuki topluma mal olmuş ifadelerin ne kadar şiirsel bir anlatımı ve bu anlatımların tevile müsait yönleri olsa da içinde bulunduğu fikir kulvarının genel kabulleri çercevesinde değerlendirilmesi gerekir. Özellikle felsefik ve sanal konularda, dayanılan bir sıfır noktası bulunmadan serdedilen aşkın ifadelerin ifade sahibini bağlaması en tabii kabuldür.
Bu durum, tasavvufi anlayışta karşımıza sıklıkla çıkar.
Yazımızda konuyu dağıtmadan toplumumuzda hemen herkesin bildiği tasavvuf çizgisinin, “ALLAH (CC) İLE OLMA” ve “CENNET” konusunda genel kabulü olan birkaç örneği kaynakları ile aşağıda belirttikten sonra, Adem (AS)’nin cennetten kovuluş gerekçesini açıklayan ayetlere yer verip, ardından da sualimizi soracağız.
“Cennet cennet dedikleri,
Birkaç köşkle birkaç huri,
İsteyene ver onları,
Bana seni gerek seni.”
Yunus Emre’nin meşhur şiiri.
“İbrahim Hakkı Erzurumi buyurur ki;
….
Zahid ahireti ister, Ârif([1]) Mevla’yı ister. ([2])
Zahid nefsi iledir, Ârif Allah iledir. ([3])
Zahidin zikri dili ile, Ârifin ki kalbi ve canı iledir.
Zahidin kalbi sebeplerledir, Ârifin ruhu Allah iledir. ([4])
Müminin bakışı Allah’ın nuru ile, Ârifin bakışı Allah iledir. ([5])
Mümin Allah’ın ipine tutunur, Ârif Allah’a tutunur. ([6])
Mümin Allah’ın zikriyle mutmain olur. Ârif Allah’la mutmain olur…” ([7])
Yukarıdaki pasaj “Altınoluk Sohbetleri – 1”; Sadık Dana ; Erkam Yayınları; Arifin tarifi Marifetullah bölümü; sh 46-47 ‘den alınmıştır. 2-3-4-5-6-7 no’lu dipnotlar metinde yoktur. Konu ilgili ayetlerle birlikte daha iyi anlaşılsın diye tarafımızdan yerleştirilmiştir.
“Bir gün Zünnun Mısri ağlardı, yaranları sebebini sordular. Dedi ki: Bu gece düşümde Tanrıyı gördüm.
-Ya Zünnun halkı yarattım, on bölük oldular. Dünyayı bunlara gösterdim. Dokuz bölüğü dünyayı istediler. Bir bölüğü daha on bölük oldular, cenneti bunlara arzeyledim dokuz bölüğü cenneti istediler ve bununla müteselli oldular. Onlar dahi on bölük oldu. Bunlara cehennemi gösterdim korkdular dağıldılar. Bir bölük kaldı. Bu bir bölük ne dünyaya ne de cennete aldandılar, ne de cehennemden sakındılar.
Ben dedim, ey kullarım ne dilersiniz?
Cümlesi bizim dilediğimizi sen bilirsin dediler. Yani Cenab-ı Hakk’ın rizasını istediler.
……..
Yahya Bin Muaz müşahedesini şöyle anlatıyor:
“Beyazid Bestamî yatsı namazından sonra fecrin doğuşuna kadar ayakları üzerinde başı göğsüne dayalı olarak ubûdiyet makamında duruyordu. Seher zamanı secdeye vardı. Sonra başını kaldırdı. Allah Teâlâ ve tekaddes hazretlerine karşı şöyle niyazda bulunmaya başladı:
İlahî! Bir kavim Senden dilediler. Su üzerinde ve havada yürümeyi verdin Buna razı oldular. Ben bundan Sana sığınırım. Bir kavim Senden az bir zaman içinde çok büyük mesâfelerin aşılmasını istediler (Tayy-ı mekân olmağı) verdin, razı oldular. Ben bundan gene Sana sığınırım. Ve bir kavim yerin hazinelerini istediler, verdin. Ben yine Sana sığınırım, Bir kavim Hızır’ı istediler verdin, deyerek evliyanın kerametlerinden yirmisekizini saydı. Sonra döndü beni gördü. Yahya! deyince “Buyurun”dedim, “Ne zamandan beri buradasın?” dedi. “Deminden beri” dedim. Sükut etti. “Bir şey söylemez misiniz?” dedim. “Sana yarayacak bir şey söyleyeyim” dedi, ve şunları anlattı:
“Allah Teâlâ beni aşağı aleme indirdi. Aşağı melekût içinde beni dolaştırdı. Yerin tabakalarını ve bunların altını gösterdi. Sonra beni yüksek âleme geçirdi ve semâvâtı gezdirdi. Cennetlerde olanı arşa kadar gösterdi. Sonra beni önünde durdurdu. Aşağı ve yukarı âlemlerde ne gördün ise söyle bunları sana bağışlayayım” dedi.
“Hoşuma gidecek bir şey görmedim ki Senden dileyeyim,” dedim.
-Sen Benim hakkıyla kulumsun, doğrulukla bana taparsın, dedi.
Yukarıdaki pasaj “Altınoluk Sohbetleri – 1”; Sadık Dana ; Erkam Yayınları; Teslimiyet bölümü; sh 80-82 ‘den alınmıştır.
Yukarıda tasavvuf ehlinin hemen herkesce bilinen görüşlerini kaynakları ile okudunuz. Benzeri ifadeleri çok sayıda kaynaktan da teyid edebilirsiniz. Ayrıca tasavvuf sohbetlerinde bulunanlar bu anlatılanlardan çok daha ileri yaklaşımları sözlü olarak duymuşlardır. Anlatana ve anlatılan kişilere duyulan hürmet çoğunlukla bu gibi yaklaşımları sorgulama gücünü muhatabın elinden almaktadır. Ancak her ne koşulda olursa olsun Allah (CC) hakkında anlatılan bu ve benzeri isnatlar, inançlı bir müslüman’ın yol göstericisi olan Kuran’a ters düşmemeli, düşüyorsa da sorgulanmalıdır.
Yukarıdaki ifadeler insanoğlunun yaratıcıya olan yönelişinin aşkın bir anlatım biçimidir. Bu konuyu ve Allah ile beraber olma kavramını aşağıdaki ayetleri okuduktan sonra bir kez daha düşünmenizi tavsiye ederim. Çünkü bir müslümanın ölçüsü Kur’an ve Hz. Muhammed (SAV)’in hayatıdır.
Allah (CC) Kur’anı Keriminde şöyle buyuruyor.
“Ey Adem! Eşin ve sen cennette kal, orada olandan istediğiniz yerde bol bol yiyin, yalnız şu ağaca yaklaşmayın; yoksa zalimlerden olursunuz” dedik. (Bakara 35)
Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için onlara fısıldadı: “Rabbinizin sizi bu ağaçtan menetmesi melik olmanız veya burada temelli kalmanızı önlemek içindir.”
“Doğrusu ben size öğüt verenlerdenim” diye ikisine yemin etti. (Araf 20-22)
“Ey Adem! Doğrusu bu, senin ve eşinin düşmanıdır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, yoksa bedbaht olursun. Doğrusu cennette ne acıkırsın, ne de çıplak kalırsın; orada ne susarsın de ne de güneşin sıcağında kalırsın” dedik.
Ama şeytan ona vesvese verip: “Ey Adem! Sana sonsuzluk ağacını ve çökmesi olmayan bir saltanatı göstereyim mi? dedi.
Bunun üzerine ikisi de o ağacın meyvasından yedi, ayıp yerleri görünüverdi. Cennet yapraklarıyla örtünmeye koyuldular. Adem, Rabbine baş kaldırdı ve yolunu şaşırdı.( Taha 117 – 121)
Lütfen dikkat edin!..
Yukarıdaki ayetlerde olayın meydana geldiği mekan cennet olarak ifade edilmiştir. Muhatap ise öğreticisi Allah (CC) olan ve eşyayı iyi bilen Adem (AS)’dır. Bu konumdaki bir varlığı, üstelik her türlü nimet elinin altındayken ve kendisine tükenmeyen olanaklar sunulmuşken hangi vaad ile yoldan çıkarabilirsiniz? Ona sonsuzluktan, melik olmaktan ve tanrıyla birlikte olmaktan öte neyi vaad edebilirsiniz ?
Şeytan’da öyle yapmış ve Adem’e yasak ağacı; “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat” olarak tarif etmiştir.
Halbuki “sonsuzluk” Allah (CC)’a ait bir vasıftır. Adem (AS) ise şüphesiz ki tanrı olmak istememiştir. Ancak şeytan kendisine bu durumu süslü göstererek Âdem’i ve eşini kandırmıştır. Dikkat edilirse, “sonsuzluk ağacı” kendisine tırmanılmayı, kabiliyetine göre belli bir dalında konuşlanmayı hatırlatır ki bu durum “fena fillah”, “Allah (CC)’la olmak” veya “Allah (CC)’da yok olmak” kavramlarıyla tıpkı aynıdır.
Şeytanın süslü göstererek “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat ağacının” meyvesinden Adem’e ve eşine yedirmesi, ikisinin de tabiatında değişikliklere sebep olmuştur. Adem (AS)’in tevbesi de bu değişimi engelleyememiştir…
Şu duruma iyi dikkat edin!
Allah (CC), Kur’anı Kerim’inde Dünyadaki Ademoğullarına cennet’i açık ve net bir hedef olarak belirleyip ve birçok ayetle o’nu övmüşken ve bu durumu onca sarih ayetlerle büyük kurtuluş olarak bildirilmişken, yukarıdaki şiir ve kıssalarda Ârif, Cennet’le tatmin olmuyor, daha fazlasını istiyor…
Şimdi soruyoruz; “Fena fillah” veya “Allah’la beraber olma” hali, sakın şeytanın, ilk yaratılmış günahsız Adem’e ve eşine süslü gösterdiği “sonsuzluk ağacı ve çökmesi olmayan saltanat”ın şimdi ki versiyonu olmasın?!…
Burada şu akla gelebilir. “Allah (CC) ahiret gününde bazı önde gelen kullarına daha yakın olacaktır. Tasavvuf ehli bunu hedeflediği için söz konusu aşkın ifadeleri kullanarak bu isteklerini öne çıkarmaktadır” denilebilir. Bu yaklaşımın cevabı da Vakıa (56) Suresindedir. Bu surede Allah (CC) şöyle söyler:
1-3. Kıyamet koptuğunda kimini alçaltacak ve kimini yükseltecek olan o hadisenin yalan olmadığı ortaya çıkacaktır.
4-7. Ey insanlar! Yer sarsıldıkça sarsıldığı, dağlar ufalandıkça ufalanıp da toz duman haline geldiği zaman, SİZ DE ÜÇ SINIF OLURSUNUZ.
8. İyi işler işlediklerini belirtmek için, amel defterleri sağdan verilenler; ne mutlu o sağcılara!
9. Kötülük işlediklerini belirtmek üzere, amel defterleri soldan verilenler; ne yazık o solculara!
10-12 İyilik işlemekte önde olanlar, karşılıklarını almakta da önde olanlardır. NAİM CENNETLERİNDE ALLAH’A EN ÇOK YAKLAŞTIRILMIŞ OLANLAR İŞTE BUNLARDIR.
13-4. Onların büyük kısmı eski ümmetlerden, bir kısmı da sonrakilerdendir.
15-6. Murassa tahtlara karşılıklı olarak yaslanırlar.
17-21. Ölümsüz gençler yanlarında, baş ağrısı ve dönmesi vermeyen bembeyaz bir kaynaktan doldurulmuş kaseler, ibrikler, kadehler; seçecekleri meyveler, arzulayacakları kuş eti ile dolaşırlar.
22-4. İşlediklerine karşılık olarak, sedefteki inciler gibi ceylan gözlüler vardır. Orada boş ve günaha sokacak bir söz duymazlar.
26. Sadece selama karşılık selam sözü işitirler. (Vakıa 1-26)
Dikkat edilirse Allah (CC); Naim cennetlerinde Allah’a en çok yaklaştırılmış önde olanlara daha sonraki ayetlerde bir takım nimetleri layık görmektedir.
Kim bu ikrama kayıtsız kalabilir?..
İnsanoğlunun bundan ötesi talepleri karanlıktır. Tamamen hayal mahsulüdür.
Sonuç olarak şunu herkesin bilmesi gerekir. Aşkın ifadeler bir anlık şiirsel anlatımdan çıkıp bir ekole dönüşüyorsa ve tevil gibi kaygan bir zeminde dahi ayakta duramıyorsa ve analitik düşünen yaklaşımlara karşın ancak “SEN ANLAMAZSIN!” denilerek temelsiz bir savunma mekanizması geliştiriliyorsa orada din, heva ve hevesten öte gidemez. Bu tür fikirlerin sahiplerinin kendi ifadeleri veya yolun yolcularının büyüksemesi ile de Allah (CC) katında değer kazanılmaz. Allah (CC) söyle buyurur.
Ey İnsanoğulları! Şeytan, ayıp yerlerini kendilerine göstermek için elbiselerini soyarak ananızı babanızı cennetten çıkardığı gibi sizi de şaşırtmasın. Sizin onları görmediğiniz yerlerden o ve taraftarları sizi görürler. Biz şeytanları, ayetlerimizi arkaya atanlara dost kılarız. / Onlar bir fenalık yaptıkları zaman, “Babalarımızı bu yolda bulduk, Allah da bize bunu emretti” derler. De ki: “Allah fenalığı emretmez. Bilmediğiniz şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?”(Araf 27-28)
De ki: “Rabbim sadece, açık ve gizli fenalıkları, günahı, haksız yere tecavüzü, hakkında hiçbir delil indirmediği şeyi Allah’a ortak koşmanızı, Allah’a karşı bilmediğiniz şeyleri söylemenizi haram kılmıştır.” (Araf 33)

Unutulmamalıdır ki hiç kimse Allah (CC) den daha merhametli değildir ve hiç kimse yaratıldığı insan formatının dışında bir kavrayışa soyunmamalıdır. Hele bir çok aktarımdaki “Allah bana şöyle gösterdi…” gibi ifadelerle başlayan yaratılmışların Kur’an gerçeğine uymayan masalları karşısında son derece uyanık olunmalıdır. Zira şeytan insana son derece masum kisvelerle yaklaşır.
O gün, zalim kimse ellerini ısırıp: “Keşke Peygamberle beraber bir yol tutsaydım, vay başıma gelene; keşke falancayı velî edinmeseydim. And olsun ki beni, bana gelen Kuran’dan o saptırdı. Şeytan insanı yalnız ve yardımcısız bırakıyor” der. (Furkan 27-29)
Allah hakkında bilmeden tartışan ve her azılı şeytana uyan insanlar vardır. / Onun hakkında şöyle yazılmıştır: O kendisini velî edinen kimseyi saptırır ve alevli azaba götürür. (Hacc 3-4)
Senden önce gönderdiğimiz hiçbir elçi ve peygamber yoktur ki, bir şeyi arzuladığı zaman, şeytan onun arzusuna vesvese karıştırmamış olsun. / Allah şeytanın karıştırdığını, kalplerinde hastalık bulunan ve kalpleri kaskatı olan kimseleri sınamayı vesile kılar. Zalimler şüphesiz derin bir ayrılık içindedirler.(Hacc 52-53)
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir. Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır.
Tarîkatlar, şeriatın birer delili, ab-ı hayat dağıtan bir kevser kaynağıdırlar.
Asırlardır nice ehl-i iman, bu menba’dan içmiş, bu muazzam hazineden istifade etmiştir.

Tarîkat, Resulullah’ın miracının gölgesinde kalb ayağıyla ruhanî bir seyr ü sülûktur.

Tarîkat, hakîkate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur’ândan almışlardır.
Tarîkatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, “Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?” şeklindeki soruları, bir cerbezeden ibarettir.

Zira, tarîkatın bütün esasları, zaten Resulullah’ın tatbikatına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir. Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması , hicri 3. asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarîkatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarîkatın en meşhur kahramanlarıdırlar.

Kaynaklar:
1. Nursi, Sözler, s 464
2. Bkz. Nursi, Mektubat, s. 444-445
3. Bkz. Nursî, Mektubat, s. 443


Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. (SAİD NURSİ)
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir. Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır.
Tarîkatlar, şeriatın birer delili, ab-ı hayat dağıtan bir kevser kaynağıdırlar.
Asırlardır nice ehl-i iman, bu menba’dan içmiş, bu muazzam hazineden istifade etmiştir.

Tarîkat, Resulullah’ın miracının gölgesinde kalb ayağıyla ruhanî bir seyr ü sülûktur.

Tarîkat, hakîkate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur’ândan almışlardır.
Tarîkatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, “Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?” şeklindeki soruları, bir cerbezeden ibarettir.

Zira, tarîkatın bütün esasları, zaten Resulullah’ın tatbikatına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir. Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması , hicri 3. asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarîkatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarîkatın en meşhur kahramanlarıdırlar.

Kaynaklar:
1. Nursi, Sözler, s 464
2. Bkz. Nursi, Mektubat, s. 444-445
3. Bkz. Nursî, Mektubat, s. 443


TAOİSTLERDE ARACI TANRILAR
1- Tao
Tao, Tabiat düzeninin idarecisi ve her şeyin üstündeki yaratıcı kudrettir. Hürmet ve ibadet edilmesi gereken yüce hükümdardır. Kâinatın düzenini o kurmuştur. Sabah Tao’yu zikreden akşam rahat ölür [1].
O uludur, yücedir. Yerdeki insanlara hükmeder; kötüler çoğalınca hükmü amansız olur. Ölmek ve dirilmek, şeref ve zenginlik, onun takdirindedir]. O ezelidir, ebedidir, her yerde vardır, nasıl olduğu bilinmez [3]. Onu zihninde resmetmeye kalkan kaybeder [4]. Yaratılmamıştır, her şeyi yaratan odur [5]. Değişmez [6], her zaman vardır ve her zaman hazırdır [7]. Her şeyi açıkça görür ve bütün işlerde insanlarla beraberdir [8].
Tao ile kastedilenin Allah Teâlâ olduğu açıktır.
2- Te
Tao’nun gerçek varlığının ortaya çıkışı [9], insanda ve öteki varlıklarda görünen halidir. Bütün varlıkları Tao meydana getirir; Te besler, büyütür, şekil verir ve kuvvetini tamamlar. Her varlık Tao’yu yükseltir ve Te’ye değer verir [10].
Yin - Yang: Bunlar kainat düzeninin yönlendirici ve yönetici iki büyük gücünün evrensel simgesidir. Bu iki güç birbirinden bağımsız olarak varlıklarını sürdüremezler [11]. Her şey Yin ve Yang’ın gizemli ilişkisi sonucu latif alemden dünyaya çıkartılır. Bu prensibi Tao yaratmış, sonra Tao’nun yaratma gücü Yin-Yang ikilisine geçmiştir. Bu noktada Te bu iki kuvveti birlik içinde uyumlu bir biçimde tutar [12].
“Tao’dan bir doğar, birden iki (Yin ve Yang) [13], İkiden üç, üçten on bin şey doğar; bütün varlıklar uyum içinde, Yin’i barındırır, Yang’ı kucaklar [14].”Tao’nun yaratma vasfı Te’ye verilmiştir. O bunu, Yin ve Yang ikilisi ile gerçekleştirmektedir. Yaratılan her şeyi Te kontrol eder.
3- Ölümsüz Ruhlar ve Latif Güçler
“Tao ile hayatına düzen veren için karanlık ile aydınlık, hayat ile ölüm arasındaki aldatıcı sınırlar kalkar. Pek çok yüksek ruhlu varlığın dostluğunu kazanır. Onlar arasında, olumsuz etkilenmelerden korunur ve yok edilemez yaşama gücüne sahip olur. Böylece ölümsüzlüğe ulaşır [15].” “Ağaçlar ve hayvanlar, insanlar ve böcekler, çiçekler ve kuşlar... Bunlar yıldızlardan evrene akan latif güçlerin canlı hayalleridir. Onlar birbirleriyle ve yeryüzündeki varlıklarla karşılaşarak onlarla birleşerek tüm canlılara hayat verirler.” [16]
4- Ata Ruhları
Her aile, ata ruhlarını özel koruyucu olarak görür ve evinde onlar için yer ayırır [17]. Bazen atalar çağrılır ve önemli konular haber verilip yardımları istenir. Mezarlar, bereket versin diye tarlalarda yapılır, ilkbaharda süpürülür ve hediyeler sunulur [18].
5- Bilgeler, Meleksi Üstatlar
Gaybı bildiğine inanılan bilgeler, ölümsüzler ve meleksi üstatlar ilahi güce ulaşmanın yollarıdır. Bunlar aracılığıyla ölümsüz olunur, fena-yi tâmma ulaşılır.
Bunlar ilahi varlık ile insan arasındaki aracılardır.
Bunlar: “Kapılarının önüne çıkmadan evreni bilir, pencereden bakmadan, gökyüzünü görürler. Gitmeden bilir, bakmadan görür, yapmadan başarırlar.” “Bu meleksi üstatlar bulunamazlar; talip olanları onlar bulurlar. Bundan sonra yüksek feraset ve temyiz erdemi yardımıyla İlahi mülk ile bağlantı kurulduğunda nihai manevi hakikatlerin nakli de peşinden gelecektir. Bu, tüm meleklerin ilahi mülke giderken izledikleri yoldur.”
“... mükemmel yol süresince meydana gelecek ilerlemenin her basamağında yarın dünya mülkünde tutkulu görünene değil, bugün manevi mülkte önemli olana değer vermeyi öğreneceksin. O zaman mistik kapı açılacak, sen koskocaman evrenin yönetmeyen yöneticilerine, yaratmayan yaratıcılarına katılacaksın.”
“...tüm mürşitler ve teknikler geçicidir; asıl gerçekleşme, kişinin varlığının Tao’nun ilahi enerjisi ile birleşmesinden ortaya çıkar
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Tasavvufda da maksat zatne sunneti yasamaktir. Kardes bu sebeple vermis. Sunnet de olan hersey zaten Tasavvufda da var onu demek istiyor.

Günümüz Tasavvuf İnancı
1. Mürşit
• Günümüzde peygamber mesleğini icra eden kişi
• Kullarla Allah arasındaki engelleri kaldıran kişi
• Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir. Yani evreni yönetmede yetki sahibidir
• Nefsi kötülüğü emretmeyen kişi(Nefsi safiye)
• Allahın razı olduğu kişi
• Allah tarafından kullarını terbiye etmesi için seçilen kişi
• Her işinde Allah’ın rızasına uygun hareket eden kişi
• Müritleri terbiye eden kişi
• Nefis terbiyecisi
• Allah’ın özel dostluğunu kazanmış esrarengiz vasıfları olan, insanüstü güçlere sahip, kendisinden hep hikmetli ve kerametli işlerin hâsıl olduğu kişi.
• Kendisine sığınılan bir sığınak. Bir şeyler bulunması ümit edilen maden kaynağı
• Asıl veren yüce Mevlâ’dır. Mürşid sadece onun takdir ve taksimine göre dağıtım yapar
• Hıristiyanlıktaki Azizler, Şia mezhebinde Ayetullah ve Tasavvufta Evliya (Mürşidi Kâmil)birbirine çok benzer
• Hıristiyanlıkta Azizlere büyük bir sevgi ve saygı vardır. Azizler adeta dinin yeryüzündeki sahibidirler. Gördükleri bu tazim ve itibar nedeniyle bir gün gelip Allah (c.c.) katın da kendilerine öylesine yetkiler vermişlerdir ki; İnsanlara dünyada iken cennetten arazi satmışlar onların günahlarının affı için kendilerinde büyük yetkiler tayin etmişlerdir.
• Hatta bir gün geldiğinde İncil’e bile müdahale ederek tahrif etmişlerdir. Hıristiyanlar günah işledikleri zaman bu Azizleri bulup onların yanında günahlarını itiraf ederek Allah’tan af dilerler ve günahlarının çıktığına inanırlar. Çünkü onlara göre bu azizler Allah’ın katında yetki sahibidirler, Allah tarafından seçilmişlerdir.
• Kendilerini İsa’ya teslim etmişler, hayatlarını O’na adamışlardır. Bu nedenle onların affına vesile olurlar.
• Hıristiyanlarda azizler Allah’ın izniyle bir zamanlar cennetten yer satıyorlardı. Şia ve bazı tarikatlarda da veliler Allah’ın nurunu onun takdirine göre taksim ederler.
• Şia ve tarikatlarda, İmamlar; Allah katından ( ledünni) bir ilme sahiptirler
• Şia’da ve tarikatlarda Kur'an’ın bir batını ve birde zahiri olduğu ve batınını herkesin bilemeyeceği, ona imamların yada diğer adıyla mürşidi kâmillerin vâkıf olabileceğine inanılır
• Allah’tan ilham alırlar, ümmete gelen bütün feyiz ve maneviyat ancak onlar sayesinde olur. Onların aracılığı olmadan hiç kimseye, irşad, hidayet, nur ve feyiz gelmez
• Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu konudaki şu hadisi şerifinin ne kadar da bu güne işaret ettiği görülecektir; Ebu Said el-Hudri’nin bildirdiğine göre: “Sizden öncekilerin izlerini kuşkusuz karış karış,arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz arkalarından gideceksiniz.

Dedik ki;Yahudi ve Hıristiyanlar mı? Ya kim olabilir? Dedi.

• Mürşidin ervahı (ruhaniyeti) hiçbir zaman sofiden ayrı değildir.Her daim sofinin nefsinin neler fısıldadığını duyup bilmek zorundadır.Eğer duyamasaydı yani Allah-u Teala ona bu yetkiyi vermeseydi o da kişiyi terbiye edemezdi
• Velî, fevkalâde rûhânî kudretlerle mücehhez olduğu için, artık toplumda ona karşı korku ile karışık bir saygı duygusu hâkim olmaya başlar. Velîye karşı yapılacak herhangi bir saygısızlığın, çarpılma, âniden veya feci bir şekilde ölüme yakalanma vs. şeklinde cezalandırılacağına inanılır.
• Buna paralel olarak, velînin sözkonusu rûhânî kudretinden, birtakım iyiliklerin cezbedilmesi ve kötülüklerin giderilmesi yolunda faydalanma arzusu doğar (feyz ve bereket kavramı).
• Nihayet, dünyada bu tarzda menfaati sağlanacak olan velînin öbür dünya da Allah katında yardımcı olması için onu memnun etme çabası ortaya çıkar ve bunun sonunda bir tatmin duygusu müşâhede edilir. Bütün bu sosyal ve psikolojik faktörler kültün teşekkülünü tamamlamış olur.
• Ancak, burada, kültün oluşmasında âdeta bir harç vazifesi gören "kerâmet" kavramının önemine bir daha işaret etmek yerinde olacaktır. Zira kültün gelişip yayılmasını, yerine göre mahallî olmaktan çıkıp genelleşmesini sağlayacak olan da odur.
• Yerine aileden biri geçer
• Malka Huşuka (Karanlıklar kralı);bakışı dağları devirir,soluğu demiri eritir.(Madden dini)
• Mısırda firavun tanrının yeryüzünde temsilcisidir.Her vakit tanrıyla görüşebilirdi.Yetkilerini tanrıdan alırdı.


2. Tasarruf
• Mürşit kalplere ve günlük olaylara etki ederek müridi eğitir, etkiler,terbiye eder
• Bu yetkiyi ona Allah vermiştir
• Mürşit Müritlerine muhabbet verir

3. Uzak- yakın : Görme, duyma, bilme
• Mürşit uzak olsun yakın olsun müridin halini görür, bilir
• Başka türlü müridini nasıl eğiğtecek

4. Kalpleri okuma-bilme
• Mürşit kalp casusudur, müridin düşüncelerini bilir

5. Ölüm anında yardım
• Mürşit ölüm anında müridin yanına gelir, şeytan kaçar, mürit imanla ölür

6. Kabir sualinde yardım
• Mürşit kabir suali sırasında müride kopya verir

7. Ruhlardan yardım
• Ölmüş velilerin ruhlarından yardım istenirse müridi duyar yardıma gelir
• Türbelerde yatan velilerde aynı şekilde kullara yardım eder
• Ölmüş veli kınından çıkmış kılıç gibidir

8. Rabıta - yoga
• Mürşit Allahın nurunu müridin kalbine gönderir, bu nur kalbi olgunlaştırır
• Rabıta zikirden önemlidir
• Her an mürşidini yanında düşünen mürid edep kazanır
• Bu nedenledir ki sofi mürşidinin her an kendisini gördüğünü ve içinden geçeni duyduğunu bilmelidir


9. Vird verme
• Mürşit belli sayılarda zikir verir mürid için zikir ilaçtır,dozunu manevi doktor olan mürşit ayarlar

10. Teveccüh
• Mürşit müridin ağzına üfler,mürid manevi hastalıklardan kurtulur

11. Sadat kavramı
• Tarikatın eski mürşitleridir
• Tevbe sırasında yardımları istenir
• Manevi hiyerarşi

12. Seyri suluk
• Müridin melekleşme süreci

13. Nazar
• Mürşidin müride bakması
• Şifadır
• Mürşidin nazarı dağları yerinden oynatır
• Müridi olgunlaştırır

14. Şefaat
• Mürşit müritlerine ahrette şefaat eder

15. Hizmet
• Nimettir
• Tarikatın ve mürşidin her türlü işi

16. Vesile olma-Allaha yaklaştırma
• Mürşit Allahın kullarını Allaha yaklaştırır
• Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır
• Mürşit olmadan Allaha yaklaşmak neredeyse imkansızdır
• Müridin her türlü işi mürşide bırakılmıştır
• Mürit bir nimete kavuştuğunda önce mürşidine teşekkür etmelidir Allah mürşidi hatırına ona bir şey verir.

17. İrşad
• Velinin işi irşattır
• Kullarını Allaha sevdirir

18. Himmet
• Mürşidin yardımı
• Uzaktada olsa müridi duyar
• Gavs-ı ...... Hz.leri tevbe ettirirken o güne kadar haramlara dalmış veya isyan etmiş olan kul ile Allah'ın arasına arabulucu olarak girmekte nihai barış ve huzur ortamı için tevbe eden ile birlikte Allah'a söz vermektedir.
Bir dostunun kefaletini ve sözünü kabul etmemek Allah'ın şanına yakışmaz. Bu nedenle, kefil olan bu büyük dosta kefil olduğu kişinin terbiyesi ve kurtuluşu için tüm yetkiler verilmektedir. Bu yetkiler sınırsızdır. Bu yetkilerin mürşid tarafından kullanılmasına ise "HİMMET" denilmektedir.



19. Cezalandırma
• Mürşidi kızdırmamalı gerekirse insanları imansız cehenneme gönderir
• Müridlere maddi yada manevi cezalar verir

20. Ödül verme
• Mürşit razı edilirse Allah razı olur
• Mürşidin kalbine girki Allah sana rahmet etsin.

21. Makbul dua
• Mürşitin duası makbuldür
• Duayı alan kurtulur
• Gerekirse ölü bile dirilir

22. Sadıklarla beraberlik
• Mürşitle 24 saat beraber olmaktır
• Madden olmazsa maneviyatta

23. Fena kavramı
• Üç aşamadır. sonuç vahdeti vucut


24. Teslimiyet
• Ölü gibi olmak
• İtiraz etmemek
• Hidayetin mürşit eliye geleceğine kesin inanmak
• Zu'n-Nun el Mısri, "şeyhe itaat, Allah'a itaatten daha iyidir"

25. Keramet
• Velî/evliyâ kabul edilen şeyhlerin kerâmeti diye öyle hikâyeler anlatılır ki; Kur'an'da anlatılan birçok peygamber mûcizesinin bile bu kerâmetler kadar olmadığı görülür. "Şeyh uçmaz, mürit uçurur" deyimiyle halkın arasında ifadesini bulan bu gerçek, ayrı tarikatların müritlerinin birbirlerine karşı hava atma sistemleridir. En çok ve en büyük kerâmeti gösteren şeyhin müridi olmanın gururunu tatmak isteyen müridler, böylece her seferinde şeyhlerini diğer şeyhten biraz daha fazla uçurarak bu yarışı karşılıklı devam ettirirler.
• Hayvanları, insanları canlandıranlar, denizlerin üstünde yürüyenler, aynı anda birçok yerde gözükenler, neler, neler... Superman velîler kalplerden geçeni bilir, uzaktan kumandalı yönlendirmelerde bulunur, bir bakışıyla hidâyete erdirir, dilediğini çarpar, üfürüğüyle şifâlar saçar, dokunuşlarıyla âlemlere nurlar yağdırır, âlemlerin mülkü ellerindedir, herşeye tasarruf ederler.
• Halk, tarihin her döneminde ortalama kültür seviyesinin üstüne çıkamamış, bazı dönemlerde ise içlerinde okuma ve yazma bilen insanların bile azlığı, ekonomik, sosyal ve siyasal sebeplerle zihnî olarak çocuksu vasfa daha yakın olmuştur. Halk muhayyilesi, özellikle böyle toplumlarda çocuk psikolojisi gibidir. Çocuğun masala ve kahramanlara ihtiyacı vardır.
• Çocuktaki masal kahramanlarının yerini, halk arasında destan kahramanı, efsâneleştirilmiş kahramanlar, mitler alır; bunlar hayâlî kahramanlar olabildiği gibi; daha çok eski devirlerde yaşamış, ama hayatı masallaşmış, içine hayâlî unsurlar karışmış yüce kişilikler de olabilir. Efsânelerin, destanların, masalların, mitolojik tanrıların, evliyâ menkabelerinin, nice kıssa ve fıkraların kaynağında bu çocuksu halk muhayyilesinin zenginliği ve saflığı yatar. Halk, aynen çocuk gibi “soyut”u anlamakta zorlanır, onu somutlaştırarak benimser. "Büyük insan" denilince, takvâ gibi daha çok, iç/gönül özelliği olan tarafı anlayamaz; onu insanüstü olarak düşünüp büyüklüğünü gözle görülür hale getirir. Büyük insan demek, normal insandan farklı olarak havada uçan, denizde yürüyen insandır.

26. Peygamberle görüşme
• Mürşit isterse peygamberle görüşür
• İstihare ve istişare yapar
• Mısırda firavun tanrının yeryüzünde temsilcisidir.Her vakit tanrıyla görüşebilirdi.Yetkilerini tanrıdan alırdı.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Tarikat, tasavvufun sistemleşmiş şeklidir. Tarîkatlar, hakikatlerin yollarıdır.
Tarîkatlar, şeriatın birer delili, ab-ı hayat dağıtan bir kevser kaynağıdırlar.
Asırlardır nice ehl-i iman, bu menba’dan içmiş, bu muazzam hazineden istifade etmiştir.

Tarîkat, Resulullah’ın miracının gölgesinde kalb ayağıyla ruhanî bir seyr ü sülûktur.

Tarîkat, hakîkate giden bir yol olmakla beraber, tek yol değildir. Bütün hak tarikatlar, esaslarını Kur’ândan almışlardır.
Tarîkatı kabul etmek istemeyen bazı kimselerin, “Hz. Peygamber devrinde tarikat mı vardı?” şeklindeki soruları, bir cerbezeden ibarettir.

Zira, tarîkatın bütün esasları, zaten Resulullah’ın tatbikatına dayanmaktadır. Yani, uygulama vardır, fakat adı tarikat değildir. Tarikatın belli bir sistem içinde ortaya çıkması , hicri 3. asra dayanır. Cüneyd-i Bağdadî, Bayezid-i Bistami gibi zatlar, tarîkatın ilk önderlerindendir. Daha sonraki dönemlerde gelen Şah-ı Nakşibend, Abdülkadir-i Geylanî, Mevlâna Celaleddin-i Rûmi, İmam-ı Rabbani gibi zatlar ise, tarîkatın en meşhur kahramanlarıdırlar.

Kaynaklar:
1. Nursi, Sözler, s 464
2. Bkz. Nursi, Mektubat, s. 444-445
3. Bkz. Nursî, Mektubat, s. 443


Ezoterik İnisiyasyon (Erginlenme, Tekris);"dışarıdaki", "yabancı", "harici", "bigâne" kişinin "içeri" alınması, "mahrem" kılınması, ezoterik topluluğun "üyesi" durumuna getirilmesi, ezoterik bilginin ışığına kavuşmasıdır.
Ezoterik İnisiyasyon; bireyde, varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişi ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir. Burada amaç, bir takım simgesel eylemler ve fiziksel edimler aracılığıyla, bireye yeni bir yaşama "doğmak" üzere "öldüğü" duygusunu aşılamaktır. Bu nedenle, kimi ezoterik örgütlerde inisiyasyona, İkinci Doğuş da denilmektedir.

İnisiyasyon yoluyla, kişi daha "yetkin" bir tinsel duruma girmekte, "üstün" bir evrene ulaşmaktadır. Bu açıdan bakıldığında, inisiyasyon, en derin anlamıyla, bir çeşit "tanrılaştırma' dır. Temel işlevi, kişinin, dış yaşamındaki her türlü koşullu durumunun ötesine geçmesidir. Böylesi bir "tanrılaştırma" eylemi, evrenin özündeki "büyük varlığın" bireyde belirmesi olgusunu varsayar. Bu varsayım temelini Panteist düşüncede bulmaktadır.

Evren ile Tanrı'yı bir ve aynı şey sayan öğretilerin ve inanç sistemlerinin genel adı Panteizm'dir. Kamutanrıcılık da denilen Panteizm'in temel ilkesine göre, evrende bulunan her şey tek bir Varlık'tan oluşmuştur. Gerçekte varolan bu tek Varlık'tır ve tüm nesne ve canlılar onun çeşitli görünümleridir. Eski gizemci ve ezoterik toplulukların çoğunda Panteist ilkeler benimsenmiştir. Felsefe olarak Stoacılık ve Neoplatonizm'de panteist anlayışlar vardır. Kabalacılık tümüyle panteisttir. Vahdet-i vücut anlayışı ile Tasavvuf 'ta da panteist olgu benimsenmiştir.
Birey, inisiyasyon yoluyla, kendinde zaten varolan bir özü canlandırmaktadır. Bu bir "iç" gerçekleşmedir. Bu nedenle, ezoterik inisiyasyon uygulanan kişinin, belirli bir takım özellik ve eğilimlere baştan sahip olması gereklidir.
İnisiyasyon'nın Batı dillerindeki karşılığı olan "initiation" sözcüğü, Latincedeki "initium" sözcüğünden türemiştir. "Initié" ise aslında "yola koyulmuş, başlamış" demektir. Ezoterizm'de en önemli kavram "İnisiyasyon"dır.
Ezoterizm (Batıniyye, İçreklik), bilgilerin ve görgülerin kapalı bir topluluk içinde ve aşamalı olarak verildiği çalışma ve öğreti sistemidir. Asıl gerçeklerin anlayabilecek yetenek ve bilgide olan kişilere aktarılabileceği görüşü ezoterik sistemin özüdür.
Sistemin üç önemli özelliği vardır:
1. Öğretiyi alacak olanların özenle seçilmelerinden sonra, inisiyasyon yöntemi ile topluluğa kabul edilerek, yine aynı yöntemle ilerlemeleri.
2. Öğretilerin bir dereceler silsilesi içinde verilmesinin yanısıra hiyerarşik yapı gözeten bir örgütlenmenin bulunması.
3. Öğretilerin kapsamında simge, allegori ve özdeyişlerin kullanılması.
Ezoterik yaklaşımın özü; bireyin kendi kendini aydınlatamaması olgusuna bağlıdır. Genelde, ezoterik öğreti uygulamasına karşın; bazen, Mistisizm (Tasavvuf, Gizemcilik) kavramı ile ezoterizm kavramı bu noktada ayrılırlar. Mistik kişi (mutasavvıf, gizemci) çoğu zaman elini eteğini dünyadan çekmiş bir "münzevi"dir, düzen ve denetim dışıdır, hatta disiplinsizdir. Gerçeğe bir anda "sezgi" yoluyla varabilir. Oysa, ezoterizm'de, kişi ancak "inisiyasyon"a dayalı (initiatique) bir örgüt tarafından ışığa kavuşturulabilir. Ezoterik örgüt kişiye, öncelikle ruhsal bir etki aşılar, sonra bu etkinin üzerine bir "öğreti" kurmaya çalışır; bunu yaparken de belirli bir hiyerarşik yapıyı ve disiplini izler. Mistisizm'in bazen salt bireysel düzeyde kalabilmesine karşın, ezoterizm daima örgütsel bir yapıdadır.

Mistisizm (Tasavvuf, Gizemcilik), duygu ve sezgiye dayalı bir inanç yolu olarak, us ile deney alanı dışında, duygu ve sezgilerle gerçeğe ulaşma anlayışıdır. Tanrıbilimsel açıdan, kişinin kendi içine kapanarak, Tanrı'yı kendinde araması biçiminde de tanımlanır. Mistisizmin son aşaması, Tanrı'nın varlığında eriyerek, kişiliğin yokedilmesidir.

İnisiye olan kişi üzerinde oluşturulan ruhsal etki, esas olarak, İnisiyasyon töreninin "haricilere aktarılamaz" olan temel niteliğidir. Aristoteles, Eleusis Gizemleri'nden söz ederken, "öğrenmek yerine hissetmek" diyordu.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Tasavvuf, İslâmın bildirdiği hedeflere ulaşmada etkili bir yoldur. Bu hedeflerden bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak. Yani kalp ve ruhunu, Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu sıfatlarla donatmaya çalışmak. İlahi ahlak, en kısa ifadesiyle, “Kur’an ahlakıdır:”

Sünnet-i seniyyeye ittiba. Yani, Resulullah’ın hayatını örnek almak, Onun gibi yaşamaya çalışmaktır. Sünnete ittiba, velayet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zenginidir. Kur’ân’ın ifadesiyle Hz. Peygamber, “usve-i hasene”dir (Ahzab, 51) Yani, model insandır, en güzel örnektir.

Nefsi terbiye. Tabiatında günahlara meyil bulunan nefis, terbiye ile güzel bir vaziyet kazanabilir. Nefis, ilk haliyle ham petrole benzer. Arındırılmazsa bir işe yaramaz, hatta zarar verir. Fakat iyi bir terbiyeden geçerse, ondan çok istifade edilir.

Kesb-i kemal, seyr-i cemâl. Bedenen büyüyen insan, ruhen de büyümelidir. “Büyük insan bedenen büyük olan değil, manen büyük olandır. Çekirdeğin ağaç olmaya çalışması gibi, insanın da hedefi, insan-ı kâmil derecesine ulaşmak olmalıdır. Bu dereceye gelen insan, İlâhi san’at eserlerini seyir ve temaşadan büyük bir haz ve lezzet alır. Kainat kitabının anlayışlı bir mütalaacısı olur.

Allah’a kurbiyet. Yani, Allah’a yakınlık kazanmak. Şüphesiz, bu kurbiyet, mekanî bir yakınlık değildir. Bir subayın rütbece ilerlediğinde padişaha daha yakın olması, veya bir talebenin ilimde ilerledikçe hocasına daha iyi muhatab olması şeklindedir.

İhsan mertebesine ulaşmak. Hz. Peygamberin (asm.) tarifinde ihsan, “Allah’ı görür gibi ibadet etmektir.
” Bu mertebedeki mümin, kendini Allah’ın huzurunda görür, huzur içinde yaşar. Daha cennete gitmeden, iç aleminde cennetin lezzetlerini hisseder.

İhlası elde etmek. İhlas, yapılan amelin Allah emrettiği için yapılmasıdır. Kurtuluş, ancak ihlas iledir. İhlasın zıddı, riyadır. Riya ise, yapılan işin gösteriş için yapılmasıdır. Kendi haline bırakılan nefis, riyaya yönelir. Terbiye edilen nefis ise, böyle aşağı şeylere tenezzül etmez; doğrudan doğruya Allah’a müteveccih olur.

Kaynaklar:
1. Nursî, Sözler, Sözler Yay. İst. 1987, s. 508
2. Nursî, Mektubat, s. 450
3. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 89
4. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 90
5. Buhâri, İman, 37; Müslim, İman, 1
 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
13
Evren ile Tanrı'yı bir ve aynı şey sayan öğretilerin ve inanç sistemlerinin genel adı Panteizm'dir. Kamutanrıcılık da denilen Panteizm'in temel ilkesine göre, evrende bulunan her şey tek bir Varlık'tan oluşmuştur. Gerçekte varolan bu tek Varlık'tır ve tüm nesne ve canlılar onun çeşitli görünümleridir. Eski gizemci ve ezoterik toplulukların çoğunda Panteist ilkeler benimsenmiştir. Felsefe olarak Stoacılık ve Neoplatonizm'de panteist anlayışlar vardır. Kabalacılık tümüyle panteisttir. Vahdet-i vücut anlayışı ile Tasavvuf 'ta da panteist olgu benimsenmiştir.[/COLOR]

Kardes eksiklerin ve yanlislarin var. Pantesizm ile vahdet-i Vucud birbirinden farkli tamamen baskadir. Panteizm tanimini vermissin tanimina gore tanri ve evren ic ice gecmistir. Yada halk diliyle hersey tanridir.Yani tabiatda ve evrende olan hersey bir butun halinde tanriyi olusturur.

Simdi Allah c.c. aski icin su tanima bak elinide vicdanina koy. Vahdet-i Vucud la ne alakasi var. Genelde elestirilerde (yani vahdet-i Vucuda) siz hersey Allah c.c. dir (Hasa) yada evrende olan her bir parcada Allah c.c. vardir (Hasa) derler (genelde de hariciler yani vehhabiler yani gunumuzdeki adlari ile selefler derler)

Vahdet-i Vucud da zaten salik evreni ve maddeyi kabul etmiyor ki hersey Allah c.c. desin (hasa) Onlarin gorusu madde vehimdir ve sadece Allah c.c. vardir derler. Yani maddenin varligini red ederler. Eger ki soyle elestiri yapsaniz kardesim maddeyi nasil red edersin eger maddeyi red edersen Allah c.c. in mulk aleminde sifatlarina nasil bir mana bulucaz o zaman. diye bir elestiri yapsaniz bu konuyu ilmi olarak senle tartisiriz.

Ama gozunu seveyim ilkokul cocugu gibi Vahdet-i Vucud esittir panteizm dir diye bir konu acma. Acma ki ilmi konusabilecegimiz bir ortam olsun. Yani sitelerde goruyorum bu tur konular sig konular. O zaman ne diycez ekberi tarikatina bagli muridlere kafirmi oldunuz diyecez.

Ya Naksibendler ne yapaicak ya. Vahdet-i Suhud da salik Vahdet-i Vucud mertebesine de cikar fakat farkli olarak mertebe olarak yukselen salik sonra asagi dogru iner ve irsadina devam eder. Yani basit seklinde anlatmaya calisiyorum ki herkes anlayabilsin. Biri sarhosluk halinde kalirken (Ve bunlarda benim en son geldigim nokta budur derken) Vahdet-i Suhud da salik ayIlIr ve derki bu mertebelerin sadece biridir.

Diger yazdiklarini daha okumadim okuyunca cevap yazarim.
 

El-Endulusi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
8 Nis 2012
Mesajlar
376
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
13
Günümüz Tasavvuf İnancı
1. Mürşit
• Günümüzde peygamber mesleğini icra eden kişi

Bu yalandir. Ama eger iskender evrenesoglundan bahsediyorsan o bizim konumuz degil. Hicbir seyh Peygamberlik meslegini icra etmez. Varisi deseydin gene bir nebzede tartisiriz senle. AMa bu soz yalandir.

• Kullarla Allah arasındaki engelleri kaldıran kişi

Bunda kinaye varsa yalandir. Eger desenki cahil bir kisiye dinini tovbeyi namazi Allah c.c. nasil kul olacagini gosteren deseydin dogru derdik.

Allah’ın izniyle kâinatta tasarruf sahibidir. Yani evreni yönetmede yetki sahibidir

Evreni yonetme yetki sahipligi nedir? Eger Ricali Gayb Meclislerinden (Yani gavslar Kutuplar 3ler 7ler 40lar 300ler miclisi) bahsediyorsan onun tartisilma yeri siteler degildir kardes.

Nefsi kötülüğü emretmeyen kişi(Nefsi safiye)

Bundan eger gunahsizdir manasi vermissen yalandir.


• Allahın razı olduğu kişi

Bunda sasilacak birsey yok aslinda Allah c.c. hepimizden razi fakat biz kendi yaptiklarimizla kendimize zulm ediyoruz. Kendi nurundan ufledigi bir varlikda razi olmaz olurmu Allah c.c.Kaniti ise bunca kafir hergun O na isyan etmesine ragmen hala onlara rizk veriyor.

Allah tarafından kullarını terbiye etmesi için seçilen kişi

Simdi senin tarih bilgin vardir. 124000 peygamberden (Bir rivayetde daha fazla) bahsediyoruz degilmi. Eskiden Peygamberler cok gonderilirdi insanlari dogru yola iletmek icin. fakat Hz.Rasulullahdan s.a.v sonra bu kapi kapandi. Bu sebeple Peygamber s.a.v ummetimin alimi beni israilin peygamberleri gibidir buyurmustur. Her yuzyilda bir din yenileyicisi cikar. (Yani bunu yanlis anlama halki Allah a davet eden kisi diyelim. Olen sunnetleri canlandiran halka ilim irfan dagitan. ikinci 1000 yilin müceddidi Imam Rabbani kuddise sirruh veya yakin tarihden Bediuzzaman Said Nursi gibi..

• Her işinde Allah’ın rızasına uygun hareket eden kişi

Dogru bizimde dusurumuz odur.

Müritleri terbiye eden kişi

Sadece muridler degil halkida.(Cubbeli AHmet Hocamiz gibi)

• Nefis terbiyecisi

Yol gostericisi diyelim.

Allah’ın özel dostluğunu kazanmış esrarengiz vasıfları olan, insanüstü güçlere sahip, kendisinden hep hikmetli ve kerametli işlerin hâsıl olduğu kişi.

Bu laflardan kerameti anliyorum. Fakat dikkat soz soyleyelim kerameti inkar eden kafirdir Ehli SUnnet Akaidine gore. Evet boyle zatlarin kerametleri vardir.

Kendisine sığınılan bir sığınak. Bir şeyler bulunması ümit edilen maden kaynağı

Eger medrese komur ocagi mi? dersen hayir derim. Kimi gelir cevher bulur kimi gelir komur ocagi bulur. Ben cevher buldum bak sen komur ocagi bulmussun.

Asıl veren yüce Mevlâ’dır. Mürşid sadece onun takdir ve taksimine göre dağıtım yapar

Orasi as evi degil. Allah c.c. neyi nasip etmissin o olur. Kaderde yazar vakti gelince kaza olur.

Hıristiyanlıktaki Azizler, Şia mezhebinde Ayetullah ve Tasavvufta Evliya (Mürşidi Kâmil)birbirine çok benzer

Orda duralim. Bu iftiradir. Hristiyanlar Rablestirdiler sianin ben bile hala ne yaptiklarini cozemedim. Bizde ise sadece Allah c.c. vardir. Ask sevgi sadece Allah c.c. a dir. Mursidimiz basimizin tacidir ama sadece insandir. Anladin degilmi?

Hıristiyanlıkta Azizlere büyük bir sevgi ve saygı vardır. Azizler adeta dinin yeryüzündeki sahibidirler. Gördükleri bu tazim ve itibar nedeniyle bir gün gelip Allah (c.c.) katın da kendilerine öylesine yetkiler vermişlerdir ki; İnsanlara dünyada iken cennetten arazi satmışlar onların günahlarının affı için kendilerinde büyük yetkiler tayin etmişlerdir.

Kardes bu konuyu yanlis yere acmissin git bunu hristiyanlara soyle.

Hatta bir gün geldiğinde İncil’e bile müdahale ederek tahrif etmişlerdir. Hıristiyanlar günah işledikleri zaman bu Azizleri bulup onların yanında günahlarını itiraf ederek Allah’tan af dilerler ve günahlarının çıktığına inanırlar. Çünkü onlara göre bu azizler Allah’ın katında yetki sahibidirler, Allah tarafından seçilmişlerdir.

Kardes tarih bilgin yok. Incile mudahale eden azizler degil roma imparatorlugu idi. iznik konsulunu arastir. Neyse bizim konumuz degil. Bu konuda hristiyanlarla ilgili. Bize anlatacagina onlara anlatsana belki hidayete vesile olursun.

Kendilerini İsa’ya teslim etmişler, hayatlarını O’na adamışlardır. Bu nedenle onların affına vesile olurlar.
Hıristiyanlarda azizler Allah’ın izniyle bir zamanlar cennetten yer satıyorlardı. Şia ve bazı tarikatlarda da veliler Allah’ın nurunu onun takdirine göre taksim ederler..

Guzel hikaye. Uykum olmadigi gunlerde okur okur esnerim kardes. kusura bakmada cocukca bir mesaj. Bir sonrakine geciyorum.

Şia ve tarikatlarda, İmamlar; Allah katından ( ledünni) bir ilme sahiptirler Şia’da ve tarikatlarda Kur'an’ın bir batını ve birde zahiri olduğu ve batınını herkesin bilemeyeceği, ona imamların yada diğer adıyla mürşidi kâmillerin vâkıf olabileceğine inanılır

Senle siaya baya iyi salliyorsun. benim anlamadim hemde bu sitede sii biri gelipde sahabeden onune gelene sallarken sen nerelerdeydin bende bunu merak ediyorum. Samimi degilsin kardes. Konuya gelirsek Ledun ilmini inkar eden kafir olur (ehli sunnete gore) Kuranda 2 mana oldugu asikardir. Inkar eden kafir olmaz ama Ehli Sunnetin disina cikar. (Hadislerle sabittir) Kuranin kapali manalari vardir Hz.Peygamber s.a.v bunlari arastirmamiz gerektigini ogutlemistir bizde onu yapiyoruz. Ledun ilminin ogretilmesine gelince Insallah Hizir a.s. gorur isen ona sorariz.


Allah’tan ilham alırlar, ümmete gelen bütün feyiz ve maneviyat ancak onlar sayesinde olur. Onların aracılığı olmadan hiç kimseye, irşad, hidayet, nur ve feyiz gelmez

Beyazid Bistami k.s. Uveys Karani k.s. Rabiatul adeviyye k.s. Hallac k.s Bisr Hafi k.s. Ibrahim Bin Ethem k.s. Abdullah Ibn Mubarek k.s. ......vs daha ben sana cok yazarim silsilesi olmadan feyz alanlari. gecelim.


Peygamberimiz (s.a.v.)’in bu konudaki şu hadisi şerifinin ne kadar da bu güne işaret ettiği görülecektir; Ebu Said el-Hudri’nin bildirdiğine göre: “Sizden öncekilerin izlerini kuşkusuz karış karış,arşın arşın takip edeceksiniz. Onlar bir kertenkele deliğine girmiş olsalar, siz arkalarından gideceksiniz. Dedik ki;Yahudi ve Hıristiyanlar mı? Ya kim olabilir? Dedi.

Konumuzla alakasi yok.

Mürşidin ervahı (ruhaniyeti) hiçbir zaman sofiden ayrı değildir.Her daim sofinin nefsinin neler fısıldadığını duyup bilmek zorundadır.Eğer duyamasaydı yani Allah-u Teala ona bu yetkiyi vermeseydi o da kişiyi terbiye edemezdi
Velî, fevkalâde rûhânî kudretlerle mücehhez olduğu için, artık toplumda ona karşı korku ile karışık bir saygı duygusu hâkim olmaya başlar. Velîye karşı yapılacak herhangi bir saygısızlığın, çarpılma, âniden veya feci bir şekilde ölüme yakalanma vs. şeklinde cezalandırılacağına inanılır. Buna paralel olarak, velînin sözkonusu rûhânî kudretinden, birtakım iyiliklerin cezbedilmesi ve kötülüklerin giderilmesi yolunda faydalanma arzusu doğar (feyz ve bereket kavramı).

Feyz bereket dogru. Hadisde yuzleri sizi Allahc.c. hatirlatanlarla birlikde olun deniyor. Geri kalan carpilma aniden olume yakalanma seklinde cezalandirma hikayedir gecelim.



Nihayet, dünyada bu tarzda menfaati sağlanacak olan velînin öbür dünya da Allah katında yardımcı olması için onu memnun etme çabası ortaya çıkar ve bunun sonunda bir tatmin duygusu müşâhede edilir. Bütün bu sosyal ve psikolojik faktörler kültün teşekkülünü tamamlamış olur. Ancak, burada, kültün oluşmasında âdeta bir harç vazifesi gören "kerâmet" kavramının önemine bir daha işaret etmek yerinde olacaktır. Zira kültün gelişip yayılmasını, yerine göre mahallî olmaktan çıkıp genelleşmesini sağlayacak olan da odur.

Kardes sen bunu psikoloji okuyan genclere yaz.
Yerine aileden biri geçer

Yanlis. Sana yuzlerce ornek veririz aileden biri gecmedigine dair. En yakini Haci Ali Haydar Efendi Hz.leri k.s. Seyhimiz Mahmud Efendi k.s. akraba yada kan bagi yoktu. Sen bunu Padisahlarla karistirdin.

Malka Huşuka (Karanlıklar kralı);bakışı dağları devirir,soluğu demiri eritir.(Madden dini)
Mısırda firavun tanrının yeryüzünde temsilcisidir.Her vakit tanrıyla görüşebilirdi.Yetkilerini tanrıdan alırdı.

Kardes hayirdir filmi ceviricen. Yani bu kadarina da pes diyecem ya gecenin bu saatinde bunlara cevap verdim. Toplasan ilmi olarak incir kabugunu doldurmaz ya neyse artik. Eyvallah
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Bu yalandir. Ama eger iskender evrenesoglundan bahsediyorsan o bizim konumuz degil. Hicbir seyh Peygamberlik meslegini icra etmez. Varisi deseydin gene bir nebzede tartisiriz senle. AMa bu soz yalandir.



Bunda kinaye varsa yalandir. Eger desenki cahil bir kisiye dinini tovbeyi namazi Allah c.c. nasil kul olacagini gosteren deseydin dogru derdik. DİYORSUNUZ.

AMA YALAN , ÇÜNKÜ peygamberlerin mesleği irşaddır, öylemi; peki size göre mürşidlerde irşad yapmıyor mu....



Evreni yonetme yetki sahipligi nedir? Eger Ricali Gayb Meclislerinden (Yani gavslar Kutuplar 3ler 7ler 40lar 300ler miclisi) bahsediyorsan onun tartisilma yeri siteler degildir kardes. DİYORSUNUZ

Kısaca anlat bir bu gayb erleri ve başı olan gavs-kutup ne iş yapar size göre ,
Sonrada dersiniz Allahın izniyle yaparlar bu işleri, Allahın iznine dair senedleriniz ise şeytani uydurmalardır.



Bundan eger gunahsizdir manasi vermissen yalandir. DİYORSUNUZ , ama yalan , çünkü ne dediğimi gayet iyi biliyorsunuz. aşağıda açıklayacağım.....



Bunda sasilacak birsey yok aslinda Allah c.c. hepimizden razi fakat biz kendi yaptiklarimizla kendimize zulm ediyoruz. Kendi nurundan ufledigi bir varlikda razi olmaz olurmu Allah c.c.Kaniti ise bunca kafir hergun O na isyan etmesine ragmen hala onlara rizk veriyor. DİYORSUNUZ VE ÇARPITIYORSUNUZ, onlardan Allah razı diyorsunuz , Allahtan haber alıyorsunuz herhaldeki biliyorsunuz Allahın razı olduğunu. Bu inanış nebevi bakışa terstir, kabala mistizmidir..


Simdi senin tarih bilgin vardir. 124000 peygamberden (Bir rivayetde daha fazla) bahsediyoruz degilmi. Eskiden Peygamberler cok gonderilirdi insanlari dogru yola iletmek icin. fakat Hz.Rasulullahdan s.a.v sonra bu kapi kapandi. Bu sebeple Peygamber s.a.v ummetimin alimi beni israilin peygamberleri gibidir buyurmustur. Her yuzyilda bir din yenileyicisi cikar. (Yani bunu yanlis anlama halki Allah a davet eden kisi diyelim. Olen sunnetleri canlandiran halka ilim irfan dagitan. ikinci 1000 yilin müceddidi Imam Rabbani kuddise sirruh veya yakin tarihden Bediuzzaman Said Nursi gibi.. ÖNCE DİNİ ÇARPITIN ,SÜNNETTEn AYRILIP BAŞKA DÜNYALARIN ADAMI OLUN SONRADA BEKLEYİNKİ MÜCEDDİD GELSİN DİNİ YENİLESİN... KİMMİŞ BU DİNİ BOZANLARDA RABBANİ VE SAİDİ NURSİ YENİLEMİŞ.... Bİ BAKIN TARİHE HALLaÇLARMI, ARABİLERMİ,FARABİLER İBNİ SİNALARMI ...
KENDİSİ MUHTAÇ HİMMETE
BİLMEMKİ KİME HİMMET EDE DEDE



Dogru bizimde dusurumuz odur.DİYORSUNUZ Her işinde Allahın rızasına göre hareket eden kişiye günahsız demiş olmuyorsunuz yani.... elbet onu diyorsunuz... az öncede günahsızdır diyorsan nyalan diyordun.. kim yalancı şimdi...



Sadece muridler degil halkida.(Cubbeli AHmet Hocamiz gibi)



Yol gostericisi diyelim. önce insan kendini bir terbiye etse iyi olmazmı, nebevi sünnete uysa....pegamber as. nasıl yaşadı..bir baksa...Yol belli iz belli , ama ne tarafı gösterdikleri malum... hinduizm...



Bu laflardan kerameti anliyorum. Fakat dikkat soz soyleyelim kerameti inkar eden kafirdir Ehli SUnnet Akaidine gore. Evet boyle zatlarin kerametleri vardir. ŞU EFENDİLER BİR KERAMET GÖSTERSELERDE MÜSLÜMANLARI BU HALDEN KURTARSALAR OLMAZ MI? Üç cahili şeytani illizyonlarla kandırmak kolay değil mi? Allah size göre bu cahillre keramet göstermeye izin verir ama iş müslümanları zelillikten kurtarmaya gelince ,durmu der sizin efendilrerinize...


Eger medrese komur ocagi mi? dersen hayir derim. Kimi gelir cevher bulur kimi gelir komur ocagi bulur. Ben cevher buldum bak sen komur ocagi bulmussun. Allah mübarek etsin...Bulduğun cevheri geçenlerde budist rahibin biride sahipleniyordu...




Orda duralim. Bu iftiradir. Hristiyanlar Rablestirdiler sianin ben bile hala ne yaptiklarini cozemedim. Bizde ise sadece Allah c.c. vardir. Ask sevgi sadece Allah c.c. a dir. Mursidimiz basimizin tacidir ama sadece insandir. Anladin degilmi?TAMAM DURALIM. Söyle hiristiyanlar nasıl rableştirdi azizlerini. Peygamberinin sünnetinde veya kitabında olmayan şeyleri çıkardıkları için değil mi? Şimdi sizin bu efendiler, çakra zikrini, aleme tasarrufu, rabıtayı, darda kalanlara yatişmeyi hangi kitaptan, hangi sünnetten aldılar


Kardes bu konuyu yanlis yere acmissin git bunu hristiyanlara soyle. DİYORSUN, senin efendilerde cübbesinin cebinde cennete götürmüyor mu. Onları razı edip cennete gitmeye çalışmıyormu tasavvuf erbabı...


Kardes tarih bilgin yok. Incile mudahale eden azizler degil roma imparatorlugu idi. iznik konsulunu arastir. Neyse bizim konumuz degil. Bu konuda hristiyanlarla ilgili. Bize anlatacagina onlara anlatsana belki hidayete vesile olursun. diyorsun... aziz diye sahip çıktıkları şarlatanlar değil mi iseviliği hiristiyanlığa çeviren, belamlar değilmi dini yörüngesinden çıkaran. Zaten cahil halkın ne işi olur dinin kelami tarfıyla imamını taklit eder, dinini yaşamaya çalışır... Diner asıl zra veren , yanlış inançları içine sokan din adamları değil mi?



Guzel hikaye. Uykum olmadigi gunlerde okur okur esnerim kardes. kusura bakmada cocukca bir mesaj. Bir sonrakine geciyorum. DİYORSUN rabbim uyandırsın... bazı hikayeler vardırki ,hayatın kendisidir....


Senle siaya baya iyi salliyorsun. benim anlamadim hemde bu sitede sii biri gelipde sahabeden onune gelene sallarken sen nerelerdeydin bende bunu merak ediyorum. Samimi degilsin kardes. Konuya gelirsek Ledun ilmini inkar eden kafir olur (ehli sunnete gore) Kuranda 2 mana oldugu asikardir. Inkar eden kafir olmaz ama Ehli Sunnetin disina cikar. (Hadislerle sabittir) Kuranin kapali manalari vardir Hz.Peygamber s.a.v bunlari arastirmamiz gerektigini ogutlemistir bizde onu yapiyoruz. Ledun ilminin ogretilmesine gelince Insallah Hizir a.s. gorur isen ona sorariz. Diyorsun ... görülen veya gördüğünü iddea edenler şeytanla karşılaşıyor haberin olsun.. hızır kılığında şeytanla hemhal oluyor, ondan sonrada dine yeni şeyler sokuyorlar.... şii konusuna gelince o sahabeye zarar veremez.. ama siz ümmetin imanını yakıyorsunuz ..size cevap ehli sünnete göre farzı kifaye dir...



Beyazid Bistami k.s. Uveys Karani k.s. Rabiatul adeviyye k.s. Hallac k.s Bisr Hafi k.s. Ibrahim Bin Ethem k.s. Abdullah Ibn Mubarek k.s. ......vs daha ben sana cok yazarim silsilesi olmadan feyz alanlari. gecelim. Diyorsun kisel safsatalardan başkasını yazacağın yok...Abdullah Ibn Mubarek konusunu bir daha araştır... kardeş kendi mezhep imamı dururken insanlar niye başka fikirlerin amellerine sarılıyor... sen bilirsin bir anlat hele... sen ki... alim,arif,fadıl,basiret-firaset ehli bir adamsın madem niye ....




Konumuzla alakasi yok. DİYORSUN... tamda konuyu anlatıyor.. uyan eeeeyyyy.. kardeş uyan ,çağıran Allah resulü as.



Feyz bereket dogru. Hadisde yuzleri sizi Allahc.c. hatirlatanlarla birlikde olun deniyor. Geri kalan carpilma aniden olume yakalanma seklinde cezalandirma hikayedir gecelim. DİYORSUN ... sen hiç tasavvuf kitabı okumuyorsun herhalde...minah, işaretler... bir oku ondan sonra konuşalımmm...




Kardes sen bunu psikoloji okuyan genclere yaz. diyorsun... aklı gençleride unutmamak lazım değil mi...


Yanlis. Sana yuzlerce ornek veririz aileden biri gecmedigine dair. En yakini Haci Ali Haydar Efendi Hz.leri k.s. Seyhimiz Mahmud Efendi k.s. akraba yada kan bagi yoktu. Sen bunu Padisahlarla karistirdin.

sayalım istersen...
şahı nakşbenden sonra damadı attar
rabbaniden sonra oğlu masum.... inan çok uzun gerisini sen biliyorsundur zaten... yerine oğlu,kardeşi veya damadı geçmediyse araştır , başka bir iş vardır... sizin efendilerin sadatlarına bak bir...



Kardes hayirdir filmi ceviricen. Yani bu kadarina da pes diyecem ya gecenin bu saatinde bunlara cevap verdim. Toplasan ilmi olarak incir kabugunu doldurmaz ya neyse artik. Eyvallah
Film san sen, senin inancına sokmuşlar bunları.. uykun geldiğiiçin rüyada sanıyorsun kendini... uyan ... hesap var... uyan... bakışlarıyla (sen nazarı de) alemi irşad etmiyor mu senin efendiler... benim gördüklerim ediyordu...bak daha gelişmişi var... sen de oraya intisab et... (sadatın nazarı dağları devirir sözünü bir araştır kim söylemişl...) neyse uyu sen... Allah yardımcımız olup bizi rızasına ulaştırsın. bizi kendimize ve din simsarlarına bırakmasın amin..selam ve dua ile ..
 

haşimdoğan

Yasaklı Kullanıcı
Katılım
19 Nis 2011
Mesajlar
48
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
selamun aleykum

aslında tartışmaktan hep uzak durmaya çalışırım o yüzden müdahale değil kendi düşünce iklimimi beyan etmek isterim.

bir kişi kainat gibi olabilir, bir rasul gibi aleyhisselam ve onun aleyhisselam oğlu gibi de olabilir. firavun bir rasul aleyhisselam gibi de görülebilir.

bunların gerçek sebebi ise ben dahi ALLAHU teala gibi derim ki ile başlayan kuran-ı hakim tilavetidir.

ayete iman denen şey eğer aynen de yaşamaksa bu haller olur. bir ayet de alem ibrahim aleyhisselamın oğlu ismail aleyhisselam gibi okunmaya başlar ve o alemde olan kişi kendini hem bir baba hem bir oğul gibi hisseder. bu durumdan istese de kaçamaz.

bu yüzden kişi kuran-ı hakimi beyan eden zat-ı ecelden kulluk farkıyla ayrılmaya çalışır. evet ALLAHU teala bütün bu hallere şahittir ve bu halleri yaratandır ancak ben onun teala misafiri olarak bu alem ben değilim demelidir.

zahiren kuran-ı hakimle hasımlaşır evet der ben anladım ve bildim ki ALLAHU talanın sözü gibi söz olmaz ve yaratılan her şey ancak kul olarak ona teala gelicidir der.

mesela ALLAHU derken teala der. muhammed derken aleyhisselatu vesselam der. yani kuran-ı hakim yani ALLAHU teala gibi diyemem ben kulum ve acziyetimi beyan için gerekirse başka bir ayetten yardım almaya ve o ayetlerle ayakta kalmaya o ayetlere misafir olmaya mecburum der.

tasavvuf denen şey alemin rabbin teala kulu olduğunun idraki olmalıdır.
bu açıdan kul ALLAHU tealanın sözünün kendisi değil, ALLAHU tealanın kulu olmak zorunluluğunu hissder. HZ.BEDİÜZZAMAN imanın insanı kainat kadar yapabileceğinden bahseder.

işte bu noktada kişi şahitlerden olur ve ŞAHİT tealanın ne demek istediğini anlar. ve şahit olduğu hususlar bakımından kuran-ı hakimin lafzından başka lafızlarla dua ya başlar. namazlara salavatlar ekler, subhanekeler okur. virdler yapılır ve kuran-ı hakimden başkaca ancak ona yön alan mevkilerlede emr bekler olur.

tesbihlerle ALLAHU tealaya kulluğunu beyan eder.
bu nedenle tasavvuftaki anlayış kuran-ı hakimi asla ve kata ALLAHU teala gibi terennüm etmeyin olacaktır. ben dahi onun teala gibi derim ki diyerek sizin olmayan bir mülkte şeriklik yapmayın.

yoksa alemlerin rabbinin terbiye ettiği bir alanda okunan ayetin yaratılmış mekanında kalırsınız ve asla sizi ALLAHU tealadan başkası kurtaramaz. bugün kendimi bir baba gibi hissettim bir kimseye hayır işlemesi konusunda yardım ettim veyahut bugün böyle bir his zerrece yok bir kimseye evlat gibi yardım etmek istedim denen duygular bu ayetlerin zikri sırasında oluşan ihlaslarla diğerine galip gelen duygular olmaktadır.

anlaşılan bir katta yapılan tilavetin makbul olup olmadığı dünya ahalisini seyrederek resmen mukarreblerin gözlerinin önüne serdedilmektedir.
ihlası savaşla kazanan bir ayet, ihlası bir hayrın yayaılmasında arayan başka bir ayete galip gelince çıkan savaş bile ALLAHU tealanın emriyle olur diyebiliriz.

ALLAHU teala bizlerden razı olsun.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Kardes eksiklerin ve yanlislarin var. Pantesizm ile vahdet-i Vucud birbirinden farkli tamamen baskadir. Panteizm tanimini vermissin tanimina gore tanri ve evren ic ice gecmistir. Yada halk diliyle hersey tanridir.Yani tabiatda ve evrende olan hersey bir butun halinde tanriyi olusturur.

Simdi Allah c.c. aski icin su tanima bak elinide vicdanina koy. Vahdet-i Vucud la ne alakasi var. Genelde elestirilerde (yani vahdet-i Vucuda) siz hersey Allah c.c. dir (Hasa) yada evrende olan her bir parcada Allah c.c. vardir (Hasa) derler (genelde de hariciler yani vehhabiler yani gunumuzdeki adlari ile selefler derler)

Vahdet-i Vucud da zaten salik evreni ve maddeyi kabul etmiyor ki hersey Allah c.c. desin (hasa) Onlarin gorusu madde vehimdir ve sadece Allah c.c. vardir derler. Yani maddenin varligini red ederler. Eger ki soyle elestiri yapsaniz kardesim maddeyi nasil red edersin eger maddeyi red edersen Allah c.c. in mulk aleminde sifatlarina nasil bir mana bulucaz o zaman. diye bir elestiri yapsaniz bu konuyu ilmi olarak senle tartisiriz.

Ama gozunu seveyim ilkokul cocugu gibi Vahdet-i Vucud esittir panteizm dir diye bir konu acma. Acma ki ilmi konusabilecegimiz bir ortam olsun. Yani sitelerde goruyorum bu tur konular sig konular. O zaman ne diycez ekberi tarikatina bagli muridlere kafirmi oldunuz diyecez.

Ya Naksibendler ne yapaicak ya. Vahdet-i Suhud da salik Vahdet-i Vucud mertebesine de cikar fakat farkli olarak mertebe olarak yukselen salik sonra asagi dogru iner ve irsadina devam eder. Yani basit seklinde anlatmaya calisiyorum ki herkes anlayabilsin. Biri sarhosluk halinde kalirken (Ve bunlarda benim en son geldigim nokta budur derken) Vahdet-i Suhud da salik ayIlIr ve derki bu mertebelerin sadece biridir.

Diger yazdiklarini daha okumadim okuyunca cevap yazarim.

ibni arabi"" insan istesede puta tapamaz, çünlü taptığı şeyde Allah tır """ diyorsa bu nedir, panteizmden başka.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
selamun aleykum

aslında tartışmaktan hep uzak durmaya çalışırım o yüzden müdahale değil kendi düşünce iklimimi beyan etmek isterim.

bir kişi kainat gibi olabilir, bir rasul gibi aleyhisselam ve onun aleyhisselam oğlu gibi de olabilir. firavun bir rasul aleyhisselam gibi de görülebilir.

bunların gerçek sebebi ise ben dahi ALLAHU teala gibi derim ki ile başlayan kuran-ı hakim tilavetidir.

ayete iman denen şey eğer aynen de yaşamaksa bu haller olur. bir ayet de alem ibrahim aleyhisselamın oğlu ismail aleyhisselam gibi okunmaya başlar ve o alemde olan kişi kendini hem bir baba hem bir oğul gibi hisseder. bu durumdan istese de kaçamaz.

bu yüzden kişi kuran-ı hakimi beyan eden zat-ı ecelden kulluk farkıyla ayrılmaya çalışır. evet ALLAHU teala bütün bu hallere şahittir ve bu halleri yaratandır ancak ben onun teala misafiri olarak bu alem ben değilim demelidir.

zahiren kuran-ı hakimle hasımlaşır evet der ben anladım ve bildim ki ALLAHU talanın sözü gibi söz olmaz ve yaratılan her şey ancak kul olarak ona teala gelicidir der.

mesela ALLAHU derken teala der. muhammed derken aleyhisselatu vesselam der. yani kuran-ı hakim yani ALLAHU teala gibi diyemem ben kulum ve acziyetimi beyan için gerekirse başka bir ayetten yardım almaya ve o ayetlerle ayakta kalmaya o ayetlere misafir olmaya mecburum der.

tasavvuf denen şey alemin rabbin teala kulu olduğunun idraki olmalıdır.
bu açıdan kul ALLAHU tealanın sözünün kendisi değil, ALLAHU tealanın kulu olmak zorunluluğunu hissder. HZ.BEDİÜZZAMAN imanın insanı kainat kadar yapabileceğinden bahseder.

işte bu noktada kişi şahitlerden olur ve ŞAHİT tealanın ne demek istediğini anlar. ve şahit olduğu hususlar bakımından kuran-ı hakimin lafzından başka lafızlarla dua ya başlar. namazlara salavatlar ekler, subhanekeler okur. virdler yapılır ve kuran-ı hakimden başkaca ancak ona yön alan mevkilerlede emr bekler olur.

tesbihlerle ALLAHU tealaya kulluğunu beyan eder.
bu nedenle tasavvuftaki anlayış kuran-ı hakimi asla ve kata ALLAHU teala gibi terennüm etmeyin olacaktır. ben dahi onun teala gibi derim ki diyerek sizin olmayan bir mülkte şeriklik yapmayın.

yoksa alemlerin rabbinin terbiye ettiği bir alanda okunan ayetin yaratılmış mekanında kalırsınız ve asla sizi ALLAHU tealadan başkası kurtaramaz. bugün kendimi bir baba gibi hissettim bir kimseye hayır işlemesi konusunda yardım ettim veyahut bugün böyle bir his zerrece yok bir kimseye evlat gibi yardım etmek istedim denen duygular bu ayetlerin zikri sırasında oluşan ihlaslarla diğerine galip gelen duygular olmaktadır.

anlaşılan bir katta yapılan tilavetin makbul olup olmadığı dünya ahalisini seyrederek resmen mukarreblerin gözlerinin önüne serdedilmektedir.
ihlası savaşla kazanan bir ayet, ihlası bir hayrın yayaılmasında arayan başka bir ayete galip gelince çıkan savaş bile ALLAHU tealanın emriyle olur diyebiliriz.

ALLAHU teala bizlerden razı olsun.

kardeş inan yazdıklarından genel bir şeyler anladım ama , çok afaki,soyut anlatmışın. Bizim seviyemize indirirsen sevinirim..
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
sürekli aynı yazılar dönüyor siz gerçekten yazılanları okuyormusunuz ve yine aynı şeyleri söylüyorum ama rica ederim okuyun SAPTIRMAYIN...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bazı tarîkat kahramanlarına nispet edilen bu söz, zaman zaman yanlış kullanılmaktadır. Şöyle ki: Bu söz, bir mürşide bağlanmayı ifade eder. İnsan o sınırlı aklıyla gerçekler aleminin bütünüyle kavrayamaz. Kendisinin bir yaratıcısı olduğunu bilse bile, o yaratıcının kendisinden neler istediğini, emir ve yasaklarının neler olduğunu, önündüki ölüm yolculuğunun ötesinde ne gibi alemler bulunduğunu, hangi hallerin, fiillerin ve sözlerin onu cennete, hangilerin cehenneme götüreceğini bilemez. Bu noktada Kur’anın ve o İlâhî fermanı insanlara tebliğ eden Resulullah’ın irşadına muhtaçtır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
“Âlimler peygamberlerin varisleridir” (Aclûnî, II, 64) hadisinin hükmünce, âlimler mürşittirler. Onlara uymayıp derslerini dinlemeyen bir kişi, hocadan uzak duran bir öğrenciye benzer. Bu öğrencinin cahil kalması ve kötü yollara düşmesi kaçınılmazdır.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Nefsin terbiye edilmesi ve kalbin tasfiyesi yani bütün kötülüklerden arındırılması için de büyük mürşitlerin keşfe dayalı olarak ortaya koydukları bir takım esaslar vardır. Bir kişi o büyük zatları dikkate almadan bu yola kendi başına girdiği taktirde bir takım yanlışlıklar yapabilir ve kendisine bilmeyerek zarar verir. Tıpta bir kişi nasıl diyeti kendi aklınca yapmıyor onu bir doktorun gözetimi altında ve belli kurallara uyarak icra ediyorsa, bir kişi tarikat yoluna kendi başına girmemeli ve o yolun bir safhası olan riyazeti de kendi kendine uygulamaya kalkışmamalıdır.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt