Peygamberlerin Dâvetlerinin Özellikleri
1- Rabbânîlik:
Kur’an’da peygamberlik, Allah’ın kulları arasından seçtiği şahıslara verdiği bir lütuf ve rahmet olarak takdim edilir. İnsanların kendi istek ve çabalarıyla bu unvânı elde etmeleri mümkün değildir. Peygamberlerin, Allah tarafından bu görev için tercih edildiğini
Âl- İmrân, 33;
Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;
A’râf, 144...),
Allah "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol."
onların seçkin
Neml, 59;
De ki: "Hamd Allah'ındır ve selam O'nun seçtiği kullarının üzerinedir. Allah mı daha hayırlı yoksa onların ortak koşmakta oldukları mı?"
Sâd, 47)
Ve gerçekten onlar, bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır.
kişiler olduğunu belirten âyetlerin yanında; Allah’ın, peygamberliği dilediği kimselere vereceğini ifade eden âyetler de vardır. Hiçbir peygamber, düşünüp taşınıp kendi aklına göre, “şöyle bir sistem ortaya koyayım” diyerek işe başlamamıştır ve başlamaz. Doğrudan doğruya Allah, insanlar içinden bir kimseyi peygamber yapmayı diler. Vakti gelince, tamamen peygamberlik için yaratılmış bu seçkin insana, peygamberlik vazifesini duyurur, o da peygamberliğini ilân eder. Nübüvvet, Allah’ın istediğine verdiği bir görevdir. O, ne akıl, ne çalışma, ne çok ibadet ve ne de verâset yoluyla ulaşılacak bir şey değildir. Onların getirmiş olduğu her şey, vahiyden ibarettir. Onlardan her biri, şöyle der: “Ben yalnızca bana vahy olunana uyuyorum.”
(6/En’âm, 50;
De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"
A’râf, 203...)
Onlara bir ayet getirmediğin zaman: "Sen Onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana" derler. De ki: "Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için de bir hidayet ve bir rahmettir."
Bulundukları çevre şartları, ekonomik ve sosyal hâdiseler, onların konumlarını asla değiştiremez. Onlar, bildikleri yolda hedeflerine varmaya çalışırlar. Vazifelerini yaparlarken de, muhâtaplarının kabul veya reddi onları pek bağlamaz. Onların vazifesi, sadece tebliğ edip anlatmak ve ilâhî emirleri tatbik etmekten ibarettir. Muhâliflerin dedikleri, söyledikleri veya yaptıkları, onların tavırlarını değiştirmez. Mesajlarını, çarpıtmadan, eğip bükmeden net bir şekilde toplumlarına iletirler. Dâvâları adına tâviz vermeleri, kat’iyyen düşünülemez. “Ayı bir eline, güneşi diğer eline koysalar, peygamberler, bu dâvâlarından kesinlikle vazgeçmezler.”
1- Rabbânîlik:
Kur’an’da peygamberlik, Allah’ın kulları arasından seçtiği şahıslara verdiği bir lütuf ve rahmet olarak takdim edilir. İnsanların kendi istek ve çabalarıyla bu unvânı elde etmeleri mümkün değildir. Peygamberlerin, Allah tarafından bu görev için tercih edildiğini
Âl- İmrân, 33;
Gerçek şu ki, Allah, Adem'i, Nuh'u, İbrahim ailesini ve İmran ailesini alemler üzerine seçti;
A’râf, 144...),
Allah "Ey Musa" dedi. "Sana verdiğim risaletimle ve seninle konuşmamla seni insanlar üzerinde seçkin kıldım. Sana verdiklerimi al ve şükredenlerden ol."
onların seçkin
Neml, 59;
De ki: "Hamd Allah'ındır ve selam O'nun seçtiği kullarının üzerinedir. Allah mı daha hayırlı yoksa onların ortak koşmakta oldukları mı?"
Sâd, 47)
Ve gerçekten onlar, bizim katımızda seçkinlerden ve hayırlı olanlardandır.
kişiler olduğunu belirten âyetlerin yanında; Allah’ın, peygamberliği dilediği kimselere vereceğini ifade eden âyetler de vardır. Hiçbir peygamber, düşünüp taşınıp kendi aklına göre, “şöyle bir sistem ortaya koyayım” diyerek işe başlamamıştır ve başlamaz. Doğrudan doğruya Allah, insanlar içinden bir kimseyi peygamber yapmayı diler. Vakti gelince, tamamen peygamberlik için yaratılmış bu seçkin insana, peygamberlik vazifesini duyurur, o da peygamberliğini ilân eder. Nübüvvet, Allah’ın istediğine verdiği bir görevdir. O, ne akıl, ne çalışma, ne çok ibadet ve ne de verâset yoluyla ulaşılacak bir şey değildir. Onların getirmiş olduğu her şey, vahiyden ibarettir. Onlardan her biri, şöyle der: “Ben yalnızca bana vahy olunana uyuyorum.”
(6/En’âm, 50;
De ki: "Size Allah'ın hazineleri yanımdadır demiyorum, gaybı da bilmiyorum ve ben size bir meleğim de demiyorum. Ben, bana vahyedilenden başkasına uymam." De ki: "Kör olanla, gören bir olur mu? Yine de düşünmeyecek misiniz?"
A’râf, 203...)
Onlara bir ayet getirmediğin zaman: "Sen Onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana" derler. De ki: "Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için de bir hidayet ve bir rahmettir."
Bulundukları çevre şartları, ekonomik ve sosyal hâdiseler, onların konumlarını asla değiştiremez. Onlar, bildikleri yolda hedeflerine varmaya çalışırlar. Vazifelerini yaparlarken de, muhâtaplarının kabul veya reddi onları pek bağlamaz. Onların vazifesi, sadece tebliğ edip anlatmak ve ilâhî emirleri tatbik etmekten ibarettir. Muhâliflerin dedikleri, söyledikleri veya yaptıkları, onların tavırlarını değiştirmez. Mesajlarını, çarpıtmadan, eğip bükmeden net bir şekilde toplumlarına iletirler. Dâvâları adına tâviz vermeleri, kat’iyyen düşünülemez. “Ayı bir eline, güneşi diğer eline koysalar, peygamberler, bu dâvâlarından kesinlikle vazgeçmezler.”