Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Nebî ve Rasül; Anlam ve Mâhiyeti (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Nur suresi ayet 51.
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve peygambere çağırıldıkları vakit: "İşittik, itaat ettik" demek, ancak mü'minlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.”

Allah ve Resûlünün hükmü karşısında ikinci tip insan ise şöyledir: Böyle bir durumda mü’minlerin sözü ise, aralarında hüküm vermesi için Allah ve Resûlüne dâvet edildikleri zaman, şöyle derler, işittik ve itaat ettik. Allah ve Resûlünün hükmüne müracaat edildi mi işte denmesi gereken, yapılması gereken budur. Bir mü’mine düşen sadece işittik ve itaat ettik demektir. Evet demek ki kişi önce Allah ve Resûlüne müracaat edecek, tüm hayat problemlerinin çözümünde Allah ve Resûlüne gidecek, baş vuracak, Allah ve Resûlünün hükmüne kulak verecek, onu anlayacak sonra da kesinkes ona boyun bükecek, itaat edecek ve teslim olacak. İşte dünyada da, âhirette de felaha erenler, kurtuluşa erenler bu mü’minlerdir.

Evet demek ki Allah ve Resûlüne çağrıldığı zaman, Allah ve Resûlünün hükümlerine çağrıldığı zaman, Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine dâvet edildiği zaman iki tip insan görülecekmiş. Birincisi işittik ve itaat ettik, işittik ve gereğini yerine getirmeye yöneldik diyen müslüman tipi, ikincisi de inandık dedikleri halde Allah ve Resûlünün hükümlerinden, kitap ve sünnetten yüz çeviren münâfık tip.

Biliyoruz ki Allah ve Resûlünün hükümlerine dâvet sadece o döneme mahsus bir hadise değildir. Şu anda da Allah’ın kitabına, Resûlünün sünnetine dâvet söz konusudur. Şu anda bir hayat problemiyle karşı karşıya mı bulunuyoruz? Çözümlenecek bir problem mi var? Bir ihtilâf mı var? Bir konuda muhakeme mi olmak istiyoruz? Bir konuda bir karar mı vereceğiz? Bir tavır mı belirleyeceğiz? Bir eylem mi gerçekleştireceğiz? Gelin bu problemi Allah ve Resûlüyle çözümleyelim. Gelin Allah ve Resûlünün hükmüne müracaat edelim. Gelin Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine başvuralım. Gelin Allah ne diyorsa onu peygamber örnekliliğinde anlayalım denildiği zaman bugün de bu iki tip insanın varlığını görüyoruz. Hemen Allah ve Resûlünün hükmüne teslim olanları ve bundan süratlice kaçanları bugün de görüyoruz. Ben bu konudaki problemlerimi başkalarıyla çözerim diyerek Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine müracaat yerine başkalarına müracaat edenleri görüyoruz.

Bunlar dün de bugün de inanmadıkları halde inanmış görünen münâfıklardır. Allah’ın hükmüne, Allah’ın kitabına, Allah’ın yasalarına ve peygamberin pratikte uygulamalarına çağrılırken Müslümanız dedikleri halde buna razı olmayarak başka başka hayat tarzları, başka başka yasalar, başka başka hayat programları arayışı içine girenler, başkalarının kanunlarını uygulamadan yana bir tavır sergileyenler kesinlikle bilelim ki münâfıklardır. Allah ve hükmüne razı olmayarak, Allah Resûlünün istediği bir hayatı yaşamayarak başka başka hayat anlayışlarına yönelenler kesin münâfıktırlar.

Allah’a itaat, peygambere itaattir; peygambere itaat, Allah’a itaattir. Allah ve Resûlünün arasını ayırmaya kimsenin hakkı yoktur. Ben Allah’a itaat ederim, Allah’ın kitabına itaat ederim ama Resûlüne itaat etmem, Resûlünün sünnetine itaat etmem demeye hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Allah’a itaat Onun kitabıyla mümkündür, Resûlüne itaat onun sünnetiyle mümkündür. Şu anda dünya üzerinde Allah’ın kitabı da Resûlünün sünneti de vardır. Allah’ın kitabı da Resûlünün sünneti de dimdik ayaktadır.

Ama dün de, bugün de kimi münâfıklar biz Allah’ın hükümlerine itaat ederiz, Allah’ın kitabına tabi oluruz, lâkin peygamber bizim için bağlayıcı değildir diyorlar. Halbuki Kur’an-ı Kerîmin pek çok yerinde vurgulanan peygamberin hükmüne itaat emri sadece o dönem insanlarını bağlayan bir emir değildir. Bu emir sadece Rasûlullah efendimizin kendi dönemiyle, kendi hayat süresiyle sınırlı değildir. Ra-sûlullah efendimizin Müslümanlar adına aldığı kararlar kıyâmete kadar geçerlidir. Rasûlullah efendimizin sünneti kıyâmete kadar bizim için bağlayıcıdır. Allah’ın Resûlü kıyâmete kadar tek otorite insan olarak kalacaktır. Bir insanın gerçek Müslüman olup olmadığına bu otoriteyi kabul edip etmediği, bu otoriteye itaat edip etmediği belirleyecektir. Ona itaat edenler mü’min, itaat etmeyenler de kâfir sayılacaktır.

Evet demek ki peygamber (a.s) bizim hakkımızda bir şey söyleyecek, bir hüküm verecek, peygamber bizim durumumuzu bir karara bağlayacak, bizim adımıza bir karar alacak. Şöyle giyinin, böyle yaşayın, şunu yapın, bunu yapmayın diyecek, aldığı bu karar bizim aleyhimize de olsa, lehimize de olsa, hoşumuza da gitse, huzurumu-zu da kaçırsa onun bizim adımıza verdiği bu kararı kabul etmek, hem de içimizde en ufak bir isteksizlik, kalbimizde en fak bir burukluk, yüzümüzde en küçük bir işmizaz hissetmeden teslim olup uygulamak zorundayız. Peygamberi hayatımızda karar mercii bilmek zorundayız. İhtilâf mercii, karar mercii olarak peygamberimizin hayatımızda evet ve hayır deme yetkisinde olduğunu kabul etmedikçe Müslüman olamayacağımızı asla unutmayacağız.

Ve üstelik bizim adımıza karar verme makamında olan peygamberin bizim adımıza aldığı kararlara tam tamına teslim olup onları uygularken de kalbimizden en ufak bir tereddüt geçirmeden uygulamadıkça Müslüman sayılmayacağımızı bir an bile hatırımızdan çıkarmamalıyız. Onun emir ve yasaklarından zerre kadar bir şüphe etmediğimiz gibi, ona akıl verip yol göstermeye de kalkışmayacağız.

Nur suresi ayet 52
“Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.”

Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, kim Allah’ı ve Resûlünü hayatında hüküm mercii, karar mercii kabul ederse, kim Allah ve Resûlünün istediği bir hayatı yaşarsa ve Allah’tan ciddi bir şekilde haşyet duyar, Ona karşı gelmekten, Onun emir ve yasaklarını çiğnemekten, Onu razı edememekten korkarsa, Ona itaatsizlikten tir tir titrerse ve Onun için muttaki olur, Onun koruması altına girer, Onun belirlediği gibi hayatını Onun için yaşarsa işte fâizûn olanlar, başarılı olanlar onlardır. İşte başardı diyebileceğimiz, işte kurtuldu, işte başarıya imzasını attı diyebileceğimiz kimseler bunlardır. Allah’a ve Resûlüne itaat edenler, Allah ve Resûlünün dediği gibi yaşayanlar, hayatlarını Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetiyle düzenleyenler, Allah ve Resûlünün haram-helâl sınırlarına riâyet edenler; felaha erip, başarılı olanlardır.

Rabbimiz nerede kendisine bir itaatten söz etmişse hemen orada peygamberine de itaat istiyor. Çünkü Rasûlullah efendimiz Al-lah’ın yeryüzünde sözcüsüdür. Rabbimiz indirdiği kitabın pratiğe aktarılma görevini peygamberine vermiştir. Tabii kitabının pratikte uygulanma yetkisini peygamberine verirken aynı zamanda ona itaat edilme yetkisini de birlikte vermiştir.

Kelime-i şehadeti söyleyen biri, bu sözüyle, bu ikrarıyla Allah’a itaati kabullendiği gibi, peygamberine itaati da kabullenmiş demektir. Ben Allah’ı kabul ederim, Allah’a itaat ederim, ben Allah’ın kitabına itaat ederim, ben eşhedü en la İlâhe illallah derim ama ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlühü demem diyen bir insan Müslüman olamaz. Ben Allah’a itaat ederim ama elçisine itaat etmem diyen bir insan da Müslüman sayılmayacaktır. Çünkü eğer Rasûlullah efendimizin verdiği hükümler sadece Kur’anın aktarımı olmuş olsaydı, bu Kur’an’ın dışında peygambere hiçbir yetki verilmemiş olsaydı o zaman Rabbimiz bu kitabında ısrarlı bir şekilde kendisinden sonra peygamberine itaat istemezdi, bana itaat edin derdi.

Rabbimiz kendi hükümlerinde başka Rasûlullah efendimizin de hüküm verme yetkisinden söz etmezdi. Kendisinin haram ve helâl kılma yetkisinden başka Rasûlullah efendimizin haram ve helâl koyma yetkisinden de söz etmezdi. Madem ki Rabbimiz kendisine itaatle birlikte Resûlüne itaatten, kendi verdiği hükümlerin yanında Resûlünün de hükümlerinden, kendi haram ve helâl sınırlarını belirleme yetkisiyle birlikte Resûlünün de haram ve helâl sınırları belirleme yetkisinden söz ediyor ise o zaman ben Müslüman’ım diyen kimseye düşen de Allah ve Resûlüne itaatten başkası değildir.

Allah kendisine ibadet edilecek, kendisine kulluk yapılacak tek İlâhtır, tek Rab’dir. İbadet edilecek sadece O var, Rasûlullah (a.s) da Onun kulu ve elçisidir. İtaat edilecek bir makamda olmakla beraber Rasûlullah efendimiz bir kuldur. Hüküm verme yetkisine rağmen sadece bir kuldur. Bu iyi bilinmelidir. Allah’la peygamber karıştırılmamalıdır. Rasûlullah efendimiz asla İlâh makamına, Rab’lik makamına ge-çirilmemelidir. Dua edilecek olan, secde edilecek olan, sığınılacak olan, yardıma çağrılacak olan, bizi öldürecek, diriltecek olan, bize rı-zık verecek olan, bize icabet edecek olan sadece Allah’tır. İstenmesi gereken sadece Allah’tır. Ölümsüz olan, bâkî olan sadece Allah’tır. Muhammed (a.s) bir beşerdir, bir insandır, bir kuldur, ölümlüdür.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Furkan suresi ayet 27
O gün her zalim öfkesinden parmaklarını ısırarak şöyle der; "Keşki Peygamber'in yoldaşı olsaydım. "

Evet "O gün her zalim öfkesinden parmaklarını ısırır."

Ona ısırmak için tek elin parmakları yetmiyor; bir o elin parmaklarını bir bu elin parmaklarını ısırıyor, ya da her iki elinin parmaklarını birlikte ısırıyor. Parmak ısırmakta somutlaşan pişmanlığının ateşi o kadar yüksektir. "Öfkeden parmak ısırmak" bilinen bir harekettir. Burada psikolojik bir durumu sembolize etmekte, onu somut bir ifadeye kavuşturmaktadır. Devam ediyoruz:

"Keşki Peygamber'in yoldaşı olsaydım' der."

Keşki Peygamber'in yolunu izleseydim, O'ndan ayrılmasaydım, O'nun peşini bırakmasaydım! Adam bu sözleri kim için söylüyor? Kim için olacak. Peygamberliğini inkar ettiği, Allah tarafından peygamber olarak gönderildiğini bir türlü içine sindiremediği Peygamber'imiz için söylüyor!

Furkan suresi ayet 28
"Eyvah, keşki falancayı dost edinmeseydim!"

"Eyvah, keşki falancayı dost edinmeseydim."

Adam "falancayı" diyor, belirsizlik yansıtan bir ifade kullanıyor. Amaç, Peygamber'in yolundan alıkoyan, yüce Allah'ı anmaktan uzaklaştıran bütün dostları ve arkadaşları akla getirmemizi sağlamaktır. (Bize ulaşan bazı bilgilere göre bu ayetlerin iniş sebebi şudur: Müşriklerin Ukbe b. Ebu Muıt, Peygamberimiz ile sık sık görüşür, sohbet ederdi. Adam, bir gün Peygamberimizi evine çağırmıştı. Peygamberimiz, ona Kelime-i şahadet getirmedikçe yemeğini yemeyeceğini söyledi. Bunun üzerine adam Kelime-i Şahadet getirdi.

Adamın arkadaşı olan Ubeyy b. Halef onu paylayarak "Sen dininden mi döndün?" dedi. Adam dedi ki; "Vallahi hayır, dinimden dönmedim; Muhammed konuğumdu ve yemeğimi yemek istemiyordu, ondan utandığım için isteği üzerine Kelime-i Şahadet getirdim." Bunun üzerine Ubeyy, adama "Hayır, Muhammed'in yanına varıp başını çiğnemedikçe ve yüzüne tükürmedikçe seninle aramız düzelmez" dedi. Adam da Darünnedve'ye vardı, orada Peygamberimizi secdeye varmış durumda yakaladı ve Ubeyy'in kendisinden istediklerini yaptı.

Bunun üzerine Peygamberimiz, adama "Eğer seninle Mekke dışında karşılaşırsam kesinlikle kafanı kılıcımla uçuracağım" dedi. Bir süre sonra Bedir Savaşı sırasında Peygamberimizin emri üzerine Hz. Ali, adamı öldürdü.)

Furkan suresi ayet 29
"Bana Kur'anın mesajı geldikten sonra o beni Allah'ı anmaktan alıkoydu. Zaten şeytan, insanı ayarttıktan sonra yüzüstü bırakır. "

"Bana Kur'anın mesajı geldikten sonra O beni Allah'ı anmaktan alıkoydu." Buna göre o insanı yoldan çıkaran şeytanın kendisi idi, ya da şeytanın çömezi idi. Devam edelim:

"Zaten şeytan, insanı ayarttıktan sonra yüzüstü bırakır."

Şeytan insanı perişanlıklara sürükler. Ciddi dostluğun gerekli olduğu yerde, kara günde sıkıntı zamanında insanı yüzüstü bırakır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ahzab suresi ayet 21
"Andolsun, size, Allah'ı ve âhiret gününü umanlara ve Allah'ı çokça zikredenlere Allah'ın rasûlü'nde güzel bir örnek vardır."

Muhakkak ki Allah’a ve âhiret gününe inananlar için Allah’ın Resûlünde sizin için güzel bir örnek vardır. Allah’ı çok çok zikreden kimseler için. Rasûlullah nasıl Allah için bir hayat yaşıyorsa siz de ya-şayın. O nasıl Allah yolunda savaşıyorsa siz de savaşın. Allah düş-manı müttefik güçlere karşı o nasıl direnç gösteriyorsa siz de öylece sabır ve direnç gösterin.

Evet Rasûlullah efendimizin tüm hayatı bizim için en güzel bir örnektir. Çünkü Allah’ın Resûlü örnek kuldur, form dilekçedir. Allah bizden istediği kulluğu onun şahsında örneklemiştir. Size gönderdiğim bu elçim gibi bir hayat yaşayın buyurmuştur. Tabii Rasûlullah efendimizin örnekliği sadece kendi dönemi ashabını değil, kıyâmete kadar tüm mü’minleri bağlayacaktır.

Üsve, arkasından gidilecek, takip edilecek nümune-i imtisâl demektir. Evet Allah’ın Resûlü tüm sözlerinde, tüm fiillerinde, tüm ha-yatında mü’minler için takip edilmesi gereken bir örnektir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Ahzab suresi ayet 39
"O peygamberler ki Allah'ın emirlerini insanlara tebliğ ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar."

Yine o peygamberler Allah’ın risâletini, Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ediyorlar, tebliğ edenlerdir onlar. Ve sadece Allah’tan haşyet duyan, sadece Allah’tan korkan, sadece Allah hatırını güden kimselerdirler onlar. Yalnız Allah emrine boyun eğen, yalnız Allah’ı dinleyen, O’ndan başkalarını asla hesaba katmayan kimselerdir onlar.

İşte bu peygamber özelliğidir ve müslümanlar da bu peygamber özelliğine sahip olmalıdırlar. Yasa neyi gerektiriyorsa, Allah neyi emretmişse, nasıl yapmamızı istiyorsa öylece yapmalıyız ve onu yapmamıza hiçbir şey engel olmamalıdır. Çünkü hesap görücü olarak, hesaba çekici olarak Allah yeter, başka hiç kimseye ihtiyacımız da, minnetimiz de yoktur. Başka hiç kimseye hesap ödemeyeceğiz. Kabirde bizi insanlar karşılamayacak, dirilince bizi insanlar hesaba çekmeyecekler ki onları da hesaba alalım. Mahşerde, mahkeme-i küb-râ’da büyük hesap görücü sadece Allah’tır. Öyleyse niye Allah’tan başkaları için bir hayat yaşayalım? Niye Allah’tan başkalarını memnun etme yoluna girelim?
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Hadid suresi ayet 25
"Muhakkak ki Biz, peygamberlerimizi açık delillerle/mûcizelerle gönderdik. İnsanlar, aralarında adâleti hâkim kılsınlar diye, o peygamberlere kitap ve ölçü/nizam indirdik. Biz demiri de indirdik ki onda büyük bir kuvvet ve insanlar için faydalar vardır. Bu, Allah'ın dinine ve peygamberlerine görmeden yardım edenleri belirlemesi içindir. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, daima üstündür. "

Andolsun ki Biz Resullerimizi apaçık belgelerle, apaçık âyetlerle, apaçık kanıtlarla gönderdik. Hakkı, doğruyu, gerçeği net ve açık bir şekilde insanlara anlatan, gösteren âyetlerle, yahut da peygamberlerimizi destekleyen âyetlerle onları gönderdik. Aynı zamanda o peygamberlerle beraber insanlara kılavuzluk yapacak, onlara hakkı, cennet yolunu, sırat-ı müstakimi gösterecek, onları dosdoğru Allah yoluna, cennet yoluna iletecek kitaplar da gönderdik.

Bir de ölçüyü, dengeyi indirdik. Hakkı bâtılı açıklayan, hakkı bâtıldan ayıran, hakkın ve bâtılın ne olduğunu belirleyen bir ölçü de indirdik. Ne için yapmış bütün bunları Rabbimiz? İnsanlar adâlet içinde olsunlar diye. İnsanlar hakkı, doğruyu, adâleti bilsinler de Allah’ın istediği biçimde adiller olsunlar, yeryüzünde Allah’ın istediği gibi bir adâlet uygulasınlar, insanlar arasında adâletle hükmetsinler, insanları adâletle ayakta tutsunlar, insanlara adâleti emretsinler, adâletle ayakta dursunlar diye.

Allah peygamberlerini bir kitapla göndermiştir. Her peygamberin kitabı mı var ki? Demeye kimsenin hakkı yoktur. Çünkü kitap denince onun yazılı bir metin olması gerektiğini kim söylemiş? Kitabın yazılı olma şartı yoktur. Kitabımızın başka âyetlerinin beyanına göre Rabbimiz tüm peygamberlerine mutlaka vahiyde bulunmuştur. Her peygambere hayatlarını düzenleyecek bilgi ulaştırmıştır.

Bakın En’âm sûresinin 84, 85 ve 86. âyetlerinde Rabbimiz peygamberlerini art arda sıralar. İshak, Yakub, Nuh, Dâvûd, Süleyman, Eyyub, Yusuf, Mûsâ, Harun, Zekeriya, Yahya, Îsâ, İlyas’ ı (a.s) saydıktan sonra da buyurur ki:

“İşte kendilerine kitap, hüküm ve Peygamberlik verdiklerimiz bunlardır. Kâfirler onları inkâr ederlerse, inkâr etmeyecek bir milleti onlara vekil kılarız.”
(En’âm 89)

Halbuki bu elçilere yazılı bir kitap verildiğini bilmiyoruz. Öyley-se kitap için yazılı olma şartı yoktur. Kitap yazılı olma şartı olmadan yasadır, yazgıdır, hayat programıdır. Her bir peygamberle beraber Velî olan Rabbimiz, velâyeti altındaki kullarına yasalarını, isteklerini göndermiş, bildirmiştir ki, onların tümüne kitap diyoruz.

Peygamberler, kitaplar gönderilmesinin, mizanın indirilişinin sebebi birey ve toplum hayatında adâletin uygulanmasıdır. Fert ve toplum hayatında bu kitap uygulanmalı ki, adâlet açığa çıksın. İnsanların bireysel, toplumsal hayatlarında, ekonomik dünyalarında, hukuklarında, eğitimlerinde ve hayatlarının her bir alanında adâletin açığa çıkması için bu kitabın uygulanması gerekmektedir. Yani bu kitap sadece insanların vicdanlarına hitap eden bir kitap değil, tüm toplum hayatını düzenleyecek bir kitaptır. Tüm bireysel ve toplumsal ilişkileri, tüm bireysel ve toplumsal hakları ve görevleri en âdil bir şekilde belirleyecek olan bu kitaptır. Tüm bireysel ve toplumsal problemlerin çözümü bu kitaptadır. Bulunduğunuz her bir ortamda hangi problem, hangi hak gündeme gelirse gelsin. Kadın hakkı mı, erkek hakkı mı? İşçi hakkı mı, işveren hakkı mı? Öğretmen, öğrenci hakkı mı, ana-ba-ba hakkı mı? Allah hakkı mı, kulların hakkı mı? Bunu ancak bu kitap çözecektir. Bunun dışında bunları çözeceğine inandığımız başka hiçbir kaynak yoktur.

İnsanlar her şeyin ölçüsünü bir üst varlıktan, her şeyi bilen bir yüce varlıktan almak zorundadırlar. Evlenmede, boşanmada ölçü Allah’tandır. Sevmede, küsmede, kazanmada, harcamada, ana-baba olmada, sosyal, siyasal, ekonomik, hukuksal yapılanma alanında ölçü, her alanda ölçü Allah’tandır. Denge Allah’tandır. Bu ölçüye, bu dengeye uymayan insanlar ölçüsüz ve dengesizdirler.

Bu kitapla birlikte ince bir adâlet terazisi de indirmiştir ki, o her şeyi ölçer, her konuda ölçüyü vazeder. Tüm hakları o belirler. Tüm a-mel ve hareketleri, tüm tavır ve davranışları o mizana vurur. Her şeyi o dengeye getirir. Kitap, kendisine arz edilen şeylerin doğruluğunu, bâtıllığını ölçüp biçip ortaya koyma makamındadır.

Meselâ bu amel Allah’ın rızasına uygun bir ameldir, ama şu öyle değildir. Şu Allah’ın razı olduğu sistemdir, ama bu değildir. Şu kıyafet Allah’ın razı olup istediği kıyafettir, bu Allah’ın istediği kıyafet değildir. Allah’ın istediği kazanma harcama şöyledir, böyle değildir. Allah’ın istediği düğün, kazanç, terbiye, çocuk eğitimi, tapınma, ulviyet, kutsiyet, zikir, takva modeli şöyle olmalıdır, böyle olmamalıdır de-me yetkisine sahiptir bu kitap.

Rabbimiz bu kitapla ince bir adalet terazisi indirmiştir. Her şeyin ölçüsünü bu kitap belirleyecektir. Yani tüm hayat bu kitaba arz edilecek, bu kitabın terazisine konulacak. Bu kitabın tasdik ettiği, tamamdır, doğrudur, münasiptir dediği doğru olacak, yanlıştır dedikleri de yanlış olacaktır.

Veya bu mizan ile kastedilen şey, bu kitabın sosyal hayatta uygulanan ve terazi gibi her şeyi yerli yerine oturtan, her şeyi en güzel ve en doğru biçimde tartarak hak ve bâtılın, doğru ve yanlışın, zulüm ve adâletin farkını ortaya koyan, her şeyi ortaya çıkaran şerîat olduğu söylenmiştir. Yani bu kitabın pratiği anlamına gelen şerîat hayata hakim oldu mu, her şey dengeye gelecek. Her şey, tüm hayat yerli yerine oturacak. Her inanç, her düşünce, her anlayış, her amel tartılarak sonucunun ve değerinin ne olduğu açıkça ortaya dökülecektir.

Onun içindir ki kendi hayatlarının, kendi düşüncelerinin, kendi anlayışlarının, kendi yasalarının bâtıllığının, boşluğunun açığa çıkacağından korkanlar, Kur’an’ın ortaya koyduğu bu mizanın, yâni onun öngördüğü, onun ortaya koyduğu şerîatın uygulanmasına izin vermi-yorlar. Bu mizanın, bu terazinin açığa konmasına tahammül edemi-yorlar. Zira Allah’ın koyduğu ve milim şaşmayan bu terazide gerek kendileri, gerekse kendi yaptıkları sosyal kanunları tartıldığı zaman, onunla mukayese edildiği zaman kendilerinin de, yaptıkları kanunların da beş para etmediği açığa çıkacaktır. İşte bundan korkanlar bu terazinin ikâmesine izin vermiyorlar. Allah’ın sisteminin uygulanmasına imkân tanımıyorlar. Yeryüzünün en küçük bir bölgesinde, en ufak bir köyünde bile bunun uygulanmasına tahammülleri yoktur adamların.

Bunlar kesinlikle biliyorlar ki, yeryüzünün en küçük bir köyünde bile bu şerîat uygulanmaya başladığı zaman tüm dünyanın ekonomistleri, tüm dünyanın hukukçuları, tüm dünyanın sosyal bilimcileri bu köye gelerek uygulanan bu sistemin eşsizliğini, mükemmelliğini görecek ve diğer sistemlerin ve anlayışlarınsa onun yanında hiçbir değer ifade etmediklerini görecek ve bunu anlayacaklardır. İşte tüm dünya kâfirleri, tüm dünya müstekbirleri bundan korktukları için, Kur’-an’ın pratiği diyebileceğimiz bu şerîatın, bu terazinin, bu mizanın hayata hakim olmasını istemiyorlar. Dünyanın en küçük bir köyünde, en ufak bir kasabasında bile bunun uygulanmaya başlamasına izin ver-miyorlar. Anlatılmasına izin veriyorlar. Belki tebliğine müsaade ediyorlar ama uygulanmasına asla. Çünkü uygulanmayan bir sistemin anlatılması ve insanlar tarafından kabullenmesi de mümkün olmayacaktır. Şu anda bu mizanın, bu İslâm şerîatının tümüyle uygulandığı örnek olarak gösterebileceğimiz bir karış toprak yoktur yeryüzünde. Sadece teorik olarak anlatılanlar vardır ve bir zamanlar bu sistem yaşanmıştır demenin dışında yapabileceğimiz bir şey de yoktur.

Âyetin devamında da Rabbimiz kendisinin gönderdiği ölçülere uymayanlar için bakın şöyle buyuruyor:

“Yine bir de Biz demiri indirdik, demiri yarattık ki onun içinde çok büyük şiddet vardır ve aynı zamanda insanlar için onda bir menfaat vardır.” Bir de demir yaratmıştır Allah. Bir de demiri farz kılmış, var kılmıştır Rabbimiz. Hakikaten bizi bu dünyada yaratan Rabbimiz bizim bu dünyada neye ihtiyacımız varsa, onu da bu dünyada bulundurmuştur. Herhalde madenler içinde en çok gereksinim duyulan şey demirdir. Bizim ihtiyaçlarımızı bizden daha iyi bilen Rabbimiz, bu dünyada bolca demir yaratmıştır. Meselâ bu dünyada bizim en çok muhtaç olduğumuz havayı, suyu çok yaratmıştır. Bu dünyada en çok bulunan nîmetler bunlardır.

Demirin içinde bir şiddet vardır. Eğer bu dünyada insanlar bu dünyanın sahibine boyun eğmezlerse, o zaman demir onlar için bir şiddet, bir ceza unsuru olarak kullanılacaktır. Bıçak olarak, kılıç olarak, top, tüfek, tank olarak. Ama onda bunun dışında insanlar için başka menfaatler de vardır. İnsanların bu dünyada rahat bir hayat ya-şamaları için gerekli olan teknolojik eşyaların yapımı bu demirden olacaktır. İş makineleri bu demirden yapılacaktır. Bu demiri insanlar kullanacaklar, ondan istifade edecekler, ama ulaştıkları rahatlıkları ve teknolojik güçleriyle Rabblerine kafa tutmaya, O’na isyan etmeye kalkıştıkları zaman da bu demir dünyada onları cezalandırma unsuru olacağı gibi, âhirette de onların başlarını ezecek demirden tokmaklar olacaktır.

Dünyada peygamberlerin gönderildikleri hakkın, hakikatin ikâmesinde kullanılacak bir demirden söz ediliyor. İnsanların yeryüzünde Allah’a kul olmalarına, insanların yeryüzünde Allah’ın gönderdiği adâleti ve kulluğu uygulamalarına kim engel olmuşsa, işte orada demir gündeme gelecektir. “Bak böyle yaparsan, demir var ha!” denilecektir. Öyleyse sûrenin adını aldığı demiri yerinde kullanmamızı isti-yor Rabbimiz. Bıçağın nerede kullanılması gerektiğinin ölçüsü de yine Allah’tan olacaktır. Onunla ekmek mi kesilecek, yoksa adam mı kesilecek? Bunu Allah söyler. Meselâ Dâvûd (as) zırh yaparak demiri kullanmıştır.

Böylece O’na kim yardım eder? O’nun yardımına kim nail olur? Kendisine, kendi dinine, resullerine kim sahip çıkıp yardım eder bunu ortaya çıkarmak, açığa çıkarmak için. Görmedikleri halde peygamberlerinin gıyaben kendilerine verdikleri haberlere iman edip onlara nasıl yardım edeceklerini ortaya çıkarmak için. Allah elbette güçlüdür, Azîzdir. Yani Allah öyle etkin ve egemendir ki, nasıl isterse öylece hareket edecek ve yardım edecektir. Böylece gıyaben kendisine inanan, kendisine ve dinine arka çıkan insanları ortaya çıkarmıştır Rabbimiz.

Ama sakın ha sakın, bu Allah’ın sizin yardımınıza muhtaç olduğu, peygamberlerin sizin desteğinize muhtaç olduğu zehabına götürmesin. Kesinlikle bilesiniz ki Allah Gavî’dir, Azîz’dir. Mutlak galiptir, yenilmezdir. Kimseye ihtiyacı yoktur O’nun. Sadece kendilerine verilen bu imkânları kendi dinine, elçilerine destekte mi kullanacaklar, bunu ortaya çıkarmak içindir bunun sebebi.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Peygamberlerin Özellikleri


Peygamberler, "nübüvvet/peygamberlik" kurumunu hayata geçiren elçilerdir.
Onlar, Allah’tan aldıkları dini, insanlara öğretirler. Her türlü zorluğa katlanarak insanları tevhîde, kurtuluşa dâvet ederler.
Bu dâvetleri için insanlardan hiç bir karşılık beklemezler. Kendilerini dinlemeyen inkârcıların ve haddi aşanların kınama ve eziyetlerine aldırmazlar.
Peygamberleri, insanı ve insanla ilgili her şeyi bilen Allah seçer.
İnsanlar kendi istekleriyle peygamber olamazlar. Peygamberleri insanlar kendi aralarından seçselerdi, şüphesiz en uygununu değil; belki en kuvvetlisini, kendilerine hoş geleni, veya makam sahiplerini, üstünlük taslayan zorbaları seçerlerdi.

İnsanlara önderlik etmeye kalkışan nice bilginler, filozoflar, nice sultanlar, onları bölmüşler, onları lâyık olmadıkları halde kendilerine itaateçağırmışlar, hatta zorlamışlardır. Üstünlük ölçüsü olarak renkleri, zenginliği, sosyal statüleri temel almışlardır. Peygamberler ise insanları yalnızca Allah’a ve takvâya çağırmışlardır. Allah (c.c.) bütün insanlara peygamberler göndermiştir. Bütün peygamberler de, insanlara tevhid dinini anlatmıştır. Hiç bir peygamber diğer nebîleri yalanlamamış; bir sonra gelen bir öncekini doğrulamıştır.

Peygamberler insanları en doğru yola, ahlâka, şerefe, insanlığa, dünya ve âhiret mutluluğuna dâvet etmişlerdir. Kendileri en yüce ahlâka sahip oldukları gibi, insanları da o üstünlüğe çağırmışlardır. Onlar, insanların hayatına güzellikleri, adâleti, yardımlaşmayı hâkim kılmaya çalışmışlardır. Zulmü, haksızlığı, sömürüyü, cehaleti, düşmanlığı, ahlaksızlığı kaldırmaya gayret etmişlerdir.

Onlar, peygamber olarak gönderildikleri toplumun öncüsü idiler. Kavimlerine hem vahyi öğretiyor, hem de din ve dünya işlerine ait sorunlarını çözüyorlardı. Peygamberler birer beşer/insandırlar. Hepsi de Allah’ın kullarıydı. Ancak onların peygamber olmalarına sebep olacak üstün özellikleri vardı. Bu özellikleri (sıfatları) sebebiyle, diğer insanlardan farklılaşıyorlar ve risâlet (peygamberlik) görevini yükleniyorlardı.

Nübüvvet kurumu Allah’a aittir.
Rabbimiz, yarattığı insanın tüm ihtiyaçlarını ve zayıf taraflarını bildiğinden dolayı, onun için gerekli ilâhî bilgileri, şeriatleri ve prensipleri nübüvvet yoluyla göndermiştir. Bu kurum, Rab ile O’nun kulları arasında haberleşmenin yoludur. Bu haberleşme Allah’tan insana doğru "vahy" ile; insandan Allah’a doğru "duâ ve ibâdet" ile olmaktadır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İnsanların Peygamberlere İhtiyacı

Nübüvvet, insanın yeryüzündeki konumunu, görevlerini, geliş yerini ve varacağı yeri, gücünü ve kapasitesini gösterir, öğretir. Bu durum, insanlık için bir okul gibidir. Hayatın nasıl yaşanacağını insan bu okulda öğrenir. Nübüvvet, insanlar için bir "örneklik" kurumudur. İnsanın Allah karşısındaki konumunu bu kurum tanıtır. İnsanın nasıl olması gerektiğini bu kurum canlı örnekler halinde ortaya koyar. Vahy, insanları hayal olan bir hayata değil, önlerinde canlı olarak kendi cinslerinden (beşer) peygamberlerin gösterdiği somut örneğe dâvet eder.

İnsan, fıtrattan/yaratılıştan getirdiği birtakım duygulara sahiptir. İrâdesiyle bu duygularını istediği gibi yönlendirir. Kendisine verilen nefis, iyi şeyleri de isteyebilir; kötü şeyleri de. Toplu olarak yaşayan insanlar belli kurallara bağlı olmazsa; huzur olmaz, haklar yerini bulmaz. İnsan, tutkularının esiri olarak haddi aşabilir, mal ve dünyalığa haksız yere sahip olmak isteyebilir, diğer insanlara hükmetmek, onları sömürmek isteyebilir. Bu aşırı davranışlar ise insanlar arasında düşmanlığa ve huzursuzluğa sebep olur. Bu karışıklığın çaresi topluma adâletin yerleştirilmesidir. Peki bu nasıl olacaktır ve bunu kim gerçekleştirecektir?

Adâletin sağlanması için birtakım ölçülere, kurallara ve prensiplere ihtiyaç vardır. Bu ölçüleri koyan, insan mı olmalı, yoksa insandan daha farklı bir üstün güç mü? Bu ölçüleri insan kendisi koyarsa, şu ihtimaller akla gelebilir: Bu ölçüleri koyan, diğer insanlar üzerinde haksız, bazen de sınırsız otorite kurar. Ölçüyü koyanlara, kendi koydukları ölçü genellikle uygulanmaz. Konulan ölçülere uymak zorunda olanlar arasından daha güçlü birisi çıkar, o ölçüleri tanımaz ve kendisi yeni ölçüler koymak ister. İnsanlar hiç bir zaman mutlak adâlet ölçülerini bulamazlar. Çünkü insanın zayıf tarafları ve kapasitesinin yetersizliği söz konusudur.

İnsanlar için ölçü koyan öyle birisi olmalı ki, bütün bu sorunlar olmasın. O, insanı tamamen bilen ve insandan güçlü biri olsun. Ölçüye uyanlara mükâfat, uymayanlara ceza verebilsin. Gücü ve kudreti tartışılmaz ve hükmünde asla yanılmasın. Hiçbir noksanı bulunmasın, mutlak ve gerçek adâlet sahibi olsun. Böyle birisi elbette insanlar arasından çıkmaz. Bu sıfatları ancak âlemlerin rabbi Allah taşımaktadır. O Allah, insanın dünya ve âhiret mutluluğunu sağlayacak ilâhî prensipleri, yeryüzünün halifesi olarak yarattığı insanlar arasından seçtiği peygamberleri aracılığıyla bildirmektedir.

Peygamberlik kurumu olmasaydı, şüphesiz insanlar doğru yolu bulamazlardı. İnsan, beşer olması dolayısıyla kendi aklı ve irâdesiyle nasıl hareket edeceğini, nasıl kulluk yapacağını bilemez. Üstelik zayıf tarafları vardır, hırs ve aşırı isteklere sahiptir. Bu şekilde yaratılan insanın sürekli "irşâd" edilmesi gerekir. Kendisine doğru yol gösterilmeli, iyi ve kötü şeyler anlatılmalı, fenalıklardan sakındırılmalı, hayırlı olan şeylere ve kulluğa teşvik edilmeli. İnsana, hiç şaşırmayacağı, mutlak doğru olan prensipler verilmeli. Peygamberler bu anlamda insanları irşâd eden mürşidlerdir. Öyleyse nübüvvet, ilâhî irşâd kurumudur.

Risâlet veya nübüvvet, Allah’ın insana olan rahmetinin bir tecellisidir. Başıboş bırakılan insan tek başına, ne hidâyeti ne de güzel davranışları bulabilir. İnsan, kendi kendine ilâhî güzelliklere ulaşamaz. Yaratılışı gereği bir rehbere, üstün nitelikli bir imama/öndere muhtaçtır. Peygamberler, bu manada insanların önderleridir.

Peygamberler, yeryüzünde canlı vahiylerdir. Allah’ın kullarından istediği insan tipinin somut örnekleridir. Risâlet/peygamberlik görevi çalışılarak, okuyarak elde edilebilecek bir makam değildir. Allah (c.c.) kulları içerisinden üstün niteliklere sahip kimseleri elçi olarak seçer ve onlar vasıtasıyla insanlara mesajını gönderir. Elçilerinin diğer insanları vahiyle terbiye etmesini ister.

Son Rasûl de diğer şerefli elçiler gibi, yalnızca mektup getiren postacı benzeri, yani sadece mesajı (vahyi) getirip haber veren kimse değildir. O, vahyi getirip haber verir, onu tebliğ etmek için çaba sarf eder ve o vahyi bizzat uygular. Daha doğrusu vahyin hedefini bizzat yaşayarak gösterir. Mü’minler O’na bakarak müslümanlığı nasıl yaşayacaklarını ve Allah’ın kendilerinden ne istediğini öğrenirler. Rasûl, Allah’ın mesajını insanlara ulaştırırken her türlü eziyet ve sıkıntıya göğüs gerer. Gerekirse vahyin düşmanları ile mücadele de eder.

Peygamberler, insanlar arasında en emin/güvenilen insanlardır. Ahlâk ve davranış bakımından üstün özellikleri vardır. Onlarda herhangi bir ahlâk düşüklüğü, çirkin bir davranış, veya günah işlemek yoktur. Onlar Allah’ın vereceği mükâfâtın müjdecisi, azgınlara vereceği cezanın da korkutucusudurlar (beşîr ve nezîrdirler)
(6/En’âm, 48).

Enam suresi ayet 48
Biz Peygamberleri ancak müjdeleyenler ve uyarıcılar olarak gön*deririz. Kim iman eder ve kendini düzeltirse onlara korku yoktur. Onlar, üzülmezler de.

Biz Peygamberleri ancak, Allanın mümin kullarını hayırlı şeylerle müj*deleyenler ve kâfirleri de, Allanın cezalandırmasiyla uyarıcılar olarak gönderi*riz. Kim, Peygamberlerimize iman eder ve dünyada salih ameller işleyerek ken*dini düzeltirse, onlar için gelecekten bir korku yoktur, geçmiş amellerinden do*layı da bir üzüntü yoktur.

İnsanların sorunları ancak onların getirdiği ölçülerle çözülebilir. İnsanlık ancak onların getirdiği mesaj ile gerçek huzura, insanlığa ve kurtuluşa ulaşabilir.

Dünya hayatını nasıl yaşayacağımız konusundaki prensipler Allah tarafından, peygamberleri ile bize bildirilmeseydi, insanların hepsi bugünkü İslâm dışı görüşlere sahip olanlar gibi; kendi kafalarına, yani kendi hevâlarına uyacaklar ve sayısız uydurma dinlerin peşinden gitmek zorunda kalacaklardı.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Peygamberlerin Gönderiliş Gâyeleri

1- Allah'a Dâvet: İnsanoğlunun dünyaya gönderilmesindeki asıl gâye, Kur'an'ın da bize bildirdiği gibi, Yaratıcı'sını tanıyıp O'na hakkıyla kulluk etmektir. "Ben cinleri ve insanları ancak Bana kulluk/ibâdet etsinler diye yarattım." (51/Zâriyât, 56) İşte peygamberlerin gönderiliş sebeplerinin başında, bu kulluğun nasıl yapılacağı, en açık bir şekilde insanlara öğretmek gelmektedir. Aslında Allah'a inanmak, her doğan insanın fıtratında var olan bir gerçektir (Buhâri, Cenâiz 92; Ebû Dâvud, Sünnet 17; Tirmizî, Kader 5). Her insan, fıtratında, kendinden yüce, güçlü ve kuvvetli birine inanmayı ihtiyaç olarak hisseder. Bazıları bu yüce varlığı, “tabiat güçleri” olarak algılarken, diğer bazıları, kendi elleriyle yapıp taptıkları “put” olarak telakki eder. Gönderilen her peygamber, kendi kavmini bu yüce gerçeğe dâvet etmiş, onlara, inanılması gerekli olan Zât'ı bildirmiştir. "Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona; 'Benden başka ilâh yoktur; o halde Bana kulluk edin' diye vahyetmiş olmayalım." (21/Enbiyâ, 25) "Andolsun Biz, 'Allah'a kulluk edin, tâğuttan sakının' diye (emretmeleri için) her kavme bir peygamber gönderdik." 16/Nahl, 36)

Tarih de açıkça ortaya koymuştur ki, insan, tek başına doğru bir şekilde Yaratıcı'sını tanıyamamakta, O'na kulluk yollarını bilememektedir. Gönderilen peygamberler arasındaki devrede bile insan, pek çok bâtıl ve hurâfelere tapmış, herhangi bir fayda ve zararı olmayan putlara, cansız varlıklara, yıldızlara vs. ibadet etmiştir. Gönderilen her peygamber, ümmetini Allah'a dâvet etmiş, bu konuda büyük gayretler sarfetmiş, onlara gerçek Mâbud'u anlatmıştır. Bütün peygamberler, hayatları boyunca bunun mücadelesini vermiştir. Hz. Nûh'un 950 sene gece-gündüz, gizli-açık bir şekilde, bütün yolları deneyerek kavmini hidâyete çağırdığını, ancak toplumun buna yanaşmadıklarını (29/Ankebût, 14; 71/Nûh, 9, 21) örnek verebiliriz.

Zâriyât suresi ayet 56
Ben, cinleri ve insanları sadece bana kulluk etsinler diye yarat*tım.

Abdullah b. Abbas bu âyet-i kerimeyi şu şekilde izah etmiştir:
"Ben cin*leri ve insanları isteyerek veya istemeyerek ancak bana ku! olduklarım kabul et*meleri için yarattım." Taberi âyetin bu şekildeki izahını tercihe şayan gördükten sonra özetle şunları zikretmiştir. "Allah, cinleri ve insanları, emirlerine boyun eğmeleri için yarattığı halde bunların bir kısmı bu yaratılış gayelerine nasıl ters davranabilirler ve inkara düşebilirler?" Aslında bunlar, Allanın kaza ve kaderine ister istemez boyun eğerler. Bu itibarla, yaratılış gayeleri tahukku eder. Bunlann inkarları ise sadece Allanın emrettiği şeyleri yapmamaları şeklinde ortaya çı*kar. Bu da kul olmalarını bertaraf etmez.

Rebi' b. Enes ise bu âyeti şu şekilde izah etmiştir:
"Ben cinleri ve insanla*rı ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." Bunu biraz daha genişçe açıklayan Süddî,, ibadetin faydalı olanı olduğu gibi faydasız olanı da bulunmaktadır. Müş*riklerin, "Göklerin ve yerin yaratıcısı ancak Allahtır." şeklindeki sözleri bu çe*şit ibadetlere bir örnektir." demiştir. Yani, bütün cinler ve insanlar, Allaha iba*det ederler. Bazılarının ibadetleri kendilerine fayda verir. Bazılarınınki ise inançsızlıklarından dolayı fayda vermez.

İbn-i Cüreyc, bu âyetten maksadın,
"Ben cinleri ve insanları ancak beni tanımaları için yarattım." demek olduğunu zikretmiştir.

İbn-i Zeyd ise bu âyetin manasının
"Ben, cinlerin ve insanların müminle*rini ancak bana kulluk etsinler diye, kâfirlerini ise "Bana isyan etsinler diye yarttım." manasına geldiğini söylemiştir.


Enbiyâ suresi ayet 25
Ey Muhammed, biz senden önce hiçbir Peygamber göndermedik ki, ona: "Benden başka hiçbir ilah yoktur. O halde ancak bana ibadet edin." diye vahyetmiş olmayalım.

Allah Teala bu âyet-i kerimede bütün Peygamberlerini Tevhid inancını tebliğ etmek ve kendisinden başka hiçbir şeye kulluk edilemeyeceğini bildirmek için gönderdiğini, bu itibarla bütün ilahî dinlerde bu temel esasların değişmedi*ğini beyan etmektedir.

Son ilâhî din olan İslam dini de bu temel esasları tebliğ etmiştir. O halde müşriklerin bundan yüz çevirmeleri sapıklıktan başka bir şey değildir.

Nahl suresi ayet 36
Şüphesiz ki her ümmete: "Yalnız Allaha ibadet edin, tağutlardan kaçının" diyen bir Peygamber gönderdik. İçlerinden bir kısmını Allah doğru yola şevketti. Diğer bir kısmı ise sapıklığı haketti. Ey insanlar, yeryüzünde dolaşın, Peygamberlerini yalanlayanların sonunun ne olduğuna bir bakın.

Şüphesiz ki geçmiş her ümmete: "Yalnızca Allah ibadet edin, tağutlardan uzak durun." diye tebliğde bulunan bir Peygamber gönderdik. Bu ümmetlerden bir kısmım, Allah, doğru yoluna şevketti. Onlar, iman edip kurtuluşa erdiler. Diğer bir kısmı ise inkârda bulundu, Peygamberleri yalanladı, sapıklığı hak etti ve helak oldu. Peygamberlerini yal ani ay ani ann akıbetinin ne olduğuna bir bakın vş onlardan ibret alın. Siz de onlar gibi olmayın.

Ankebût suresi ayet 14
“Andolsun ki, Nuh'u milletine gönderdik; aralarında dokuz yüz elli yıl kaldı. Sonunda onlar haksızlık yaparken, tufan onları yakalayıverdi.”

Muhakkak ki Biz Nuh’u kavmine gönderdik. Elçimiz Nuh onların arasında bin yıl kaldı. Ancak elli yıl hariç olmak üzere. Tam 950 yıl onların arasında kaldı peygamberimiz. 950 yıl sabırla, metanetle uyardı toplumunu. Gündüz uyardı, gece uyardı, yazın uyardı, kışın uyardı, düğünde uyardı, nişanda uyardı, uyardı, uyardı. Bazen dövdüler, bazen sövdüler. Küfürde ısrarlı bir tavır sergilediler. Aylar, yıllar değil asırlara katlanan bir sabır deneyiminden geçti Allah’ın elçisi. Dile kolay değil mi? 950 yıl. Düşünebiliyor musunuz? 950 yıl birilerine gidecek uyaracaksınız, onlar sizi düşman ilân edecek, sizi toplum içinden dışlayacaklar, sizden yüz çevirecekler, sizi gördükleri zaman yaban eşeği gibi kaçacaklar, elbiseleriyle sizden bürünüp saklanacaklar, adam olmaya yanaşmadıkları gibi sizi olmadık işkencelere maruz bırakacaklar ve siz sabırla, dengenizi bozmadan onları hakka dâvete devam edeceksiniz.

Ve bakıp göreceksiniz ki bitmeyen, tükenmeyen servet, zenginlik ve saltanat kâfirlerde. Mazlumluk, müs’taz’aflık, gariplik ise sizde ve sizinle birlikte hareket eden müslümanlarda. 950 yıl sabırla bekleyeceksiniz müslümanlığınızı bozmadan. 950 yıl bekleyeceksiniz kâfirler için azabı, mü’minler için galibiyeti ama yine de gelmeyecek. Sizin beklediğiniz, tehdit ettiğiniz bu azabın 950 yıl içinde gelmeyişi karşısında azdıkça azacaklar, şımardıkça şımaracaklar. Peki sonuç nasıl oluyor?

Sonuç Tufan onları yakalayıverdi onlar zulmeder oldukları halde. Zalimler oldukları halde, yapmamaları gereken şeyleri yapar oldukları halde, bulunmamaları gereken yerde bulunur oldukları halde, Allah’a, Allah’ın âyetlerine, Allah’ın elçisine, akıllarına, fıtratlarına, insanlıklarına zulmeder oldukları halde Tufan onları yakalayıverdi.

Nûh suresi ayet 9
"Daha sonra (davamı) onlara açıkça ilan ettim ve kendilerine gizli gizli yollarla yanaşmak istedim."

Allah’ın elçisi diyor ki: Gizli söyledim, aleni söyledim. İnsanların içinde uyardım, kimsenin göremeyeceği bir tenhada anlattım. Belki insanlardan utanır da kabullenir diye aleni, insanların ortasında söyledim, belki izzeti nefsine dokunur diye tenhada söyledim. Dâvetin her şekliyle uyardım onları.”

Öyleyse onun yolunun yolcuları olarak bizler de çevremizdekileri sürekli uyaracağız. Gece-gündüz anlatacağız, düğünde, nişanda anlatacağız, aleni, sırrî anlatacağız, sürekli insanlara vahyi anlatıp on-ları uyaracağız. İnsanları Allah’a kulluğa ve cennete kazandırabilmek için, onların cehennem yollarına barikatlar koyabilmek için elimizden ne geliyorsa yapacağız. Gerekirse hediye vereceğiz, para vereceğiz, işlerini görüvereceğiz, ziyaretlerine gideceğiz, yüzlerine gülümseyeceğiz, acı söyleyeceğiz, tatlı söyleyeceğiz, ikram edeceğiz, dâvet edeceğiz, ölümlerinde bulunacağız, doğumlarında yanlarında olacağız, kazandıkları zaman gideceğiz, kaybettikleri zaman gideceğiz, sevinçli günlerinde, üzüntülü günlerinde yanlarında olmaya ve onlara bir şeyler duyurmaya çalışacağız. Yazın gideceğiz, kışın gideceğiz ve karşımıza çıkan her fırsatı değerlendirmeye çalışacağız inşallah.

Birine anlattık, “anlattık, bitti” demeyeceğiz. “Ben buna on kere anlattım, yüz kere anlattım, artık benim işim bitti, benim görevim bitti” demeyeceğiz. Meselâ bir adama on yıl anlatmışsak, on birinci yılın içinde adam farklı bir konuma gelmişse, o ana kadar adamın başına hiç gelmemiş bir durumla karşılaşmışsa, bizi dinleyebilecek bir duruma gelmişse, bir daha gideceğiz. Meselâ adam bizim anlattığımız on yıl içinde hiç evlenmemişti, on birinci yılın içinde evlenecek bir konuma gelmişse, babası ölmüşse, bir çocuğu dünyaya gelmişse veya bir ev sahibi olmuşsa hemen bir daha gideceğiz, çünkü belki de bizi dinleyebilecek bir durumunu yakalamış olabileceğiz. “Biz ona anlattık, görevimiz bitti” demeyeceğiz asla.

Nûh suresi ayet 21
Nuh: "Rabbim, gerçekten onlar bana isyan ettiler; mal ve çocukları kendisine ziyandan başka bir şeyi arttırmayan kimselere uydular."

Allah’ın elçisi döndü, kavminin durumunu Allah’a anlatmaya başladı. Konuyu en bilene, istişare edilecek olan Allah’a havale ederek, Allah’a şikâyet ederek diyordu ki: “Ya Rabbi görüyorsun ki ben yol gösterdim, hakkı anlattım, hidâyete işaret ettim, ama beni dinlemediler, benim uyarılarıma kulak vermediler, benim kendilerine sunduğum hidâyetle ilgilenmediler, bana isyan ettiler” diye kavminin durumunu Allah’a arzediyor. “Ya Rabbi şu benim kavmim Benim tarifime uymazken, benim yol gösterime değer vermezlerken, malı-mülkü kendisine kayıp sağlayana, kaybettirene uydular. Beni dinlemediler de onu dinlediler. Bana kulak vermediler de ona kulak verdiler, benimle, benim getirdiğim mesajla ilgilenmediler de onunkiyle ilgilendiler. Bana uymadılar, beni dinlemediler ama ne acıdır ki, bir de gittiler oğluyla kızıyla kendisinde hiç hayır olmayana uydular, onu dinlediler, onun hayat programını sahiplendiler, onun yasalarını uyguladılar. Kılık-kıyafet konusunda beni dinlemediler de modayı dinlediler. Hayat, hayat programı, hukuk, eğitim, ekonomik ve siyasal yapılanma konularında beni değil de başkalarını dinlediler. Zulümlerinden korktukları için tâğutlarınkini uyguladılar.”
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
2- Allah'ın Emirlerini Tebliğ:

Peygamberlerin gönderiliş amaçlarından bir diğeri, dini tebliğdir. Eğer onlar gelmeseydi biz, ibâdete ait meseleleri bilemez, Allah’ın emir ve yasaklarını hiçbir zaman alamaz ve mükellefiyetlerimizi kavrayamazdık. Namaz, oruç, zekât, hac gibi görevlerimizi; içki, kumar, zina, ihtikâr/karaborsa ve faiz gibi haramları bilemezdik. Bütün bunları ve bunlara benzer birçok meseleleri peygamberler vasıtasıyla öğrenmiş bulunuyoruz.

Hayat ve medeniyetle beraber insan düşüncesinin de ilerlediği öne sürülür. Asırlar içerisinde ve nesiller boyunca insanda meydana gelen değişikliğe rağmen, ilk insanla bugünkü insan, insan olma bakımından müşterek, hatta aynı mâhiyete sahiptir. İlk insanlarla günümüz insanının ortak ihtiyaçları ve ortak kaderleri vardır. İnsanda değişmeyen bu ihtiyaçların çözümü için, insanlığın ebedî kurallara bağlanması ve öyle tanzim edilmesi bir zarûrettir. Bu ihtiyacın, durmadan değişen ve olgunlaştığı kabul edilen akıl ve ilim yoluyla değil; mutlak ve ebedî esaslara sahip olan din yoluyla tanzim edilmesi gerekmektedir.

İlâhî emir ve yasakları insanlara ulaştıracak bir insana ihtiyacın varlığı inkâr edilemez. Ve aynı zamanda bu elçinin bir insan olması da gereklidir. Allah da bu elçileri insanlardan seçmiştir. Seçilen bu peygamberler, bu yüce görevi tamamen yerine getirmiş, hiçbiri insanları Allah'a dâvetten geri kalmamışlardır. "O peygamberler ki Allah'ın emirlerini insanlara tebliğ ederler, Allah'tan korkarlar ve O'ndan başka kimseden korkmazlar." (33/Ahzâb, 39). "Ey Rasül! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O'nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez." (5/Mâide, 67)

Ahzab suresi ayet 39
“Allah’ın göndermiş olduklarını tebliğ edenler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Allah hesap gören olarak yeter.”

Yine o peygamberler Allah’ın risâletini, Allah’ın emir ve yasaklarını tebliğ ediyorlar, tebliğ edenlerdir onlar. Ve sadece Allah’tan haşyet duyan, sadece Allah’tan korkan, sadece Allah hatırını güden kimselerdirler onlar. Yalnız Allah emrine boyun eğen, yalnız Allah’ı dinleyen, O’ndan başkalarını asla hesaba katmayan kimselerdir onlar.

İşte bu peygamber özelliğidir ve müslümanlar da bu peygamber özelliğine sahip olmalıdırlar. Yasa neyi gerektiriyorsa, Allah neyi emretmişse, nasıl yapmamızı istiyorsa öylece yapmalıyız ve onu yap-mamıza hiçbir şey engel olmamalıdır. Çünkü hesap görücü olarak, hesaba çekici olarak Allah yeter, başka hiç kimseye ihtiyacımız da, minnetimiz de yoktur. Başka hiç kimseye hesap ödemeyeceğiz. Kabirde bizi insanlar karşılamayacak, dirilince bizi insanlar hesaba çekmeyecekler ki onları da hesaba alalım. Mahşerde, mahkeme-i küb-râ’da büyük hesap görücü sadece Allah’tır. Öyleyse niye Allah’tan başkaları için bir hayat yaşayalım? Niye Allah’tan başkalarını memnun etme yoluna girelim?


Maide suresi ayet 67
Ey Peygamber, Rabbindcn sana indirileni tebliğ et. Eğer yap*mazsan Allah'ın Peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun. Allah seni insan*lardan korur. Şüphesiz ki Allah, kâfirler topluluğunu hidayete erdirmez.

Ey, insanlara Peygamber olarak gönderdiğim elçi, Rabbin tarafından sana indirilen Kur'an'ı insanlara tebliğ et. Şayet bunu yapmazsan Peygamberlik göre*vini yerine getirmemiş olursun. Allah'ın sana gönderdiği şeylerden bir kısmını da gizlersen Peygamberliğini tebliğ etmemiş olur ve büyük bir günaha girmiş olursun. Allah seni insanların şerrinden koruyacaktır. O halele Allah'tan başka kimseden korkma ve şunu da bil ki Allah, kâfir topluluğu hidayete erdirmez.

Allah Teala bu âyet-i kerime ile Hz. Muhammed (s.a.v.)'e, ehl-i kitap hakkında indirdiği hükümleri onlara tebliğ etmesini ve bunu onlara tebliğ eder*ken onlardan çekinmemesini emretmiştir. Allah Teala ehl-i kitap olan Yahudi ve Hristiyanlarm kıssalarını bu surenin başından bu tarafa zikretmiş, onların sa*kat taraflarım, dinleri hususunda kötü niyetli olduklarını, Rablerine karşı cür'etkâr olduklarını, Peygamberlerini sindirmeye çalıştıklarını, Allah'ın, kendi*lerine gönderdiği kitabı değiştirdiklerini, yediklerinin ve içtiklerinin murdar şeyler olduğunu zikretmiş, Hz. Muhammed (s.a.v.)'e de onların bu hallerini ken*dilerine söylemekten çekinmemesini, onların sayılarının çokluğunun kendisine herhangi bir zarar veremeyeceğini bildirmiştir. Allah yolunda hiçbir kimsenin korkmamasını, zira Allah'ın, bütün yaratıklara karşı kendisine yeteceğini ve onu savunacağını bildirmiştir. Resulullah'ın, tebliğ etmesi emredilen şeylerden her*hangi birinde kusur etmesi halinde kendisine indirilen hiçbir şeyi tebliğ etmemiş derecede günahkâr sayılacağını beyan etmiştir.

Abdullah b. Abbas diyor ki: "Allah Teala buyurmak istemiştir ki: "Ey Muhammed, eğer sen, Rabbin tarafından sana indirilen bir âyeti gizleyecek olursan Peygamberliğini tebliğ etmemiş olursun."

Müfessirler bu âyet-i kerime indikten sonra Resulullah'ın artık insanlar*dan çekinmez olduğunu, hatta yanında muhafız bulundurmaktan dahi vaz geçti*ğini zikretmişlerdir.

Katade diyor ki: "Bu âyet-i kerime indirilince Allah Teala, Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v.)'e, insanlara karşı kendisinin ona yeteceğini, onu insan*lardan koruyacağını bildirdi ve ona, kendisine indirilenleri insanlara tebliğ et*mesini emretti. Resulullah'a denilmişti ki: "Sen bir kapıcı edinsen nasıl olur?" Resulullah da: "Vallahi ben insanlarla beraber bulunduğum müddetçe ökçemi onlara göstereceğim." buyurdu.

Said b. Cübeyr diyor ki: "Bu âyet-i kerime inince Resulullah buyurdu ki: "Artık beni korumayın. Çünkü Rabbim beni korumuştur."

Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:

"Bu âyet-i kerime gelmeden önce Resulullah (s.a.v.) sahabe tarafından korunuyordu. Bu âyet gelip de: "Allah seni insanlardan korur." buyurulunca Re*sulullah başını o anda içinde bulunduğu çadırdan dışarı çıkararak: "Ey insanlar, yanımdan dağıîın. Artık Allah beni koruyor." dedi

Müfessirler bu âyet-i kerimenin nüzul sebebi hakkında iki görüş zikret*mişlerdir:

a- Bazılarına göre bu âyet-i kerime, bir Bedevinin Resulullah'ı öldünnek istemesi üzerine Allah Teala'nın, onun şerrini Resulullah'tan bertaraf etmesi se*bebiyle nazil olmuştur.

Bu hususta Muhammed b. Ka'b el-Kurezi demiştir ki: "Resulullah bir yerde konakladığında sahabileri onun için gölgelendirici bir ağacın altını seçer*lerdi. Resulullah da onun altında gölgelenirdi. Resulullah böyle bir durumda iken ona bir Bedevi geldi. Kılıcını çekti ve dedi ki: "Şimdi seni benim elimden kim kurtaracak?" Resulullah da: "Allah" dedi. Bunun üzerine Bedevinin eli titreci i, kılıç elinden düştü. Kafasını ağaca çarptı. Öyle ki beyni dağılıp çevreye, yayüdi. İşle bunun üzerine Allah Teala bu âyeti indirdi.

b- Diğer bir kısım âlimlere göre ise bu âyetin nüzul sebebi, Resulullah'm Kureyş'ten çekinmesi idi. Allah Teala bu fıyet-i kerimeyi indirince sırtüstü yattı ve sonra buyurdu ki: "Dileyen beni yalnız bıraksın." Bu sözü iki veya üç defa söyledi.

Hz. Aişe (r.anh.) diyor ki:

"Kim sana "Hz. Muhammed kendisine indirilenlerden bir şeyi gizledi." diyecek olursa şüphesiz ki o yalan söylemiştir. Çünkü Allah Teala: "Ey Pey*gamber, Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan Allah'ın Peygam*berliğini tebliğ etmemiş olursun." buyurmuştur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
3-İnsanları Doğru Yola Dâvet:

İnsan, kendisinde bulunan birtakım özelliklerden dolayı, zaman zaman "sırât-ı müstakim" dediğimiz, doğru yoldan sapabilir. Ancak ona, bu sapmasını haber vererek, onun yeniden fıtratına dönmesine, iyilikleri yakalayıp onları işlemesine yardımcı olacak birtakım uyarıcılar gelmiştir. İşte bunlar, Allah'ın kendilerini seçip görevlendirdiği peygamberlerdir. Evet, gelen her peygamber, etrafındaki insanları uyarmış, yanlış yolların kötülüğünü izah etmiş, onları sırât-ı müstakime yönlendirmeye çalışmıştır. "Elif Lâm Râ. (Bu Kur'an,) Rablerinin izniyle insanları karanlıklardan nûra/aydınlığa, yani her şeye gâlip (ve) övgüye lâyık olan Allah'ın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır." (14/İbrahim, 1)

İbrahim suresi ayet 1
Elif, Lam, Râ. Ey Muhammed, bu, insanları, rablerinin izniyle, karanlıklardan aydınlığa, her şeye galip ve övülmeye layık olan Allahın yoluna çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.

Elif, Lâm, Râ. gibi Huruf-u Mukatta'a hakkında, Bakara Suresi ve diğer Surelerin başında yeteri kadar açıklama yapılmıştır. Bu gibi harflerin ne mânâya geldiklerini geniş bir şekilde anlamak için oralara müracaat edilebilir, Ayet-i Kerimenin devamında şöyle Duyurulmaktadır: "Ey Muhammed,biz sana bu Kur'anı indirdik ki, sen, insanları, rablerinin izniyle, bu kitap sayesinde, sapıklık ve inkarcılığın karanlıklarından çıkarıp imanın nuruna

sevkedesin. Herşeye galip ve Övülmeye layık olan Allahın yoluna, İslama iletesin.

Allah teala, kendisine iman eden insanları, sapıklık ve cehaletin karanlıklarından çıkarıp; hakkın ve İslamın aydınlığına iletir. Allahın dışındaki Tağutlar ise insanığı sapıklık ve cehaletin karanlıklarına götürür, küfrün bataklığına düşürürler. Bu hususta başka bir âyet-i Kerimede de şöyle buyurulmaktadır. "Allah, iman edenlerin dostudur. Onları, karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin dostlan ise tağutlardir. Onları aydınlıktan karanlıklara düşürürler. İşte onlar cehennemliktirler. Orada ebedi olarak kalacaklardır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
4- İnsanlara Örnek Olmak:
Peygamberlerin gönderiliş gâyelerinden birisi de, her konuda insanlara örnek olmalarıdır. Nebîlerin fıtratları temiz, rûhî yönden pek yüksek, irâdeleri ise, çok güçlüdür. Kur'an da Rasulullah'a, diğer peygamberlerin yolunu takip etmesini emretmekle, aynı zamanda diğer insanları da bu konuda uyarmıştır. "İşte o peygamberler, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerdir. Sen de onların yoluna uy!" (6/En'âm, 90) Buradan da, her konuda peygamberlere uymanın ve onları örnek almanın, insanlar için bir emir olduğunu anlıyoruz.

Enam suresi ayet 90
İşte bunlar, Allahın, hidayete erdirdiği kimselerdir. Sen de onların doğru yoluna uy. Ve de ki: "Sizden bu tebliğe karşılık bir ücret istemiyorum. O Kur'an, âlemler için sadece bir hatırlatmadır, bir öğüttür."

İşte Allahın, hidayete kavuşturduğu kimseler bu Peygamberler ve onların atalarından, soylarından ve kardeşlerinden seçilmiş olan kimselerdir. Ey Mu-hammed, sen de bunların yolundan git. Ve bunları kendine örnek al. ve kavminin müşriklerine de ki: "Kur'anı sizlere tebliğ etmeme karşılık sizden hiçbir ücret istemiyorum. Bu Kur'an, sizler de dahil, bütün âlemler için bir nasihattir, bir hatırlatictdır. Düşünüp ibret alasınız ve kötülüklerden el çekesiniz diye.


Her şeyden önce, peygamberlerin kendi hayatları, hakikaten çok büyük bir ahlâkî temizlik ve dürüstlük örneğidir. Bunlar, insanlara dinî ve ahlâkî hakikatleri bildirmekten, onlara her bakımdan faydalı olmak ve hizmet etmekten başka bir şey düşünmemişler, hiçbir menfaat hırsı gütmemişlerdir. Onların hayatlarını ve davranışlarını düşünürken, insan gerçekten heyecan duymaktadır. Sonra onların din ve ahlâk namına getirdikleri ölmez prensiplerin doğruluğu, asırlar sonra dahi meydandadır. Kur'an, "onların hepsi de sâlih kimselerdendi." (6/En'âm, 85) demekle, peygamberlerin bütünü hakkında değer hükmünü bildirmiştir.

Enam suresi ayet 85
Zekcriya, Yahya, İsa ve İlyası da hidayete erdirdik. Hepsi de sa-lih kullarımızdandı.

Nuh Peygamberin soyundan olan bunları da hidayete erdirdik. Bunların hepsi de saiih kullanmızdandır.
Hz, İsanın, Nuh'un soyundan olduğunun zikredilmesi, annesi bakımın*dandır. Çünkü onun annesi Hz. Nuh'un soyundandır.

Allah, olgunluk ve fazilette, onları birer örnek ve numûne kılmıştır. Çünkü onlar, akıl yönüyle mükemmel, hedef ve yöneliş yönüyle tertemiz, şeref ve rütbe yönüyle de bütün insanlardan üstündürler. "Andolsun, size, Allah'ı ve âhiret gününü umanlara ve Allah'ı çokça zikredenlere Allah'ın rasûlü'nde güzel bir örnek vardır." (33/Ahzâb, 21) Peygamberler, bütün insanlık için, en güzel birer önder, en güzel birer örnektirler. Herkes, onlara uymak ve onların metodlarını tâkip etmekle yükümlüdür.

Ahzab suresi ayet 21
Andolsun, sizin için, Allah'ı ve ahiret gününü umanlar ve Allah'ı çokça zikredenler için Allah'ın Resulünde güzel bir örnek vardır.

Bu ayetin geçtiği konunun bütünlüğü içinde bakıldığında, Hz. Peygamber'in (s.a) davranışlarının ve hayat tarzının bir örnek model olarak sunulmasının amacının, Hendek Savaşı sırasında kişisel çıkarlarını ve güvenliklerini düşünerek hareket eden kimselere bir ders vermek olduğu görülür. Onlara şöyle denilmektedir. "Siz mümin ve Müslüman olduğunuzu ve Allah Rasûlü'ne (s.a.) tabi olduğunuzu iddia ettiniz. Tabi olduğunuzu iddia ettiğiniz Rasûlün bu olayda nasıl davrandığını görmüş olmalısınız. Eğer bir grubun lideri kişisel güvenliği peşinde koşan, tembel, kişisel çıkarlarını herşeye tercih eden, tehlike anında her an kaçmaya hazır olan bir kimse ise, ona tabi olanların da böyle zayıflıklar göstermeleri beklenebilir. Hz. Peygamber (s.a) ise başkalarına emrettiği her iş ve yüke başkalarıyla birlikte katlandı. Hatta onlardan daha fazlasını yaptı. Başkalarının yaşayıp da onun hariçte kaldığı hiçbir güçlük yoktu. O, diğer müminlerle birlikte hendeği kazan, açlık ve diğer zorluklara göğüs gerenlerin yanında ve içindeydi. O, kuşatma sırasında savaş alanından bir an olsun ayrılmadı ve bir adım bile geri çekilmedi. Beni Kurayza'nın ihanetinden sonra, diğer Müslümanların aileleri gibi onun ailesi de tehlike ile karşı karşıya kalmıştı. O, kendisi ve ailesi için özel koruma tedbiri almamıştı. O, başkalarından istediği fedakârlıkların en büyüğünü ortaya koyabilmek için savaş alanında daima en ön saflarda yeralıyordu. O halde, ona tabi olduğunu söyleyen herkes, bu önderin ortaya koyduğu örnek davranışa da tabi olmalıydı."
Bu, ayetin bu çerçeve içinde ele alındığında ortaya çıkan manadır. Fakat ayetin sözleri geneldir ve sadece bu manaya hasretmenin bir anlamı yoktur. Allah, Rasûlü'nun (s.a) hayatının sadece bu anlamda örnek model olduğunu söylememekte, bilakis mutlak bir örnek olduğunu bildirmektedir. O halde bu ayet, Müslümanların hayatlarının her yönünde Allah Rasûlü'nü bir örnek model kabul etmelerini ve kişilik ile karekterlerini bu modele göre şekillendirmelerini gerektirir.

Yani, "Hz. Peygamber'in (s.a) hayatı Allah'tan gafil olan kimse için değil, bilakis Allah'ı sadece zaman zaman değil devamlı ve çok anan kimseler için bir örnek modeldir. Aynı şekilde onun hayatı, Allah'tan ümidi kesen ve kıyametin kopacağına inanmayan kimseler için değil, bilakis Allah'ın rahmet ve lütfundan ümitli olan ve akibetinin, bu dünyada iken kişilik ve davranışlarının ne derece Allah Rasûlü'nün kişilik ve davranışlarına benzediği hükmüne bağlı olacağı bir Hüküm Günü'nün geleceğinden emin olan kimseler için örnektir."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
5- İnsanları Bâki Âleme Yönlendirme:
İnsanoğlu, yaratılışı gereği dünyaya karşı aşırı bir şekilde sevgi beslemektedir. Hz. Peygamber'den rivâyet edilen şu hadiste de, onun bu yönüne dikkat çekilmiştir: "Şâyet insanoğlunun bir vâdi dolusu altını olsa, yine o, iki vâdi dolusu olmasını arzu eder. İnsanoğlunun ağzını (aç gözlülüğünü) topraktan başkası doyurmaz."
(Buhârî, Rikak 10; Tirmizî, Menâkıb 32, 64)
Ahiret hayatı, peygamberler olmaksızın aklın hakikatini anlayamayacağı, gaybe âit işlerdendir. İşte peygamberler, devamlı olarak dünyaya meyilli olan insanları, bu âleme doğru yönlendirmeye çalışmışlardır.

Kur'ân-ı Kerim'in pek çok âyetinde, dünya hayatının bir aldanma metâı olduğu
(3/Âl-i İmrân, 185; 13/Ra'd, 26; 31/Lokman, 33), insanlar için çok süslü gösterildiği
(2/Bakara, 212; 3/Âl-i İmrân, 14; 57/Hadîd, 20),
oyun ve oyalanmadan ibaret olduğu (6/En'âm, 32; 29/Ankebût, 64; 47/Muhammed, 36),
dünyadaki nimetlerin geçici olup asıl bitmeyen ve tükenmeyenlerin âhiret yurdunda olacağı
(4/Nisâ, 77; 16/Nahl, 96; 35/Fâtır, 5)
üzerinde durulmuştur.

Günümüzde şu gerçeğin görülmemesi mümkün değildir: Âhiret inancının olmadığı toplumlarda, huzur ve mutluluktan söz etmek hiç de kolay değildir. Zira insanoğlunun hemen yarısını teşkil eden çocuklar, yalnız cennet fikriyle, onlara dehşetli ve ağlatıcı görünen ölümlere karşı dayanabilirler ve bu ümitle sevinçli bir şekilde yaşayabilirler. İnsanlığın azımsanamayacak bir bölümünü teşkil eden ihtiyarlar, uhrevî hayatla yakınlarında bulunan kabre karşı tahammül gösterebilirler.
Toplumun önemli bir kesimini oluşturan gençler, delikanlılar aşırı bir şiddette olan duygularını, nefislerini, hevâ ve isteklerini; tecavüzlerden, zulüm ve haksızlıklardan, ancak cennet düşüncesi ve cehennem korkusuyla dizginleyebilirler. Böyle mutlu bir toplumu da ancak, getirmiş oldukları prensiplerle insanları istikamete götüren peygamberler kurabilmişlerdir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
6- Dünya-Âhiret Dengesini Sağlama:

Peygamberler, dünya ve ukbâ dengesini kurmak için gelmişlerdir. Onların getirdiği muvâzene/denge ile insanoğlu, ifrat ve tefritten kurtulacak ve istikameti bulacaktır. Ne papazlar ve ruhbanlar gibi bütün bütün dünyayı terkedip manastırlara çekilme, ne de her şeyiyle dünyaya dalıp ona kul-köle olma değil; sürekli orta yolu bulma ve yaşama ki, bu da ancak vahyin aydınlık dünyasında elde edilebilecek bir nasiptir. Yoksa akıl ve vicdanla böyle bir denge kurulamaz.

İslâm'da insanın dünyadan tamamen çekilmesi ve kendini sadece namaza oruca vermesi istenmediği gibi; aynı zamanda kendini tamamen maddeye kaptırıp onun arkasından devamlı koşması da tavsiye edilmemiştir. Bilakis, dünya-ukbâ uygunluğu, dünyanın âhirete bir tarla kılınması tavsiyesinde bulunulmuştur. Mü'minin dünya ve âhiret mutluluğunu beraber istemesi (2/Bakara, 200-201), Karun gibi sadece dünyaya takılıp kalınmaması (28/Kasas, 81), ama bununla birlikte, çeşitli nimetlerden istifade edilebilmesi (7/A'râf, 31-32, 157) de, yine İslâm'ın, dolayısıyla bütün peygamberlerin prensipleri arasındadır.

Bakara suresi ayet 200
Hac ibadetlerinizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi veya daha fazlasıyla Allahı zikredin. İnsanlardan bir kısmı: "Rabbimiz, (nimetlerini) bize dünyada ver." der. Bunların, âhirette hiçbir nasibi yoktur.

Hac ibadetlerinizi bitirip kurbanınızı kestikten sonra, rabbinizi Övgü, şü*kür ve tekbirlerle anın. Evladın ana babaya yalvardığı, küçük çocuğun anne ve babasından bir şey istediği gibi yalvann. Hatta ondan daha şiddetli bir istekle, dünya ve âhiret hayın için onu anın. İnsanlardan bir kısmı, rablerinden sadece bu dünya malını isterler. Onlara Allahın sevabından bir pay, cennetlerinden de nasip yoktur. Çünkü onlann amelleri sadece bu dünya ve onun ziynetleri için*dir.

Âyet-i kerimede: "Hac ibadetlerinizi bitirince" buyurulmaktadır. Hac ibadetlerinin bitirilmesi, kurbanın kesilmesiyle olur.

Âyet-i kerimede: "Atalarınızı andığınız gibi veya daha fazlasıyla Allahı zikredin." Duyuruluyor. Müfessirler bu ifade ile neyin kastedildiği hususun*da çeşitli izahlarda bulunmuşlardır.

a- Enes b. Mâlik, Mücahid, Ebu Vâil, Ebubekir b. Ayyaş, Katade, Said b. Cübeyr ve İkrimeye göre âyetin bu ifadesinden maksat şudur: Bir kısım insanlar cahiliye döneminde Hac ibadetini bitirdikten sonra bir araya toplanır, atalarının yaptıklarını sayarak övünürlerdi. Mesela: "Benim babam yemek yedirendi." ve*ya "Benim babam falan kimselerin kâküllerini kesmiştir. (Yani onları mağlup etmiştir) gibi sözler söyleyip övünürlerdi. İslam gelince Allah teala bu gibi in*sanlara emretti ki, İslamdan önce atalarınızı andığınız kadar veya daha fazlasıy*la artık bu günden sonra Allahı zikredin, Onu ululayın başkalarıyla iftihar etme*yi bırakın."

b- Ata, Dehhak, Rebi' b. Enes ve Abdullah b. Abbas'a göre ise âyet-i ke*rimenin bu bölümünün izahı şöyledir: "Ey mü'minler, hac ibadetlerinizi bitirdikten sonra, çocukların babalarından birşeyler istemeleri gibi veya daha fazla bir istekle rabbinizden niyazda bulunun ve yalvann."

c- Süddi ise bu âyet-i kerimenin izahını şöyle yapmıştır: "Sizler, hacları*nızı bitirdikten sonra, atalannızi vasıta yaparak ve onlara verilenleri zikrederek bir şey isteme yerine Allah'tan, doğrudan doğruya talepte bulunun. Dualarınızda "Ey Allahım, benim babam, çanağı büyük, kubbesi yüksek, malı çok bir kimse idi. Sen, bana da ona verdiğin gibi mal ver." şeklinde dua etmeyin.

Taberi diyor ki:
"Bana göre burada tercihe şayan olan görüş şudur: "Hac bitiminden sonra Allah tealayı ululayın. Yani teşrik günlerinde tekbir getirin. Siz bu tekbirlerinizi getirirken, çocukların, babalarından bir şey istemeleri gibi veya daha fazlasıyla Allah'a yalvann ve affınızı dileyin."

Âyeti kerimede:
"İnsanların bir kısmı "Rabbimiz (nimetlerini) bize dünyada ver." derler." buyurulmaktadır. Ebu Vâil, Ebubekir b. Ayyaş, Enes b. Mâlik, Mücahid, Süddi, Katade ve İbn-i Zeyd bu âyeti izah ederken şöyle de*mişlerdir: "Bir kısım insanlar vardır ki sadece dünya nimetlerini isterler. AUaha dua ederken şöyle derler: "Ey Allahım sen bize mal ve mülk ver. Sen bize yağ*mur yağdır. Sen, düşmana karşı bize zafer ver." Bunlar, âhiretle ilgili herhangi bir istekte bulunmazlar. İşte bu gibi insanların âhirette herhangi bîr paylan yok*tur.



Bakara suresi ayet 201
Onlardan bir kısmı da: "Rabbimiz bize dünyada da iyilik ver, âhirettc de iyilik ver ve bizi, cehennem ateşinden koru." der.

Onlardan bir grup ta, rablerinden hem dünya hem de âhiret hayrını ister*ler ve: "Bizi cehennem azabından koru." derler.

Dünya iyiliği, vücut sağlığı, geçim bolluğu, ilim ve ibadet gibi şeyler*dir. Âhiret iyiliği ise, cennet ve onun nimetleridir. Çünkü kim ona utaşamazsa bütün iyiliklerden mahrum olmuş demektir.

Katade'ye göre dünyadaki iyilikten maksat, dünyada afiyet üzere olmak, âhiretteki iyilikten maksat ise âhirette afiyet üzere olmaktır. Bu hususta Enes b. Mâlikin şunu rivayet ettiği nakledilmektedir. Enes b. mâlik diyor ki:

"Resulullah (s.a.v.) Müslümanlardan, küçüttip civciv kadar kalmış bir hastayı ziyaret etti ve ona: "Sen, Allaha bir şeyler dua ediyor veya ondan bir şey diliyor muydun?" dedi. Adam: "Evet, diliyordum ve diyordum ki: "Ey Allahım, âhireiîe beni ne ile cezai andı rac aks an dünyadayken onu bana hemen ver." Resu*lullah bunun üzerine şöyle buyurdu: Sübhanallah, senin buna gücün yetmez." Ey Allahım sen bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve sen bizi, ce*hennem azabından koru." deseydin ya." Sonra Resulullah bu adam için dua etti

Allah da ona şifa nasbetti. Enes b. Mâlik diyor ki:

"Resulullah: "Ey Rabbimiz olan Allahım, bize dünyada da iyilik ver, âhirette de iyilik ver ve bizi cehennem azabından koru," diye dua ederdi.

Hasan-ı Basri ve Süfyan es-Sevriye göre ise "Dünyadaki iyilikten mak*sat, ilim ve ibadettir. Âhiretteki iyilikten maksat ise, cennettir.

Süddi ve İbn-i Zeyde göre de dünyadaki iyilikten maksat mal'dır. Âhiretteki iyilikten maksat da cennettir.

Taberi diyor ki:
"Bana göre doğru olan görüş şudur: "Allahin dünyada vereceği iyilik hem vücut afiyetini, hem rızkı, hem ilmi hem de ibadeti içine alan bir iyiliktir. Âhiretteki iyilikten maksat ise, şüphesiz ki cennettir. Zira cen*netten mahrum olanın âhirette başka herhangi bir nimete erişmesi mümkün de*ğildir."

Kasas suresi ayet 81
Sonunda, Karun'u da, evini de yere geçirdik. Allah'a karşı kendi*sine yardım edecek hiçbir topluluğu olmadı. O, kendisini de savunamadı.

Ayet-i kerimede, Karun'un ve evinin, yerin dibine geçirildiği zikredil*mektedir. Karun'un bu şekilde cezalandırılmasının sebebi hakkında Taberi, Ab*dullah b. Abbas'tan özetle şunları nakletmektedir: "İsrailoğullarına zekat verme emri gelince, Hz. Musa bu emri Karun'a da tebliğ etmiş ve belli bir miktar zekat tayin etmiştir. Karun bu miktarı çok bulmuş ve İsrailoğullannı Hz. Musa'nın aleyhine kışkırtmıştır. Bunun üzerine İsrailoğullan, Karun'un, İleri gelenlerden olması hasebiyle onun yapacağı teklifi kabul edeceklerine dair söz vermişler Karun da onlara, fahişe bir kadına ücret vermek suretiyle o kadının Hz. Musa'ya iftirada bulunmasını sağlamalarını istemiştir.

Sonra Karun Hz. Musa'ya gelerek onun, İsrailoğullan ile bir araya gelip onlara emir ve yasaklan bildirmesini istemiş, Hz. Musa da İsrailoğullanna ilahi emir ve yasakları bildirince onlar Musa'ya: "Sen de bu yasaklan ihlal edersen sana da bu cezalar uygulanacak mı?" diye sonnuşlar Hz. Musa "Evet" deyince, kendisinin bir kadınla zina ettiğini iddia etmişler ve kadını getirip iddialarını doğrulamaya çalışmışlardır. Hz. Musa kadına durumu sorunca kadın: "Karun'un adamları tarafından, kendisine iftira etmek için kiralandığını itiraf etmiştir. Bu*nun üzerine Hz. Musa secdeye kapanmış Allah da ona: "Yeryüzüne emret dile*diğini yapsın." demiştir. Bunun üzerine Hz. Musa yeryüzüne emretmiş yer de yanlarak Karun'u yutmuştur.

Araf suresi ayet 31


Allah Teâlâ bu ayeti kerime ile, Arap müşriklerinden, Kabe'yi çıplak ola*rak tavaf eden ve Allah'ın helal kıldığı bir kısım hayvanlara, "Bahire, Şaibe, Va*sile ve Hâin" gibi isimler takarak onları kendilerine haram kılanlara hitab ediyor ve buyuruyor ki: "Ey Âdemoğullan, her mescide gittiğinizde vücudunuzu örten süsler olarak elbiselerinizi giyin. Sizi nzıklandirdığımız temiz ve hela! şeyler*den yeyin için. Ancak Kur'anda, haram olduğunu sizlere bildirdiğim veya Pey*gamberin Muhhamed'in diliyle, haram olduğunu size açıklattığım şeyleri yeme*yin."

Abdullah b. Abbas, Ata, İbrahim en-Nehâi, Mücahid Said b. Cübeyr, Ta*vus, Katade, Süddi, Zühri, Dehhak ve İbn-i Zeyd, bu âdette zikredilen ve "Te*miz ve güzel elbiseler" diye tercüme edilen kelimesinden maksadın kişinin avret mahallini örtecek herhangi bir giyecek olduğunu söyle*mişler, âyet-i kerimenin de Kâbeyi çıplak olarak tavaf edenlerin hakkında nazil olduğunu bildi mı işlerdir.

Âyet-i Kerime, helal şeyleri yeyip içmenin mubah olduğunu bildiriyor is*rafı ise yasaklıyor.

Ahmed b. Hanbel, Peygamber efendimiz (s.a.v.)'in şöyle buyurduğunu ri*vayet eter.

"İnsanoğlu kamından daha kötü bir kap doldurmuş değildir. İnsanoğluna, belini doğrultacak birkaç lokma yemesi yeter. Şayet kamını mutlaka doldura-caksa, o zaman üçte birini yemek, üçte birini su ile üçte birini de nefes ile doldursun

Araf suresi ayet 32
De ki "Allah'ın, kulları için var ettiği ziyneti ve temiz rızıkları kim haram etti? De ki: "Bunlar, dünya hayatında, iman edenler içindir. Âhirettc ise yalnız onlar için olacaktır." İşte biz ayetleri, bilen bir kavim için böyle geniş olarak açıklarız.

Ey Muhammed, Allahın helal kıldığı şeyleri kendileri için haram sayan şu cahillere de ki: "Allah'ın, kullarına, giyinip kuşanmayı helal kıldığı elbise ve benzeri süs eşyalarını ve helal kıldığı yeme ve içmeyi kim haram kıldı? Onlara ı de ki: " Bu şeylerden dünya hayatında kafirler de faydalansa aslında müminlerin hakkıdır. Çünkü o nimetlere ancak müminler şükrederler. Âhirette ise bu nimet*ler sadece müminlere aittir. Sana, haram ve helale ait hükümlerimi açıkladığım gibi bilen bir topluluk için de ayetlerimi böylece çiklarım.

Müfessirler, bu âyette zikredilen "Temiz rızıklar"dan neyin kastedildiği hususunda iki görüş zikretmişlerdir.

a- Bazılarına göre burada zikredilen "temiz nzıklar"dan maksat, et, iç ya*ğı, süt vb. şeylerdir. Çünkü cahil iye dönemindeki müşrikler, Hac yapmak için ihrama girdikten sonra et vb. şeyleri kendilerine haram kılıyorlardı. Allah Teâlâ bu gibi insanlara, bu nimetleri kendilerine haram kılmaya haklan olmadığını

bildirdi.

Hasan-ı Basri bu âyet-i kerimeyi delil gösterek israf ederek yeyip içen ve çeşitli süs eşyasına Önem veren insanları yeriyor ve bu hallerin, şeytanların dostlarına yakışacağını söylüyor.

b- Katade ve Abdullah b. Abbas'a göre ise bu âyette zikredilen "temiz rı-zıklar"dan maksat, cahiliye döneminde, insanların, kendilerine haram kıldıkları,

"Bahire Şaibe Vasile ve Ham" diye isimlendirdikleri havyanlardır. Allah Teâlâ, bu hayvanların, temiz nzıklar olduklarını bildirmiş ve onları haram kılanların, kendi kendilerine bunları haram saydıklarını, aslında ise, böyle bir şeye haklan olmadığını beyan etmiştir.

Âyet-i Kerime'nin sonunda, helal ve temiz olan nzıklann, dünya hayatın*da, aslında müminlerin hakkı iken kâfirlerin de bu nzıklardan faydalandıkları fakat hahirette bu nzıklann sadece müminlere ait olacağı kâfirlerin, bunlardan hiçbir şekilde faydalanamayacağı beyan edilmektedir. Zira kafirlerin, âhirette yiyecekleri deve dikenleri, içecekleri ise, cehennemliklerden akan kan ve irin*lerdir.

 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
Araf suresi ayet 157
Onlar, yanlarındaki Tevratta ve İncildc yazılı buldukları, oku*yup yazması olmayan Allah'ın elçisi Peygambere tâbi olurlar. O Peygam*ber ki onlara iyiliği emreder. Temiz şeyleri onlar için helal, murdar şeyleri de haram kılar. Onların üzerindeki ağır yükleri ve kendilerini bağlayan bağları kaldırır. O Resule iman edenler, ona saygı gösterenler ve kendisine indirilen nur'a tabi olanlar, işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

Rahmetimi kendilerine tahsis ettiğim o insanlar, yanlarındaki Tevratta ve İncil'de sıfatlarını yazılı olarak buldukları, okuyup yazması olmayan, Allah'ın elçisi Muhammed'e tâbi olanlardır. Peygamber onlara, Allah'a iman edip ona itaat etmeyi emreder. Allah'a ortak koşmayı ve ona karşı günah işlemeyi yasak*lar. Temiz ve helâl şeyleri Kendilerine helal kslar. Domyz eti ve içki gibi şeyleri onlara haram kılar. Onlardan, ağır hükümlerle amel etme yükünü kaldırır. Gani*met mallarının ve hayvanları iç yağlarının haram olması gibi, kendilerini bağla*yan bağları kaldırır. Bu Peygambere iman edenler, ona saygı gösterenler ve Alalh düşmanlarına karşs cihad ederek ona ve getirdiği dine yardım edenler ve Allah'ın ona indirdiği bir nur olan Kur'an'm hükümlerine tâbi olanlar, işte kurtu*luşa erenler onlardır.

Abdullah b. Abbas, bu âyette zikredilen insanların, Muhammed ümmeti olduklarını söylemiştir.

Resulullah'm, tevratta zikredilen sıfatları şöyle anlatılmaktadır: Atâ b. Yesar diyor ki:

"Abdullah b. Amr b.Ass ile karşılaştım. Ona: "Resulullah'ın, Tevratta zikredilen sıfatlarını bana bildir." dedim. Abdullah: "Peki bildireyim. Allah'a yemin olsun ki Resuluîlah, Tevratta, Kuran-ı Kerim'de zikredilen sıfatlarının bir kısmıla tavsif edilmektedir." dedi. Ve Peygamberin, Tevratta geçen sıfatını şöy*le anlattı: Ey peygamber, "Biz seni bir şahit, bir müjdeleyici, bir uyarıcı ve oku*ma yazma bilmeyenleri himaye eden olarak gönderdik. Sen benim kulumsun ve Peygamberimsin. Ben seni "Mütevvekil" diye adlandırdım. Sen, sert katı kalbli biri değilsin. Çarşıda pazarda bağırıp çağıran da değilsin. Sen, kötülüğü kötü*lükle gideren değilsin, fakat sen, affeden ve bağışlayansın." Allah onunla, eğri-len dini doğrultup, insanlar, "Lailahe İllallah" demedikçe ve bu sözle kör gözleri sağır kulakları ve perdeli kalbleri açmadıkça onun ruhımu almayacaktır.

Âyet-i kerimede, "O Pegamber, onlann üzerlerinldeki ağır yükleri kaldı*rır" buyurulmaktadır. Burada zikredilen "Ağır yük"ten neyin kastedildiği husu*sunda iki görüş zikredilmiştir.

Abdullah b.Abbas, Hasan-ı Basri, Mücahid ve Süddiye göre burada zik*redilen "Ağır yük" Allah Teâlâ'mn İsrailoğullanndan, Tevratla amel edecekleri*ne dair aldığı ahd ve yeminlerdir. Hz. Muhammed gelince îsrailoğullannın ona iman ederek bu ahitlerinden kurtulmuş olmaları söz konusudur. Bu nedenle sırt-lanndaki ağır yükleri kalkmış olur.

Katade, Said b. Cübeyr, Mücahid ve İbn-i Zeyde göre ise âyette zikredi*len "Ağır Yük"ten maksat Allah Teâlâ'nm, İsrailoğullarına koyduğu, ganimetle*rin haram olması, idrarın isabet ettiği elbisenin ancak kesilerek temizlenmesi gi*bi ağır hükümlerdir. İslam dini geldikten sonra Allah Teâlâ bu ağır hükümleri kaldirmıştır.Bu itibarla Resulullah'a iman eden Yahudilerden bu gibi yükler kal*dırılmış olur.

Taberi, burada zikredilen "Ağır Yükler"den maksadın Tevratla amel ede*ceklerine dair Allah'a verdikleri söz olduğunu söylemiş, Resuluîlah geldikten sonra Kurân-ı Kerim'in, Tevrat'ı neshetmesi üzerine artık Yahudilerin, bu sözle*rine bağlı kalma yükümlülükleri kalkmıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
7- İtiraz Kapısını Kapatma:

Peygamberlerin gönderiliş sebeplerinden biri de, insanların âhirette Allah'a karşı herhangi bir itirazlarının olmasını önlemektir. "Müjdeleyici ve sakındırıcı olarak peygamberler (gönderdik) ki, insanların, peygamberlerden sonra Allah'a karşı bir bahaneleri olmasın. Allah azizdir, hakimdir." (4/Nisâ, 165) Yani iman ve itaat edenlere, âhirette ecir ve sevap ile müjde vermek; küfür ve isyan edenlere, cehennem azâbını haber verip çekindirmek üzere elçiler gönderilmiştir ki, azâbı gördükleri zaman mâzeretleri kalmasın: "Eğer Biz, bundan önce onları helâk etseydik, muhakkak ki şöyle diyeceklerdi: 'Ey Rabbim! Bize bir peygamber gönderseydin de, şu aşağılığa ve rüsvaylığa düşmeden önce âyetlerine uysaydık!" (20/Tâhâ, 134) Peygamber gönderilmemiş olsaydı, demek ki insanlar, bunu bahane edeceklerdi: "Vaktiyle bize bunları bildirseydin, hükümlerini, şeriatını, kanunlarını bildiren bir peygamber gönderseydin de, bilmediklerimizi öğrenip onlara tâbi olsaydık ve felâketler başımıza gelmeseydi ne olurdu; bize bir elçi gönderseydin de böyle alçak ve rezil olmadan önce, senin âyetlerine uysaydık" diyebileceklerdi. İşte bu mâzeret kapısını Allah, peygamber göndermekle kapatmıştır.

Nisa suresi ayet165
Müjdeleyen ve uyaran Peygamberler gönderdik ki, Peygamberler geldikten sonra insanların, Allah´a karşı herhangi bir bahaneleri kalmasın. Allah herşeye galiptir, hüküm ve hikmet sahibidir.

Biz bu Peygamberleri, itaat edenleri sevapla müjdeleyici ve isyan edenleri de cezalarla uyarıcı olarak gönderdik. Böylece, Peygamberler gönderildikten sonra kâfir olan isanlnn Allah´a karşı herhangi bir bahaneleri kalmasın ve "Bize Peygamber gönderilmedi ki ona itaat edelim." demesinler. Allah, yaratıklarını cezalandırmada herşeye kadirdir, onları sevk ve idarede hikmet sahibidir.

Bu hususta diğer bir âyet-i kerimede şöyle Duyurulmaktadır: "Eğer biz onları Muhammed´den önce bir azapla helak etseydik muhakkak "Rabbimiz, bize bir Peygamber gönderseydin de zelil ve rüsvay olmadan önce âyetlerine uy-saydik ya." derlerdi.

Allah teala Peygamberleri gönderdikten sonra dinden çıkan her sapığın itiraz yollarını tıkamış ve bahanelerine imkân bırakmamıştır. Böylece bütün yaratılanlara karşı sadece Allah tealanın delili kalmıştır. Başkalarının delili yoktur.

Taha suresi ayet 134
Eğer biz onları Muhammcd'den önce bir azapla helak etseydik, muhakkak: "Rabbimiz, bize bir Peygamber gönderseydin de zelil ve rüsvay olmadan önce âyetlerine uysaydık ya." derlerdi.

Şayet biz, mucize isteyen bu müşrikleri, Kur'anı indirmeden Önce veya Muhammed'i Peygamber göndermeden önce indireceğimiz bir azapla helak etmiş olsaydık bu defa kıyamet gününde kendilerine azap etmeyi dilediğimizde: "Rabbimiz, bize, sana ibadet etmeye davet eden bir Peygamber gönderseydin de biz rezil olmadan, senin Peygamberine ve âyetlerine tâbi olsaydık." derlerdi.
Allah Teala bu âyet-i kerimede, kâfirlerin inatçı oîduklanni, iman etmemekte direttiklerini, kendilerini imana davet eden Peygamberlerin gönderilmelerine rağmen tutarsız gerekçeler ileri sürdüklerini beyan ediyor.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İtiraz Kapısını Kapatma:

Kıyâmet gününde Allah, bütün insanları toplayacak, her peygamberi de aynı zamanda kendi ümmetine tebliğde bulunduğuna dair şâhit olarak getirecektir: "Kıyâmet gününde, her ümmete bir şâhit getirdiğimizde halleri ne olacaktır? O gün, inkâr edip peygambere isyan edenler, yerle bir olmayı isterler. Allah'tan hiç bir sözü gizleyemezler." (4/Nisâ, 41-42; 16/Nahl, 89) Yine onlar, kıyâmet gününde, cehenneme atılmadan önce, o korkunç âkıbete götürülürken, kendilerine işlemiş oldukları suçlardan sorulur da, onlar, bunu itiraf ederler: "Cehennem, öfkeden parçalanacak bir hale gelir. Cehenneme her topluluk atıldığında, zebâniler onlara: 'Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?' diye soracaklardır. Onlar da: 'Evet, uyarıcı gelmiş, fakat biz yalanlamıştık ve Allah hiçbir şey indirmedi; siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz' demiştik diye cevap verirler. 'Eğer dinlesek veya düşünseydik, alev alev yanan cehennemin ehlinden olmazdık' derler. İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Kahrolsun alev alev yanan o cehennem ehli!" (67/Mülk, 8-11)

Nisâ suresi ayet 41
(Kıyamet gününde) Her ümmetten bir şahit getirilirken, seni de bunların üzerine şahit getirdiğimizde halleri ne olacaktır?

Kıyamet gününde her ümmetten, yaptıklarına dair aleyhlerine şahitlik edecek bir şahit getirirken, Ey Muhammed, seni de ümmetine karşı şahit getirdiğimizde bunların hali ne olacaktır?

Abdullah b. Mes´ud şöyle rivayet ediyor:

"Resullah bana dedi ki: "Kur´anı bana oku." Dedim ki: "Ey Allahm Resulü, Kur´an sana indirildi onu ben sana nasıl okuyayım?" Resulullah: "Evet oku. Çünkü ben onu başka birinden dinlemek istiyorum." dedi. Ben Resulullaha Nisa suresini okudum. Kıyamet gününde her ümmetten bir şahit getirirken seni de onlann üzerine şahit getirdiğimizde halleri ne olacaktır?" ayetine gelince "Tamam yeter." dedi. Baktım ki gözlerinden yaşlar akıyor.

Yine Abdullah b. Mes´ud diyor ki: "Resulullah (Kıyamet gününde) her ümmetten bir şahit getirirken seni de bunların üzerine şahit getirdiğimizde halleri nice olacaktır?" âyetini okuduktan sonra şu âyeti okumuştur: "Aralarında olduğum müddetçe onlara şahit idim. Beni vefat ettirdiğinde de onları sen gözetliyordun. Sen her şeye şahitsin.

Süddi ise bu âyetin izahında şöyle demiştir: "Kıyamet gününde Peygam-berleı* geleceklerdir. Onların bazılarının ümmetlerinden sadece bir kişi veya iki kişi yahut on kişi ya da bundan daha az kişi insan iman etmiş olacaktır. O Peygamberlerden bazılarına da bundan daha az insan iman etmiş olacaktır. Nihayet Hz. Lutun kavmi getirilecek. Ona kavmindeki, iki oğlundan başka kimsenin iman etmediği belli olacak, Peygamberlere: "Sizler kendinize gönderilenleri tebliğ ettiniz mi?" diye sorulacak onlar da: "Evet." diyeceklerdir. Bunun üzerine: "Buna dair kim şahitlik eder?" denilecek onlarda: "Muhammed ümmeti" diyeceklerdir. Bu defa Muhammed ümmetine: "Sizler, Peygamberlerin, şahitliği size bıraktıklarını söyleyebilir misiniz? Bu hususta ne dersiniz?" denilecek, onlar da cevaben diyeceklerdir ki "Ey rabbimiz, biz şahitlik ederiz ki onlar tebliğ ettiler." Bunun üzerine denilecekti ki :" Sizin bu şahitliğinizin doğruluğunu kim tasdik edecektir ?" Onlar da diyeceklerdir ki: "Muhammed (s.a.v.) tasdik edecektir." Bu defa Muhammed (s.a.v.) çağırılacak o da ümmetinin doğru söylediğine ve Peygamberlerin tebliğ etmiş olduklarına dair şahitlik edecektir. İşte Al*lah tealanın: "Böylece biz sizin, insanlara karşı şahitler olmanız, Peygamberlerin de size karşı şahit olması için sizi orta yolu tutan bir ümmet kıldık âyeti bu hususu izah etmektedir.

Nisâ suresi ayet 42
O gün, inkâr edip Peygambere isyan edenler, yerle bir olmayı isterler. Allahtan hiçbir sözü gizlcyemezlcr.

İşte o kıyamet gününde, Allahin birliğini inkâr eden kâfirler ve Peygambere isyan edenler, Allanın, kendilerini yerle bir etmesini ve toprak olmalarını dilerler.

Bu hususta başka bir âyette de şöyle buyurulmaktadir: "O gün kişi yaptığı amellere bakar. Kâfir ise "Keşke toprak olsaydım." der.

Âyet-i kerimede: "O kâfirler, Allahtan hiçbir sözü gizlemmeyezler." buyuru İm aktadır. Bundan maksat, "Müşrikler ağızlarıyla inkâr etmeye kalkışsalar da bizzat diğer organları, yaptıkları amellere dair şahitlik edeceklerinden, Allahtan hiçbir şeyi gizleyemeyeceklerdir," demektir.

Bu hususta Said b.Cübeyr diyor ki: "Bir adam gelip Abdullah b. Abbasa dedi ki: "Ben, Allah tealanın, bir âyette, müşriklerin kıyamet gününde şöyle diyeceklerini zikrettiğini gördüm." Sonra içinde bulundukları zor durumdan dolayı: "Rabbimiz olan Allaha yemin olsun ki biz ona ortak koşanlardan değildik." demekten başka çaraleri kalmaz. Diğer bir âyette ise "Allahtan hiçbir sözü gizleyemezler." buyurduğunu gördüm. (Bunlar birbirlerine zıt değiller mi?)

Abdullah b. Abbas dedi ki: "Müşriklerin: "Rabbimiz olan Allaha yemin olsun ki biz ona ortak koşanlardan değildik." şeklindeki sözlerini, onların, cennete müslüman olanlar dışında kimsenin ginnediğini gördükleri ve "Gelin biz de müşrik olduğumuz inkâr edelim." dedikleri zaman söyleyeceklerdir. Bunun üzerine Allah onların ağızlarını mühürleyecek, onların müşrik olduklarını elleri ve ayaklan söyleyecektir. İşte o anda Allahtan hiçbir sözü gizleyemeyeceklerdir.

Nitekim Abdullah b. Abbasın zikrettiği bu husus şu âyette de beyan edilmektedir: "O gün biz onların ağızlarını mühürleriz de bize elleri konuşur. Ayaklan da ne yaptıklarına şahitlik eder.

Nahl suresi ayet 89
Kıyamet gününde her ümmetten, kendisi aleyhine bir şahit tutarız. Seni de ey Peygamber, şu ümmetine karşı şahit getiririz. But sana, herşeyi açıklayan, hidayet rehberi, rahmet kaynağı ve Müslümanlar ıçm bir müjde olan Kur'anı indirdik.

Allah teala kıyamet gününde, her ümmete göndermiş olduğu Peygamberi şahit tutup ona, ümmetinin, davetine karşı ne cevap verdiğini soracağını, Hz.Muhammed (s.a.v.) i de ümmetine karşı şahit kılarak, ümmetinin, kendisine karşı ne cevap verdiğini soracağını beyan ediyor ve Hz.Muhammed (s.a.v.) e indirilen Kur'an-ı Kerimin, helal, haram, Hak, bâtıl ve geçmiş ve gelecek şeylere ait haberleri beyan ettiğini bildirerek bu kitabın, insanları doğru yola ileten bir hidayet ve rahmet rehberi olduğunu açıklamaktadır. Kur'anın, aynı zamanda müminler için bir müjde olduğu ifade edilmektedir. Zira Kur'an, Allaha boyun eğip itaat edenlere, âhirette büyük mükâfaatlar verileceğini müjdelemektedir.

Mülk suresi ayet 8
Cehennem öfkesinden parçalanacak hale gelir. Cehenneme her topluluk atıldığında zebaniler onlara: "Size bir uyarıcı gelmemiş miydi." diye soracaklardır.

Mülk suresi ayet 9
Onlar da "Evet uyarıcı gelmiş fakat biz yalanlamıştık ve Allah hiçbir şey indirmedi. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz." demiştik diye cevap verdiler.

Mülk suresi ayet 10
"Eğer dinlesek veya düşünseydik, alev alev yanan cehennemin ehlinden olmazdık." derler.

Mülk suresi ayet 11
İşte böylece günahlarını itiraf ederler. Kahrolsun alev alev yanan cehennem ehli.

Dünyada iken rablerini inkar eden kafirlere cehennem azabı vardır.Ce-hennem varılacak ne kötü bir yerdir. Kâfirler âhirette cehenneme atılırken onun kaynadığını ve uğultu çıkardığını işiteceklerdir. Cehennem kâfirlere karşı o de*rece öfkelenecek ki neıdeyse öfkesinden kendi kendini parçalayacaktır. Cehen*neme her topluluk atıldığında cehennemin zebanileri onlara: "Sizler dünyada iken sizi bu azaba uğrayacağınıza dair hiçbir uyarıcı gelmedi mi?" diyecekler, onlar da itirafın kendilerine fayda vermediği bir yerde:"Evet bize uyarıcı gel*mişti fakat biz onu yalanladık ve o uyarıcıya dedik ki: "Allah, kendi katından bir şey indirmedi. Siz, haktan uzak büyük bir sapıklık içindesiniz." dediler. Yine onlar: "Eğer bizler uyarıcıyı dinleyip bizi davet ettiği şeyleri akıl edecek olsay*dık bizler, alev alev yanan bir cehennem ehlinden olmazdık." dediler. Böylece onlar günahlarını itiraf ettiler. Ne yazık ki günahlarını itiraf etmeleri onlara bir fayda vermedi. Cehennemlikler ezilsin-yok olsunlar.

Ayette geçen ve "Kahrolsun" diye tercüme edilen keli*mesi, Şaid b. Cübeyr tarafından "Cehennemde bir vadi" olarak izah edilmiştir. Buna göre âyetin bu bölümünün manası şöyledir: "Cehennemlikler, suhk vadisi*ne düşsünler."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
İtiraz Kapısını Kapatma:

Her peygamber, insanları inandırmak ve inanmayanların da bahanelerine meydan vermemek için bazı mûcizelerle gelmiştir. Artık bundan böyle kimsenin itiraza hakkı yoktur. Allah, inanmamızı istediği hakikatleri, peygamberleriyle gayet açık bir şekilde gözler önüne sermiştir. Zaten bu da, onların gönderiliş gayelerinden biridir. Ayrıca önemli bir nokta da, Allah, "Biz, peygamber göndermedikçe azab edici değiliz." (17/İsrâ, 15) buyurmaktadır. Demek ki, peygamberler gönderildiği için mizan ve terazi kurulacak ve kimsenin mâzeretine (daha doğrusu bahanesine) bakılmadan herkesin hesabı sorulacaktır.

İsrâ suresi ayet 15
Kim doğru yola giderse, ancak kendisi için doğru yola gitmiş olur. Kim de saparsa kendi aleyhinde sapmış olur. Hiçbir günahkâr kimse bir başkasının günahını yüklenmez. Biz, bir Peygamber göndermedikçi kimseye azap etmeyiz.

Ayet-i Kerimede zikredilen "Doğru yol" dan maksat, Allah tealanın, Hz. Muhammed (s.a.v.) e gönderdiği İslam dinidir. Bu Hak dine iman edip, onun emirlerini tutup yasaklarından kaçınan kimse, kendisini yaratan Allahin nzası donıltusunda hareket etmiş olur. Müslüman olmasının faydası da kendisine ait olur. O halde Müslüman olmasını başkasının başına kakmaya hakkı yoktur. Kim de bu emir ve yasaklara uymayıp Allahı ve Peygamberini inkâr ederse o, cehennemi hak etmiş olur. Böylece sapıklığının zararını kendisi çeker. Zira günahlar, ancak onları işleyenleri sorumluluk altına sokar. Hiç kimse diğerinin günahından sorumlu değildir.

Ayet-i Keriminin sonunda "Biz, bir Peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz." buyurulmakta ve Allah tealanın, kullarına karşı adaletli davrandığı ve onlara emirlerini ulaştırmadan azap etmediği beyan edilmektedir.

Alimler, bu âyet-i Kerimenin hükmüne göre, kâfirlerin henüz küçük iken ölen çocuklarının, delilerin, İslam dini geldiğinde çok yaşlılığı sebebiyle bunak durumda olanların, dilsizlerin, kendilerine Peygamber ve ilahi emirlerin tebliği ulaşmayan kimselerin ve vahyin kesildiği fetret dönemi insanlarının kıyamet gününde durumlarının ne olacağı hakkında farklı görüşler beyan etmişlerdir.

Bazılarına göre bu kimselere âhirette ne gibi bir muamele yapılacağı bilinemez. Bunlara ne muamele yapılacağı Allanın bileceği bir iştir. Bunlar, görüşlerine delil olarak şu Hadis-i Şerifi zikretmişlerdir.

Resulullah (s.a.v.)den, müşriklerin, küçük yaşta ölen çocuklarının âhirette durumlarının ne olacağı sorulmuş Resulullah da:

"Onların (Yaşasaydılar) ne gibi ameller yapacaklarını Allah daha iyi bilir. buyurmuştur.

Bazılarına göre ise bu gibi insanlar, âhirette Allah teala tarafından imtihan edilecekler ve sonunda herkes layık olduğu muameleye tabi tutulacaktır. Bunlar, görüşlerine delil olarak şu Hadis-i Şerifi zikretmişlerdir: "Resulullah (s.a.v.) buyuruyor ki:

"Kıyamette dört çeşit insan kendilerini savunacaklardır. Bunlar: Hiç işitmeyen sağır, deli, bunak ve fetret döneminde Ölen kimselerdir. Sağır şöyle diyecektir: "Ey rabbim, İslam gelmiş fakat ben ondan hiçbirşey işitmedim." Deli: "Ey rabbim, İslam gelmiş fakat o sırada çocuklar benim üzerime deve dışkısı atıyorlardı. (Ben, çocukların oyuncağı durumundaydım.) diyecektir. Bunak: "Ey rabbim, İslam gelmiş fakat ben ondan hiçbirşey anlayamadım." diyecek. Fetret dönemide ölen ise: "Ey rabbim bana senin Peygamberin ulaşmadı," diyecektir. Bunun üzerine Allah teala onlardan, kendisine mutlaka itaat edeceklerine dair söz alacak ve onlara, cehenneme girmelerini emreden bir elçi gönderecektir. (Rablerinin bu emrine uyarak) oraya girenler için cehennem soğuk ve selamet olacaktır. (Rablerinin emrine uymayarak) oraya girmeyenlen ise zorla cehenneme sürükleneceklerdir. Taberi de bu görüşü tercih etmektedir.

Bu çeşit insanların cehennemlik olduklarını söyleyenler olduğu gibi cennetlik olduklarını söyleyenler de vardır. Ve herbirerinin ileri sürdükleri delilleri de vardır. Bu hususta daha geniş bilgi için konuyla ilgili kaynaklara bakılabilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
8 İnsan Fıtratına Uygun Olan Gerçek Din Duygusunu Öğretme

İlk insanla beraber ortaya çıkan din, çağlar boyunca inanların rûhunu tatmin etmiş, meraklarını gidermiştir. Dinin bu vasfı, kaynağının sağlamlığındandır. Günümüz dünyasında da, bütün eski dönemlerde olduğu gibi, insanların büyük çoğunluğu Allah'a inanmakta ve tüm varlıkları O’nun eseri olarak kabul etmektedir. Din, insanlığın en önemli gereksinimlerindendir.

İnsanlar, ilâhî ve uhrevî hakikatleri, kendi akıllarıyla idrâk edemezler. Zira aklın kapasitesi sınırlıdır. Akıl, insanları çeşitli yollara götürebilir. Büyük hakikatlere dair söz söylemek iddiasındaki filozofların, insanlığa ne kadar değişik, hatta birbirini yalanlayan, zıt yollar çizdikleri bilinir ve bilinmesi gerekir. Allah, lütfu ile zaman zaman yeryüzünün çeşitli bölgelerinde, ilâhî tebliği alıp kavimlerine ulaştıracak insanlar seçmiştir. Zira, hayatın, yaşayış tarzının, ilâhî tâlimata göre tanzim edilmesi gerekmektedir. İnsan fıtratı da, bu evreni var eden bir yaratıcıya ibadet etmekle donatılmış gibidir ki, bunu, Kur’ân-ı Kerim, şu âyetiyle kullara ifade etmektedir: “Sen, yeryüzünü, hanîf (tevhid eri, Allah’ı birleyici) olarak dine, yani Allah insanları hangi fıtrat üzere yaratmış ise o fıtrata çevir. Allah’ın yaratışında değişme yoktur. İşte dosdoğru din budur; fakat insanların çoğu bilmezler.” (30/Rûm, 30) İnsanlar, fıtraten sağlam, fikir ve düşünce yönüyle düzgün oldukları müddetçe, dine yönelmeleri devam edecektir. Çünkü insanın duygu ve düşüncelerinin yöneldiği en kıymetli şey, dindir. Aynı zamanda onu, diğer yaratıklardan ayıran en belirgin öge de din ve onu yaşamadır. İşte peygamberler de, insanların muhtaç oldukları gerçek dini getirerek, onların bu ihtiyaçlarını en güzel bir şekilde karşılamışlardır.

Rûm suresi ayet 30
Ey Muhammcd, hakka yönelerek yüzünü dosdoğru bir şekilde dine çevir. Bu, Allah in, insanlara verdiği bir fıtrattır. Allanın yaratışında hiçbir değişiklik yoktur. İşte dosdoğru din budur. Fakat insanların çoğu bilmezler.

AsImda "Fıtrat" Allahm, insanda var ettiği huy, akl-ı selim, tabiat, ka*rakter vb. sıfatlardır.

Âyet-i kerimede zikredilen "Fitraf'dan maksat ise, yaratılma şekli, din, ihlas, İslam, tevhid inancı, Allaha verilen ahd vb. anlamlarda yorumlanmıştır.

İbn-i Ebi Meryem diyor ki: "Birgün Ömer, Muaz b. Cebel'in yanından geçti ve ona "Bu ümmeti ayakta tutan direkler nelerdir?" diye sordu. Muaz da: "İnsanları kurtaran şu üç şeydir." dedi. İhlas: İşte Allahm, insanlan yarattığı fıt*rat budur. Namaz: Hz. İbrahimin dini işte budur. İtaat: Bu da kulun muhafaza edilmesidir." Bunun üzerine Ömer: "Doğru söyledin." dedi.

Peygamber efendimiz bir hadis-i şerifinde, Allah tealanın bütün insanlan islam fıtratı üzere yarattığını beyan etmiş ve şöyle buyurmuştur:

"Hiçbir çocuk yoktur ki fıtrat üzere (İslamı kabullenecek bir yaratılışta) doğmuş olmasın. Çocuğun babası ve annesi onu Yahudi veya Hıristiyan yahud da ateşperest yaparlar. Nitekim bir hayvan bütün organları sağlam bir yavru do*ğurur. Siz o doğduğunda herhangi bir yerinin kesik olduğunu görüyor musu*nuz?

Evet, Hadis-i şerifte beyan edildiği gibi, insanlar doğuştan islamt kabul*lenme temayül ve kabiliyetindedirler. Zira onlar böyle bir tabiat üzere yaratıl*mışlardır. Fakat ana baba çocuğu doğru yola sevkedebileceği gibi sapık dinlere de sürükleyebilirler. Tıpkı hayvanlar yavruladıklannda yavrularının sağlam ol*duğu gibi. Daha "oıira bu yavruların kulakları vb. yerleri çeşitli maksatlarla ve bir işaret olmak üzere kesilir,

Âyet-i kerimede: "AUahm yaratışında hiçbir değişiklik yoktur." buyurulmaktadır. Bu ifade çeşitli şekillerde izah edilmektedir.

Mücahid, îkrime, Katade, Said b. Cübeyr, Dehhek, İbn-i Zeyd ve İbrahim en-Nehaî'ye göre, Allahın yaratışından maksat, Allanın dinidir. Âyetin mânâsı: "Allanın dini asla değiştirilemez." demektir.

Abdullah b. Abbas'tan nakledilen diğer bir görüşe göre ise buradaki "Al*lahın yaratışından" maksat, Allahın, varlıkları yarattığı şeklidir. Buna göre ise âyetin mânasâsı şöyledir: "Allahın yarattığı şekil değiştirilemez." Mesela, erkek hayvnalar kısırlaştmlamaz.

Âyet-i kerimenin son bölümünde "İşte dosdoğru din budur." buyurulmak-tadir. Yani, İslam dini, tahriften, değiştirilmekten korunmuştur. Sapıklık ve bid'attan beridir. Yahudilik ve Hıristiyanlık gibi değişikliklere uğramamıştır.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
9 İnsanlara, Doğru Kuralları Gösterme:

Nübüvvet görevlerinden birisi de, Allah’tan almış oldukları dosdoğru kurallar vasıtasıyla, hem bu, hem de öbür dünyada insanları saâdete götürecek, faziletli davranışlara yönlendirmektir. İnsanların tek başlarına, iyi şeylerin tamamını kavrayıp onların gerektirdiği doğrultuda hareket etmeleri söz konusu değildir. Zira insanların arzu, istek ve menfaatleri farklı farklıdır. Buna en büyük delil, bugünkü dünyanın içinde bulunduğu durumdur. Pek çok zulüm işlenmesine, haksızlıklar yapılamasına, insan hakları çiğnenmesine rağmen birçokları, medeniyetin zirvesinde olduğunu pek rahat bir şekilde söyleyebiliyorlar. İşte bundan dolayıdır ki, peygamberlerin risâleti, toplumu düzeltip insanları Allah'a kul olma noktasına getirecek kuralları açıklamak ve yine toplumu felâkete sürükleyip Allah’ın gazabını gerektirecek, kötü hareketlere dikkat çekmektir.

Kur’ân-ı Kerim’i incelediğimizde, her peygamberin, kendi dönemindeki insanları doğruya sevk edip, kötü şeylerden sakındırdığını görürüz.
Hz. Nûh, insanları putlara tapmaktan sakındırmış, tutmaları gereken yolu göstermiş
(7/A’râf, 59-64; 10/Yûnus, 71-73...),
Hz. İbrahim, kavmiyle büyük mücadeleler vermiş, akıl yönünden değişik metodlar kullanarak doğruları göstermeye çalışmış
(6/En’âm, 76-79, 80-83; 21/Enbiyâ, 58-67...),
Hz. Sâlih, kavmini kötü şeylerden ve kötü kimselere uymaktan sakındırmış
(7/A’râf, 73-79; 11/Hûd, 61-68...),
Hz. Lût, kavmi arasında yaygın olan livâta (homoseksüellik)dan vazgeçirmeye çalışmış ve bu uğurda çetin mücadeleler vermiş
(7/A’râf, 80-82; 11/Hûd, 77-80...),
Hz. Şuayb, ölçü ve tartıda eksiklik yapan kavmini bu davranışlarından caydırmaya uğraşmıştır
(7/A’râf, 85-86; 11/Hûd, 84-85...).
Netice itibariyle her peygamber, kavmiyle buna benzer nice mücadelelerde bulunmuştur. "Şüphesiz her ümmete bir peygamber gelmiştir. Peygamberleri geldiğinde, aralarında adâletle hükmolunur. Onlara asla zulmedilmez."
(10/Yûnus, 47)
"Muhakkak ki Biz, peygamberlerimizi açık delillerle/mûcizelerle gönderdik. İnsanlar, aralarında adâleti hâkim kılsınlar diye, o peygamberlere kitap ve ölçü/nizam indirdik.”
(57/Hadîd, 25)
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
69
10 Ahlâk Eğitimini Gerçekleştirme:

İnsan için hem iyilik, hem de kötülük yolu açıktır. “Biz, ona her iki yolu da (hayır ve şerri) göstermedik mi?”
(90/Beled, 10)
“Gerçekten de nefis, kötülüğü emreder.”
(12/Yûsuf, 53)
Ancak insan, arzu ve isteklerini yönlendirme, sınırlama ve frenleme gücüne sahiptir. “Rabbinin azametinden korkup kendini şehevî arzulardan koruyana gelince, onun da varıp kalacağı yer mutlaka cennettir.”
(79/Nâziât, 40-41)
Fakat her insan, nefsine hâkim olamayabilir. Demek ki insanda, bir şeyi emreden veya yasaklayan gizli bir güç vardır. Kötülüklere karşı insanı dizginleyen en önemli faktör, Allah'a inanma ve yaptıklarının hesabını verme düşüncesidir. Ahlâk eğitimi de diyebileceğimiz bu davranışları en iyi, peygamberler vermiştir. Onlar, getirdikleri kanunlarla, insanlar arası münasebetleri en iyi bir şekilde ayarlamaya çalışmışlar, onları güzel ahlâka yönlendirmişler ve bu konuda en güzel birer örnek olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerim de, peygamberimizin bu yönüne dikkatleri çekmiş, O’nun yüce bir ahlâkla yaratıldığını vurgulamıştır
(68/Kalem, 4).
Ayrıca peygamberimiz de, kendisinin, “güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini”
(Ahmed bin Hanbel, II/381; Muvattâ, Hüsnü’l-Hulk, 8) ifade etmiştir.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt