Nur suresi ayet 51.
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve peygambere çağırıldıkları vakit: "İşittik, itaat ettik" demek, ancak mü'minlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.”
Allah ve Resûlünün hükmü karşısında ikinci tip insan ise şöyledir: Böyle bir durumda mü’minlerin sözü ise, aralarında hüküm vermesi için Allah ve Resûlüne dâvet edildikleri zaman, şöyle derler, işittik ve itaat ettik. Allah ve Resûlünün hükmüne müracaat edildi mi işte denmesi gereken, yapılması gereken budur. Bir mü’mine düşen sadece işittik ve itaat ettik demektir. Evet demek ki kişi önce Allah ve Resûlüne müracaat edecek, tüm hayat problemlerinin çözümünde Allah ve Resûlüne gidecek, baş vuracak, Allah ve Resûlünün hükmüne kulak verecek, onu anlayacak sonra da kesinkes ona boyun bükecek, itaat edecek ve teslim olacak. İşte dünyada da, âhirette de felaha erenler, kurtuluşa erenler bu mü’minlerdir.
Evet demek ki Allah ve Resûlüne çağrıldığı zaman, Allah ve Resûlünün hükümlerine çağrıldığı zaman, Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine dâvet edildiği zaman iki tip insan görülecekmiş. Birincisi işittik ve itaat ettik, işittik ve gereğini yerine getirmeye yöneldik diyen müslüman tipi, ikincisi de inandık dedikleri halde Allah ve Resûlünün hükümlerinden, kitap ve sünnetten yüz çeviren münâfık tip.
Biliyoruz ki Allah ve Resûlünün hükümlerine dâvet sadece o döneme mahsus bir hadise değildir. Şu anda da Allah’ın kitabına, Resûlünün sünnetine dâvet söz konusudur. Şu anda bir hayat problemiyle karşı karşıya mı bulunuyoruz? Çözümlenecek bir problem mi var? Bir ihtilâf mı var? Bir konuda muhakeme mi olmak istiyoruz? Bir konuda bir karar mı vereceğiz? Bir tavır mı belirleyeceğiz? Bir eylem mi gerçekleştireceğiz? Gelin bu problemi Allah ve Resûlüyle çözümleyelim. Gelin Allah ve Resûlünün hükmüne müracaat edelim. Gelin Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine başvuralım. Gelin Allah ne diyorsa onu peygamber örnekliliğinde anlayalım denildiği zaman bugün de bu iki tip insanın varlığını görüyoruz. Hemen Allah ve Resûlünün hükmüne teslim olanları ve bundan süratlice kaçanları bugün de görüyoruz. Ben bu konudaki problemlerimi başkalarıyla çözerim diyerek Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine müracaat yerine başkalarına müracaat edenleri görüyoruz.
Bunlar dün de bugün de inanmadıkları halde inanmış görünen münâfıklardır. Allah’ın hükmüne, Allah’ın kitabına, Allah’ın yasalarına ve peygamberin pratikte uygulamalarına çağrılırken Müslümanız dedikleri halde buna razı olmayarak başka başka hayat tarzları, başka başka yasalar, başka başka hayat programları arayışı içine girenler, başkalarının kanunlarını uygulamadan yana bir tavır sergileyenler kesinlikle bilelim ki münâfıklardır. Allah ve hükmüne razı olmayarak, Allah Resûlünün istediği bir hayatı yaşamayarak başka başka hayat anlayışlarına yönelenler kesin münâfıktırlar.
Allah’a itaat, peygambere itaattir; peygambere itaat, Allah’a itaattir. Allah ve Resûlünün arasını ayırmaya kimsenin hakkı yoktur. Ben Allah’a itaat ederim, Allah’ın kitabına itaat ederim ama Resûlüne itaat etmem, Resûlünün sünnetine itaat etmem demeye hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Allah’a itaat Onun kitabıyla mümkündür, Resûlüne itaat onun sünnetiyle mümkündür. Şu anda dünya üzerinde Allah’ın kitabı da Resûlünün sünneti de vardır. Allah’ın kitabı da Resûlünün sünneti de dimdik ayaktadır.
Ama dün de, bugün de kimi münâfıklar biz Allah’ın hükümlerine itaat ederiz, Allah’ın kitabına tabi oluruz, lâkin peygamber bizim için bağlayıcı değildir diyorlar. Halbuki Kur’an-ı Kerîmin pek çok yerinde vurgulanan peygamberin hükmüne itaat emri sadece o dönem insanlarını bağlayan bir emir değildir. Bu emir sadece Rasûlullah efendimizin kendi dönemiyle, kendi hayat süresiyle sınırlı değildir. Ra-sûlullah efendimizin Müslümanlar adına aldığı kararlar kıyâmete kadar geçerlidir. Rasûlullah efendimizin sünneti kıyâmete kadar bizim için bağlayıcıdır. Allah’ın Resûlü kıyâmete kadar tek otorite insan olarak kalacaktır. Bir insanın gerçek Müslüman olup olmadığına bu otoriteyi kabul edip etmediği, bu otoriteye itaat edip etmediği belirleyecektir. Ona itaat edenler mü’min, itaat etmeyenler de kâfir sayılacaktır.
Evet demek ki peygamber (a.s) bizim hakkımızda bir şey söyleyecek, bir hüküm verecek, peygamber bizim durumumuzu bir karara bağlayacak, bizim adımıza bir karar alacak. Şöyle giyinin, böyle yaşayın, şunu yapın, bunu yapmayın diyecek, aldığı bu karar bizim aleyhimize de olsa, lehimize de olsa, hoşumuza da gitse, huzurumu-zu da kaçırsa onun bizim adımıza verdiği bu kararı kabul etmek, hem de içimizde en ufak bir isteksizlik, kalbimizde en fak bir burukluk, yüzümüzde en küçük bir işmizaz hissetmeden teslim olup uygulamak zorundayız. Peygamberi hayatımızda karar mercii bilmek zorundayız. İhtilâf mercii, karar mercii olarak peygamberimizin hayatımızda evet ve hayır deme yetkisinde olduğunu kabul etmedikçe Müslüman olamayacağımızı asla unutmayacağız.
Ve üstelik bizim adımıza karar verme makamında olan peygamberin bizim adımıza aldığı kararlara tam tamına teslim olup onları uygularken de kalbimizden en ufak bir tereddüt geçirmeden uygulamadıkça Müslüman sayılmayacağımızı bir an bile hatırımızdan çıkarmamalıyız. Onun emir ve yasaklarından zerre kadar bir şüphe etmediğimiz gibi, ona akıl verip yol göstermeye de kalkışmayacağız.
Nur suresi ayet 52
“Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.”
Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, kim Allah’ı ve Resûlünü hayatında hüküm mercii, karar mercii kabul ederse, kim Allah ve Resûlünün istediği bir hayatı yaşarsa ve Allah’tan ciddi bir şekilde haşyet duyar, Ona karşı gelmekten, Onun emir ve yasaklarını çiğnemekten, Onu razı edememekten korkarsa, Ona itaatsizlikten tir tir titrerse ve Onun için muttaki olur, Onun koruması altına girer, Onun belirlediği gibi hayatını Onun için yaşarsa işte fâizûn olanlar, başarılı olanlar onlardır. İşte başardı diyebileceğimiz, işte kurtuldu, işte başarıya imzasını attı diyebileceğimiz kimseler bunlardır. Allah’a ve Resûlüne itaat edenler, Allah ve Resûlünün dediği gibi yaşayanlar, hayatlarını Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetiyle düzenleyenler, Allah ve Resûlünün haram-helâl sınırlarına riâyet edenler; felaha erip, başarılı olanlardır.
Rabbimiz nerede kendisine bir itaatten söz etmişse hemen orada peygamberine de itaat istiyor. Çünkü Rasûlullah efendimiz Al-lah’ın yeryüzünde sözcüsüdür. Rabbimiz indirdiği kitabın pratiğe aktarılma görevini peygamberine vermiştir. Tabii kitabının pratikte uygulanma yetkisini peygamberine verirken aynı zamanda ona itaat edilme yetkisini de birlikte vermiştir.
Kelime-i şehadeti söyleyen biri, bu sözüyle, bu ikrarıyla Allah’a itaati kabullendiği gibi, peygamberine itaati da kabullenmiş demektir. Ben Allah’ı kabul ederim, Allah’a itaat ederim, ben Allah’ın kitabına itaat ederim, ben eşhedü en la İlâhe illallah derim ama ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlühü demem diyen bir insan Müslüman olamaz. Ben Allah’a itaat ederim ama elçisine itaat etmem diyen bir insan da Müslüman sayılmayacaktır. Çünkü eğer Rasûlullah efendimizin verdiği hükümler sadece Kur’anın aktarımı olmuş olsaydı, bu Kur’an’ın dışında peygambere hiçbir yetki verilmemiş olsaydı o zaman Rabbimiz bu kitabında ısrarlı bir şekilde kendisinden sonra peygamberine itaat istemezdi, bana itaat edin derdi.
Rabbimiz kendi hükümlerinde başka Rasûlullah efendimizin de hüküm verme yetkisinden söz etmezdi. Kendisinin haram ve helâl kılma yetkisinden başka Rasûlullah efendimizin haram ve helâl koyma yetkisinden de söz etmezdi. Madem ki Rabbimiz kendisine itaatle birlikte Resûlüne itaatten, kendi verdiği hükümlerin yanında Resûlünün de hükümlerinden, kendi haram ve helâl sınırlarını belirleme yetkisiyle birlikte Resûlünün de haram ve helâl sınırları belirleme yetkisinden söz ediyor ise o zaman ben Müslüman’ım diyen kimseye düşen de Allah ve Resûlüne itaatten başkası değildir.
Allah kendisine ibadet edilecek, kendisine kulluk yapılacak tek İlâhtır, tek Rab’dir. İbadet edilecek sadece O var, Rasûlullah (a.s) da Onun kulu ve elçisidir. İtaat edilecek bir makamda olmakla beraber Rasûlullah efendimiz bir kuldur. Hüküm verme yetkisine rağmen sadece bir kuldur. Bu iyi bilinmelidir. Allah’la peygamber karıştırılmamalıdır. Rasûlullah efendimiz asla İlâh makamına, Rab’lik makamına ge-çirilmemelidir. Dua edilecek olan, secde edilecek olan, sığınılacak olan, yardıma çağrılacak olan, bizi öldürecek, diriltecek olan, bize rı-zık verecek olan, bize icabet edecek olan sadece Allah’tır. İstenmesi gereken sadece Allah’tır. Ölümsüz olan, bâkî olan sadece Allah’tır. Muhammed (a.s) bir beşerdir, bir insandır, bir kuldur, ölümlüdür.
“Aralarında hüküm verilmek üzere Allah'a ve peygambere çağırıldıkları vakit: "İşittik, itaat ettik" demek, ancak mü'minlerin sözüdür, işte saadete erenler onlardır.”
Allah ve Resûlünün hükmü karşısında ikinci tip insan ise şöyledir: Böyle bir durumda mü’minlerin sözü ise, aralarında hüküm vermesi için Allah ve Resûlüne dâvet edildikleri zaman, şöyle derler, işittik ve itaat ettik. Allah ve Resûlünün hükmüne müracaat edildi mi işte denmesi gereken, yapılması gereken budur. Bir mü’mine düşen sadece işittik ve itaat ettik demektir. Evet demek ki kişi önce Allah ve Resûlüne müracaat edecek, tüm hayat problemlerinin çözümünde Allah ve Resûlüne gidecek, baş vuracak, Allah ve Resûlünün hükmüne kulak verecek, onu anlayacak sonra da kesinkes ona boyun bükecek, itaat edecek ve teslim olacak. İşte dünyada da, âhirette de felaha erenler, kurtuluşa erenler bu mü’minlerdir.
Evet demek ki Allah ve Resûlüne çağrıldığı zaman, Allah ve Resûlünün hükümlerine çağrıldığı zaman, Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine dâvet edildiği zaman iki tip insan görülecekmiş. Birincisi işittik ve itaat ettik, işittik ve gereğini yerine getirmeye yöneldik diyen müslüman tipi, ikincisi de inandık dedikleri halde Allah ve Resûlünün hükümlerinden, kitap ve sünnetten yüz çeviren münâfık tip.
Biliyoruz ki Allah ve Resûlünün hükümlerine dâvet sadece o döneme mahsus bir hadise değildir. Şu anda da Allah’ın kitabına, Resûlünün sünnetine dâvet söz konusudur. Şu anda bir hayat problemiyle karşı karşıya mı bulunuyoruz? Çözümlenecek bir problem mi var? Bir ihtilâf mı var? Bir konuda muhakeme mi olmak istiyoruz? Bir konuda bir karar mı vereceğiz? Bir tavır mı belirleyeceğiz? Bir eylem mi gerçekleştireceğiz? Gelin bu problemi Allah ve Resûlüyle çözümleyelim. Gelin Allah ve Resûlünün hükmüne müracaat edelim. Gelin Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine başvuralım. Gelin Allah ne diyorsa onu peygamber örnekliliğinde anlayalım denildiği zaman bugün de bu iki tip insanın varlığını görüyoruz. Hemen Allah ve Resûlünün hükmüne teslim olanları ve bundan süratlice kaçanları bugün de görüyoruz. Ben bu konudaki problemlerimi başkalarıyla çözerim diyerek Allah’ın kitabına ve Resûlünün sünnetine müracaat yerine başkalarına müracaat edenleri görüyoruz.
Bunlar dün de bugün de inanmadıkları halde inanmış görünen münâfıklardır. Allah’ın hükmüne, Allah’ın kitabına, Allah’ın yasalarına ve peygamberin pratikte uygulamalarına çağrılırken Müslümanız dedikleri halde buna razı olmayarak başka başka hayat tarzları, başka başka yasalar, başka başka hayat programları arayışı içine girenler, başkalarının kanunlarını uygulamadan yana bir tavır sergileyenler kesinlikle bilelim ki münâfıklardır. Allah ve hükmüne razı olmayarak, Allah Resûlünün istediği bir hayatı yaşamayarak başka başka hayat anlayışlarına yönelenler kesin münâfıktırlar.
Allah’a itaat, peygambere itaattir; peygambere itaat, Allah’a itaattir. Allah ve Resûlünün arasını ayırmaya kimsenin hakkı yoktur. Ben Allah’a itaat ederim, Allah’ın kitabına itaat ederim ama Resûlüne itaat etmem, Resûlünün sünnetine itaat etmem demeye hiç kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur. Allah’a itaat Onun kitabıyla mümkündür, Resûlüne itaat onun sünnetiyle mümkündür. Şu anda dünya üzerinde Allah’ın kitabı da Resûlünün sünneti de vardır. Allah’ın kitabı da Resûlünün sünneti de dimdik ayaktadır.
Ama dün de, bugün de kimi münâfıklar biz Allah’ın hükümlerine itaat ederiz, Allah’ın kitabına tabi oluruz, lâkin peygamber bizim için bağlayıcı değildir diyorlar. Halbuki Kur’an-ı Kerîmin pek çok yerinde vurgulanan peygamberin hükmüne itaat emri sadece o dönem insanlarını bağlayan bir emir değildir. Bu emir sadece Rasûlullah efendimizin kendi dönemiyle, kendi hayat süresiyle sınırlı değildir. Ra-sûlullah efendimizin Müslümanlar adına aldığı kararlar kıyâmete kadar geçerlidir. Rasûlullah efendimizin sünneti kıyâmete kadar bizim için bağlayıcıdır. Allah’ın Resûlü kıyâmete kadar tek otorite insan olarak kalacaktır. Bir insanın gerçek Müslüman olup olmadığına bu otoriteyi kabul edip etmediği, bu otoriteye itaat edip etmediği belirleyecektir. Ona itaat edenler mü’min, itaat etmeyenler de kâfir sayılacaktır.
Evet demek ki peygamber (a.s) bizim hakkımızda bir şey söyleyecek, bir hüküm verecek, peygamber bizim durumumuzu bir karara bağlayacak, bizim adımıza bir karar alacak. Şöyle giyinin, böyle yaşayın, şunu yapın, bunu yapmayın diyecek, aldığı bu karar bizim aleyhimize de olsa, lehimize de olsa, hoşumuza da gitse, huzurumu-zu da kaçırsa onun bizim adımıza verdiği bu kararı kabul etmek, hem de içimizde en ufak bir isteksizlik, kalbimizde en fak bir burukluk, yüzümüzde en küçük bir işmizaz hissetmeden teslim olup uygulamak zorundayız. Peygamberi hayatımızda karar mercii bilmek zorundayız. İhtilâf mercii, karar mercii olarak peygamberimizin hayatımızda evet ve hayır deme yetkisinde olduğunu kabul etmedikçe Müslüman olamayacağımızı asla unutmayacağız.
Ve üstelik bizim adımıza karar verme makamında olan peygamberin bizim adımıza aldığı kararlara tam tamına teslim olup onları uygularken de kalbimizden en ufak bir tereddüt geçirmeden uygulamadıkça Müslüman sayılmayacağımızı bir an bile hatırımızdan çıkarmamalıyız. Onun emir ve yasaklarından zerre kadar bir şüphe etmediğimiz gibi, ona akıl verip yol göstermeye de kalkışmayacağız.
Nur suresi ayet 52
“Allah'a ve Peygambere itaat eden, Allah'tan korkan ve O'ndan sakınan kimseler, işte onlar kurtulanlardır.”
Kim Allah’a ve Resûlüne itaat ederse, kim Allah’ı ve Resûlünü hayatında hüküm mercii, karar mercii kabul ederse, kim Allah ve Resûlünün istediği bir hayatı yaşarsa ve Allah’tan ciddi bir şekilde haşyet duyar, Ona karşı gelmekten, Onun emir ve yasaklarını çiğnemekten, Onu razı edememekten korkarsa, Ona itaatsizlikten tir tir titrerse ve Onun için muttaki olur, Onun koruması altına girer, Onun belirlediği gibi hayatını Onun için yaşarsa işte fâizûn olanlar, başarılı olanlar onlardır. İşte başardı diyebileceğimiz, işte kurtuldu, işte başarıya imzasını attı diyebileceğimiz kimseler bunlardır. Allah’a ve Resûlüne itaat edenler, Allah ve Resûlünün dediği gibi yaşayanlar, hayatlarını Allah’ın kitabı ve Resûlünün sünnetiyle düzenleyenler, Allah ve Resûlünün haram-helâl sınırlarına riâyet edenler; felaha erip, başarılı olanlardır.
Rabbimiz nerede kendisine bir itaatten söz etmişse hemen orada peygamberine de itaat istiyor. Çünkü Rasûlullah efendimiz Al-lah’ın yeryüzünde sözcüsüdür. Rabbimiz indirdiği kitabın pratiğe aktarılma görevini peygamberine vermiştir. Tabii kitabının pratikte uygulanma yetkisini peygamberine verirken aynı zamanda ona itaat edilme yetkisini de birlikte vermiştir.
Kelime-i şehadeti söyleyen biri, bu sözüyle, bu ikrarıyla Allah’a itaati kabullendiği gibi, peygamberine itaati da kabullenmiş demektir. Ben Allah’ı kabul ederim, Allah’a itaat ederim, ben Allah’ın kitabına itaat ederim, ben eşhedü en la İlâhe illallah derim ama ve eşhedü enne Muhammeden abdühu ve Resûlühü demem diyen bir insan Müslüman olamaz. Ben Allah’a itaat ederim ama elçisine itaat etmem diyen bir insan da Müslüman sayılmayacaktır. Çünkü eğer Rasûlullah efendimizin verdiği hükümler sadece Kur’anın aktarımı olmuş olsaydı, bu Kur’an’ın dışında peygambere hiçbir yetki verilmemiş olsaydı o zaman Rabbimiz bu kitabında ısrarlı bir şekilde kendisinden sonra peygamberine itaat istemezdi, bana itaat edin derdi.
Rabbimiz kendi hükümlerinde başka Rasûlullah efendimizin de hüküm verme yetkisinden söz etmezdi. Kendisinin haram ve helâl kılma yetkisinden başka Rasûlullah efendimizin haram ve helâl koyma yetkisinden de söz etmezdi. Madem ki Rabbimiz kendisine itaatle birlikte Resûlüne itaatten, kendi verdiği hükümlerin yanında Resûlünün de hükümlerinden, kendi haram ve helâl sınırlarını belirleme yetkisiyle birlikte Resûlünün de haram ve helâl sınırları belirleme yetkisinden söz ediyor ise o zaman ben Müslüman’ım diyen kimseye düşen de Allah ve Resûlüne itaatten başkası değildir.
Allah kendisine ibadet edilecek, kendisine kulluk yapılacak tek İlâhtır, tek Rab’dir. İbadet edilecek sadece O var, Rasûlullah (a.s) da Onun kulu ve elçisidir. İtaat edilecek bir makamda olmakla beraber Rasûlullah efendimiz bir kuldur. Hüküm verme yetkisine rağmen sadece bir kuldur. Bu iyi bilinmelidir. Allah’la peygamber karıştırılmamalıdır. Rasûlullah efendimiz asla İlâh makamına, Rab’lik makamına ge-çirilmemelidir. Dua edilecek olan, secde edilecek olan, sığınılacak olan, yardıma çağrılacak olan, bizi öldürecek, diriltecek olan, bize rı-zık verecek olan, bize icabet edecek olan sadece Allah’tır. İstenmesi gereken sadece Allah’tır. Ölümsüz olan, bâkî olan sadece Allah’tır. Muhammed (a.s) bir beşerdir, bir insandır, bir kuldur, ölümlüdür.