Salat” ifadesi çok cami kelimelerden bir tanesidir. Kimden kime olmasına göre farklı manalar alır. Kuldan Allah'a olursa
“namaz, ibadet, dua”, Allah'tan kuluna olursa
“rahmet”, Efendimiz'den (sav) ümmetine olursa
“şefaat, merhamet”, Allah'tan Efendimiz'e olursa
“rahmet etmek ve şefaat hakkı vermek” manalarına gelir.
Efendimiz'in (sav)
“salât-ı kübrâ”sı ise, bütün yeryüzü çapında Allah'a karşı yaptığı kulluğu, namazı ve duası manasınadır. Kıyamete kadar bütün ümmetinin namazını ve dualarını temsil eder. Sanki cezire ve yeryüzü, bütün ümmeti hatta melekler ve kainat onun namazıyla namaz kılar ve duasına amin der.
Salât-ı Kübrâ, bir manasıyla Efendimiz'in (sav) bütün peygamberlerin duasını ve ibadetlerini içine alacak bir namaz ve dua yapmasıdır.
Salât-ı Kübrâ, sadece kendisi için değil, bütün ümmetinin kıyamete kadar ihtiyaçları için ve hatta semavat ve arzın, hatta bütün mevcudatın O'nun (sav) duasına iştirak ederek
“amin, amin” demeleri ve O'nun (sav) onlar namına Allah'a müracaatı demektir. Bu hususta On Dokuzuncu Mektup'ta geçen şu ifadeler salât-ı kübrâyı ifade eder;
“On Üçüncü Reşha: Acaba bütün efâzıl-ı benî Âdem'i arkasına alıp, arz üstünde durup, Arş-ı Âzama müteveccihen el kaldırıp duâ eden şu şeref-i nev-i insan ve ferîd-i kevn ü zaman ve bihakkın Fahr-i Kâinat ne istiyor?.."
"Bak, dinle; saadet-i ebediye istiyor, bekâ istiyor, likâ istiyor, Cennet istiyor. Hem, merayâ-i mevcudâtta ahkâmını ve cemâllerini gösteren bütün esmâ-i kudsiye-i İlâhiye ile beraber istiyor. Hattâ, eğer rahmet, inâyet, hikmet, adâlet gibi, hesabsız o matlûbun esbâb-ı mûcibesi olmasa idi, şu zâtın tek duâsı, baharımızın icadı kadar kudretine hafif gelen şu Cennetin binâsına sebebiyet verecekti."
"Evet, nasıl ki onun risâleti şu dâr-ı imtihanın açılmasına sebebiyet verdi; öyle de, onun ubûdiyeti dahi, öteki dârın açılmasına sebeptir. Acaba ehl-i akıl ve tahkike لَيْسَ فِى اْلاِمْكَانِ اَبْدَعُ مِمَّا كَانَ"İmkân dairesi dahilinde, şu andaki durumdan daha güzel yoktur." dediren şu meşhud intizam-ı fâik, şu rahmet içinde kusursuz hüsn-ü san'at ve misilsiz cemâl-i Rubûbiyet, hiç böyle bir çirkinliği, böyle bir merhametsizliği, böyle bir intizamsızlığı kabul eder mi ki, en cüz'î, en ehemmiyetsiz arzuları, sesleri ehemmiyetle işitip ifâ etsin, en ehemmiyetli, en lüzumlu arzuları ehemmiyetsiz görüp işitmesin, anlamasın, yapmasın? Hâşâ ve kellâ, yüz bin defa hâşâ; böyle bir cemâl, böyle bir çirkinliği kabul etmez, çirkin olmaz."
"Yâhu, ey hayalî arkadaşım! Şimdilik kâfidir, geri gitmeliyiz. Yoksa yüz sene şu zamanda, şu cezîrede kalsak, yine o zâtın garâib-i icraatını ve acâib-i vezâifini, yüzden birisine, tamamen ihâta edip, temâşâsında doyamayız. Şimdi, gel, üstünde döneceğimiz her asra birer birer bakacağız. Bak, nasıl her asır, o şems-i hidâyetten aldıkları feyiz ile çiçek açmışlar; Ebû Hanife, Şâfiî, Bâyezid-i Bistâmî, Şâh-ı Geylânî, Şâh-ı Nakşibend, İmâm-ı Gazâlî, İmâm-ı Rabbânî gibi milyonlar münevver meyveler veriyor.”1
Ve sorduğunuz yerin haşiyesindeki bu izahlar da oldukça manidardır;
“Evet, münâcât-ı Ahmediye (a.s.m.) zamanından şimdiye kadar bütün ümmetin bütün salâtları ve salâvâtları onun duâsına bir âmin-i dâimî ve bir iştirâk-i umumidir. Hattâ ona getirilen herbir salâvât dahi onun duâsına birer âmindir ve ümmetinin herbir ferdi, herbir namazın içinde ona salât ve selâm getirmek ve kametten sonra Şâfiîlerin ona duâ etmesi, onun saadet-i ebediye hususundaki duâsına gayet kuvvetli ve umumi bir âmindir. İşte bütün beşerin fıtrat-ı insaniyet lisân-ı haliyle, bütün kuvvetiyle istediği bekâ ve saadet-i ebediyeyi, o nev-i beşer nâmına zât-ı Ahmediye (a.s.m.) istiyor ve beşerin nurânî kısmı, onun arkasında "âmin" diyorlar. Acaba hiç mümkün müdür ki, şu duâ kabule karîn olmasın?”2
Cenab-ı Allah çok namaz kılmak ve Efendimiz’e salat-u selam getirmek suretiyle, ahirette O’nun (SAV) büyük şefaatine mazhar eylesin…
RİSALE NUR