Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Küsmeyelim kardeşlerim hepimiz kardeşiz (1 Kullanıcı)

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
İNSANIN, her canlı gibi, algıladığı etkiye tepki veren bir varlık olduğunu hepimiz biliyoruz. Tepkilerimiz öfkelenmek, bağırmak, içe atmak, kızmak, küsmek vs. tarzında olabilmekte. Günlük hayat içinde yaşadığımız kimi olaylar nedeniyle bazen kendimize bazen de çevremizdeki insanlara kızarız. Sinirleniriz. Çoğu zaman bu kızgınlığı nefret kademesine bile taşıyabiliriz. Öyle ki çocukluğumuzda veya ilk gençlik yıllarımızda yaşadığımız bir kızgınlığın şuuraltı etkilerini bu güne bile taşımış olabiliriz.


İster geçmişten kaynaklansın isterse bu günden, bir insana veya kendimize kızmak, o negatif duyguyu sürekli beslemek, bizi belli bir duyguya esir kılmak demektir. O duyguyla hareket etmek yazımızda da açıklayacağımız gibi bizlere çok şey kaybettirir. Bu nedenle kızgınlıkları şuurlu bir şekilde ele almak, bu negatif duygunun bizden esirgediklerini anlamak, varlıksal gelişimimiz açısından bir öneme sahiptir.

Neden Bağışlamalıyız?

Kızdığımız bir insanı bağışlamak, aslında insanın kendini özgürleştirmesidir. İnsanın özgürleşmesiyle birlikte vesveselerin, içsel konuşmaların durdurulması enerji tasarrufu sağlar. Bu tasarruf varlıksal gelişimimiz açısından büyük bir kıymettir.
Tarih boyunca yöntemleri bilinegelen “Kendini Tanıma” meselesinde atılacak adımlardan biri, insanı enerji tükettiren alışkanlıklarından kurtarmaktır. Bunların bazıları; alınganlık, gereksiz acelecilik, sinirlilik, nahoş duygular üretmek, gereksiz şeyleri merak edip gereksiz yere konuşmak, dedikodu yapmak, beklentilerin esiri olmak, korkmak, kendine acımak, affedememek vs. dir.



Bu alışkanlıkları terkeden birey karşılığında çok değerli bir hazineyi, yani kozmik enerjilerin dönüştürücüsü olan bedeninin üretmeyi bildiği ince enerjileri biriktirmeye başlar. Biriktirdiği enerjiyle; gerçekte kim olduğunu hatırlamaya, niçin yaşadığını ve bedenlenmekteki amacının ne olduğunu anlamaya, hissetmeye ve incelemeye başlayabilir. Farkındalığı ve algılayışı artar. Daha şuurlu bir yaşamı organize etmeye başlayabilir.




Örneğin affedememek nedeniyle doğan nahoş duygular sayesinde zihinsel olarak konuşup durmak, karşı tarafa veya kendine lanetler yağdırıp mağdur olma psikolojisine bürünerek kendine acımak, haksızlığa uğradığımızı düşünmek, “ben bunu hak etmemiştim” diyerek ha bire içsel saldırılarda bulunmak, ürettiğimiz ve dönüştürücü gücüne mutlak ihtiyaç duyduğumuz ince enerjileri çar çur etmektir. Bedenimiz, kozmik anlamda kaba olan enerjileri alıp onları daha ince enerjilere dönüştüren bir kimya fabrikası gibidir. İnce enerjiler üretmenin temel nedeni ise yüksek şuur hâllerinin yaşanması ve merkezlerin doğru çalışması içindir.



Bir insanı niçin affetmemiz gerekir? Çünki o insana kızmış veya kırılmışızdır. Peki bir insana niçin kızarız? Bu soruya pek çok yanıt verilebilir. Kızmakta haklı da olabiliriz haksız da. Aslında mesele haklı veya haksız olmamız değildir. Asıl mesele kızdıkça tükettiğimiz enerjilerle neleri kaçırdığımızın farkında olamayışımızdır. Üstelik çoğu zaman kızgınlığımızın altında yatan neden son derece basit bir yanlış anlama da olabilir, gereksiz bir alınganlık ta. Kaale alınma isteği de olabilir, ben merkezci yaklaşımımıza karşı çıkılması da. Beklentilerimize ters düşülmesi de olabilir, bencilliğimiz de.



Özellikle geçmiş zamanlarda yaşanılan bir olayın kızgınlığını hala sürdürüyorsak orada affedilmeyi bekleyen bir insan var demektir. Bu insan ya bir başkası ya da kendimizizdir. Kızdığımız kim olursa olsun bu hatırlama-kızma ilişkisini beslediğimiz sürece o ana, o andaki negatif duygulara, o andaki saldırgan eğilimlerimize, o andaki pasif kalışımıza ya da karşı tarafa niçin şunu şunu söyleyemedimlere, keşke öyle değil de böyle deseydimlere kanca atmayı sürdürmeye devam ederiz.


Bu kanca atış, tüketilen enerji nedeniyle bu anı ve anın getirdiklerini algılayamama, kendimize değişim için gerekli olan şansları tanımama ve içten içe kemiren bir kurdu besleme eylemidir. Değişim için gerekli yakıtı boşu boşuna harcama eylemidir. Geçmiş geçmişte kalmıştır. Geri gelmesi mümkün olmayan anlara böylesine takılıp kalmak bize ne kazandırır? Zaman, o ilahi kozmik enerji her insanı değiştirir. Zamanın değiştirici etkisine boyun eğmeyen varlık olabilir mi? Dünkü biz bugünkü biz miyiz? Dünkü onlar aynı insanlar mı?



Her şey şuurun tezahürü değil mi? Her insan içinde bulunduğu anda kendi şuurunun zirvesini yaşamıyor mu? Kendi şuurunun zirvesi gereği öyle davranan ve bu davranışı bize denk düşmeyen bir varlığı yargılamak mı önemlidir? Yoksa “varlık kardeşim veya geçmişteki kızdığım ben, o anda öyle bir hâldeydik ki meseleyi daha yukarılardan göremedik” diye bağışlamak mı? “Benim içinde bulunduğum realite o zaman öyleydi, onun da içinde bulunduğu realite öyle davranmasını gerektirdi” diye hoşgörüyle bakabilmek ve geçmişten kendimizi çekip almak kendimiz ve çevremiz için önemli bir sorumluluktur.



En önemli eksiklerimizden biri kendimizi her zaman şuurlu ve tek bir ‘ben’ olarak görme yanılsaması ve yorumda aceleciliktir. Kendimizi bilge bir insanmış gibi görme ve diğerlerini yargılama aczine düşmemizdir. Uyurgezerler içinde kendimizi uyanık zannetme yanılgımızdır. Hepimiz uykudayız. Anlık uyanışları süreli zannediyoruz. Anlık flaşların hep patladığını zannediyoruz. Hayır biz bedende uyumaktayız. Üstelik bir bedende bir çok “ben” yaşatıyoruz. Bu gereksiz ve yanlış güdülemelerden beslenen, ben’lerden birinin hoşnut olmadığı bir durumun faturasını diğer bütün ‘ben’lere de ödetiyoruz.
Bir olay, hele hele iki kişi arasında yaşanan bir olay sadece karşı tarafın iradesiyle gerçekleşebilir mi? Gerçekleşen olayda belki de asıl sorgulanması gereken kendi tavrımız olamaz mı?
Elisabeth Kübler Ross ve David Kessler, “Yaşam Dersleri” adlı eserlerinde şöyle söylüyorlar. “Bütün bir hayat yaşayabilmemiz için bağışlamamız gerekir. Bağışlama acılarımızı ve yaralarımızı iyileştirmenin yoludur. Hepimiz incinmişizdir. Doğruyu söylemek gerekirse büyük bir olasılıkla başkalarını da incitmişizdir. Sorun bu incinmenin yaşanması değildir, bizim bunu bağışlayamamamız ya da bunu unutamayacak olmamızdır. İncinmeye devam eden şey bu acıdır.“
Çeşitli nedenlerle zihinsel süreçte yaşanan içsel konuşmalar bize en çok enerji kaybettiren davranışlarımızın başında gelir. Bu durum aslında, kendi güçsüzlüğümüzü ilan etmek ve yaşamsal sorumluluklarımızdan kaçmak, yaşadığımız olayların sorumluluğunu başkalarına yüklemektir. Gün, ay ve yıllar içinde bu ve benzeri olaylarla ha bire kurban psikolojisini yaşayıp enerji tüketip dururuz.
Kızdığımız her durumda hep başkalarını suçlamak olaydaki sorumluluğumuzu görmemeye direnmek değil midir? Yapılması gereken şey “ben nerede hata yapıyorum? Niçin o insana hala kızıp duruyorum? Neden onu affedemiyorum? Gerçekten o mu hatalıydı yoksa ben mi? Hangi yanlış tavrım bu olayı yaşamama neden oldu” diye sorgulamalara gidip içimizdeki bariyeri ortadan kaldırmaya kalkışmak gerekmez mi?



Dr. Henry Cloud ve Dr. John Townsend, birlikte kaleme aldıkları kitaplarında bağışlamayla ilgili şunları dile getirmektedirler.
“Birisini bağışlamak; onu kancadan kurtarmak veya size olan bir borcunu iptal etmek demektir. Birisini bağışlamayı reddettiğinizde, hâlâ o kişiden bir şey istemektesinizdir ve eğer istediğiniz intikam dahi olsa, bu sizi ona sonsuza dek bağlı kılar.



Bağışlamadığınız sürece, sizi inciten birisinden, yalnızca yaptığı bir şeyi itiraf etmesi de olsa, vermek istemediği bir şeyi talep etmektesinizdir. Bu, onu size “bağlar”. Hala kızgınlık duygusu ürettiğiniz bireyi affedin gitsin. Onu serbest bırakırsanız, asıl siz özgür olacaksınız.
Bağışlamak, silmek demektir. Vazgeçmek. Hesabı yırtmak. Hesabı, “iptal etmek”tir. Bağışlamamak, kendimize yapabileceğimiz en tahripkar harekettir. Çünki, içsel olarak gücünüzü başkalarının denetlemesine izin vermektir.



Affetmek, çekmekte olduğunuz acıyı dindirip, yüreğinizi buran geri ödeme talebini ortadan kaldırır. Affetmek, geçmişteki pasif istekler yerine, şimdiki zamanda girişimci davranışa götürebilir.
Bağışlamak çok zordur ama bunu başarabilmek, geçmişten; sizi inciten ve istismar edenden kurtulmaktır.
Ödenmemiş bir hesap peşinde koşmayın. Bırakın gitsin; siz de neye ihtiyacınız varsa, onu Tanrı’dan ve verebilecek kişilerden isteyin. Bu daha iyi bir yaşam olur. Bağışlayamadığınız sürece geçmişte kalmanızı isteyen, asla gerçekleşmeyecek şeyleri bir araya toplamaya çalışan dirence dikkat edin.
Asıl değişmesi gereken kişinin, kendiniz olduğunu görme direncinize cesaretle karşı durun. Kendinizle yüzleşmeniz hayati önem taşır. Kendinize bakarak sorunun sizin dışınızda olmasını isteme iç direncinizle yüzleşmelisiniz.
Bağışlayıcılık, yüreğimizle yaptığımız bir şeydir. Artık onu suçlamayız. O, arınmıştır. Bağışlayıcılık için, bir tek taraf gereklidir: Ben. Bana borcu olan kişinin, benim bağışlayıcılığımı istemesi gerekmez. Bu benim yüreğimdeki bir lütuf meselesidir. Kendi irademizde olan ve hayatlar boyu bize pozitif katkılar sağlayacak olan bir adımı atıp bağışlamayı seçebiliriz.”

Sonuç:

Bağışlayıcılık, sevgiyle çevrelemeye gayret etmemiz gereken zihin bahçemizi, içten içe kemirip duran düşünce parazitlerinden kurtarmaktır. Bağışlayıcılık, bize daha güçlü, daha zengin ve daha özgür insanlar olabilmek için gerekli olan içsel ve pozitif desteği verir. Pozitif desteğin verdiği özgürlük bizleri sorumlulukla ve akıllıca davranmaya yönlendirir. Aksi takdirde zihinsel süreçlerdeki tahripkar ilişki yıllar boyu sürebilir. DEĞER Mİ?
Arkadaşları, sevdikleri veya vazifesi uğruna yaşamını ortaya koymaktan daha büyük sevgi yoktur. Bu birbirine hizmet etmek demektir. Ancak bunun özgürlük içinde yapılması gerekir. Bireyin özgürleşebilmesini sağlayacak olan “kendini tanıma” sürecinde, affedebilmek bu nedenle önemlidir. Elbette ki “kendini tanıma” sadece affetmek üzerine inşaa edilen bir süreç değildir.



Manevi yaşamı zengin insanlar içerden dışarıya doğru şefkatlidir, dıştan şefkatli ve içten öfkeli değildir. Öyleyse içimizdeki öfkeyi nötralize edemeden, kızıp durduğumuz insanı veya insanları affedemeden şefkati nasıl besleriz?



Pek çok nedenle pek çok insana kızgın ve kırgın olabiliriz. Kızgınlığımızın nedeni sıradan bir olay olabileceği gibi gerçekten travmatik bir olay da olabilir. Yalan söylendiği için, davet almadığımız için, işten atıldığımız için, tacize uğradığımız için, anlaşılmayı beklerken anlaşılamadığımızı düşündüğümüz için, yanlış anlaşıldığımızı zannettiğimiz için, istediğimiz borç paranın verilmediği için, birileri tarafından terkedildiğimiz için, maddi veya manevi olarak sömürüldüğümüzü düşündüğümüz için vs. birilerine kızgın olabiliriz.



Her ne türden olursa olsun kızgınlık kendi kendini yiyip bitirmektir. Kızgınlığı sürdürüp affetmemek, o olayın üstünden yıllar geçmesine rağmen, kızgınlıkla yapageldiğimiz içsel konuşmaları yıllara yaymaktır. Yıllar boyu o olaya çengel atıp içten içe kavga edip durmaktır. Olayı unutmuş gibi davransak bile o olayı anımsatan her durumda aynı şiddetli kızgınlığı yeniden hissetmek ve enerji tüketmeye devam etmektir. Affedememek ıstırap çekmektir.
İşte bu noktada uyanmak, şuurlu bir şekilde olaydaki olası sorumluluğumuzu üstlenmek, “eyvallah hata yaptım ve bunu yaşadım”, ya da “gerçekten masumdum ama bu durum başıma geldi, artık tüm bunları geçmişte bırakıyorum, kendimi ve diğerlerini affediyor ve özgürleştiriyorum” diyebilmeyi içselleştirmek ve bunun pozitif sonuçlarını yaşar duruma gelmek kendi elimizdedir.



Affetmeyi kimse bizim yerimize yapamacağına göre bunu bizim yapmamız gerekir. Mesele yaşadığımız bir olayı değiştiremeyeceğimize göre olayı değerlendiren bakışımızı, anlayışımızı değiştirmeye bağlıdır. Anlayışımızın değişmesi, bağışlayıcılığı ve hoşgörüyü beraberinde getirir. Enerji tüketme alışkanlıklarımızı yavaş yavaş terkederek enerjiyi biriktiren bireyler olmaya yönlendirir. Bu ise gerçek pozitifliğe adım atmak, sevgi enerjisini bünyemizde toplayabilmek ve yayabilmek olgunluğuna yaklaştırır.
Kendimizi ve insanları sevebilmek Evreni sevebilmekle özdeştir. Bu koskocaman ve mükemmel yasalarla idare edilen Kâinat içinde, takılıp kaldığımız ve hem kendimizi hem de çevremizi yiyip bitirmeye yönelik olan davranışlarımızın aczini görebilmek için de çar çur ettiğimiz ince enerjilere ihtiyacımız vardır.



Kadim öğretiler “insanı ıstırapları olgunlaştırır” der. Çünki ıstıraplarımız, varlığa gelen dış tesirlerdir ve şuur bu tesirlere hâkim olmak için gücünü artırmaya uğraşır. Hâkim olmayı başardığı gün, o tesirden kaynaklanan ıstırap da kendiliğinden sona erer. İşte affedebilmek, bunu başarabilmek için çaba sarfetmek ve ıstırabı dindirmek, aslında bir tesire hâkim olabilmek için gereklidir. Istıraplardan gerekli tesiri çekebilmek daha üstün bir şuur seviyesine yükselebilme şansını yakalamaktır.
Bir tesire hakim olabilmek için yılları harcamak mı gerekir? Affetmediğimiz sürece enerji tüketip durmayı dolayısıyla ıstırabı yıllara yaymak mı gerekir?

Istırap, yüklediği tesirle, derin şuurumuza uzanmamıza vesile olup ilâhi amacı sezinlememizi sağlayan şoklardan biridir sadece. Demek ki mesele, kızıp durmak değil o ıstırabın sunacağı bilgiyle kendimizi özgürleştirmektir. Bu, özgürlükle henüz işimizin bitmediğini, halletmemiz gereken başka şeylerin de olduğunu kavrayabilmek ve tekâmül yolunda ilerlemeyi otomatik hâlden şuurlu hâle taşıyabilmek demektir

 

asi egeli

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Şub 2013
Mesajlar
71
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
Merhaba arkadaşlar bende yedi yıllık arkadaşımla kavga ettim . çok ağır hakaretlerde bulundu kapalıyım namaz kılıyorum onlara bile laf etti art niyetli davranmadığım halde iftira attı çok kırıldım ama işle alakalı konuşmak durumundayım çok zor günler geçiriyorum dualara okadar çok ihtiyacım var ki
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
[h=2]Küsmeyelim kardeşlerim hepimiz kardeşiz[/h]
Erkek olsun, kadın olsun, dünya işleri için, müminin mümine darılması, onu terk edip uzaklaşması, aradaki bağlılığı, ilgiyi kesmesi caiz değildir.

Müslüman olan ve dine uygun yaşayan akrabayı ise, hiç olmazsa haftada veya ayda bir ziyaret etmeli, kırk günü geçirmemelidir.

Uzak memlekette ise, mektupla, telefonla veya haber göndererek gönlünü almalıdır. Dargın olsa da ziyareti ve gönlünü almayı ihmal etmemelidir.

Akrabası gelmezse, cevap vermezse de, giderek veya hediye, selam göndererek, yahut mektup ile, telefon ile yoklamaktan vazgeçmemelidir. Allahü teâlâ, müslüman olan ve salih olan akrabayı ziyareti emrediyor. Bunun tersi olanları ziyaret etmeyi emretmiyor. Hele kendilerinden zarar gelecek günahkâr akrabadan uzak durmak gerekir.

Dargın olana, üç günden önce gidip barışmak, daha iyidir. Güçlük olmaması için, üç gün izin verilmiştir. Daha sonra günah başlar ve gün geçtikçe artar. Günahın artması, barışıncaya kadar devam eder. Hadis-i şerifte, (Sana darılana git, barış! Zulüm yapanı affet. Kötülük yapana iyilik et!) buyuruldu. (İbni Ebiddünya)

Üç günden fazla dargın duran kimse, şefaat olunmazsa, affolunmazsa, Cehennemde azap görecektir. Günah işleyene, ona nasihat olmak niyeti ile ondan uzak durmak iyidir. Allahü teâlâ için darılmak olur.

Birbirine dargın olanları barıştırmak gerekir. Hadis-i şerifte, (Hastanın halini sormak için 2 km git, küs olan kimseleri barıştırmak için 4 km, bir din kardeşini ziyaret etmek ve ilim adamından bir mesele öğrenmek için de 6 km git!) buyuruldu.

Hazret-i Musa, (Ya Rabbi, dargın olanları barıştırana ne ecir verirsin? diye sordu. Hak teâlâ, (Kıyamet gününde selamet verir, korktuğu şeylerden emin eder, umduğu şeylerle şereflendiririm) buyurdu.

Dargın olanların, bayramı veya başka bir günü beklemeyip, hemen barışması gerekir.

Hoşgörülü olmalı
Allahü teâlâyı ve Peygamber efendimizi seven kimse, insanların kusurlarına bakmaz, hoşgörülü olur. İyi insan, yani mümin herkesle iyi geçinir. Başkalarına sıkıntı vermediği gibi, onlardan gelecek eziyetlere de katlanır.

Bir kusurundan dolayı iyi bir kimseye darılmamak gerekir. Dargınlık olsa bile 3 günden fazla sürmemelidir. Bayrama kadar süren bir dargınlık olduysa, daha fazla gecikmeden barışmalıdır. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir müminin din kardeşiyle üç günden çok dargın durması caiz değildir. Üç gün geçtikten sonra, onunla karşılaşırsa, ona selam verip hatırını sormalıdır. O kimse selamını alırsa, birlikte, sevaba ortak olurlar. Selamını almazsa günaha girer. Selam veren de küs durma mesuliyetinden kurtulmuş olur.) [Ebu Davud]

(İki kişi, birbirine dargın olarak ölürse, Cehennemi görmeden Cennete giremez. Cennete girseler de birbiriyle karşılaşamazlar.) [İbni Hibban]

(Din kardeşiyle bir yıl dargın duran, onu öldürmüş gibi günaha girer.) [Beyheki]

(İnsanların amelleri, pazartesi ve perşembe günleri Hak teâlâya arz olunur. Hak teâlâ da, kendisine şirk koşmayan herkesi affeder. Ancak bu mağfiretten birbirine kin tutan iki kişi istifade edemez. Cenab-ı Hak, “O iki kişi barışıncaya kadar amellerini getirmeyin” buyurur.) [İ.Malik]

(Birbirinizle münasebeti kesmeyin! Birbirinize arka çevirmeyin! Birbirinize kin ve düşmanlık beslemeyin! Birbirinizi kıskanmayın! Ey Allah’ın kulları kardeş olun! Bir müslümanın diğer kardeşine darılarak 3 günden çok uzaklaşması helal değildir.) [Buhari]

(Birbirine dargın iki kimseden, hangisi önce selam verirse, günahları affolur. Verilen selamı öteki almazsa, bu selamı melekler alır. Selam almayan kimseye de şeytan, sevinerek iltifatta bulunur.) [İbni Ebi Şeybe]

(Müslüman kardeşine, üç günden fazla dargın duran kimse, ölünce Cehenneme gider.) [Nesai]
[Cehennemde günahı kadar ceza çektikten sonra çıkar.Yahut şefaate veya affa uğrarsa hiç Cehenneme girmez.]
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
İnşallah Bu bilgilerden nasilenenlerden oluruz.
Hayatlarımızda Mutluluk ve huzurun devam kaynağıdır bunlar.
Rabbimiz uygulamayı nasip et. amin.

Allah celle celalüh sizden razı olsun sevgili kardeşimiz.

selam ve dua ile
 

leyla-1

Altın Üye
Katılım
4 May 2007
Mesajlar
39,337
Tepki puanı
5,736
Puanları
163
Yaş
51
Selam Aleyküm kardeşim emeğinize sağlık çok güzel bir paylaşımdı.Önemli olan insanların birbirine karşı saygılı horgörülü fedakar yapıcı olmaları ve birbiriyle geçinmelidir Rabbim hepimizin yar ve yardımcısı olsun.
Selam ve dua ile Allah'a emanet olun.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,594
Tepki puanı
961
Puanları
113
Yaş
66
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Eğer müminlerden iki grup birbirleriyle vuruşurlarsa aralarını düzeltin. fiayet biri ötekine saldırırsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar saldıran tarafla savaşın (mücadele edin). Eğer dönerse artık aralarını adaletle düzeltin ve (her işte) adaletli davranın. şüphesiz ki Allah, âdil davrananları sever. Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, size rahmet edilsin."
Hucurat süresi 9-10
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt