Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla
Duha suresi ayet 1
“Kuşluk vaktine
Duha suresi ayet 2.
ve sükûna erdiği zaman geceye andolsun ki,”
Rabbimiz sûreye yeminle başlıyor. Mekkî sûrelerde genellikle kevnî âyetlere yemin çokça kullanılır. Semâya, aya, güneşe, yıldızlara yani kâinatta yarattığı kevnî âyetlere, ya da görsel dediğimiz, göze hitap eden meşhûd âyetlere yemin eder Rabbimiz. Anlayabildiğimiz kadarıyla Mekke’de henüz kendisini tanımayan, zâtı ve sıfatları konusunda bilgi sahibi olmayan insanlara bu tür yeminlerle rubûbiyetini, ulûhiyetini ve kudretini tanıtmak istiyordu Rabbimiz.
Allah önce iki âyetle yemin ediyor. İki kevnî âyetine, iki görsel âyetine yemin ediyor. Bunlardan birincisi Duhâ, yani kuşluk vakti, ötekisi de gecedir. Birisi güneşin ışığının, aydınlığının en etkili olduğu kuşluk vakti, ötekisi de gecenin iyice kararıp, ses seda kesilip, gelip gidenlerin ayak seslerinin kesildiği, insanların istirahata çekildikleri ve mü’minlerin ibadet için teheccüde kalktıkları seher vaktidir. Kuşluk vaktine ve gecenin en sakin dönemine yemin ediyor Rabbimiz. Sonra bu iki yemine cevap mahiyetinde üç âyet geliyor. Rasûlullah’ı ve onun yolunda gidenleri asla terk etmeyeceğini anlatıyor Rabbimiz. Sonra da geleceğin daha iyi olacağına dair, cennette en yüksek makamın onları beklediğine dair âyetler geliyor. Sonra insanın sahip olduğu mal, beden ve bilginin Allah’tan olduğu beyan edilir. Son bölümde de bu nîmetlere karşılık dünyada yapılması gereken vazifeler, yetime, yoksullara karşı vazifelerimiz, Kur’an’a karşı tavrımız anlatılır.
Duhâ’ya yemin olsun ki. Duhâ, kuşluk vaktidir. Güneşin ışıklarının daha bir net geldiği, güneşin en çok parlayıp kendisine bakılmanın âdeta imkânsız olduğu dönemdir kuşluk dönemi. Bu dönem günün en değerli dönemidir. Güne ve günün hayırlı amellerine başlama zamanıdır. Mevlâ’nın bereketinin, ihsanının beklendiği, ümit edildiği bir dönemdir. İşte Rabbimiz günün en bereketli dönemine dikkat çekiyor.
Eğer insan ömrü bir gün kabul edilirse, Duhâ bu ömrün en genç ve en verimli zamanıdır. Dikkat edin sabah saat 7-8 arasında yapılabilen bir iş akşam 8-9 arası yapılamaz. Sabahın o saatlerinde başarıp bitirebildiğiniz bir işi akşamın aynı saatlerinde bitiremezsiniz. Bu dönemde ayrı bir bereket vardır. İşte Allah bu döneme dikkat çekiyor. Tâ-Hâ sûresinden de anlaşıldığı gibi Hz. Mûsâ’nın sihirbazlara galip geldiği vakit kuşluk vaktidir.
“Mûsâ: “Buluşma zamanımız sizin bayram gününüzde, insanların toplandığı kuşluk vaktidir” dedi.”
(Tâ-Hâ 59)
Veya eğer insanın tüm ömrünü bir gün kabul edecek olursak, o günün kuşluk vakti gençlik dönemidir. İnsanın en canlı, en zinde olduğu dönem, hayatının baharıdır. İşte bir gün kabul ettiğimiz insan ömrünün en zinde dönemini teşkil eden o günün kuşluk vaktini, gençlik vaktini, gençlik dönemini çok iyi değerlendirmemiz gerektiği anlatılır bu âyette.
Bu kuşluk vaktinin bir mânâsı da şudur: Nûru Muhammedînin yeryüzünü aydınlattığı, Allah’ın nûr olarak ruhlara doğduğu dönem anlatılıyor burada. Yani eğer Rasûlullah Efendimizin teşrifinden sonraki dünyanın ömrünü bir gün kabul edecek olursak, o günün kuşluk vakti Rasûlullah Efendimizin dönemi olan asr-ı saadet dönemidir. Allah, başlarında Rasûlullah’ın bulunduğu İslâm milletinin, İslâm ümmetinin ilk dönemi yani kuşluk vaktine, asr-ı saadete yemin ediyor.
Biz biliyoruz ki Allah bir şey üzerine yemin etmişse onun bizim hayatımızda önemi çok büyüktür. Öyleyse asr-ı saadeti çok iyi öğren-mek, çok iyi bilmek ve değerlendirmek zorundayız. Rasûlullah Efendimizin hayatta olduğu saadet asrına yemin ederek Rabbimiz ona dikkat çekmiştir. Çünkü asr-ı saadet ve o asırda yaşayan Rasûlullah Efendimizin güzîde ashabı dinin yaşandığı, anlaşıldığı ve en güzel biçimde uygulandığı mübarek bir dönemin insanlarıdır. Yeryüzünde o toplumdan daha mübarek bir toplum yaşamamıştır.
Asr-ı saadet kıyâmete kadar din, kulluk adına tüm problemlerin çözüldüğü örnek ve maket bir hayattır. Doğruya, güzele, hakka ulaşmak isteyen kişi mutlaka asr-ı saadete gitmek ve asr-ı saadetteki uygulamaya ulaşmak ve asr-ı saadeti örnek almak zorundadır. İşte Rabbimiz bu âyetinde asr-ı saadete yemin ederek dinimiz konusunda asr-ı saadetin önemine, asr-ı saadette gerek ferdî planda Peygamber efendimizin anlayışına, sünnetine, uygulamalarına ve gerekse sahâbe-i kirâm efendilerimizin sünnetlerine dikkat çekmektedir. Kur’an’ın başka yerlerinde de kurtuluşa erenlerden söz edilirken sahâbe toplumuna ve asr-ı saadete dikkat çekilmektedir.
“İyilik yarışında önceliği kazanan muhacirler ve ensâr ile, onlara güzelce uyanlardan Allah hoşnut olmuştur, onlar da Allah’tan hoşnutturlar. Allah onlara, içinde temelli ve ebedî kalacakları, içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır; işte büyük kurtuluş budur.”
Tevbe 100)
İyilik, takva yarışında, Allah’a kulluk ve Rasûlullah’a ittiba konusunda en önde giden bu ümmetin en bereketli dönemini, kuşluk vaktini idrak eden sahâbe-i kirâm efendilerimizden ve güzellikle onların yolunu takip edip, onların yollarına, sünnetlerine uyanlardan razı olduğunu ve onların kurtulduklarını haber veriyor Rabbimiz.
Bir de karardığı, sakinleştiği, kendine geldiği, bitmeye başladığı, devrini tamamladığı zaman geceye yemin olsun ki. Yani seher vaktine, tam o döneme yemin ediliyor. Cenâb-ı Hakk, gecenin sükûnete erdiği döneme, seher vaktine yemin ediyor. Öyleyse bunun üzerinde durmak ve tanımak zorundayız. Gece kelimesi çok geçti. Mekkî sûrelerde çokça bu konuda yemin gördük. Gecenin bizim hayatımızda apayrı bir yeri ve önemi vardır. Ama dikkat ederseniz burada gecenin devrini tamamlayıp bitmeye başladığı döneme yemin ediliyor. Saat 3-5 arası gecenin sükûnete erdiği dönemdir. Sarhoşlar sesini kesmiş, koşuşanlar, gidenler gelenler, gece gıybet edenler, birileri adına komplo hazırlayanların hepsi, hattâ köpekler bile susmuş.
Bir adam düşünün ki böyle sakin bir dönemde uykusunu bölerek kalkmış, yatağını terk etmiş. Semâ berrak, yıldızlar pırıl pırıl, su sesi, ağaçların sesi, hepsi Allah’ın âyetleri. İşte bu Rabbimizin görsel âyetleriyle sarmaş dolaş oracıkta temiz bir taşın üzerinde namaza dursa… Ne abdest alırken, ne namaz kılarken zamana, saate bağımlı değil… Kimseye söz vermedi, kimse beklemiyor onu, kimse meşgul etmiyor. İş, güç, okul, dükkan, tezgah, müşteri peşinde değil. Ne okuduğunu daha iyi bilecek, daha iyi anlayacaktır. Onun için Müslüman daima özgür bir hayatı özlemeli, sürekli böylesi bir hayatın peşinde olmalıdır. Her şeyden özgür, her şeyden yakasını kurtarmış, ama sa-dece Allah’a kul ve köle. Zamanın, mekânın, eşyanın, insanların, çevrenin ve her şeyin köleliğinden sıyrılmış, ama Rabbinin görsel âyetleri altında, onlarla birlikte Rabbine teslim. İşte Rabbimiz bizden böyle bir hayat istiyor.
Nurla, aydınlıkla, kuşlukla, gündüzle başlayan, geceyle devam eden bir kulluk hayatı. Gecede ve gündüzde sürekli devam eden bir kulluk… Gündüz ve gece, Cenab-ı Hakk’ın egemenliğinin ifadesidir. Çünkü gece de, gündüz de Allah’ın âyetleridir. Geceyi de, gündüzü de yaratan Allah’tır. Gece de, gündüz de Allah’a kuldur, Allah’a boyun bükmüştür. Gündüz, gece, kuşluk, seher, öğle, ikindi, akşam tüm bunlar Allah’ın hâkimiyetinin ifadesidir. Tüm bunlar konusunda söz sahibi Allah’tır. Sizlerin sözü geçmez buralarda. Bunları değiştiremezsiniz, bunları kaldırıp yerine başka bir şey koyamaz, bunlara itiraz edemezsiniz. Bu şartları yaşamak zorundasınız. Bu hayata karşı gelip itiraz edemezsiniz. Geceyi kovamazsınız, güneşi, gündüzü atamazsınız. Öyleyse sizler de Rabbinize teslim olun. Zaten fıtraten, zorunlu olarak Allah yasalarına teslimsiniz.
Geceyi de, gündüzü de var eden Allah’tır. Geceye de, gündüze de egemen olan sadece Allah’tır. Gece de, gündüz de O’nun emri ve hikmetiyle hareket etmektedir. Gece ve gündüz en küçük bir aksama olmadan birbirini takip etmektedir. Öyleyse ey peygamberim, gündüz ve gecenin böyle peş peşe gelişi nasıl bir hikmete mebnî ise, bunu bilen ve bu düzeni kuran bir Rabbin varsa, bu Rabb bu düzeni belli bir hikmetle ayarlıyorsa, işte aynen vahyin kesilmesi de böyle bir hikmete mebnîdir. Ne zaman keseceğini, ne zaman göndereceğini bi-len bir Allah’ın ilmi ve hikmetiyle olmaktadır bu iş. Keseceği, göndereceği zamanı bilen bir Allah’ın işidir bu. Geceye ve gündüze itiraz edemeyen bir Müslüman, elbette buna da itiraz etmemelidir. Bu konuda da Rabbinin hikmetine teslim olup tedirgin olmamalıdır İşte buradaki gece ve gündüze yeminin mânâsını böyle anlamaya çalışıyoruz. Rabbimiz vahyin kesilişi karşısında tedirgin olan Peygamberine bunun belli bir hikmetle olduğunu anlatıyordu.
Yahut da bu gece ve gündüze yemin edilmesinin şöyle bir hik-meti de olabilir: Gündüzün meşakkatinden dolayı insan yorulur. Herkes bilir ki gündüzün ışınları insanı yorar ve yıpratır. Sürekli gündüz ve güneş olsa, insan buna dayanamaz. Gece karanlığı ise insanı dinlendirir. Gündüzün yorgunluğunu atabilmek için gece dinlenmeye ihtiyacı olur insanın. Nitekim Nebe’ sûresinde de Rabbimiz geceyi an-latırken şöyle buyuruyor:
“Uykunuzu dinlenme vakti kıldık; geceyi bir örtü yaptık;” (Nebe’ 9-10)
Gece, dinlencedir, dinlenme zamanıdır, örtüdür, sükûnet zamanıdır. “Gündüzün sizi yoran ışınlarından sizi geceyle sakladık, örttük,” diyor Rabbimiz.
İşte aynen bunun gibi, tıpkı devam eden güneş ışınları gibi vahyin devamı da senin için gerginlik kaynağı olmuştu. Tıpkı seni yo-ran gündüzün ışınlarından seni dinlendirmek için gündüzün kesilip de gecenin gelmesi gibi, bir süre vahyin kesilmesi de senin bu gerginlikten sükûnet bulman içindir, diyor Rabbimiz. Sürekli seni yoran vahyin gerginliğinden seni kurtarmak, seni rahatlatmak için Rabbin bir süre sana vahyi kesiverdi diye böyle bir münâsebet kurmak her halde hatalı olmayacaktır.