Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
ABD ölüm tugaylarıyla vuruyor ABD tarafından kurulan ölüm tugaylarının Irak’ta yaşanan sivil ölümlerin yüzde 33’den sorumlu olduğu ortaya çıktı.
19/04/2009
[FONT=verdana,geneva]Irak’ta 2003 yılından itibaren devam eden işgalin boyutları raporlarla açığa çıkıyor.
[FONT=verdana,geneva]Londra Üniversitesi’nin bir çalışmasının sonucuna göre Irak’taki sivil ölümlerin yüzde 33’ünün ölüm tugayları tarafından gerçekleştirildi. Çete gibi çalışan silahlı gruplar olan ölüm tugaylarının aynı zamanda bu kişilere işkence yaptığı da verilen bilgiler arasında.
[/FONT][FONT=verdana,geneva]Yapılan çalışmanın sonucunun Irak hükümetinin iddialarıyla çelişmesi de dikkatlerden kaçmadı. Irak hükümeti ülkedeki sivil ölümlerinden daha çok yabancı asker güçlerinin sorumlu olduğu iddiasında bulunmuştu. Ancak ölüm tugaylarının ABD hükümeti tarafından Irak’ta infaz gerçekleştirmek üzere kurulduğu bilinen bir gerçek. Aynı zamanda ölüm Tugayları isimli çeteler ABD ile işbirliği yapan çoğu şii militanlarca da desteklenmektedir.Sünnilerin yaşadığı bölgelerde insan kaçırma ve öldürme faaliyetlerinden de sorumlu olan bu tugayların ABD ve Irak hükümetine karşı muhalif görüşleri dillendiren kesimleri infaz ettiği ve Bağdatta'ki yine çoğunluğu Şii olan polis teşkilatınında bu olayları görmezden geldiği dillendiriliyor... [/FONT]
[FONT=verdana,geneva]Raporla ilgili açıklamalarda bulunan Irak Ceset Sayımı örgütünden John Sloboda, bu infazların sistematik olarak gerçekleştirildiğini belirtti. Hava saldırıları dolayısıyla sivil ölümlerin yaşandığını ancak ölüm tugaylarının eylemlerinin içinde işkence olduğu da çalışmada verilen bilgiler arasında. [/FONT]
[FONT=verdana,geneva]Londra Üniversitesi çalışmasında verilen Irak Ceset Sayımı’nın bilgilerine göre 20 Mart 2003 ve 19 Haziran 2008 tarihleri arasında 91.358 Iraklı hayatını kaybetti. [/FONT]
[/FONT]
Erbakan'a ağır hakaret Vatan gazetesinde "İnsan insana benzer" başlığı altında oluşturulan fotogaleride birbirine benzeyen kişilikler karşlılaştırıldı. 20/04/2009
Vatan gazetesinde "İnsan insana benzer" başlığı altında oluşturulan fotogaleride birbirine benzeyen kişilikler karşlılaştırıldı. Fotogaleride yapılan karşılaştırmalarda herşey normal gözükürken 10'uncu sırada öyle bir karşılaştırma var ki, tam bir skandal! Fotoğraftan eski başbakanlardan Necmettin Erbakan' "Brave Heart" filminde İskoç derebeylerinin en yaşlı ismi olan cüzzamlı karakterle karşılaştırılmış. İşte Vatan'ın imza attığı büyük ayıp:
Çin İslam Kültürünü Yok Ediyor! Çin, Uygurların anavatanı Doğu Türkistan`ın tarihi merkezi Kaşgar`da asırlık mahalleleri modernize etme adına yıkıyor.
20/04/2009
Çinliler İpek Yolu`ndaki Kaşgar`ı yok ediyor
Pekin yönetimi 50 bin kişiyi sürüp evlerini yıkma planına deprem ve yangına karşı korumasız oldukları gerekçesini gösterirken, Uygurlar bunu kültürlerinin yok edilmesi olarak görüyor. Washington Post`a göre şubatta kabul edilen 448 milyon dolarlık plan çerçevesinde `Eski Kaşgar Kenti`nden ilk etapta 100 aile çıkarıldı.
Yetkililer İpek Yolu üzerinde asırlık kerpiç evleriyle meşhur Eski Kent`in izinsiz yapılarla aşırı kalabalık hale geldiğini, sokakların darlığından yangınlara müdahalenin imkânsızlaştığı savında. Yollarını genişletilip modern altyapıyla yeniden inşası kaçınılmaz deniliyor. Kaşgar`ın 220 bin olan nüfusunun yüzde 42`si Eski Kent`te yaşıyor ve kent sakinleri bunu kültürlerine saldırı görüyor. 48 yaşında bir kadın `Çinliler gibi yaşamamızı istiyorlar, bunu asla kabul etmeyiz. Hükümetin apartmanlarına taşınırsak ne avlumuz olacak, ne de güneşimiz. Dışarı adım attığımızda başımızı örtmek zorunda kalacağız. Burası bizim toprağımız, burayı devletten satın almadık ki!` diye yakınırken, 60 yaşında bir adam `Herkes mutsuz, ama hükümet hükümettir, yapabileceğimiz bir şey` diyerek çaresizliğini dile getirdi.
Washington`da sürgün yaşayan muhalif lider Rabiye Kadir de plana `Eski Kaşgar`ı yıkmak Uygur kimliğine hakaret ve asimile girişimidir` diye çıkışıyor. Bush yönetimini Çin`den kurtardığı 2005`ten beri Amerika`da yaşayan iş kadını, `Böylesine eşsiz bir dünya mirasını yitirmenin acısını çekiyorum. Bu yıkım, yeri doldurulamaz bir topluluğun yağmalanmasıdır` ifadelerini kullandı.
ESKİ BİNALAR ÇOK BİLİMSEL
İpek Yolu`nda Orta Asyalı tüccarların buluşma merkezi Kaşgar, Pekin`in Hanları yerleştirme çabalarına rağmen Uygur karakterini koruyordu. Kaşgar`da geçen yıl incelemede bulunan Pekin Normal Üniversite`den Prof. Wu Dianting, `Binalar çok bilimsel. İçleri kışın sıcak, yazın serin. Kullanılan teknoloji malzemeyi koruyor ve çevre etkilerine dayanıklı. Eski Kent otantik Uygur kültürünün ayakta kalan çok az temsilcisinden. Uygur kültürü bu yapılara bağlı. Yıkılırsa kültür de yok olur` dedi.
Kaynak: Ajanslar
ÇİN İSLAM KÜLTÜRÜNÜ YOK EDİYOR
Çin, Doğu Türkistan`da on yıllardır sürdürdüğü baskı ve asimilasyon politikasını bir adım daha ilerletti.
Çin, İslâm kültürünü yok etmeye çalışıyor
Çin Hükümeti, tarihi İpek Yolu kenti olan Doğu Türkistan şehri Kaşgar`ı yıkma kararı aldı. Yaklaşık 220 bin Uygur`un yaşadığı eski Kaşgar evlerini yıkma kararı alan Çin, bu kararına gerekçe olarak da Kaşgar evlerinin oldukça eski olmasından dolayı yıkılma tehlikesi taşıdığını gösteriyor.
DÜNYAYA `ÇİN`İ DURDURUN` ÇAĞRISI YAPILIYOR
Çin`in tarihi Kaşgar kentini yıkma kararını `Uygur kimliğini ortadan kaldırarak, onları asimile etme çabası` olarak değerlendiren Doğu Türkistan`ın sürgündeki liderlerinden Rabiya Kader, dünyanın Çin Hükümeti`nin bu tarihi mirası yıkmasına izin vermemesi çağrısı yaptı. Kader`in başkanlığını yaptığı Uygur-Amerikan Derneği de yaptığı açıklamada, Çin`in tarihi Kaşgar kentini yıkmasını kınadı. Açıklamada, 1949`daki Komünist rejimden bu yana Çin`in Doğu Türkistan`daki birçok kenti yıktığı ve Uygurları asimile etmeye çalıştığı belirtilen açıklamada, `Kaşgar kenti Uygurların kültürel ve dini mirasından geriye kalan birkaç merkezden biri. Çin Hükümeti, Doğu Türkistan`da yıktığı evlerin yerine apartmanlar dikerek buralara Çinlileri yerleştiriyor` denildi.
`GÜNEŞSİZ, BAHÇESİZ YAŞAMAMIZI İSTİYORLAR`
Öte yandan tarihi Kaşgar kentinde yaşayan Uygur asıllı bir kadın, Amerikan Washington Post gazetesine ilginç sözler söyledi. İsmi açıklanmayan Müslüman Uygur kadın, `Onlar (Çin Hükümeti), bizim, Çinliler gibi yaşamamızı istiyor ama biz bunu kabul etmeyeceğiz. Eğer bizler hükümetin apartmanlarının içinde yaşarsak o zaman ne bahçemiz olur ne de güneşi görebiliriz. Burası bizim toprağımız. Biz burayı hükümetten satın almadık` dedi.
Tarihi Kaşgar kentini yıkma kararı alan Çin ise, evlerin çok eski olduğunu ve bu yüzden yıkılma tehlikesi taşıdığını iddia ediyor.
Kenti yıkmak için 440 milyon Dolar bütçe ayıran Çin hükümetinin Doğu Türkistan`daki yetkilileri, `Bin yıllık bir tarihi olan kent, erozyon tehlikesi altında` açıklaması yaptı. Çin, Doğu Türkistan`daki Müslüman Uygurları dengelemek için son yıllarda bölgeye on binlerce Çinli aileyi yerleştirdi. Kaşgar, en fazla Çinli ailenin yerleştirildiği kentlerden biri olmasına rağmen Müslüman Uygur nüfus daha fazla.
6
Iraklı tutsaklar: ABD’nin yaptıkları korku filmi gibi ABD’nin Irak’taki esirleri serbest bırakmasına, saldırıların artmasından endişe eden yetkililer tepki gösterirken, Iraklı tutsaklar ‘ABD askerleri hayvanlara bile bizden daha iyi davrandı’ diye konuştu.
21/04/2009
Gelecek yıl Irak’taki askerlerini büyük ölçüde çekmeye hazırlanan ABD, işgal süresince gözaltına aldığı ve tutuklu bulunan Iraklıları serbest bırakmaya başladı. Bağdat ve Washington arasındaki güvenlik anlaşması çerçevesince, kamplarda tutulan esirlerden serbest bırakılanların ise ABD güçlerine ve Irak hükümetine karşı savaşmaya devam ettiği belirtildi.
TUTUKLU SAYISINDA HIZLI DÜŞÜŞ
İngiliz Times gazetesinin haberine göre, 2008 yılında Irak’taki esir kamplarında 21 bin tutuklu bulunurken, bu rakam 2009 yılında 15 bine düştü. Irak’taki tutuklu operasyonlarının başında bulunan General David Quantock, 2010 yılında tutukluların kontrolünü Irak hükümetine transfer etmeyi ya da esirlerin tümünü serbest bırakmayı düşündüklerini açıkladı. Iraklı olmayan birkaç tutuklu haricindeki diğer mahkumların haklarında herhangi bir hüküm veya dava olmaksızın kamplarda tutulduğu ifade edildi. Bağdat yönetimi ise, tutukluların serbest bırakılmasına karşı çıkarak, ABD’nin bu tutumunu gözden geçirmesini istedi.
HAYVANA DAHA İYİ MUAMELE
İsmini açıklamaktan korkan eski bir mahkum, ‘hayvanlara bizden daha iyi davranıyorlardı’ derken, kamplardaki insanlık dışı koşulları bir kez daha gözler önüne serdi. Mahkum, ABD ordusu için ‘Eğer demokrasi ve insan haklarından bahsediyorsanız, önce bunları kendiniz uygulamalısınız.’ diyerek, kampların ‘ABD askerinin elinde korku filmine döndüğünü’ de sözlerine ekledi. Daha önce kamuoyuna sızan fotoğraflar tutukluların çıplak bırakıldığını, aşağılandığını ve elektrikli işkencelere maruz kaldığını ortaya çıkarmıştı.
CIA'dan 2 ayda 266 kez işkence 11 Eylül 'zanlıları' Halid Şeyh Muhammed ve Ebu Zübeydenin iki ayda en az 266 kez su tahtasına yatırıldığı ortaya çıktı.
21/04/2009
ABD Başkanı Barack Obama’nın, George W. Bush döneminde terör zanlılarına işkence yapan CIA elemanlarının yargılanmayacağını açıklamasının yankıları sürerken, 11 Eylül 'zanlıları' Halid Şeyh Muhammed ve Ebu Zübeyde’nin iki ayda en az 266 kez su tahtasına yatırıldığı ortaya çıktı.
Bu işkencelerin sadece Mart 2003 ve Ağustos 2002’dekileri kapsadığı da belirtildi. CIA yetkilisi John Kiriakou, iki sene önce yaptığı bir açıklamada, Ebu Zübeyde’nin sadece "35 saniye" su tahtasına yatırıldığını ve ardından bildiği her şeyi aktardığını iddia etmişti.
Su tahtası, insanı boğulmanın eşiğine getiren ve boğuluyormuş hissi veren bir işkence türü.
Peki Obama ne demişti;
Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, işkence konusunda selefi Bush'tan farklı bir tutum izliyor. Obama, Bush tarafından bir sorgu yöntemi olarak tanımlanan 'waterboarding'i işkence olarak nitelendirdi.
Birleşik Devletleri Başkanı Barack Obama, 11 Ocak tarihinde Amerikan ABC kanalına bir mülakat verdi. Mülakat sırasında Obama'ya Amerikan gizli servisi tarafından sorgu yöntemi olarak kullanılan 'su tahtası' hakkındaki fikri soruldu. Obama, "bence 'su tahtası' bir işkence yöntemidir ve benim başkanlık dönemimde işkence yapılmayacak" sözleriyle oldukça net bir tutum sergiledi.
Meşhur işkence aleti nasıl çalışıyor?
Öte yandan İngilizcesi 'waterboarding' olan işkence tekniğinde, kişi, eğimli bir tahta üzerine ayakları yukarıda olacak şekilde sırtüstü yatırılıyor, elleri ve ayakları bağlandıktan sonra yüzüne sürekli su dökülerek, dayanılmaz bir boğulma hissi sağlanıyor. Eğim yüzünden su aslında ciğerlere gitmeyecek ve kurban boğulmayacaktır, ama genize dolan su yüzünden öğürme refleksi tetiklenecek ve nefes alamayarak, ölüm paniği yaşayacaktır.
İŞTE 'AF ÖRGÜTÜ'NÜN HAZIRLADIĞI SU İŞKENCESİNİN DEHŞET ANI:
Uluslararası Af Örgütü, ABD'nin istihbarat birimlerinde kullanılan 'su işkencesi'ni protesto etmek amacıyla bir kısa film çekti.
ABD hazinesi Uygur direnişini hedef aldı Doğu Türkistan bağımsızlık mücadelesi liderlerinden Abdülhak'ın ABD'deki mal varlıkları donduruldu, uluslararası ticaret yasağı kondu.
21/04/2009
ABD hazine bakanlığı, Çin işgaline karşı direnen Doğu Türkistan İslam Partisi'nin (ETİP) lideri Abdülhak'ın ABD yetkisindeki bütün mal varlığını dondurdu, ayrıca ABD vatandaşlarının kendisi ile ticaret yapmasını yasakladı.
Önceki Bush yönetimi, Irak'ı işgal edebilmek için Çin'in BM Güvenlik Konseyi'ndeki vetosunu aşabilmek için Doğu Türkistan'ın bağımsızlığı için mücadele eden ETİP'i 2002'de terörist örgütler listesine dahil etmişti.
ABD hazinesi geçen sene Pekin Olimpiyatları öncesinde 10'dan fazla Çinli polisin öldürülmesinden sorumlu tutulan Uygur grubun başkanın mali kaynaklarını kurutmak için harekete geçti.
Terörizm ve finans istihbaratından sorumlu Hazine bakan yardımcısı Stuart Levey, "Abdul Hak, Çin'de 2008 Olimpiyat Oyunları'nda uluslararası birliği bozmak ve şiddet olaylarına yol açmak isteyen bir terör grubunu yönetiyor." iddiasında bulundu.
Amerikan hazine bakanlığının girişimi ile ABD yetkisi dahilinde Abdul Hak'ın mal varlıkları dondurulacak ve Amerikan vatandaşlarının Abdul Hak ile ticaret yapması yasaklanacak.
ABD hazine bakanlığının açıklamasına göre, Abdul Hak Doğu Türkistan İslam Partisi'nin (ETİP) genel başkanı ve komutanı. ABD; ETİP'i 2002'de terörist örgütler listesine dahil etti.
ETİP'in El Kaide ile bağlantısı olduğunu iddia eden Levey, "Bugün, dünya ile birlikte bu kaba teröristi kınıyoruz ve onu uluslararası finans sisteminden dışlıyoruz." dedi.
Pekin Olimpiyatları'nın başlamasından 4 gün önce Çin'in işgali altındaki Doğu Türkistan'da bir Çin işgal polis merkezi saldırıya uğramış ve Çin devlet medyası verilerine göre 17 Çinli polis ölmüştü.
Çin işgali ve Han Çinlilerin yoğun bir şekilde bölgeye göç ettirilmesi sebebiyle Doğu Türkistan'da şu anda nüfusun ancak yarısı Müslüman Uygur Türkleri'nden meydana geliyor.
Çin işgal yönetimi, bağımsızlık mücadelesi veren Doğu Türkistan İslam Partisi'nin varlığını abartarak ve Doğu Türkistan'da Uygur Türkleri'ne uyguladığ baskıları her geçen gün artırıyor.
Çin devlet medyasına göre, bu ay başlarında Çin mahkemesinin geçen sene Ağustos'ta meydana gelen saldırıdan sorumlu tuttuğu 2 Uygur Türkü idam edilmişti.
Siyasi gözlemciler, önce Bush yönetiminin Irak'ı işgal edebilmek amacıyla BM Güvenlik Konseyi kararı çıkarırken Çin'in desteğini almak için Abdul Hak'ın lideri olduğu grubu 2002'de terörist örgütler listesine aldığını belirtiyorlar.
O kazada FBI'in pis eli var Hollanda'daki kazayla ilgili şok bilgiler. THY teknisyeni FBI tarafından kelepçelendi. 40 dakika uçağa kimse sokulmadı
22/04/2009
25 Şubat günü Hollanda'nın başkenti Amsterdam'daki Schiphol Havalimanı'na inerken düşen Tekirdağ uçağıyla ilgili çok dikkat çekici bir iddia bu kez de Vatan gazetesi yazarı Can Ataklı tarafından gündeme getirildi.
İşte aktardığı şaşırtıcı bilgiler;
DE TELEGRAAF GAZETESİ: Kazadan 45 gün kadar sonra bir Hollanda gazetesi “Düşen THY uçağında Pentagon’u ilgilendiren çok gizli bilgilerin olduğunu, FBI’ın başarılı bir operasyonla bu gizli bilgilerin bulunduğu leptopları ‘başına bir iş gelmeden’ kurtardığını” yazdı.
GİZLİ ASKERİ BİLGİLER: Uçakta bulunan Ronald A. Richey, John Salman, Ricky E. Wilson ve Michael T. Kemmer, Boeing firmasında çalışıyordu ve yanlarında Pentagon için geliştirilen bir askeri projenin çok gizli kayıtları vardı. Ne yazık ki Amerikalıların hepsi ölmüştü.
AKILALMAZ OPERASYON: Araştırmayı biraz derinleştirince ortaya müthiş bir gerçek çıktı. FBI akılamaz bir operasyon yapmıştı. Kaza öğrenildiği an harekete geçen FBI, Hollandalı yetkililere “Uçağa kimse yaklaşmayacak” talimatı vermişti. Hollanda da bunu kabul etmişti.
ÇANTA ALINIYOR: Hollanda uçağa kimseyi yaklaştırmayınca FBI ajanları olay yerine yetişiyor, uçağa girip “nerede oturduklarını bildikleri” Amerikalıları buluyor ve şifreli çantayı alıp çıkıyorlar. Kurtarma çalışmaları da bundan sonra başlıyor.
TEKNİSYENE KELEPÇE: Konuyu THY Genel Müdürü Temel Kotil’e sordum. Kotil, “O gün neler yaşandığını tam olarak bilemiyoruz henüz. Ama bizim alandaki bir teknik görevlimiz, boynunda apron kartı olduğu halde uçağa koşmak isterken bazı Amerikan ajanları tarafından durdurulmuş. Elemanımızın ısrarla uçağa gitmek istemesi üzerine yere yatırılıp elleri kelepçelenmiş ve bir saat depoda tutulmuş” dedi.
KURTULAN OLURDU: Düşünüyorum da, eğer FBI bu inanılmaz operasyona kalkışıp yardımı 40 dakika bekletmeseydi ölen 10 kişiden kurtulan olabilirdi. Çünkü görgü tanıkları ilk dakikalarda pilotların hareket ettiğini ama sıkıştıklarını söylediler. Zamanında yetişilse belki de şu anda yaşıyorlardı.
ABD'LİLERDEN NEDEN HİÇ BİRİ SAĞ KALMADI: Ölen 10 kişinin içinde gizli bilgileri taşıyan Amerikalıların da bulunması da şüphe çekiyor. Onca kurtulan yolcu arasında Amerikalıların olmaması tuhaf geliyor.
7
İsrail'deki Yahudiler Irak topraklarına göz koydu! İsrail'e Irak'tan göç eden Yahudiler, bir bildiri yayınladı ve Irak'tan resmen toprak istedi.
23/04/2009
İsrail'e göç etmeden önce Irak'ta yaşayan Yahudiler şimdi Irak'tan göçten önce sahip olduklarını iddia ettikleri toprakları istedi. Yahudiler, kendi istekleriyle terkettikleri Irak'tan siyonist İsrail'e gitmek için ayrılmışlardı ve sahip oldukları varlıkları da satmışlardı.
KDP'nin resmi sitesi Peyamner'in IPA ajansına dayanarak verdiği habere göre, göç öncesi Irak'ta yaşayan Yahudileri kapsayan Nahumaye Yahudi Örgütü başkanı Dawid Musa Selim, bir bildiri ile Irak Yahudileri olarak arazi, emlak, ziynet ve bankalarda kalan hesaplarının kendilerine verilmesi talebinde bulundu. Kendisi aslen bir Kürt Yahudisi olan Dawid Musa Selim, atalarının uzun yıllar Irak topraklarında yaşadığını ve yaşadıkları o dönemde de Irak ekonomisinin yüzde 80'inin kendilerinde olduğunu iddia etti.
"Atalarımız orada varlıklı bir durumdaydılar' diyen Dawid Musa Selim, Irak Yahudileri olarak arazi, emlak, ziynet ve bankalarda kalan hesaplarının kendilerine verilmesi talebinde bulundu.
Dawid Musa Selim, Irak'ın kendilerinin olduğuna dair gösterdiği delil ise Müslümanların da kutsal kabul ettiği peygamberlerin mekanları. Selim'e göre, 'Peygamber Yunus'un mezarı Musul'da ve Peygamber Danyal'ın mezarı da Kerkük'te bulunuyor. İsrail'in Irak'a doğru genişlemesini başlıca iki büyük Kürt grubu destekliyor. Iraklılara göre, bunlar KYB ve KDP. Kürdistan Yurtseverler Birliği lideri Celal Talabani'nin oğlu Kubad Talabani, Washington'daki KYB temsilcisi. Kubad Talabani'nin eşi Şerri Kraham ise bir Yahudi.
KDP lideri Mesud Barzani'nin beş oğlundan biri olan Binjirfan Barzani'nin İsraillilerle yakın işbirliği içinde olduğu söyleniyor. AMERİKALI GAZETECİ HABER VERMİŞTİ
Yahudilerin Irak'tan resmen toprak isteyeceklerini bir süre önce Online Journal'da yazan Wayne Madsen yazmıştı. Washington'da yaşayan araştırmacı gazeteci Madsen, İsrail'in Büyük İsrail için Irak'ın bazı parçalarını sömürgeleştirmek istediğini anlattığı makalesinde şunları belirtmişti:
"İsrail Irak ve İran Kürdistan'ın binlerce Yahudi Kürdü, antik Yahudi dini mekanları ziyaret edenler görüntüsü altında Musul ve Ninova'ya yerleştirmek istiyor.
Kürt ve Iraklı Sünni Müslümanlar ve Türkmenler, 2003'te ABD'nin işgalinden hemen sonra Kürt İsraillilerin tarihi Yahudi varlığı kabul edilen Irak Kürdistanında toprak satın almaya başladıklarını söylediler.
İsrailliler özellikle Musul'da Yunus peygamberin ve Kerkük'te Danyal peygamberin türbelerine ilgili duyuyorlar.
İsrailliler Kürt bölgesi dışındaki Yahudi varlıklarında da hak iddia ediyorlar. Bunlar arasında Irak'ta Şiilerin çoğunlukta yaşadığı Necef yakınlarındaki Babil Eyaletinde bulunan al Kifl köyündeki Ezekiel türbesi, Basra yakınlarındaki Misan eyaletinde al Uzayr'da Ezra türbesi de bulunuyor.
İsrailli yayılmacılar bu türbeleri Kudüs ve Judea ve Samaria dedikleri Batı Şeria gibi Büyük İsrail'in bir parçası olarak görüyorlar.
Kürt ve Iraklı kaynakların bildirdiğine göre, Mossad Irak'taki Yahudi İsrail varlıkları hakkında hak iddia edebilmek için İsrailli şirketler ve turistlerle yakın işbirliği içinde bulunuyor. Mossad, Kürt peşmerge kuvvetlerinin eğitiminde de büyük rol oynuyor.
Irak'ta faaliyet gösteren İsrailliler yabancı paralı asker olarak bulunuyor ve paraları Hıristiyan Siyonizm görüşünü destekleyen Amerikan Evanjelikleri tarafından ödeniyor." HRİSTİYANLARA SALDIRILAR YAHUDİLERİN İŞİ
Araştırmacı gazeteci Madsen, Irak'ta Hristiyanlara karşı saldırıların ardında Yahudilerin de olduğunu aynı makalesinde ifade etmişti:
"Irak'ta Hristiyanlar özellikle vuruluyor. Sebebi de İsraillilerin hak iddia ettiği topraklardaki sakinleri yerlerinden etmek. Mossad ajanları ve Hıristiyan Siyonist paralı askerler, Chaldean Hıristiyanlara özellikle Ninove, Erbil, Hamdaniya, Bartalah, Talaskaf, Batnayah, Bashikah, Elkosheven, Ukrah ve Musul'da terörist saldırılar düzenlediler. İsrailliler ve müttefiklerinin bu saldırılarını ise aanslar hep, 'El Kaide ya da direnişçiler tarafından düzenlendi' diye duyurdu.
İsraillilerin Musul ve çevresindeki Hıristiyan nüfusu başka yerlere göç etmeye zorlamalarının başlıca amacı Büyük İsrail için toprak talebi ve iddiasında bulunabilmek. Irak'taki İsrail/ Hıristiyan Siyonist operasyon, İkinci Dünya Savaşı sonrasında İngilizlerin gözetiminde Filistin'in nüfus değişiminin bir tekrarıdır."
Katliam hukuka uygunmuş İsrail ordusu tarafından yapılan iç soruşturma, Gazze katliamının “uluslararası hukuk normlarına uygun olduğu” sonucuna vardı.
24/04/2009
İsrail ordusu tarafından yapılan iç soruşturma, Gazze katliamının “uluslararası hukuk normlarına uygun olduğu” sonucuna vardı.
[FONT=verdana,geneva] Gazze’ye düzenlediği saldırıyla 1.400’ün üzerinde Filistinli'yi katleden İsrail, dün yayınlanan bir raporla, imza attığı bu insanlık ayıbını perçinledi.
İsrail ordusu tarafından yapılan iç soruşturma sonucunda hazırlanan rapor, Gazze saldırısının uluslararası hukuk normlarına uygun olduğu sonucuna vardı.
Yalan üzerine kurulu rapor
İsrail ordusunun, hazırladığı raporu haklı çıkarmak ve uluslararası hukuk normlarına uydurmak için, gerek saldırıya ilişkin rakamları, gerekse de uluslararası hukuk normlarını çarpıtması dikkat çekti.
İsrail ordusu, tüm bağımsız gözlemciler tarafından 1.400’ün üzerinde açıklanan ölü sayısını 1.166 olarak açıklayarak kayıp sayısını düşürmeye çalıştı. İsrail, Birleşmiş Milletler (BM) idaresinde işleyen ve tüm dünyanın gözü önünde vurduğu bir ilkokulda ölenlerin sayısını da 12 olarak açıkladı. Oysa, başta BM olmak üzere birçok kuruluş, rakamı 42 olarak saptamıştı. İsrail ordusunun raporunda, ölen öğrencilerin “terör eylemcileri” olarak adlandırıldığı görüldü.
Raporda, beyaz fosfor kullanımı da “tamamen hukuka uygun” olarak değerlendirildi ve savunuldu. Ciddi yanıklara yol açan bu silahın kitle üzerinde kullanımına uluslararası hukuk tarafından izin verilmediği biliniyor. Nitekim, birçok uluslararası kurum, saldırının ardından yaptığı açıklamada, İsrail’in beyaz fosforu kitlesel yerleşimlere yönelik olarak yoğun biçimde kullandığını teyit etmiş ve kınamıştı.
İsrail, Filistin hastanelerine yönelik saldırıları da “Hamas, karargahlarını hastanelere kurmuştu” diyerek haklı göstermeye çalıştı. Raporda, Hamas’ın ana karargahının Gazze’deki ana hastane olduğu iddia edildi.
“Gazze’de ölenlere hakaret”
İsrail tarafından dünya kamuoyuna sunulan düzmece rapor, kamuoyundan tepki almaya başladı.
İnsan Hakları İzleme Örgütü, dün yaptığı açıklamada, raporun “Gazze’de yaşamını yitirenlere hakaret” niteliği taşıdığını vurguladı. Örgüt, İsrail ordusundan hukuku ciddiye almasını istedi.
BM, İsrail tarafından Gazze’de gerçekleştirilen savaş suçu tespitlerinin yoğunlaşması üzerine, BM Savaş Suçları Mahkemesi Savcısı Richard Goldstone’u Gazze’de inceleme yapmak üzere görevlendirmişti. Ancak uluslararası hukuku hiçe sayan İsrail’in, BM savcısının inceleme yapmasına izin verip vermeyeceği bilinmiyor.
11 büyük isyan gerçekleştiren Endülüslüler, 1868 yılında yaptıkları son isyanda da yenilmelerine rağmen inançlarını korumayı başardılar. Seçtikleri Sultanlar şehit edildi, bedenleri onlarca yıl şehir kapılarında teşhir edildi, gizlice örgütlendiler, isimlerini değiştirdiler, yazılarını korudular, kültürlerini sakladılar, geceleri kilise kapılarına İslami sloganlar yazdılar, her fırsatta isyan ettiler ve topluca katledildiler ama asla inançlarından vazgeçmediler.
400 yıl boyunca bin bir türlü zulme ve zorla Hıristiyanlaştırmaya karşı direnen Endülüslüler, sonradan Müslüman olan ve 1936 tarihinde İşbiliye sokaklarında şehit edilen Blas Infante gibi liderlerinin de etkisiyle bugün hâlâ kimliklerini koruyorlar. Endülüs Müslümanlarına yapılan soykırım asla unutturulmaması gereken tarihî öneme sahip bir insanlık suçudur. Soykırımı başlatan "Katolik Krallar"ın iki elebaşısı Ferdinand ve İsabella’nın yakın tarihlerde Vatikan tarafından azizlik mertebesine çıkarılması da “Batı’nın yüz kızartıcı suçları” sayfasına yeni bir kara leke olarak geçmiştir. Prof. Dr. Muntasır Ali Kettani’nin “Endülüs” araştırması bu acı tarihi gözler önüne seriyor.
İşte Müslüman Endülüs’ün 400 yıllık direniş güncesi: Endülüs Müslümanlarının inançlarını korumak için yüzyıllardır verdikleri cesur mücadele yürekleri sızlatıyor. 800 yıllık İslam hâkimiyeti, son İslam şehri olan Gırnata’nın 1492 yılında düşmesine rağmen bitmedi. Endülüs Müslümanları, asırlarca Hıristiyan İspanyollara karşı direndiler. 11 büyük ayaklanma gerçekleştiren Endülüslüler, 1868 yılında yaptıkları son ayaklanmada da yenilmelerine rağmen inançlarını korumayı başardılar.
Seçtikleri Sultanlar şehit edildi, bedenleri onlarca yıl şehir kapılarında teşhir edildi, gizlice örgütlendiler, isimlerini değiştirdiler, yazılarını korudular, kültürlerini sakladılar, geceleri kilise kapılarına İslami sloganlar yazdılar, her fırsatta isyan ettiler ve topluca katledildiler ama asla inançlarından vazgeçmediler. 400 yıl boyunca bin bir türlü zulme ve zorla Hıristiyanlaştırmaya karşı direnen Endülüslüler, sonradan Müslüman olan ve 1936 tarihinde İşbiliye sokaklarında şehit edilen Blas Infante gibi liderlerinin de etkisiyle bugün hâlâ kimliklerini koruyorlar. Endülüs Müslümanlarına yapılan soykırım asla unutturulmaması gereken tarihî öneme sahip bir insanlık suçudur. Prof. Dr. Muntasır Ali Kettani’nin “Endülüs” araştırması bu acı tarihi gözler önüne seriyor. İşte Müslüman Endülüs’ün 400 yıllık direniş güncesi: ENDÜLÜS’ÜN SON ŞEHRİ 1492’DE DÜŞTÜ İspanya’daki İslam hâkimiyeti 711’de başladı ve 1492’ye kadar devam etti. Uzun bir mücadeleden sonra, 2 Ocak 1492 tarihinde son İslam şehri Gırnata işgal edildi. Hıristiyanların ilk ihaneti, 15. yüzyıl sonunda Büyük Gırnata Camii'nin katedrale çevrilmesiyle başladı. Bunu, baskı yoluyla Müslümanları Hıristiyanlaştırmak için papazların gruplar halinde yaptıkları çalışmalar izledi. 1499 senesinde Katolik krallar, Müslümanları Hıristiyanlaştırmada daha çok baskı yapması için Kardinal Cisneros'u Gırnata'ya davet ettiler. Kardinal bir yandan ülkedeki camilerin çoğunu kiliseye çevirirken, diğer yandan ulemâ da dâhil Endülüs aydınlarını zorla Hıristiyanlaştırmaya çalıştı. Bu uygulama, Elbeyyâzin (Albaicin) bölgesi halkının isyan etmesine yol açtı. 1500 yılında İbrahim b. Ümeyye'nin liderliğinde bütün el-Büşşerât/el-Beşerât dağlarına yayılan isyan, gaddarlıkla bastırıldı. Mücahitlerin çoğu imha edildiği gibi, aileleri de köle pazarlarında satıldı. 1501 YILINDA BÜTÜN ARAPÇA KİTAPLAR YAKILDIAynı zulüm, 1501 senesinde Elmeriye (Almeria) ve Runde (Ronda) bölgelerinde isyan eden Müslümanlara da reva görüldü. 1500 senesinde İspanya Devleti ve Katolik kilisesi, Müslümanları zorla vaftiz etmeye başladı. Bunu takiben, önceki tahribattan geri kalan bütün camiler 1501 yılında kiliseye çevrildi. 12 Ekim 1501 tarihinde yayımlanan bir kraliyet fermanıyla bütün Arapça kitapların yakılması emredildi.
Bunun üzerine, şehirlerin ve kasabaların büyük meydanlarına yığılan Arapça kitaplar anlatılamaz bir barbarlık örneği olarak yakıldı. Arapça yasaklandı ve Arapça konuşanlar için ölüm cezası öngörüldü. Bir süre sonra Katolik kilisesi, ülkede İslam'ın hiçbir izini bırakmamak için, adaletsizliğin ve insaniyetsizliğin en kötü örnekleri olan korkunç İspanyol Engizisyon Mahkemelerini kurdu. Sanıkların ifadelerini işkenceyle alan ve kararlarını çok zayıf iddialara dayandıran bu mahkemelerin kapanlarına kapılanların hemen hemen hiçbirisi hayatta kalmadı. Kurbanlarının çoğu, aileleriyle birlikte kral, soylular ve halkın katıldığı büyük infaz törenlerinde canlı canlı yakıldılar. GÖRÜNÜŞTE HIRİSTİYAN OLDULAR Gırnata Müslümanları, açıktan açığa daha fazla direnemeyince İslamî inançlarını gizli tutmak şartıyla zahiren Hıristiyanlığı kabul ettikleri izlenimini verecek şekilde teşkilatlandılar. Moriskolar veya Yeni Hıristiyanlar olarak adlandırılan bu insanlara yönelik baskı ve zulümler devam etti. 1508 yılında bir kraliyet fermanı yayımlanarak İslamî elbise giyimi yasaklandı. Moriskolara 1510 yılında yeni vergiler yüklendi. 1511 yılında çıkarılan başka bir fermanla önceki imhadan geriye kalan İslamî kitapların yakılması öngörülürken, Moriskoların silah taşımaları ve İslamî usullerle hayvan kesmeleri yasaklandı. Ferdinand'ın yerine geçen oğlu V.Karlos, 1523 yılında bir ferman çıkararak daha önce vaftiz edilemeyen Müslümanların da vaftiz edilmesini, kabul etmeyenlerinse köleleştirilmesini emretti.
KİLİSELERİ TEKRAR CAMİYE ÇEVİRDİLER Baskılar sonucunda bir grup Müslüman lider, 1567 yılı sonunda Elbeyyâzin'de bir toplantı yapıp bir isyan planladılar. İspanya'daki bütün Müslümanlara gizli heyetler gönderdiler. Fernando de Valor Cordoba'yı Endülüs Sultanı olarak seçtiler. O da hemen Muhammed b. Ümeyye adını aldı ve isyanın 1 Ekim 1568 tarihinde başlatılmasına karar verdi. İsyanın ardından Sultan Muhammed b. Ümeyye Gırnata'yı terk edip el-Büşşerât dağlarına gitti. Orada mücahitlerin önderlerinden 29 Aralık 1568'de yeni biat aldı. Ordunun komutanlarını belirledi, çeşitli vilayetlere valiler atadı ve Lauhar'ı Endülüs'ün geçici başşehri yaparak oraya yerleşti. Hıristiyan ordusunu sürüp çıkardı, kiliseleri alıp tekrar camiye çevirdi.
Endülüs halkına İslamî kişiliklerini ihya etmek için tekrar Müslüman isimlerini kullanma ve Müslüman elbiselerini giyinme imkânı sağladı ve günlük namazlarını açıktan kılmalarına ortam hazırladı. Başlangıçta bu gelişmelere İspanya devletinin tepkisi yavaş ve düzensiz oldu. Ancak, bir süre sonra doğuda Mürsiye'den batıda Gırnata'ya kadar uzanan alanda isyanı bastırmak için iki ordu kurdu. Bunun yanında Avrupa'nın bütün Hıristiyan devletlerinden yardım sağladı. Hazırlıklardan sonra Gırnata'ya doğru yola çıkan İspanyol ordusu, yollarda sivil halka acımasızca saldırdı. Mürsiye'ye doğru ilerleyen İspanyol ordusu, güzergâhındaki tarlaları yaktı, mücahit ailelerini öldürdü, kadınlara tecavüz etti ve hayatta kalan bir avuç Müslümanı da köle olarak sattı. Bu durum karşısında mücahitler İspanyol ordusuna karşı gerilla taktiğine başvurdular. HIRİSTİYANLARI ŞEHİRLERE SIKIŞTIRDILAR Hıristiyanlar, isyana katılmayanları da cezalandırdılar. İsyana destek verip vermemesine bakmaksızın bütün Müslümanların mülklerine el koydular. Bu cinayet, isyana yeni bir ivme kazandırdığı gibi, daha çok Müslümanın iştirakine de vesile oldu. Hıristiyanları büyük şehirlere sıkıştırdılar. Bu gelişmeler karşısında Hıristiyanlar, Gırnata şehrinde bir isyandan korktukları için, 23 Haziran 1569'da bütün Müslüman halkı şehirden çıkararak Kastilya Hıristiyan bölgesine dağıttılar.
Sonra Juan de Austrian komutasındaki ordu, el-Büşşerât dağlarını yeniden ele geçirmek için sahil yönünden harekete geçti. Fakat bu kez de mücahitlerin kahramanca direnişiyle karşılaştı. Ancak Sultan Muhammed b. Ümeyye'nin, babasını ve kardeşini kurtarmak için İspanyollara teslim olmaya hazır olduğu dedikodusunu yaydılar. Böylelikle mücahitlerin saflarını böldüler ve Muhammed b. Ümeyye'yi de 20 Ekim 1569 tarihinde Lauhar'da şehit etmeyi başardılar.
OSMANLI GEMİLERİ ENDÜLÜS’E UMUT OLDU Gırnata şehri halkının 5 Mart 1570 tarihli kraliyet fermanına dayanılarak sürülmesiyle Endülüs halkı yeni bir trajediyle karşı karşıya kaldı. Halkın bütün mallarına el koydular, evlerinden söküp çıkardılar ve çeşitli İspanya topraklarına dağıttılar. 5 Mart 1570'te 7 bin Müslüman Gırnata'dan çıkarılarak İspanya'nın başka bölgelerine sürüldü. Buna ilaveten 28 Ekim 1570 tarihli bir fermanla, kalan Moriskolar da dağıtıldı. 1571 yılı sonlarına gelindiğinde 80 binden fazla Endülüs Müslümanı evlerinden çıkarılarak açlık, hastalık ve sefalet içinde İspanya'nın dört bir yanına dağıtılmış oldu. Bu arada Osmanlı gemileri sık sık güney Endülüs sahillerine demirleyerek yüzlerce Müslüman aileyi İslam ülkelerine taşıdılar.
11 Eylül 1609 tarihinde İspanya kralı, Belensiye'deki bütün Müslümanların 3 gün içinde Kuzey Afrika'ya sürülmelerini, ayrılmak istemeyenlerin hapse atılmalarını ve karşı gelenlerinse öldürülmelerini öngören fermanı imzaladı. 6 yaşından küçük Müslüman çocukları Hıristiyan olarak yetiştirilmek üzere Hıristiyan ailelere verilecekti. Bu durum karşısında, pek çok Müslüman silahlı direnişi seçti ve şehadetlerine kadar dağlarda mücadeleye devam etti. 1609-1614 yılları arasında tahminen 330 bin Müslüman çok ağır ve insanlık dışı şartlar altında İspanya'dan sürüldü. 25 Mart 1611'de ülkeyi Müslüman nüfustan temizledikleri için başta kral 3. Filip olmak üzere İspanyol yöneticileri Tanrılarına şükür için büyük bir tören düzenlediler. SULTAN’IN CESEDİ 30 YIL ASILI KALDI Muhammed b. Ümeyye’nin şehadeti üzerine mücahitler içlerinden Muhammed b. Abbou adında bir mücahidi Sultan olarak seçtiler. O, mücahidleri yeniden teşkilatlandırdı ve yeni komutanlar atadı. Ardından hemen harekete geçti ve el-Büşşerât dağları bölgesinin başşehri Orhiva'yı kurtardıktan başka, kurtarılmış bölgeleri de genişletti.
Juan de Austrian’da ordusunun asker sayısını artırdı ve mücahidlerin elindeki yerleri yeniden ele geçirmeye başladı. Müslümanların 3 aylık direnişlerinden sonra Juan şehre girdi ve onun emriyle Müslüman halkın tamamı imha edildi. 13 Mart 1571'de Sultan İbn Abbou bir İspanyol ajanı tarafından şehit edildi. Vücudu Gırnata'ya getirildi ve şehrin bir başından öbür başına dolaştırıldı. Sonra şehrin büyük meydanında tam vahşilere yakışırcasına parçalanarak ana giriş kapısına asıldı. Şehidin naaşı 1601 yılına kadar orada asılı tutuldu. KİLİSE KAPILARINA İSLAMİ YAZILAR YAZILIYORDU İspanya'da Müslümanlara reva görülen zulüm Büyük Sürgün ile bitmedi. 1625'te İşbiliye şehri yönetimi bir rapor yayınlayarak mahallelerde çok sayıda Müslümanın hür veya köle olarak yaşadığını iddia etti. 3 Ekim 1625 tarihinde İşbiliye Engizisyon Mahkemesi, bir grup Moriskoyu yerli Hıristiyan kalabalığın önünde idam etti. 17 Kasım 1625'te köleleştirilmiş bir Moriskoyu kilise kapısına bazı İslamî yazılar yazmak suçundan 100 kırbaç ve 4 yılı kürek mahkûmluğu olmak üzere ömür boyu hapis cezasına çarptırdı.
1680'de Kâdis'ten birisi Hıristiyanlık'tan İslam'a geçtiği için Madrid'te büyük bir kalabalığın önünde diri diri yakıldı. İSYANLAR BİTMEDİ Endülüs'te 1641'de Tâhir el-Hurr adlı bir emîrin başını çektiği gizli bir isyan haberi alındı. Bunun üzerine harekete geçen devlet güçleri, Tâhir el-Hurr'u Estepone yakınlarında şehit ettiler. Müslümanların torunları, 1644'ten itibaren çeteler halinde teşkilatlandılar ve hükümet kervanlarına saldırdılar. Müslümanların torunlarının bu tür isyanları bütün yüzyıl boyunca devam etti.
Bunların en önemlileri de 1652'deki Kurtuba ve İşbiliye isyanlarıydı. 18. yüzyılda İspanya'da Müslümanların varlıklarını devam ettirdiklerini, Devlet Konsili'nin "Müslümanları Kuzey Afrika'ya sürmeyi" öngören 20 Eylül 1712 tarihli kararı açıkça göstermektedir. 1769'da Mürsiye vilayetinin Cartagena şehrinde bulunan gizli bir mescit Müslümanların burada gizlice teşkilatlandıklarını göstermektedir. 19. YÜZYILDA ENDÜLÜS MİLLİYETÇİLİĞİ BAŞLADI 19. yüzyılda Endülüs'ü ziyaret eden seyyahlar Endülüs'te İslam'ın varlığından söz etmektedirler. 1808'de Napolyon'un ordularının İspanya'yı istila etmesiyle her şey değişti. Endülüslüler Fransız istilacılara karşı İspanyol olarak değil Endülüslüler olarak ayaklandılar. Endülüslüler, 17 Aralık 1808'de İşbiliye'de gizli bir hükümet kurdular ve 19 Mart 1821'de Kadis Anayasası olarak adlandırılan yeni bir anayasa yayınladılar. Endülüs milliyetçiliği, onun tarihî ve İslamî temelleri göz önünde bulundurulmadan anlaşılamaz. Kadis Anayasası, 19. yüzyıl boyunca İspanya'daki bütün kurtuluş hareketlerinin temeli oldu. İSYANLAR 1800’LÜ YILLARDA DA DEVAM ETTİ 1 Ocak 1820'de İşbiliye halkı isyan ederek Kadis Anayasası'nın yeniden yürürlüğe konmasını istediler. İsyan bütün Endülüs bölgesine yayıldı. Endülüs halkı baş kaldırdı ve kendilerine yapılan zulmün sembolü olan Engizisyon Mahkemelerine saldırarak yaktılar. Endülüs çiftçileri 30 Haziran 1857'de İşbiliye'de, daha evvel müsadere edilerek kiliseye ve soylulara peşkeş çekilen atalarının topraklarını geri isteyerek ayaklandılar. 18 Eylül 1868'de kraliçeye karşı isyan ettiler ve Kurtuba yakınlarında İspanya ordusunu yendiler.
Bunun üzerine kraliçe Fransa'ya kaçmak zorunda kaldı. 19. yüzyıl Endülüslü hareketi, sınırları belirlenmiş bir Endülüs ile Endülüslü milleti fikrini kabul etti. Bu hareket, açıkça Katolik karşıtıydı ve Endülüs'ün İslamî geçmişini ihya için mücadele verdi. Endülüs milliyetçiliğine 20. yüzyılın başlarında esas şeklini veren, 5 Temmuz 1885'te Malaga'da doğan ve sonradan Müslüman olan "Blas Infante" idi.
MÜSLÜMAN OLAN BLAS INFANTE 1936’DA ŞEHİT EDİLDİ Endülüs halkı İslamî kimliklerini kendi iradeleriyle terk etmediler. Tam tersine, yüzyıllar boyunca devamlı vahşice zulüm ve cinayetlere maruz kaldılar. Bu yüzden adlarını, kültürlerini ve köklerini kaybettiler. Fakat zayıf da olsa kalplerinde İslam'a karşı bir sevgi bağı kaldı. Özellikle, İspanyollardan farklı olma duygusu içlerinden asla yok edilemedi. İslamî köklere dayalı bir Endülüs milliyetçiliği teorisini geliştiren Blas Infante, bunun için bütün gücünü ve hayatını ortaya koydu. Endülüs halkına diğer İspanyollardan farklı oldukları fikrini yaymakla suçlanarak Franko'nun askerleri tarafından 10 Ağustos 1936 tarihinde İşbiliye sokaklarında şehit edildi. Ne var ki onun çabaları 1975'te Franko'nun ölümünden sonra Endülüs'e İslam'ı geri getirdi.
orda acı çekenlerden biride biziz belki bedenimiz onlar kadar acı çekmiyor ama ruhumuz çekmiyormu bunu her müslüman kendine sormalı. SORMALI ve İRKİLMELİ diyorum ALLAH'ın rahmeti ordaki tutsaklara gazabıda işkence yapanlara olsun
orda acı çekenlerden biride biziz belki bedenimiz onlar kadar acı çekmiyor ama ruhumuz çekmiyormu bunu her müslüman kendine sormalı. SORMALI ve İRKİLMELİ diyorum ALLAH'ın rahmeti ordaki tutsaklara gazabıda işkence yapanlara olsun