Haber Merkezi / TIMETURK
“ÖZGÜRLÜK” TARAFINDAN ÇARMIHA GERİLENLER
Leyla ENVER*
Size anlatmak üzere olduğum, gerçek bir hikâye. Detayları olduğu gibi korudum ancak isimleri, yerleri ve tarihleri kurbanların kimliklerini saklamak için değiştirdim.
Ahmet, Suriye’de sağlıksız, köhne bir apartmanda karısı ve beş çocuğuyla birlikte yaşıyor. Zorla sürülüşünden önce, saygın bir mahallede ailesinin ve ebeveynlerinin sığabileceği geniş bir evi varmış.
İşgalden sonra ve olağan Amerikan gece baskınları sırasında, tüm Iraklılarınki gibi Ahmet’in hayatı da onulmaz bir şekilde yön değiştirmiş.
Evi Amerikan barbarları, tankları ve silahları tarafından kuşatılmış. Geldiklerinde gece yarısıymış, herkesi yere yüzüstü yatırıp, yaşlı ana ve babası dahil tüm aileyi, boyunlarında ve kafalarında dinlendirdikleri botlarıyla tekmeleyip dövmüşler.
Sonrasında her kapıyı baltalarla kırmaya başlamışlar, kapıları kilitli olmayan odaların. Kitle imha silahları aramışlar açtıkları ve ardından ateşe verdikleri dolaplarda.
Ahmet ve ailesini evinin önüne çıkarmışları ve sonrasında Ahmet ve ailesi seyrederken sizin cesur çocuklarınız evi havaya uçurmuş.
Ahmet’le beraber birkaç kişiyi daha tutuklamışlar, gözlerini bağlayıp onları Bağdat’taki bir Amerikan kampına götürmüşler. Toplama kampı yolunda, yaklaşık 20 asker Ahmet ve diğerlerini tüfeklerinin dipçikleriyle dövmeye devam etmiş.
Vardıklarında onları bir hücrenin köşesine koymuşlar ve yaralı bedenlerinin üzerlerine işerken histerik kahkahalar atmışlar. Sadece bunla tatmin olmayan Amerikan askerleri, mobil tuvalet pisliklerini topladıkları tekneleri getirip Ahmet ve diğerlerinin kafaları üzerine boşaltmış.
Ahmet ve arkadaşları Amerikan toplama kampında birkaç ay kalmış. Sorgulamalarının ilk günleri duvardaki posterleri tanımadan ibaretmiş. Resim Saddam Hüseyin’inmiş. Tabi ki Ahmet Saddam Hüseyin’in resmini tanıyacaktı. O ve diğerleri onayladıklarında, Amerikalılar tarafından vahşice dövülmüşler çünkü bu Amerikan ampulleri için onların (tutukluların) Saddam’ı şahsen tanıdıklarının kanıtıymış.
Birkaç gün sonra sorgulama şekil değiştirmiş. Ahmet, bunun sahip dahi olmadığı bilgiyi almayla ilgili olmadığına inanıyor. Ona göre bu sorgulamalar, mahpusların aşağılanması ve askerlerin “Eğlenme” yöntemi, Amerikan tarzı eğlence.
Ahmet, bir Amerikalı subayın yanı başındaki bir sandalye elinde bir şişe viskiyle oturup ona “Sebzelerinizi nereden alıyorsunuz? Berberinin adı ne?” gibi sorular sorduğunu anımsıyor. Diğer aşağılayıcı sorular: “Karınla kaç defa ilişkiye giriyorsun?” Hangi pozisyonlarda? …” Bazı zamanlarda, bir kadın ve erkek asker soyunup tutuklulara “sataşan” askerlerinin önünde bu hareketlerin taklidini yapıyorlarmış.
Ahmet ve diğer esirler güneyde resmen İngiliz gözetimi anlamına gelen başka bir kampa transfer edilmişler. Fakat kampta İngilizlerin yanında Amerikan ve Avustralyalı askerler de bulunuyormuş.
Kampa vardıklarında İngilizler de Ahmet ve diğerlerini benzer şekilde karşılamışlar, ahbap Amerikalıların daha önce yaptıkları gibi dipçikleriyle vurup tekmelemişler. Ahmet’in ilk tutuklanmasında yaralanan başı tekrar açılmış ve kanamaya başlamış.
Hapishane hücresinde askerler dikmeye çalışmışlar ancak bunun için eğitilmedikleri için becerememişler. Onu askeri bir hastaneye götürmek zorunda kalmışlar. X-Ray, kafatasının kırılmış olduğunu göstermiş. Birkaç gün önceki fiziksel darptan kaynaklanan kırıklar. Ameliyata almak zorunda kalmışlar ve ardından hapishane geri götürmüşler.
Ahmet, akla gelebilecek her tür aşağılama ve işkencenin kamptaki mahpuslara acı vermek için kullanıldığını hatırlıyor. Birini sorgulamaya almak istediklerinde onu çırılçıplak soyup kafasına bir kukuleta geçirip yaklaşık 3 km’lik yolu çıplak olarak tüm mahkumların önünde ve araçlardaki askerlerin eşliğinde yürümeye zorluyorlarmış.
Sorgulama yine “sebzelerinizi nereden alıyorsunuz, saçlarını nereden kestiriyorsun?” gibi sorulardan oluşuyormuş. Tüm bu süre boyunca, hakaretin ve dayağın bin bir türü tutuklunun üzerine yağıyormuş.
Bu sorgulama celseleri hapishanenin en yüksek subayının varlığından gerçekleşiyormuş. Ahmet tüm bu sorgulamaların ve işkencelerin Amerikalıların rol kestikleri gibi güvenlik bilgisi almak için değil sırf “ASKERLERE EĞLENCE” olsun diye yapıldığına yürekten inanıyor.
Ancak bir yıl geçtikten sonra Ahmet’e ailesinden birinin ziyaretine izin verilmiş. Ailesi hapishanenin önünde günler, haftalar geçirmiş, onu görmek için yalvararak…
Hapishanedeki yiyeceğin kendisi bile bir hakaret ve bir işkence türüymüş.
Askerler mahpusları sabah 8’de “kahvaltı” için geniş bir alanda topluyorlarmış. Güneşin alnında onları 11’e kadar oturtarak…
Mahpuslar “stres pozisyonu”nda oturmaya zorlanıyormuş, yani elleri başları üzerinde bağlı eklemlerini zorlayan bir pozisyonda oturuyorlarmış böylece “kahvaltıları”nı edebilsinler!
Eğer mahpus vücudunu bir nebze dinlendirmek için ellerini oynatırsa, gardiyanlar onu plastik mermiyle yüzünden vuruyormuş. Bazı mahkumlar böyle olaylarda gözlerini kaybetmiş. Diğerleriyse aylarca şiddetli ağrı ve mor yüzlere sahip olmuş. Bu stres pozisyonunda oturamayanlar genelde yaşlılar oluyormuş, bazıları 70’lerinin bile üzerinde yaşlılar…
Aynı prosedür “öğle yemeği” zamanı 1 ile 5 arasında da tekrarlanıyormuş. “Kahvaltı” için yiyecek şekerli bezelye, “öğle” içinse çok acılı bir pilav.
Bir yıl olmuş ya da olmamış Ahmet ve arkadaşları Ebu Gureyb’e transfer edilmiş.
Ahmet bu hapishaneye özgü olan şeyin cinsel taciz ya da işkence olmadığı ve şu an artık alıştığı ve ona aşina gelen onlarla (erkeklerle) beraber kadın mahpusların varlığı ve bu cesur kadınlara onların gözleri önünde uygulanan işkenceler olduğunu hatırlıyor.
Bu tekniklerden biri kadınının iki bacağını farklı iplerle bağlayıp çıplak vücudu farklı yönlere çekmekmiş. Bazıları bu metodun acısından ölürken ve diğerleri ya ikiye bölünmüş ya da kalçaları eklemlerinden ayrılmış.
Amerikan cesur çocukların eğlenebilmeleri diğer bir “spor” da, erkek mahkumu boğazından bir ilmikle bağlayıp diğer ucu da bir askerin beline bağlamakmış. Asker hücrenin bir köşesinden diğer köşesine yerde boğulan esirle koşarken izleyiciler de zamanı tutuyorlarmış. Sonra diğer askerler aynı şeyi daha kısa zamanda yapmaya çalışıyormuş. Diğer bir ifadeyle, bir koşu yarışı/müsabakası. Mahkumlar genelde bu “eğlence” yarışında tüm vücutları yara bere içinde ve yüzleri boğulmaktan koyu mavi halde çıkıyorlarmış.
Ahmet sonunda hiçbir suçlama olmadan salıverilmiş. Bağdat’taki evini kaybettiğinden ve gideceği yeri olmadığından Suriye’ye göçmüş. Oraya varışından bir yıl sonra, vücudunun bir tarafında hissizlik ve zayıflık hissetmiş, konuşmasını ve yutmasını zorlaştıran bir şey. İlk başta inme olduğunu düşünmüş ancak sonrasında bir uzmana göründüğünde bu travmatik olayın nedenin ölü beyin hücreleri olduğunu öğrenmiş.
Bugün Ahmet ayaklarını sürüyor ve kollarını, başını kullanamıyor. Ahmet sadece herkesin göreceği sadece fiziksel travmayı değil asla iyileşemeyecek psikolojik yıkımı da üzerinde taşıyacak.
Suriye’deyken Ahmet, Basra kampında olan bir başka arkadaşla tanışmış. Bu arkadaş ona Amerikalıların mahpusların gözlerine sıcak sıvı biber damlattıklarını anlatmış. Aynı arkadaş bu cesur çocukların (Amerikalıların) ona diğerlerinden daha sık yaptıklarını söylemiş ve bugün Ahmet’in o arkadaşı tamamen KÖR.
Ahmet, Ebu Gureyb’de işkence gördükten sonra kalçaları “tutmaz olmuş” ve artık yürüyemeyen bir yargıcın kızıyla da tanışmış.
Birçok hikaye daha var, anlatılacak gerçek hikayeler… “Özgürlük” Hikayeleri. “Uygar” Batı, “İnsan Hakları ve Demokrasi’nin Batı’sı tarafından dokunmuş hikayeler…
Bazı kötü inançlı, kirli, yozlaşmış, ikiyüzlüler bunun “birkaç çürük elmanın” işi olduğunu iddia edecek.
Amerikalı ve İngiliz “idealleri” – Evet bu daha doğru.
Batı’nın “Özgürlük” idealleri.
*Iraklı bayan yazar.