İslam'da insanların putlaştırılmaması için bütün tedbirler alınmıştı.
Bu minval üzere Resulüllah, kendisi dahil kimse için tazim istemiyordu.
"Siz Acemler gibi ayağa kalkmayınız. Onlar da birbirlerini tazim ediyorlardı," buyurdu. Sahabe de bunu bildikleri için Resulüllah geldiğinde ayağa kalkmazlardı. O sevgili peygamber boş bulduğu yere otururdu.
İnsanların kimseye eğilip bükülmesi de kabul edilmiyordu; velev ki peygamber için de olsa.!
Resulüllah (sav) ise; "Hıristiyanların Meryem oğlu İsa (a.s)'yı yücelttikleri gibi siz de beni yüceltmeyin" buyurmuş ve bu yönde eğilimlere karşı koymuş.
Ve yine;
"Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'ya eğilip büküldükleri gibi, siz de bana eğilip bükülmeyin. Ben bir kulum. Ve bana Allah'ın kulu ve Rasulü deyiniz" buyurmuştur.
Oysa, önünde eğilmeye, övülmeye ve yüceltilmeye layık olan tek ilah ancak Allah'tır, Çünkü "kuddüs" olan O'dur.
Allah Teala'yı niteleyen "el Kuddüs" vasfını, ilk dönem müelliflerinden Halimi; "faziletleri ve güzel sıfatları sebebiyle daima övülen" şeklinde tanımlar. Gazali, Allah Teala'nın sadece insanlar tarafından noksanlık addedilen vasıflardan değil, onlarca üstünlük sayılan birtakım beşeri ve izafi anlamlı kemal sıfatlarından da münezzeh bulunduğunu kaydeder. Bu bakımdan ona göre "el Kuddüs" Allah'ın yaratılmışlara benzemekten, insanların "kemal" zannettiği göreceli üstünlüklerle muttasıf bulunmaktan, her türlü eksiklik ve noksanlıktan çok uzak ve pek temiz olduğunu beyan etmektedir. Son dönem Türk bilginlerinden Elmalılı Hamdi Yazır ise "el-Kuddüs" için; "gayet mukaddes, her şaibeden münezzeh, her vasfında ekmel, tahdit ü tasvire sığmaz, hiç bir leke kabul etmez, tertemiz, pam pak" şeklinde bir açıklama getirmektedir."
Yaratılmışlara "kuddüs" sıfatı verircesine, onların noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanıp bağlanmak; sürekli övmeyi bir görev addedip, mutlak itaatle önlerinde eğilmek şüphesiz ki ilah edinmeye, putlaştırmaya götüren davranışlardandır.
Hud (as)'a karşı çıkanların psikolojisine bakınız! Onlar;
"Ey Hud! Sen bize açık bir mucize getirmedin, senin sözünden ötürü ilahlarımızı terk etmeyiz ve sana inanmayız." Hud: 11/53. dediler.
Anlaşılan, onlar; doğru inancı, doğru yolu ve güzel ahlakı öğreten bir resul değil, bir sihirbaz ve hatta hayal hanelerinin uydurduğu her şeyi gerçekleştirecek üstün bir kudret bekliyorlardı .
Görüldüğü gibi burada suç, yüceltmek istedikleri kimselerde değildi.
Mekke müşrikleri de, Hz.Muhammed (sav)'den; insan gücüyle ve risaletle ilgisi bulunmayan, olur olmaz bir sürü
şeyler istemişlerdi.
"Dediler ki: Bize, yerden kaynaklar fışkırtmadıkça sana inanmayacağız veya hurmalıkların, bağların olup aralarından ırmaklar akıtmalısın. Yahut da iddia ettiğin gibi göğü tepemize parça parça düşürmeli, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin." İsra: 17/90-93.
Bütün bu saçmalıklara karşı Allah, Resulü'ne sadece şöyle demesini emreder;
"Fesubhanallah! Ben resul olan bir insandan başka bir şey miyim?" İsra: 17/93.
Öteki elçiler gibi Hz.Muhammed de bir yanıyla elçi, bir yanıyla da beşerdir. Kendisinin uyguladığı ve uygulanmasını teklif ettiği şeyler, insan gücünün yetmeyeceği şeyler değildir. O, beşeri yönüyle, ne yapmış ve yapabilmişse insanlar da isterlerse onu yapabilirler. Buna karşı ortaya koyacakları, kabul edilebilir hiçbir mazeretleri de olamaz".
İnsanların itaat edecekleri kimseyi ille de insan üstü görmek isteyişleri ise bazıları tarafından istismar edile gelmiştir.
Bu zaafı iyi bilen ve bundan istifade ile insanları kendilerine köle yapmak isteyenler, sürekli her söylediklerinde ve yaptıklarında bir gizemlilik ve bir hikmet dolu olduğunu etraflarına pompalamaya çalışırlar. Yine insanlardaki bu psikolojik zaaf sebebiyle başkanlar, liderler, sahte şeyhler ve sahte peygamberler kendilerini olağanüstü göstermek isterler; böyle yapmazlarsa etraflarındakilerin dağılıp gideceğini düşünürler. Bu endişeyi siyasi sahada da görmek mümkün, iyi bir gözlemci olduğu anlaşılan İspanyol düşünür Greciany Morales (1601-1658) diyor ki; "Bir hükümdar, kendini gerçekliği içinde görmüş olanı görmeye katlanamaz."
Çünkü tanrılaştırılan yöneticilerin hemen yakınında olup ta, onların zaaf ve acizliklerine şahit olanlar, onlara yakın bulunmadan evvel zannettikleri, hayal ettikleri ya da kendilerine propaganda edildiği gibi liderlerinin pek de büyük olmadıklarını fark ederler ve böylece onlara karşı oluşmuş olan büyü bozulur. Bunun için pek çok lider, zaman zaman kendilerine en yakın olanları, birtakım bahanelerle harcamayı gerekli görür ve bunu alışkanlık haline getirirler; henüz büyüsü bozulmamışları tercih ederler. Sara hastalığına müptela bulunan Moğol hakanlarından biri, sara nöbeti geçirirken yanında olup da bu durumuna şahit olan her kim olursa onu öldürtürmüş.
Her vesileyi kendilerinin yüceltilmeleri yönünde kullananlar, yüceltilmelerine gölge düşürecek şeylerin başkalarınca bilinmesine asla tahammül edemezler. Velev ki bu bir hemoroit hastalığı da olsa.! İnsanların onu tuvalette zorlanırken düşünmeleri bile büyüyü bozabilir.
Bu minval üzere Resulüllah, kendisi dahil kimse için tazim istemiyordu.
"Siz Acemler gibi ayağa kalkmayınız. Onlar da birbirlerini tazim ediyorlardı," buyurdu. Sahabe de bunu bildikleri için Resulüllah geldiğinde ayağa kalkmazlardı. O sevgili peygamber boş bulduğu yere otururdu.
İnsanların kimseye eğilip bükülmesi de kabul edilmiyordu; velev ki peygamber için de olsa.!
Resulüllah (sav) ise; "Hıristiyanların Meryem oğlu İsa (a.s)'yı yücelttikleri gibi siz de beni yüceltmeyin" buyurmuş ve bu yönde eğilimlere karşı koymuş.
Ve yine;
"Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'ya eğilip büküldükleri gibi, siz de bana eğilip bükülmeyin. Ben bir kulum. Ve bana Allah'ın kulu ve Rasulü deyiniz" buyurmuştur.
Oysa, önünde eğilmeye, övülmeye ve yüceltilmeye layık olan tek ilah ancak Allah'tır, Çünkü "kuddüs" olan O'dur.
Allah Teala'yı niteleyen "el Kuddüs" vasfını, ilk dönem müelliflerinden Halimi; "faziletleri ve güzel sıfatları sebebiyle daima övülen" şeklinde tanımlar. Gazali, Allah Teala'nın sadece insanlar tarafından noksanlık addedilen vasıflardan değil, onlarca üstünlük sayılan birtakım beşeri ve izafi anlamlı kemal sıfatlarından da münezzeh bulunduğunu kaydeder. Bu bakımdan ona göre "el Kuddüs" Allah'ın yaratılmışlara benzemekten, insanların "kemal" zannettiği göreceli üstünlüklerle muttasıf bulunmaktan, her türlü eksiklik ve noksanlıktan çok uzak ve pek temiz olduğunu beyan etmektedir. Son dönem Türk bilginlerinden Elmalılı Hamdi Yazır ise "el-Kuddüs" için; "gayet mukaddes, her şaibeden münezzeh, her vasfında ekmel, tahdit ü tasvire sığmaz, hiç bir leke kabul etmez, tertemiz, pam pak" şeklinde bir açıklama getirmektedir."
Yaratılmışlara "kuddüs" sıfatı verircesine, onların noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanıp bağlanmak; sürekli övmeyi bir görev addedip, mutlak itaatle önlerinde eğilmek şüphesiz ki ilah edinmeye, putlaştırmaya götüren davranışlardandır.
Hud (as)'a karşı çıkanların psikolojisine bakınız! Onlar;
"Ey Hud! Sen bize açık bir mucize getirmedin, senin sözünden ötürü ilahlarımızı terk etmeyiz ve sana inanmayız." Hud: 11/53. dediler.
Anlaşılan, onlar; doğru inancı, doğru yolu ve güzel ahlakı öğreten bir resul değil, bir sihirbaz ve hatta hayal hanelerinin uydurduğu her şeyi gerçekleştirecek üstün bir kudret bekliyorlardı .
Görüldüğü gibi burada suç, yüceltmek istedikleri kimselerde değildi.
Mekke müşrikleri de, Hz.Muhammed (sav)'den; insan gücüyle ve risaletle ilgisi bulunmayan, olur olmaz bir sürü
şeyler istemişlerdi.
"Dediler ki: Bize, yerden kaynaklar fışkırtmadıkça sana inanmayacağız veya hurmalıkların, bağların olup aralarından ırmaklar akıtmalısın. Yahut da iddia ettiğin gibi göğü tepemize parça parça düşürmeli, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin." İsra: 17/90-93.
Bütün bu saçmalıklara karşı Allah, Resulü'ne sadece şöyle demesini emreder;
"Fesubhanallah! Ben resul olan bir insandan başka bir şey miyim?" İsra: 17/93.
Öteki elçiler gibi Hz.Muhammed de bir yanıyla elçi, bir yanıyla da beşerdir. Kendisinin uyguladığı ve uygulanmasını teklif ettiği şeyler, insan gücünün yetmeyeceği şeyler değildir. O, beşeri yönüyle, ne yapmış ve yapabilmişse insanlar da isterlerse onu yapabilirler. Buna karşı ortaya koyacakları, kabul edilebilir hiçbir mazeretleri de olamaz".
İnsanların itaat edecekleri kimseyi ille de insan üstü görmek isteyişleri ise bazıları tarafından istismar edile gelmiştir.
Bu zaafı iyi bilen ve bundan istifade ile insanları kendilerine köle yapmak isteyenler, sürekli her söylediklerinde ve yaptıklarında bir gizemlilik ve bir hikmet dolu olduğunu etraflarına pompalamaya çalışırlar. Yine insanlardaki bu psikolojik zaaf sebebiyle başkanlar, liderler, sahte şeyhler ve sahte peygamberler kendilerini olağanüstü göstermek isterler; böyle yapmazlarsa etraflarındakilerin dağılıp gideceğini düşünürler. Bu endişeyi siyasi sahada da görmek mümkün, iyi bir gözlemci olduğu anlaşılan İspanyol düşünür Greciany Morales (1601-1658) diyor ki; "Bir hükümdar, kendini gerçekliği içinde görmüş olanı görmeye katlanamaz."
Çünkü tanrılaştırılan yöneticilerin hemen yakınında olup ta, onların zaaf ve acizliklerine şahit olanlar, onlara yakın bulunmadan evvel zannettikleri, hayal ettikleri ya da kendilerine propaganda edildiği gibi liderlerinin pek de büyük olmadıklarını fark ederler ve böylece onlara karşı oluşmuş olan büyü bozulur. Bunun için pek çok lider, zaman zaman kendilerine en yakın olanları, birtakım bahanelerle harcamayı gerekli görür ve bunu alışkanlık haline getirirler; henüz büyüsü bozulmamışları tercih ederler. Sara hastalığına müptela bulunan Moğol hakanlarından biri, sara nöbeti geçirirken yanında olup da bu durumuna şahit olan her kim olursa onu öldürtürmüş.
Her vesileyi kendilerinin yüceltilmeleri yönünde kullananlar, yüceltilmelerine gölge düşürecek şeylerin başkalarınca bilinmesine asla tahammül edemezler. Velev ki bu bir hemoroit hastalığı da olsa.! İnsanların onu tuvalette zorlanırken düşünmeleri bile büyüyü bozabilir.