Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İnsan Psikolojisinde Tapınmanın Yeri (1 Kullanıcı)

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
İslam'da insanların putlaştırılmaması için bütün tedbirler alınmıştı.

Bu minval üzere Resulüllah, kendisi dahil kimse için tazim istemiyordu.
"Siz Acemler gibi ayağa kalkmayınız. Onlar da birbirlerini tazim ediyorlardı," buyurdu. Sahabe de bunu bildikleri için Resulüllah geldiğinde ayağa kalkmazlardı. O sevgili peygamber boş bulduğu yere otururdu.
İnsanların kimseye eğilip bükülmesi de kabul edilmiyordu; velev ki peygamber için de olsa.!
Resulüllah (sav) ise; "Hıristiyanların Meryem oğlu İsa (a.s)'yı yücelttikleri gibi siz de beni yüceltmeyin" buyurmuş ve bu yönde eğilimlere karşı koymuş.
Ve yine;
"Hıristiyanların Meryem oğlu İsa'ya eğilip büküldükleri gibi, siz de bana eğilip bükülmeyin. Ben bir kulum. Ve bana Allah'ın kulu ve Rasulü deyiniz" buyurmuştur.
Oysa, önünde eğilmeye, övülmeye ve yüceltilmeye layık olan tek ilah ancak Allah'tır, Çünkü "kuddüs" olan O'dur.
Allah Teala'yı niteleyen "el Kuddüs" vasfını, ilk dönem müelliflerinden Halimi; "faziletleri ve güzel sıfatları sebebiyle daima övülen" şeklinde tanımlar. Gazali, Allah Teala'nın sadece insanlar tarafından noksanlık addedilen vasıflardan değil, onlarca üstünlük sayılan birtakım beşeri ve izafi anlamlı kemal sıfatlarından da münezzeh bulunduğunu kaydeder. Bu bakımdan ona göre "el Kuddüs" Allah'ın yaratılmışlara benzemekten, insanların "kemal" zannettiği göreceli üstünlüklerle muttasıf bulunmaktan, her türlü eksiklik ve noksanlıktan çok uzak ve pek temiz olduğunu beyan etmektedir. Son dönem Türk bilginlerinden Elmalılı Hamdi Yazır ise "el-Kuddüs" için; "gayet mukaddes, her şaibeden münezzeh, her vasfında ekmel, tahdit ü tasvire sığmaz, hiç bir leke kabul etmez, tertemiz, pam pak" şeklinde bir açıklama getirmektedir."
Yaratılmışlara "kuddüs" sıfatı verircesine, onların noksan sıfatlardan münezzeh olduğuna inanıp bağlanmak; sürekli övmeyi bir görev addedip, mutlak itaatle önlerinde eğilmek şüphesiz ki ilah edinmeye, putlaştırmaya götüren davranışlardandır.
Hud (as)'a karşı çıkanların psikolojisine bakınız! Onlar;
"Ey Hud! Sen bize açık bir mucize getirmedin, senin sözünden ötürü ilahlarımızı terk etmeyiz ve sana inanmayız." Hud: 11/53. dediler.
Anlaşılan, onlar; doğru inancı, doğru yolu ve güzel ahlakı öğreten bir resul değil, bir sihirbaz ve hatta hayal hanelerinin uydurduğu her şeyi gerçekleştirecek üstün bir kudret bekliyorlardı .
Görüldüğü gibi burada suç, yüceltmek istedikleri kimselerde değildi.
Mekke müşrikleri de, Hz.Muhammed (sav)'den; insan gücüyle ve risaletle ilgisi bulunmayan, olur olmaz bir sürü
şeyler istemişlerdi.
"Dediler ki: Bize, yerden kaynaklar fışkırtmadıkça sana inanmayacağız veya hurmalıkların, bağların olup aralarından ırmaklar akıtmalısın. Yahut da iddia ettiğin gibi göğü tepemize parça parça düşürmeli, ya da Allah'ı ve melekleri karşımıza getirmelisin." İsra: 17/90-93.
Bütün bu saçmalıklara karşı Allah, Resulü'ne sadece şöyle demesini emreder;
"Fesubhanallah! Ben resul olan bir insandan başka bir şey miyim?" İsra: 17/93.
Öteki elçiler gibi Hz.Muhammed de bir yanıyla elçi, bir yanıyla da beşerdir. Kendisinin uyguladığı ve uygulanmasını teklif ettiği şeyler, insan gücünün yetmeyeceği şeyler değildir. O, beşeri yönüyle, ne yapmış ve yapabilmişse insanlar da isterlerse onu yapabilirler. Buna karşı ortaya koyacakları, kabul edilebilir hiçbir mazeretleri de olamaz".
İnsanların itaat edecekleri kimseyi ille de insan üstü görmek isteyişleri ise bazıları tarafından istismar edile gelmiştir.
Bu zaafı iyi bilen ve bundan istifade ile insanları kendilerine köle yapmak isteyenler, sürekli her söylediklerinde ve yaptıklarında bir gizemlilik ve bir hikmet dolu olduğunu etraflarına pompalamaya çalışırlar. Yine insanlardaki bu psikolojik zaaf sebebiyle başkanlar, liderler, sahte şeyhler ve sahte peygamberler kendilerini olağanüstü göstermek isterler; böyle yapmazlarsa etraflarındakilerin dağılıp gideceğini düşünürler. Bu endişeyi siyasi sahada da görmek mümkün, iyi bir gözlemci olduğu anlaşılan İspanyol düşünür Greciany Morales (1601-1658) diyor ki; "Bir hükümdar, kendini gerçekliği içinde görmüş olanı görmeye katlanamaz."
Çünkü tanrılaştırılan yöneticilerin hemen yakınında olup ta, onların zaaf ve acizliklerine şahit olanlar, onlara yakın bulunmadan evvel zannettikleri, hayal ettikleri ya da kendilerine propaganda edildiği gibi liderlerinin pek de büyük olmadıklarını fark ederler ve böylece onlara karşı oluşmuş olan büyü bozulur. Bunun için pek çok lider, zaman zaman kendilerine en yakın olanları, birtakım bahanelerle harcamayı gerekli görür ve bunu alışkanlık haline getirirler; henüz büyüsü bozulmamışları tercih ederler. Sara hastalığına müptela bulunan Moğol hakanlarından biri, sara nöbeti geçirirken yanında olup da bu durumuna şahit olan her kim olursa onu öldürtürmüş.
Her vesileyi kendilerinin yüceltilmeleri yönünde kullananlar, yüceltilmelerine gölge düşürecek şeylerin başkalarınca bilinmesine asla tahammül edemezler. Velev ki bu bir hemoroit hastalığı da olsa.! İnsanların onu tuvalette zorlanırken düşünmeleri bile büyüyü bozabilir.
 

ishakyakup

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Tem 2007
Mesajlar
549
Tepki puanı
21
Puanları
18
Yaş
45
Konum
Gebze
İlah İle Sözleşme

İslam'a göre tek ilah olarak kabul edilen Allah, 'her şeye gücü yeten'dir.
O; kuvvetli, kudretli, izzetli ve Kahhar olan bir ilahtır. Müslüman O'na yöneldiğinde, şu varlıklar aleminde Hakk'ın kendisi olan biricik kuvvete yönelmiş olur. Her türlü sahte kuvvetlerden kurtulup sükunete ulaşır, gönül huzuruna kavuşur ve rahat eder. Artık mü'min hiç kimseden, hiç bir şeyden korkmaz.. O, şunun bunun vergi ve mahrumiyetine de tamah etmez." Çünkü o, ruhlar aleminde Rabb'ine söz vermiş, Rab ve ilah olarak O'nu kabul etmiş; O'nunla ahitleşmiştir.

İslam ve ALLAH müslümanlar alimlerden öğrenilir.. felsefecilerden değil...!

"islama göre tek ilah olarak kabul edilen allah.." bu cümle küfürdür.. islamdan, bir teoriden bir görüşten bir felsefeden bahs eder gibi bahs edemezsiniz..

"islama göre tek ilah olarak kabul edilen allah.." diyorsunuz sizce bunun alternatifi varmı ki... yani "islama göre böyle kabul ediliyor lakin aslında böyle değildir.." böyle bir yaklaşımınız mı var..
batıl inançlar hakkında bu cümle kurulabilir..
"ateşpereslere göre ateş ilahtır.."
"hristiyanlara göre isa a.s. allahın oğludur"(haşa)
"materyalistlere göre, her şey maddeden ibarettir.. elle tutulmayan gözle görülmeyen (ruh,melek,şeytan,cin,ALLAH) hiç bir şey yoktur" denilebilir çünkü bu görüşlerin her biri batıldır batıl inanışlarından ancak bu şekilde bahs edilir..
ama.. "islama göre ALLAH tek ilahtır.." diyemezsiniz.. ALLAH kat'i olarak tek ilahtır.. doğru olan budur.. doğruyuda bir grupla vasf edemezsiniz..


İlah Kavramı İle "Allah" Kelimesinin İlintisi

İlah kelimesinin İslam literatüründe özel bir yeri var.
Allah kelimesinin etimolojisi hakkında ileri sürülen ve sayısının otuza yaklaştığı kaydedilen, birbirinden farklı bütün görüş ve iddialar değerlendirildiği takdirde, bu kelimenin Arapça asıllı ve zengin manalı "ilah" lafzından türediği görüşü ağırlık kazanmaktadır.
Bir görüşe göre bu kelime, "gizlenmek, perdelenmek ve duyu idrakinin ötesinde olmak" anlamındaki "lah" kelimesinden türemiştir. "Duyuların idrakinin fevkinde olan" manasında "lah" kelimesinden lam harfleri birleştirilerek "Allah" lafzı elde edilmiştir.
Daha çok üzerinde durulan bir görüşe göre de; Allah lafzı, "kulluk etmek" veya "hayret ve şaşkınlık içinde kalmak, gönülden bağlanıp sığınmak" anlamında bir mastar olan "ilah" kelimesinden türemiş ve bazı dil işlemlerinden geçmiş. "Tapınılan, yüceliğinin karşısında hayrete düşülen, gönülden bağlanılan ve sığınılan" anlamına gelen bu kelimenin başına önce bir harf-i ta'rif getirilerek "el-ilah" şekline dönüşmesi sağlanmış, daha sonra dilde kullanım kolaylığı sağlamak amacıyla, "lam" harfleri birleştirilmiş ve kelime azamet ifade eden tok bir sesle "Allah" şeklinde okunmuştur". Bu bilgiler, Allah'ın 99 ismi üzerinde çalışma yapan Prof. Metin Yurdagür'ün 'Esma ül Hüsna' isimli kitabından
kendisine ALLAH ismini veren yine ALLAHtır..
bu isim'i insanlara takmamıştır..
"ilk zamanlar.. lah deniyordu, sonra sonra başına el getirildi.. el-lah oldu ve en son daha kolay söylensin diye ALLAH denildi ve öylece kaldı.." bu ne saçma şey böyle bu nasıl bir inanış..
kendisine o ismi takan yine kendisidir.. literatür manaları geniş olabilir.. bir çok mübarek manaya gelebilir.. ama sizin yazınıza göre insanlar bu ismi takmış ve öyle çağırmaya başlamışlar gibi...

temelde felsefe ile yola çıkıyor olmanız.. bir çok konuta sapıtmanıza yoldan çıkmanıza vesile olur.. felsefe ile islamı/ALLAH'ı anlayamazsınız..
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
ishakyakup,
Değerli katkılarınız ve eleştirileriniz için teşekkür ederim.
Konuyu bitirdiğimizde inşaallah ihtiyaç olursa gereken açıklamaları yapacağım.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
'Yüceltme'nin Yönü

Yüceltme olgusu bazen, yücelten ile yüceltilen arasında karşılıklı etkileşim sonucu gelişmesinin yanında çoğu zaman yüceltilen kişi ya da nesnenin bir dahli ve vebali bulunmaksızın da gerçekleşebilir.
Bir varlığı tebcilde (öne çıkarmada, yüceltmede) ileri gitmek, zamanla ilahlaştırmaya yol açabilecek olmasına reğmen, ibadet edercesine yüceltilen şahsiyetler Allah katında makul ve aslında böyle bir tazimden uzak kimseler bile olabilirler. Yüceltildiklerinden habersiz olmaları da mümkündür.
Hıristiyanların Hz. İsa ile Hz. Meryem'i,
Yahudiler'in Hz.Üzeyri, her iki din mensuplarının da din büyüklerini; keza müşriklerin melekleri ta'zimde (saygıda) ileri gitmeleri, onlara uluhiyete mahsus bazı özellikleri vermeleri gibi."
Peygamberlerin zamanına erişmiş olanlar, bu duygularla onların da bir insan oluşuna tahammül edemeyip reddederken, peygamberlerden sonraki zamanlarda dünyaya gelenlerden bazıları ise yine aynı psikolojik mekanizma ile onları insanüstü birer varlık olarak tahayyül etmiş, olağanüstü özellikler atfetmiş ve böylece kendi ruhlarındaki defektlere uygun beklentilerine karşılık bulmuş oluyorlardı.
"Onların putlardan hayır ummaları da gösteriyor ki, putlara çeşitli üstün vasıflar yükleniyor. Ve bu yakıştırmalar ile onlara tapınıyorlardı."
Aslında bu haleti ruhiyeyi oluşturan duyguların sadece üstün görülen kişi için değil, yüceltilen her nesne için beslendiği açıktır.
"İnsanlar mabud anlamında put olarak yalnız resim ve heykellere değil, canlı-cansız çeşitli tabiat varlık ve kuvvetlerine de tapmışlar ve halen tapmaktalar: Bu bazen bir hayvandır; Hindular'ın inekleri gibi. Bir ağaç veya ağaç topluluğu, bir dağ; Japonya'nın sembolü olan Fuji-Yama veya eski Yunan’ın Olimpos'u gibi. Bir ırmak (Ganj nehri gibi) veya bunların komple birliği; Türkler'in tarihi merkezi Ötüken gibi., mukaddes sayılmış ve bunlara ilah veya ilahi mahiyetli varlık muamelesi yapılmıştır. Ateş, rüzgar, Ay, Güneş, Yıldızlar da putperest tapınmaların mevzuu olmuştur." Dolayısı ile bunların herhangi bir vebali de yoktur. "Nemrud, Firavun gibi gerçek şahıslar veya gerçek şahısların heykelleri de (Buda, Konfüçyüz gibi) put olarak kabul edilmiştir."
Bunların konumları ise elbette farklıdır. Çünkü hastalıklı ve zayıf ruhları sömürmek ve dünyevi çıkar sağlamak amacındadırlar.
Sonuç olarak denebilir ki, yüceltme olayı, daha çok yüceltilen kişi ve nesnenin talebiyle değil, yücelten kişi ve toplulukların zihninde cereyan eden psikososyal bir hastalık olarak ortaya çıkar.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
"Korku" Duygusu Ve Şirk

Korku insan düşünce ve davranışları üzerinde büyük etkiler meydana getiren temel duygulardan biri.
İnsanı tedirgin eden, yönlendiren; yerine göre ona istemediklerini yaptıran, söylemeyeceğini söyleten; arzu ettiklerinden ve yapmak istediklerinden vazgeçiren duygudur, korku.!
Temelleri çocuklukta atatılan korku, hem kaçınılmaz hem de temel bir duygu.. "Tehlikelere karşı kişiyi uyanık tuttuğu, kulak kesilmesini sağladığı için de şarttır. Fakat bugünün çocuğunda korku çoğu kez yararlılık sınırlarını aşmaktadır. O kadar ki çocuk kovalanmaktan kaçan bir yaratık durumuna düşmektedir. Bu açıdan, çocuğa yardımcı olmak yerine, hayatın baskılarına göğüs germe yeteneklerini sınırlayan bir etmen olur. Çocuğun kaynaklarını harekete geçirmek yerine onları hareketsiz kılar. Böylece korku çocuğun hayatında bir yalnızlık alanı oluşturur.."
"Bebeklikteki korkular çevrenin ortaya çıkardığı yakın tehlikeler karşısında gösterilen tepkiler olarak bilinir. Çocuk büyüdükçe korku alanı da genişlemektedir. Geçmişi düşünüp geleceği konusunda umutlar besleme yeteneği kazandığı zaman, uzak tehlikeler, gelecek günlerin getireceği sıkıntılar, kendi güdüleri, yaptıkları, yapabilecekleri, hep birer korku kaynağı olabilmektedir.
Çocuk yalnız dış tehlikeler algılamakla yetinmiyor; bu tehlikeleri kendi içinde büyütüyorsa, korkunun üstüne endişe de eklenir."
Müspet yönlendirilmediği taktirde hareketleri sınırlayan, zihni verimliliği engelleyen; sevgi gibi kuvvetli, fakat ters yönde etkiler meydana getiren bu duyguyu, İslam inancı, kontrol edilmesi gereken duygular arasında görür.
Esasen, ruhsal savunma mekanizmalarının temellerinden birini teşkil eden ve yaşam dengesi içerisinde önemli bir yer tutan, beşeri ve doğal çerçevede mütalaa edildiğinde ruhsal ve bedensel bütünlüğü korumaya ve tedbirli olmaya yönelten 'korku' hissi, Allah'ın yarattığı sebepler dışında varlıklara olağanüstü özellikler atfetmede etkili olmaya başlayınca hem ruh sağlığının, hem de inançların bozulmasında rol oynamaya başlar.
Analiz edildiğinde görülür ki, korku ve ondan kaynaklanan davranışların altında, (hayat ve akli, bedeni, mali imkanlar dahil) kişinin sahip olduklarını kaybetmek, koruyamamak, arzu ettiklerine ulaşamamak ve zarara uğramak endişesi yatar. İnsan için iyilik halini elde etme, koruma ve artırma gayretlerini tehlikeye sokacak; akli, bedeni, mali ve ailevi işlerinin zarar görmesine sebep olabilecek her ihtimal önemlidir.
Bu yöndeki her söylentiye kulak verilir; ve çoğu insan zarar vereceği söylenen tehlikenin makul ve mantıklı olup olmadığına bile bakmadan, hurafe de olsa onun gereğini yapar.
Çünkü bu yöndeki bütün gelişmeler bir tedirginlik hali oluşturur. Bu ise her zaman tetikte bekleyen şirk olgusunu harekete geçirecek faktörlerden birini oluşturur.
"Müşrikler, taptıkları şeylerin kendilerine zarar verebileceğini düşünerek de onlara kulluk etmekteydiler; Onlar Hz. Hud {as)'a şöyle diyorlardı; "Sana, 'İlahlarımızdan biri seni çarpmıştır’ demekten başka bir şey söyleyemeyiz."
Buradaki çarpmak daha ziyade deli etmek, aklını gidermek şeklinde izah edilir.
Arap müşrikleri, her bir putun içinde bir cin bulunduğunu zannederlerdi. Cinnet vermek de cinlerle ilgili zannedilirdi. Dolayısı ile onların putları da (bir açıdan) cinleri temsil ediyordu.
Putlara olan ibadet ve saygıları ile zarar görme tehlikesinden böylece sakınabileceklerini düşünüyorlardı. Taparcasına bağlı olduğu şeyhinin isteklerini yerine getirip onu memnun edemez ise, onun gazabına uğrayacağından korkan kimsede de aynı mekanizma söz konusudur.
Hz.Peygamber, birine;
"Kaç ilaha tapıyorsunuz?" diye sorduğunda,
"Altısı yerde biri gökte" cevabına karşılık,
"İsteyerek ve korku ile ibadet ettiğin hangisidir?" diye sordu.
Bundan da anlaşılıyor ki "korku", ilaha bağlananların, ilah edinilen nesne karşısında hissettikleri ortak bir duygudur.
Araplar içinde güneşe tapan, onu ta'zim eden ve ona 'ilahe' diyen bir kısım insanlar vardı; bunlardan el-A'şa bir
şiirinde bu korkuyu şöyle dile getiriyor:
"Ona yakın bir şekilde, ilahenin (güneşin) önünde eğildiğimde duyduğum korku gibi bir korku duymadım."
Görüldüğü gibi bu korkunun bir mantığının olması da gerekmiyor.
İşte bunun içindir ki, İslam alimleri korku duygusunu bazı hallerde şirke götüren sebepler içinde saymışlardır.
"Allah'tan başkasından korkmak, rızk istemek, Allah'ın vermiş olduğu nimete karşı O'ndan başka birine teşekkür edip, nimetleri O'ndan başkasına nispet etmek, Allah'a hamdden kaçınmak, O'ndan başkasına tevekkül etmek, O'ndan başka birine boyun eğmek, itaat etmek, kainatta Allah'ın dilemediği şeyin olacağına inanmak da şirktir," denilirken korku bütün bu sebeplerin başında sayılmıştır.
Bu manada uğursuzluk inancı da, böyle bir korkunun sonucu olup "şirk"den sayılır.
 

gulse

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
13 Eki 2006
Mesajlar
26
Tepki puanı
0
Puanları
0
S.A. İyi günler ,çok güzel bir yazı . Farkında olmadan ne yanlışlar yapıyormuşuz. MEsela bazen uçak geçince hayret eder insanoğlu neler yapıyor. Nasıl yapıyolar,havada düşmeden nasıl duruyor, neler buluyolar diye yorumlarda bulunurdum. Ne kadar yanlışmış. Bu yazıdan sonra Allahımızın verdiği akılla neler yapıyoruz diyeceğim. Herşey Allahtan.
Bizi Allahın izniyle aydınlattınız . Allah razı olsun.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
gulse,
İlginize teşekkür ederim
Allah CC razı olsun
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Uğursuz saymak şirktir

Resüllullah bir hadisinde;
"Uğursuz saymak şirktir. Uğursuz saymak şirktir. Uğursuz saymak şirktir," diye üç kere tekrar ederken, bir başka hadis-i şeriflerinde ise; "Kimi (bir şeyi) uğursuz sayması işinden alıkoyarsa Allah'a şirk koşmuş olur" buyuruyor.
Dediler ki;
"Ey Allah'ın Resulü! Bunun keffareti nedir?" Şöyle buyurdu;
"Allah'ım! Senin hayrından başka hiçbir hayır yoktur. Senin uğrundan başka hiçbir uğur da yoktur. Senden başka hiçbir ilah yoktur, demesidir."
Aynı psikolojinin sayılarla ilgili tezahürleri ise oldukça ilginç: "Uğruna inanılan 9'lar, 21'ler, 40'lar.. insanların asırlardır sayıların büyüsüne inandığını ortaya koyuyor. İslam kültürü uzmanı Annemarie Schimmel'in inanışlarda sayıların önemini ele aldığı "Sayıların Gizemi" adlı kitabında çeşitli inançlar ve kültürden örneklerler veriyor.
‘1’ sayısı, bütün inanç sistemlerinde kutsal kabul ediliyor ve ‘1’, birçok inançta Tanrı'yı simgeliyor. Kutsal 3 ve 7 sayılarının çarpımı sonucu 21 "in "mükemmellikle" bağlantılı olduğu kabul edilirken, 5'in "yaşam ve sevgi sayısı", 6'nın yaratılmış dünyanın mükemmel sayısı olduğuna inanılıyor. Hıristiyanlıkta ise İsa'nın ayın 13'ü cuma günü öldürülmesi ve müritlerinden 13'üncüsünün İsa'ya ihanet etmesi nedeniyle 13 rakamına nefretle bakılıyor. Bu korku, işe gelme, uçak ve tren rezervasyonu iptalleri gibi nedenlerle Amerika'ya yılda yaklaşık bir milyar dolara mal oluyor.
Müslümanlarda ise 40 sayısı büyük öneme sahip. Zira Hz. Muhammed (sas)'in adının başında ve ortasındaki mim harfinin sayısal değeri olan 40 bazılarınca önemli sayılmıştır. Bu noktada Schimmel, "Bir kahvenin 40 yıl hatırı var, 40 fırın ekmek yemek gerekir," gibi deyimleri de hatırlatıyor."
Uğursuzlukla ilgili hurafelerin halk arasında ne kadar yaygın olduğu düşünülürse konunun sosyal psikolojisi üzerinde ne derece yer etmiş olduğu daha kolay anlaşılır.
Bazı kültürlerde ise tüm kötülük ve uğursuzlukların ayrı bir tanrısı olduğu düşünülür, birçok tanrı yanında ona da ayinler yapılır, ibadet edilir. Yunan tanrılarından bazıları ve eski Türkler'de "Yerlik Tanrısı" buna örnektir.
"Eski Türk topluluklarından bazılarında yer altında yaşadığına inanılan, büyük felaketlerden salgın hastalıklara kadar, bütün kötülüklerin sebebi ve kaynağı olarak Erlik Tanrısı'nın olduğuna inanılıyordu.
Bazen, kötülükleri bir şahıstan bilme ve her yanlışlığı onunla izah etme alışkanlığı da aynı psikolojinin bir başka tezahürü olsa gerek. Kitlelerin her devirde bir kötülük tanrısı bulup, kendi nefislerinde mevcut olup da kabullenemedikleri günah ve hatalarını da ona yüklemeleri pek de sağlıklı olmayan psikolojik sebeplere bağlıdır. İnsanlar kendilerinde var olanları yansıtma (projeksiyon mekanizması) ile kötülük simgesi olarak buldukları objeye yükleyip, onu lanetleyerek rahatlarlar. Başarısız ve ezilmiş topluluklar beceriksizliklerini itiraf etmek ve bunun sebepleri üzerinde durmaktansa başkalarını suçlamayı daha kolay ve rahatlatıcı bir yol olarak tercih ederler. Böylece kendi yanlışlıklarını giderme zahmetinden ve bunun meydana getirdiği stresten de kurtulurlar.
Böylece, kimileri için kurtarıcı tanrı gibi olan bir kişi, karşıt kesim için kötülük tanrısı (lanetlenecek put) fonksiyonu görür.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Rızk Endişesi Ve Gelecek Korkusu

İnsan davranışlarını etkileyen korkunun diğer bir varyantı da "gelecek" ve "rızk" endişesidir. Şirk konusunda önemli etkenlerden biri de bu.
Ayette;
"De ki; 'Rabbin rahmet hazinelerine siz malik olsaydınız o zaman harcamaktan tükenir korkusuyla muhakkak cimrilik edersiniz'. Çok cimridir insan!" buyuruluyor. Rabb'in hazineleri..! Hani, şu dahil olduğumuz Samanyolu Galaksi'sinde, saniyede 217 km hızla hareket eden, galaksi merkezi etrafındaki turunu 226 milyon yılda tamamlayan küçücük dünyamızın da, içinde yer aldığı muhteşem kainatın sahibi Rabb'imizin hazineleri.!
Bilindiği ve hesaplanabildiği kadarıyla, Samanyolu Galaksisi gibi her biri 150-200 milyar yıldız ihtiva eden galaksilerden tam 200 milyarı aşkın galaksinin bulunduğu bir kainatın ve daha kim bilir nice alemlerin sahibi olan, tek ilah Cenabı Allah'ın hazineleri.. Bunlara sahip olmak ve tükeneceğinden korkmak!
İnsanoğlu bu kadar hazinelere sahip olsa, tükenir diye harcamaktan korkacak.! Korku ve gelecek endişesinde mantık bulunmadığının bundan daha çarpıcı bir ifadesi olabilir mi?!
Psikolojik zaaflar sonucu oluşan bu endişe, insanı sürekli biriktirmeye, biriktirdiklerine sımsıkı sarılmaya sevk eder. İnsan, tüm sahip olduklarını kendisine veren ve kendisini de yaratan Rabb'inin yolunda pek azını sarf etmekten bile kaçınır. Kazandıklarını elinde tutma yolunda pek çok zillete de boyun eğer, ki bu, toplumların şirk içinde yönetilmesine ses çıkarmama ve hatta rıza göstermesinin baş sebeplerindendir. İnsanların bu zaafı sayesinde, birtakımları yönetimi kolayca ellerinde bulundurur. Kaybetmek korkusu içinde olanlar, onlara karşı durmaktan çekinirler. Onlar da böylece makam, mevki ve iktidarlarını kolayca elde tutma imkanına kavuşurlar. Kanunları, yönetmelikleri ve sistemleriyle baş kaldırılmaz, kendileri ile uğraşılmaz imajını yerleştirirler.
Ezilenler de, hükmedenlerin safında, hem de ağır bir hesap yüklenerek böylece yer almış olurlar. Sefasını sürmedikleri şeylerin cefasını çekmeye razı olmaktan başka bir şey değildir bu! İşte bu sebeple zarara uğrama ve fakir düşme korkusunun giderilmesi, sağlıklı ve onurlu kişiliğin kurulması için çok önemlidir.
Allah, fakirlik korkusunun şeytani bir telkin olduğunu ikaz ediyor;
"Şeytan sizi fakirlik ile korkutur ve cimriliği emreder. Allah ise kendisinden bir mağfiret ve bir bolluk vaat eder. Ve (O) Vasidir, Alimdir."
İnsana çocuklarını öldürtebilen duygu da bu duygudur:
"Evlatlarınızı fakirlik korkusu ile öldürmeyin. Onları da, sizi de biz rızıklandırırız. Hakikat onları öldürmek büyük bir suçtur."
Bütün bu korkulardan ve bu sebeple başka ilahların baskısından kurtulmak ancak Allah'a dost olmakla mümkündür. Çünkü; "İşte o şeytan ancak kendi dostlarını korkutur. Bana iman etmiş iseniz onlardan değil, sadece benden korkun." Şeytan'ın dostu olma zaafını taşımayanlar, ne pahasına olursa olsun, başka ilahlara boyun eğmeyecek irade ve kararlılıktadır. Sadece onlar, korku duygusunun etkisi ile yanlışa razı edilemeyecek yüksek şahsiyete erişmiş kimselerdir.
Mü'min bir kişiliğe sahip kimse bilir ve inanır ki; bu hayatta her şey Allah'ın takdiri ile ve sadece bir sınanmadır, imtihandır, Allah'a rağmen bir şeylerden korkmak, dört bir taraftan hücum ettiği belirtilen Şeytan'ın teşvik ve gayretleri ile olmaktadır.
O Şeytan ki, kafalarda vesvese uyandırır, nefislerde arzuları tahrik eder; vicdanları karartıp, kalplerde başka ilahlara sevgi ve onlardan çekinme ve korku duygusu telkin eder, işte bu, Şeytanın dört bir taraftan hücumdur.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Sosyal "Neofobi"

"Neofobi", yani yenilik korkusu toplumları yönlendiren ve bir anlamda şirke zemin hazırlayan bir başka olumsuz korku çeşidi. Bu korku sonucu insanlar, 'eski'lerine sıkı sıkıya yapışırken yeni olan her şeye karşı tedirginlik duyarlar.
Sosyal ve psikolojik sebeplerle insanlar, eski inanç ve gelenekleri konusunda oldukça tutucu ve tabir yerinde ise 'gerici' bir tavır takınırlar. Yeniliklerden ürker, endişe ve korkuya kapılırlar. Bu zeminde inanç ve ibadetler adet olmaya, adet ve gelenekler ise ibadet huşuu içinde uygulanır.
"Kur'an'da, üzerinde çok durulan şirk amillerinden birini de bu teşkil eder. Antik çağda müşrik toplumların çoğu, geçmişlerine olan saygılarını atalarına tapma derecesine vardırmışlardı. Kur'an'ın ilk muhatapları olan müşrikler arasında, dar anlamda bir 'Atalar Kültürü’ görülmese de, onlardan gelen her şey üzerine, körü körüne titredikleri meydandır. Kur'an'ın ısrarlı hücumlarına hedef teşkil eden zihniyetlerden biri de budur.
Bugün tecrübelerle öğrenilmiş gerçeklerden biri olarak kabul edilmektedir ki, gelenekler saçma bile olsalar, toplum hayatından kolay kolay sökülüp uzaklaştırılamamaktadırlar. Bazen geleneklerin direnişi, fikirlerin mukavemetinden daha uzun ömürlü olmakta, düşünce tarzını değiştirmiş olmasına rağmen, bir çok kimse geleneğin gereğini yerine getirmeye devam etmektedir."
Psikopatolojik olgular içinde önemli bir yer tutan sebepsiz, mantıksız korkulardan biri olan 'yenilik fobisi' (neofobi), yaşlılarda bir demans (bunama) belirtisi olarak görülürken; kendini yenilemeyi beceremeyen, çürümüş, içi geçmiş, yaşlanmış toplumlarda, eskiye taparcasına bağlanma ve yeni fikir ve inançlara karşı da aşırı bir direnişe sebep olur.
Şirk sistemlerinin sahipleri ise, çıkarcı düzenlerinin devamı için, bu psikolojiden istifade ederler.
Tek ilah inancı olan Tevhid inancıyla savaşıp nefislerini tanrılaştırarak toplumu yönetmeyi hep kendi tekellerinde bir hak olarak görenler, insanların bu zaaflarına hitap ederek, onları Tevhid inancına karşı tahrik etmişlerdir. Firavunlar ve onların yolundan gidenler; "O peygamberler sizi atalarınızın dininden vazgeçirecek" diyerek insanları korkutuyor ve kendilerine bağlıyorlardı.
Bu psikoloji sonucu, insanlar tapmakta oldukları putları terk etmekle kendilerine birçok bela ve musibetlerin isabet edeceğini sanıyor. Böyle bir inanç, putlarda ilahi (olağan üstü) bir gücün var olduğuna inanmalarından kaynaklanıyordu. Nuh kavminin ileri gelenleri; "Sakın ilahlarınızı bırakmayın" diyorlardı. İnsanların ilahlardan bir zarar ve musibet geleceğine inandırılarak sahte ilahlara sığınmalarına karşılık, Kur'an; "O sabredenler kendilerine bir bela geldiği zaman, 'Biz Allah'ın kullarıyız, O'na döneceğiz derler'.
Zarar ve musibetleri bir nesneden bilmek ve ona sığınmak; yalvararak hoş görünerek zararlarından kurtulacağını ummak insanları zillete mahkûm eden bir kısırdöngüyü oluşturur.
Kitleler, dinlerini yalnızca kalıplaşmış geleneklerden ibaret zannederek şuursuzca tekrar edip dururken, sadece geleneksel değil, şuurlu bir tarzda inanmayı ve yaşamayı teklif edenlere karşı da, Firavunca metotlar uygulayanlar, aynı 'neofobik reaksiyon' oluşturularak elde tutulur. Statükocular (mevcut düzenin değişmesini istemeyenler) toplumu, yenileşme ve gelişmelere karşı tahrik etmekten çekinmezler. Buna, mevcut uyuşuk halin devamından çıkarı olanların desteği de katılınca yeni bir inanca karşı reaksiyon gösterilmesi, toplumun önemli bir kesimini toplumsal bir 'histeri' gibi sarar. Bütün bu tahrik ve dayatmaları yapanlar, bunu, milletin birliği ve vatanın bölünmez bütünlüğü' gibi hemen herkesin hassas olduğu bir amaç için yaptıklarını söyleyerek herkesi susturma yoluna giderler.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Tavsiye Edilen Korku

Korkunun buraya kadar ele aldığımız yönü kaçınılması ve yüreklerde barındırılmaması gereken kısmı iken, şimdi irdeleyeceğimiz boyutu ise insanın duygu ve düşünce dünyasına bütünlük kazandıran sağlıklı bir ruh hali için gerekli ve koruyucu bir fonksiyona sahip.
Buradaki korkunun kaynağı Allah sevgisine layık olamama endişesidir. Ve daha çok takva kelimesi ile ifade edilir.
"İnsan ruhunun yücelişi, yüce Yaratıcı ile sevgi münasebeti kurma yoluyla gerçekleşebilir. İlahi muhabbetin yanında, dini hayatın üstün yönünü ifade eden "takva", sadece 'korkmak' değil, 'Allah sevgisine engel olacak şeylerden kendini korumak' tarzında da anlaşılmalı. Çünkü bu kelimenin kökünde, 'endişe edilen şeylerden nefsi korumak’ gibi bir sözlük anlam bulunur.
Buna göre takva, Allah ile kul arasında bir sevgi ve dostluğun oluşup devam etmesi esasına bağlıdır. Bu sebeple Kur'an'da; "Allah, muttakilerin dostudur," buyurulmuştur.
Allah Teala, beşer için hem kurtarıcı ve yardım edici, hem de sevgi ve saygı duyulan bir varlık olarak tecelli eder."
Dolayısıyla buradaki korku; saygı ve sevgi dolu bir korkudur. Sevdiğinin sevgisini kaybetme, gözden düşme korkusu.
Allah'tan korkmayı kendine yediremeyenler ise nefsini tanrılaştıranlar yani "büyüklenen"lerdir.
Ayet; "Ve ona, 'Allah'tan kork' denilince, kendisini günah ile bir izzet'i nefis yakalar. İşte ona cehennem yeter." buyuruyor. Böyleleri; "Sırf Allah korkusunu, Allah'tan utanmayı, Allah'ın gazabından sakınmayı hatırlatmak için "Allah'tan kork!" denildiğinde, böyle söylenmesine kızarlar, kibirlenirler., kendilerini bir azamet kaplar.. Günahkarlığıyla, hatalarıyla, suçlarıyla izzetlenir.. Hakikate karşı gelirler.. Dıştan hayırlı, ihlaslı, iyilik sever, feragat ve hayır sahibi (!) olarak görünseler bile.!
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Hesap Gününden Korkmak

Tek ilaha inananların davranışlarında etkili hususların belki başta geleni 'hesap günü' inancıdır.
Düşünsünler ve hakkıyla korksunlar diye, rahmet kitabı Kur'an, insanları, geleceğinde şüphe bulunmayan o günden sakınmaya çağırıyor. O müthiş gün! Hesap günü, Ayırım günü, Ceza günü!.
O gün ki, kimsenin kimseye (Allah dilemedikçe) yardımının dokunmayacağı. Hiçbir servetin yarar sağlamayacağı, kaçınılmaz olan o müthiş an. Kur'an'ın, inanlara "korkun" dediği hesap günü, yargı günü. Herkesin tutanaklarının ortaya konduğu gün. Büyük mahkemenin kurulacağı gün..
Allah'ın adaleti o gün tecelli edecektir. Bundan kaçış yoktur.
"Her insan ölümü tadacaktır. Kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir."
O gün ne malın, ne çocukların faydası vardır;
"Fayda verecek olan şey temiz bir kalpdir."
"O gün herkese kazandığının karşılığı verilir, kimseye zulmedilmez."
"O gün, (kişi) kardeşinden, annesinden, babasından, karısından ve oğullarından kaçar. O gün bir takım yüzler aydınlıktır; gülmekte ve sevinmektedirler. O gün bir takım yüzler de tozlanmış ve onları karanlık bürümüştür. İşte bunlar inkarcı olanlar, Allah'ın buyruğundan çıkanlardır."
"O gün bir kısım insanların pişmanlık günüdür. Onlar, Yüzleri ateşte çevrildiği gün; "Keşke Allah'a itaat etseydik", derler."
"Allah'a döneceğiniz ve sonra haksızlığa uğramadan herkesin kazancının kendisine eksiksiz verileceği günden korkunuz."
"O gün Allah onlara seslenir; 'Benim ortağım olduklarını iddia ettikleriniz nerededirler?' der."
Kur'an, 'sakınanlar'a ise, bu müthiş gün için korkusuzluğu müjdeliyor;
"Haberiniz olsun, Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmazlar. Onlar Allah'a, Allah'ın belirttiği biçimde inanmışlar ve O'na karşı gelmekten kesinlikle kaçınmışlardır".
İşte bu kimseler için 'O Büyük Gün' ödül günüdür. Çünkü, onlar sadece Allah'tan korkanlardır.
"Rabb'inin makamından korkan kimseye iki cennet vardır".
"İman edip de amal-i salih işleyenleri, elbette onları, cennette altından ırmaklar akan köşklere yerleştireceğiz. Onlar orada ebedi kalacaklardır. (Böyle) amel edenlerin mükafatı ne güzeldir. Ki onlar sabredip yalnız Rablerine tevekkül edenlerdir."
Bir de bu yüksek karşılıktan daha büyük olan Allah'ın rızasını kazanmış olmaktır.
"Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah'tan razı olmuşlardır".
Çünkü bütün isteklerin en üstünü, bütün lezzetlerin en yükseği olan Allah'ın rızasına erişmek; razı olmuş olarak ve 'razı olunmuşlar' makamına ermişlerden olmak. İşte bu başarının tek sebebi ve hikmeti Allah korkusunu duymaktır. Bu, haşyet ve tazim ile sevgi neticesi olan saygı manasına bir korkudur. Bu hal, mutlak güzele layık, ihsana yaklaştıracak yüksek bir aşk heyecanı uyandıran güzel bir ruh halidir.
Bir hadislerinde Peygamberimiz; "Hikmet'in başı Allah korkusudur", buyuruyor. Bu korkunun derecesi de ilim ve marifetin derecesi ile orantılıdır. Bundan dolayı ayette; "Kulları içinde ancak alimler Allah'tan gereğince korkarlar." denirken, melekler için de; "Onun (Allah'ın) korkusundan titrerler" buyurulur.
Yine bir hadisi şeriflerinde Resulüllah; "Allah'ı en çok tanıyanınız, Allah'tan en çok korkanınızdır. Ben ise O'ndan en çok korkanınızım." diyor.
Bu korku O'na, tek ilaha olan saygıdandır ve O'nun rızası içindir.
"(Öyle takva sahipleri) ki onlar, tenhada da Rablerine candan saygı gösterirler. Onlar kıyametten korkanlardır."
İnsanların dosdoğru olmalarını, öylece hak üzere sebat etmelerini, azıtıp sapmamalarını sağlayan faktörlerin başında, bu korkunun geldiği anlaşılıyor.
"Onlar ki Allah'ın ulaştırılmasını (idame ve riayet edilmesini-sürdürülmesi ve gözetilmesini) emrettiği şeyi ulaştırırlar. (Ona riayet ederler) Rablerinden korkarlar, (bilhassa) kötü hesaptan endişe ederler.."
Kur'an'ın da ancak böyle kimseler için bir öğüt olduğu ifade ediliyor.
"Biz Kur'an'ı sana zahmet çekesin diye değil, ancak (Allah'tan) korkacak kimselere bir öğüt ve yerle, o yüce yüce
gökleri yaratanın tedricen indirdiği bir (kitap) olmak üzere indirdik."
Sevgiye dayalı Allah korkusu sağlam bilgi ile desteklenince de, şirke yöneltecek önemli sebeplerden biri giderilmiş oluyor.
Ne sevgide ne de korkuda alemlerin Rabb'ine eş olacak hiçbir şey yoktur.
"Hakikaten Rabb'ini büyük tanıyıp (onun korkusuyla) rikkate gelenler (titreyenler) Rabb'inin ayetlerine iman etmekte sebat gösterenler.. Rablerine eş tutmazlar onlar."
Onlar yalnızca Allah ve Resulüne itaat ederler. Onları, Allah'a isyan edene itaat etmeye hiçbir kuvvet mecbur edemez, onlardaki Allah korkusu ve sevgisi buna manidir. Çünkü onlar dünyevi ve uhrevi kurtuluşu bunda görürler.
"Kim Allah'a ve Resulüne itaat ederse, Allah'tan korkarsa, O'ndan sakınırsa, kurtuluşu bulanlar da ta kendileridir."
İnanç böyle olunca hiçbir fani ve beşeri gücün önemi yoktur. Tek ilah olarak Allah'ı kabul edenler, iki korku arasında, yani Allah korkusu ile beşer korkusu arasında kalınca tercihleri Allah korkusu yönündedir. Onlar Allah'ın her an kendileri ile beraber olduğunu bilir ve O'nun hükmüne rağmen korkutmaya ve yanlış iş yaptırmaya çalışanlardan değil korkmak, onlara karşı da kendilerini öncelikle tebliğle görevli bilirler.
Ayetler bunu emreder. Velev ki Firavun karşısında olunsa bile;
"Firavun'a gidin. Çünkü o hakikaten çok azdı. (Gidin de) Ona yumuşak söz söyleyin. Olur ki nasihat dinler, yahut (Allah'tan) korkar. Dediler ki; 'Ey Rabbimiz! Doğrusu onun bize karşı aşırı gitmesinden yahut tuğyanını artırmasından endişe ediyoruz". Buyurdu; "Korkmayın! Çünkü, ben sizinle beraberim. Ben (her şeyi) işitirim, görürüm."
"Allah'tan yüz çeviren kuvvetlerle mücahede ve mücadele etmek gerekir. Bu dalalet (sapık) kuvvetin büyüklüğü, azgınlığı Müslümanı korkutamaz. Çünkü onlar zaten kendilerini var eden Allah'ın kudretini kabul etmekten uzaklaşınca hakiki kuvvetini kaybetmiş olurlar. Bu, alev saçan büyük bir yıldızdan kopan parçanın sönüp soğuması, ziyasını ve hararetini kaybetmesi gibidir.
Böyle bir inanışa erişmiş kişinin sindirilmesi, susturulması, zapt edilmesi öyle kolayca mümkün olmaz. Bu kişi yenilmezlik duygusu içindedir; her hal-ü karda galip olduğuna inanır. O, karşısındaki bütün beşeri sistemlerin geçici olduğuna, yıkılmaya, yok olmaya mahkûm olduğuna inanır. Onun için azlık da, çokluk da önemli değildir. Ayette; "Nice az bir kitle vardır ki, Allah'ın izni ile bir çok topluluğu yenmiştir", buyuruluyor.
"Tabiat kuvvetlerine gelince, müslüman bütün kuvvetlerin yaratıcısının Allah olduğuna, bunların hepsinin bir sırra binaen yaratıldığına ve mukadder hedefe, bu kuvvetlerin birbiri ile yardımlaşması sonucu gidileceğine inanır. Bilir ki, bu kuvvetleri kendisinin hakimiyetine veren, onun sırlarını keşfedip, kanunlarına vakıf olmaya muvaffak kılan ancak Allahü Tealadır. Ayette; Allah, "Göklerde ve yerde bulunanların hepsini size musahhar kıldı", buyuruyor." Müslüman, bu güçleri tanımak, onlardan istifade etmek ve tedbirli olmakla görevli olduğunu ve şükredici konumda bulunması gerektiğini unutmaz.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Kaybetme Korkusunun İlacı: Allah İçin Vermek.

Rahatsız edici ve saptırıcı bir duygu olması hasebiyle önemli bir problem olan kaybetme korkusunun bir devası olmalıdır.
Bin bir zahmetle biriktirilenlerin her an kaybedilmesi korkusu, sahip olduklarının hepsini bırakıp bu dünyadan gitmek mecburiyeti, ölüm gerçeği., bütün bunlar insan için kolay kabul edilecek ve kulak arkası edilebilecek cinsten gerçekler gibi görünmüyor..
Kazanılan her şey burada kalırken, hiçbir şey götüremeden gitmenin dayanılmazlığı! Biriktirirken zahmet, muhafaza ederken endişe ve korku, bırakıp giderken mahzun olma, ayrılınca da yakıcı bir hasretin kaçınılmazlığı bu fani hayatın dramı!
Bütün bunların önüne geçecek tek çare ne olabilir? İnsanoğlunun huzur içinde yaşaması ve bu hayattan göçüp giderken gözünün arkada kalmaması ne ile mümkündür?
Kur'an inananlar için, bu problemin çözümünü veriyor:
Allah yolunda, Allah için verenlerin mahzun olmayacağı, onlar için korkunun da olmadığı bildiriliyor. Onun gösterdiği yolda verilen her kuruşun asla zayi olmayacağı, teminat altına alındığı; kaybetme korkusuna yer bulunmadığı vurgulanıyor.
Çünkü veren kişi tek ilah olarak inandığı Rabb'ine, güzel borç (Karz-ı Hasen) vermiştir. Verdiklerini alma, kabul etme durumunda olan insanlara karşı da, böyle bir kutsal ve büyük bir kazanca vesile oldukları için teşekkür ve minnet duyusu içindedir.
İnanmayan bir kişinin, malının elinden alınacağı endişesine karşılık, mal ve parasından almayı kabul eden muhtaç kişilere karşı şükran hisleri içinde olmak!. Ne etkin bir inanış! Birinde huzursuzluk ve endişe ile sıkan ve cimrileştiren korkunç duygu birikimine karşılık, berikinde, cömertleştiren huzur ve mutluluk bahşeden rahatlık.!
"Verilen her sadaka Allahü Teala'ya verilmiş bir karzdır (borç). Şüphesiz ki, Allahü Zülcelal onların karşılığını kat kat fazlası ile verir. Bunun karşılığında sadakayı alan muhtaç kişi de, Allahü Teala'nın kat kat ihsan etmesi için mal sahibine bir vasıtadır..
Veren kişi, Allah yoluna, yine Allah'ın malını vermişse mutlaka bunun karşılığını Allah'ın indi ilahisinde görecektir.. Onlar ne dünyada infak ettikleri şeylerden ötürü mahzun olurlar, ne de ahrette vasıl olacakları neticeden dolayı."
İşte bu, mal ve mülkün esir edici sahte Hanlığından kurtulup, tek ilaha sığınma ve onun garantisiyle ruhların hürriyete kavuşmasıdır! Artık korku ve endişeden eser kalmamıştır. Aslında canını bile Allah için vermeye hazır olan kimse için artık neyin korkusu olabilir ki!
Bunun aksi olan hal, ruhlar için çekilmez bir haldir.
Malını, servetini ilah edinmiş ve böylece onun esiri olmuş 'ruhlar' ise bilirler ki, bir gün, 'beden' kendilerini taşıyamaz olup da 'ceset' diye isimlendirildiği anda, 'nefs'in bir türlü kopmak istemediği şeylerin hepsinden koparılacak ve üstelik bir de bütün bunların hesabını verecektir. Başına gelecek olanları hisseden ruh, kendini ifade tarzı olan; tatminsizlik, keder hissi, huzursuzluk, endişe, sıkıntı, korku gibi hallerin ilacı; 'sonraki hayat'a inananlar için, eldekileri; gidilmesi mukadder ve mü'min için bir müjdeli hayat olan, ebedi hayata aktarmaktır; ki bu, kişinin Rabb'inin vadine olan inancında samimi ve ciddi olduğunun da önemli bir delili ve göstergesidir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Tanrı Korkusu Üzerine Kurulu Yanlış Otorite Benimsemesi
Şirkin Çocuklukta Atılan Temelleri


Tanrı fikrî, toplumun önemli bir kesiminde, çocuklara öncelikle bir dini eğitim konusu olarak verilmez. Çocuklar bu fikirle, okul öncesi dönemde, daha çok anneleri tarafından tanıştırılır. Ve bu, çoğunlukla da korku üzerine kurulu yanlış otorite benimsemesi şeklinde olur.
Esas amacı çocuk üzerinde otorite kurmak ve kendini saydırmak olan anne, amacına ulaşmak için; 'öcü' veya babasına söylemeyle başlattığı tehdidini tanrı ile korkutmaya kadar vardırır. "O'nu yapma", "Şunu yeme", "Bunu elleme"; "Allah seni çarpar, yakar, öldürür", "Allah gözlerini kör etsin". "Allah seni kahretsin", "Cehennemde yanarsın" gibi tehditler, Tanrı ile ilgili ilk telkinlerdir. Bunlar çocuğun gözünde Tanrı ile öcüyü eş anlamlı hale getirir.
Bununla, esas amacı kendisini çocuğa saydırmak olan anne, çocuğun ruhsal yapısı üzerinde ne derece tahribatta bulunduğunun farkında bile değildir. Öyle bir şartlanma oluşur ki; Allah kelimesi Cehennemle birlikte bir çok kötülükleri çağrıştırır ve her anıldığında kişiye stres yükler. İnsanların ekseriyetinin dinden, Kur'an'dan, Allah'tan bahsedildiğinde sıkılmaları ve huzursuz olmalarının ardında, nefsinin ve Şeytan'ın telkinleri yanında bu tarz oluşmuş Tanrı figürünün şuur altına yer etmiş olmasının da önemli bir etkisi olsa gerek. Kişi, şuur dışı, sebebini izah edemediği bir sıkıntı ve korku hissinin rahatsız edici etkisiyle konu değiştirmek ister. Sevgi dolu olsa böyle mi olurdu!
"Cehennem, kurtuluşu kaçışı olmayan, ana babanın elinin eremeyeceği kadar uzakta ve bir çocuğun hayal edebileceği korkuların en büyüğünü yaratabilecek niteliktedir."
Bu tarz telkinler, kişinin zihninde ölümü de asla kabullenemeyecek bir konuma sokar
Bu şekilde kokutulan çocuklar için ölüm, bırakılmışlığın ve yalnızlığın sembolüdür.
Tehdit edici tekinler, çocuğun ruhsal yapısı üzerinde ürkütücü, korkutucu ve nefret duyguları uyandırıcı bir sonucu ortaya çıkarır. Çocuk, en müsait çağında olumlu bir tanrı fikri ile tanışması gerekirken, tam tersi bir şekilde yıkan, yakan, azap eden, ürkütücü, soğutucu ve olumsuz bir tanrı imajı ile karşı karşıyadır.
Halbuki Tanrı, öncelikle 'çok seven ve sevilen' (Vedud) olduğuna göre ve telkinlerin de bu yönde yapılması gerekirdi. Çünkü, O, sevmeseydi yaratmazdı; kimse tanrıyı istemediğini yapmaya mecbur edemeyeceğine göre..! Daha baştan yaratıp vücut vermekle ve bahşettiği nice nimetlerle, lütufkar olduğu anlatılması gereken Yüce Tanrı yerine; sevimsiz, ürküten, korkutan, kaçınılması gereken, kötülük yapmak ve cezalandırmak için fırsat kollayan bir korkunç Tanrı telkini, kişide; yanlış otorite benimsemesine yol açılır ki, bu da; kişinin hayatı boyunca taşımakta zorluk çekeceği psikolojik bir yüktür. Ve pek çok olumsuzluklara temel teşkil edecek niteliktedir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Böyle bir otorite benimsemesine maruz kalmış çocuk ileride, birbirinden farklı normal dışı birçok davranışları sergilemeye namzettir.
Zihni, otoriteye karşı ürkütücü telkinlerle dolu kişilerin bir kısmı, bütün otoriteler karşısında çekingen, pasif ve ürkek bir davranış sergiler. Toplumda, genel bir tavır halinde gözlenen ürkekliğin ve 'sorgulamadan itaat etme' kültürünün temelini teşkil eden sebeplerden biri ve belki başta geleni bu psikolojik özellikler olsa gerektir.
Yanlış otorite benimsemesi bu kimselerin bazılarında hak ve adaletten uzak bir yaltaklanma ile otoritenin hışmından ve zararlarından korunma yolunu tercih etmeye sebep olur.
Yetenekçe müsait olanlar ise, bu şuur altı birikim ile, bütün otoritelere karşı negatif bir tutum içine girer. Mesela böyle bir genç, anne-babasından öğretmenine, amirinden tanrısına kadar, otoriteyi temsil ve ifade eden her makama karşı dik kafalı, isyankar bir tavır sergilemeye meyillidir. Bunlardan bir kısmı okul otoritesine karşı çetelere girerken, bazıları da toplumun geleneksel kültür örgüsüne ve toplumsal otoritelere karşı antısosyal (topluma karşı zıt) gruplara katılarak isyankar duygularını tatmin etmenin yolunu bulurlar. Bu tavrın en üst ifadesi de terörist örgütlere katılarak topluma ve yasal düzenlere karşı savaşmaktır.
Geliştirilebilecek bir başka davranış ise korkutucu tanrı figürünün meydana getirdiği anksiyete karşısında negasyon (inkar) mekanizmasını kullanmak. Tanrıyı yok farz ederek, cezalandırılma korkusunun meydana getireceği sıkıntı ve nahoş duygulardan kurtulma yolunu seçmek, ateist olmaktır. Korkuya dayalı sevgisiz otorite benimsemesi sonucu gelişebilecek bir diğer tavır da, sıkıcı tanrı imajı karşısında bir başka objeye sığınma şeklinde görülür. Sığınılacak yer sevgi ve dostluk objesi olmalıdır. Bu, kişiye sevgi gösteren her hangi bir şahıs, bir sevgili hatta bir genel kadın olabileceği gibi; cinselliğin, sıra dışı gençlik akımlarının, uyuşturucu kullanmının ya da 'uç' inançların öne çıkarıldığı bir cemaat, tarikat, örgüt ve toplum dışı sapık bir grup da olabilir. Kişiliği tamamen pasifıze eden bu sığınma olgusu, şahsın sığındığı yeri ya da objeyi hayatı pahasına müdafaa ettirir. Onsuz hayatın asla düşünülemeyeceği bir haleti ruhiye oluşturur. Bu ise nihai tahlilde 'sığınılan'ı ilah edinmekten başka bir şey değildir.
Eğer kişinin kafasında asla inkar edemeyeceği ve savaşamayacağı ölçüde güçlü bir tanrı fikri oluşmuşsa, o zaman buna karşı geliştirilebilecek bir olumsuz tavır da, cezalandırıcı, korkunç ama çok güçlü ve reddi mümkün olmayan tanrıya karşı kendisine yardım edecek; kendisini, bu tanrının elinden kurtaracak bir yardımcı, aracı olacak ilahını arar. Bu yardımcı tanrı, bazen bir put, bazen bir sahte şeyh hatta peygamber olabilir. Putuna, liderine, şeyhine ya da peygamberine bir kurtarıcı olarak sarılan kişi, böylece kafasında kendini sürekli rahatsız eden korkunç tanrının hıncından ve gazabından, onlar tarafından kurtarılacağına inanarak rahatlar.
Sağlıklı bir sevgi üzerine kurulmuş otorite benimsemesi olmadığı için, peygamberler dahil tüm şefaat edicilerin yardımlarının ancak sevgi dolu Tanrı'nın sonsuz rahmetiyle ve çok merhametli Tanrı’nın izni ile olabileceğini akla bile getirilemez.
Tanrı'nın cezalandırmasından kurtaracak; o hınç dolu tanrı ile aralarını düzeltecek, barıştıracak bir vasıta, aracı ve yardımcı bulduğuna inanan kimseyi koruyucu, yardımcı tanrılarından soğutmak ya da koparmak öyle kolayca mümkün olmaz. Çünkü onlardan ayrılmak, 'korkunç tann'nın gazabı ile doğrudan karşılaşmak demektir ki, bunu hayal etmek bile zordur. Ancak büyük ölçüde şok etkisi yapacak olayların meydana getireceği değişimler büyüyü bozup, kopmaları sağlayabilir. Ama kişi yine de sevgi ve merhamet dolu olumlu bir Tanrı anlayışına varamaz ise başka sığınacak tanrılar arar. Bu yeni tanrı bir başka kurtarıcı lider, sahte şeyh ve bir sevgili olabileceği gibi içki ve her nevi uyuşturucu madde de olabilir.
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Zihinsel Putlar

Hayatın "Olmazsa Olmazları"

İnsanoğlu, çocukluktan beri sevgi ve korku üzerine yapılan telkinlerle pek çok "olmazsa olmaz" putlarının cenderesi altına girer.
Kendi varlığını birinin ya da bir şeyin var oluşuna bağlamak; onsuz hayatı anlamsız ve çekilmez olarak görmek.. Yokluğuna tahammül edememek. Onu, o şeyi kendisi için hayatın şartı, 'olmazsa olmazı' olarak görmek ilah edinmenin bir başka boyutu.
Birçok kimse için; iş, eş, para, mal, mevki, meslek, meşrep, şeyh, başkan, lider, grup, doktrin, ideolojik tercih vs. yaşamın "olmazsa olmazlarını" oluşturur. Bu ve benzeri şeyler, kişi için; iyilik, mutluluk ve kurtuluş şartı ve hayatın vazgeçilmezleri olarak görülüyorsa sanıldığından da önemli bir psikolojik problemle karşı karşıyayız demektir.
Fert için bağlılık hissedilen kadın, sevgili, eş; sahip olunan iş, makam, mevki, rütbe, mal, servet., kaybedildiğinde yokluğu hayatın sona ermesiyle, ölümle eş görülüyorsa.. Ve belki dayanamayıp intihar bile göze almıyorsa..! Mesleğini, meşrebini, grubunu, cemaatini, partisini., bir şarkıcıyı, sanatçıyı; şeyhini, başkanını, liderini vazgeçilmez, kurtarıcı ve iyiliklerin kendi başına kaynağı olarak görüyor ve onu, herkesin muhtaç olduğu, her şeyin üstünde kimse ve nesne olarak düşünüyor, görüyor ve onsuz iyiliklerin asla söz konusu olmayacağını zihnine yerleştiriyorsa, burada bir ilahlaştırma söz konusudur.
Doktrin ve ideolojileri ve bu ideolojileri temsil eden kişileri, kendisi için tartışılmaz, erişilmez, eleştirilmez, değişmez ve vazgeçilemez olarak algılamakta da yine ilah edinme anlamında bir problemli bağlılık vardır. Asla vazgeçilmez olan, hayatın onsuz devamının göze alınamayacağı; hayatta kalmanın ve iyiliklerin ancak onlarla kaim olacağı düşüncesi, her şahıs için, kendine has zihinsel putlar olur. Bunlar, hayatı yönlendiren ve kişinin düşünce ve duygu dünyasına nüfuz etmeyi zorlaştıran önemli faktörlerdir. Tek İlah'a ulaşmada aşılması en zor olan engeller de bunlar olsa gerektir.
Bir kadına bir ömür boyu köle olup sömürülenler, beyaz atlı prensin hayali ile yanıp kavrularak ömür tüketenler!..
Hayatını bir kurtarıcıya vakfeden, onun için canlı bomba olmayı bile göze alan, bir lider için gözünü kırpmadan ateşe atılanlar., bir laik doktrin uğruna kendini yiyip bitirenler.!
Ömrünü işine, şirketine adayan ve günün birinde işler ters gitti diye hayatına son verenler!. Her şeyi yaratan ve her şeye kaadir olan Kudreti, bir vakit bile aklına getirmeyip, ruhlarını putlaştırdıklarına köle edenler!
Başkanlığını, liderliğini, mevkiini hayatı pahasına elde tutmaya çalışanlar.. Koltuğunu elinden alacaklar diye paranoid hezeyanlara kapılarak, herkesi kendisine düşman olmakla, hainlikle ve bölücülükle suçlayanlar.!
Engellemeler ve kayıplar karşısında büyük sıkıntılara giren; anksiyeteden, depresyona ve intiharlara sürüklenen, makam ve rütbesini kaybetmeye bir de karısını kaybetme eklenince kafasına kurşun sıkanlar.. "Onsuz"luğu asla düşünemeyen ya da yok olmakla eş sayan "olmazsa olmazlarının köleleri.. Şirk psikolojisinin girdabında şuursuzca bocalamanın zavallılığını iliklerine kadar yaşayanlar.!
Tek "vazgeçilmez" olanın, bir Allah olduğu şuuruna varamayışın, kurtuluşu ve mutluluğu Allah'tan başkasında arayıp, kurtarıcılara köle oluşun cezası., ruhların esaretinin ifadesi..
Kurtarıcısından kurtarılmaya muhtaç hale düşmenin zavallılığı.! İlahlar edinmenin en trajik yönü de bu olsa gerek!
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
"Sevgi" Duygusu Ve "Şirk"

Ruhları şirke yönlendiren başat duygulardan biri de sevgi.. Layık olana, layık olduğu kadarı ile yönlendirilmesi gereken, aksi halde insanı birine köle yapan duygu.
Herhangi birine ya da bir şeylere karşı aşırı sevgi beslemenin kişiyi ilah edinmeye götürebileceği konusunda İslam bilginlerinin hemfikir olduğu görülüyor.
"Herhangi bir şeyi, Allah'ı sever gibi sevip onların arzularına, emirlerine ve yasaklarına itaat etmek, onları Allah'a denkler tutmak demektir. Açıkça söylemeseler bile birtakımlarını, Allah'ı sever gibi sevenler, velinimet tanıyanlar, onların sevgi, emir ve isteklerini hareket prensibi edinirler. Allah'ın rızasını düşünmeden, onların rızasını elde etmeye çalışanlar onları kendilerine ilah seçmişlerdir.
Servet, kudret, mevki, güzellik., insanların ümitlerine sebep olan dilberler, kahramanlar, hükümdarlar gibi uğurlarında her şeyi göze aldıran nice kimseler, nice nesneler vardır. Yunan, Roma, Avrupa medeniyet ve edebiyatında, böyle muhabbet tanrılarının haddi hesabı yoktur. Zamana göre, bu hissin çeşitli şekilleri ortaya çıkar..
Allah'ın melekleri, nebi ve velileri gibi değerli kullarını severken de, bir sınırda durmasını bilmelidir. Zira Allah için sevmekle, Allah'ı sever gibi sevmek farklıdır.. Hıristiyanların Hz. İsa (as.) hakkında yaptığı gibi olmamalıdır.
Mü'minlerin ise Allah'a muhabbeti, her şeyden ziyade, o müşriklerin taptıklarına benzer sevgilerinden daha şiddetli ve kuvvetlidir. Mü'min her zaman Allah'a yönelir. Müşrik bir puta tapar, hevesine göre durmadan tanrı değiştirir; çok darda kalınca Allah'ı hatırlar."
"Şüphesiz ki, müminler Allah'ı sevdikleri kadar hiç bir şeyi sevmezler. Ne kendilerini, ne de başkalarını., ne şahısları, ne değerleri, ne alametleri, ne de insanları peşine takan şu yeryüzü kıymetlerinden herhangi birisini.!
Allah sevgisi en büyük sevgidir. Her türlü kayıt ve ölçünün üstünde, mutlak bir sevgi. Başkalarına karşı beslenen bütün sevgilerin fevkinde Allah sevgisi!
O'na kalpten bağlanmak..bu bağ ruhta meydana gelen cezbeyle, dostluk ve yakınlık bağıdır."
Kişi bu ilahi sevgiyle başka tanrıları reddedip Rabb'ine bağlanır ve onun rızasına uygun hareket ederse, Rabb'i de onu sevdiği kimselere sevdirir.
"Hakikat şu ki, iman eden ve ameli salih işleyenlere, Rahman bir sevgi verecek, onları gönüllere sevdirecektir." Allah, sevdiği kulu için sevgi yaratacak; gönüller onun için sevgi ile dolacak.. Bu, insan için ne büyük bir mutluluk!
Allah'tan başkasını ilah edinircesine sevenlerin ise ruhlarını büyük bir pişmanlığın beklediği Kur'an'da şöyle haber veriliyor:
"İnsanlardan kimi de, Allah'tan başka şeyleri O'na eş tutuyorlar da, onları, Allah'ı sever gibi seviyorlar. Oysa iman edenlerin Allah sevgisi daha kuvvetlidir. O zulmedenler, azabı görecekleri zaman bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli olduğunu anlasalardı!"
"O zaman kendilerine uyulan kimseler, azabı görerek kendilerine uyanlardan kaçıp uzaklaşmışlar ve aralarındaki bütün bağlar parça parça kopmuştur."
"Onlara uyanlar da şöyle demektedirler; Ah, bizim için dünyaya bir dönüş olsaydı da, onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!' İşte böylece Allah onlara bütün amellerini, üzerlerine yığılmış hasretler halinde gösterecektir. Onlar bu ateşten çıkacak değillerdir."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Elmalılı Hamdi Yazır,
bu ayetleri sevgi ve ilah edinme bağlamında şöyle açıklıyor:


"Allah'ın birliği ve kudreti bu kadar açık ve parlakken buna karşı insanlardan bazıları vardır ki, Allah'a karşı denkler, benzerler tutarlar, onları, Allah'ı sever gibi severler. Onların emirlerine, yasaklarına, arzularına itaat ederler de böylece Allah'a isyan içinde sayılırlar.
Şüphe yok ki, böyle yapmak, gerek Allah'ı inkar ederek olsun ve gerekse olmasın, ilahlık manasında, onları Allah'a ortak yapmaktır. Bunların bir kısmı, bunlara açıktan açığa ilah, mabud adını vermekten çekinmezler. Onlara "Rabb'imiz, tanrımız" derler. Hatta ilahlarının doğması ve doğurması görüşünü benimseyerek onlara aynı cinsten, mabut derecesinde oğullar, kızlar tasavvur edip yakıştırırlar. Diğer bir kısmı da açığa vurmadan aynı şeyi yaparlar. Onları, Allah'ı sever gibi severler, onları nimet sahibi olarak tanırlar. Onların sevgisini, hareketlerinin başı kabul ederler. Allah'a yapılacak şeyleri onlara yaparlar. Allah rızasını düşünmeden onların rızalarını elde etmeye çalışırlar. Allah'a isyan olan şeylerde bile onlara itaat ederler.
Ayetler bize gösteriyor ki, ilah edinme için, "son derece sevgi" bir esastır. Ve mabud, "en yüksek seviyede sevilen" şeydir. Böyle son derece sevilen şeyler; ne olursa olsun, mabud edinilmiş olur. Sevginin hükmü ise itaattir. Bunun için mabuda "son derece itaat" edilir.. İnsanlar tarafından bu derece sevgiyle mabud mertebesi verilerek Allah'a denk tutulan şeyler o kadar çeşitlidir ki; bir taştan, bir maden parçasından, bir ağaçtan tutun da gök cisimlerine, ruhlara, meleklere kadar.
Bunun içindir ki, tefsirciler; denk, benzer manasına gelen 'endad'ı, Allah'a isyanda itaat ettikleri liderleri, başkanları ve büyükleri diye açıklamışlardır.
Gerçekten; servet, büyüklük, kuvvet, makam, itibar, güzellik ve kahramanlar gibi şeyleri Allah'ı sever gibi seven ve onlar uğrunda her şeyi göze alan nice kimseler vardır.. Her birinin gönlünde zaman zaman bir veya birkaç mahluk yer tutmuştur.. Onlara mabud muamelesi yaparlar. Onlara itaat etmek için Allah'a isyan ederler; buna velileri ve peygamberleri mabud derecesine çıkaranlar da dahildir.
Bunun için Allah'ın velileri, peygamberleri ve melekleri gibi sevgili kullarını severken ayet-i kerimenin kapsamını iyi düşünmeli; sevgilerini, Allah sevgisi derecesine vardırmaktan kaçınmalıdır.. Allah'ı sevenler, Allah yolunda giden sevgili kullarını da severler. Allah için sevenler, bu sevgi ile Allah yolunda onlara, öncelikle de peygambere uyarlar.
"Ey Muhammedi de ki: Eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana tabi olunuz ki, Allah da sizi sevsin."
Bir müslüman; "Ben şahadet ederim ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Yine şahadet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve peygamberidir," derken Allah'tan başka bütün mabudların hepsini reddedip, temiz bir kalp ile Hz.Muhammed'in, Allah'a kulluk ve peygamberlikle bağlılığını tasdik eder ve Allah için bu gerçeğe şahitliğini arz eder. Bu şahadette Allah’tan sonra Peygambere bir sevgi ilanı vardır. İman bu sevgi ile tamam olur. Allah sevgisi., yanında Hz.Muhammed sevgisi, Allah'a kulluğu ve peygamberliği cihetiyledir."
Tavsiye edilen, ruhlara huzur veren, yaratılıştaki gayeye uygun olan ve kurtuluşa götüren sevgi işte bu sevgidir.
"Buna karşılık velileri veya ruhlarını ya da melekleri onlara ilahlık payı verircesine sevmek, onları severken Allah'ı ve Allah'ın emirlerini unutmak, onlar adına kurbanlar kesmek, ayinler yapmak, onların isimlerini işlerin başı kabul etmek, şüphe yok ki, bir şirk ve küfürdür.
Üzülmekle beraber Müslümanlık adına da böyle batıl bir sevgi akidesine tutulan ve bununla dindarlık yapıyoruz zanneden, birtakım gafil kimseler de ortaya çıkmıştır. Bunlar genellikle din ilminin iyi tahsil edilmediği ve dini bilgilerin esası bilinmeden ağızdan ağza bir efsane gibi dolaştırıldığı cahillik devirlerinde ve cahil bölgelerde ortaya çıkagelmiştir. Çünkü, kulluk duygusu insanlarda yaratılıştan geldiği için, gerçek ve gelişmiş din ilmi kaybolunca insanlar, ilk cahiliye devrindeki efsanelerle gönlüne doğan acayip hevesler içinde ibadete kalkışır, hurafelerle boğulur, giderler. Ölü veya diri, cansız veya canlı putlara bağlanırlar."
Kafir ve müşrikler, bu şekilde sevgi besledikleri mabudlarını sürekli değiştirirler. Onların mü'minler gibi devamlı bir sevgileri olamaz. Mü'minler Allah'a inandıkları için bütün sevgileri bizzat Allah'ta toplanmıştır. Allah'ın yarattıklarına olan sevgileri de bu başlangıç noktasından neş'et eder.. Sevdiklerini de ancak Allah için, Allah rızası için severler."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
şirkten kurtuluşun önemli bir basamağı

Bu, şirkten kurtuluşun önemli bir basamağıdır. Bunun dışında kalanlar, sevgileriyle kendilerine zulmederler.
"Allah'a eşler koşmak sureti ile haksızlık yapmış olanlar, yani Allah'a karşı başkalarını eş ve ortak tutup; onları Allah'ı sever gibi severek ve Allah'a karşılık bizzat kendilerine uyulacak varlıklar edinerek, emirlerine itaat etmek böylelikle Allah Teala'nın hakkı olan ilahlık sıfatına ve mabutluğuna başkalarını ortak etmek büyük zulümdür.
Ayette, "Şüphe yok ki şirk, büyük bir zulümdür", buyuruluyor.
Onlar, göklerin ve yerin yaratıcısı, kainat saltanatının mutlak hakimi olan Allah Teala'nın hakkına tecavüz etmek cüretinde bulunmuş olurlar.."
İnsan; kendine hoş görünen şeyleri sevmeye meyillidir. "Mevzu ile ilgili ayet-i kerimelerden birinde; kadınlar, oğullar, tatminkar servetler, verimli topraklar, atlar, develer gibi yeryüzünün, insan nefsini lezzetleriyle memnun edecek şeyler zikrediliyor. Bunlar, ister bizatihi, ister sahiplerine bilvasıta kazandırdıkları lezzetler itibariyle yeryüzündeki arzuların aslını teşkil etmektedir. Bunun karşısında ise öteki alemin lezzetleri ortaya konuyor. Altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve bütün bunların üstünde Allah'ın rızası.!
Şu ayetler ise, dünya lezzetlerinin ötesini görebilen ve kalbini Allah'a bağlayan kimseler içindir:
"Kadınlara, oğullara, kantar kantar altın ve gümüşe, nişanlı atlara, develer ve ekinlere muhterisane sevgi, insanlar için süslenip hoş göründü. Bunlar dünya hayatının metaıdır. Oysa gidilecek yerin güzel olanı Allah katındadır."
"De ki, 'Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi?' Takvaya erenler için altından ırmaklar akan cennetler vardır. Orada devamlı kalacaklardır. Tertemiz eşler ve Allah'ın rızası vardır. Ve Allah, kullarını hakkıyla görücüdür."
Eğer insanlar sevgi ve lütfün yaratıcısı ve kaynağı olan Allah'tan başka ilah ararlarsa onları bekleyen, geçici ve boş, anlamsız, sonu karanlık sevgilerdir.
Ayette, bu sevgilerin tümüne sembol olacak bir sevgiden bahsediliyor. Bu ilginç ifade şöyle; "Ve kalplerine buzağı (sevgisi) yerleştirilmişti". Tasvir gayet manidardır. Ayetteki "içirildi" kelimesi önemli..Buzağı sevgisi.! Bu sevgi kalplerine içirilip dolduruldu. İşte bu, "içirildi" ifadesi ile şiddetli tekdirin ve gülünç bir hareketin müşahhas halde belirdiği görülüyor."
Allah'ı unutup da sevgisini yalnız, yaratılmışlara, bir gün mutlaka elden kayıp gidecek şeylere hasreden, sevgi duygusunu Allah'ın sevmediklerine hasredenler, "buzağı sevgisi" gibi ruhlarını karartacak bir marazı satın almışlar demektir. Tek ilah olan Yaratıcıya rağmen ondan başkasını ilah gibi sevenin bu sevgisi, kişiyi sevdiği nesneye köle yapar; sevdiği şey her ne ise ona esir olur.
Duygu düşünce ve muhakemenin sınırlarını böyle bir sevginin tayin ediyor olması ise koyu bir esarettir.
Sevginin yalnızca karşı cinse hasredilmesi ve onun, her şeyin üstünde sevilmesi de konunun ayrı bir patolojik boyutudur. Kadın için erkek, erkek için de kadının hayatın vazgeçilmezi haline getirilerek tanrılaştırılması nefse zulmün bir başka çeşidi.
"En eski zamanlardan beri insanlar, kadınlığı, en çekici ve şehvet kamçılayıcı bir şekilde temsil eden kadınlara bayağı tapmışlardır ve bu putlaştırma ile onların ayaklarına kapanmışlar, emirleri ile savaşlar yapmışlar ya da aksine 'Lisistrata' temsilinde gördüğümüz gibi yerine göre ilgilileri savaşlardan vazgeçirmişler ve hatta Kanuni Sultan Süleyman gibi büyük hükümdarlara en sevgili oğullarını öldürtmüşlerdir.
Cleopatra, Mesalina, Belkıs, Semiramis, L.Borjia, Theodora, Pompadur, Dubarı, Katerina, E.Peron., gibi tipler bir bakıma J. Paul Sartre'in 'İtibarlı Fahişe’ adlı eserinde yer alacak kadar beylik kadınlar olduğu halde, zamanlarında krallara, kumandanlara, devlet adamlarına hükmedecek ve hatta bazılarını felaketlere sürükleyecek kadar 'Dişi şeytan’ rollerini oynamışlardır. Bunlara ait büyük ediplerin kalemlerinden çıkmış olan ünlü kitaplar ve romanlar mevcuttur. Zamana göre gece klüpleri, çalgılı gazinolar veya bazı sinema yıldızları M. Ditriech, J.Harlıw, R.Hayworth, M.Monroe, E.Taylor, B.Bardot, Ursula Andreus, Faquelwelsh... gibi artistler çeşitli sürelerde büyük bir başarı ile bütün erkekler için cinsel arzu objeleri olmuşlar ve "Seks bombaları" ismi altında putlaştırılmışlardır."
 

tahsin33

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 May 2008
Mesajlar
2,697
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
70
Dua, Umut Ve Şirk

İlah kavramının bir anlamı da sığınılacak yer, umut bağlanacak makam. İnsanların bu makama yönelişleri ise duadır. Dua; aciz olduğunu itiraf edenin, büyüklüğünü kabul ve tasdik ettiği makamdan dilekte bulunması.
Kur'an'da dua üzerine öğretilenler, sığınılacak ve umut bağlanacak makamın tek olduğu, dua ve umut edilecek başka merci aramamak gerektiğini gösteriyor.
Ayetteki; "Rabb'inize dua edin, yalvararak ve gizli olarak", ifadesinden çıkarılan sonuç:
"O yücelik ve ululuk karşısında O'na müracaat etmeye, ihtiyaçlarınızı sunarak, talep ve niyaza emredilmiş bulunduğunuzu biliniz..Çünkü, "küçüğün büyükten, aczin güçlüden, ihtiyaç ve arzusunu ciddi olarak istemesi demek olan duada, kişinin söz ve hal olarak yalvarmak, ihlas ve ciddilik durumu şarttır. Bir de, istenilen şey, isteyen ve kendisinden istenilen makamın hal ve şanına layık ve uygun olması; aralarındaki nispeti bozucu olmaması da gerekli şartlar arasında sayılmıştır.
Bunun için duada yalvarma halinde bulunmamak pervasızlığa, fazla söz söyleme ve uzatma da haddi aşmaya hamledilir.
Resulüllah'ın duaları kısa, öz ve yalnızca Allah'a yöneliktir.
"Allah'ım senden cenneti ve ona yaklaştıran sözü ve işi dilerim; ateşten ve ona yaklaştıran söz ve işten de sana sığınırım, demesi kişiye yeterlidir", buyurmuş ve arkasından 'Şüphesiz O, haddi aşanları sevmez' ayetini okumuştur." Allah dua (dilek, istek, umut, yakarış, yalvarma) makamı olmaya tek layık olandır. O'ndan daha güçlü ve kudret sahibi başka bir makam olmadığı gibi, İnsana, hatta tüm yarattıklarına, O'ndan daha yakın olan da yoktur. Ayette ifade edilen bu yakınlık iyi anlaşıldığı taktirde, başka dua edilecek ve sığınılacak bir ilah aramaya ihtiyaç kalmayacaktır.
İnsanın, Yaratıcı kudreti, kendinden çok uzak sanarak, sesini işitecek, kendisine yardım elini uzatacak zannıyla başkalarına yönelişe bir cevap olarak şu ayet üzerinde dikkatle düşünmelidir.
"Ve kullarım sana beni sorunca, şüphesiz ki ben çok yakınım. Bana dua edince, dua edenin davetine icabet ederim. O halde onlar da, benim davetime icabet etsinler. Bana ibadet etsinler. Ta ki doğru yola ulaşmış olalar."
Bu ayeti kerime, mümin gönüllere tatlılık, güzellik, şefkat ve ünsiyet, rıza ve itminan, bağlılık ve yakin nurları saçıyor."
"İmam Fahreddin Razi ise bu ayet üzerine şöyle diyor; 'Ben yakınım' ilahi sözünde akli bir sır vardır. Şöyle ki; 'mümkün' Allah'ın var etmesiyledir. Bu yüzden Allah Teala, her mümkünün mahiyetine o mahiyetin varlığından daha yakındır.. Mahiyetlerin var olması O'nun tesir ve yaratması ile olduğu gibi, her mahiyetin o mahiyet olması da Allah'ın yaratmasıyladır. İşte bu bakımdan Allah Teala (her varlığa ve) mahiyete, kendinden (yani o varlık ve mahiyetten) daha yakındır.
Bu bakımdan Allah'ın, bu ayet gereğince yakın olduğunda şüphe olmadığı gibi, "Biz daha yakınız" ayeti gereğince de, O'nun bize bizden daha yakın olduğunda, aklen ve naklen tereddüt edilmemesi gerekir. Biz kendimizin ve başkalarının arzu ve temennilerini duyup bilebiliyor ve onlara cevap da verebiliyorsak, bize bizden daha yakın olan Allah Teala'nın, dualarımızı ve yakınmalarımızı daha önce işittiğine iman etmek kaçınılmaz olur."
Ancak, insanın iyiliklere hak kazanması için aşması gereken kendi egoizmidir ve bunun da şartları vardır.
Resullullah (sav) şöyle buyuruyor:
"Nefsim yed-i kudretinde olan Allah'a yemin ederim ki, siz, ya ma'rufu emreder münkeri nehy edersiniz, yahut da Allah üzerinize azabını gönderir. Sonra O'na dua edersiniz de duanızı kabul etmez."
Kur'an-ı Kerim, insan ruhunu tahlil ederken şu tespitlerde bulunur:
"İnsanlara bir zarar dokunduğu zaman Rablerine gönül vererek yalvarır, dua ederler. Sonra onlara kendi tarafından bir rahmet tattırdığı vakit de bakarsın onlardan bir kısmı Rablerine ortak koşarlar." "Eğer Allah, rızkı kullarına bol bol veriverseydi, onlar yeryüzünde mutlaka azarlardı". "Fakat insana bir sıkıntı dokunuverince bize yalvarır. Kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz zaman da; 'O bana bilgimden dolayı verildi' der. "Bu bir imtihandır, fakat pek çokları bilmez." "Ama insan, her ne zaman Rabb'i onu imtihan edip de ona ikram eyler ve ona nimet verirse, o vakit, 'Rabb'im bana ikram etti' der. Ama her ne zaman da imtihan edip rızkını daraltırsa; o vakit de, 'Rabb'im bana ihanet etti' der. "Hakikat insan, tahammülsüz ve huysuz yaratılmıştır. Kendisine şer dokunduğu zaman cimrilik eder.. Ceza gününü doğrulayanlar, Allah'ın azabından korkanlar bu insanlara benzemezler."
(Meariç: 70/20-27")
Anlaşılan odur ki, yakarış ancak ilah olan makama yapılır. Başka dua makamı da aramamak gerekir; aksi halde kime sığınılır, dua edilir ve ondan beklenti içine girilirse, o makam, kişi ya da nesne her ne ise, o ilah edinilmiş olur.
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt