(Kavl-üs-sebt fî redd-i alâ deâvil-protestanet) kitâbında diyor ki: Allâme Rahmetullah efendi[1], (İzhâr-ül-hak) kitâbında buyuruyor ki: İslâmiyyet başlamadan evvel, hiçbir yerde, hakîkî Tevrât ve hakîkî İncîl yok idi. Şimdi mevcûd olanlar, doğru ile yalan karışık haberlerden meydâna getirilmiş târîh kitâblarıdır. Kur’ân-ı kerîmde bildirilen, Tevrât ve İncîl, şimdi mevcûd olan Tevrât ve İncîl ismlerindeki kitâblar değildir. Bunlardaki bilgilerden, Kur’ân-ı kerîmin tasdîk etdikleri doğrudur. Red etdikleri doğru değildir. Kur’ân-ı kerîmde bildirilmiyenleri hakkında, doğru ve yanlış demeyiz. Dört İncîlin, Allah kelâmı olduğunu bildiren, bir sened mevcûd değildir. Hindistânda konuşduğu İngiliz papazı da, bunu kabûl etmiş ve mîlâdî 313 senesine kadar, dünyâda meydâna gelen, büyük karışıklıklarda, bu senedler gayb oldu demişdir. Horn, İncîl tefsîrinin ikinci cildinde ve târîhci Mocheim[2], 1332 [m. 1913] baskılı târîhinin birinci cildi, 65. ci sahîfesinde ve Lardis, İncîl tefsîrinin beşinci cildi, 124. cü sahîfesinde, İncîllerde ilâveler, değişiklikler yapıldığı yazılıdır. Cîrum[3] diyor ki, (İncîli [Kitâb-ı mukaddesi] terceme edeceğim zemân, birbirlerine benzemediklerini gördüm). Adam Clarke[4], tefsîrinin birinci cildinde diyor ki, (İncîlin latinceye tercemeleri yapılırken, çok değişikliklere uğradı. Birbirine uymıyan ilâveler yapıldı). Katolik Ward[1], 1841 baskılı kitâbının onsekizinci sahîfesinde diyor ki, (Şarkdaki mülhidler, İncîlin çok yerini değişdirdiler. Protestan papazları, kral birinci Jamese verdikleri raporda, düâ kitâbımızdaki Zebûrlar, ibrânî olanlara benzemiyor. İlâve, çıkarma ve tebdîl olarak, ikiyüze yakın değişiklik vardır). Protestan papazları, bunu dahâ da değişdirdiler. Rahmetullah efendinin kelâmı burada temâm oldu. (İzhâr-ül-hak) kitâbında, böyle nice misâller bildirilmekdedir. İzzeddîn Muhammedînin (El-fâsılu-beynel-hak vel-bâtıl) ve Abdüllâh-i Tercümânın (Tuhfe-tül-erîb) kitâblarında da, İncîllerdeki değişikliklerin misâlleri yazılıdır.
Bütün papazlar biliyor ki, Îsâ aleyhisselâm, birşey yazmadı ve yazılı birşey bırakmadı, bir kimseye de yazdırmadı. Dînini yazılı olarak bildirmedi. Semâya çıkarıldıkdan sonra, Îsevîler arasında ayrılıklar başladı. Birleşerek din bilgilerini tesbît etmediler. Sonradan, elliden fazla İncîl yazıldı. Bunlar arasından dördü seçildi. Îsâ aleyhisselâmdan sekiz veyâ oniki sene sonra, Filistinde süryânî lisânında (Matta) İncîli yazıldı. Bu İncîlin bu nüshası yokdur. Yunânî tercemesi denilen nüshası mevcûddur. (Markos) İncîli, otuz sene sonra, Romada yazıldı. (Luka) İncîli, yirmisekiz sene sonra, İskenderiyyede, yunânî olarak yazıldı. (Yuhannâ) İncîli, otuzsekiz veyâ altmışbeş sene sonra, Efsûs şehrinde yazıldı. Hepsinde, rivâyetler ve hikâyeler ve Îsâ aleyhisselâmdan sonra hâsıl olan ba’zı şeyler yazılıdır. Luka ve Markos, Havârîlerden değildiler. Başkalarından işitdiklerini yazdılar. Bunları yazanlar, kitâblarına İncîl demedi. Târîh kitâbı dediler. Sonra terceme edenler, İncîl dediler.
İşbu (Kavl-üs-sebt) kitâbı, bir protestan papazının, arabî olarak Mısrda yazıp basdırdığı (Ekavîl-ül-Kur’âniyye) kitâbına cevâb olarak, seyyid Abdülkâdir İskenderânî tarafından 1341 [m. 1923] senesinde yazılmış, 1990 senesinde (Hakîkat Kitâbevi) tarafından, arabî (Es-sırât-ül-müstekîm) ve (Hulâsat-ül-kelâm) kitâbları ile birlikde basdırılmışdır.
Türkçe (Îzâh-ul-merâm) kitâbında diyor ki:
Asl İncîl, ibrânî lisânında idi ve yehûdîler, Îsâ aleyhisselâmı i’dâm etmek için, yakaladıklarında, onu imhâ etdiler. Îsâ aleyhisselâmın da’vet zemânı olan üç senede, bir sûreti yazılmamışdı. Hıristiyanlar, asl İncîli inkâr ediyorlar. Bunların İncîl dedikleri dört kitâbda, hiçbir ibâdet mevcûd değildir. Yalnız Îsâ aleyhisselâmın yehûdîlerle olan münâkaşaları yazılıdır. Hâlbuki, din kitâbı, ibâdetleri bildiren kitâb demekdir. Tevrâta göre ibâdet ediyoruz derlerse, yevm-i septe [Cumartesi gününe] ehemmiyyet vermek, sünnet olmak, her sabâh ve akşam ayakda düâ etmek, ma’lûm günlerde oruc tutmak, kadını boşamak haklarına mâlik olmak ve hınzır eti yimemek gibi, Tevrâtın mühim emrlerini niçin yapmıyorlar? Bunların terk edilmesi için, İncîllerinde bir haber de yokdur. Hâlbuki, Kur’ân-ı kerîmde, her ibâdet, güzel ahlâk, hukûk, ticâret, zırâ’at ve fen bilgilerine teşvîk, uzun bildirilmişdir. Cismânî ve rûhânî her müşkilât hâl edilmişdir.
Şâirler, edîbler, kâfirler, bindörtyüz seneden beri, çok çalışdıkları hâlde, Kur’ân-ı kerîmin bir âyetinin benzerini söyleyemediler. Kelimeleri arabî olup, her yerde kullanıldığı hâlde, bir âyetinin benzerinin söylenememesi, onun mu’cize olduğunu göstermekdedir. Muhammed aleyhisselâmın diğer mu’cizeleri bitmiş, yalnız ismleri kalmış, Kur’ân-ı kerîm ise, her zemân ve her yerde, güneş gibi parlamakdadır. Her derde ilâc ve dermân olmakdadır. Allahü teâlâ, bütün kullarını mes’ûd etmek için, onu Habîb-i ekremine ikrâm ve inzâl buyurmuşdur. Sonsuz lutf ve merhameti ile, tahrîf ve tebdîlden hıfz ve himâye eylemişdir. Diğer kütüb-i semâviyye için, böyle bir va’dde bulunmamışdır. [Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmi, sevgili Peygamberi Muhammed aleyhisselâma, Cebrâîl ismindeki melek ile, parça parça, yirmiüç senede gönderdi. Birinci halîfe Ebû Bekr “radıyallahü teâlâ anh” da, Allahü teâlânın gönderdiği bu âyetleri, bir araya cem’ etdirip, yazdırdı. Böylece, (Mushaf) denilen büyük bir kitâb meydâna geldi. Otuzüçbin Sahâbî, bu Mushafın, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiğinin aynı olduğuna, sözbirliği ile karâr verdi. (Rıyâd-un-nâsıhîn) 375. ci sahîfesinde diyor ki, (Kur’ân-ı kerîmde 6236 âyet vardır). Ba’zı büyük âyetler, küçük âyetlere ayrılınca, âyet adedi çoğalmakdadır. Böylece, âyet adedi 6366 olan Mushaflar mevcûddur. Muhammed aleyhisselâm, Kur’ân-ı kerîmin hepsini Eshâbına îzâh etdi, açıkladı. İslâm âlimleri, Eshâb-ı kirâmdan işitdiklerini yazdılar. Binlerce tefsîr kitâbları meydâna geldi ve her memlekete yayıldı. Şimdi, dünyânın her yerindeki Kur’ân-ı kerîmler, birbirlerinin aynıdır. Aralarında, bir harf, bir nokta bile fark yokdur.]
Bütün Peygamberlerin dinleri, kendi zemânlarının ihtiyâclarına uygun olduğundan, birbirlerinden farklı idi. Fekat, hepsinde, îmân edilecek şeyler aynı idi. Hepsi, Allahü teâlânın bir olduğunu, öldükden sonra, tekrâr dirilmek olduğunu bildirdiler. Tesniyenin dördüncü faslının otuzdokuzuncu âyetinde (Yerlerin ve göklerin sâhibi birdir, başka yokdur), altıncı faslında, (Ey İsrâîl dinle! Allahımız, Rabbimiz birdir) ve (Sıfr-ül-mülûk-i sâlis)de, Süleymân aleyhisselâm Beyt-ül-mukaddesi (Kudüsdeki Mescid-i aksâyı) inşâ edince, (Ey İsrâîlin Allahı! Yerde ve göklerde, senin gibi Rab yokdur. Sen yerlere ve göklere sığmazsın. Nerde ki, bu yapdığım eve) dediği yazılıdır. (Sıfr-ül-mülûk-il-evvel)de (Samoil 1)in onbeşinci faslının 29.cu âyetinde, (Samoil) Peygamberin (İsrâîlin azîzi, ya’nî ilah ve ma’bûdu, yalan söylemez ve nedâmet etmez. Çünki O, insan değildir) dediği yazılıdır. (Eş’iyâ) Peygambere âid olduğu söylenen kitâbın kırkbeşinci bâbında, (Benim Rab! Benden gayrı Allah yokdur. Nûru ve zulmeti yaratan, hayrı, şerri halk eden Ben’im) demekdedir. Mattâ İncîlinin ondokuzuncu bâbında, (Bir kimse, ona dedi ki, ey iyi muallim! Ne iyilik yapayım ki, ebedî hayâta nâil olayım? Ona cevâb olarak, bana niçin iyi diyorsun? Birden gayrı iyi yokdur. O Allahdır. Ebedî hayâta kavuşmak istersen, Onun nasîhatlarını yap!) dediği yazılıdır. Markosun onikinci bâbında, (Kâtiblerden biri, birinci emr nedir) dedi. Îsâ aleyhisselâm, ona cevâb olarak, (Emrlerin birincisi, Rabbimiz birdir. Bütün kalbin ile, bütün tâkatın ile, Rabbini sev!) demekdedir. Muhammed aleyhisselâm da, böyle buyurdu.
Muhammed aleyhisselâmı tekzîb eden [inanmıyan] kimse, bütün Peygamberlere inanmamış olur. (Ekânîm-i selâse) denilen (Teslîs)e [üç Tanrıya] inanmak, bütün Peygamberleri tekzîb olmakdadır. Teslîs akîdesi, Îsâ aleyhisselâmın semâya urûcundan çok zemân sonra zuhûr etdi. Bundan önce, (Nasârâ) da, (Tevhîd) akîdesinde idiler ve Tevrât ahkâmını icrâ ediyorlardı. Putperestlerden çoğu ve Yunan feylesofları nasrânî olunca, eski i’tikâdlarından teslîsi de nasrânîliğe karışdırdılar. Nasârâ dînine, teslîs akîdesini ilk karışdıran, mîlâdın ikiyüz senesinde (Sebliyûş) isminde bir papaz olduğu ve bu sebeble, çok kan döküldüğü, fransızca (Kurret-ün-nüfûs) kitâbında ve arabî tercemesinde uzun yazılıdır. O zemân, birçok âlimler, tevhîdi müdâfea etdi ve Îsâ aleyhisselâmın bir insan ve Peygamber olduğunu bildirdiler. Üçyüz senelerinde, İskenderiyyede, Aryüs, tevhîdi i’lân ve teslîsin fâsid ve bâtıl olduğunu neşr etdi. 325 senesinde, büyük Kostantinin İznikde topladığı papazlar meclisinde, tevhîd red ve Aryüs tard [aforoz] edildi. Teslîsin üçüncü tanrısı dedikleri, (Rûh-ul-kuds)ün ne olduğunu kendileri de bilmiyorlar. Îsâ aleyhisselâm, annesi (Meryem-i azrâ)nın batnında, Rûh-ul-kudsden meydâna geldi diyorlar. İslâmiyyetde Rûh-ul-kudsün, Cebrâîl isminde melek olduğu bildirildi[1].
Şemseddîn Sâmî beğ 1316 [m. 1898] târîhli [Kâmûs-ül-a’lâm) kitâbında diyor ki: İslâm dîninin peygamberi, Muhammed aleyhisselâmdır. Babası Abdüllah, dedesi Abdülmuttalib bin Hâşim bin Abd-i Menâf bin Kusay bin Kilâbdır. Târîhcilere göre, mîlâdın 571. ci senesinde, Nisan ayının yirmisine rastlıyan, Rebî’ul-evvel ayının onikinci pazartesi gecesi, sabâha karşı, Mekke şehrinde dünyâya gelmişdir. Annesi, Vehebin kızı Âmine, Âminenin babası da, Abd-i Menâf bin Zühre bin Kilâbdır. Kilâb, Peygamberimizin babası olan Abdüllahın büyük dedesidir. Abdüllah, ticâret için Şâma gidip, avdetinde Medîne civârında (Dâr-ün-nâbiga)da vefât etdi. Yirmibeş yaşında idi. Oğlunu göremedi. Beş sene, süt annesi Halîmenin kabîlesinde kaldı. Bu Benî Sa’d kabîlesi, Arabistânın en fasîh, en güzel konuşan kabîlesi idi. Bunun için, Muhammed aleyhisselâm pek fasîh konuşurdu. Altı yaşında iken, Âmine, oğlunu Medînedeki dayılarına götürüp, orada vefât etdi. Dadısı, Ümm-i Eymen kendisini Mekkeye getirip, Abdülmuttalibe teslîm etdi. Sekiz yaşında iken Abdülmuttalib de vefât ederek, amcası Ebû Tâlibin evinde kaldı. Oniki yaşında iken, Ebû Tâlib ile, ticâret için Şâma gitdi. Onyedi yaşında iken, amcası Zübeyr Yemene götürdü. Yirmibeş yaşında iken, Hadîce “radıyallahü anhâ”nın kervânı ile, ticâret için, Şâma gitdi. Aklı, edebi, güzel ahlâkı ve çalışkanlığı ile meşhûr oldu. İki ay sonra, Hadîce ile izdivâc eyledi. Kırk yaşında iken, Cebrâîl isminde melek gelerek, peygamber olduğu bildirildi. En evvel Hadîce, sonra Ebû Bekr ve çocuk olan Alî ve Zeyd bin Hârise îmân etdi. Kırküç yaşında iken, herkesi dîne da’vet etmesi emr olundu. Müşrikler, ezâ, cefâ etdiler. Elliüç yaşında iken, Allahü teâlânın izni ile Medîne-i münevvereye hicret etdi. Mîlâdın 622. ci senesi Eylül ayının yirminci ve Rebî’ul-evvelin sekizinci pazartesi günü, Medînenin Kubâ köyüne geldi. Hazret-i Ömer halîfe iken, bu senenin Muharrem ayının birinci günü, (Hicrî kamerî) sene başı kabûl edildi. Temmûz ayının onaltıncı cum’a günü idi. Eylülün yirminci günü de, (Hicrî şemsî) sene başı oldu. 623. cü mîlâdî sene başı, hicrî şemsî ve kamerî senelerin birincisinde oldu. Kâfirlere karşı gazâ ve cihâd yapılması emr edilince, hicretin ikinci senesinde (Bedr gazâsı) oldu. 950 kâfirden elli kişi katl ve 44 ü esîr edildi. Üçüncü senede (Uhud gazâsı) oldu. Kâfirler üç bin, müslimânlar 700 kişi idi. 75 Sahâbî şehîd oldu. Bu senede, kadınların örtünmelerini emr eden âyetler nâzil oldu. Dördüncü senede (Hendek gazâsı), beşinci senede (Benî Mustalak gazâsı) oldu. Altıncı senede (Hayber gazâsı) ve Hudeybiyede (Bî’at-ül-rıdvân) anlaşması oldu. Yedinci senede Bizans hükümdârı Kaysere ve Îrân şâhı Kisrâya islâma da’vet mektûbları gönderildi. Sekizinci senede Herakliyüsün rum ordusu ile (Mûte gazvesi) oldu ve (Mekke feth) edildi ve (Huneyn gazâsı) oldu. Dokuzuncu senede, (Tebük gazâsı)na gidildi. Onuncu senede (Vedâ’ haccı) yapıldı. Onbirinci senesinde, onüç gün hummâ hastalığı olup, Rebî’ul-evvelin onikinci pazartesi günü, mescidine bitişik odasında, 63 yaşında vefât etdi.
Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” dâimâ güler yüzlü, tatlı sözlü idi. Mübârek yüzünde nûr parlardı. Görenler, âşık olurdu. Hilmi, sabrı, güzel ahlâkı, binlerce kitâbda yazılıdır. Hadîceden “radıyallahü anhâ” iki erkek, dört kız evlâdı oldu. Mısrlı Mâriyeden de bir oğlu oldu. Fâtımadan mâadâsı kendisi hayâtda iken vefât etdiler. (Kâmûs-ul-a’lâm)ın yazısı burada temâm oldu.
İmâm-ı Gazâlî, (Kimyâ-yı seâdet) kitâbında diyor ki, (Allahü teâlâ, kullarına, peygamberler gönderdi. Bu büyük insanlar vâsıtası ile, kullarına, se’âdete ve felâkete sebeb olan şeyleri bildirdi. Peygamberlerin en yükseği, en üstünü ve sonuncusu, (Muhammed) aleyhisselâmdır. Bütün insanlara, her millete peygamberdir. Dünyânın her yerinde, herkesin O yüce Peygambere inanması ve Ona tâbi’ olması lâzımdır)