Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

İNGİLİZ CÂSÛSUNUN İ’TİRÂFLARI kitabı..(Kesinlikle tavsiye ederiz) (1 Kullanıcı)

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Bu kitabı her müslüman kardeşimizin okumasının önemli faidesi olacaktır.Bu nedenle buraya bu kitabı koymayı uygun gördük.Rabbimiz(Celle ve Ala)nın yardımıyla başlıyoruz.
Besmeleyle başlıyalım kitaba
Allah adı en iyi bir sığınaktır
Ni'metleri sığmaz ölçü hesaba
Çok acıyan afvı seven bir Rab'dır
ÖNSÖZ

Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, Mâide sûresinin seksenikinci âyetinde, (İslâmiyyetin en büyük düşmanı, yehûdîler ve müşriklerdir) buyurdu. İslâmiyyeti içerden yıkmak için, ilk fitneyi çıkaran yehûdî, Yemenli Abdüllah bin Sebe’dir. Hakîkî müslimân olan (Ehl-i sünnet)e karşı, (Şî’î) fırkasını kurdu. Her asrda, şî’î âlimi olarak ortaya çıkan yehûdîler, bu fırkayı kuvvetlendirdiler. Yehûdîlerin islâmiyyete yapdıkları zararlar, Kuveytde (Mektebet-üs-sahâbet-il-islâmiyye)nin neşr etdiği (Hiyânet-ül-yehûd) ve Beyrutda neşr edilen (Er-rec-lüs-sanem) kitâblarında uzun yazılıdır. Îsâ aleyhisselâm semâya çıkarıldıkdan sonra, bozuk İncîller yazılınca, hıristiyanların çoğu (Müşrik) oldu. Müşrik olmıyanlar da, Muhammed aleyhisselâma inanmadıkları için (Kâfir) oldu. Bunlara ve yehûdîlere (Ehl-i kitâb) denildi. İslâmiyyet zuhûr edince, papazların kurûn-ı vüstâdaki [orta çağdaki] hâkimiyyetleri yıkıldı. İslâmiyyeti yok etmek için, misyoner cem’iyyetleri kurdular. Bu işde en ileri giden, ingilizler oldu. Londrada (Müstemlekeler nezâreti) kuruldu. Akla, hayâle gelmiyen yehûdî hîleleri ile ve askerî ve siyâsî kuvvetler ile islâmiyyete saldırdılar. (Müstemlekeler nezâreti)nin idâre etdiği ve her memlekete gönderilen binlerce câsûsdan biri olan Hempher, 1125 [m. 1713] senesinde, Basrada avladığı 14 yaşındaki Necdli Muhammedi, senelerce aldatarak, (Vehhâbî) fırkasını kurdular ve İngilteredeki (Müstemlekeler nezâreti)nin emri ile, 1150 [m. 1737] senesinde i’lân etdiler.

Hempher, İngiliz Müstemlekeler nezâretinin emri ile, Mısr, Irâk, Îrân, Hicâz ve hilâfet merkezi olan İstanbulda câsûsluk fe’âliyyetlerinde bulunmak, müslimânları aldatmak ve hıristiyanlığa hizmet için vazîfelendirilmiş bir İngiliz misyoneridir. İslâm düşmânları, islâmiyyeti yok etmeğe ne kadar çok çalışsalar da, Allahü teâlânın bu nûrunu, aslâ söndüremezler. Çünki, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, Hicr sûresinin dokuzuncu âyet-i kerîmesinde meâlen, (Bu Kur’ânı, sana ben indirdim. Onu elbette ben koruyacağım) buyurdu. Ya’nî, kâfirler, Ona tecâvüz edemiyecek, Onu tebdîl, tahrîf edemiyecek, O nûru aslâ söndüremiyeceklerdir buyurdu. Ondört asrdan beri, müslimânlar, Kur’ân-ı kerîmin ışıklı yolunda çalışarak, ilmde, ahlâkda, fende, san’atda, ticâretde, siyâsetde ilerlediler. Büyük devletler kurdular. Fransadaki 1204 [m. 1789] ihtilâlinden sonra, Avrupadaki gençler, kiliselerin, papazların ahlâksızlıklarını, zulmlerini, soygunlarını, yalanlarını ve hıristiyanlık dîninin bozuk olduğunu görerek, hıristiyanlıkdan ayrılmağa, müslimân veyâ dinsiz olmağa başladılar. Hıristiyanlıkdan uzaklaşdıkca, fende, teknikde ilerlediler. Çünki hıristiyanlık, dünyâ için çalışmağa, ilerlemeğe mâni’ oluyordu. Bu gençlerin yazdıkları, dinleri kötüliyen kitâbları okuyan ve ingilizlerin islâma karşı yalanlarına, iftirâlarına aldanan ba’zı müslimânlar da, din câhili oldular. İslâmiyyetden uzaklaşdıkca, fende gerilemeğe başladılar. Çünki islâmiyyet, dünyâ işlerinde de çalışmağı, ilerlemeği emr etmekdedir.

İngiliz devletinin esâs siyâseti, dünyâdaki bilhâssa Afrika ve Hindistândaki tabî’î servetleri sömürmek, oralardaki insanları, hayvan gibi çalışdırıp bütün kazançları İngiltereye nakl etmekdir. Adâleti, sevişmeği ve yardımlaşmağı emr eden İslâm dînine kavuşanlar, ingiliz zulmlerine, yalanlarına mâni’ olmakdadır.

Bu kitâbımızı üç kısm olarak hâzırladık:

Birinci kısm, ingiliz câsûsunun i’tirâflarıdır. Bu kısmda, ingilizlerin islâmiyyeti imhâ, yok etmek için hâzırladıkları, âdî, alçak plânları, yalanları bildirilmekdedir. Bu kısmda yedi fasl vardır.

İkinci kısmda, ingilizlerin plânlarını, müslimân memleketlerinde sinsice tatbik etdikleri, devlet adamlarını aldatdıkları, müslimânlara, akla, hayâle gelmiyen işkenceler yapdıkları ve Hind ve Osmânlı islâm devletlerini yok etdikleri bildirilmekdedir. Kitâbımızın bu kısmı, Vehhâbîlerin tuzaklarına düşen zevallı müslimânların, gafletden uyanmalarına sebeb olacak ve Ehl-i sünnet âlimlerinin yazılarını kuvvetlendirecek vesîkalar ile doludur.

Üçüncü kısm, (Hulâsat-ül-kelâm)dan terceme olup, hak dînin islâmiyyet olduğunu isbât etmekdedir.

Bugün, bütün dünyâdaki müslimânlar, üç fırkaya ayrılmışdır. Birinci fırka, Eshâb-ı kirâmın yolunda olan hakîkî müslimânlardır. Bunlara (Ehl-i sünnet) ve (Sünnî) ve (Fırka-i nâciyye) Cehennemden kurtulan fırka denir. İkinci fırka, Eshâb-ı kirâma düşman olanlardır. Bunlara (Şî’î) ve (Fırka-i dâlle) sapık fırka denir. Üçüncüsü, sünnîlere ve şî’îlere düşman olanlardır. Bunlara (Vehhâbî) ve (Necdî) denir. Çünki bunlar, ilk olarak, Arabistânın Necd şehrinde meydâna çıkmışdır. Bunlara (Fırka-i mel’ûne) de denir. Çünki bunların, müslimânlara müşrik dedikleri (Kıyâmet ve Âhıret) ve (Se’âdet-i Ebediyye) kitâblarımızda yazılıdır. Müslimâna kâfir diyene, Peygamberimiz la’net etmişdir. Hangi fırkadan olursa olsun, nefsine uyan ve kalbi bozuk olan, Cehenneme gidecekdir. Her mü’min, nefsini tezkiye için, ya’nî yaratılışında mevcûd olan küfrden ve günâhlardan temizlemek için her zemân, çok (Lâ ilâhe illallah) ve kalbini tasfiye için, ya’nî nefsden ve şeytândan ve kötü arkadaşlardan ve zararlı, bozuk kitâblardan gelmiş olan küfrden ve günâhlardan kurtarmak için (Estagfirullah) okumalıdır. Ahkâm-ı islâmiyyeye uyanın düâları muhakkak kabûl olur. Müslimânları bu üç fırkaya parçalayan, yehûdîler ve ingilizlerdir.

Mîlâdî Hicrî şemsî Hicrî kamerî
2002 1380 1423
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Birinci Kısm
BİRİNCİ FASL

Hempher diyor ki; Büyük Britanyamız çok genişdir. Güneş, denizleri üzerinde doğduğu gibi, yine bu denizlerin üzerinde batar. Devletimiz, Hindistân, Çin ve Ortadoğudaki sömürgelerinde nisbeten za’îfdir. Bu memleketler, tam ma’nâsı ile idâremizin altında değildir. Fekat, buralarda çok faal ve başarılı bir politika tatbîk ediyoruz. Hepsi elimize geçmek üzeredir. Burada iki şey mühimdir:

1- Elimize geçmiş yerleri elimizde tutmağa çalışmak,

2- Elimize geçmemiş yerleri ele geçirmeğe çalışmak.

Müstemlekeler [sömürgeler] nâzırlığı, bu iki vazîfeyi îfâ etmek üzere, bu devletlerin her biri için, birer komisyon teşkil etmişdir. Müstemlekeler nâzırlığında vazîfeye başlayınca, Nâzır bana i’timâd etdi ve Doğu Hindistân şirketinde bir vazîfe verdi. Bu, zâhirde bir ticâret şirketi idi. Fekat asl vazîfesi, Hindistânın büyük ve geniş topraklarına hâkim olmanın yollarını araşdırmakdı.

Hükûmetimizin, Hindistân için hiç endişesi yokdu. Zîrâ Hindistân, değişik milletlere, ayrı dillere ve zıd çıkarlara sâhib bir ülkeydi. Çinden de pek korkumuz yokdu. Çünki, Çine hâkim olan Budizm ve Konfüçyüs dinlerinin canlanmasından korkulmuyordu. Zîrâ bunlar, hayâtla hiç alâkalanmayan, iki ölü din idi. Binâenaleyh, bu iki ülke halkında vatan sevgisinin olması, çok uzak bir şeydi. Bu iki ülke, biz İngiltere hükûmetini râhatsız etmiyordu. Fekat, ilerde olabilecek hâdiseleri de gözümüzden ırak etmiyorduk. Binâenaleyh, bu ülkelerde tefrika, cehâlet ve fakîrlik, hattâ sârî hastalıkları yaymak için, uzun va’deli plânlar yapıyorduk. Bu iki ülke halkının âdetlerini taklîd ederek, niyyetlerimizi râhatça gizliyebiliyorduk.

İslâm memleketleri son derece râhatımızı bozuyordu. Hepsi de, lehimize olmak üzere, Hasta Adamla [Osmânlı devletini kasd ediyor] bir kaç anlaşma yapmışdık. Müstemlekeler nâzırlığının tecribeli adamları, bu hastanın bir asrdan az bir zemân zarfında can vereceğini söylüyorlardı. Ayrıca, Îrân hükûmeti ile de, gizlice bir kaç anlaşma yapmış ve bu iki ülkeye, mason yapdığımız, devlet adamlarını yerleşdirmişdik. Rüşvet, kötü idâre ve din bilgisi noksan idârecilerin, güzel kadınlarla meşgûl olup, vazîfelerini unutması, bu iki ülkenin belini kırdı. Fekat, bütün bunlara rağmen, şu sayacağım sebeblerden dolayı, yapdıklarımızın beklediğimiz netîceyi vermemesinden endîşe ediyorduk:

1- Müslimânlar, İslâma son derece bağlıdırlar. Her bir müslimân, papaz ve râhiplerin hıristiyânlığa bağlılıkları kadar, hattâ dahâ fazla, İslâma bağlıdır. Bilindiği gibi, papaz ve râhiplerin canı çıkar da, hıristiyanlıkları çıkmaz. Müslimânların en tehlükelileri de, Îrândaki şî’îlerdir. Çünki onlar, şî’î olmıyanları kâfir ve necs bilirler. Hıristiyanlar, şî’îlerin nazarında, kokmuş pislik gibidir. Tabîatiyle, insan bütün gücüyle pisliği atmaya gayret eder. Bir sefer şî’înin birine şunu sordum: (Hıristiyanlara niye böyle bakıyorsunuz?) Aldığım cevâb şuydu: (İslâm Peygamberi, çok hakîm bir zât idi. Kâfirleri böyle ma’nevî bir baskı altına almış ki, onların doğru yolu bulmasına ve Allahın dîni olan İslâma girmesine sebeb olsun. Nitekim devlet de, bir insanı tehlükeli bulunca, onu itâat edinceye kadar, maddî bir baskı altında tutar. Sözünü etdiğim necâset, maddî değil, ma’nevî bir baskı olup, hıristiyanlara da hâs değildir, sünnîlere ve bütün kâfirlere şâmildir. Hattâ, bizim eski Îrânlı mecûsîler bile, şî’îlerin nazarında necsdirler.)

Ona dedim ki: (Güzel! Sünnîler ve hıristiyanlar da Allaha, Peygamberlere ve kıyâmet gününe inanırlar, niye necs olsunlar?) Cevâben dedi ki: (İki şeyden dolayı necsdirler: Birincisi, hazret-i Muhammedi hâşâ yalancılıkla ithâm ederler[1]. Biz de, bu çirkin ithâm karşısında (Sana eziyet verene sen de eziyet edebilirsin) sözü mûcibince, onlara (Siz necssiniz) diyoruz. İkincisi ise, hıristiyanlar, Allahın Peygamberlerine kötü isnâdlarda bulunurlar. Meselâ, Îsâ aleyhisselâm içki içerdi, mel’ûn olduğu için çarmıha gerildi, derler.)

Ben dehşet içinde adama dedim ki: (Hıristiyanlar böyle demezler.) O ise: (Hayır sen bilmiyorsun, (Kitâb-ı mukaddes)de böyle yazılıdır), dedi. Ben susdum, zîrâ adam, ikinci husûsda olmasa bile, birincisinde haklıydı. Münâkaşayı uzatmak istemedim. Çünki, islâmî kıyâfetde olduğum hâlde, benden şübhelenebilirlerdi. Bu sebeb ile, dâimâ münâkaşalardan uzak duruyordum.​
devam edecek..
 

ferahhfeza

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Ağu 2007
Mesajlar
10,922
Tepki puanı
8
Puanları
0
Yaş
46
Web Sitesi
ferahhfeza.blogcu.com
ALLAH (CC) razı olsun mektubat kardeş .. bu yazıyada başlıyacagım inşaALLAH .

bir şey rica etsem olurmu ..:) her defasında yazı rengini degiştirebilirmisiniz ..
nerede kaldıgımı karıştırıyorum okurken ..:)

belki benimle aynı fikirde olanlar vardır ..

emeginize saglık hayırlı cumalar kardeşim ..
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
ALLAH (CC) razı olsun mektubat kardeş .. bu yazıyada başlıyacagım inşaALLAH .

bir şey rica etsem olurmu ..:) her defasında yazı rengini degiştirebilirmisiniz ..
nerede kaldıgımı karıştırıyorum okurken ..:)

belki benimle aynı fikirde olanlar vardır ..

emeginize saglık hayırlı cumalar kardeşim ..

Amin ablacım.Cenab-ı Hak cümlemizden razı olsun.Çok şaşıracaksınız.Müslümanlar neden bu durumda sorusunun cevabını ben bu kitapta buldum.Tabi ablacım değiştiririz rengini yazıların.Sizede hayırlı cumalar.Kıymetli dualarınızı istirham ederiz.
 

yalinsak

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Şub 2009
Mesajlar
120
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
43
yıllar önce okumuştum ama bilgi tazelemiş oldum..
 

Nur_u Secde

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Eki 2007
Mesajlar
5,186
Tepki puanı
3,547
Puanları
163
Yaş
46
dinimiz islam sitesinde gördüm bu kitap tanıtımını.tuba kardeşim tavsiyesiyle gözatmıştım.inşallah sipariş vericem.şimdilik burdan başlıyayım.Allah razı olsun.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
yıllar önce okumuştum ama bilgi tazelemiş oldum..

Mübarek olsun kardeşim.
dinimiz islam sitesinde gördüm bu kitap tanıtımını.tuba kardeşim tavsiyesiyle gözatmıştım.inşallah sipariş vericem.şimdilik burdan başlıyayım.Allah razı olsun.

Evet Allahü teala o kardeşimizden razı olsun.Evet huzurpinarı sitesinde de var kardeşim tanıtımı.Mübarek olsun.Kitaplar gerçekten çok kıymetli eminim okuyunca çok seveceksiniz.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
2- İslâmiyyet, bir zemânlar, idâre ve hüküm dîni idi. Müslimânlar da, azîzdi. Bu efendi insanlara, şimdi siz kölesiniz demek zordur. İslâm târîhini kötüleyip, müslimânlara, bir zemânlar elde etdiğiniz izzet ve itibâr, bazı şartlar îcâbıydı. O günler gitdi, bir dahâ geri dönmez, dememiz de mümkin değildir.

3- Osmânlı ve Îrânlıların, yapdıklarımızın farkına vararak, plânlarımızı bozup tesîrsiz hâle getirmelerinden çok endişe ediyorduk. Gerçi, bu iki devlet büyük ölçüde zaîflemişdir. Fekat, mal, silâh ve hüküm sâhibi, merkezî bir hükümetin oluşu, bizim emîn olmamıza mâni oluyordu.

4- İslâm âlimlerinden son derece râhatsızdık. Çünki, İstanbul ve El-ezher âlimleri, Irâk âlimleri, Şâm âlimleri, emellerimizin önünde aşılmaz engellerdi. Zîrâ onlar, dünyânın geçici zevk ve zînetlerine karşı, Kurân-ı kerîmin vad etdiği Cennete girmeğe hâzırlanan ve kendi prensiplerinden kıl kadar tavîz vermiyen kişilerdi. Halk onlara tâbi oluyor, Sultân bile onlardan korkuyordu. Sünnîler, şîîler kadar âlimlere bağlı değildi. Zîrâ, şîîler kitâb okumuyor, sâdece âlimleri tanıyor, Sultâna gereken ihtimâmı göstermiyorlardı. Sünnîler ise, çok kitâb okuyor, âlimleri ve Sultânı tutuyorlardı.

Bu hâl karşısında, bir çok toplantılar yapdık. Fekat, maalesef, her seferinde önümüzde yolun kapalı olduğunu gördük. Câsûslarımızdan gelen raporlar, hep hayâl kırıcı, konferansların sonuçları da sıfır idi. Lâkin, yine de ümmidsizliğe kapılmıyorduk. Çünki, biz, derin nefes almağı ve sabr etmeği âdet edinmişizdir.

Bir toplantımıza, Nâzırın kendisi, en büyük papazlar ve bir kaç da mütehassıs [uzman] katılmışdı. Yirmi kişiydik. Üç sâatden fazla süren bu toplantıda, hiçbir netîceye varılamadı. Fekat, bir papaz şöyle dedi: (Râhatsız olmayın! Çünki, hıristiyanlık, ancak üçyüz sene zulm çekdikden sonra yayıldı. Umulur ki Mesîh, gayb âleminden bize nazar edip, üçyüz sene sonra da olsa, kâfirleri [Müslimânları kasdediyor] merkezlerinden çıkarmağı nasîb eder. Biz kuvvetli bir îmân ve uzun bir sabrla silâhlanmalıyız! Hükmü elimize geçirebilmek için, bütün vâsıtaları elde edip, bütün yolları denemeliyiz. Hıristiyanlığı, Muhammedîlerin arasında yaymağa çalışmalıyız. Asrlar sonra da, netîceye varabilirsek, çok iyidir. Zîrâ, babalar çocukları için çalışırlar.)

Müstemlekeler nâzırlığında, İngilterenin yanısıra, Fransa ve Rusyadan da, diplomat ve din adamlarının katıldığı bir konferans yapıldı. Çok şanslıydım. Nâzır ile aramız iyi olduğu için, ben de katılmışdım. Konferansda, müslimânları parçalayıp, İspanya gibi, dinlerinden çıkararak îmâna getirmenin [Hıristiyanlaşdırmanın] hesâbları yapıldı. Fekat, varılan netîceler istenildiği gibi değildi. Ben, o konferansdaki bütün konuşmaları (İlâ meleküt-il-Mesîh) ismli kitâbımda yazdım.

Derinlere kök salmış büyük bir ağacı, kurutup, söküp atmak zordur. Fekat, biz zorlukları kolaylaşdırıp, yenmeliyiz. Hıristiyanlık, yayılmak için gelmişdir. Bunu, Mesîh efendimiz bize vad etmişdir. Muhammede, doğu ve batı âleminin içinde bulunduğu kötü şartlar yardımcı olmuşdur. O kötü şartlar gidince, berâberindeki belâları da [İslâmı kasdediyor] götürdü. Bugün memnûniyyet ile durumun temâmen değişdiğini müşâhede ediyoruz. Nezâretimizin ve diğer hıristiyan hükümetlerin büyük gayret ve çalışmaları netîcesinde, müslimânlar gerilemeğe başladı. Hıristiyanlar ise, kuvvetleniyorlar. Uzun asrlar boyunca gayb edilen yerleri alma zemânı geldi. İslâmiyyeti imhâ etmeğe, Büyük Britanya devleti öncülük etmekdedir.

_________

İmâm-ı Rabbânî hazretleri (Mektûbât) kitâbının 1.ci cild, 275.ci mektûbunda buyuruyor ki:

Sizin bu nimete kavuşmanız, islâmiyyet bilgilerini öğretmekle ve fıkh hükmlerini yaymakla olmuşdur. Oralara cehâlet yerleşmişdi ve bidatler yayılmışdı. Allahü teâlâ, sevdiklerinin sevgisini size ihsân etdi. İslâmiyyeti yaymağa sizi vesîle eyledi. Öyle ise, din bilgilerini öğretmeğe ve fıkh ahkâmını yaymağa elinizden geldiği kadar çalışınız. Bu ikisi bütün seâdetlerin başı, yükselmenin vâsıtası ve kurtuluşun sebebidir. Çok uğraşınız! Din adamı olarak ortaya çıkınız! Oradakilere emr-i marûf ve nehy-i münker yaparak, doğru yolu gösteriniz! Müzzemmil sûresinin ondokuzuncu âyetinde meâlen, (Rabbinin rızâsına kavuşmak istiyen için, bu elbette bir nasîhatdir) buyuruldu.

_________

Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime,
Titrerim mücrim gibi, bakdıkca istikbâlime.
devam edecek..
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
43
selamün aleyküm kardeşim..
öncelikle Allah razı olsun çok güzel bir paylaşım..bende takip ediyorum inşallah..
Aminenur kardeşimin dediği gibi her defasında farklı renklerde olsa daha iyi olur..
Allah darda ve sıkıntıda bırakmasın inşallah..

selam ve dua ile
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
selamün aleyküm kardeşim..
öncelikle Allah razı olsun çok güzel bir paylaşım..bende takip ediyorum inşallah..
Aminenur kardeşimin dediği gibi her defasında farklı renklerde olsa daha iyi olur..
Allah darda ve sıkıntıda bırakmasın inşallah..

selam ve dua ile


Aleyküm selam.Allahü teala cümlemizden razı olsun.İnşallahü teala istifade ederiz.Tamam kardeşim öyle yapıcaz renkleri değişik olucak her birinin.Amin kardeşim amin.Selametle kalın..
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Birinci Kısm
İKİNCİ FASL

Hicrî 1122 ve mîlâdî 1710 senesinde Müstemlekeler nâzırı beni, Müslimânları parçalamak için gerekli ve yeterli bilgileri toplamak ve câsûsluk yapmak üzere, Mısr, Irâk, Hicâz ve İstanbula gönderdi. Aynı târîhde ve aynı vazîfe ile nezâret, canlılık ve cesâret dolu dokuz kişiyi dahâ vazîfelendirdi. Bize lâzım olabilecek para, bilgi ve harîtanın yanında bir de, devlet adamlarının, âlim ve kabîle reîslerinin ismlerini ihtivâ eden birer fihrist verildi. Hiç unutamıyorum! Sekreter ile vedâlaşdığımızda, bize demişdi ki: (Devletimizin geleceği başarınıza bağlıdır. Onun için, var kuvvetinizle çalışmalısınız).

Ben, İslâmiyyetin hilâfet merkezi olan İstanbula doğru, denizden yola çıkdım. Asl vazîfemin yanında, bir de ek olarak, orada türkçeyi çok güzel bir şeklde öğrenmem gerekiyordu. Zâten dahâ önce Londrada epey türkçe ve Kur'ân lisânı arabça ve Îrânlıların dili farsça öğrenmişdim. Fekat, bir lisânı öğrenmek başka, o lisânı [dili] ülkenin halkı gibi konuşmak başka şeydi. Zîrâ, birincisi birkaç senede hâsıl olduğu hâlde, ikincisi bunun birkaç katı zemân ister. İnsanların benden şübhe etmemeleri için, türkçeyi bütün incelikleriyle öğrenmem gerekiyordu.
Benden şübhe ederler diye hiç de râhatsız olmuyordum. Zîrâ, müslimânlar, Peygamberleri olan Muhammed aleyhisselâmdan öğrendikleri gibi, müsâmahakâr, açık kalbli ve iyi niyyetlidirler. Onlar bizim gibi, şübhe edici değildirler. Kaldı ki, Türk hükûmeti, o zemân câsûsları yakalıyabilecek teşkîlâta mâlik değildi.

Çok yorucu bir yolculukdan sonra İstanbula vardım. İsmimin Muhammed olduğunu söyledim ve müslimânların mabedi olan câmie gitmeğe başladım. Müslimânların disiplinli, temiz ve itâatkâr oluşları çok hoşuma gitdi. Bir ara kendi kendime: (Bu masûm insanlarla neden savaşıyoruz? Mesîh efendimiz, bize bunu mu emr etdi?) dedim. Fekat, ben hemen bu şeytânî[!] düşünceden döndüm ve en güzel bir şeklde, vazîfemi yerine getirmeğe karâr verdim.

İstanbulda Ahmed efendi isminde yaşlı bir âlim ile tanışdım. Ondaki inceliği, açık kalbliliği, gönül berraklığı ve iyilikseverliği hiçbir din adamımızda görmedim. Bu zât, gece gündüz Muhammed aleyhisselâma benzemeğe çalışırdı. Ona göre, Muhammed aleyhisselâm en kâmil, en üstün insandı. Onu her zikr etdiğinde, gözleri yaşlanırdı. Çok şanslıydım ki, bir kerre bile, kim olduğumu, nereli olduğumu sormadı. Bana (Muhammed efendi) diye hitâb ederdi. Sorduğum süâllere cevâb verir, bana şefkat ve merhamet ile muâmele ederdi. Zîrâ, beni Türkiyede çalışmak ve Muhammed aleyhisselâmın halîfesinin gölgesinde yaşamak için İstanbula gelmiş bir misâfir olarak bilirdi. Zâten, bu behâne ile İstanbulda kalıyordum.

Bir gün Ahmed efendiye: (Annem ve babam öldü. Kardeşim de yok. Bana mîrâs olarak da hiç birşey kalmamış. Çalışıp kazanmak, Kur'ân-ı kerîmi ve din bilgilerini öğrenmek, yanî hem dünyâmı, hem de âhiretimi kazanmak için, İslâm merkezine geldim) dedim. Bu sözlerime çok sevindi ve (Şu üç sebebden dolayı, sana hurmet göstermek lâzımdır) dedi. Sözlerini aynen yazıyorum:

1- Sen müslimânsın. Bütün müslimânlar kardeşdirler,

2- Sen müsâfirsin. Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: (Müsâfire ikrâmda bulununuz!),

3- Sen çalışmak istiyorsun, (Çalışan, Allahın dostudur) diye bir hadîs-i şerîf vardır.

Bu sözler çok hoşuma gitmişdi. Kendi kendime, (Keşki hıristiyanlıkda da, bu gibi parlak hakîkatler olsaydı. Ne yazık ki, hiçbiri yok) dedim. Fekat hayret etdiğim şey, bu kadar yüce bir din iken, şu mağrûr ve hayâtdan bî-haber bazı kimseler elinde, islâmın zaîflemesiydi.
...........
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
46
İnşallahü teala devam etsin, mubarek olsun maşallahü teala..Ne faideli bir çalışma, ellerinize sağlık, emeklerinizi sağlık abicim.

[FONT=&quot]Allahü teâlâ, insanların Seyyidi “aleyhisselâm” hurmeti için, ecrinizi artdırsın. Kıymetinizi, derecenizi yükseltsin! İşlerinizi kolaylaşdırsın! Kalbinizi genişletsin![/FONT]

 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
İnşallahü teala devam etsin, mubarek olsun maşallahü teala..Ne faideli bir çalışma, ellerinize sağlık, emeklerinizi sağlık abicim.

[FONT=&quot]Allahü teâlâ, insanların Seyyidi “aleyhisselâm” hurmeti için, ecrinizi artdırsın. Kıymetinizi, derecenizi yükseltsin! İşlerinizi kolaylaşdırsın! Kalbinizi genişletsin![/FONT]


İnşallah ablacım inşallah.Önemli bir kitap malumunuz.Herkesin okuması çok iyi olacak inşallahü teala.Amin amin.Selametle kalın.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Ahmed efendiye: (Kur’ân-ı kerîmi öğrenmek istiyorum) dedim. (Baş üstüne, sana öğretirim) dedi. Fâtiha sûresinden öğretmeğe başladı. Kur’ân-ı kerîmi okutmağa başlamadan evvel, abdest alır ve bana da aldırırdı. Kıbleye karşı oturup okuturdu. Okuduklarımızın ma’nâlarını da açıklardı. Ba’zı kelimeleri okumakda çok güçlük çekerdim. İki sene içinde, Kur’ân-ı kerîmi başdan sona kadar okudum.

Müslimânların abdest dedikleri şey, ba’zı uzvları yıkamakdan ibâretdir ki: 1) Yüzü yıkamak, 2) Parmaklardan dirseğe kadar sağ kolu yıkamak, 3) Parmaklardan dirseğe kadar sol kolu yıkamak, 4) Başı, kulakların arkasını ve boynu mesh etmek, 5) Her iki ayağı yıkamak.

Ben, misvâk kullanmakdan son derece râhatsız olurdum. (Misvâk), müslimânların abdestden önce ağız ve dişlerini temizledikleri bir ağaç dalıdır. Bu ağacın ağıza ve dişlere zararlı olduğunu sanıyordum. Ba’zan ağzımı yaralayıp kanatıyordu. Fekat, yine de kullanmak zorundaydım. Zîrâ, onların yanında misvâk kullanmak Peygamber aleyhisselâmın mühim sünneti idi. Bu ağacın çok fâidesi olduğunu söylüyorlardı. Hakîkaten dahâ sonra, dişlerimin kanaması durdu. İngilizlerin çoğunda bulunan, ağzımdaki fenâ koku hiç kalmadı.

İstanbulda bulunduğum müddetçe, bir câmi’ hizmetçisinin yanında, biraz para karşılığında yatardım. Hizmetçinin ismi Mervân Efendi idi. Mervân, Muhammed aleyhisselâmın bir sahâbîsinin ismidir. Bu hizmetçi, çok asabî bir adamdı. İsmi ile övünür ve bana, (Bir oğlun olursa ismini Mervân koy. Çünki Mervân, İslâmın büyük mücâhidlerindendir) derdi.

Akşam yemeğimi Mervân Efendi hâzırlıyordu. Müslimânların bayramı, Cum’a günü işe gitmiyordum. Haftanın kalan günlerinde, Hâlid isminde bir marangozun yanında, haftalık ücret ile çalışıyordum. Sâdece sabâhdan öğleye kadar çalışdığım için, işçilerine verdiği ücretin yarısını bana veriyordu. Marangoz, boş zemânlarında Hâlid bin Velîdin fazîletlerinden çok bahs ederdi. Hâlid bin Velîd, Muhammed aleyhisselâmın sahâbîlerinden olup, büyük mücâhiddir. Çeşidli İslâmî fethler yapmışdır. Fekat Ömer bin Hattâbın onu azl etmesi, marangozu üzüyordu[1].

Yanında çalışdığım marangoz Hâlid, ahlâksız ve son derece asabî bir adamdı. Her nedense, bana çok i’timâd ederdi. Belki de, bu i’timâdı, sözünden hiç çıkmadığım içindi. Yalnız iken, islâmiyyete ehemmiyyet vermezdi. Ancak, arkadaşlarının yanında, islâm dîninin emrlerine uyardı. Cum’a nemâzını kılardı, diğerlerini tam bilmiyorum.

Dükkânda kahvaltı ederdim. İşden sonra, öğle nemâzı için câmi’ye gider ve ikindi nemâzına kadar câmi’de kalırdım. İkindi nemâzından sonra Ahmed efendinin evine gider ve orada iki sâat kalarak, ondan Kur’ân-ı kerîm, arabî ve türkçe lisân dersleri alırdım. Haftalık kazancımı, beni çok güzel okutduğu için, her Cum’a ona verirdim. Hakîkaten, bana Kur’ân-ı kerîmi, İslâm dîninin îcâblarını ve arabî ile türkçe lisânlarının inceliklerini gâyet güzel bir şeklde öğretiyordu.

Ahmed efendi bekâr olduğumu anlayınca, kızlarından birini bana vermek istedi. Ben ise, onun bu teklîfini red etdim. Fekat, kendisi çok ısrâr ediyor, bana, evlenmenin, Peygamberin sünneti olduğunu, Peygamberin de, (Benim sünnetimden yüz çeviren benden değildir) dediğini söylerdi. Bu olayın, ilişkilerimizin kesilmesine sebeb olabileceğini anlayınca, ona yalandan dedim ki: (Bende cinsî âcizlik vardır). Bunu söylemekle, eski dost ve ahbablığın devâm etmesini sağladım.

İstanbulda iki senem dolunca, Ahmed efendiye, vatanıma dönmek istediğimi söyledim. (Gitme, niçin gidiyorsun? İstanbulda ne ararsan var. Allahü teâlâ, bu şehre, din ve dünyâyı birlikde vermişdir. Annenin ve babanın vefât etdiğini, kardeşlerinin olmadığını söylemişdin. Öyleyse, İstanbula yerleş) dedi. Ahmed efendi bana çok alışmışdı. Onun için, benden ayrılmak istemiyor ve İstanbula yerleşmem husûsunda çok isrâr ediyordu. Fekat, vatanî vazîfem beni, Londraya dönüp, nezârete, hilâfet merkezi ile alâkalı geniş bir rapor sunup, yeni emrler almak için zorluyordu.

İstanbulda bulunduğum müddetçe, her ay Müstemlekeler nezâretine müşâhede etdiğim hâdiselerle alâkalı bir rapor gönderdim. Bir kerre raporumda, yanında çalışdığım adam, bana livâta etmek isterse, ne yapayım dedim. Cevâbda bana, (Bu iş hedefe ulaşmağı kolaylaşdırıyorsa, yapabilirsin) denildi. Bu cevâbı okuyunca, çok kızdım. Sanki dünyâ başıma yıkılmışdı. Evet, bu habîs fi’ilin İngilterede yaygın olduğunu evvelden biliyordum. Fekat, büyüklerimin emr edecekleri hâtırıma gelmezdi. Ne yapayım ki, bardağı son damlasına kadar içmekden başka çârem yokdu. Onun için susdum ve vazîfeme devâm etdim.

Ahmed efendi ile vedâlaşırken, gözleri yaşardı ve bana: (Yavrum! Allahü teâlâ yardımcın olsun! Bir dahâ İstanbula gelir ve öldüğümü görürsen, beni hâtırla. Rûhuma bir (Fâtiha) oku! Resûlullahın yanında, mahşer gününde karşılaşacağız) dedi. Gerçekden, ben de çok mahzûn oldum ve gözyaşı dökdüm. Fekat, vazîfem, hislerimden dahâ üstündü.
....
 

hayri07

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Şub 2009
Mesajlar
1,455
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
51
bilgilerimizi tazelediğin için tşkr. selametle kalın.
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
43
ellerine sağlık mektubat kardeşimm..
gerçekten de çok güzel bilgiler ve paylaşım...
Allah razı olsun sizden..

selam ve dua ile
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
İnsâna sadâkat yakışır, görse de ikrâh,

doğruların yardımcısıdır, hazreti Allah!

Birinci Kısm
ÜÇÜNCÜ FASL

Arkadaşlarım benden evvel Londraya dönmüş ve nezâretden yeni emrler almışlardı. Ben de, döndükden sonra, yeni emrler aldım. Fekat, maalesef ancak altı kişi dönebilmişdik.

Kalan dört kişiden biri, sekreterin anlatdığına göre, müslimân olup, Mısrda kalmış. Fekat, sekreter yine de sevinçliydi. Çünki, sır vermemiş diyordu. İkincisi, Rusyaya gidip orada kalmış. Bu, zâten Rus asıllıydı. Sekreter, bunun vatanına gitdiği için değil, belki Rusya hesâbına Müstemlekeler nezâretinde, câsûsluk yapıyordu, vazîfesi bitince gitdi diye, çok üzülüyordu. Üçüncüsü ise, yine sekreterin anlatdığına göre, Bağdâd civârında imare beldesinde vebâ hastalığından ölmüş. Dördüncüsünü, nezâret, Yemenin San'a şehrine kadar takîb etmiş, bir seneye kadar raporları geliyormuş. Fekat, dahâ sonra raporlar kesilip, nâzırlığın bütün gayretlerine rağmen, bir izine tesâdüf edilememişdi. Nâzırlık, bu dört adamın gayb olmasını bir felâket kabûl ediyordu. Zîrâ biz, vazîfeleri büyük, nüfûsu az bir milletiz. Binâenaleyh, her insan için ince bir hesâb yaparız.

Sekreter, ilk birkaç raporumdan sonra, dördümüzün raporlarının tedkîk edilmesi için, bir toplantı yapdı. Arkadaşlarım, vazîfeleriyle alâkalı raporlarını teslîm etdikden sonra, ben de raporumu verdim. Benimkinden bazı kısmlarını not etdiler. Nâzır, sekreter ve toplantıya katılanların bir kısmı, çalışmalarımı takdîr etdiler. Fekat, yine de üçüncü sıradaydım. Birinciliği arkadaşım George Belcoude, ikinciliği ise Henry Franse kazanmışdı.

Türkçe ve Arabî lisânları ile Kur'ân-ı kerîm ve ahkâm-ı islâmiyyeyi çok iyi öğrenmişdim. Fekat, nâzırlığa Osmânlı Devletinin zaîf noktalarını gösterecek bir rapor hâzırlamağı başaramamışdım. İki sâat süren toplantıdan sonra, sekreter bu başarısızlığımın sebebini sordu. Ben de, (Asl vazîfem lisân ile Kur'ân ve islâmiyyeti öğrenmekdi. Bunun hâricindeki işlere fazla vakt ayıramadım. Fekat, bu sefer sizi memnûn edeceğim) dedim. Sekreter, (Şübhesiz sen muvaffak oluyorsun. Fekat, birinci olmanı isterdim) dedi ve şöyle devâm etdi:

(Ey Hempher, gelecek seferki vazîfen ikidir:

1- Müslimânların zaîf noktaları ile, onların vücûdlarına girip, mafsallarını ayırmamızı sağlıyacak noktaları tesbît etmekdir. Zâten, düşmanı yenmenin yolu da budur.

2- Bu noktaları tesbît edip, dediğimi yapdığın zemân [Yanî müslimânların arasını açıp, onları birbirine düşürebildiğin zemân] en başarılı ajan olacak ve nâzırlık madalyasını kazanmış olacaksın.)

Londrada altı ay kaldım. Amcamın kızı Maria Shvay ile evlendim. O zemân ben 22, o ise 23 yaşındaydı. Maria Shvay orta zekâlı, normal kültürlü, çok güzel bir kızdı. Hayâtımın en neşeli, mesûd zemânını, o günlerde, onunla geçirdim. Hanımım hâmile idi. Yeni misâfirimizi beklediğimiz bir sırada, Irâka gitmem için emr geldi.
Oğlumun dünyâya gelmesini beklerken, bu emrin gelmesi beni üzdü. Fekat, vatanıma verdiğim ehemmiyyet ve arkadaşlarım arasında birinci olup meşhûr olma hevesim, kocalık ve babalık hislerimin üstündeydi. Bunun için, hiç tereddüd etmeden, emri kabûl etdim. Hanımım, işi çocuğun tevellüdüne tecîl etmemi çok istiyordu. Fekat, sözlerine ehemmiyyet vermedim. Vedâlaşdığımız gün, ikimiz de ağladık. Hanımım, (Benden mektûblarını kesme! Ben de sana, yeni ve altın gibi kıymetli yuvamızla alâkalı mektûblar yazacağım) dedi. Bu sözleri, kalbimde bir fırtına koparmışdı. Az dahâ seferi ibtâl ediyordum. Fekat, hislerime hâkim olmağı bildim. Onunla vedâlaşdım ve son talimâtları almak üzere, nezâret binâsına gitdim.
Devamı gelecek..
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
41
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Altı ay sonra, kendimi Irâkın Basra şehrinde buldum. Bu şehr halkının bir kısmı sünnî, bir kısmı da, şî’î idi. Bir aşîretler beldesi olan Basrada, arab, fars ve biraz da hıristiyan vardı. Hayâtımda ilk def’a, şî’î ve farslarla orada karşılaşdım. Sözü açılmışken, biraz da şî’îlik ve sünnîlikden bahs edeyim:

Şî’îler, (Muhammed aleyhisselâmın kızı Fâtımanın zevci ve Muhammed aleyhisselâmın amcasının oğlu, Alî bin Ebî Tâlibe tâbi’ olduklarını söylerler. Muhammed aleyhisselâm, kendisinden sonra, Alîyi ve onun evlâdı olan onbir imâmı halîfe ta’yîn etmişdi) derler.

Kanâatime göre, Alînin, Hasen ve Hüseynin hilâfeti husûsunda şî’îler haklıdırlar. Zîrâ, islâm târîhinden anladığım kadarıyla, Alî, halîfe olabilecek mümtaz ve yüksek sıfatlara sâhib birisiymiş. Muhammed aleyhisselâmın, Hasen ve Hüseyni de halîfe ta’yîn etmesini uzak bulmuyorum. Fekat şübhelendiğim şey, Muhammed aleyhisselâmın, Hüseynin oğlunu ve torunlarından sekizini halîfe ta’yîn etmesidir. Çünki, Muhammed aleyhisselâm öldüğünde, Hüseyn henüz çocukdu. Bunun sekiz torununun olacağını nasıl bilmişdir. Şâyed Muhammed aleyhisselâm gerçekden Peygamber ise, Mesîhin gelecekden haber verdiği gibi, Allahü teâlânın bildirmesiyle geleceği bilmesi mümkindir. Fekat, Muhammed aleyhisselâmın Peygamberliği, biz hıristiyanlarca şübhelidir.

Müslimânlar: (Muhammed aleyhisselâmın Peygamberliğinin delîli çokdur. Bunlardan biri Kur’ândır) derler. Kur’ânı okudum, hakîkaten çok yüce bir kitâbdır. Hattâ, Tevrâtdan ve İncîlden dahâ yüksekdir. Zîrâ, içinde düsturlar, nizâmlar, ahlâkiyât v.s. vardır.

Muhammed aleyhisselâm gibi, okumamış, yazmamış bir zâtın, böyle yüce bir kitâbı nasıl getirdiğine hayret ediyorum. Çok okumuş, seyâhat etmiş bir adamın dahî sâhib olamadığı ahlâk, zekâ ve bir şahsiyete nasıl mâlik olabilmişdi? Acabâ bunlar, Muhammed aleyhisselâmın Peygamberliğinin delîlleri miydi?

Muhammed aleyhisselâmın Peygamberliği husûsunda hakîkate varabilmek için, dâimâ inceleme ve araşdırma yapıyordum. Bir kerre, merâkımı Londrada papazın birine açdım. Taassub ve inâd ile konuşdu. İknâ edici bir cevâb da vermedi. Türkiyede bir kaç sefer Ahmed efendiye sorduğum hâlde, ondan da, tatmîn edici bir cevâb alamamışdım. Şu da bir gerçek ki, câsûs olduğum belli olur veyâ benden şübhelenirler diye, Ahmed efendiye mes’eleyi açıkca süâl edememişdim.

Ben Muhammed aleyhisselâmı çok takdîr ediyorum. Şübhesiz O, kitâblarda okuduğumuz, Allahın Peygamberlerindendir. Fekat, ben bir hıristiyan olarak, henüz Onun Peygamberliğine îmân etmiş değilim. Şübhesiz O, dâhîlerin çok üstündedir.

Sünnîler ise, (Müslimânlar, Peygamberin vefâtından sonra, Ebû Bekr, Ömer, Osmân ve Alîyi hilâfete lâyık görmüşlerdir) demekdedirler.

Bu nevi’ ihtilâflar, bütün dinlerde bilhâssa hıristiyanlıkda çokdur. Ömer de, Alî de, vefât etdikleri için, bu münâkaşaların devâmının fâidesi yokdur. Bence, müslimânlar, akllı iseler, çok eski günleri değil de, bugünü düşünürler[1].

Birgün, müstemlekeler nezâretinde sünnî ve şî’î ihtilâfından söz etdim, (Müslimânlar, hayâtdan bir şey anlasalar, aralarındaki şî’î-sünnî ihtilâfını kaldırır ve birleşirler) dedim. Birisi, hemen sözümü keserek: (Senin vazîfen bu ihtilâfı körüklemekdir. Müslimânların nasıl birleşeceğini düşünmek değildir) dedi.

Sekreter, Irâk seferine çıkmadan önce, bana, (Ey Hempher, bil ki, Allah, Hâbil ve Kâbili yaratdığından beri, insanlar arasında tabî’î ihtilâflar vardır. Bu anlaşmazlıklar Mesîh dönünceye kadar devâm edecekdir. Renk, kabîle, arâzî, millî ve dînî ihtilâflar böyledir.

Bu sefer vazîfen, bu ihtilâfları iyice tanımak ve nâzırlığa bilgi vermekdir. Müslimânların arasındaki ihtilâfı şiddetlendirebilirsen, İngiltereye en büyük hizmeti yapmış olacaksın.

Biz İngilizler, refâh ve se’âdet içinde yaşamamız için, bütün dünyâ devletlerinde ve müstemlekelerimizde fitne ve tefrikalar çıkarmak zorundayız. Osmânlı Devletini de ancak böyle fitnelerle yıkabiliriz. Böyle olmazsa, sayıca az bir millet, sayısı çok olan bir millete nasıl hükm edebilir? Bütün gücünle, za’îf noktaları ara bul ve oradan içeriye gir. Bilmiş ol ki, Osmânlı Devleti ve Îrân, za’îf devrelerini yaşıyorlar. Bunun için, senin vazîfen, halkı, idâre edenlere karşı ısyâna sevk etmekdir! Târîh, “Bütün inkılâbların, halkın ayaklanmasından kaynaklandığını göstermişdir”. Müslimânların ittihâdları, muhabbetleri bozulup, kuvvetleri dağılınca, onları râhatça imhâ ederiz) dedi.

________________

TEVHÎD DÜÂSI

Yâ Allah, yâ Allah. Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah. Yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ afüvvü yâ Kerîm, fa’fü annî verhamnî yâ erhamerrâhimîn! Teveffenî müslimen ve elhıknî bissâlihîn. Allahümmagfirlî ve li-âbâî ve ümmehâtî ve li âbâ-i ve ümmehât-i zevcetî ve li-ecdâdî ve ceddâtî ve li-ebnâî ve benâtî ve li-ihvetî ve ehavâtî ve li-a’mâmî ve ammâtî ve li-ahvâlî ve hâlâtî ve li-üstâzî Abdülhakîm-i Arvâsî ve li kâffetil mü’minîne vel-mü’minât. “Rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în.”
devam edecek,İnşallahü teala..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt