Dinle neyden kim hikayet itmede
Mevlana-Celaleddin-i-rumi-
Dinle neyden kim hikâyet itmede
Ayrılıklardan şikâyet itmede
Dir kamışlıkdan kopardılar beni
Nâlişim zâreyledi merd ü zeni
Şerha şerha eylesin sinem firâk
Eyleyem tâ şerh-i derd-i iştiyâk
Her kim aslından ola dûr u cüdâ
Rûzgâr-ı vaslı eyler muktedâ
Ben ki her cem’iyyetin nâlânıyem
Hemdem-i hoş-hâl ü bed-hâlânıyem
Her kişi zu’munca bana yâr olur
Sohbetimden tâlib-i esrâr olur
Sırrım olmaz nâlişimden gerçi dûr
Lîk yok her çeşm ü guşa feyz-i nûr
Birbirinden cân u ten pinhân değil
Lîk yok destûr-ı rû’yet cana bil
Oldu âteş sıyt-ı ney sanma hevâ
Kimde bu âteş yoğ ise hayf ana
Âteş-i aşk iledir te’sir-i ney
Cûşiş-i aşk iledir teşvîr-i mey
Yârdan mehcûra hem-derd oldu ney
Çâk-sâz-ı perde-i merd oldu ney
Ney gibi bir zehrü tiryâk olamaz
Ney gibi dem-sâz u müştâk olamaz
Ney virir bir râh-ı pür-hundân haber
Aşk-ı Mecnûn kıssasın takrir ider
Bî-dilândır mahrem-i esrâr-ı hûş
Yok zebâna müşterî îllâ ki gûş
Derdimizden rûzlar bî-gâh olur
Rûzlar çok sûz ile hem-râh olur
Gam değildir günler eylerse güzer
Sen hemân bâkî ol ey pâkîze-ter
Mâhiyi bahr olamaz sîrâb sâz
Rûz-i bî-rûzî olur gâyet dîrâz
Puhte hâlin hîç fehm itsin mi hâm
İhtisâr üzre gerek söz vesselâm
Bendini kat’it ol âzâd ey puser
Tâ be key pâyında bend-i sîm ü zer
Bahr-i ifrâg eylesen bir kûzeye
Gaalib olmaz kısmeti yek kûzeye
Kûze-i çeşm-i harîs olsun mu pür
Bî kanâat olmaz esdâf içre dür
Aşk ile ol câme kim çâk olmadı
Çirk ü hırs u kibrden pâk olmadı
Hurrem ol ey aşk-ı şîrîn-kârımız
Ey tabîb-i illet-i etvârımız
Ey devâ-yı nahvet ü nâmûsumuz
Sensin Eflâtûn u Câlînûsumuz
Cism-i hâkî aşk ile oldu bülend
Kûh geldi raksa oldu neşve-mend
Tûru pür-nûr itdi çün nûr-ı lîka
Bu haberdir harre Mûsâ sâikâ
Ger bulaydım hemden ü demsâzımı
Ney gibi ifşâ iderdim râzımı
Hem-zebânından o kim oldu cüdâ
Bî zebândır itse de sıyt u sadâ
Gitdi gül zevk-i gülistân kalmadı
Bülbül-i nâlândan efgân kalmadı
Cümle ma’şûk oldu âşıkdır hicâb
Zindedir ma’şûk u âşık mürde-tâb
Her kimin aşk ile sûz u sâzı yok
Murg-ı bî-perdir anın pervâzı yok
Akl u hûşa yir kalır mı bir nefes
Nûr-ı cânân olmaya tâ dâd-res
Kârı aşkın meyl-i keşf-i râz olur
Sâf olan mir’âta bak gammâz olur
Eylemez mir’ât-ı cânın keşf-i râz
Safvetinde zengden yok imtiyâz
Zeng ü âlâyişden olsa ger cüdâ
Berk ururdu nûr-ı hurşîd-i Hudâ
N’ola olsa ziyb-i gûş-ı râstân
Oldu vasf-ı hâlimiz bu dâstân
***
Dinle Neyden Açıklaması
Dinle neyden, zîra o, bir şeyler anlatmada, ayrılıklardan şikâyet etmededir.
Ney der ki: “Beni kamışlıktan kopardıklarından beri iniltim, kadın ve erkek herkesi ağlattı.”
“Ayrılık, bağrımı parça parça eylesin tâ ki aşk derdini anlatabileyim.”
“Her kim aslından uzak ve ayrı olursa o, kavuşma zamanını bekler durur”.
“Ben ki her meclisin ağlayanı, iyilerin de kötülerin de arkadaşıyım”.
“Herkes kendi zannınca bana dost olur, sohbetimden bir şeyler öğrenmek ister”.
“Gerçi sırrım, feryâdımdan uzak değil, lakin her göz ve kulakta bunu sezecek nûr yok”.
Can ve ten birbirinden gizli değildir. Fakat canı, görmeye izin yoktur.
Ney’in sadası ateş oldu, onu hava sanma. Kimde bu ateş yoksa yazıklar ona.
Ney’in te’sîri, aşk ateşinden; şarâptaki hâl, aşk coşkunluğundandır.
Ney, sevgiliden ayrılmışa derd ortağı oldu. Kavuşmaya mani olan perdeleri parçaladı.
Ney gibi bir zehir ve panzehir, ney gibi bir dost ve âşık olamaz.
Ney, kan dolu bir yoldan haber verir. Mecnûn’un aşk hikâyesini anlatır.
Akıl esrarının sırdaşı âşıklardır. Dile kulaktan başka tâlip yoktur.
Günler derdimizden uzar ve yanıp yakınmaya arkadaş olur.
Günler geçerse gam değil. Ey tertemiz dost, sen ebedî ol.
Deniz, balığı suya kandıramaz. Nasîbi olmayana gün uzun gelir.
Ham olan hiç pişmişin hâlinden anlar mı? Bunun için sözü kısa kesmelidir vesselâm.
Ey oğul, bağını kes kurtul, gümüşe, altına esâretin ne vakte kadar?
Testiyi denize daldırsan bir günlük rızıktan fazlası kısmet olmaz.
Harîsin göz testisi dolar mı? Kanâatsiz sedefte inci olmaz.
Aşktan her kimin elbisesi parça parça olmadıysa o, kötülüklerden, hırstan, kibirden temizlenmemiştir.
Ey bizim tatlı aşkımız, ey bizim hastalığımızın tabibi şâdol.
Ey aşk, bizim kibir ve azametimizin, şerefimizin devâsı, Eflâtun’umuz ve Câlînus’umuz sensin.
Topraktan olan beden aşk ile yüceldi. Bu tesirle dağ bile coşup oynadı.
Vuslatın ışığı tûru nûrla doldurdu. (Tûr sarhoş oldu) ve Mûsa da düşüp bayıldı.
Eğer ben bir dost bulsaydım, ney gibi sırrımı ifşâ ederdim.
Dostundan ayrılan, ne kadar konuşsa da o, yine dilsizdir.
Gül gidince gülistan zevki ve inleyen bülbülün feryâdı kalmaz.
Her şey sevgiliden ibâret, âşık bir perde, sevgili daima diri ve âşık ölü.
Her kim aşk ile yanıp tutuşmamışsa o, uçamayan kanatsız bir kuş gibidir.
Sevgilinin nûru erişmezse akla bir nefes yer kalır mı?
Aşk bu sırrın yayılmasını ister. Temiz olan aynaya bak nasıl gammazdır.
Senin gönül aynan sırrını fâş etmiyor. Çünkü o, tozdan arınmış değil.
Gönül kirden, süsten temizlenirse, Hak güneşinin nûru orada parıldar.
Ne olur bizi dinleyen dostlar olsa. Zîra bu destan bizim hâlimizin hikâyesidir.