Bütün ahlâk kavramları hemen hemen birbiri ile yakından ilişkilidir. Görüldüğü üzere hüzün kavramını da daha çok havf (korku) ve recâ (ümit) ile birlikte değerlendirmek yerinde olacaktır.
Havf, korku anlamına gelmektedir. Allah’ın zatından, gazabından veya azabından korkmak demektir. Allah Teâlâ’nın azameti karşısında kalbin harekete geçmesi, titremesi ve ıstırap duymasıdır. Havftan bazen cehennem korkusu da anlaşılır. Fakat daha çok gelecekte elde edilmesi umulan iyi bir şeyden veya başa gelmesinden endişe edilen kötü bir şeyden ileri gelen korkudur. Tasavvuf ıstılahında ise havf, ya cehennem ve oradaki azaptan veya Allah’ın gazabından ya da Allah’ın kendisinden kaynaklanmaktadır.
Recâ ise ümit etmek, umutlu olmak demektir. Allah’ın fazlına, atâsına, ihsanına, keremine, rahmetine ve lütfüne bel bağlamak manasına gelen recâ, yeis (ümitsizlik) hâlinin zıttı olup havfullah (Allah korkusu) ile birlikte bulunması arzu edilen bir duygudur. Allah’ın cömertliğine güvenmek, O’nun lütuf ile muamele ettiğini kalple gözetlemek, kalbin hoşlandığı bir şeyi beklemesinden rahatlık ve ferahlık duymaktır.
İnsanın Allah’ın azabına veya gazabına maruz kalabileceğini düşünmesi havfa; lütfüne ve nimetine nail olabileceğini düşünmesi recâya sebep olur. Yani salik, beyne’l-havf ve beyne’r-reca (korku ve ümit arasında) yaşar. Cehennemden korkar, cennete girmeyi ümit eder. Ümit kesme (ye’s) hâli ise haramdır.
Bu bilgilerden hareketle hüzün ile havf ve recâ arasındaki ilgi şu şekilde kurulabilir: Hüzün, geçmişle ilgili olarak duyulan bir endişe mahsulü olduğu halde havf ve recâ, daha çok gelecekle ilgili olarak duyulan bir korku ve ümit hâlidir.
Neticede Peygamberlerin dışındaki tüm insanların masum olmadıkları, bu yüzden de günah işlemiş olabilecekleri dikkate alınırsa, az ya da çok her insanın günah kirleri ile ma’lül olduğu görülmektedir. Bu durum ise tabiîdir. Ancak günahtan pişman olmak, üzüntü duymak, vazgeçmek ve bir daha onu tekrarlamamak gereklidir. Zaten pişmanlık duyulan hatalardan dönmek kolaydır. Fakat üzüntü hissedilmeyen, alışılan, ahlâk hâline getirilmiş hataları terk etmek zordur. Bu mertebede salik, geçmişteki hataları için üzülüp pişmanlık duymalı ve onları bir daha tekrarlamama gayreti içerisinde bulunmalıdır. Bu noktada ise hüzün hâlinin, tevbe ve sabır ile birlikte yaşandığı söylenebilir.
Öyleyse hüzün mertebesinde bulunan bir salikin, zamanında edâ edemediği ibadetleri varsa onları kazâ etmesi, içinde bulunduğu vakitleri ise ihya etme gayreti içerisinde bulunması gerekmektedir.
Konumuzu Abdulhâlik Gücduvanî’nin şu güzel nasihati ile bitirelim: “Evlâdım; gözün yaşlı, amelin ve duan ihlâslı, boynun bükük, elbisen eski, yoldaşın dervişler ve dostun sadece Allah olsun.” Cenâb-ı Hakk, halk içinde Hakk ile beraber olan ve gönlü hüzünlü, gözü yaşlı kullarına merhamet etsin. Âmin!
Yakup YÜKSEL
Rehber Dergisi