Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ESRARENGİZ OLAYLAR (1 Kullanıcı)

medahms

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
1,989
Tepki puanı
3
Puanları
0
S.A--


--------SERAP


AZRAİL ONUN SÖYLEDİĞİNDENDE GÜZELDİ
__Serap
Dünya hayatının en çetin imtihanlarından biri de, gerçeğe yaklaşmaktan çekilen zorluklardır. Çünkü beyinlerimiz maddi olaylarla yıkanmış, gözler görmediğine inanmaz olmuş, bu yüzden de duâlarımız bile samimiyetini kaybetmiştir. Aslında her insan, başta rüya gerçeği olmak üzere bir çok kere madde ötesindeki esintileri farkeder. Veya birçok kere madde ötesinden yansıyan mânâ gücünün varlığına şahit olur. Fakat kuvvetli bir imâna sahip olmayan insan, madde ötesi gerçekleri nefsin ve şeytanın tesiri ile ya görmezlikten gelir, ya da "tesadüf" der geçer.


Ben, 40 yıllık bir kanser uzmanı olarak maddeyi aşan sayısız olayla karşılaştım ve bunları, o olaya şahit olanlarla birlikte belgeleyerek özel bir arşiv yaptım. Bunlardan 1976 yılında yaşanmış olan bir olayı size nakletmek istiyorum.


Kanser hastanesinde başhekimken Serap adında genç bir hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurtdışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkânı bulamamıştı. Serab'ı özel bir ilgiyle bizzat ben tedavi altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da Allah'ın izniyle iyileştiğini gördüm. Ancak Serab'ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk 5 yıllık süreyi çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine 6 saat karda mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir süre sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap, bacak kemiklerindeki metaaz dolayısıyla yürüyemez hale gelirken, hastalığın akciğerindeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen hastalığın akciğerindeki tezahürü sebebiyle de devamlı olarak oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu.


Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:
-"Doktor bey, dedi. Ben size... dargınım."

-"Niçin?" diye sordum.
-"Siz.. dindar... bir... insanmışsınız.. niçin... bana... da, Allah'ı... ölümü... ve âhireti.. anlatmıyorsunuz?"


Dini inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için, bu teklifi karşısında oldukça şaşırmıştım. O'nu üzmemeye çalışarak:


-"Doktorlara ulaşmak kolaydır dedim. Parayı bastırdın mı istediğine tedavi olursun. Ancak iman tedavisi için gönülden istek duymalısın..."
Konuşmaya mecâli olmadığından "Ben o isteği duyuyorum" mânâsında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbi tedavinin yanısıra, ebedi hayatın ve saadetin reçetesi olan imân derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan Serap için bu dersler "hızlandırılmış öğretime" dönmüştü. Anlattığı imân hakikatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu.
Vefatına bir hafta kadar kala:
-"Doktor bey, dedi. Ben... ölürken... ne.. söylemeliyimş"
-"Senin durumun çok özel" dedim. Kelime-i şehadet sana uzun gelir. O ânı farkedince Muhammed (s.a.s.) sana yeter"
O haliyle tebessüm ederek yine başını salladı.
Çok ıstırabı olduğu için Serab'a sürekli morfin yapıyor ve O'nu uyutmaya çalışıyorduk. Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim.
Dönüşümde annesi telefon ederek:


-"Serap bir haftadır morfin yaptırmıyor." dedi. ""Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."
Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hâlâ unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum.


-"Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem?"
İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmasını rica etti. Ben hiç âdetim olmadığı halde cuma gününe rastlayan o gece istihâreye yattım ve Serab'ın âcizliği hürmetine olacak ki, salı gününe kadar yaşayacağına dair bir işaret sezdim.


Ertesi gün O'na:

-"Hiç korkmam!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."
Ve Serap, bir veda niteliği taşıyan bu görüşmemizde, son sorusunu sordu:
-"Doktor bey... Azrail... bana... nasıl... görü...necek?"

-"Kızım," dedim. "O bir melek değil miş Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."
Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca hemen evine gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam mânâsıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:


-"Doktor bey, biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mûcize yaşandı!" dedi ve devam etti:
- Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve "yataktan kalkması imkânsız" denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı hayretten donup kaldık. Ve Kelime-i şehadet getirerek vefat etmeden biraz önce de:
-"Doktor bey'e söyleyin, dedi. Azrail, O'nun söylediğinden de güzelmiş!!!"

Onk. Dr. Haluk Nur Baki
 

medahms

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
1,989
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: ESRARENGİZ OLAYLAR

S.A.
<<<<__Sözün Yalanına__>>>>


Bir gün Tebriz'de bir yahudi, Şems'e gelerek:
- Müjde ya Şems, Mevlana geliyor !...

Şems, bu müjde üzerine elinde ne v ar ne yoksa bu yahudiye hediye eder. Biraz sonra başka biri Şems'e gelerek:
- Yahudi seni aldattı ve bütün malını aldı. Ortada ne Mevlana var, ne birşey... Gelen giden yok... Yahudi seni aldattı.
Şems :
- Biliyorum, ben malımı ve mülkümü bu sözün yalanına verdim, doğrusuna canımı vermek lazımdı.

Dostluk.... Büyüklerin dostluğu....
 

medahms

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
1,989
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: ESRARENGİZ OLAYLAR

S.A-


<<<<__SÖZ__>>>>


Bir müslüman. Bir ateşperest. Birlikte çalışıyorlar. Namaz vakti.
Müslüman:
-Namaz kılacağım. Namaz kılarken, bana ilişmiyeceğine dair söz verir misin?
-Veririm.
Namaz....
Bir müddet sonra... Ateşperest. İbadet zamanı...
-Şimdi sıra ben de, ben ibâdet ederken, bana ilişmiyeceğine söz verirmisin.
-Olur sana ilişmem... Rahatça ibâdetini yapabilirsin.
Fakat ateşperest ateşe tapmak üzere secdeye varınca, Müslüman hemen üzerine atılır. Sözünde duramaz.. Tam o esnada şöyle bir ses duyar:
- Söz verdiğin zaman sözünü yerine getir.
Bunun üzerine adama ilişmeden geri çekilir. Sonra ateşperest ibâdetini bitirdiğinde sorar:
-Evvela hücum ettin. Sonra niye vazgeçtin?...
-Allah'dan başkasına secde ettiğin zaman, dayanamadım, üzerine atıldım. Seni öldürmek istiyordum. Fakat tam o anda :
-Söz verdiğin zaman ahdini yerine getir, diyen bir ses, beni o teşebbüsümden alıkoydu.
Bunun üzerine mecûsi:
-Şimdi inandım ki, asıl ve gerçek ilâh senin Rabbindir. Kendi düşmanı için dostunu bile azarlıyor. İşte huzurunda müslüman oluyorum diyerek kelime-i şehâdet getirir
 

medahms

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
1,989
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: ESRARENGİZ OLAYLAR

S.A


--------------YAĞMUR VE GÖZYAŞI


Hicretin 18. yılı başında, Hicaz'da büyük bir kıtlık musibeti yaşanmıştı. Bu yıla 'kül yılı' denilmiştir. Çünkü yağmur yokluğundan çorak topraklar kül şeklini almış, rüzgar önünde toprak kül gibi savrulur olmuştu.

Çevre halkı azık için Medine'ye akın ediyor, vahşi hayvanlar da açlıktan insanlara yaklaşmaya çalışıyordu. Halife Hz. Ömer r.a. beytülmalda (hazinede) bulunan bütün gıda maddelerini halka dağıttı. Ayrıca Basra, Mısır ve Şam bölgelerinden kervanlarla gelen yardımlar çevre halkına dağıtıldı. Daha önce süte ekmek doğrayarak yemek yiyen Hz. Ömer, kıtlık döneminde sadece zeytinyağı ve ekmekten başka yemek yiyemez olmuş, bu yüzden rengi değişmiş ve vücudu iyice zayıflamıştı. Bu kıtlık afeti dokuz ay kadar sürmüş, bu arada birçok kişi de açlıktan ölmüştü.

Bu müthiş kıtlık dönemi sonlarında bir zat (Bilal b. Haris), Peygamber s.a.v.'in türbesine yaklaşıp şöyle demişti:

- Ya Rasulallah! Ümmetine yağmur vermesini Allah'tan dile! Çünkü helâk olmak üzereler.

Daha sonra o şahsın rüyasına giren Rasulullah s.a.v. şöyle demişti:

- Ömer'e git, ona selamımı söyle. Yağmur yağacağını müjdele ve benden ona de ki: Ey ömer! Sen sözünde duran bir kişisin. Aklını başına al!

Adam uyanınca, kalkıp Hz. Ömer'e gitti ve rüyasını anlattı. Bu haberden ürperen Hz. Ömer, halka haber salıp onları mescidde topladı ve onlara:

- Sizler bende hoşlanmadığınız bir şey gördünüz mü? dedi.

- Öyle bir şey görmedik. Fakat neden böyle soruyorsun? dediler.

Hz. Ömer r.a. onlara rüya haberini anlattı. Onlar da bunun yağmur duasına işaret olduğu kanaatini belirttiler. Topluca yağmur duasına çıkıldı. Hz. Ömer, Rasulullah s.a.v.'in amcası Hz. Abbas r.a.'ın elinden tuttu, 'Ya Rabbi, Rasulünün amcası vesilesiyle sana yaklaşıyor, senden mağrifet diliyor ve sana yalvarıyoruz' diyerek, yağmur dileğiyle duasını sürdürdü. Oldukça yaşlanmış olan Hz. Abbas r.a.'ın da gözyaşları göğsüne dökülüyordu. O anda yoğun bulutlar gökyüzünü kapladı. Oradakiler, başlayan şiddetli yağmurla geri döndüler.
 

medahms

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
1,989
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: ESRARENGİZ OLAYLAR

s.a.





AYAKKABICI


Ayakkabıcı, yeni getirdiği malları vitrine yerleştirirken, sokaktaki bir çocuk onu izlemekteydi. Okullar kapanmak üzere olduğundan, spor ayakkabılara rağbet fazlaydı. Gerçi mallar lüks sayılmazdı; ama küçük bir dükkan için yeterliydi. Onların en güzelini ön tarafa koyunca, çocuk vitrine doğru biraz daha yaklaştı. Fakat bir koltuk değneği kullanmaktaydı. Hem de güçlükle.
Adam ona bir kez daha göz attı. Üstündeki pantolonun sol kısmı, dizinin alt kısmından sonra boştu. Bu yüzden de sağa sola uçuşuyordu. Çocuğun baktığı ayakkabılar, sanki onu kendinden geçirmişti. Bir müddet öyle durdu. Daldığı hülyadan çıkıp yola koyulduğunda, adam dükkandan dışarı fırlayıp:

- Küçük!. diye seslendi. Ayakkabı almayı düşündün mü? Bu seneki modeller bir harika!.

Çocuk, ona dönerek:

- Gerçekten çok güzeller!. diye tebessüm etti. Ama benim bir bacağım doğuştan eksik.

- Bence önemli değil!. diye atıldı adam. Bu dünyada her şeyiyle tam insan yok ki!. Kiminin eli eksik, kiminin de bacağı. Kiminin de aklı ya da vicdanı. Küçük çocuk, bir şey söylemiyordu. Adam ise konuşmayı sürdürdü:

- Keşke vicdanımız eksik olacağına, ayaklarımız eksik olsa idi.

Çocuğun kafası iyice karışmıştı. Bu sefer adama doğru yaklaşıp:

- Anlayamadım!. dedi. Neden öyle olsun ki?

- Çok basit!. dedi, adam. Eğer vicdan yoksa, cennete giremeyiz. Ama ayaklar yoksa, problem değil. Zaten orada tüm eksiklikler tamamlanacak.

Hatta sakat insanlar, sağlamlara oranla daha fazla mükafat görecekler...

Küçük çocuk, bir kez daha tebessüm etti. O güne kadar çektiği acılar, hafiflemiş gibiydi. Adam, vitrini işaret ederek:

- Baktığın ayakkabı, sana yakışır!. dedi. Denemek ister misin?

Çocuk, başını yanlara sallayıp:

- Üzerinde 30 lira yazıyor, dedi. Almam mümkün değil ki!.

- İndirim sezonunu, senin için biraz öne alırım!. dedi adam. Bu durumda 20 liraya düşer. Zaten sen bir tekini alacaksın, o da 10 lira eder.

Çocuk biraz düşünüp:

- Ayakkabının diğer teki işe yaramaz!. dedi. Onu kim alacak ki?

- Amma yaptın ha!. diye güldü adam. Onu da sağ ayağı eksik olan bir çocuğa satarım. Küçük çocuğun aklı, bu sözlere yatmıştı. Adam, devam ederek:

- Üstelik de öğrencisin değil mi? diye sordu.

- İkiye gidiyorum!. diye atıldı çocuk. Üçe geçtim sayılır.

- Tamam işte!. dedi adam. 5 Lira da öğrenci indirimi yapsak, geri kalır 5 lira. O da zaten pazarlık payı olur. Bu durumda ayakkabı senindir, sattım gitti!. Ayakkabıcı, çocuğun şaşkın bakışları arasında dükkana girdi. İçerideki raflar, onun beğendiği modelin aynısıyla doluydu. Ama adam, vitrinde olanı çıkarttı. Bir tabure alıp döndükten sonra çocuğu oturtup yeni ayakkabısını giydirdi. Ve çıkarttığı eskiyi göstererek.

- Benim satış işlemim bitti!. dedi. Sen de bana, bunu satsan memnun olurum.

Şaka mı yapıyorsunuz? diye kekeledi çocuk. Onun tabanı delinmek üzere. Eski bir ayakkabı, para eder mi?

- Sen çok câhil kalmışsın be arkadaş.. dedi, adam. Antika eşyalardan haberin yok herhalde. Bir antika ne kadar eski ise o kadar para tutar. Bu yüzden ayakkabın, bence en az 30-40 lira eder.

Küçük çocuk, art arda yaşadığı şokları üzerinden atabilmiş değildi. Mutlaka bir rüyada olmalıydı. Hem de hayatındaki en güzel rüya. Adamın, heyecandan terleyen avuçlarına sıkıştırdığı kağıt paralara göz gezdirdikten sonra, 10 liralık banknotu geri vererek:

- Bana göre 20 lira yeterli.. dedi. İndirim mevsimini başlattınız ya!..

Adam onu kıramayıp parayı aldı. Ve bu arada yanağına bir öpücük kondurdu. Her nedense içi içine sığmıyordu. Eğer bütün mallarını bir günde satsa, böyle bir mutluluğu bulamazdı. Çocuk, yavaşça yerinden doğruldu. Sanki koltuk değneğine ihtiyaç duymuyordu. Sımsıcak bir tebessümle teşekkür edip:

- Babam haklıymış!. dedi. ‘Sakat olduğum için üzülmeme hiç gerek yok!’ demişti.


Her rüzgar savuracak bir toz bulur,
Her hayat yaşanacak bir can bulur,
Her umut gerçekleşecek bir düş bulur
Bulunmayacak tek şey senin benzerindir
 

medahms

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Haz 2006
Mesajlar
1,989
Tepki puanı
3
Puanları
0
RE: ESRARENGİZ OLAYLAR

S.A-

--GÜL YAPRAĞI



Uzakdoğu'da bir budist tapınağı, bilgeliğin gizlerini aramak için gelenleri kabul ediyordu. Burada geçerli olan incelik; anlatmak istediklerini konuşmadan açıklayabilmekti. Bir gün tapınağın kapısına bir yabancı geldi. Yabancı kapıda öylece durdu ve bekledi. Burada sezgisel buluşmaya inanılıyordu, o yüzden kapıda herhangi bir tokmak, çan veya zil yoktu. Bir süre sonra kapı açıldı, içerdeki budist, kapıda duran yabancıya baktı. Bir selamlaşmadan sonra sözsüz konuşmaları başladı. Gelen yabancı, tapınağa girmek ve burada kalmak istiyordu. Budist bir süre kayboldu, sonra elinde ağzına kadar suyla dolu bir kapla döndü ve bu kabı yabancıya uzattı. Bu, yeni bir arayıcıyı kabul edemeyecek kadar doluyuz demekti. Yabancı tapınağın bahçesine döndü, aldığı bir gül yaprağını kabın içindeki suyun üstüne bıraktı. Gül yaprağı suyun üstünde yüzüyordu ve su taşmamıştı. İçerideki budist saygıyla eğildi ve kapıyı açarak yabancıyı içeriye aldı. Suyu taşırmayan bir gül yaprağına her zaman yer vardı...

 

husna

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Ağu 2006
Mesajlar
110
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: ESRARENGİZ OLAYLAR

Allah razı olsun kardeşim.Hepsi çok güzel.
 

dost_37

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2006
Mesajlar
463
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
HİDAYETE DAVET

HİDAYETE DAVET

En ümitsiz hâllerde bile insanlara tebliğde bulunmanın sonuç verdiği birçok olaydan anlaşılmaktadır. Aşağıdaki hâdise, kanser uzmanı Dr. Haluk Nurbâkî'nin hatıratından alınmış, tebliğin ehemmiyetini gösteren ibretli bir vak'adır.

Kanser hastanesinde başhekimken, Serap adında bir genç hanım hastam vardı. Bu hastam göğüs kanserine yakalanmış ve tedavi için yurt dışına gitmek istemesine rağmen, bazı formaliteler sebebiyle o imkânı bulamamıştı. Serap'ı özel bir alâkayla bizzat ben tedâvî altına aldım. Ve kısa bir süre sonra da Allah'ın izniyle iyileştiğini gördüm. Ancak Serap’ın da bütün diğer kanserliler gibi ilk beş yıllık zamanı çok dikkatli geçirmesi gerekiyordu. Bir iş kadını olan Serap, 4 yıl kadar sonra bir ihale için İzmir'e gitmek istedi. Kış aylarında olduğumuz için uçakla gitmesi şartıyla kabul ettim. Maalesef bilet bulamamış ve benden habersiz bindiği otobüsün kaza geçirmesi üzerine altı saat kadar mahsur kalmış. Dönüşünden kısa bir müddet sonra kanser, kemik ve akciğerine yayıldı. Serap bacak kemiklerindeki metastaz sebebiyle yürüyemez hâle gelirken, hastalığın akciğerdeki tezahürü yüzünden devamlı oksijen cihazı kullanıyor ve söylediği her kelimeden sonra, ağzını o cihaza yapıştırarak nefes almak zorunda kalıyordu. Evine gittiğim gün, yine güçlükle konuşarak:

"-Doktor bey" dedi. "Ben size dargınım!"

"-Niçin?" diye sordum. "-Siz dindar bir insanmışsınız; niçin bana da, Allah'ı, ölümü, ahireti anlatmıyorsunuz?"

Dînî inançlarının çok zayıf olduğunu bildiğim için bu teklifi karşısında oldukça şaşırdım. O'nu üzmemeye çalışarak:

"-Doktora ulaşmak kolaydır, dedim. Parayı bastırdın mı istediğine tedâvî olursun. Ancak îmân tedavisi için gönülden istek duymalısın!.."

Konuşmaya mecali olmadığından: "-Ben o isteği duyuyorum!" mânâsında başını salladı. Artık ümitsiz bir tıbbî tedavinin yanı sıra, ebedî hayatın ve saadetin reçetesi olan îmân derslerimiz başlamış ve son günlerini yaşayan Serap için bu dersler "hızlandırmalı öğretim" e dönmüştü. Anlattığım îmân hakîkatlerini bütün ruhuyla meczediyor ve arada bir soru soruyordu. Vefatına bir hafta kala:

"-Doktor bey" dedi. "Ben ölürken ne söylemeliyim?"

"-Senin durumun çok özel" dedim. "Kelime-i Şehâdet sana uzun gelir. O ânı fark edince Hazret-i Muhammed sana yeter!"

O haliyle tebessüm ederek, yine başını salladı.

Çok ıstırabı olduğu için Serap'a sürekli morfin yapıyor ve onu uyutmaya çalışıyorduk.

Ben, bir iş seyahati sebebiyle bir müddet ziyaretine gidemedim. Dönüşümde annesi telefon ederek:

"-Serap bir haftadır morfin yaptırmıyor" dedi. "Sabahlara kadar inliyor ve çok ıstırap çekiyor."

Hemen eve gittim ve iğne yaptırmamasının sebebini sordum. Aldığım cevabı hâlâ unutamıyor ve hatırladıkça ürperiyorum:

"-Ya morfinin tesiriyle ölüme uykuda yakalanır ve son nefeste "Muhammed" diyemezsem!.."

İşte Serap, böyle bir hanımdı. Bu arada benden istihareye yatmamı ve eğer birkaç gün daha ömrü varsa, son günü uyanık kalacak şekilde morfin yaptırılmamasını rica etti. Ben, hiç âdetim olmadığı halde Cuma gününe rastlayan o gece istihareye yattım ve Serap'ın acizliği hürmetine olacak ki, Salı gününe kadar yaşayacağına dâir işaret sezdim. Ertesi gün, ona:

"-Hiç korkma!" dedim. "İğneyi vurdurabilirsin."

Ve Serap, bir veda vasfı taşıyan bu görüşmemizde son cümlelerini de dile getirdi:

"-Doktor bey Azrail..: bana nasıl görünecek?"

"-Kızım " dedim. "O bir melek değil mi? Hiç merak etme, sana yakışıklı bir prens gibi gelecektir."

Salı günü Serap'ın ağırlaştığı haberini alınca, hemen eve gittim. Ancak vefatına yetişememiştim. Ailesi tam manasıyla perişandı. Sadece kendisine uzun müddet bakan dindar bir hanım akrabası ayaktaydı ve beni görünce yanıma gelerek:

"-Doktor bey!.. Biliyor musunuz, bu evde biraz önce bir mucize yaşandı!" dedi ve devam etti:

"-Serap, bir saat kadar önce oksijen cihazını attı ve «yataktan kalkması imkânsız» denmesine rağmen kalkarak abdest aldı, iki rekat namaz kıldı. Bütün ev halkı, hayretten donup kaldık. Ve kelime-i şehâdet getirerek yatağına uzandı. Size de selam söyledi ve ekledi: "-Doktor beye söyleyin, o âlem, onun anlattıklarından da güzelmiş!" dedi. (Ayşe Bulut, Şebnem, Mart 2004)
 

semiramis

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
6 Eki 2006
Mesajlar
35
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

Müthiş bir olaymış gerçekten de. Çok duygulandım Allah hepimizede son nefesimizi imanlı bir şekilde; Eşhedü en la ilahe İllallah ve eşhedü enne Muhammeden Resulallah demeyi nasip etsin inşaallah.
 

m_muaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Eki 2006
Mesajlar
7,359
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

eline emegine saglık abicim ...B)B) bu arada kastamonu'nun neresindensiniz?:):)
 

ferit

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2006
Mesajlar
1,723
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

SelamünAleyküm
Emeğinize sağlık.Uzun zamandır böyle bir konu okumamıştım...
ALLAH RAZI OLSUN...Selametle...B)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

allah razı olsun kardeşim çok güzeldi...tebliğ etmek gerçekten önemli bir konu..bugün yalnız islamı bilmek yetmiyor, islamı bildikten sonra bir sorumluluk da almış oluyoruz.onu insanlara anlatmak ve sevdirmek gibi bir görevimiz de oluyor..bunun önemini hatırlatan bu yazınız için sağolun.selam ve dua ile
 

nursena72

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
29 Ocak 2006
Mesajlar
201
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

EMEĞİNE SAĞLIK ÇOK İBRETLİK BİR HADİSE.GEÇNLERDE ANLATTIĞINIZ OLAYI STV'DE SIR KAPISINDA İZLEMİŞTİM .RABBİM HEPİMİZE SON NEFESİMİZDE BÖYLE GÜZEL BİR ÖLÜMÜ NASİP EDER İNŞALLAH......AMİN....
 

baba431

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
27 Eki 2006
Mesajlar
304
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

inanın dilim tutuldu kelimeler tükendi ne diyeceğimi bilemiyorum tüylerim ürperdi ALLAH razı olsun dost_37
Rabbim son nefesimizde sağ tarafımızda kuran göğsümüzde iman dilimizde kelime-i şahadet ile çene kapamayı nasip etsin hepimize

Yerlerin ve göklerin yaradıcısı yüceler yücesi merhametlilerin en merhametlisi ALLAH a emanet olmanız dileğiyle...
 

etruce

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
24 Ağu 2006
Mesajlar
192
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
37
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

s.a allah razı olsun çok güzel konuymuş okuduktan sonra göz yaşlarımı tutamadım...
 

dost_37

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2006
Mesajlar
463
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

ve aleyküm selam.Ecmain kardeşim.Selam ve dua ile....
 

dost_37

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2006
Mesajlar
463
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

Ecmain kardeşim.Selam ve dua ile....
 

goNuL_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
26 Ağu 2006
Mesajlar
551
Tepki puanı
0
Puanları
0
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

ÇOK GÜZEL ANLAMLI BİR PAYLAŞIMDI ALLAH RAZI OLSUN KARDEŞİM BENİM BURADAN ÇIKARDIĞIM İNSANIN İÇİNDE İMAN SEVGİSİ VAR İSE RABBİM BUNU YAŞAMAYI KULUNA ÖLÜM DÖŞEĞİNDEDE OLSA NASİP EDİYOR VE HİDAYETİNE MAZHAR KILIYOR RABBİM BUNU HERKESE NASİP ETSİN İNŞALLAH SELAM VE DUA İLE..
 

dost_37

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
10 May 2006
Mesajlar
463
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
52
RE: HİDAYETE DAVET

RE: HİDAYETE DAVET

Ecmain kardeşim.Selam ve dua ile....
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt