Erkeğin, gayr-i meşrû’ münâsebetde bulunduğu kadınları görüşü başka olur, âilesine karşı görüşü başka olur, denilirse; bu sözden de anlaşıldığı üzere gayr-ı meşrû’ çalışan kadınlar, değerini kaybetmiş, aşağı kimselerdir. Bunun içindir ki, yüksek mevkı’li bir kadınla münâsebetde bulunmak, katkat dahâ fenâ, dahâ ayb bir iş sayılmakdadır.
Kadınlar zarûret ve ihtiyâc ile veyâ aldatılarak fuhşa sürükleniyor, erkekler için böyle şey düşünülemez. O, bu işde, para kazanmıyor. Üstelik para vermekdedir. Kadının erkekle müsâvî olamıyacağı buradan da anlaşılmakdadır.
Kadın ne kadar güzel olsa, yine erkeğe karşı matlûb mevki’inde görünmekden vaz geçmez. Hayâsı azalmış olanlar, kadınlığı ticâret malı hâline getirir. Demek ki, kadın erkekden dahâ çekingendir. Bu çekingenlik, şehvetlerinin azlığından değil, hislerini gizlemeğe erkeklerden fazla muktedir olmalarındandır. Kadınlarda şehvet dahâ fazla olduğu gibi, hayâları da erkeklerden dahâ fazladır. Hayâsı azalan kadın bile, genelevde oturur. Onun ayağına kadar gelen, üstelik para da veren erkekdir. Dünyânın hiçbir yerinde, müşterileri kadın olan, sermâyeleri erkek olan bir genelev yokdur.
Kadınların hayâsı, erkeklerden dahâ çok sabrlı ve metânetli olmalarını sağlar. Onların birçok ağır işlere atılmalarını da önler. Kadına da, erkeğe de, bir hayvan kadar kıymet vermiyen belli komünistleri ve müslimânları aldatmak için, hükûmetlerine (Sosyalist İslâm Cumhuriyyeti) ismini takan komünist uşaklarını bir tarafa bırakırsak, bugün en sıkışık durumdaki milletler bile, kadınlarına silâh takarak cepheye göndermiyor. Erkekler azalınca, kadınları geri ve hafîf işlerde kullanıyor. Erkekler, bu ağır ve tehlükeli işleri yüklenmelerine ve vatanları, evlâdları için canlarını vermelerine karşılık; harblerin, ağır sanâyi’in sebeb olduğu nüfus kaybını önlemek için, kadınlardan da, çok evlenmeğe karşı üzülmeyecek kadar bir fedâkârlık bekleyebilir.
Erkeklerin düşmanla cihâdı ile kadınların nefsleri ile savaşmaları, bizim burada bildirdiğimiz gibi, şu hadîs-i şerîfde de birbiri ile karşılaşdırılmakdadır:
(Allahü teâlâ, kıskançlığı kadınlara ve cihâdı erkeklere yükledi. Hangi kadın, bu emre îmân ederek vazîfesinde sabr gösterirse, şehîd olan mücâhid kadar sevâb kazanır). Bu hadîs-i şerîfde, kadınların çok evlenmeğe sabr göstermelerine işâret buyurulmakdadır. Kadın, hem kıskanacak, hem de buna katlanacakdır. İşte bu büyük fedâkârlık, erkeklerin cihâdı gibi tutulmuşdur. Cihâd ile teaddüd-i zevcâtin birbirine karşı tutulmasının uygun olduğu şuradan da anlaşılıyor ki, teaddüd-i zevcât, nüfusun artmasına, harb ise azalmasına sebeb olur. Mustafâ Sabri “rahmetullahi aleyh” efendinin (Beyân-ül Hak) adındaki mecmû’adaki yazısında, teaddüd-i zevcâtin cihâd karşılığı olarak düşünülmesi, çok açık îzâh edilmişdir.
İslâmiyyet, teaddüd-i zevcâti emr etmemiş, izn vermişdir. Bu izni kullanmamak elbet günâh olmaz ise de, bu iznin sosyal hayâta, ilme ve akla uygun olduğuna inanmak, böyle olmadığını söyliyenleri haksız bilmek dînî bir vazîfedir. Bundan başka, islâmiyyetin bu izninden istifâde etmek istemiyenlerin teaddüd-i zevcât ihtiyâcını karşılamak üzere, bunun yerine günâh olacak başka yolları aramamaları da şartdır. Şimdi, bu iznden istifâdeye kalkışanlar yok iken, dinde reformcuların bu izn üzerinde ileri geri konuşmaları, bölücülerin, bindörtyüz sene önce olmuş bitmiş ve islâm âlimlerince hükmü verilmiş olan hazret-i Alî ile hazret-i Mu’âviyenin muhârebelerini ortaya çıkararak, Eshâb-ı kirâma dil uzatmalarına benzemekdedir. Böyle yersiz ve zemânsız çekişmeler, müslimânlar arasına fitne sokmakdan, islâm düşmanlarını harekete getirmekden başka birşeye yaramaz. Teaddüd-i zevcât emr değil, bir izndir. Müstehab bile olmayıp, mubâh olduğu, türkçe (Ni’met-i islâm) kitâbında yazılıdır. Allahü teâlânın bu iznini kötülemenin câiz olmadığına inanmak da farzdır. Kur’ân-ı kerîmde açıkca bildirilen bu izni kabûl etmemek veyâ beğenmemek de küfrdür. Şurasını da söyliyelim ki, kanûn yasak etdiği için veyâ zevcesinin hâtırını gözeterek, yalnız onunla yaşamağı tercîh eden zevc, teaddüd-i zevcâtdan vaz geçdiği için sevâb kazanır. Dîn-i islâmın teaddüd-i zevcâta izn vermesi iffeti korumak ve nüfusu artdırmak içindir. Teaddüd-i zevcâti beğenmiyenlerin sözlerini incelersek, onların asl canını sıkan şey, birden fazla evlenmek değil, dörde kadar evlenmekdir. Çünki, teaddüd-i zevcâti beğenmiyenlerin dörtden katkat fazla metresleri olduğu, gayr-i meşrû’ kadınlarla yaşadıkları meydândadır. Bütün genelevler kapatılarak, umûmî ve husûsî fuhşlar yasak edilirse, teaddüd-i zevcâtı beğenmeyenler, fikrlerini derhâl değişdirirler. Teaddüd-i zevcât, gayr-i tabî’î birşey olduğu için, müslimânlar arasında da kalmamış gibi sözler, ortadan kalkar. Teaddüd-i zevcât kendiliğinden yayılmağa başlar.
Çok evlenmek uygunsuz bir iş olduğu için tutunamamış da, onun yerine, tabî’î, medenî insanlara uygun olan fuhş, zinâ yer almış, öyle mi? Birçok erkekler, inkâr edemiyecek bir hâldedirler ki, teaddüd-i zevcâtın boşluğunu sefâhetle dolduruyorlar. Bunun için de, kadın erkek arasındaki perdeleri yırtarak, kadınların hayâları, şerefleri ile oynuyorlar. Kadınlara tam hürriyyet veren Avrupa memleketlerinde, erkeklerle kadınlar karmakarışık olmuşdur. İslâmiyyet ise, kadınları erkeklere taksîm etmiş ve düzeni korumak için, kadınların örtünmelerini emr etmişdir.
Bir dinde reformcu, (Erkeklerin dörde kadar evlenmesi, kadın haklarını çiğnemekdir. Bir erkeğe bir kadın olması, hakların eşit ve insanların adâlet üzere taksîmidir. Teaddüd-i zevcât, bu müsâvâtı ve adâleti bozmakdadır) diyecek olursa, yukarıdaki yazılarımız buna gerekli cevâbı vermekde ise de, birkaç satır dahâ yazmak fâideli olacakdır:
Teaddüd-i zevcât olmıyan memleketlerde, bunun yerine sefâhetin, fuhşun yayıldığı meydândadır. O hâlde, kadınların böyle fuhşa sürüklenmesinin, onlara bir hak ve müsâvât kazandırmak olduğu nasıl söylenebilir? Bütün bu yaygaraların, kadınlara hak vermek perdesi altında, erkeklerin sefâhetini ve zevkini sağlamak için olduğu anlaşılmakdadır. Dünyâda kadın sayısının erkeklerden çok olduğunu, her sene gazetelerde okuduğumuz istatistikler de göstermekdedir. Bunun için, bir erkeğe birden çok kadın düşecekdir. Eğer düşmez ise, çok evlilik, kendiliğinden ortadan kalkacakdır. Böylece haksızlık, müsâvâtsızlık sözleri sebebsiz kalacakdır. Erkek, fazla kadın bulamayınca, bir kadınla yaşayacakdır. Fekat, fazla kadın bulduğu ve onunla münâsebetde bulunmak arzûsunu yenemediği hâlde, meşrû’ yolda mı, yoksa meşrû’ olmayan yolda mı bulunsun? İşte, dinde reformcularla müslimânlar arasındaki bütün ayrılık buradadır. Meşrû’ yolu mu, meşrû’ olmayan yolu mu kapamak lâzımdır? Birini kapamak, ikincisini yaymak ve kolaylaşdırmak elbette lâzımdır. Fekat hangisini? Müslimânların ilerlemeleri, müslimânlığa yapışmakla olabilir. Müslimân olmıyarak kurtulmalarına, ihtimâl yokdur.
(Nikâh yapılırken, islâmiyyetde her dürlü şart yapılabilir. Bir kadın, nişanlısından evlilikleri boyunca tek evli kalmasını, boşama hakkının kendisine verilmesini istiyebilir) diyorlar. Bu sözleri doğrudur. İslâmiyyet kadına bu hakkı da vermekdedir. Bu husûsda (İbni Âbidîn)de geniş bilgi vardır.
Erkek, ilk zevcesinin hâtırını sayarak bir dahâ evlenmesin. Öte yandan şehvetlerine kapılarak, arzûlarını başka yerlerde arasın bulsun? Kendi iffetine nâmûsuna kıysın? Başka bir kadının nâmûsunu, iffetini de bozsun. Boyunca da, günâha girsin. Yukarıda yazdığımız hadîs-i şerîflerde bildirilen azâbları kazansın. Erkeklerin bu bozuk, kötü işlerini anlayan kadınlarında da kötü hisler uyansın? Hâtırlarına kıyılamadığı hâlde, iffetlerine kıyılmış olsun? Erkeğin kötü kadınlarla düşüp kalkdığını işiten zevcesi acabâ ağır bir darbe yimiş olmayacak mıdır? Nâmûssuz bir erkeğin zevcesi olmak felâketi de, buna eklenmiyecek midir? Bundan başka, zevcenin de iffeti bozulmak zararı, bu yüzden zevcin zararı, zevcin münâsebetde bulunduğu kadının zevci varsa onun zararı, zevcenin münâsebet kuracağı erkeğin zevcesi varsa, onun zararı, bu işlerde yok edilen çocukların zararı ve ayrıca tehlükeye atılan sıhhatler de düşünülürse, insâflı, doğru karar vermek çok kolay olur. Gayr-i meşrû’ buluşmalardaki frengi, belsoğukluğu ve muhakkak öldürücü olan aids hastalıkları, bütün dünyâyı tehdîd etmekdedir. Allahü teâlânın hikmetinin büyüklüğüne bakınız ki, en fenâ, en tehlükeli hastalıkları, islâmiyyetin dışındaki hareketlere musallat etmişdir. Bu yolsuz işlerde gayb olan çocukları, doğmayan çocuklar sanmayınız. İslâmiyyetin emri burada çok incedir. Zinâya karşı evlileri (Recm) ederek öldürmek emri, bundan hâsıl olacak çocuğun, soysuz bir piç bırakılarak, insanlıkdaki şerefi yok edilmiş olduğu için konulmuş bir cezâdır. [Recm, üzerine taşlar atarak öldürmek demekdir.] Böyle münâsebetlerden alınacak tehlükeli hastalıklar, evdeki çocuklara da bulaşınca, bütün âile maddeten ve ma’nen ölüme sürüklenmiş olur. Bütün bu zararları önleyen teaddüd-i zevcâtda yalnız birinci kadının ufak bir zararı var. Bu zarar da hissî bir zarardır. Vicdânî bir zarar değildir. Çünki, cânından çok sevdiği Allahın izn verdiği, hoş gördüğü bir şeydir.
Yukarıda bildirilen fâciaları, zararları önlemek için, bu fedâkârlığı islâmiyyet kadınlardan bekliyor. Bu fedâkârlıklarından dolayı çok sevâb kazanacaklar. Nüfûsun artmasına, kendi cinsi olan kadınların koca bulmalarına yardım etmiş olacaklardır. Kadınlar, fâideleri meydânda olan öyle mukaddes ve millî bir fikr terbiyesi ile yetişdirilirse, bunun, hisse ve nefse güç gelmekden ibâret olan zararı da ortadan kalkar. İlericiler, her zorluğa katlanarak yükselmeğe söz verdik diyorlar. Erkekler muhârebede cân vermeğe hâzırlanırken, kadınlardan da ufak bir fedâkârlık, beklenilemez mi? Zevclerinin âdet hâline gelen sefâhetlerini, kötü ve zararlı hareketlerini bilmemezlikden gelmek gibi bir aşağılık ve alçaklık yerine, nefslerini, fâideli, necîb bir hisse alışdırsalar iyi olmaz mı?
İttihâdcılar zemânında, millet meclisinde Manisa meb’ûsü Mensûrî zâde Saîd, teaddüd-i zevcâtın yasak edilmesi için kanûn çıkarılmasını teklîf etmişdi. Meb’ûslerin çoğu böyle şey olamaz dediler. Kanûn çıkarılamadı. Böyle kanûn bulunan bir memleketdeki müslimânlar ne yapmalı süâline gelince: Müslimânlar, kanûna karşı gelmezler. Suç işlemezler. Nikâh ile ve belediye kaydı ile dîne ve kanûna uygun olarak evlendikleri tek kadınla yaşarlar. Birden fazla evlenmezler. Kanûna, hükûmete karşı gelmek, cezâ, sıkıntı çekmeğe, fitne çıkarmağa yol açar. Bu ise câiz değildir. Bir hadîs-i şerîfde, (Fitne uykudadır. Fitneyi uyandırana, Allahü teâlâ la’net etsin!) buyuruldu.
Osmânlı devleti zemânında evlenme işi belediyeye veyâ evlenme me’mûrluğuna kayd etdirelerek, buradan evlenme cüzdânı alınır ve mezhebindeki din bilgilerini doğru olarak bilen ve nemâzlarını terk etmiyen sâlih bir müslimân, şartlarına uygun olarak, şer’î nikâhlarını yapardı. Nikâh yapılırken zevc ile zevcenin karâr verdikleri (Mehr-i mu’accel) ve (Mehr-i müeccel) denilen altın para mikdârları evlenme cüzdânına yazılırdı. Zevc, mehr-i mu’acceli düğünden evvel zevcesine öderdi. Mehr-i müecceli ise, zevcesini boşarsa ödemek mecbûriyyetinde idi. Bu altınları ödemezse ve çocuklarının nafakalarını her ay annelerine ödemezse ma’âşından kesilerek ödetilir veyâ habs olunurdu. Bu kadar çok parayı ödemek ve bekârlık sefâletini çekmek ve bir dahâ evlenememek korkusundan dolayı kimse zevcesini boşayamazdı. Çünki zevcesini haksız olarak boşayan erkeğe kimse kızını vermezdi. Her müslimân, nikâhın kerâmeti olarak hâsıl olan muhabbet ve huzûr içinde, ölünciye kadar, zevcesi ve çocukları ile berâber mes’ûd ve bahtiyâr olarak yaşardı. Muhîti, tanıdıkları arasında kıymetli olup, herkesden hürmet ve i’tibâr görürdü.
02-Fideli Bilgiler