Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

EHLİ SÜNNET ve SAPIK KOLLAR... (2 Kullanıcı)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ebubekir Sifil: "Bid'at mezhepler, İslâm'ın marjinal yorumlarıdır!"

R839300.jpg
Ebu Bekir Bey, Üstad Necip Fazıl Kısakürek’in ‘Doğru Yolun Sapık Kolları’ adlı eserinde, Şiîlik için şöyle bir tanımlaması var: “İç yönlere dönük ve selim aklın her desteğinden mahrum bir sınır bozuculuk ve insanı şeytanî çapta yüceltme kuruluşu…”
Bu mânâda ehl-i sünnet âlimleri de Bid’at Ehli’nin en üst sırasına koyuyor Şiîliği… Bu çerçevede Bid’at meselesini Şiîlikle beraber değerlendirir misiniz?
Bismillahirrahmanirrahîm…
Öncelikle bir genel tesbit yaparsak… Bid’at mezhepler, İslâm’ın marjinal yorumlarıdır. Gerçi modern zamanlarda İslâm’ın farklı versiyonları, yorumları olarak bunlar takdim edilmeye başladı. Yani Ehl-i Sünnet’i de diğer fırkaların yanına koyarak "yorumlardan bir yorum" biçiminde takdim ediyorlar. Fakat bu doğru değildir. yani gerek tarihsel kökenleri itibariyle gerekse ümmet tarafından benimseniş biçimi ve ortaya koydukları icraat bakımından diğer itikadî fırkalar marjinaldir.
Allah Resulü’nden Sahabîye, oradan tabiîn kanalıyla ümmete intikal eden İslâm, kendisini Ehl-i Sünnet ve’l cemaat olarak, ana caddede, cadde-i kübrada ortaya koymuştur. İtikadıyla bellidir, fıkhıyla bellidir ve ameliyle, ahlâkıyla bellidir. Ve belki de en görünür şekli itibariyle söylemek gerekirse kurduğu medeniyet itibariyle bellidir.
Şiâ da mezheplerden bir mezheptir. Ve belki Hz. Osman (R.A) katli, şahadeti ile birlikte başlayan ve hakem olayında kendisini daha görünür kılan bir Ali Şiâsı vakıası var. Bunun şu anda belki mevcud Şiâlıkla itikadî planda çok doğrudan bir alakası yok. Ancak dolaylı olarak bağlantı kurulabilir. Fakat kavram olarak Ali Şiâsı, Osman Şiâsı şeklinde o döneme kadar gidiyor.
Hz. Ali’nin de hakem olayından sonra Haricîlerle arasındaki ihtilaf ve gerginlik, arkasından Hz. Muaviye ile olan sürtüşmeler… Şiâ’yı ümmetin gündemine biraz daha ağırlıklı bir biçimde sokan olaylar arasında biliniyor. Esas Şiâ’nın bugün aldığı biçimin, tarihsel konumu Kerbelâ Olayı’ndan sonra kendini gösteriyor. Bir içe kapanma var.

Şiâ’nın genelinde olan bir şey…
Bir kapalı yapı var. Bu kapalı yapı içerisinde kendi teolojisini, kelam sistemini, fıkıh sistemini belirliyor. Ve belli bir coğrafyada icrayı faaliyete devam ediyor. Belki tarih içerisinde Fatimîleri bir kenarda tutarsak tarih içerisinde Şiîlerin siyasi bir varlık gösteremedikleri, bir devlet olarak görünmedikleri dikkat çekici bir husustur.
Her ne kadar kendilerine Fatimîler döneminde Hz. Fâtıma annemizin ismiyle meşruiyet aramaya çalışsalar da dirayet sahibi tarihçilerde diyorlar ki, “Bunların Hz Fâtıma’yla bağ olarak hiçbir alakası yok.” Hatta çok daha farklı yerlere götürenler var. O günden bugüne yaşayan en büyük bid’at fırka olarak bütün varlığıyla, siyasi, fıkhı, kelamı kendine mahsus kapalı devre yapısıyla, sistemiyle varlığını sürdürmüştür.
Belki ileride soracaksınız, bugün geldiği nokta itibarıyla Şiîliği değerlendirecek olursak 79’daki İran Devrimi’nden sonra belki İslâm Dünyası’nın farklı yerlerinde de oldu; ama Türkiye’yi daha yakından bildiğimiz için Türk Şiâsı’nı, daha rahat konuşabiliyoruz. Türkiye’de itikadî mezhebini değiştirenler oldu. Ehl-i Sünneti siyasi alanda mahkum ederek, itham ederek saltanat yardakçılığıyla ne türden olursa olsun hakim sistemin, egemen güçlerin yanında yer almakla, bunun gibi şeylerle itham ederek itikadî mezhebini değiştirip Şiî olanlar oldu.
Emperyalizmin Irak savaşına kadar yaptığı şekilde Sünniliğin cihad müessesesinden uzak, pazarlıkçı, uzlaşmacı, işbirlikçi, diyalogcu, ılımlı-olumlu, hoşgörücü gösterilip, tam tersine Şiîliğin radikal, keskin, pazarlık karşıtı olduğu lanse edildi.
O dönemde zaman zaman farklı ortamlarda konuşulduğunda ben hep şunu söylemeye çalıştım. İran’daki devrim bir Şiî devrimidir. Adı böyle konmalıdır. Zira Şiilik Ümmet'in büyük ekseriyetinin telakkisinden farklı bir din yorumuna sahiptir. Bu bakımdan adını öyle koymak daha doğrudur. Şiîlik içinde İslâm (Ümmet'in kahir ekseriyetinin telakkisi olarak) ne kadar varsa, bu devrim o kadar İslâmi’dir.

Yarım İslâm da olmayacağına göre…
Baskın karakteri itibariyle bu bir Şiî devrimidir. Çünkü devrimin karakterine, rengine, yapısına baktığımız zaman orada Şiâ’nın İslâm’a getirdiği yorum var. Burada parantez açıp bir noktayı belirtmek lazım. Şiâ’da biliyorsunuz, bir itikadî husus vardır. Tarihte bütün Şiî gruplar, fırkalar, bireyler en küçük bir baskıya maruz kaldıklarında ya da bir tehdit algılaması durumunda takiyyeye başvurdular.
Bu onların itikadî mezheplerinin kendilerine yüklediği vecibe gibidir...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Esastan ele alıyorlar…
Evet. Ne zamana kadar?: Gaipteki Mehdî… Mehdîyy-i Muntazar (Beklenen Mehdî) gelene kadar. Fakat 1979’da bu itikadî ilke devre dışı kaldı. Humeyni’nin devrim yapması Şiîliğin tabiatına tersti.
Ehl-i Sünnet olarak bizim bu meseleye soğukkanlı bir şekilde bakmamız lazım. Bunu bir kavram üzerinden yaptılar. Özellikle Humeyni’nin çok bariz bir katkısı vardır. Bu, VELAYET-İ FAKİH dediğimiz meseledir. Velayet-i Fakih, Mehdî gelene kadar ümmetin velayetini onun adına, ona vekâleten üstlenecek dinî otoritenin, mevkiin, kurumun Mehdî adına ifade edilişidir. Şiî teolojisindeki bir değişimin, transformasyonun sonucudur. Tarihsel Şiîlikte Velayet-i Fakih diye bir kavram yoktur.
Bizim Ehl-i Sünnet olarak olaya bakışımız, buradan çıkaracağımız kanaat şudur:
Bir, söyleyegeldiğimiz gibi kelâm ulemâsı, Ehl-i Sünnet âlimleri, tarih boyunca dönemin aktüalitesi neyse kelâm ilmini ona uygun olarak sürekli canlı tuttular. Bir adaptasyona tabî tuttular. Dönemine yabancı, dönemine cevap veremeyen bir kelam sistemi olmamıştır.
Her kelâm alimi yaşadığı dönemin kelâmî problemlerini ele almış, güncellemiştir. Günümüzde bunu yapacak bir kelam alimi olmadığı için kelam ilmi kendini güncelleyememiştir. Dikkat ederseniz aslında modern zamanlarda ümmetin başına bela olan en büyük sorun reformasyon, modernizasyondur. Onun da kelâmî temelleri vardır. Daha doğrusu kelâmî temel üzerinde kurulmamış bir reformasyon mümkün değildir. Dolayısıyla biz “dinde reform” dendiğinde daha ziyade bir takım fıkhî hükümleri anlıyoruz. Oysa bunun bilinç düzeyinde bir kelam temeli vardır. Kelâm temelinde din, reforme edilmesi gereken bir unsur haline getirilmedikçe ahkâm yani fer’i ahkâmla reforma gidemezsiniz.
Böyle bir bilinç yapısı oluşturacaksınız ki fer’i ahkâmı istediğiniz gibi şekillendirebilesiniz.

Anlayış bozulmak isteniyor.
Yani dil algısı… Bu nedir? Kelamdır. Dolayısıyla buradan çıkaracağımız birinci sonuç budur. Bugün ümmetin içinde bulunduğu “modern problem”lerin her sahada cevabını bulduğu güncellenmiş bir kelam… Kelam ilmi bizde temel olarak akîdenin temel unsurlarını muhafaza etmek üzere geliştirilmiş beşeri bir kurumdur. Akîdenin temeli beşeri değildir. Nassa dayanır, Kur’an’a ve Sünnet’e…
Kelamı burada “İslâm’a Muhatab olarak, İslâm’ı algılamak için bir çaba olarak…”
Evet şöyle diyelim. İtikadî sistemi muhafaza etmek için üretilmiş beşeri bir sistem.

Bir müessese…
Dolayısıyla biz ortam ne kadar değişirse değişsin, tarih ne kadar ilerlerse ilerlesin itikadî unsurları artırmak veya azaltmak gibi bir yetkiye sahip değiliz. İtikadîyata bir unsur eklemek veya oradan bir şey çıkarmak doğrudan kişinin imanını etkiler.
Şimdi Şiâ’da takiyye itikadî bir unsurken yerine Velayet-i Fakih diye bir kurum ihdas edildi. Onun yerine -itikadî seviyede- ikame edildi. Biz Ehl-i Sünnet olarak böyle bir şey yapamayız. Bu, itikadın yapısına, tabiâtına terstir. O halde yapılması gereken şey şudur:
Ona arız olan dönemsel problemler ile yorumlamak ya da o problemleri çözmek üzere geliştirilmiş İslâm yorumları olabileceği kabul etmekten vazgeçmek.
Demin sizin sözünü ettiğiniz nokta bu. Yani bir dönemde İslâm ümmeti emperyalistlerin istilasına maruz kaldı.

Hocam aslında bunların da ihmali devlet yokluğundan değil mi?. İktidar yokluğundan değil mi?..
İşte bu ikisi arasında bir bağ var. Mesela burada Seyyid Kutub gibi bir isim şunu söyleyebildi. “Bugün ümmetin bir siyasi otoritesi olmadığı için dünya çapında bir irtidad yaşanıyor” Yani ‘siyasetiniz yoksa mürtedsiniz.’ noktasına gelindi. Yanlış olan buydu. Siz siyaseti olmayan, günlük politikaya aktif olarak katılmayan bir İslâm’ı yanlış bir İslâm olarak düşünemezsiniz. Belki bireysel plânda yaşanan, dolayısıyla eksik yaşanan bir İslâm söz konusudur ama itikadîyatı tamdır.
Yıllar önce bir dergiye yazı yazmıştım. On beş-yirmi sene önce. O dergide Buharî’de, Müslim’de vs. geçen bazı hadislere atıf yaparak demiştim ki: Sultan II. Abdulhamid Han merhum hakkında söylenen bir şey var. Önceden de sanıyorum Ali Bulaç yazmıştı bunu… Abdulhamid Han dönemin Şeyhülislâm’ına demiş ki:
Bir fetva çıkaracaksın ve diyeceksin ki:
“Ey Ümmet!
Eğer padişahımız, efendimizde Şeriat’a aykırı bir tutum, bir uygulama, bir fiil görürseniz sakın ola ki karşı çıkmayın. Oturun Allah’a dua edin. O’nu düzeltsin, ıslah etsin.”
Dergi bunu hangi maksatla yapıyordu? İslâm’da siyasî muhalefet bilinci yok edildi. İşte örneği demesinler diye. Ben o zaman demiştim ki: Bunun siyasal muhalefet bilinciyle bir alâkası yok. Bu doğrudan hadise dayanır. Dolayısıyla daha temelde bir "paradigma" olarak bu mesele ele alınmalıdır.

Genel yayın yönetmenimiz Ali Osman beyin güzel bir tesbiti var: Şiîlik savaşırsa Sünnileşir, itikadî olarak arınır. Sadr biraz savaştı, Sünnilere yanaştı, fakat devamını getiremedi. Kıramadı, kendini Şiîlikle bağlayan zincirleri… Cihada devan edebilseydi, hakikaten görecekti.
Dediğiniz gibi Irak’tan başlayarak bütün dünyada Şiî-Sünnî ittifakını doğurabilirdi. O dönemde çünkü Sünnî ulemâdan da bunu destekleyen açıklamalar, fetvalar geldi. Şiî-Sünni çatışması yoktur, işgale karşı birlikte direniyoruz… Gibi…
Fakat işte bunun emperyalizme karşı doğuracağı tehlike sezildiği için Sadr hareketini bir şekilde devre dışı bıraktılar. Şunu da söylememiz lazım: Şu ânda orada işgale direnen insanların çok dikkatli, çok hassas olması lazım. Şimdi yer yer bizim itikadımızla çelişen, buradan baktığımızda benimsemediğimiz, benimsenmemesi gerektiğini düşündüğümüz bazı eylemler oluyor. Bu hengâme içerisinde bu eylemleri kim yapıyor nereden geliyor? Bunu tesbit etmek de zarurî…

İran Cumhurbaşkanı Ahmedi-necad’ın İsrail karşıtı konuşmaları oluyor. ‘İsrail haritadan silinmelidir’ şeklinde. Son yirmi yıldır İran’ın malûm politikalarını da göz önünde tutarsak sizce ne kadar samimi?..
Bunu test etmenin birkaç yolu var:
Bir… Yeryüzündeki herhangi bir İslâmî hareketi, bir yerdeki haksızlığa ve zulme başkaldırmış hareketi… Bu fiilî cihad da olabilir, fiilî başkaldırı da olabilir. İşte onlarla ilgili olarak İran’ın ne yaptığına bakmak lazım.
Bu sorunun cevabını da Ahmedinecad’ın kalbini yarıp bakmak için, yeryüzündeki herhangi bir İslâmî harekete, faaliyete İran’ın desteği mi vardır, kösteği mi vardır? Bunu tesbit edersek buradaki samimiyetin seviyesini görebilmemiz mümkündür. Zannediyorum anlatmış oldum.

Röportaj için teşekkür ederiz.
Ben teşekkür ederim.


http://www.aylikdergi.com/roportajlar/Ebubekir%20Sifil.html
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
EHL-İ SÜNNET İTİKÂDI





Hadis-i şerifte, ümmetin 73 fırkaya ayrılacağı, birisi hariç diğerlerinin Cehenneme gideceği,.Cennete gidecek tek fırkanın Peygamber aleyhisselâmın ve Eshâb-ı kirâmın yolundan giden fırka olduğu bildirilmiştir. İtikatda ayrılık olmaz. İslâm âlimleri, Hadis-i şerifler ve icma ile hâsıl olan hükümleri sistemleştirmişlerdir. Bu sisteme Ehl-i sünnet vel cemaat dendiği bütün mu’teber kitaplarda yazılıdır. Sonradan çıkmış değildir. Tek doğru olan islâm itikadının adıdır. Allah'ın ezeldeki sıfatları mahluk ve sonradan olma değildir. Allah'ın sıfatlarının yaratılmış ve sonradan olduğunu söyleyen, yahut tereddüt eden veya şüphe eden kimse Yüce Allah'ı inkar etmiş olur.
Kur'an-ı Kerim, Allah kelamı olup, mushaflarda yazılı, kalplerde mahfuz,dil ile okunur ve Hz.Peygamber'e indirilmiştir. Bizim Kur'an-ı Kerim'i teleffuzumuz, yazmamız ve okumamız mahluktur fakat Kur'an mahluk değildir. Allah'ın Kur'an'da belirttiği Musa ve diğer Peygamberlerden, firavun ve İblis'ten naklen verdiği haberlerin hepsi Allah kelamıdır, onlardan haber vermektedir. Kur'an ise Allah'ın kelamı olup, kadim ve ezelidir.


  • Allah bir şey'dir, fakat diğer şeyler gibi değildir. O'nun varlığı cisim, cevher, araz, had, zıd, eş ve ortaktan uzaktır. O'nun Kur'an'da zikrettiği gibi eli, yüzü ve nefsi vardır, Allah'ın Kur'an'da zikrettiği gibi el, yüz ve nefs gibi şeyler, keyfiyetsiz sıfatlardır.O'nun eli, kudreti veya nimetidir denilemez . Zira bu takdirde sıfat iptal edilmiş olur.Bu, Kaderiyye ve Mutezile'nin görüşüdür.O'nun elinin, keyfiyetsiz sıfat olması gibi, gazabı ve rızası da keyfiyetsiz sıfatlarından iki sıfattır.
  • Allah, eşyayı bir şeyden yaratmadı. Allah, eşyayı oluşundan Önce, ezelde biliyordu. O, eşyayı takdir eden ve oluşturandır.
  • Allah'ın dilemesi, ilmi, kazası,takdiri ve Levh-i Mahfuz'daki yazısı olmadan, dünya ve ahirette hiçbir şey vaki olmaz. Ancak onun Levh-i Mahfuz'daki yazısı , hüküm olarak değil, vasıf olarak yazılıdır. Kaza, kader ve dilemek, O'nun nasıl olduğu bilinmeyen sıfatlarındandır. Allah, yok olanı yokluğu halinde yok olarak bilir, onun yarattığı zaman nasıl olacağını bilir,Var olanı,varlığı halinde var olarak bilir, onun yokluğunun nasıl olacağını bilir.Allah ayakta duranın ayakta duruş halini, oturduğu zaman da oturuş halini bilir. Bütün bu durumlarda Allah'ın ilminde ne bir değişme, ne de sonradan olma bir şey hasıl olmaz.Değişme ve ihtilaf, yaratılanlardan olur.
  • Allah'ın 'Allah Musa'ya hitap etti.' 130 ayetinde belirttiği gibi, Musa Allah'ın kelamını işitti. Şüphesiz ki Allah, Musa ile konuşmasından önce de, kelam sıfatı ile muttasıfı. Yüce Allah yaratmadan da ezelde yaratıcı idi. Allah, Musa'ya hitap ettiğinde, ezelde sıfatı olan kelamı ile konuştu. O'nun sıfatlarının hepsi, mahlukların sıfatlarından başkadır. O bilir, fakat bizim işittiğimiz gibi değil. O kadirdir, fakat bizim gücümüzün yettiği gibi değil. Biz uzuvlar ve harflerle konuşuruz. Oysaki Allah, uzuvsuz ve harfsiz konuşur. Harfler mahluktur, fakat Allah'ın kelamı mahluk değildir.
  • Allah insanları küfür ve imandan hali olarak yaratmış, sonra Onlara hitap ederek emretmiş ve nehyetmiştir. Kafir olan; Kendi fiili, hakkı inkar ve reddetmesi ve Allah'ın yardımını kesmesiyle küfre sapmıştır. İman eden de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah'ın muvaffakiyet ve yardımını ile iman etmiştir. Allah Ademin neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış,Onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı enredip, küfrü yasaklamıştır. Onlar da onun Rabb olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu , onların imanıdır. İşte onlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre sapan bu fıtratıdeğiştirip bozmuş olur. İman ve tasdik eden de fıtratında sebat ve devam göstermiş olur. Allah, kullarının hiç birini iman veya küfre zorlamamış. Onları mü'min veya kafir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilleridir. Allah, küfre sapanı, küfrü esnasında kafir olarak bilir.O kimse daha sonra iman ederse, imanı halinde mü'min olarak bilir, ilmi ve sıfatı değişmeksizin onu sever.
  • Kulların hareket ve sükün gibi bütün fiilleri hakikatten kendi Kesbleri (kazançları)'dir.Onların yaratıcısı ise Yüce Allah'tır.Onların hepsi Allah'ın dilemesi, ilmi,hükmü ve kaderi ile olur. Taatların hepsi, Allah'ın emri, muhabbetti, rızası, ilmi,dilemesi, kazası ve takdiri ile vacip kılınmıştır. Masiyetlerin hepsi de Allah'ın ilmi, kazası , takdiri ve dilemesi ile olmakla beraber, rızası ve emri değildir.
  • Peygamberlerin hepsi de (salat ve selam olsun) küçük, büyük günah,küfür ve çirkin hallerden münezzehtir. Fakat onların sürçme ve hataları vaki olmuştur. Hz.Muhammed , Allah'ın sevgili kulu, resülü, nebisi, seçilmiş tertemiz kuludur. O hiçbir zaman puta tapmamış , göz açıp kapayacak bir an bile Allah'a ortak koşmamaktır. O, küçük büyük hiçbir günah işlememiştir.
  • Peygamberlerden sonra insanların en faziletlisi, Ebu Bekr es-Sıddık, sonra Ömer el-Faruk, sonra Osman b. Affan Zu'n-Nureyn, daha sonra Aliyyu'l-Murtaza'dır. Allah hepsinden razı olsun. Onlar doğruluk üzere , doğruluktan ayrılmayan, ibadet eden kimselerdir. Hepsine sevgi ve saygı duyarız. Hz.Peygamber'in ashabının hepsini Sadece hayırla anarız.
    <LI style="TEXT-ALIGN: justify">
    Bir müslümanı , helal saymaması şartıyla, büyük günahlardan birini işlemesi ile kafir sayamayız. Bu durumdaki bir kimseden iman ismini kaldıramayız, ona gerçek amlamda mü'min deriz. Bir Mü'minin kafir olamamakla beraber günahkar olması caizdir. Günahlar, mü'mine zarar vermez demeyiz. Keza günah işleyen Kimse Cehennem'e girmez de demeyiz. Dünyadan mü'min olarak ayrılan kimse,fasık da olsa Cehenem'de ebedi kalacaktır, demeyiz. Mürcie'nin dediği gibi, iyiliklerimiz makbul, kötülüklerimiz de affetdilmiştir, demeyiz. Fakat kim bütün şartlarına uygun, müfsit ayıplardan uzak amel işler ve onu küfür ve dinden dönme gibi şeylerle boşa çıkarmaz ve dünyadan mü'min olarak ayrılırsa şüphesiz Allah onun amelini zayi etmez, bilakis kabul eder ve ondan dolayı sevap verir, deriz. Allah'a ortak koşmak ve küfür dışında, büyük ve küçük günah işleyen, fakat tevbe etmeden mü'min olarak ölen kimsenin durumu Allah'ın dilemesine bağlıdır. Dilerse ona Cehennem'de azap eder, dilerse affeder ve hiç azaba uğratmaz. Herhangi bir amele riya karıştığı zaman, o amelin ecrini yokeder. Keza ucüb(kendi amelini üsütün görmek)de böyledir.
  • Peygamberlerin mucizeleri ve velilerin kerametleri haktır. Ancak Haberlerde belirtildiği üzere İblis, Firavun ve Deccal gibi Allah düşmanlarına ait olan, onların şimdiye kadar vukua geliş ve gelecekhallerine mucize de, keramet de demeyiz.Bu onların hacetlerini yerine getirmedir. Zira , Allah, düşmanlarının ihtiyaçlarını, onları derece derece cezaya çekmek ve sonunda cezalandırmak şeklinde yerine getirir. Onlar da bunu aldanarak azgınlık ve küfürde haddiaşarlar. Bunların hepsi de caiz ve mümkündür.
  • Yüce Allah yaratmadan önce de yaratıcı, rızık vermeden evvel de rızıklandırıcı idi. Allah ahrette görülecektir. Müminler Allahı cennette aralarında mesafe olmaksızın, teşbihsiz ve keyfiyetsiz olarak baş gözleriyle göreceklerdir.
  • İman; dil ile ikrar kalb ile tasdiktir. Gökte ve yerde bulunanların imanı, iman edilmesi gereken şeyler yönünden artmaz ve eksilmez, fakat yakin ve tasdik yönünden artar ve eksilir. Müminler iman ve tevhid hususunda birbirlerine musavidirler. Fakat amel itibariyle birbirlerinden farklıdırlar.
  • İslam Allahın emirlerine teslim olmak ve itaat etmek demektir. Lugat itibariyle iman ve islam arasında fark vardır. Fakat islamsız iman imansız da islam olmaz. Onların ikisi de bir şeyin içi ve dışı gibidirler.
  • Din ise; iman ve şeriatlerin hepsine verilen bir isimdir. Biz, Yüce Allahı kendisini kitabında tavsif ettiği bütün sıfatlarıyla gerçek olarak biliriz.
  • Hiç kimse Allahın şanına layık şekilde hakkıyla ibadet etmeğe kadir değildir. Fakat insan ancak Allahın kitabında, Rasulullahın bildirdiği ölçüde Allaha ibadet eder.
  • Bütün müminler; marifet yakin, tevekkül, muhabbet, rıza, korku ve ümit ve iman hususunda birbirlerine musavidirler. Bu konuda imanın dışındaki hususlarda farklılaşırlar.
  • Allah, kullarına karşı lutufkardır, adildir, kulun hakettiği sevabı lütfuyla kat kat fazlasıyla verir. Kulunu, adaletinin icabı olarak işlediği günahdan dolayı cezalandırır. Keza lütuf olarak bağışlarda.
  • Peygamberlerin şefaatı haktır. Peygamberimizin şefaati, günahkar müminler ve onlardan büyük günah işleyip cezayı hak etmiş olanlar için hakk ve sabittir.
  • Kıyamet günü amellerin mizanla tartılacağı hususu haktır. Hz.Peygamberin havzı haktır. Kıyamet günü, hasimler arasında iyilikler, alınarak kısas ve hesaplaşma olması haktır. İyilikler bulunmadığı takdirde kötülüklerin atılması, hak ve caizdir.
  • Cennet ve cehennem halen yaratılmıştır, ebediyyen de fani olmayacaklardır.
  • Yüce Allahın cezası da, sevabı da ebedidir.
  • Allah dilediğini kendisinin bir lutfu olarak hidayete ulaştırır. ilediğini de adaletinin gereği olarak sapıklığa düşürür. Allahın sapıklığa düşürmesi, hızlanıdır. Hızlanın manası ise; Allahın razı olacağı şeylerden onun muvaffak kılmayıp, yardımını kesmesidir. Bu Allahın adaleti gereğidir. Keza, Allahın günahkarları, isyanları sebebiyle cezalandırması da adaleti icabıdır.
  • Şeytan, mümin kuldan imanı baskı ve cebirle alır, dememiz doğru değildir. Fakat kul imanı terkederse şeytan da onun imanını alır, deriz.
  • Kabirde Münkerle Nekirin sualleri haktır.
  • Kabirde ruhun cesde iade edilmesi haktır.
  • Bütün kafirler ve asi müminler için kabir sıkıntısı ve azabı haktır.
  • Alimlerin, Allahın sıfatlarını farsça(Arapçadan başka bir dille) söylemeleri caizdir. Fakat Yed yani el kelimesi, Allahın sıfatı olarak söylenemez. Fakat fasça olarak Ruy-i Huda Allahın yüzü demek değil, keramet ve zillet manasındadır. İtaatli olarak kul, Allaha keyfiyetsiz olarak, asi kul ise keyfiyetsiz olarak Allahtan uzak olur. Yakınlık, uzaklık ve yönelmek yalvaran kula racidir. Keza, cennette komşuluk ve Allahın önünde bulunmak, keyfiyetsiz şeylerdir.
  • Kuran Allahın rasulüne indirilmiş olup, mushaflarda yazılıdır.
  • Kemal manasında Kuran ayetlerinin hepside fazilet ve büyüklük bakımından. Birbirine müsavidir. Fakat bazısında zikir ve zikredilen fazileti bahis konusudur. Ayetel kürsi buna misaldir. Burada zikredilen Allahın yüceliği, azameti ve sıfatlarıdır. Bu ayette hem zikir, hem de zikredilenin fazileti olarak, iki fazilet biraraya gelmiştir. Bu kısımda ise sadece zikir fazileti vardır. Kafirlerin kıssalarında olduğu gibi, bu ayetlerde zikredilenin bir fazileti yoktur, Çünkü zikredilenler kafirlerdir. Keza Allahın isim ve sıfatlarının hepsi de azamet ve fazillette musavidir, aralarında farklılık yoktur.
  • İnsan tevhid ilminin inceliklerinden herhangi birinde güçlükle karşılaşırsa, sorup öğreneceği bir alim buluncaya kadar, Allah katında doğru olana inanması gerekir. Böyle bir kimseyi arayıp bulmakta gecikmesi değildir. Bu hususta tereddüd edilerek beklemek mazur görülmez. Eğer tereddüt ederek beklerse kafir olur.
  • Mirac haberi haktır. Onu reddeden sapık ve bidatcı olur.
  • Deccalın, yecüc ve mecucun ortaya çıkması, güneşin batıdan doğması, Hz.İsanın gökten inmesi ve sahih haberlerde bildirilen kıyamet alametlerinin hepsi de hakktır.
  • Yüce Allah dilediğini doğru yola hidayet eder.
  • Muhammed aleyhisselam son peygamberdir. Ondan sonra peygamber gelmez.
  • Eshâb-ı kirâmın tamamını sevmek, hiçbirini kötülememek gerekir.

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Eshâb-ı kirâmı kötülemek câiz midir?

Müslümanlar, Eshâb-ı kirâmın tamamını severler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:


  • Eshâbım konuşulurken dilinizi tutunuz!
  • Ümmetimin en kötüsü, Eshâbıma dil uzatmağa cesaret edenlerdir.
  • Eshâbıma dil uzatanlara, onlara söğenlere Allah la’net eylesin!
  • Eshâbımı incitmekte Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra onları kötü bilmeyiniz! Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten beni incitir. Beni inciten de Allahü teâlâya eziyet etmiş olur ki, buna azap eder.
Bu hadis-i şeriflerin hepsi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât isimli kıymetli kitabında vardır. Ne idiğü belli olmayan kitapları almak uygun değildir. Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:


  • Eshâbım arasında fitne olacaktır. 0 fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine afv ve mağfıret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshâbıma dil uzatarak Cehenneme gireceklerdir.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ehl-i sünnetin başlıca prensipleri nelerdir?

İmâmı A‘zam hazretleri, Ehl-i sünneti şöyle bildirmiştir:
1.Hazret-i Ebu Bekir ile Hazret-i Ömer’i ümmetin en üstünü tutmak,
2.Hazret-i Osman ile Hazret-i Ali’yi sevmek
3.Hayrın ve şerrin Allahü teâlâdan olduğuna inanmak. Allahın yaratmasıyle meydana geldiğine, kul iyilik isteyince Cenab-ı Hakkın yaratıp râzı olduğuna, kötülük isteyince yaratıp razı olmadığına inanmak,
4.Mest üzerine meshi câiz görmek,
5.Günah işleyenlere kâfir dememek.
Bu beş i’tikad ile, Ehl-i sünnet diğer, sapık mezheplerden ayrılmaktadır.

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Îmânın sahih, makbul ve mu’teber olması için şartlar nelerdir?

1— İmânda devamlı ve sabit olmak.
Üç sene sonra müslümanlıktan çıkacağım derse, o andan itibaren müslümanlıktan çıkmıştır.
2— Havf ve reca arasında olmak.
Allahü teâlânın azabından korkmalı ve rahmetini ümit etmelidir. Bir kimse, ben muhakkak Cennetliğim diyerek, Allahü teâlâdan korkmazsa veya ben çok günahkârım Cehenneme gideceğim diyerek Cenab-ı Hakkın rahmetinden ümidini keserse imân nûru söner.
3— Can boğaza gelmeden imân etmek
Can boğaza gelince âhıret işleri müşahede edilir. 0 zaman bütün gayr-i müslimler hakikatı görünce hemen îmân ederler, ama kabul olmaz. Çünkü îmân gaybidir. Ölmek üzere iken Cenneti Cehennemi görünce (Demek ki âhıret varmış, iman ettim) demek mu’teber olmaz. Fakat bu anda bile mü’minin yaptığı tevbe kabul olur.
4— Güneş batıdan doğmadan önce îmân etmek
Âhır zamanda dünya yörüngesinden çıkıp başka bir yörüngeye girdiği zaman güneş batıdan doğup doğudan batacaktır.
5- Gaibi yalnız Allahü teâlânın bildiğine inanmak
Gaibi yalnız Allahü teâlâ bilir. Bir de onun bildirdikleri bilir. Melekler, cinler ve peygamberler de gaibi bilemez. Fakat Allahü teâlânın bildirdiği sâlih bir kulu da bilebilir.
6— Zaruretsiz ve kasten îmândan bir hükmü reddetmemek
Küfrü icap ettiren söz veya başka şeyleri kullanmamalıdır. Kısacası tahkiri icap eden şeyi ta’zim, ta’zim icap eden şeyi tahkir ederse îmân dairesinden çıkar.
7— Dinde zaruri bir şeyde şüphe ve tereddüt etmemek
Acaba namaz farzm mıdır, kumar haram mıdır. Kur’ kerim kelâm-ı ilâhi midir? gibi bir hükümde şüphe eden kimse, îmândan çıkar.
Meşhur bir harama helal, meşhur bir helâla haram demek îmândan çıkmağa sebeptir.
8— İtikadını lsi İslâm dininden almak
Tarihçilerin, felsefecilerin, fencilerin bildirdiği şekilde değil, Muhammed aleyhisselâmın bildirdiği şekilde iman etmek lâzımdır.
9— Hubbi fihlâh, buğd-ı fillâh üzere olmak
Sevgi ve buğzu yalmz Allahü teâlâ için ohnalıdır.
10— Ehl-i sünnet vel cemaata uygun itikad etmek
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Ehl-i Sünnet Olabilmenin Şartları Nelerdir?

1) Kur’ân-ı kerimin kelâm-ı ilâhi olduğuna inanmak.
2) Kendi îmânından şüphe etmemek.
3) Eshâb-ı kirâmın tamamını sevmek, hiç birine dil uzatmamak.
4) Cennette mü’minlerin Allahü teâlâyı göreceğine inanmak.
5) Fıskı bilinmeyen her îmâmın arkasında namaz kılmak.
6) Ehl-i kıbleyi tekfir etmemek. (Dinde bilinmesi zaruri lâzım olan şeylere inanmıyanlar mü’min değildir.)
7) Ameli îmândan parça bilmemek. (Günah işleyen kimseye kâfir dememek.)
8) Mest üzerine meshin dinden olduğunu kabul etmek.
9) İyilik ve kötülüğün, hayır ve şerrin Allahü teâlânın takdiri ile olduğuna inanmak
10) Mir’acın ruh ve beden ile olduğuna inanmak, Şefa’ate inanmak, Kabr azabının ruh ve bedene olacağına inanmak.

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Allahım...HAK YOLUN ÜZERE İLMİMİZİ TAKVAMIZI ARTTIR...SON NEFESTE İMANLA GİDENLERDEN EYLE...BÜTÜN DİN KARDEŞLERİMİZİN KALPLERİNİ BİRLEŞTİR...AÇIK-GİZLİ ŞİRKTEN...KUL HAKKINDAN...RİYAKARLIKTAN SANA SIĞINIRIZ...İSLAM MÜCAHİDLERİNİ MUZAFFER EYLE....İSLAM İHTİLAL VE İNKILABININ ERLERİ EYLE BİZLERİ...İSLAM OTORİTESİYLE YAŞANAN BİR DÜNYA BAHŞET...SANA İNANDIK...SANA GÜVENDİK....SENDEN BAŞKA SIĞINAĞIMIZ YOK RABBİM...AYAKLARIMIZI YOLUN ÜZERE SABİT EYLE...ŞEHADETİ NASİP EYLE...
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Eshâb-ı kirâmı kötülemek câiz midir?

Müslümanlar, Eshâb-ı kirâmın tamamını severler. Hadis-i şerifte buyuruldu ki:


  • Eshâbım konuşulurken dilinizi tutunuz!
  • Ümmetimin en kötüsü, Eshâbıma dil uzatmağa cesaret edenlerdir.
  • Eshâbıma dil uzatanlara, onlara söğenlere Allah la’net eylesin!
  • Eshâbımı incitmekte Allahü teâlâdan korkunuz! Benden sonra onları kötü bilmeyiniz! Onları seven, beni sevdiği için sever. Onlara düşmanlık eden, bana düşmanlık etmiş olur. Onları inciten beni incitir. Beni inciten de Allahü teâlâya eziyet etmiş olur ki, buna azap eder.
Bu hadis-i şeriflerin hepsi İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât isimli kıymetli kitabında vardır. Ne idiğü belli olmayan kitapları almak uygun değildir. Yine hadis-i şerifte buyuruldu ki:


  • Eshâbım arasında fitne olacaktır. 0 fitnelere karışanları, Allahü teâlâ benimle olan sohbetleri hürmetine afv ve mağfıret edecektir. Sonra gelenler ise, bu fitnelere karışan Eshâbıma dil uzatarak Cehenneme gireceklerdir.

Allahü teala razı olsun kimkimdir kardeşim.Bir kimsenin talebesi kötülenirse hocası kötülenmiş olur.Çünkü hoca talebesiyle ölçülür.Eshab-ı Kiram efendilerimizin hocası Resulullah(Aleyhisselatu vesselam)efendimiz olduğu için bunları kötülemek O server'i(Aleyhisselam) kötülemektir.Eshab-ı Kiram o kimselerdir ki Allahü teala onları habibinin sohbetine layık olarak halk etmiştir.buyuruyor ehl-i sünnet alimleri...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
KURTULUŞ YOLU* (FIRKA-I NACİYE )-EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT

Allah'ın Resûlü, etraflarında sahabîleri, ince bir değnekle kum üzerine
derince ve dümdüz bir çizgi çektiler ve sonra bu çizginin iki yanına
kırk-ayağa benzer birtakım kısa hatlar ekleyerek buyurdular

-"Şu dosdoğru çizgi kurtuluş yoludur; ondan kopma küçük hatlarsa felâket
yönleri..."


Ve daha nice hadîs... Bir tanesi daha:


-"Musa Peygamber'in ümmeti 71 fırkaya ayrıldı. Biri nur, 70'i ateş
yolunda... İsâ'nın ümmeti de 72 bölüm... Biri nur, 71'i ateş
istikametinde... Benim ümmetimse 73 fırka olacak; biri nura, 72'si ateşe
yönelecek."


Bu hadîsler karşısında gerçek imân hassasiyetinin ne olduğunu da İmâm-ı
Gazalî Hazretlerinin ağzından sunalım:


-"Şüphesiz ki insanların çeşitli din ve milletlerde bulunuşu, daha sonra
ümmetin çeşitli fırkalara ayrılması keyfiyeti, içinde birçok insanın
boğulduğu engin bir denizdir. Pek az insan bu denizden kendini
kurtarabilmiştir. Her fırka da kendisinin doğru yolda olduğunu zanneder.
Nitekim âyette, "Her zümre kendi inancından memnundur" buyuruluyor. Evet; bu
ümmet içinde de yolları birbirine zıt birçok fırkaların zuhur edeceğini,
doğru söyleyenlerin en doğrusu Peygamberimiz buyurmuştur ve haber verdiği
gibi de olmuştur... Gençliğimin başından itibaren henüz 20 yaşıma varmadan,
yani bülûğ çağına yaklaşan bir zamandan beri -ki şimdi 50 yaşımı geçmiş
bulunuyorum- daima bu derin denizin dalgalarıyla mücadele etmekte, korkmadan
ve cesaretle derinliklerine dalmaktayım. Her türlü karanlık meselelerle çok
meşgul oluyorum. Her müşküle göğüs gerer ve her uçurumu atlamaya çalışırım.
Her fırkanın akidesini dikkatle araştırırım. Hak ile bâtılı, sünnete uygun
olanla bid'atı ayırmaya ve her taifenin mezheplerinin sırlarını keşfe
çalışırım."


Bir ân için, gerçekten yırtınan, çırpınan ve "ben doğru olduğumu nereden
bileyim?" diye vicdanları infilâk hâlinde kaynayan bir insan topluluğu
içinde olduğumuzu farzedelim; yâni imânı babadan kalma âdet gibi kabullenen
değil de, imân zaruretine eren ve İslâm içindeki yollardan hangisinin doğru
olduğunu arayan... Hiç kimse "ben yanlış yoldayım!" demeyeceğine, herkese
kendi hakikatinden daha aziz birşey olmayacağına göre, hakikatin hakikati
nerde?..

·

Habercilerin En Doğrucusunun-PEYGAMBERİMİZİN kurtuluş fırkası üzerinde işaret buyurdukları
bir delil vardır:

-"Kurtuluş fırkasının kadrosu içindekiler şunlardır ki, TEK YOL
üzerindedirler... Ben de o yol üzerindeyim. SAHABÎLERİM DE O YOL
ÜZERİNDEDİR."

Ölçü bu kadar açıkken, sahabîye dil uzatan ve onun rolü ve mânâsını bilmez
bir takım ayı zümrelerin kurtuluş yolu dışındaki sapıklığı temsil etmelerini
anlamamak ve hâlâ onlara karşı "hoşgörü"den dem vurmak, ayılığın tâ kendisi
değil midir?..

·

Rahman Sûresi'nde, "ALLAH KUR'ÂN'I ONA ÖĞRETTİ" âyetinden anlaşılıyor ki,
Kur'ân'ın tefsirini yine Allah'tan dinlemek gerektir; bunu Hak'tan
başkasından dinleyemezsin. O yorumcuların tefsiri, onların kendi hâlidir,
Kur'ân'ın tefsiri değil; yoksa dışyüzden sözlü tercümesini beş yaşındaki
çocuklar bile yapabilirler... İş, ölçüsüz endazesiz herkesin kendi keyfine
kaldı mı, herhangi bir Arap çocuğunun Kur'ân'ı kemâliyle anlamakta olduğu
neticesine kadar gider!..

Vahy'in ilk muhatabı olan Allah Sevgilisi bile, Kur'ân'ı bizzat Allah'ın
öğrettiği şekilde öğrenmiştir ve O'nun sünnet ve hadîsleri bu cümledendir...
Onun vârisleri mevkiindekiler de, "davet ve irşâd" bahsinde temas olunan
bâtın kahramanları zümresindendir ki, bu zümrenin bâtın hissesiyle zâhirde
tecelli eden kahramanları da, Allah'tan dinledikleri kadarıyla tefsir işi
üzerindedir... Meselenin özü şu:

-"Bir insan Kur'ân'ı ben aklımla tefsir ederim dese ve bu Beyzavî Tefsirine
eşit olsa, küfürdür!"


İSLÂM'IN KALBİN YOLU olduğuna dair âyeti ortada dururken, kuru akılla
"kaynaktan yapmalıyız" tekerlemesine sarılan ahmak, bizim ölçülerle
ölçülerin mânâsına yaklaşabilme çetinliğini yaşamakta olduğumuzu görmez de,
-hissiz bir ayı ya!-, utanmadan "aman Kur'ân'dan uzak durun!" demekte
oluşumuzu ilân eder... İşin tuhaf tarafı, "kaynaktan yapmalıyız!"
tekerlemecilerinin ölçüleri dışyüzden bile tanımadıkları, dış yüzden bile
mânâlarını göremedikleri işaretlediğimiz ölçüleri görememelerinden belli;
öküz gibi bakmakla, en iptidaî insan idrakının bile görebileceği arasındaki
fark... İşin insan hafsalasını çatlatan misâllerinden biri de şu: Adam
oturmuş iki dergi sayfası kadar yazı yazıyor ve "içinde âyet bulunmayan
sözler boş sözlerdir!" diyor, fakat yazısı içinde âyet yok... Bizim bir
seferine mahsusunu işaretlediğimiz bu hususu, haftalar, aylar, yıllarca
tekerleyenlere ne demek gerektiğini izâha, lûgatte kelimeler âciz kalıyor!..
* Salih MİRZABEYOĞLU, İBDA DİYALEKTİĞİ –Kurtuluş Yolu-, İBDA Yay., 3 Basım,
s. 123-126
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Allahü teala razı olsun kimkimdir kardeşim.Bir kimsenin talebesi kötülenirse hocası kötülenmiş olur.Çünkü hoca talebesiyle ölçülür.Eshab-ı Kiram efendilerimizin hocası Resulullah(Aleyhisselatu vesselam)efendimiz olduğu için bunları kötülemek O server'i(Aleyhisselam) kötülemektir.Eshab-ı Kiram o kimselerdir ki Allahü teala onları habibinin sohbetine layık olarak halk etmiştir.buyuruyor ehl-i sünnet alimleri...

Allahcc yar ve yardımcınız olsun gönüldaş..
Dualarınızı beklerim...
BESMELE....SELAM...DUA...
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Doğru Yolun 47 Prensibi / M. Şevket EYGİ2. Peygamberlerden başka kimse mâsum değildir. Yüce Allah bazı velî kullarını hıfz eder.

3. Ashab-ı kiram efendilerimiz (radiyallahu anhüm ecmaîn) din konusunda âdildirler. Hepsine hayır dua ederiz.

4. Ashab arasındaki ihtilaflara aradan 14 asır geçtikten sonra karışmayız. Bunları Allah'a havale ederiz. Mahşer'de Mahkeme-i Rûzi Ceza'da muhakemesi yapılacaktır.

5. Peygamber'den sonraki ilk dört halifeyi râşid halifeler olarak biliriz, onlara saygısızlık yapmayız, onları severiz.

6. Müslümanın mü'min kardeşine taqıyye yapmasını doğru bulmayız. Resûl "Bizi aldatan, kandıran bizden değildir" buyurmuştur. Müslüman Müslümana taqıyye ve kitman yapmaz, yapmamalıdır.

7. Elimizdeki Mushaf'ın, Resulullah Efendimiz'e (salat ve selam olsun ona) indirilen Kur'ân olduğuna, ilahî metin ve nazımda hiçbir değişiklik, ilave, çıkartma, tahrif, tağyir yapılmadığına inanırız ve bu inanca aykırı bâtıl inançları ve görüşleri reddederiz.

8. İslâm dininin ve şeriatinin, mü'minlere yüklediği en temel ibadetin beş vakit namaz olduğunu biliriz. Hür ve mukim erkeklerin farz namazları, şer'î bir özür olmadıkça cemaatle kılmaları gerektiğini kesin bir bilgi ile biliriz.

9. Namaz abdesti alırken ayakların yıkanması gerektiğini iyi biliriz.

10. Müslümanın Müslümana rıfkla, şefkatle, merhametle, keremle, ihsan ve mürüvvetle muamele etmesi gerektiğini söyleriz.

11. Kütüb-i sitte denilen altı temel hadîs kitabının ve ayrıca, bu listeye dahil edilmemiş muteber hadîs kitaplarının Resûl-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya efendimiz hazretlerinin sözlerini, fiillerini, sükutlarını, yani sünnetini ihtiva ettiğini (içerdiğini) biliriz. Bu kitapları Kur'ân'dan sonra, şerî ve fıkhî hükümlerin istinbatında kaynak olarak kabul ederiz.

12. İlmî tahsil yapmamış, icazet almamış, sahih itikada sahip olmayan kişilerin kendi heva, re'y ve görüşleriyle Kitabullah'ı yalan yanlış tefsir etmelerine, Müslümanların kafalarını karıştırmalarına iyi gözle bakmayız, onların dall ve mudil olduklarını biliriz.

13. Kur'ân'a ve Sünnet'e dayanan güzel ahlâkın, İslâm'ın ayrılmaz bir parçası ve boyutu olduğunu kabul eder; bu ahlaka aykırı işler yapan fasık-ı mütecâhirleri dışlar ve kınarız.

14. İslâm'da kadınlar için tesettür ve hicab farzı olduğunu kesin şekilde biliriz ve inanırız. Tesettür ve hicabın kadınlar için büyük bir fazilet olduğunda, onları yücelttiğinde en küçük bir tereddüt ve şüphemiz yoktur.

15. İnanç ve ibadet konusunda, dinin usûlüne aykırı bütün bid'atleri reddederiz. Bunları dalalet/sapıklık olarak kabul ederiz.

16. Fırka, hizip, mezhep, tarikat, cemaat taassubunu çok zararlı bulur ve reddederiz.

17. Dinden çıkmaya yol açan bâtıl inançları, bid'atleri, eylem ve düşünceleri anonim olarak tenkit etmekle birlikte, isim vererek hiçbir kimseyi veya topluluğu küfürle, şirkle suçlamayız. Bu işi yetkili müftülere, kadılara, İmam'a bırakırız.

18. Bir insanın yüz halinden sadece biri imanına delalet etse onu Müslüman olarak kabul ederiz.

19. Mü'mini tekfir edenin (iddiası doğru değilse) kendisinin kafir olacağını biliriz.

20. Din hükümlerinin kaynaklarının dört olduğunu, bunlara edille-i erbaa denildiğini biliriz. Kur'ân, Sünnet, icmâ-i ümmet ve kıyas.

21. Peygamber efendimizin (salat ve selam olsun ona) bildirmiş olduğu gibi kendisinden sonra ümmetin 73 fırkaya ayrılacağını, bunların, biri müstesna, diğerlerinin ehl-i nar olduğuna, fırka-i nâciyenin (Kurtulacak olanların) Peygamberin ve Ashabının inandıkları gibi inanan, yaptıkları gibi yapan Müslümanlar olduğuna inanırız.

22. İnsanın en büyük düşmanının kendi nefs-i emmâresi olduğunu biliriz ve onunla mücadele etmek, onu gemlemek ve frenlemek gerektiğine inanırız.

23. Bu dünyanın fâni, gelip geçici bir yer olduğuna; mü'minler için bir imtihan meydanı olduğuna inanır ve bu imtihanı kazanmak için bütün gayretimizle çalışmak gerektiğine inanırız.

24. Peygamberimizin bütün insanlığa en güzel örnek ve model olduğuna, ebedî mutluluğa ermek için ona uymak, onu taklit etmek, onun yolundan ve izinden gitmek, onun gibi inanmak, onun gibi ibadet etmek, onun ahlakıyla ahlaklanmak gerektiğine inanırız.

25. Rahman'ın yeryüzünde velileri olduğuna inanırız. Veliler Kur'ân'a, Sünnete, Şeriata uyarlar. Bu üçüne uymayanlar evliyaurrahman değildir.

26. Gururun, kibrin, benliğin, nefsaniyetin çok kötü olduğunu biliriz ve bunlardan kurtulmak gerektiğine inanırız.

27. Allah ile olan bütün muamelelerimizde ihlasın esas olduğunu biliriz.

28. İnsanlarla ve diğer yaratıklarla olan muamelatımızda adaletin, rahmetin, şefkatin, keremin, paylaşmanın esas olması gerektiğini biliriz.

29. Mü'min kardeşlerimize merhametli ve şefkatli; harbî ve agrasif kâfirlere sert, tâvizsiz ve şiddetli olmak gerektiğine inanırız.

30. Müslümanların zimmetinde olan gayr-i müslim ahaliye ve reayaya iyi muamele etmek gerektiğine inanırız, onların bize tevdi edilmiş emanetler olduğuna inanırız.

31. Haram yemenin çok büyük bir günah olduğunu, bu günahı meşru gösterenlerin kafir olacaklarını, devamlı olarak haram yiyenlerin iflah olmayacağını biliriz.

32. Yalan söyleyen, sözlerini tutmayan, emanetlere ihanet eden, düşmanlıkta aşırı gidenlerin münafık olduklarını biliriz.

33. İslâm dininin, sahih itikadın, Kitabullah'ın, Resulün sünnetinin, dinin esaslarının ve usûlünün başlangıçtan bugüne herhangi bir kopukluk olmadan bütünüyle gelmiş olduğuna, dinimizin tahrife uğramamış bulunduğuna inanırız.

34. İslâm'da eksiklik, hatâ yoktur. Eksiklik ve hatâ dini iyi anlayamayan, gerektiği gibi uygulayamayan bir kısım Müslümanlardadır.

35. İslâm dininin lüksü, israfı, kibre ve gösterişe yönelik hayat tarzını, aşırı tüketimi, sefahati, saçıp savurmayı kesinlikle yasak ve haram kılmış olduğunu, Kur'ân'da müsrifler için "onlar şeytanın kardeşleridir" buyrulduğunu biliriz.

36. Hz. Muhammed'in risaletinden, Kur'ân'ın inzalinden sonra, daha önceki dinlerin ve şeriatların nesh edilmiş olduklarına, hükümlerinin kalktığına inanırız.

37. Allah katında tek hak ve makbul dinin İslâm olduğunu, sarih ayete dayanarak biliriz.

38. Bugünkü Musevîliğin Hz. Musa'nın dini olmadığını, bugünkü Hıristiyanlığın Hz. İsa'nın dini olmadığını biliriz.

39. Kur'ân'da "Peygamber kendi hevasından konuşmaz" buyuruluyor. Peygamberimizin sünnetinin de bir tür vahiy olduğuna inanırız.

40. "Lût peygamberin kızları kendisini sarhoş ettiler ve ondan gebe kaldılar" gibi yüz kızartıcı hikayelerin yüce bir peygambere iftira atmak olduğunu biliriz, bunlara inanmayız. Peygamberler böyle çirkinliklerden münezzehtir.

41. Resulullah'ı inkâr ve tekzib eden, Kur'ân'ın ilahî vahiy ve kitap olduğu inancını reddeden, İslâm'ı hak din olarak kabul etmeyen müşrik ve kafirleri ehl-i necat ve ehl-i cennet olarak kabul etmeyiz. Onlar bu redleri, inkarları, küfürleri ve tekzibleri yüzünden ehl-i cahimdir.

42. Tevhid ile Teslis'in birbirleriyle uyuşmayan, bağdaşmayan iki ayrı inanç olduğunu ve hak olanın Tevhid olduğunu biliriz ve aksini iddia edenleri uyarırız.

43. Küfre rızanın küfür olduğunu biliriz.

44. İslâm dini ilahîdir, hak dindir, onda eksiklik yoktur. Binaenaleyh dinde reform, değişiklik, yenilik yapılamaz. Dinin emirleri, yasakları, farzları, haramları değiştirilemez. Dinden tâviz verilemez.

45. Müslümanlar dini kendilerine değil, kendilerini dine uydurmakla yükümlüdür.

46. Dinin esaslarında bir ihtilaf, anlaşmazlık çıktığı zaman cumhur-i ulemaya, sevad-ı azama tâbi olmak gerekir.

47. Şeriat, Kur'ân'dan, sünnetten, icmâdan ve kıyas-ı fukahadan çıkartılmış dinin hüküm ve kurallarının tamamına verilen isimdir. Şeriat din ile özdeştir. Şeriat mukaddestir. Şeriatı inkâr ve tahkir eden dinden çıkmış olur./29.1.2009-MilliGazete
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Gülistan: Mezhepsizlik fikrinin kaynağı nedir? Bir mezhebe uymak zorunlu mudur? Muhakkik alimlerden Zahid Kevseri Hazretlerinin “Mezhepsizlik dinsizliğin köprüsüdür” sözünü açıklar mısınız?

Ebubekir Sifil: Aslına bakarsanız "Mezhepsizlik" diye bir şey yoktur. Mevcut mezheplerden birisini benimsemeyenlerin dahi bir mezhepleri olmak zorundadır ki bu, ya yeni ve müstakil bir mezheptir, ya da mevcut mezheplerin içtihadlarından meydana getirilen karma bir oluşumdur. Zira, birinci sorunun cevabını verirken mezhep olgusunun niçin "zorunlu" olduğunu belirtmiştik.

Mezhepsizlik Nedir?

O halde "mezhepsizlik" diye ifade edilen şey nedir? Bu sorunun en kestirme cevabı şudur: Mevcut mezheplerden birisiyle ameli kabul etmeyip, yeni bir oluşuma gitmek mezhepsizlik olarak ifade edilmektedir. Buradaki "yeni oluşum" eğer yeni ve müstakil bir mezhebi anlatıyorsa, söylenecek bir şey yoktur.

Bugün kendisini müstakil bir mezhep kuracak yetkinlikte, yani "mutlak müçtehid" olarak gören birileri varsa, tabii ki yeni bir mezhep tesis edebilirler. Ancak bunun bugün mümkün olmadığı ortadadır. Zira "yeni içtihad" çağrısı yaklaşık iki buçuk asırdır dile getiriliyor; buna rağmen ortaya yeni bir Usul-i Fıkıh konmuş değil! Usul-i Fıkıh olmadan mezhep olur mu? Mezhep dediğiniz yapı, Usul-i Fıkıh sistemi üzerine kurulur. Bu yoksa, o da yoktur.

Dolayısıyla geriye ikinci şık kalıyor: Mevcut mezheplerin içtihadlarından elde edilen "karma" bir mezhep. Bunun caiz olmadığını ise muhakkik alemler açıkça belirtmişlerdir.

Mezhepsizlik fikrinin kaynağı konusunda söylenebilecekler de iki başlık altında toplanabilir:

1. Doğrudan Kur'an ve Sünnet'le amel etme iddiası.

2. Mevcut mezheplerin içtihadlarının yetersiz/eskimiş olduğu ve yeni içtihadlar yapılması gerektiği düşüncesi.

Birinci düşünceyi benimseyenler, tamamen dinî endişelerle hareket ederler. Onlara göre mezhep imamlarının taklid edilmesi, kişiyi şirke kadar götüren gayri meşru bir tutumdur. Müslümanlar başkalarını taklid etmekle değil, Kur'an ve Sünnet'le amel etmekle mükelleftir.

Ne kadar iyi niyetle dile getirilirse getirilsin, bu düşüncenin, ayakları yere basan bir yaklaşımın ürünü olduğunu söylemek mümkün değildir. Zira herkesin müçtehid olmasını istemek, herkesin doktor ya da avukat olmasını istemek kadar, hatta ondan daha fazla abestir, "uçuk"tur! Tarih içinde İbn Hazm, bilahare de eş-Şevkânî tarafından dillendirilen "taklidin haramlığı" iddiası, günümü de de kendisine "Selefî" diyen bazı kardeşlerimiz tarafından tekrar edilmektedir.

İkinci yaklaşım ise dinin modernizasyonu/reformizasyonu düşüncesini savunanlar tarafından dile getirilmektedir. Onlara göre "Din" ile "Fıkıh" birbirinden ayrı şeylerdir. "Din", değişmezler sahasını oluştururken "Fıkıh" çerçevesine giren hususlar değişime tabidir; zaman ve zemine göre değişiklik gösterir.

Bu düşüncelerin her ikisi de "Fıkıh" sistemini, bilhassa Usul ve Kavaid sahalarını tam anlamıyla kavrayamamanın ya da dikkate almamanın ürünüdür. Zira Usul ve Kavaid'e hakkıyla işlerlik kazandırıldığında, Müslümanlar'ın çözemeyeceği, içinden çıkamayacağı mesele yoktur.

Bu saikle hareket edenlerin genellikle, "genellikle" diyorum, çünkü hepsini aynı kefede değerlendirmek doğru değildir, ideolojik bir zeminde, İslam'ı bir yerlere, bir şeylere uydurma çabasıyla hareket ettiği görülüyor. Ana dilde ibadet gibi, miras paylaşımı ve çok eşlilik gibi modern çağın değer yargılarına uymayan bütün ahkâmın red ve ilgasını hedefleyen bu yaklaşımın temsilcileri, genellikle dinin rasyonelleştirilmesi zemininde hareket eder; hadislerin reddi ya da en azından "hafife alınması", Kur'an ayetlerinin yorumunda keyfîlik… gibi tavırlarla dikkat çeker.

Allame Zâhid el-Kevserî merhumun "Mezhepsizlik dinsizliğin köprüsüdür" sözü, Makâlât adlı eserinde yer alan bir makalenin başlığıdır. Gerçekten son derece hikmetli bir sözdür.


Özeti şudur; Mezheplerin reddi, onların üzerine oturduğu "Kur'an ve Sünnet telakkisinin" reddi anlamına gelmektedir ya da son tahlilde yolu oraya çıkmaktadır. Bu da sonuçta Kur'an ve Sünnet'in "delil", yani "yol gösterici, rehber" olmaktan çıkarılıp, çağa göre, insanların heva ve heveslerine göre yorumlanabilen nesneler haline dönüştürülmek istenmesiyle olmaktadır. Bir müslümanın Kur'an ve Sünnet'i bu konumda görmesi mümkün değildir. Zira bu iki kaynak çağa, ya da şunun bunun hevasına göre yorumlanmaz; onlara ittiba eder, tabi olur kurtulursunuz. Mesele bundan ibarettir!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Fazlurrahmancılar taqiyye yapmasınlar.

Mehmet Şevket EYGİ
Bendeniz taqiyye yapmayan bir Ehl-i Sünnet ve Cemaat Müslümanıyım. İnanç bakımından, aksiyon (`amel, füruat hükümleri) bakımından Ehl-i Sünnet mezhebine bağlıyım.
Ahlâk konusundaki ilkelerim de Sünnî doğrultudadır.
Bendeniz taqiyye yapmıyorum ama bazı fırkacı Müslümanlar yapıyor.
Taqiyye ve kitman ne demektir? Karşısındakini aldatmak, kendisini gizlemek demektir.
Bir Müslüman, din kardeşi olan öteki Müslümana karşı niçin taqiyye ve kitman yapsın?
İnsan zor duruma düşebilir, kâfirler onun can güvenliğine kasd edebilir. Müslüman da mecburen, zaruret icabı taqiyye yapabilir.
Durup dururken, hiç lüzumu yok iken taqiyye yapmak caiz ve doğru olmaz.
İslâmî fırkalardan birinin akaid kitabında okumuştum. "Taqiyye ve kitman bizim dinimizdir... Taqiyye yapmak, günlük namazlar gibi farzdır... Taqiyyeyi terk eden dinini terk etmiş olur..." diye yazıyordu.
Ehl-i Sünnet dışı bid`at fırkalarına mensup olan bazıları maalesef taqiyye yapıyor ve Müslümanları aldatıyor.
Adam Fazlurrahmancı, Ankara Ekolüne bağlı.Bunu açıkça, mertçe beyan ve ilan etmesi gerekmez mi?Etmiyor, ben de Sünnîyim diyor ve Ümmeti aldatıyor.
Adam bir kitabında Kur`ân, Yahudileri ve Hıristiyanları İslâm`a çağırmıyor diye yazmış...Sonra taqiyye yapıp inkâr ediyor. Bu da doğruluğa aykırıdır.
Geçenlerde, Ehl-i Sünnet dışı aykırı fikir ve görüşlere sahip olan bir zat, Cemalüddin Afganî`yi tenkit edenlere kızdı ve şöyle söyledi:
"Afganî`yi tenkit edenler, onun taharet bezi olamazlar!.."
Taqiyye yapmadı, kendisini tebrik ediyorum.
Üslubu doğru mudur, ciddî midir?Elbette değildir. Bir ilim ve kültür adamı taharet bezi edebiyatı yapmaz. Böyle bir edebiyatla bir yere varılmaz. Ciddî ve tutarlı olmalı, ilmî gerekçeler ileri sürmeliydi. Yapmadı...Lakin taqiyye de yapmadı.
Bir kısım Müslümanlar taqiyye yaparlarsa, onlarla doğru dürüst ve sağlıklı şekilde tartışmak, müzakere etmek mümkün olmaz.
Bir Hıristiyanla tartışabilirsiniz... Bir Budistle...Bir Marksistle...Bir ateistle... Onlar genellikle taqiyye yapmazlar, inançlarını ve görüşlerini dobra dobra söylerler.
Taqiyye yapanın hangi fikrine, görüşüne güvenebilirsiniz?.. İnançlarını, fikirlerini, kanaatlerini doğru ve açık şekilde beyan etmez ki... Kıvırtır da kıvırtır...
Fazlurrahman mezhebine, Ankara Ekolüne bağlı olan bazı kardeşlerimizden Sünnî Müslümanlara karşı taqiyye ve kitman yapmamalarını istiyoruz.
Fazlurrahman müsbet bir adam mıdır, menfi bir adam mı?
Onun tarihsellik tezini Pakistan Uleması reddetmiş midir, etmemiş midir?
Onun çıkarttığı bid`at midir, değil midir?
Taqiyye yapılmasın ve bunlar çok açık, çok dürüst bir şekilde, tartışılsın.
Geceleri Fazlurrahmancı, gündüzleri Sünnî... Böyle bir şey kabul edilemez.
Böyle bir, iki yüzlülük din kardeşliğine, İslâm`ın istikamet prensibine, samimiyete uymaz.
(Türkiye`de din konusunda döndürülen bazı dolaplardan İslâm dünyasının haberi yoktur. Vaktiyle 1930`lu yıllarda Mısır`da Şeyhülislâm Mustafa Sabri, Düzceli Muhammed Zahid el-Kevserî, Abdülaziz Şaviş gibi râsih alimler Türkiye`deki reformculuk hareketini tenkit ediyordu. Onlar rahmet-i Rahman`a kavuştu, Türkçe bilen ulemâ kalmadı. Olup bitenler, çevrilen fırıldaklar bütün İslâm dünyasının ulemâsına duyurulmalıdır. Bu nasıl yapılacaktır?)
Diyalog tuzağı
SORULARIM çok açıktır. Cevapları da kısa ve açıktır.
Birinci soru: İslâm dini hak din değildir, batıl ve uydurma bir dindir diyenler kurtuluşa ermiş midir, onlar Cennetlik midir?
Cevap: Onlar, bu inkârları dolayısıyla küfürdedir ve dolayısıyla ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.
İkinci soru: Hazret-i Muhammed`in (Salat ve selâm olsun O`na) peygamberliğini inkâr eden, O bir Peygamber değildir diyen kimseler Cennetlik midir?
Cevap: Değildir.
Üçüncü soru: Kur`ân hak ve ilahî kitab değildir, kul sözüdür diyenlere ne lazım gelir?
Cevap: Küfür lazım gelir. Onlar asla ehl-i necat ve ehl-i Cennet değildir.
Dördüncü soru: Tevhid inancı ile Teslis inancı bir midir?
Cevap: Kesinlikle bir değildir. Bu iki inanç birbiriyle uyuşmaz ve bağdaşmaz. Uyuşur ve bağdaşır diyenler İslâm`ı, Kur`ân`ı, Tevhid`i inkâr etmiş olur.
Beşinci soru: Zamanımızda üç ayrı ibrahimî din var mıdır?
Cevap: Kesinlikle yoktur. Başlangıçtan bugüne tek ibrahimî din olmuştur, o da İslâm`dır.
Altıncı soru: Diyalog denilen bozuk inanç ve akide ne zaman çıkmıştır, kimler tarafından çıkarılmıştır?
Cevap: 1960`lı yıllarda Vatican tarafından, misyonerliğin yeni şekli olarak çıkartılmıştır. Diyalog kesinlikle islâmî bir terim, metod, düşünce, kavram değildir.
Yedinci soru: Müslümanların vazifesi diyalog mudur, yoksa dâvet ve tebliğ midir?
Cevap: Diyalog değildir, dâvet ve tebliğdir.
Sekizinci soru: Âhir zamanda Hazret-i İsa nüzul ettiğinde Teslisçi Hıristiyanların yanına mı gidecektir, muvahhid Müslümanların yanına mı?
Cevap: Muhbir-i sâdık olan, yani haber verdiği her şey, her bilgi kesinlikle doğru olan Peygamberimiz, Hz.İsa`nın Müslümanların yanına gideceğini ve onlarla birlikte namaz kılacağını beyan buyurmuştur.
Dokuzuncu soru: Ehl-i Kitab ile Müslümanlar Âmentüde ittifak halinde midir?
Cevap: Kesinlikle değildir. İslâm, Teslisi kabul etmez...İslâm bütün Peygamberlere iman edilmesini şart koşar. İslâm inancında Peygamberler mâsumdur. Hazret-i Lût`u, iki kızının sarhoş edip kendisiyle yatıp gebe kalmaları gibi çirkin ve iğrenç kıssaları dinimiz kabul etmez. Kur`ân`ı hak kitap olarak kabul etmeyen Ehl-i Kitab ile aramızda nasıl ittifak olabilir?
Sevgili Müslümanlar!.. Dinlerararası diyalog ve hoşgörü cereyanı İslâm dışı bir bid`at cereyanıdır. Sakın bu tuzağa düşmeyiniz.
Camilerde makbuzsuz para toplanmasın
CAMİLERDE makbuzsuz para toplanmamalıdır. Kimseyi suçlamıyorum ama kuralına göre para toplansın istiyorum.
Hutbede, Peygamber makamı minberden hatib efendi cemaate sesleniyor: "Aziz Müslümanlar, Kuşkonmaz Kur`ân kursunun damı aktarılacaktır. Yardımlarınızı esirgemeyiniz. Allah hayırlarınızı kabul etsin..." Cemaat âmin diyor, cumanın farzı biter bitmez, kapıda bir adam namaz kılanları rahatsız edecek şekilde para verin para verin para verin diye avaz avaz bağırmaya başlıyor. Geçenlerde zuhr-i âhir namazı kılarken böyle bağırtılar yüzünden namazımı şaşırdım. Böyle para toplamak bir ilkellik değil midir?Bu şekilde yardım toplamak Müslümanlara yakışır mı?
Yardım toplanmasına karşı değilim ama her işin bir kuralı vardır.
Birincisi: Kesinlikle makbuz karşılığı toplanmalıdır. Makbuzlar kanunlara, tüzüklere uygun olmalıdır.
İkincisi: Peygamber makamı minberlerde halktan para istenmemelidir. Namazdan önce veya sonra bu konuda cemaate uygun bir lisan ve üslupla müracaat edilmelidir.
Üçüncüsü: Toplanan paraların yerli yerinde harcandığına ve harcanacağına dair cemaate garanti verilmelidir.
Bendeniz makbuzsuz yardım yapmıyorum.
Soruyorum: Niçin makbuzla para toplanmıyor?
Bu durumu Diyanet İşleri Başkanlığı`na ve Müftülüklere saygı ve selam ile arz ederim. (Haklı şikâyetimin ve talebimin ilgi göreceğini hiç sanmıyorum. Eski tas eski hamam devam edecektir.)
 

EbuAmmar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
5
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
kimkimdir ,sen nesin ? amacın nedir ? ortalığı neden karıstırıyosun ? yoksa yahudimisin ? müslümanlar arasına neden fitne sokuyosun ? eğer osmanlı zamanında olsaydın kellen coktan gitmişti !!!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
kimkimdir ,sen nesin ? amacın nedir ? ortalığı neden karıstırıyosun ? yoksa yahudimisin ? müslümanlar arasına neden fitne sokuyosun ? eğer osmanlı zamanında olsaydın kellen coktan gitmişti !!!
Elhamdülillah Müslümanım...
İslamın doğru yol hakikati EHLİ SÜNNET VEL CEMAATTENİM...
Osmanlı da Ehli Sünnet vel cemaatti...
Bulanık sularda balık avlamayı sevenlerdensin herhalde...
Ya yeni gelmişsin ,bir soluklan,bir aşaştır...
OSMANLIYLA ARAMIZDA KIL KADAR AYRILIK YOKTUR...
YUKARDAKİ PAYLAŞIMLARDA BELİRTİLEN HAKİKATİ İNCELEDİYSEN EĞER..
EHLİ SÜNNET VE SAPIK KOLLAR DENMİŞ...
SEN DE OSMANLI ZAMANI ÖZLEMİ VARSA aramızda ayrılık,gayrılık olamaz...
YOK TAKİYYE YAPIP EHLİ SÜNNETTEN HARİÇ DALALET YOLLARINDANSAN SEN YOLUNA BEN YOLUMA...
Vesselam...
Allahccün rahmeti yolunda samimiyetle yürüyenlerin üzerine olsun...
 

EbuAmmar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
5
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
yazdığın yazılarsa hiç öyle demiyor ,resmen fitne kokuyor ,böyle bir zamanda müslümanların vahdete ihtiyaca varken senin gibi münafıklar yüzünden ortalık karışıyor

eğer müslümansan tövbe et bu sapık iğrenc huyundan vazgec !!
yok eğer münafıksan zaten yazmaya devam edeceksin ,nasılsa aklı selim müslümanlar tarafından kaale alınmayacaksın ,anca kendin gibi münafık ve fasıklar sana itibar eder..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Onlar... Doğru yolun istikametçisi iki zafer takını kuranlar...
İMAM-I AZAM:
Birinci Hicri Asn sekseninci yılında doğup İkinci Asntam yarısında göçen Numan Bin Sabit (Ebu Hanife) Hazretleri...
Ruh Feyzi:Kendisi zahir perdesinde tecelliye memur olduğu için büyük veli Maruf Kerhi Hazretlerinden devşirdiği iç feyzi peçeleyen ve bu feyz temeli üzerinde zahir sarayının en satvetli abidesini yükselten büyük imam... Bir gece kandilleri sönmek üzere bir mescide girip mihraba karşı diz üstü oturduğu zaman onu gören cami görevlisi kandillere yağdoldurmak için koşarken büyük imamın bir işaretiyle bu işten vazgeçti ve sabah namazı vakti, Ebu Hanife Hazretlerini, aynı noktada, aynı vaziyette, kandilleri de ağızlanna kadar yağ dolu, pırıldarken gördü ve «kimseye bir şey söyleme!» emrini aldı. Gizli keramet ve «velayet»...
İlim ve Takva:30 yıl yatsı namazı abdestiyle erişilen sabah namazı, iki günde bir hatim hesabına girecek miktarda Kur'ana sarılış, hafızasında ve yüreğinde yazılı yüzbinlerce Hadis, Kabede kıldığı iki rekat namazı bütün bir hatimle tamamlayış ve gaiblerden gelen müjde sayhası...
Haşyet ve Riayet: Borçlusunun kapısında beklerken gölgede duramayacak kadar faiz ihtimali korkusu ve 1 dirhemlik kirine kadar cevaz fetvası verdiği gömleğini saatlerce suda çitileyişi...
Soranlara da karşılığı: «O fetva, bu takva!..»

Müsamaha ve Rahmet :Dilinin altında ve hançerinin ucunda, Allah ile Resulünü doğrulayıcı en küçük manaya bile iman gözüyle bakasıya, bir adamın eğilmeden ve secdeye varmadan namaz kıldığını söyleyenlere: -«sakın, kıldığı cenaze namazı olmasın!» diyesiye bir müsamaha ve rahmet tevili...
Müşahede ve Teşhis: Sokakta şaşkın şaşkın yürüyen ve etrafını heceleyen bir adam görüyor. Bu adam biraz ilerideki meydancıkta oynayan çocuklara doğru ilerliyor. Onlara sevgi gösteriyor ve elini heybesine atıyor. Daha heybeden ne çıkacağı belli olmadan, bu üç alamet karşısında İmam-ı Azam'ın teşhisi:
- Bu adam bu diyarın garibidir, mesleği Öğretmenliktir ve heybesinde tatlı şeyler saklamaktadır.
Ayniyle dediği gibi çıkıyor.
Zeka ve Mantık: Onu kadılar kadısı yapmakta ısrar gösteren halifeye cevabı:
- Size diyorum ki, ben bu makama layık değilim. Ya doğru söylüyorum, yahut yalan... Doğru söylüyorsam demek layık değilim, yakamı bırakın! Yalan söylüyorsam, yalancı kaza makamına getirilemez; yine bırakın!
Ve Allah'ın öncesi olmak gerektiğini savunan birine karşılığı:
- «Bir»in öncesi nedir?
Tevazu ve Hikmet: Çıraklarının İbrahim Ethem Hazretlerini küçümsemesi üzerine sözü:
- 0, Allahın zatiyle meşgul bizse bu işin dedikodusuyle...
Ahlak ve Samimiyet:"Halka vaaz ver, kölelerini azad etsinler! "Diyen bir köleye mukabelesi:
- Bana bir iki gün müsaade et; böyle bir nasihatte bulunabilmek için benim de bir köle satıp alıp azad etmem gerekir. Bir köle satın alayım da vaaz kürsüsüne öyle geçeyim!
Sadakat ve Fedakarlık: Fetva makamını kabul etmediği için zindanda sürünüşü, kırbaç altında ezilişi ve o yüzden dünyaya veda edişi...
Vecd ve Aşk: Ve nihayet herbiri öbürünü içinde taşıyan bu faziletlerin ana mayası halinde ve tek tek hepsini kuşatıcı bir vecd ve aşk seciyesi...
Daha nice hesaba sığmaz nevileri içinde saydığımız bu dokuz haslet ve fazilet öbür mezhep imamlannda da tamamdır, hiçbirinin öbürüne karşı yüceltici tavnndan başka alçaltıcı bir edası yoktur; ve ululuklarının menkıbelerini uzun uzun göstermeye bu eserin hedefi müsait değildir.
İkinci ve Üçüncü Hicri Asırlarda eserlerini veren bu imamlar, kısılmaya yüz tutmuş vecd ve aşkın gölgelediği loşluk içinde İslam ölçülerini bütün saffet ve asliyetiyle nakış nakış meydana çıkardılar ve akıl hezeyaniyle, hezeyan aklı cereyanlanna karşı nirengi noktalarını diktiler......NFKISAKÜREK....
güncelleme
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
yazdığın yazılarsa hiç öyle demiyor ,resmen fitne kokuyor ,böyle bir zamanda müslümanların vahdete ihtiyaca varken senin gibi münafıklar yüzünden ortalık karışıyor

eğer müslümansan tövbe et bu sapık iğrenc huyundan vazgec !!
yok eğer münafıksan zaten yazmaya devam edeceksin ,nasılsa aklı selim müslümanlar tarafından kaale alınmayacaksın ,anca kendin gibi münafık ve fasıklar sana itibar eder..
------------------------------------------------------------------
ALLAHCC BANA YETER.........
Allahım,bu kürürleri eden şahsı sana şikayet ediyorum...
SEN MUNTAKİM-İNTİKAM ALICISIN...
SEN KAHHARSIN..
SEN CEBBARSIN..
SANA İNANDIM,SANA SIĞINDIM...
SENDEN BAŞKA KİMSEM YOK RABBİM...
SENDEN BAŞKA KİMSESİ OLANLARDAN EYLEME ALLAHIM...
 

EbuAmmar

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
11 Ocak 2008
Mesajlar
5
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
yarabbi ,sen bu kişiyi kardeşleri yada akrabalarıyla imtihan et ki,
ozaman anlasın sii ve sünni kardeşleri birbirine düşürmenin ne olduğunu AMİN......
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt