Akıl
Kâfir - Siz, iman sahipleri ispat edemiyeceğiniz bir mesele karşısında kaldınız mı, hemen aklı ve ispatı inkâr etmek yoluna dökülürsünüz. Usûlünüz daima budur. Sanki aklı inkâr etmekle varlığını peşinen kabul ettiğiniz şeyi ispat etmiş oluyorsunuz. Düşünmüyorsunuz ki, ispat akıldadır. İnsanın, mesafeyi kabul ettikten sonra ayaklarını inkâr etmesi, varılacak hiçbir yer olmadığını gösterir. Onun içindir ki, akla birtakım gülünç çıkmazlar açarak onu kendi içinde hayret ve esarete mahkûm ettikten sonra, yine onun vasıtasiyle hakikat avcılığına çıkmak, içine saman doldurulmuş ölü köpekle tavşan kovalamaya çıkmak kadar mânâsız olmaz mı? Sizin akla biçtiğiniz bu esir memuriyetten sonra, ne iman, ne inkâr, hiçbir şey düşünülemez ve konuşulamaz. Öyle bir yokluk âlemine girilir ki, orada "var" topyekûn yok olduktan başka "yok"da yoktur. O halde susulur, cemadlaşılır, hiçbir tecrit ve teşhise, tefekkür ve muhasebeye yer kalmaz. Sizin hileniz budur!..
Mümin - Bakalım hile kimde? İmanın elinde akıl, anlattığınız bu tâbi vaziyete geçerken, inkârın, yani sizin gibilerin elinde de putlaşıyor, kendi olmadığı yerde "var" ve "yok"u gösterecek mutlak bir nefy âlemine kaçmak suretiyle nefsini ve hükümranlık hırsını korumaya çalışıyor. Eğer hile ve sahte teselli diye bir şey varsa işte budur; ve bu (taktik) aklın nihâî gözbağcılığı, hokkabazlığı, düzenidir. O kadar ki, bu hileyi hattâ yine akılla çözmeyi bilmeyenler için vaziyet tehlikelidir. Bakınız efendim; aklı tüketen ve onun son sınır taşına kadar uzanıp kayaya çarpanların muazzam düsturuna göre "Bu iş ne akılla olur, ne de akılsız..." Akıl, varken yok, yokken var bir keyfiyettir. Ve yine aklî bir zaruret olarak şart... Şu muhakkaktır ki, aklın akıl olması için evvelâ nefsini, zatını idrak etmesi, bu hususta bir his şemmesine mâlik bulunması bedihîdir. Aklın selâhiyetini tâyin, mutlaka kendisinin tam bir muayene, murakabe ve keşfiyle mümkündür. Bu selâhiyet, muayyen bir mesafe şeridi gibi, kendisinden uzak kalan bir âlemin kapısında nihayete erince, ona, yani akla, dışını inkâr değil, bilâkis tasdik gibi son ve ulvî bir idrak düşer. İdrakin imkânsızlığını anlayan bir idrak... Bu, aklın, kendi aczini müşahede yoliyle becerdiği öyle bir varıştır ki, onda, bir nevi, kendi nefsini de idrak ve ikmâl kıymeti mevcuttur. Sizin aklınız, kendi kendisini görmeden, gördüğünü, ölçtüğünü ve binaenaleyh bulmadığını zanneden; bizim aklımız ise kendi kendini görerek, göremediğini, ölçemediğini ve binaenaleyh bir görülemez ve ölçülemez bulunduğunu gösteren bir vasıta... Böylece hile isnad ettiğiniz iman aklı, hakikâtin ve olunması gereken şeyin ta kendisi; hakikat ve halisiyet izafe ettiğiniz küfür aklı ise hile ve hokkabazlığın bizzat hem suçlu ve hem güçlü şekildir.
Kâfir - Safsata!..
Mümin - Cankurtaran simitlerinizden biri... Safsata... Onu hem siz yapar, hem de muhatabınıza isnat edersiniz! Sizin yandan çarklı ve davlumbazlı battal akıl geminizi kızağa çeken herkes, nazarınızda hayâl adamıdır. İşte, bizatihi, Allah ve üstün illiyetleri anlamasına imkân olmayan, tek imkânı ancak anlayamıyacağını anlatmaktan ibaret bulunan akıl, kendi öz gururunu tekmeler tekmelemez, altından öyle bir akıl çıkar ki, o, bütün bedahetleri görmeğe başlar. Gördüğü ilk tecelli de bedahetlerin en mutlakı halinde Allah'ın varlığı olur.
Kâfir - Allah'ın bu kadar ucuz ispatını hiç kabul eder miyim ben?
Mümin - Demek siz sadece malın pahalısını kabul edersiniz! Pahalı olsun da ne olursa olsun... Fakat Allah'ın, meselâ su gibi, nice nimeti vardır ki, hiç bir bedel onun büyük değerini ölçemez. Bedahet de, bedava olmakla beraber böyle bir nimettir.
Kâfir - Sizdeki yalnız tevilden ibaret güzellik...
Mümin - Sizdeki de tevilsiz çirkinlik!..
Kâfir - Ama yine akıl diyorsunuz. Daima akıl, hep akıl, ondan vazgeçemiyorsunuz!
Mümin - Evet, akıl diyorum! Aklın, nihaî hamle ve kazanç olarak, kendi kifayetsizliğini anlamasından, kendi kendisini tahrip etmesinden başka hiçbir nasibi yoktur. Nitekim, kendisinden evvelki akılcılar sistemini yıkmış olan Garplı bir filozof, hasımlarının "sen akılcılık mesleğini yıktın ama, metodun aklîdir; buna ne dersin?" sözüne şu cevabı vermiştir: "Demek ki, aklın en üstün ve en nihaî faaliyeti, kendi metodiyle kendi kendisini tahrip etmekmiş..." Siz bu filozofu tanıyor musunuz?
Kâfir - Evet... Meşhur (Bergson)... Şair felsefecilerden biri...
Mümin - Demek o da şair sizce.... Ya ondan asırlar önceki İmam-ı Gazalî'ye ne buyrulur?..
Kâfir - Onu bilmiyorum!
Mümin - Bildiğiniz ne var ki, onu bilesiniz?.. İmam-ı Gazalî diyor ki: "Aklı gerdim, gerdim, kopacak kadar gerdim, gördüm ki, o, sınırlıdır ve kendi kendisine varabileceği hiçbir nihayet noktası yoktur. Aklımı kaybedecek hale geldim ve Allah Sevgilisinin ruh feyzine sığınıp her şeyi anladım ve kurtuldum. Peygamberlik tavrı aklın verâsıdır." İşte akıl!..
__________________