Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

«»«» Çocukları Yoğurmak «»«» (2 Kullanıcı)

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Çocuğunuza İlk Okutacağınız Kitap

Çocuğunuza İlk Okutacağınız Kitap




Çocuğunuza İlk Okutacağınız Kitap


Günümüz çocuk edebiyatını incelediğimizde ne kadar zengin ve çeşitli olduğunu görüyoruz. Küçük yaşta okuma alışkanlığını ve sevgisini aşılamak için annelerimizin aldığı bol resimli renkli kitaplar, o kadar çok ki bazen ebeveynler olarak bu kitapları niçin aldığımızı unutuyoruz.3 yaşındaki çocuğumuza aldığımız kitabın amacı sadece okuma ve kitap sevgisi mi? Bizim çocuklarımız okuyacağı ilk kitaba yönelik hiçbir beklentimiz hiçbir amacımız yok mu?
İlkokula başlayan çocuklarımıza yönelik, yakın akraba ve tanıdıklarımızın soruları genellikle söyle olur

-Hangi okula gidiyorsun, okulunu seviyor musun, derslerin nasıl, ilerde ne olacaksın?

Çocuklarımızı farkında olmadan dünyevileştiriyor muyuz, tertemiz kalpler, boş beyinler direk beşeri bilimle mi doldurulacak. Amaç sadece bu dünyada hangi mesleğe sahip olmak istedikleri mi? Neden çocuklarımıza sorularımızdan bir kaçı şunlar olmasın;

-Kur''an okumayı biliyor musun? Namaz kılıyor musun? Kaç süre ezberledin? Peygamberimizin çocukluğunu anlatır mısın? vb. Çocuğa küçük yaşta verilen eğitim taşa yazılan yazı gibidir.

Anne ve babanın gerçek anlamda vermiş olduğu ilimin sevabı, öldükten sonra dahi kesilmeksizin devam eder. Resullullah şöyle buyuruyor."Bir kimse öldüğünde üç şey hariç ameli kesilir, o öldükten sonra insanların faydalandığı hayır, fayda veren ilim, ona dua eden salih evlat"

Çocuklarımızın kalpleri çeşitli günahlarla kirlenmeden faydasız arzularla kuşatılmadan önce, okuyacakları ilk kitapta amacımız Kur''an olmalı. Küçük kalplerin ilk olarak kur''an pırıltılarıyla beslenmesi maneviyatının zenginleştirilmesi hedef alınmalı

Günümüzde hemen her evde birden fazla kur''an-ı kerim süslü kılıflar içinde ve dolaplarda durmakta. Eğer evde Kur''an okuyan birileri varsa, çocuk küçük yaştan itibaren sorular sormaya başlar. Çocuğun bu soruları kur''an bilinci ve kur''an-a saygıyı öğretmek acısından bir fırsattır. Kur''an''ın Allah''ın sözü olduğu onun insanlara söylediği sözleri içerdiği, İnsanlara neleri yapmaları gerektiğini, nelerden sakınmaları gerektiğini bildiren kutsal bir kitap olduğu açıklanmalıdır. Ayrıca kutsal kitapların sonuncusu olduğu ve Hz. Muhammed''e gönderildiği anlatılarak normal kitaplardan farklı olduğu vurgulanmalıdır.

Kur''an-ı elimize alış tarzımızla, okuyuşumuzla, bizzat kendimiz, saygı ve hürmet konusunda örnek olmalıyız. Kur''an-a saygı kavramı çocuğa verilirken aşılı gidilmemeli, korkma boyutuna getirmemelidir. Merak eden çocuğa inceleme fırsatı verilmeli diğer kitaplarla arasındaki farkı görmesi sağlanmalı.
Allah''ın emir ve yasaklarının yazılı olduğu kitaptaki emirlere uyarsak ve hayatımıza aktarırsak Allah''ın sevgili kullarından olacağımız ifade edilmeli.

Çocuğa Kur''an-ı sevdirmek için onu öğrenmeye teşvik etmek gerekir. 4-5 yaşlarından itibaren eğer çocuk ilgiliyse seviyesine uygun olarak kısa süre ve dualar ezberletilmeli, Kur''an okuma öğretilmelidir. Çocuk Kur''an okumaya başladığında abdestli olarak kur''an-a dokunma, alıp-koyma esnasında gereken itinayı gösterme konusunda rehberlik edilmelidir. Ayrıca kız çocuklarına güzel bir başörtü temin edilmeli okuma esnasında başını kapatmasına yardımcı olunmalı.

Çocuğun başarısı önemsenmeli istediği bir hediye alınarak sevinci paylaşılmalı. Ayrıca çocuğun kendinse ait bir Kur''an alınmalı kendisinin seçmesine fırsat verilmelidir.

Kur''an öğrenme ve okumaya yönelik ayet ve hadisler hatırlatılarak, Kur''an okumanın ne kadar güzel bir ibadet olduğu maneviyatı beslediği çocuğun seviyesine uygun olarak anlatılmalıdır.

Çocuğuna verdiği Kur''an-ı kerim öğretiminden dolayı anne ve babanın mükâfatlandırılmasını Peygamber Efendimiz şöyle açıklıyor;"Her kim Kur''an-ı kerim okursa ve onunla amel ederse Allah(c.c) kıyamet gününde ışığı güneş ışığından daha parlak bir tacı bu kişinin anne ve babasına giydirilir."
"Sizin en hayırlınız Kur''an-ı öğrenen ve öğreteninizdir." Hadis

hacer ışık
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
ÇocuĞumla Her GÜne Bİr Ayet Bİsmİllahİrrahmanİrrahİm

ÇocuĞumla Her GÜne Bİr Ayet Bİsmİllahİrrahmanİrrahİm

ÇocuĞumla Her GÜne Bİr Ayet Bİsmİllahİrrahmanİrrahİm



Zeynep’le annesi, o içinde her şey olan kitabı, yani Kur’ân’ı okumaya başladılar. Önce annesinin ağzından bir fısıltı duyar gibi oldu Zeynep. “Efendim?” dedi. Kendisine bir şey söylendiğini sanmıştı. “Besmele çektim.” dedi annesi. “Bismillahirrahmanirrahim.”

Zeynep şimdi daha iyi duymuştu. “Dedem beni kucağına alırken de aynı şeyi söylemişti.” dedi.

Annesi gülümsedi.

“Çünkü her işin başı ‘Bismillah’tır. Her işe başlarken ‘Bismillahirrahmanirrahim’ deriz. Kur’ân okumaya başlarken de, yemek yapmaya başlarken de...”

Zeynepcik sormadan edemedi:

“Neden bismillah diyoruz ki? Sebebini tam anlayamadım.”

Annesi gözlerinin içine baktı Zeynep’in. Bu bakış çok hoşuna giderdi. Annesinin gözlerinin içinde kendisini görebiliyordu.

Annesi anlatmaya başladı.

“Hani, hatırlar mısın, bir masalda, ‘Açıl susam açıl!’ deyince açılan bir kapı vardı. Kapı bu sözü söylemeden açılmıyordu.”

Zeynep başını salladı. Annesinin gözlerinin içindeki Zeynep de salladı başını.

“Biz bu söze ‘parola’ diyoruz. Dün seyrettiğimiz filmde de vardı, hatırlasana. Kapıya bir yabancı gelirse, parolayı soruyorlardı. Bilemezse içeri almıyorlardı. Parolayı bilmeyen dışarda kalıyor, yabancı ve düşman sayılıyor. Ama parolayı söyleyince, herkes dost olduğunu anlıyor ve sana öyle davranıyor.”

Zeynep bütün bunların “Bismillahirrahmanirrahim”le ilgisini merak ediyordu. Gözlerini annesinin gözlerinden ayırmadan öylece durdu. Dudakları aralanmıştı meraktan.

“Bismillah da onun gibi bir parola işte!” dedi annesi. “Bir işi yapmaya başlayınca, varlıklar âleminin kapısını aralarsın. Onların seni tanımasını, sana destek olmasını umarsın. O zaman bir işe başlar başlamaz, kendini tanıtman gerek. Onları ve seni yaratan Allah adına burada olduğunu söylemelisin. İşte ‘Bismillah’ diyerek, Allah’ın adıyla iş yaptığını hatırlatırsın, O’nun kulu olduğunu hatırlarsın, O’nun izniyle hareket ettiğini söylemiş olursun. Yani, bu âlemin parolasını fısıldamış olursun. Eğer parolayı söylemezsen, yabancı ve düşman sanılırsın. Bir bahçeye izinsiz girmek gibi bir şey bu! O zaman sana kapılar açılmaz, işlerin kolaylaşmaz. Parolayı söylersen kapılar açılır, yabancılık çekmezsin, hiçbir şey de sana yabancı ve düşmanmış gibi gözükmez.

“İşte biz de ‘Bismillah’ diyerek başlıyoruz okumaya; tâ ki Rabbimizin söyledikleri bize açılsın ve ne sorumuz varsa cevaplansın.”

Zeynep, “Şimdi ‘Bismillah’ deyince Kur’ân’ın kapağı kendiliğinden mi açılacak?” diye sordu.

Annesi bu masumca soruya tebessümle karşılık verdi. Biraz gülüştüler.

“Aslında, evet!” dedi annesi. “Biz Allah adına açacağız Kur’ân’ı ve o da bize sırlarını açacak, sorularımızı cevaplayacak.”

“Hadi var mısın?” dedi annesi. Elinden tuttu Zeynep’in.

Kur’ân’ın ilk kapağını Zeynep’in minik elleri kaldırdı. Ama önce parolayı söyledi: “Mismillah!”

Senai Demirci
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
ÇocuĞumla Her GÜne Bİr Ayet Bİsmİllahİrrahmanİrrahİm



Zeynep’le annesi, o içinde her şey olan kitabı, yani Kur’ân’ı okumaya başladılar. Önce annesinin ağzından bir fısıltı duyar gibi oldu Zeynep. “Efendim?” dedi. Kendisine bir şey söylendiğini sanmıştı. “Besmele çektim.” dedi annesi. “Bismillahirrahmanirrahim.”

Zeynep şimdi daha iyi duymuştu. “Dedem beni kucağına alırken de aynı şeyi söylemişti.” dedi.

Annesi gülümsedi.

“Çünkü her işin başı ‘Bismillah’tır. Her işe başlarken ‘Bismillahirrahmanirrahim’ deriz. Kur’ân okumaya başlarken de, yemek yapmaya başlarken de...”

Zeynepcik sormadan edemedi:

“Neden bismillah diyoruz ki? Sebebini tam anlayamadım.”

Annesi gözlerinin içine baktı Zeynep’in. Bu bakış çok hoşuna giderdi. Annesinin gözlerinin içinde kendisini görebiliyordu.

Annesi anlatmaya başladı.

“Hani, hatırlar mısın, bir masalda, ‘Açıl susam açıl!’ deyince açılan bir kapı vardı. Kapı bu sözü söylemeden açılmıyordu.”

Zeynep başını salladı. Annesinin gözlerinin içindeki Zeynep de salladı başını.

“Biz bu söze ‘parola’ diyoruz. Dün seyrettiğimiz filmde de vardı, hatırlasana. Kapıya bir yabancı gelirse, parolayı soruyorlardı. Bilemezse içeri almıyorlardı. Parolayı bilmeyen dışarda kalıyor, yabancı ve düşman sayılıyor. Ama parolayı söyleyince, herkes dost olduğunu anlıyor ve sana öyle davranıyor.”

Zeynep bütün bunların “Bismillahirrahmanirrahim”le ilgisini merak ediyordu. Gözlerini annesinin gözlerinden ayırmadan öylece durdu. Dudakları aralanmıştı meraktan.

“Bismillah da onun gibi bir parola işte!” dedi annesi. “Bir işi yapmaya başlayınca, varlıklar âleminin kapısını aralarsın. Onların seni tanımasını, sana destek olmasını umarsın. O zaman bir işe başlar başlamaz, kendini tanıtman gerek. Onları ve seni yaratan Allah adına burada olduğunu söylemelisin. İşte ‘Bismillah’ diyerek, Allah’ın adıyla iş yaptığını hatırlatırsın, O’nun kulu olduğunu hatırlarsın, O’nun izniyle hareket ettiğini söylemiş olursun. Yani, bu âlemin parolasını fısıldamış olursun. Eğer parolayı söylemezsen, yabancı ve düşman sanılırsın. Bir bahçeye izinsiz girmek gibi bir şey bu! O zaman sana kapılar açılmaz, işlerin kolaylaşmaz. Parolayı söylersen kapılar açılır, yabancılık çekmezsin, hiçbir şey de sana yabancı ve düşmanmış gibi gözükmez.

“İşte biz de ‘Bismillah’ diyerek başlıyoruz okumaya; tâ ki Rabbimizin söyledikleri bize açılsın ve ne sorumuz varsa cevaplansın.”

Zeynep, “Şimdi ‘Bismillah’ deyince Kur’ân’ın kapağı kendiliğinden mi açılacak?” diye sordu.

Annesi bu masumca soruya tebessümle karşılık verdi. Biraz gülüştüler.

“Aslında, evet!” dedi annesi. “Biz Allah adına açacağız Kur’ân’ı ve o da bize sırlarını açacak, sorularımızı cevaplayacak.”

“Hadi var mısın?” dedi annesi. Elinden tuttu Zeynep’in.

Kur’ân’ın ilk kapağını Zeynep’in minik elleri kaldırdı. Ama önce parolayı söyledi: “Mismillah!”

Senai Demirci




“Bismillah da onun gibi bir parola işte!” dedi annesi. “Bir işi yapmaya başlayınca, varlıklar âleminin kapısını aralarsın. Onların seni tanımasını, sana destek olmasını umarsın. O zaman bir işe başlar başlamaz, kendini tanıtman gerek. Onları ve seni yaratan Allah adına burada olduğunu söylemelisin. İşte ‘Bismillah’ diyerek, Allah’ın adıyla iş yaptığını hatırlatırsın, O’nun kulu olduğunu hatırlarsın, O’nun izniyle hareket ettiğini söylemiş olursun. Yani, bu âlemin parolasını fısıldamış olursun. Eğer parolayı söylemezsen, yabancı ve düşman sanılırsın. Bir bahçeye izinsiz girmek gibi bir şey bu! O zaman sana kapılar açılmaz, işlerin kolaylaşmaz. Parolayı söylersen kapılar açılır, yabancılık çekmezsin, hiçbir şey de sana yabancı ve düşmanmış gibi gözükmez.

“İşte biz de ‘Bismillah’ diyerek başlıyoruz okumaya; tâ ki Rabbimizin söyledikleri bize açılsın ve ne sorumuz varsa cevaplansın.”
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com

<"Cennet Çiçekleri"nin Terbiyesi >


Şebnem - Efendim, bu sohbetimizin mevzuu, anne-baba ve çocuk ilişkileri üzerine olsun istiyoruz. Arzu ederseniz önce çocuklardan başlayalım… Bir ana-baba olarak çocuğa bakışımız nasıl olmalı?
Osman Nuri Topbaş - Evvelâ şunu ifade etmelidir ki, çocuklar, bizlere ilâhî birer emanet ve öz varlığımızdan teşekkül etmiş kıymet filizleridir. Duygulu gönüllere göre; evlerin ilk seâdet mûsikîsi, doğan çocukların gönüllere huzur veren sadâları ile başlar.
Hadîs-i şerîflerde beyan buyurulduğu vechile çocuklar, "cennet çiçekleri", "kalb meyveleri", "ilâhî ihsân ve rızıklar"dır.
Bu itibarla çocuklar, Rabbimizin ne güzel lutuf ve ihsânıdır. İlk çocuğumuz dünyaya geldiğinde ana-baba olmanın taze hatırası hiç unutulur mu?
Onların gülüşlerindeki zevk ü safâ ışıkları cennet parıltılarına benzer. Bir anne için en güzel meşgale onu yetiştirmek ve terbiye etmek, topluma armağan etmektir. Emek verilip yetiştirilen sâlih evlâtlar, âhırette anne - baba ile cehennem arasında perde olacaktır.
Hülâsa çocuklar, âilenin seâdet meyvesi, zevc ve zevce arasında en köklü râbıtadır.

Şebnem - Çocuk terbiyesine nereden başlamak lâzım? Dayak bir terbiye çeşidi midir? Âilenin çocuk terbiyesindeki rolü ve dikkat etmesi gereken hususlar nelerdir?
Osman Nuri Topbaş - Çocuk terbiyesine, evvelâ ana-babanın terbiyesinden başlamalıdır. Zîrâ bu yüce terbiye, mürebbî sıfatını kazanabilen olgun anne ve babaların gerçekleştirebileceği bir eğitimdir. Şâirin:
Kendisi muhtâc-ı himmet bir dede,
Nerede kaldı gayriye himmet ede!..
diye tavsif ettiği sınıfa giren anne ve babaların evlâtlarına verebileceği terbiye ne olabilir ki?!.
Hele bugün bazı âilelerde görüldüğü gibi rahatı için çocuk istememek; bundan daha vahimi, masumları ana karnında iken hayatî bir zarûret olmadan aldırmak, asrımızın bir cinâyetidir. Bir yılan bile yumurtalarını emin bir şekilde saklar, onları muhâfaza eder. Nesillerini koruma duygusu içinde çırpınan hayvanlar karşısında, kâinâtın en yüksek varlığı olan insanın bu şefkat ve merhamet hislerinden mahrûmiyeti pek acıdır…
Kısacası çocuk terbiyesi, evvelâ anne-babanın yüreğindeki çocuk sevgisinden başlamalıdır. Onları Allâh'ın bir emaneti olarak sevmeli; bu sevgiyi de, dünya ve âhiret seâdetini kazanmaya vesile kılmalıdır. Bilhassa çocuklar ile daha yakından alâka fırsatına sahip olan anneler, göz nûru yavrularını terbiye hususta sahabî hanımlarını misâl almalıdır. Şöyle ki:
Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-'in terbiyesinde nümûne anneler hâline gelen sahabî hanımlar, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i görmekte geciken ve uzun zaman görüşmeyen evladlarını îkâz ederlerdi. Nitekim Huzeyfe -radıyallâhu anh- birkaç gün Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-'i görmediği için annesi onu azarlamıştır. Kendisi bunu şöyle anlatır:

Annem bana sordu:
"- Peygamber Efendimiz'le en son ne zaman görüştün?"
Ben de:
"- Birkaç günden beri onunla görüşemedim." dedim.
Bana çok kızdı ve fenâ bir şekilde azarladı. Ben de:
"- Dur kızma! Hemen Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz'in yanına gideyim, onunla beraber akşam namazını kılayım, sonra da hem bana, hem de sana istiğfâr etmesini ondan taleb edeyim." dedim. (Tirmizî, Menâkıb, 30; Ahmed b. Hanbel, Müsned, V, 391-2)
Bu terbiye istikametinde çocuklarımızı havaîliklerden, haşarılıklardan, israftan korumamız gerekir. Onlara güzel isim koymalı, Kur'ân'la tanıştırmalı, küçük yaşta kendilerine Rabbe kul olabilmenin, bilhassa namaz kılmanın zevkini; minicik, tozlanmamış ve kirlenmemiş yüreğine muhtaca infak etmenin sevincini tattırmalıyız. Bu hususlarda yanlış davranışlardan, yâni bencilliği palazlandıracak menfîliklerden âzamî derecede kaçınmalıyız. Çünkü çocuklar, birer video kaseti gibi anne ve babalarındaki bütün davranışları hiç süzmeden olduğu gibi taklit ederler. Meselâ infakla alâkalı bir kötü davranışın çocuğun saf dimağını nasıl kuşatacağını tasavvur etmek için şöyle bir hâdise üzerinde düşünelim:
Bir baba, kapıya gelen yaşlı, hasta ve perîşan durumdaki bir muhtacı küçük kızının yanında azarlıyordu. Kızı da yaşının saflığı içerisinde:
"- Babacığım, niye bu zavallının kalbini incitiyorsun?" diye sordu.
Katı kalbli baba:
"- Bakma sen bunlara kızım! Böyleleri başkalarına yük olmaktan utanmazlar! Ellerine geçince de har vurup harman savururlar. Bunlar bizden daha zengindirler." dedi.
Kapıya gelen kişi, çok fazla ihtiyaç sahibi olduğundan olacak:
"- Allâh rızâsı için…" diye istemeye devam edince baba iyice öfkelendi ve:
"- Defol artık utanmaz!" diye bağırdı…
Bu hâdise karşısında küçük kız, ilk zamanlar acıma hissi ile dolu olsa da babasının bu tavır ve sözlerine şâhid ola ola yetiştiği için büyüdüğünde hiçbir muhtaca yardım etmeyen, üstelik onları duymayan, hissetmeyen, onların ızdırapları karşısında ürpermeyen bir kimse hâline gelmez mi?
Bu itibarla merhum pederim Musa Efendi -kuddise sirruh-, bir muhtaca bir şey takdim edeceklerinde bazen küçük çocukların eliyle verir, onların infaka alışmasını temin ederlerdi. Bir defasında mühim bir hizmet için bağış toplanırken gözlerini hemen yanı başında duran yedi-sekiz yaşlarındaki bir çocuğa tevcih etmiş bakıyordu. Bu bakışlardan habersiz çocuk, büyüklerindeki infak seferberliği heyecanını hissetmiş olacak ki, küçük kalbinin büyük edâsı ile elindeki az miktardaki bozuk parayı yardım sandığına uzattı. Bunu gören Musa Efendi -kuddise sirruh-, o çocuğu yanına çağırdı, başını okşadı, güzel iltifatlarda bulunduktan sonra latîfeli bir şekilde:
"- Âferin evlâdım, deminden beri seni gözledim. Eğer bir şey vermeseydin bu dedeni üzmüş olacaktın!.." dedi.


Bunlar, çocukların büyüklerinin tavır, davranış ve ahlâklarını nasıl pürüzsüz bir ayna gibi yansıttıklarını ne güzel anlatıyor.
Diğer taraftan hadîs-i şerîflerde kız çocukları daha çok hizmet ve itinaya muhtaç oldukları için erkek çocuklarından farklı olarak tavsıye olunmuştur.
Hadîs-i şerîfte buyurulur:
"Bir kimse üç kız çocuğunu yetiştirip terbiye eder de onları evlendirirse ve onlara iyilikte devam ederse, o kimseye cennet vardır." (Sünen-i Ebî Dâvûd)
Bu hadîs-i şerîf, çocuklara ve hâssaten kız çocuklarına nasıl muâmele edileceğini bildiren mübârek bir beyandır.
Çocuk eğitiminde bilhassa dikkat edilmesi gereken husus ise, dayak meselesidir. Bu, aslâ kabul edilemeyecek yanlış bir davranıştır. Kötü alışkanlıklar kazanmasın diye çocuğa caydırıcı usuller uygulanabilir, ancak bunların arasında dayak aslâ olmamalıdır. Çünkü o, istikbâlin gencini korkak ve ürkek, yahut da arsız ve yüzsüz bir hâle getirir. Kaldı ki Hazret-i Peygamber -sallâllâhü aleyhi ve sellem-, değil bir insanın, hayvanın bile sertlik ve dayakla terbiyesini yasaklamıştır. Nitekim henüz binmeye alıştırılmamış bir deveyi Hazret-i Âişe'ye hediye olarak verdiğinde binmeye sertlikle alıştırılmaması için şu îkazda bulunmuştur:
"Ey Âişe! Yumuşak huyluluk bir şeye girdi mi, onu mutlaka tezyin eder; eğer bir şeyden de çıkarıldı mı, onu da mutlaka kusurlu kılar."



Osman Dede'den Nasihatler


Tertemiz Yürekli Evlatlarım!
Bundan 14 asır önceydi. Mübarek şehir Mekke’nin semaları kapkara bulutlarla kaplanmıştı. Gökyüzü sanki bir avuç Müslümanın çektiği acıları paylaşıyordu. Allah Rasûlü üzgündü. Yüreği yanıyordu. Ama en çok düşündüğü sahabeleri idi. Yıllardır müşriklerin zulmü altındaydılar, dayanacak güçleri kalmamıştı. İbadetlerini gönül huzuruyla yerine getiremiyorlardı. “Allah’a inandık.” dediklerinde zulüm görmeyecekleri; namaz kıldıklarında dövülmeyecekleri, “Peygamberimi seviyorum.” dediklerine hakaret ve alay edilmeyecekleri bir vatan lâzımdı!
Allah Rasûlü Taif’e gitmeye karar verdi. Orada akrabaları vardı. Ona yardım edebilirlerdi. Taif halkı da İslâm’ı kabul eder de kendisine kucak açarsa Mü’minleri buraya gönderebilirdi. Böylece Tâif İslâm’ın, Mekke’den bütün dünyaya yayıldığı bir şehir olabilirdi.
Yanına manevî evladı Zeyd’i aldı ve birlikte yola koyuldular. Taif’e vardıklarında Efendimiz önce akrabalarıyla görüştü. Onları İslâm’a davet etti. Onlara Mekke’deki durumlarını, Mü’minlerin, onların yardımına ne kadar muhtaç olduklarını anlattı. Fakat akrabalarının bir kısmı ona yardım etmek şöyle dursun, onu dinlemek bile istemediler. Bir kısmı da halkın tepkisinden korkup yardım etmeye yanaşmadı.
Efendimiz, bu sefer Taif’in ileri gelenleriyle konuşmaya çalıştı. Ancak onların tepkisi çok daha sert oldu. Derhal orayı terk etmesini istediler. Kısa zamanda bütün Taif halkının onların ziyaretinden haberi oldu. Ancak Efendimiz, ümitle ziyaretlere devam ediyor, Müslümanlara uzanacak bir yardım eli arıyordu.
Ne yazık ki Taif halkı, ayaklarına kadar gelen bu ilâhî nimetin farkına varamayacak kadar körleşmişti. Allah Rasûlü’nün kendilerine getirdiği teklifin, kendi dünya ve âhiret kurtuluşlarına vesile olacağını anlayan bir kişi bile çıkmadı. Aksine kendini bilmez kimselerin kışkırttığı halk galeyana geldi. Sevgili Efendimiz ve Hazreti Zeyd ile önce alay ettiler, daha sonra hakaretler etmeye ve bununla da kalmayarak onları taşlamaya başladılar.
Zeyd, neye uğradıklarını anlayamadı. Böyle bir şeyi nasıl yapabilirlerdi? Onlara bir zarar vermemişlerdi, onlardan dünyalık bir şey de istememişlerdi. Zeyd, bir taraftan atılan taşlar Efendimiz’e değmesin diye vücudunu siper etmeye çalışıyor, diğer taraftan da gözü dönmüş insanları uyarıyordu.
—Ey Taifliler! Siz ne yapıyorsunuz? Kimi taşladığınızın farkında mısınız? Taşladığınız kişinin Allah’ın bizim için gönderdiği Rahmet Peygamberi olduğunu biliyor musunuz?
Zeyd’in bu sözleri, gözü dönmüş topluluğu daha da azdırdı. Taşlar üzerlerine yağmur gibi yağmaya başladı. Allah’ın en sevgili kulunun, meleklerin bile kendisine hayran olduğu merhamet peygamberinin öpülesi elleri, ayakları kanlar içindeydi.
Kendilerini biraz ilerideki Mekkelilerden birine ait bir bahçeye, bir hurma ağacının altına güçlükle atabildiler.
Kâinatın Efendisi’nin içine düştüğü bu manzara karşısında sanki yerler ve gökler yas tutuyordu. Manzarayı gören bütün melekler büyük hüzün içindeydi. Melekler, kendilerine gelecek bir ilâhi helâk emrini derhal yerine getirmeye hazırdılar.
İşte o anda Allah Teâla, dağlar meleğini elçisine gönderdi. Bütün kâinat sessizliğe büründü. Melek:
−Ey Muhammed! Kavminin sana ne yaptığını Cenâb-ı Hak gördü! Ben dağlar, meleğiyim! Ne emredersen yapmam için Allah Teâlâ, beni gönderdi. Ne yapmamı istiyorsun? Eğer dilersen şu iki dağı birbirine çarpayım ve dağların arasında onları helâk edeyim, dedi.
Melek O’nun ağzından çıkacak sözü yerine getirmek için hazırdı. Efendimiz’in tertemiz kalbi ise şefkat ve merhamet duygularıyla doluydu. Gözlerini semaya kaldırdı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Duaya başladı. Kâinatın en merhametli kalbinden taşan ve gül dudaklardan dökülen bu sözleri Şâir Muhammed Ali Eşmeli şöyle ifade ediyor:

İltica etti : “Ya Rab, Habîbin Muhammed’i
Âleme rahmet diye gönderdin madem”dedi.

“Hor hakir görülmemi, şu çaresizliğimi,
Ancak sana arzeder Âmine’nin yetimi…

Ey merhametlilerin en merhametlisi, Sen
Eğer ki bana gazap etmiş değilsen,

Bu çektiğim mihnete aldırmam, şu belâya,
Kerem kıl, hidayet ver, Tâifli cühelâya


İltica etmek: Allah’a yalvarmak
Gazap etmek: Öfkelenmek
Cühelâ: Cahiller





Evlatlarım!
İşte Efendimiz, Tâif halkının helâkini değil dünya ve âhiret saadetini diliyordu. Her şeye rağmen onların kurtuluşu için dua ediyordu.
Bu arada girdikleri bağın sahipleri onun haline acıyarak, köleleri Addâs ile bir tabak üzüm gönderdiler. Addâs, salkımı Peygamberimiz’e uzattı ve “Buyrun yiyin” dedi. Addâs misafirin yüzüne dikkatlice bakıyordu. Çok değişik bir insandı. Hiç bu civarın insanına benzemiyordu. Allah Rasûlü “Bismillah” diyerek yemeye başladı. Bu söz de Addâs’ın çok dikkatini çekti. Hayret ve merakı gittikçe artan Addâs:
—Bu sözü buralarda ne bilirler ne de söylerler. Siz kimsiniz, çok farklı bir insansınız? dedi. Efendimiz:
—Sen nerelisin, hangi dindensin? diye sordu.
— Ninovalıyım, Hıristiyanım, dedi. Efendimiz:
—Demek sen, sâlih kul Mattâ oğlu Yûnus’un memleketindensin! dedi. Addâs’ın şaşkınlığı iyice artmıştı. Bu misafir sıradan bir insan olamazdı. O’na iyice hayran kalmıştı. Allah Rasûlü devam etti:
—Yûnus, benim kardeşimdir. O, bir peygamberdi. Ben de bir peygamberim!
Addâs o anda kalbinde, tarif edilemez bir heyecan hissetti. Adeta kalbi bir pınar olmuş Hazreti Peygamberin yüreğine akmıştı. O zamana kadar hissetmediği duygular hissediyordu. Nihayet Efendimiz’in kalbinden yüzüne akseden nûru, koskoca Tâif’te yalnız bir köle, Addâs görmüştü. Addâs, Kelime-i Şehâdet getirirken, kalbindeki iman pınarları gözyaşı olmuş, fışkırıyordu. Allah Rasûlü’nün ayaklarına kapandı, ellerini öptü öptü…
Addâs, böyle hüzünlü ve acı bir günde iman ederek Allah Rasûlü’nün gönlünü ferahlatan bir mü’min olma şerefine ermişti. Ne büyük saadetti. Âlemlerin Efendisi ise onun Müslüman olmasına o kadar sevinmişti ki o an çektiği çileleri unutuvermişti. Çünkü bir insanın Müslüman olup da cehennem ateşinden kurtulması, üzerine güneşin doğup battığı kâinattaki her şeyden daha hayırlıdır.
Efendimizin, kendisini taşlayarak kovan bu zalim kavme sonsuz merhametiyle yaptığı dua kabul oldu. Bu dua hürmetine yıllar sonra Taif halkı, Müslüman oldu ve kurtuluşa erdi.


Gül Yüzlü Yavrularım!

• Dedelerimizden bize miras olan vatanımızın kıymetini bilelim. Ancak vatanımız olduğu takdirde din, namus ve bayrak gibi manevi değerlerimizi koruyabiliriz.
• Bize iyilik yapanlar için de kötülük yapanlar için de hayır dua edelim. Belki böylece kötülük yapanlar bizim duamız sayesinde kötülüklerinden tamamen vazgeçerler.
• Biz, rahmet Peygamberinin ümmeti olduğumuz için Allah’ın bütün yarattıklarına merhamet edelim.
• Addâs’ın yüreğinde iman meşalesini yakan söz “Bismillah” idi. Biz de bütün hayırlı işlerimize “Bismillah” diyerek, Allah’ın adıyla başlayalım. Zira “Besmele her hayrın başıdır.”
• Peygamber Efendimiz’i, onun yaptıklarını yaptığımız zaman anlayabiliriz. Onu tanıyabildiğimiz kadar sevebiliriz. Sevdikçe de O’na hayran oluruz. Öyleyse davranışlarımızda O’nu örnek alalım.
• Seven kişi sevdiğiyle beraberdir. Bizim Efendimiz’e gönülden uymamız O’nu sevmemizin bir ölçüsüdür.
Sevgili Yavrularım! Rabbimiz, kalplerimizi Efendimiz’in sevgisiyle doldursun! Bütün davranışlarımızla O’nu memnun edebilmeyi nasip etsin! Âmin…


Değerli Katkıların için Rabbimiz razı olsun canım kardeşim..
Ecrini ziyadesiyle lütfetsin Rabbimiz inşallah..
Teşekkür ederim.. Dua ve muhabbetle..B)B)
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Namazla Çocuk Rahmet Kucağında Terbiye Olur

Namazla Çocuk Rahmet Kucağında Terbiye Olur

Namazla Çocuk, Rahmet Kucağında Terbiye Olur



Rabbimiz Ankebut suresinde “Namaz insanı bütün kötülüklerden korur” buyurmuştur. Namaz insan için büyük bir terbiye metodudur. Namaz ile saygıyı, tevazu ve güzel ahlâkı öğrenen bir çocuk, Rabbi’ni tanır, ebeveynine asi olmaz. Namazla çocuk rahmet kucağında yetişen bir güle benzer.

İnsanoğlu dünyada iken ne derdi ne de tasası biter. Çoğu konuşmalar “İçimde bir boşluk var bir türlü dolmuyor…” sözleriyle noktalanır. Günah ve dünya sıkıntılarıyla yıpranıp sıhhatini kaybeden kalp huzuru bulamaz. Hz. Mevlana (k.s) Mesnevisi’nde bu boşluğu şöyle tarif eder; “Namaz ehli olmayanı, gönül namazı kılmayanı, öfke rüzgârı, şehvet rüzgârı, tamah rüzgârı alıp götürür.” Namaz gönül yaralarını sararken iç huzuru ve vicdani bir rahatlık da sunar. Peygamberimiz (s.a.v) “Namazda şifa vardır” buyurmuştur.

cds12.jpg

Mümin namaza niyet edip kıyama durduğunda sevgi ve saygı ile Rabbi’nin huzuruna varır. “Allahu Ekber” kelamını söyleyip tekbir alırken teslimiyetiyle Yaratan’ına kurban olur. Bu öyle bir teslimiyettir ki benliğe vurulan keskin bir kılıç gibidir. Çünkü insan, hakiki efendisini, Rabbi’ni tanır ve onun huzurunda boyun bükmeyi öğrenir. Nefsin arzularını kurban ederken, şeytanın vesveselerini de keser.

Namazda sağ el sol el üzerine konurken; sağ elin ahireti sol elin ise dünyayı tasvir ettiği düşünülür. Dünyalık kaygılar sağ el ile bağlanarak yüce Allah’a boyun bükülür. Kıyamda başlayan saygı, rükûda tevazu ile kucaklaşır. Rükûda başlayan tevazu ise secde de zirveye varır. Ruh ve kalbin Allah’a en yakın olduğu bu anda kul Rabbi’yle en güzel bağı kurar.

Namaz hayatımızın merkezinde mi?

Allah Rasulü’nün (s.a.v) hayatının merkezinde namaz vardı. Hz. Aişe (r.anha) annemiz anlatıyor: “Rasulullah bizimle konuşur biz de onunla konuşurduk. Ama namaz vakti gelince bizi tanımıyormuş gibi bir hale bürünür, bütün varlığıyla Allah’a yönelirdi.”

Çocuklara namazı sevdirerek öğretmek ve namazı hayatın merkezinde görmelerini sağlamak ebeveynlere bağlıdır. Namaz vakti yaklaştığında, her işini bir tarafa bırakıp güzel ve temiz elbiseler içinde Allah’ın huzuruna varmak için hazırlanan anne-babaya şahit olan bir çocuk, namazın ne kadar önemli bir ibadet olduğunu fark edecektir.

Ebeveynler çocuğuna namazı sevdirmek istiyorsa öncelikle onun önemli gördüğü şeylere değer vermeli, özel eşyalarına ve sevdiği şeylere saygı duymalıdır. Araştırmacı yazar Cemalnur Sargut bu konuyla ilgili, şahit olduğu bir olayı şöyle anlatıyor: “Bir tanıdığımızın dört yaşındaki çocuğunun namazdan nefret ettiğini öğrenince çok üzüldük ve sonradan anlaşıldı ki, namaz saatlerinde çocuğun seyrettiği çizgi film kapatılıyor. Böyle yapmak yerine, başka bir odada kılmak daha iyi sonuç verir. Diğer zamanlarda elbette çocuğun görebileceği yerlerde kılınmalı.”

Cami çocuğun Rabbi’ni tanıyacağı okuldur

Namaz yüce Kuran’da en çok zikredilen ibadetlerden biridir. Bunun için de çocuğun ilk öğreneceği ibadet namaz olduğu gibi Rabbi’ni tanımasına vesile olacak ilk okul da camidir. Ecdadımız bu konuda oldukça hassas davranmıştır. Osmanlı döneminde her mahallede kurulan sıbyan mekteplerinde, dört yaşında eğitime Kur’an ile başlanırdı. Zira dört yaş eğitim için çok önemlidir. Bu yaştaki çocuklara dua ve ibadet ilginç geldiği gibi hoşlarına da gider.

Çocuğunun namazın ne kadar büyük bir ibadet olduğunu kavramasını isteyen ebeveynlere buldukları her fırsatı değerlendirmek düşüyor. Özellikle babalar cemaatle namaz kılarken çocuklarını da beraberinde götürmeyi birer vazife olarak görmelidir. Hafta sonu tatilleri, camileri ve cami hükmündeki mübarek mekanları ziyaret için iyi bir fırsat olabilir. Camilerin manevi atmosferiyle buluşan çocuklar, aynı zamanda tarihi hakkında bilgi verilirse kültürel değerleri tanıma ve saygı duyma bilinci de geliştirir.

77c.jpg



“Namaz benim en vefalı dostum”

Beş altı yaşlarında namaz ile tanışan Fatma Hanım “Namaz benim en vefalı dostum oldu ama bu sevgiyi dedemin namaz sevdasından aldım” diyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Köyde bütün evler camiye yakın değildi. Bir de kara kış eklenince camiye gitmek zorlaşırdı. O uzun kış günlerinde yatsı vakti gelince camiye uzak olan mahalle sakinleri bizim evde toplanırdı. Dedeme ‘Hasan Ağa bize namaz kıldır’ derlerdi. Dedemin kulağı zor işitirdi, sağlığı da iyi sayılmazdı ama namaz deyince gözleri parlar 18 yaşında bir delikanlı gibi kalkar güzelce abdest alır seccadesini serer, namaza başlardı. İşte ben de o cemaat arsında onların yanında boyunlarına sarılır bazen de namaz kılar gibi yapardım. Namaz bitince dedem menkıbeler kitabından hikâyeler okurdu. Kimi ağlar, kimi esner, kimi ah çekerdi. Velhasıl herkes ruhu doymuş ve sabah namazı için hazır bir şekilde evinin yolunu tutardı. Çocukken namazlarımda okuduğum duaların anlamını bilmiyordum fakat namaz kılarken bir mutluluk hissederdim. Şimdi yetişkin bir insan oldum ama hala o kıldığım çocukluğumdaki namazın tadı bir başka. Bu gün namazım en vefalı arkadaşsa; dedemin namaz kılarken omuzuna sıçrayıp beraber secdeye varışıma borçluyum.”

Namaz kişilik gelişimi için önemli

Allah Rasulü “Yedi yaşına gelince çocuklarınıza namazı emrediniz” buyurur. Yedi yaşında akıl muhasebesi gelişen çocuk, kendini ifade etmeye ve sosyal hayatta yerini almaya başlar. Bu yüzden o yaşlardaki bir çocuğun namazı öğrenmiş olması çok önemlidir. Namaz kılan Müslüman hem kendini hem de yirmi dört saatini disiplin ve intizam altına alır. Günde beş kez amirinin huzuruna çıkıp malumat veren bir memur gibi insan da günün beş vaktinde Rabbi’nin huzuruna varır. İşte bu nizam küçük yaşta başlarsa insan disiplin sahibi olmayı ve belli bir düzen içinde yaşamayı öğrenir.

Allah (c.c) “Şüphesiz ki namaz, müminler üzerinde belli vakitlerde farz kılınmıştır” buyuruyor. (Nisa, 103) Namaz için tayin edilen her vakit bir sırra tabidir. Namazı vaktinde kılmaya devam eden mümin o sırdan nasiplenir. Yalnızca namaz kılan mümini saran ilahi atmosferin içine girer. Namaz bir nurdur. Bu nurla tanışan küçük bedenler de birer nur parçası olur.

İstikbal endişesiyle namaz erteleniyor

Hz. Mevlana (k.s) diyor ki: “Bu dünya bir tuzaktır. İsteklerimiz o tuzağın yemi gibidir. İstek tuzaklarından kaç. Bu dünya bir kuyuya benzer, o kuyudan kurtulmaya çalış.” Dünya hayatı insanoğlu için bir imtihan yeri. İmtihanın şekli de zamanın şartlarına göre çeşitlilik kazanıyor. İnsan uyanık olmasa Allah’a kul olmaktan uzak, şeytanın emellerinin peşinde bulabilir kendini. Günümüzde “ekmek parası” ya da “istikbal” endişesiyle çocuklarını okul ve çeşitli kurslara koşturan ebeveynler; namaz ve dini eğitimin önemini çocuklarına kavratmakta geç kalabiliyor. Ertelenen namazla ebedi istikbalin elden kaçıp gidebileceği gözden kaçabiliyor.

Arkadaş gurubu ve çevre önemli

Çocuklukta edinilen dini bilincin muhafazası hususunda çevrenin büyük etkisi var. Zira ailesinde görmediği halde çocuklar kötü alışkanlıklara, günahlara müptela olabiliyor. Bu da çevresinin etkisiyle oluyor. Ebeveynler özellikle arkadaş edinme konusunda çocuklarını doğru yönlendirmelidir. Bunun için de yakın arkadaşları ve aileleriyle tanışmak arkadaşları hakkında daha fazla bilgi edinmeye yardımcı olur. Arkadaş etkisi çocukluktan gençliğe geçiş döneminde daha belirgindir. Bugün dini eğitimin temelleri iyi oturtulmadığı için çocukluktan gençlik dönemine geçişte; medyanın olumsuz tesiri çok çabuk görülmektedir. Çünkü çocuk bu dönemde öğrendiği bilgilerle hayatını şekillendirmektedir. Efendimiz çocuklara yedi yaşında namazı emretmekle; gençlik dönemine yapılacak olan manevi yatırıma işaret etmektedir.

Rabbimiz Ankebut suresinde şartlarına uygun kılınan namazın, insanı bütün kötülüklerden koruyacağını bildirmiştir. Namaz insan için büyük bir terbiye metodudur. Namaz ile saygıyı, tevazuyu, güzel ahlâkı öğrenen bir çocuk Rabbi’ni tanır, ebeveynine asi olmaz. Kötü fiillerden uzak durur ve güzel ahlâk sahibi olur. Güneşin dünyayı aydınlattığı gibi namaz da beden evimizi aydınlatır. Namazla çocuk rahmet kucağında yetişen bir güle benzer.


KADRİYE BAYRAKTAR

 

erdal

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
15 Nis 2006
Mesajlar
3,212
Tepki puanı
1
Puanları
38
Emek sarfeden bütün kardeşlerimizin
ellerine sağlık .
Rabbimize emanetsiniz.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com

“Bismillah da onun gibi bir parola işte!” dedi annesi. “Bir işi yapmaya başlayınca, varlıklar âleminin kapısını aralarsın. Onların seni tanımasını, sana destek olmasını umarsın. O zaman bir işe başlar başlamaz, kendini tanıtman gerek. Onları ve seni yaratan Allah adına burada olduğunu söylemelisin. İşte ‘Bismillah’ diyerek, Allah’ın adıyla iş yaptığını hatırlatırsın, O’nun kulu olduğunu hatırlarsın, O’nun izniyle hareket ettiğini söylemiş olursun. Yani, bu âlemin parolasını fısıldamış olursun. Eğer parolayı söylemezsen, yabancı ve düşman sanılırsın. Bir bahçeye izinsiz girmek gibi bir şey bu! O zaman sana kapılar açılmaz, işlerin kolaylaşmaz. Parolayı söylersen kapılar açılır, yabancılık çekmezsin, hiçbir şey de sana yabancı ve düşmanmış gibi gözükmez.

“İşte biz de ‘Bismillah’ diyerek başlıyoruz okumaya; tâ ki Rabbimizin söyledikleri bize açılsın ve ne sorumuz varsa cevaplansın.”

aliye kardeşim bu kısmı anne babalar ve adayları çok dikkatli okumalı.otoritemizi ispatlama uğruna çocuklarımızı sindirmemeiyiz.ben de çok araştırdım ç.eğitimi konusunda.aslında o kadar kolay yöntmler var ki.hem biz hem yavrumuz mutlu olacaktır inşaallah.

selamün aleyküm kardeşim,hutbe son diye bitmiş ama konu devam edecek inşALLAH.çok faydalı,eğitici,öğretici bilgiler içeriyor.devamını bekliyoruz...........

Ve Aleyküm Selam Ayşe Rana Ablam..
Konuya olan ilginiz için çok teşekkür ederim.. Allah razı olsun, sağolunuz..
Bu sayfaya farklı konulardaki katkılarımızı sürdüreceğiz inşallah.. Yorumlarınızdan anladığım kadarı ile, bu konuyla ilgilisiniz.. Eğer sizin de çocuk eğitiminde bizzat yaşayıp faydasını gözlemlediğiniz metotlar veya yakın çevrenizden şahit olduğunuz, sonuç verici öneriler var ise, bizlerle paylaşırsanız mutlu oluruz.. İlgilenen kardeşlerimiz, büyüklerimiz için de faydalı olacaktır inşallah..
Selam ve Dua ile, Rabbimize emanet olunuz.B)
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Değerli Katkıların için Rabbimiz razı olsun canım kardeşim..
Ecrini ziyadesiyle lütfetsin Rabbimiz inşallah..
Teşekkür ederim.. Dua ve muhabbetle..B)B)

amin inşallah ablacım rabbim senden de razı olsun böyle güzel ve faydalı bir konu açtığın için gözlerine saglık
rabbimize emanetsin inşallah
selam ve dua ile
<<B)>>
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
ÇOCUĞUNUZUN OLUMSUZ DAVRANIŞLARINA CEZASIZ NASIL ENGEL OLABİLİRSİNİZ?


A) Çocuk davranışı yapmadan evvel:
1) Önleyici açıklamada bulunmak, beklentilerin açık dille önceden çocuğa söylenmesi;
2) Çevreyi değiştirmek, çevreyi çocuğa uygun hale getirmek
3) Örnek olmak, beklenen davranışlara anne/babanın örnek olması;
4) Çocuğun iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olmak,yol göstermek ve yaptığı zaman takdir etmek.
B) Sorun olan davranış sırasında:
5) Olumsuz davranışın nedenini düşünmek;
6) Yapıcı bir çözüm yolu, alternatif göstermek;
7) Aile bireyinin duygularını ve olumsuz davranışın kendi üzerindeki etkilerini açıklaması
c) Sorun olan davranıştan sonra:
8) Olumsuz davranışın etkilerini göstererek pişmanlık duyurmak;
9) Çocuğun olumsuz davranışının sonuçlarını yaşamasına müsaade etmek.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ÇOCUĞUNUZUN OLUMSUZ DAVRANIŞLARINA CEZASIZ NASIL ENGEL OLABİLİRSİNİZ?


A) Çocuk davranışı yapmadan evvel:
1) Önleyici açıklamada bulunmak, beklentilerin açık dille önceden çocuğa söylenmesi;
2) Çevreyi değiştirmek, çevreyi çocuğa uygun hale getirmek
3) Örnek olmak, beklenen davranışlara anne/babanın örnek olması;
4) Çocuğun iyi alışkanlıklar geliştirmesine yardımcı olmak,yol göstermek ve yaptığı zaman takdir etmek.
B) Sorun olan davranış sırasında:
5) Olumsuz davranışın nedenini düşünmek;
6) Yapıcı bir çözüm yolu, alternatif göstermek;
7) Aile bireyinin duygularını ve olumsuz davranışın kendi üzerindeki etkilerini açıklaması
c) Sorun olan davranıştan sonra:
8) Olumsuz davranışın etkilerini göstererek pişmanlık duyurmak;
9) Çocuğun olumsuz davranışının sonuçlarını yaşamasına müsaade etmek.

Selamün Aleyküm Ayşe Rana ablam..
Emeğinize sağlık. Değerli katkınız için Rabbimiz razı olsun, teşekkür ederim.. Çok faydalı olacağı kanaatindeyim inşallah.. Özellikle son madde öyle önemli ki.. Çoğu anne-baba, gerektiği zaman çocuğa deneme-yanılma hakkını vermelidir; hayatı sadece kendisine anlatılanlarla tanıyan bir çocuk, hayatı tribünlerden seyreden biri gibidir.. Sahaya çıkmalı, dizlerini, kollarını incitmeli ki, koşup terlemeli ve hata yapmalı ki, her yeni bir maçta nasıl olması gerektiğinin şuuruna varsın.. Bunun aksi bir yaklaşımın ise çocuğa ancak zararı olur..
Güzel katkılarınızın devamının gelmesi dileğiyle..
Rabbimize emanet olunuz inşallah.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
Selamün Aleyküm Ayşe Rana ablam..
Emeğinize sağlık. Değerli katkınız için Rabbimiz razı olsun, teşekkür ederim.. Çok faydalı olacağı kanaatindeyim inşallah.. Özellikle son madde öyle önemli ki.. Çoğu anne-baba, gerektiği zaman çocuğa deneme-yanılma hakkını vermelidir; hayatı sadece kendisine anlatılanlarla tanıyan bir çocuk, hayatı tribünlerden seyreden biri gibidir.. Sahaya çıkmalı, dizlerini, kollarını incitmeli ki, koşup terlemeli ve hata yapmalı ki, her yeni bir maçta nasıl olması gerektiğinin şuuruna varsın.. Bunun aksi bir yaklaşımın ise çocuğa ancak zararı olur..
Güzel katkılarınızın devamının gelmesi dileğiyle..
Rabbimize emanet olunuz inşallah.

aleyküm selam karsdeşim,izninle bir kaç ekleme yapmayı düşünüyorum.inşALLAH her yönden hassasiyet isteyen insan yetiştirme görevini onların da gönlünü kırmadan mükemmel bir şekilde yaparız.Allah razı olsun canım.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
DAYAK NEDEN EĞİTİME YARAMAZ?


Dayak eğitime yaramaz, çünkü:
—Dayak yiyen çocuk yaptığının karşılığını en kısa yoldan ödemiştir. Yaptığı olumsuz davranış üzerinde düşünmek, hatasını anlamak, onu tamir yollarinı aramak, veya sonuçlarını düzeltmek fırsatı verilmemiştir ona. Olay, olumsuz davranış dayakla noktalanır.
—Dayak yiyen çocukta anne/babaya kızgınlık, düşmanlık, nefret hisleri uyanır. Dolayısıyla, çocuk kendi yaptığının kötü bir şey olduğunu düşünüp kendini suçlayacağına, karşı tarafı suçlar. Konu yer değiştirmiştir. Çocuğun düşündüğü odak konu kendi olumsuz davranışı, hatası, suçu değil, yediği dayak ve bundan dolayı yaşadığı duygulardır.
—Dayak yiyen çocukta saldırganlık duyguları gelişir. O da anne/babasını örnek alıp.sorunlarını en'kısa yoldan saldırganlık!a,zorbalıkia halletmeye yönelir, kardeşini-, komşu çocuğu/kediyi döver. Aynca, aile bireyine karşı koyamadığı için, saldırganlığını dolaylı olarak gösterir, aile bireyini kızdıracak, sinirlendirecek başka davranışlarda bulunur.
—Aslında dayak yiyen çocuk kendini güçsüz, aciz hisseder, karşılık veremediği için kendinden utanır. Kendine güveni sarsılır. (Çok sık dayak yiyen çocuklarda, bir büyük fazla yaklaştığı zaman eliyle yüzünü koruma refleksi gelişmiştir.)
Dolayısıyla, dayak çocuğa davranışı, etkileri ve sonuçlan üzerinde düşünmek, yani vicdan ve ahlak geliştirmek yerine saldırgan olmayı, işini kaba kuvvetle halletmeyi, öç almayı öğretir.
Dayak atmanın veya fiziksel ceza vermenin anne/baba üzerindeki etkileri ise:
—Dayak atan anne/baba o anki hırslarını, öfkelerini.çocuktan alır, en kısa yoldan kızgınlık duygularını güçsüz biri üzerine boşaltarak rahatlarlar. Ancak, bu şekilde hırsını gideren anne/baba çoğunlukla yaptığından pişman olur, utanır, suçluluk duygularına kapılır. Bu suçluluğunu gidermek için de bu kez aşırı sevgi gösterilerine veya aşırı hoşgörü tutumlarına girer. Çocuksa durumun dengesizliğini, tutarsızlığını yasar. Bu tür sürekli iki uç davranışlar çocuğu ruhsal yönden çok olumsuz etkiler.
—Buna karşılık, sürekli dayak ve fiziksel ceza (bodruma kapama, cezaya koyma, karanlık oda) ile eğitim veren anne/baba zamanla acımasız ve işkenceci bir ruh geliştirir. Bunun da gerek anne/baba, gerekse çocuk üzerindeki ruhsal etkileri çok ürkütücüdür.
Demek ki, çocuk eğitimi ve disiplininde dayağın yeri yoktur.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com

aleyküm selam karsdeşim,izninle bir kaç ekleme yapmayı düşünüyorum.inşALLAH her yönden hassasiyet isteyen insan yetiştirme görevini onların da gönlünü kırmadan mükemmel bir şekilde yaparız.Allah razı olsun canım.


Estağfirullah tabi ki dilediğiniz kadar ekleyebilirsiniz değerli Ablam:)..
Güzel katkılarınızla hayırların da vesilesi olursunuz inşallah.. Rabbimiz sizden de razı olsun..İlgilenen, konuyu takip eden kardeşlerimiz için faydalanacakları bilgiler olacağını düşünüyorum inşallah..Selam ve baki Dua ile kalın..
 

nrydmrl

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2008
Mesajlar
471
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
36
selamün aleyküm değerli kardeşlerim çok önemli bir konuyu ele almışsınız .Rabbim hepinizden razı olsun selam ve dua ile.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
Dayak yiyen çocukta saldırganlık duyguları gelişir. O da anne/babasını örnek alıp.sorunlarını en'kısa yoldan saldırganlık!a,zorbalıkia halletmeye yönelir, kardeşini-, komşu çocuğu/kediyi döver. Aynca, aile bireyine karşı koyamadığı için, saldırganlığını dolaylı olarak gösterir, aile bireyini kızdıracak, sinirlendirecek başka davranışlarda bulunur.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
Buna karşılık, sürekli dayak ve fiziksel ceza (bodruma kapama, cezaya koyma, karanlık oda) ile eğitim veren anne/baba zamanla acımasız ve işkenceci bir ruh geliştirir. Bunun da gerek anne/baba, gerekse çocuk üzerindeki ruhsal etkileri çok ürkütücüdür.
Demek ki, çocuk eğitimi ve disiplininde dayağın yeri yoktur.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
AZARLAMA VE KINAMANIN ÇOCUĞUNUZ ÜZERİNDE ETKİLİ OLMADIĞININ BELİRTİLERİ


• Çocuğunuz genellikle azarlamanıza azarlama ile ile yanıt verir, kafa tutar, ağız burun büker veya sizinle tartışmaya girişir.
• Sizi işitmezden gelir, aldırmazdan gelir ya da gülümser.
• Azarlanınca öfke nöbetine tutulur.
• Olumsuz bir ilgi de olsa, sizin böyle fazladan ilgi göstermenizden hoşlandığını görürsünüz.
 

ayşe-rana

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Tem 2008
Mesajlar
1,732
Tepki puanı
46
Puanları
48
Yaş
51
ÇOCUĞA ETKİLİ YÖNERGELERİ VE KOMUTLARI NASIL VERMELİ



Ana babalar yeri geldiğinde çocuklarına etkili ve açık yönergeler ve komutlar verebilmelidirler. Bir de verdiğiniz komutları yaptırımlarla destekleyebilmelidirler. Bir komut, belli bir davranışta bulunmaya hemen başlanmasını veya belli bir davranışa hemen son verilmesini içeren bir istektir.
Komutlar ne zaman verilir? Çocuğunuzun belirli bir kötü davranışına son vermesini istiyorsanız, fakat basit bir cümle biçiminde duyuracağınız isteğinizi çocuğunuzun yerine getirmeyebileceğini düşünüyorsanız, o zaman bu isteğinizi ona komut biçiminde söyleyin.
Bir de, çocuğunuzun belirli bir davranışta bulunmaya başlamasını istiyorsanız, ama çocuğunuzun basit bir cümle biçiminde ileri süreceğiniz bu isteği yerine getirmeyebileceğini düşünüyorsanız, o zaman isteğinizi komut biçiminde söyleyin.
Bir komut nasıl verilmeli? Aşağıda ana çizgilerini verdiğimiz yolu izleyin.
Çocuğa Etkili Komut Vermenin Yolu
izleyeceğiniz uygulama Basamakları:
— 1. Çocuğunuza yaklaşın.
— 2. Ciddi bir yüz ifadesi takının.
— 3. Çocuğunuzun adını söyleyin.
— 4. Çocuğunuzun gözlerinin içine bakarak konuşun.
— 5. Kararlı ve sertçe bir ses tonuyla konuşun.
— 6. Basit, açık ve dolaysız bir komut verin.
— 7. Gerektiğinde verdiğiniz komutu bir yaptırım ile destekleyin
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt