Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

büyüklerimiz...FOTOĞRAF TOPLU HALDE... (1 Kullanıcı)

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - NEFİS RUH DENGESİ

İmam Rabbani Hazretleri buyurdular ki:

"Zahirde cisme (nefse) elem veren her musibet batında ruha lezzet vericidir. Zira cism ve ruh karşlıklı olarak birbirinin aksi vaziyetindedir. Birinin acısı öbürünü tatlısıdır. Ruhu sukut edip cisim mertebesinde karar kılmış bir insana anlatabilecek hiç bir sır yoktur, ruhu asli makamına çıkmadıkca, o bedbaht insan 'belhüm adal' emri ile hayvandan daha aşağı mertebede kalacaktır!

Ruhun asli makamına yükselmesi ,"ölmeden evvel elde edilen ölümle" mümkündür ki tasavvuf ehli bu hali ''fena'' tabiriyle ifade ederler. Hayattayken ruhunu bu mertebeye yükseltenlere ne devlet!
"


Mektubat-ı Rabbani 152. Mektup
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Mahmud Efendi Hazretleri buyurmuş ki:

"Rabıta muhabbetle olur, muhabbet de ittiba ile olur. İttiba edersen seversin ve sevilirsin."

"İnsanlar et gibi, ulema tuz gibidir. Tuzsuz et koktuğu gibi ulema ve sohbetinden mahrum kalan da çürür ve kokar."

"Dünya içinde herşey melundur, fakat zikrullah ile meşgul olan, emri bil maruf nehy-i anil münker yapan, (ilim) okuyan ve okutan değildir."

"Yedi yaşında ki bir çocuk kalbimizdekileri bilse dağların arkasına kaçarız. Mevla (c.c.) her şeyi biliyor, hiç utanmıyoruz."

"Zikirsiz yapılan tefekkür, yazın yağan kara benzer."

"Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen, nefis seni batıl ile meşgul eder."

"Dünya sevgisi insanı şaraptan daha sarhoş eder ve ateşe girmeye cesaret verir."

"Sarıl bir hak dostuna, kurumuş yaprak gibi ezse de ses çıkarma, sakin ol; toprak gibi."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - ÇOK ÖZEL 7 SINIF VE TASAVVUF

816. Selmân'dan Peygamber Efendimizin şöyle dediği rivayet edilmiştir:

"Yedi (sınıf) kimse, Allah'ın himayesinden başka hiçbir himayenin bulunmadığı kıyamet gününde O'nun himayesinde olacaklardır:

1- Bunlardan birisi, (mümin) kardeşi ile karşılaştığında ona: 'Seni Allah için seviyorum!' diyen ve aynı karşılığı gören kimsedir.
2- Bir diğeri, Allah'ı zikredip te, Allah korkusundan gözleri dolup ağlayan kimsedir.
3- Diğer biri, sağ elinin verdiğini sol eli bilmeyecek kadar verdiği sadakayı gizleyen kimsedir.
4- Bir başkası son derece güzel bir hanım kendisini davet ettiğinde: 'Ben Allah'tan korkarım' diyerek, ona icabet etmeyen kimsedir.
5- Başka biri, gönlündeki sevgisinden dolayı kalbi mescitlere bağlı olan kimsedir.
6- Bir diğeri, namaz vakitleri için sürekli güneşi gözetleyen kimsedir.
7- Sonuncusu ise, konuştuğu vakit ilimle konuşan ve ancak Hilmi (güzel ahlakı) yüzünden susan kimsedir."


(Buhârî 1/168, 2/138, 8/126; Müslim, Zekat bab 30 no 91; Tirmizî 2391; Nesâî, Adâbü'l-kuzât, bab 2; Müsned-i Ahmed 2/439.)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - HUŞUSUZ KALB-HARİS NEFİS

3. (1876)- Abdullah İbnu Amr İbni'l-As (radıyallâhu anhümâ) anlatıyor:

"Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şu duayı okurlardı:

'Allah'ım, huşû duymaz bir kalbten sana sığınırım, dinlenmeyen bir duadan sana sığınırım, doymak bilmeyen bir nefisten, faydası olmayan bir ilimden, bu dört şeyden sana sığınırım.'
"[Tirmizî, Da'avât 69, (3478); Nesâî, İstiâze 2, (8, 255).]
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
AÇIKLAMA:

1- Hadis birbirinden ayrı gibi görünen (fakat, birbiriyle yakından ilgili) dört meseleye temas etmektedir:

* Huşû, saygıya götüren korkudur. Kalbin huşû duyması, Allah'tan korkup saygıyla dolmasıdır. Şârihler, zikrullahla sükûnet ve itminana ermesi olarak açıklarlar. Şu halde huşû duymayan kalp, Allah'ı zikretmekten zevk almayan, itminan bulamayan kalptir.

* Dinlenmeyen dua, kabûl görmeyen, icâbete mazhar olmayan duadır. Bu ise Allah'ın rahmet nazarını kestiği kimselere mahsus bir durumdur, el-iyâzu billah.

* Doymayan nefis: Allah'ın kendisine verdikleriyle yetinmeyen, nasibine düşen rızka kanaat etmeyen, mal toplamaktan usanmayan, hırsına zebûn olmuş kimse demektir. Çok yemekle doymayan da denmiştir. İbnu Melek mevkî ve makama doymayanı da buraya dâhil etmiştir. Kısacası nefsin maddî ve dünyevî hevesâtının (arzularının) peşinde koşan, durak bilmeyen nefisler bu gruba girer.

* Faydası olmayan ilim: Amel edilmeyen, halka öğretilmeyen, ahlâkın, ef'âlin, konuşmanın güzelleşmesinde işe yaramayan bilgilerdir. İhtiyaç duyulmayan veya öğrenilmesi için şer'î izin vârid olmayan ilimler de buraya girer. Gerek dünyanın ve gerek âhiretin kazanılmasında ilme büyük yer veren, ilk emri "oku" olan dinimizin "faydasız ilim" diye bir mefhum getirmesi ve bu nefhuma giren ilimleri yasak etmesi, üzerinde durulması gereken bir husustur.

Şunu hemen belirtmek isteriz: Ne faydasız ilmi kınayan hadisler, ne de bunları şerheden âlimler herhangi bir ilmin ismini zikrederek örnek gösterirler. Demek ki bu, izâfi bir durumdur. Yâni, dinimiz açısından hiçbir ilim "faydasız" değildir. Ancak zemine, zamana ve ferdlere göre bazı ilimler faydasız olabilir. Kişi ferasetiyle bunu tâyin edecektir. Âyet-i kerime'de: "Senin için, hakkında bir bilgi hâsıl olmayan şeyin ardına düşme. Çünkü kulak, göz, kalb bunların her biri bundan mes'uldür" (İsrâ 36) buyurulmuştur. Kişi dünyevî ve uhrevî meselelerine veya meslekî ihtisasına girmeyen şeylerle meşgul olurken, ilmini yaparken faydalık, gereklilik süzgecinden geçirmekle mükelleftir. Dünyevî ve uhrevî sorumluluklarına giren mevzûlarda eksiklikleri varken ihtisasına giren sahâlarda öğrenmesi gereken bilgiler varken, gerekmeyen bilgiler, afakî mâlumât ve meşguliyetler bu lüzumsuz sınıfa girebilir.

2-Hadisle ilgili olarak şârih Tîbî'nin yaptğı açıklama bu dört şeyi belli esaslar çerçevesinde birleştirmektedir. Der ki:

"Bu dört arkadaşa yakından bakacak olursak, herbirinin, belli bir gâye için mevcut olduğunu görürüz. Yâni o şey bu gâye için vardır, varlığı, ona dayanmaktadır. Sözgelimi, ilimlerin tahsili, onlardan istifâde içindir. Eğer bu ilimden istifâde edilmezse bu bir ihtiyaç olmaz, bilakis vebal olur ve dolayısiyle ondan istiâze gerekir.

Kalbe gelince, o yaratıcısından korkup O'na karşı saygı duymak için yaratılmıştır. Göğüs bu haşyete açılmalı, içerisine haşyet nuru girmelidir. Kalb böyle değilse katılaşmış demektir. Katı kalpten Allah'a sığınmak gerekir. Zîra âyet-i kerime:

"...Kalpleri Allah'ın zikrinden (başıboş ve) kaskatı kalmış olanların vay hâline! Onlar apaçık bir sapıklık içindedirler" (Zümer 22) buyurulmaktadır.

Nefse gelince, aldanma evi olan dünyadan uzaklaşıp, ebediyet evi âhirete meylettiği ölçüde îtibar edilir. Eğer nefis dünyaya düşkün ve maddiyata karşı doymak bilmez bir hırs içinde ise kişinin en büyük düşmanı demektir. Onun istiâze etmesi (korunması) gereken yegâne şey artık nefsidir.

Duanın icâbet görmemesine gelince, bu hal, dua eden kimsenin ilim ve amelinden istifâde etmediğini, kalbinin Allah'a karşı haşyet duymadığını ve dahi doymak bilmez, harîs bir nefse sahip olduğunu gösterir."


(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları:7/107-109.)

***

Mutmain olmayan bir kalb, doymak bilmeyen, hırs ile dolu dünyaya düşkün bir nefis... Bu iki hastalığın ilacı Tasavvufun asli konusudur.. Bu nedenle zikir yaptırılır.. O yüzden nefsi terbiye bu kadar önemli.. Zira, kalbi mutmain eden, doyuran, besleyen biricik şey Zikrullahtır.. Mükemmel bir nefsi terbiye ise Velayet ve Rabıta nuruyla ele geçer.. Terbiye aziz ise, Terbiye edecek olan da azizdir ve bu işin Üstadları Mürşid-i Kamillerdir.. Hiç şüphesiz.. Yoksa haşa sen ben kendi nefsimizi terbiye edemeyiz.. Nefsin gizli oyunlarını, gizli vartalarını, gizli tehlikelerini bilemeyiz.. Sen ben kendi başımıza kalbimizi doyuracak zikri de seçemeyiz.. Zikr temin etmek ve Terbiye işi, özel bir ilimdir ve Allah bu iş için ehil Mürşid-i Kamilleri vazifelendirmiştir..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - DERVİŞLİK

Mevlana Celaleddin Rumi Hazretleri Buyuruyor ki:

"Derviş gayet azizdir. (Büyüktür, üstündür) Cihanda bulunmaz, bulunursa o derviş yoktur. (Derviş değildir zaten) O, varlık bakımından (cismi olarak) görünse bile vasfını (varlığını sıfatlarını ve zatını), Hakk'ın vasıflarında yok etmiştir."

***

Ehlullah buyurmuştur:

Dervişlikten daha büyük, daha üstün bir makam yoktur.. Zira dervişlik Allah için bütün arzularından ve varlığından geçmek, kendini Hakkın varlığı ve iradesinde yok etmektir.. Resulullah Efendimiz, Mir'ac'a çıktığında Allah sordu: "Resulüm, bana ne hediye getirdin?" "Ya Rabbi, sana öyle bir hediye getirdim ki senin hazinelerinde bulunmaz" "Benim hazinelerimde herşey mevcuttur, peki benim hazinelerimde olmayan ne ki onu hediye getirdin?" "Ya Rabbi, sana yokluğumu hediye getirdim, sana yokluğumla geldim! Zira, senin hazinelerinde 'yok' yoktur.." "Ya Habibim, sen bana en güzel hediye ile gelmişsin"
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - NASUH TEVBESİ, ZİKİR TELKİNİ VE VELİLERİN KONUMU


Abdülkadir Geylani Hz., "Sırrul Esrar" isimli eserinde buyuruyor ki:

1- ... Buraya kadar bazı meratib (manevi makamlar) izah edildi; onların hangisi olursa olsun, tevbe ile elde edilir. Bunu böylece Bilesin.

2- Tevbenin tam olması da şarttır.

3- Ayrıca ehli olandan da o yolların telkinini almak gerekir. Allahu Teala şöyle buyurdu:

- «Onları takva kelimesi ilzam etti» (Fetih, 26)

O takva kelimesi "La ilahe illallah" cümlesidir. İşte o kelimeye sahib olanı bulup almak icab eder. Sonra o kelimenin alındığı yerin; "Allah" lafza-i celalinden gayrı her şeyden pak ve temiz olması da icab eder. Bilhassa avam halkın ağzından duyulan bütün sözlerle, o kalb sahibi tarafından söylenen söz ayırd edilmeli.. Ayrıca söylenenlerin, söyleniş tarzına da dikkat etmeli. Zahirde aynı manayı taşısalar bile, batın itibarı ile tamamen değişiktir. O Zattan çıkan kelamla, diğerleri aynı olamaz.

Kalb; manen diri bir kalbden TEVHÎD tohumunu alınca hayata kavuşur. Ve o tohum tam olur. Kemale ermeyen tohumdan bir bitki bitmez. Kur'an-ı Kerim'in iki yerinde geçen: LA ÎLAHE İLLALLAH cümlesi, anlatmak istediğimizin esasına işaret eder.

Birinde: «LA ÎLAHE İLLALLAH cümlesi onlara okunduğu zaman büyüklenirler." (Saffat, 35)

Bu ayet zahirî duruma işaret eder yani avama dairdir. Diğer yerde ise, şöyle buyurulur:

«Şunu bil ki "LA ÎLAHE İLLALLAH", Allah'tan başka ilah yoktur, sonra senin ve kadın, erkek müminlerin günahına bağış talebinde bulun!» (Muhammed. 19)

Bahsettiğimiz telkin, bu ayetin delaleti ile olmaktadır. Ki bu havas kullar için buyurulur.

ZİKİR TELKİNİ:

Bu yolu, Resulullah S.A. Efendimizden ilk taleb eden Hz. Ali r.a. olmuştur. Peygamber S.A. Efendimizden en yakın, en değerli ve en kolay yolu belletmesini temenni etmişti. Bunun üzerine Peygamber S.A. Efendimiz Cibril'in gelmesini bekledi.. Geldi ve üç defa Peygamberimize S.A. yukarıda zikri geçen TEVHÎD kelimesini telkin etti. Sonra Peygamber S. A. Efendimiz aynı şekilde tekrar etti. Bundan sonra Hz. Ali'ye r.a. belletti. Daha sonra Ashaba geldi, aynı cümleyi onlara da öğretti.. Ve aynı manayı anlatmak için birgün, şöyle buyurdu:

«Biz küçük cihaddan döndük; büyük cihada geliyoruz

Bunu söylerken nefisle edilen cengi murad ediyordu. O büyük Peygamber S.A. birgün Ashabtan birine şöyle diyordu:

«En büyük düşmanın; iki kaburga kemiğin arasındaki düşmandır

İlahî sevgi, vücud düşmanı (nefs) ölmeyince ele gelmez. Vücudun, ilk defa emmare, levvame ve mülhime derecelerinde olan nefisten temizlenmesi lazımdır. Sonra, hayvani adetlerden de pak olmak icab eder. Özellikle; çok yemek, çok içmek, çok uyumak, boş şeylerle meşgul olmaktan..

Sonra, yırtıcı hayvani huylardan sayılan; öfkelenmek, kızmak, dövmek, saldırmak ve benzeri huyları da bırakmalıdır. Şeytanî huylardan sayılan, büyüklenmek, kendini beğenmek, hased etmek, kin ve benzeri huyları da bırakmak icab eder.

Bunların dışında kalan, kalbe ve bedene dair afetlerden de korunmak, temiz olmak icab eder.

Bunlardan arınan kimse; temiz, pak, tevbekar kullardan sayılır. Bir Ayet-i Kerimede şöyle buyurulur:

«Allah, tevbekarları sever; pak, temizleri sever.» (Bakara 222).

Zahirde mücerret günahlardan tevbe eden için gereken şudur ki şu cümlenin tehdidi altına girmeye:

"Her ne kadar tevbe ettiyse de, tevbekar olmamıştır."

«Tevbekar olmamıştır.» cümlesi biraz mübalağa ile zikrediliyor. Bundan çıkan mana şudur: Havas kullara has olan tevbe ile tevbe etmiyor... Dıştan tevbe edip işin özüne geçmeyen kimse odur ki Otu keserken, kökünü kesmiyor; yalnız dışta görünen kısmını koparıyor. Bu hale göre, o ot son halde öncesinden daha çok dal salacaktır. Hataları, bilhassa kötü huyları tam bırakan kimse, kopardığı otu kökten keser. Şüphesiz o bir daha dallanmaz; dallanması nadir olur ki onu kurutmak kolaydır.

Bu sökülme ameliyesi yapılırken, diğer bir büyük zattan gelen manevî telkin de bir alet sayılır. Yapılan telkin kime ise, onda mevcut olan Hakkın zatından gayrı şeyleri keser atar. Acı ağacı, kökünden kesip geçmeyen kimse, tatlı ağaca eremez.

«Ey basiret sahipleri ibret alınız; iflahınız ve vuslatınız, bu yolda umulur» (Haşr, 21)

Bir Ayet-i Kerime'de şöyle buyurulur:

«O öyle bir Allah'tır ki kullanndan tevbeyi kabul eder, hatalardan geçer» (Şura, 25)

Yine buyuruyor:

«Kim tevbe ve iman eder, iyi işi yaparsa.. Allah böyle bir zümrenin kötülüklerim iyiliğe çevirir» (Furkan, 70)

Tevbe iki kısımdır. Avam halkın tevbesi bir de, has kulların tevbesi... Avam halkın tevbesi; Zikirle, ciddî çalışma ile; olur. Böylece isyandan taate, kötülükten iyiliğe geçilir ve Cehennem'den Cennet'e gidilir. Sonra tevbenin aslına, bedenin rahatından geçip, nefsin güç işlere sokulması neticesinde varılır..

Has kulların tevbesine gelince.. O, bir başka durum arz eder. Onlar, iyi görünen kimselerin iyi hallerinden daha ileride bir marifet makamındadırlar. Dereceler onlar için yok olur, tam yakınlığa varmışlardır. Cismanî tadları bırakıp ruhanî lezzete ererler. Bu lezzet Allahu Teala'nın Zatından gayrı her şeyi bir yana atıp, O'nunla ünsiyet etmek ve O'na yakin gözü ile nazar eylemektir.

Şöyle bir büyük kelam vardır:

«Vücudun öyle bir günahtır ki onunla hiç bir günah kıyas edilemez

Bazı büyükler, Allah onlara rahmet eylesin, şöyle derler:

"Yakınlık makamına varamayan iyilerin yaptığı iyi iş, yakınlık makamına varanlara nazaran, hata sayılır. İşte bundandır ki Peygamber S.A. Efendimiz günde yüz defa istiğfar ederdi. Bunu Allahu Teala, bize talim için Peygamber S.A. Efendimize buyurmuştur:

«Günahına bağış talebinde bulun.» (Muhammed, 19)

Yani, "Varlığını silmeyi Allah'tan dile.. Bu hale, tevbeden daha çok ÎNABE tabir edilir. ÎNABE, Allah'ın Zatından gayrı her şeyden geçip O'na dönmektir. Ve onun yakınlık evine girip, ilahî yüze nazar eylemektir. Bu aziz kulları Peygamber S.A. Efendimiz anlatırken, şöyle buyurur:

«Allah'ın bir takım kulları vardır ki onların bedeni dünyadadır, ama kalbleri arş altında

Kalb aynasında ilahî sıfatlann tecellisi görülür. Ki Hz. Ömer R.A. bu hususta dedi:

«Kalbim Rabbımı, Rabbımın nuru ile gördü

Kalb, CEMAL sıfatının tecellisine bir aynadır. Bu anlatılan alemin bir ismi de müşahededir. Bunun hasıl olması için: Ergin, vuslat alemini bulmuş, geçmiş zatlar tarafından makbul olan bir Zatın (Kamil Mükemmil bir Mürşidin) telkini lazımdır. Bu Zat, o aleme erdikten sonra Allah'ın emri ile, noksan kişilerin eksiğini tamamlamak için, bu aleme gönderilmiş olmalıdır. Bu gelişte vasıta bizzat Peygamber S.A. Efendimiz olmalıdır.

Velî zatların kullara gönderilişi özel bir durum arz eder. Bunların daveti umuma şamil değildir. Bu yüzden peygamberlerle tefrik edilirler. Çünkü peygamberler hem havas kullara hem de avama gönderilmiştir. Sonra, bunlar yani peygamberler, kendi işlerinde tam istiklale sahiptir. Velîler müstakil değildir; peygambere uymak zorundadırlar. Derler ki:

"Kendi istiklalini ilan etmeye yeltenen bir velî, kendisini peygambere benzetmek ister ki bu isteği onu küfre götürür.. "

Peygamber S.A. Efendimizin, ümmetinden ulema güruhunu Îsrail devri peygamberlerine benzetmiş olması başka mana taşır. Musa a.s.'dan sonra gelen nebi onun kurduğu dini esas üzerine yürümekte idi. Yeni bir şeriatle değil, aynı şeriatı takip edip gelmekte idi. Bu ümmetin uleması ise, havas kullara gönderilmiştir, emri ve yasağı yeniden sunarlar. Açık bir şekilde, amelleri talim eyler, din temelindeki güzelliğe halkı devam ettirmeye bakarlar. Marifet için bir temel yeri olan kalbi temizletirler. Bunlar, Ashab-ı Suffe gibi, Peygamberin S.A. verdiği bilgiye göre haberler verirler. Ashab-ı suffe öyle bir hale ermişti ki Peygamber S.A. Efendimiz, mir'ac hadisesini anlatmadan önce; onlar, mir'acın sırlarından bahsederdi..

Velî, Peygamberin S.A. velayet haline de sahiptir. Çünkü taşıdığı hal, peygamberliğin bir cüzüdür, iç alemi Peygamberin S.A. emanetindedir.

Bu anlatılanları dinlerken: Zahiri ilme sahib olan herkesin, bu hale ereceği akla gelmesin. Bizim anlattığımız peygamber varisleri, neseb itibarı ile ona yakın olanlardan da ileridir. Peygambere tam varis olan, bir oğul derecesindedir ki o manevî neseb itibarı ile en yakındadır. Zahiri neseb, bu nesebe göre sönük kalır...

Zahirî bilgi sahipleri, cevizin özünü saklayan sert kabuğuna benzer. Batın alimlerine gelince onlar da öz sayılır. Peygamber S.A. Efendimiz bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurur:

«Ulema meclisinde oturmalısınız. Hakimlerin sözünü dinlemelisiniz. Allahu Teala, yağmur suyu ile yeri yeşerttiği gibi, hikmetle de ölü kalbleri ihya eder.»

Farz olan ilimden murad, Marifet ve Hak yakınlığı ilmidir. Geri kalan bilgilerin, ancak lüzumu kadarı farzdır. Farz ibadetlerin edası için gereken fıkıh ilmi gibi..
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - HAFİ YOLUN ESASI

Şah-ı Nakşibend Muhammed Bahauddin Buhari Hazretlerinden sordular:

"Sizin tarikatınızın esası nedir?"

"Bizim tarikatımızın esası 'halvet der-encümen'dir. Yani zâhir halk ile, bâtın Hakk ile bulunmaktır. 'El kârda, gönül yârda' olmaktır. Nitekim Kur'an'daki: 'O erler ki ticaret, alış-veriş onları Allah'ın zikrinden alıkoymaz!' (en-Nûr. 24/37) âyetinde bunlara işaret vardır."

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, müridlerine:

"Eğer himmetimizi yüksek tutmaz, oyununuzu büyük oynamazsanız, size hakkımı helâl etmem. Üstün himmette öyle olmalısınız ki ayaklarınızla başıma basmalısınız."

Yani sizin mânevi dereceniz benden daha yukarılara ulaşmalı.

Nakşilik yolunda en büyük keramet, kerametin gizlenmesidir. Kul, gayenin keramet değil, istikamet ve Hakk rızası olduğunu anlarsa kurtulur; değilse ayağı sürçer ve tökezler. Şâh-ı Nakşibend'e yine sordular da pek muhteşem bir tavazu ile hem kerametlerini gizlediler hem de büyük bir ders vermiş oldular:

"Sizden niçin bu kadar az keramet zuhur ediyor?"

"Omuzlarımızdaki bunca günah yüküne rağmen ayakta durabilmekten daha büyük keramet mi arıyorsunuz?"

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, nefs konusunda şöyle konuşurdu:

"Nefislerinizi kınayın. Çünkü nefsini kınamasını bilen onun hile ve mekrini bilir. 'Nefsin bineğindir, ona şefkatle davran' hadisindeki nefs, 'mutmeinne' derecesine ermiş nefstir. Yoksa emmare olan nefs değildir. Nitekim Kur'an'daki: 'Nefs, kötülüğü çokca tahrik edicidir, ancak Rabbımın merhamet ettiği nefs müstesnâ' (Yusuf, 12/53) âyetinde istisnâ tutulan nefs de budur."

Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde "Eziyet veren şeyi yoldan uzaklaştırmayı" imândan saymışlardır. Şâh-ı Nakşibend hazretleri, bu hadisteki ezayı "nefs", yolu da "Hak yolu ve tarikat" olarak yorumlardı ve bu duruma göre hadisin anlamı Bâyezid Bistamî'nin buyurduğu gibi, "Nefsini bırak da gel" şeklindedir. (Yani dünyayı ahireti, kendini; en son terk etmeyi de terk et de gel..)

Kur'an'daki "Ey müminler Allah'a inanın" (en-Nisâ, 4/136) âyetini Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, "her göz açıp kapamada bu fânî vücûdu (varlığını) nefyedip (yok edip) mabûd-i hakiki'yi (Allah'ın varlığını) isbat etmektir" diye yorumlamıştır.

Şâh-ı Nakşibend Hazretleri, yolunun esasını (bütün anlatılanlar onun içinde mevcud olduğu için) "sohbet" olarak tanımlamıştır:

"Yolumuz sohbetledir. Halvette şöhret vardır. Şöhrette de âfet. Hayr ve felah cem'iyette, halk arasına karışmaktadır. Sohbete devam, iman-ı hakikiye imkân sağlar. Bizim tarikımızda az amel ile çok fütûh (manevi terakki; geçilmesi gereken aşamaların tamamlanması) olur. Çünkü sünnete ittiba zor iştir ve bizim yolumuz sünnet yoludur."

***

Buhârâ'da bulunan kabri, yetmiş yıllık komünist rejim sırasında halkın manevi himaye odağı gibi hizmet görmüş, gizli zikri esas olan tarikatı vicdanlarda mahpus imanları korumuştur.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - TASAVVUF NEDEN İNKAR EDİLİYOR?

Tasavvuf bid'attır veya şirktir diyenlere Ebul Fadl İbni Kayserani, “Safvetül Tasavvuf” adlı eserinde şöyle cevap veriyor. İbni Kayserani, “Safvetül Tasavvuf” adlı eserini ne için yazdığını açıklarken:


“Tasavvuf ehlinin yolunu inkar edenlerin halini uzun uzun düşündüm. Ve anladım ki Sufilerin Tasavvuf yolunu inkar edenler iki gurupta toplanmış.

Birincisi; cahillerdir. Cahile verilecek cevap duadan başka bir şey değildir.

Diğer gurup ise ilim ehli olup da dinin sünnetleri ve adapları hakkında bilgileri az olanlar ve bu bilgileri asıllarını araştırmaya usullerini öğrenmeye ihtiyaç duymayanlardır. Bu gibi yarım alimler, din ilimlerinden Fıkıh ve Kelam'a, rey kıyas ve tefekküre ait bilgileri öğrenmeye ihtiyaç duymama cahilliğini gösterenlerdir.

Selef-i Salihin (Ashab ve sonraki iki nesil) bu ilimleri öğrendiler. Ve kendilerinden sonrakilere bildirdiler. Onlardan da bizlerden öncekiler aldılar. Bunların bütün maksadı, Resulullah Efendimiz’in sünneti, ahlakı, efali (işleri) ve adabı (edepleri) ile Ehl-i Suffa’ya benzemek idi. Şayet Tasavvuf ehlini inkar edenler bunları bilselerdi, onların maksadının Selef-i Salihin’in maksadı olduğunu anlarlar idi. Böylece o mübarek insanlara dil uzatmaktan sakınırlardı.

Ehl-i Tasavvufa dil uzatanların uygunsuz hal ve sözlerini gördükten sonra sufilerin hal hareket ve edeplerine Hadis-i Şerif’lerden, Ayet-i Kerime’lerden delil göstererek bu kitaba yazdık. Bu güne kadar Ehl-i Tasavvuf üzerine, Abdurrahman Sülemi’nin 'Hılyetül Evliya'sı gibi kitaplar yazılmıştır."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MÜRŞİD-İ KAMİL GEREKLİDİR

Hanefi alimlerinden Sahibid-dûr Haskefi şöyle nakletmiştir:

"Ebu Aliyyid Dekkak bu tarikati Ebu'l Kasım Nesrabazi'den, o Şibli'den, o Sirri Sakati'den, o Maruf-u Kerhi'den, o Davut et-Tai'den, o da ilmi ve tarikatın her ikisi de İmam-ı Azam Ebu Hanife'den almıştır. Böyle olduğu halde Saadat-ı Kiramlara (Mürşid-i Kamillere) iktida etmek (uymak) güzel bir şey ve dahi gerekli değil midir?"


(İmam-ı Zerkani, Haşiyetül Allame Alel Adevi Ala Şerhi, Allametil izziyeti fi-Fıkhıl Maliki; 3/195)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RABITA, TEK BAŞINA ULAŞTIRICIDIR

Âlim-i Bahir Âmil-i Fahir (üstün âlim ve övünülecek amel sahibi) Hâce Muhammed Bakir el-Huseynî el-Lâhorî (Kuddise Sirruhu), "Kenzü'l-Hidâyât" isimli eserinde:

"İmam-ı Rabbânî'nin oğlu ve halifesi, yüz bin velinin mürşidi, Menâru'l-Evliya (velilerin yol göstericisi, feneri, nur yeri) el-Urvetü'l-Vüskâ (sağlam kulp) Hâce Muhammed Ma'sûm el-Farukî el-Müceddidî'den naklen şu bilgileri zikretmiştir:

Kemal derecesine ulaşmanın tek çaresi, kendisine uyulan şeyhe karşı muhabbet rabıtasıdır. Çünkü sadık bir talip, şeyhine karşı olan sevgisi sebebiyle onun batınından feyiz ve bereketler alır ve an be an şeyhinin rengiyle boyanır.

İşte bu manevî münasebet sebebiyle 'Şeyhde fani olmak, gerçek fena olan Allah'ta fenanın mukaddimesidir (öncüsüdür)" demişlerdir. Zikir, Allah'a vusul (ulaşma) sebeplerindense de, rabıtasız ve şeyhde fâni olmaksızın yapılan zikir ulaştırıcı olmaz.

Zikir yolu tutulmasa da, sohbet edeplerine riayet, şeyhin teveccüh ve iltifatıyla birlikte tek başına rabıta, ulaştırıcıdır.

Başka tarikatlarda vazifeleri, evrad ve ezkârı iyice tamamlamak, riyazât ve erba'în, kırk gün oruç ve zikre devamlarla meşgul olmak şart olup, müritler için bu derece şeyhe rabıta ile yönelme şart değildir.
"


Nakleden Kaynak: Ahmed Mahmud Ünlü Rabıta Risalesi.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - ALLAH DOSTLARINDAN OLAN MEŞAYİHLERİ SEVMEK

Şeyh Es'ad Efendi (kuddise sırruh) Hazretleri, 'Mektubat' isimli eserinde buyurmuşlardır:

"Sâdât-ı Kiram ve Pirân-ı İzam Efendilerimiz (Silsilesindeki ve geçmişteki büyükler, Mürşid-i Kamiller) hakkında besleyebildiğim cüz'i bir muhabbetten başka bir sermayem yoktur."


(31. Mektup'tan)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - KÖTÜ SIFATLARINI ATIP İNSAN SİRETİNDE OLMAK

Niyazi Mısri Hazretleri, El-Es'iletu Ve'l Ecube isimli eserinde buyurmuştur:

"Bir kimse, bir kamil mürşide biat eylerse muhasebe ehli olur. Ve bu alemde her ne varsa; cümlesini görür geçer .. İster iyi, ister kötü … Önce yaramaz sıfatlarını görmeye başlar .. Bağlı olduğu zatın telkin ettiği şekilde ismi celali okuyunca, o kötü sıfatlar yok olur.

Öyle bir mertebeye erişir ki artık rüyada gördüğü, Enbiya ve Evliya vb. kamil zatlar olur.. Çok kere bu şekilde görülen bir rüya, insanın 'insan siretini' bulduğuna işaret sayılır.
"
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - AHLAKI EN GÜZEL OLAN EN İLERİDEDİR

Ben nasıl bir sufiyim diye merak edenlere, büyük arif Ebu Bekir el-Kettanî K.S. şu cevabı veriyor:

Yüce Allah’a ve halka karşı nasıl davrandığına bak!.. Tasavvuf baştan sona güzel ahlâktan ibarettir. Ahlâkı senden güzel olan kimse, tasavvuf yolunda da senden ileridedir.”


(Kuşeyrî, Risale)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - MEVLANA CELALEDDİN HZ. DİVANINDAN SEÇMELER

* İlahî şarapla mest olmuş, kendilerinden geçmiş Allah'ın has kullarının halini, ayık adam ne bilsin? Ebu Cehil, Sahabenin hallerini nereden anlayacak?

* Tebrizli Şems, bana İskender gibi, taç, taht, saltanat verdi de ben mana ordusunun başkumandanı oldum.

* Sen öyle eşsiz bir güzelsin ki Allah’a yemin ederim yüzünün güzelliğini hayal edince, şu gönlüm beni bırakıp gidiyor.

* Kurtulmam için, gönlü uyanık bir can bulursam, onun eteğine yapışacağım, himmet isteyeceğim.

* Ey Rum diyarının da, Habeş diyarının da fitnesi olan rüzgar, şaşırdım kaldım, bu pek hoş, bu pek güzel koku, ya Yusuf’un gömleğinin kokusudur yahut da Mustafa’nın hırkasının kokusudur.

* Kendinden, kendi varlığından kurtulmuş bir canda, zevk içinde, zevk vardır.

* Irmağa dalan kişiye, elbisesi yük olur
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
süluk yolundaki hizmet ve sadakat le ilgili
HZ MEVLANADAN,
Köpekler bile gönlünü ilk kapıya sıkı bağlar.
Diğer köpeklere nasihat ederler:
"Kemik yediğin kapıya sıkı bağlan
Yoksa hak gözetmeyi terketmiş olursun" derler.
Köpeğe bir kapıdan bir lokma verilse
O kapıya bekçi olur,ona eziyet edilse
Hatta ona yemeği noksan verilse bile
Okapıyı asla bırakmaz.
Orda kalır başka kapıya gitmez.
Oraya dışardan garip bir köpek gelse
Kapıdaki köpekler onu gece gündüz terbiye eder,
İlk gittiğin kapıya git oradan nimetlendin
"O nimetin hakkı,gönlünü o kapıya rehin etmendir" derler.
Ey azgın köpek veliyyi nimetine isyan etme .
Tokmak gibi o kapıya bağlan da o kapıda bekçilik et.
O kapıda (tembel olma)çalışkan ol da
O kapıda sıçrayıp (yücelere)yükselesin.

yine salikin manevi hallerini gizlemesi gerektiğiyle ilgili şöyle buyuruyor mevlana;
İlahî şarabı içtiğin yerde sızıp kal,orda yat.
Zira meyhaneden çıkan sarhoş yolunu şaşırırsa
Çocukların (gafillerin)maskarası olur.
Her nereye gitse yalpalar çamura düşer.
Onun halini anlamayan ahmaklar ona güler
O bu haldeyken peşine takılan çocuklar
Onun ne sarhoşluğunu bilir ne de şarabın neş'esini
Allah sarhoşundan başka herkes
Bu yolda çocuk mesabesindedir.
Heva ve hevesinden kurtulan kişiden başkası
Büluğa ermiş (olgunlaşmış)değildir.

Yine salikin dost meclisinde bile hünerini göstermemesi gerektiğiyle ilgili şöyle der;
Dost yolda arkadaştır,sığınaktır.
İyi bakarsan görürsün ki yol sevgiliden ibarettir.
Dostlara ,sevdiklerine ulaşınca sükut ol
O halkaya kendini yüzük taşı yapmaya kalkma.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RABITA

Eş-Şeyh Es-Seyyid Abdulbaki Hazretlerinin kardeşi olan değerli Alim Mutasavvıf Abdulhalim Erol Hazretleri buyurdular ki:

'İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir sınıf bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.' (Al-i İmran, 104)

Rasulullah (A.S.) Efendimiz şöyle ifade buyuruyor: 'Asıl veren ALLAH’tır, ben ise verileni taksim edip yerine ulaştırmakla görevliyim.' (Buhari, Müslim)

Rabıtanın lügat karşılığı, bağ, kurmak alaka sağlamlaştırma, vuslat ve muhabbet demektir. Rabıta müridin mürşidine sevgiyle gönülden düşünmesi onu hayal etmesidir.

İnsan olarak hiçbir anımız yoktur ki bir şeyleri ya da birilerini düşünmeden duralım. Bu, insanda var olan fıtri bir özelliktir. İşte tam da bu noktada tasavvuf bize, boş ve malayani düşüncelerin dışında, düşünülmesi ile beraber içerisinde birçok faydaları barındıran mürşidi rabıtayı tavsiye eder ki bir müridin en önemli ihtiyaçlarından birisi de hiç şüphesiz mürşidi ile olan bağını her daim sağlayabilmesidir.

Kamil bir mürşide intisap eden her kişiye ALLAHû Teâla o mürşidin bir ervahını yaratır. Artık o ervah her daim onunla beraberdir. Kişi rabıtayla beraber bu bağı kuvvetlendirir nihayetinde öyle bir hale gelir ki artık mürşidinin boyası ile boyanır. Her hali ona benzer: Yürüyüşü bakışı konuşması yemesi içmesi vs… Bu hal ona dinini yaşaması açısından da bulunmaz bir nimettir. Bunun yanında rabıta aşıkın maşukuyla buluşma vesilesi olur. Uzaktadır ama aslında O’na yakındır. Göz görmez ama kalbi görür. Sesini duyamaz ama hep onun bestesiyle dilbeste olmuştur. Zahiresine gücü yetmez takati kalmaz ama hep onunla olmanın mutluluğunu yaşamaktadır. İşte tüm bu haller rabıtayla mümkündür.

Rabbil âlemine ulaşma yoluna giren talibin yolu nihayetinde rabıtadan geçer.

İmamı Rabbani Hazretleri buyurdular: 'Bu tarikat-i âliyeye suluk etmek, kendisine uyulan şeyhe karşı muhabbet rabıtası iledir ki bu zat, bu yolda murad olarak seyretmiş, bu kamalat ile kuvvet cezbesine boyanmıştır.'

Seyda Muhammed Raşid Hazretleri buyurdular: 'Tarikatı nakşibendide mürşid rabıtası çok önemlidir. Çünkü müride en fazla fayda veren şeyh rabıtasıdır. Bir mürid şeyhinin ruhaniyetini manevi tasarruf ve yardımını her an yanında düşünmelidir. Hatta attığı her adımı şeyhinin ayak izlerine bastığını düşünerek onda (onun haline) fani olmaya bakmalıdır. Rabıta manevi bir hattır, müridi mürşidine ve geçmiş Sadatlara bağlar. Rabıtaya sımsıkı devam ediniz. İslami hizmetleri bırakmayınız. Virtlerinize devam ediniz, süluğunuzu ilerletiniz. '

Seyyid Sibğatullah-il Arvasi Hazretleri buyurdular: 'Rabıta olmadan fenafiş şeyh olmaz, fenafiş şeyh olmadan fena firrasul olmaz, fena firrasul olmadan fena fillah olmaz.'

Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken bir noktada mürşidin her zaman vesile olduğunu unutmamaktır. Mevlana Halid Bağdadi Hazretleri : 'Rabıtada bizzat vesilelerin maksat kabul edilmeleri caiz değildir. Mürşid vesile, maksat Allah'tır.' buyurdular.

Üstadın gıyabında ise sofi, her an mürşidinin yanı başında olduğunu tasavvur etmeli, yemek yerken oturup kalkarken, birileri ile sohbet ederken vs… tüm bu durumlarda kişinin rabıtaya sarılması gaflete düşmesini engellediği gibi her türlü zarardan da onu korumaya vesile olur.

Bu ahir zamanda ALLAH’a kulluk çok zordur. Öyle bir hale gelinmiş ki insanlar içindeyken harama girmemek neredeyse imkânsız hale gelmiştir. Kişinin kendini her daim muhafaza etmesi çok güç olmuştur. Nefsimizi galebe çalacak o kadar vesileler var ki bunlardan kurtulmak çok zor olmuştur. İşte tam bu noktada da mürşid rabıtası bizim bu gibi durumlardan kurtulmamız için bir vesiledir.

Göz neyi görürse kalpte ona meyleder. Kalbimizin gönlümüzün bu gibi durumlara maruz kalmasını istemiyorsak rabıtaya çokça devam etmek lazım gelir."
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
ALİMLERİN GÖRÜŞÜYLE TASAVVUF - RABITA

Menzil Sultanlarınca da tasvib edilen S. Muhammed Saki Haşimî'nin "Arifler Yolunun Edepleri" Kitabı'nda denildi ki:

"Rabıta yoluyla kalbi desteklenen ve edeplenen mürid, her işinde sünnet üzere hareket etmeyi öğrenir. Allahu Teala’ya güzel kullukta başarılı olur.

Büyükler, edeb ve şartlarına uygun olarak yapılan bir rabıtanın müridi kemale erdirmek için yeterli olduğunu belirtmişlerdir. Rabıta sevginin çokluğuna göre güzel ve devamlı olur.

Kâmil mürşid, müridin gerçek dostudur, hak yolunda en güvenilir rehberidir. Onu her işinde önüne alan kimse hak ve hakikatten sapmaz. Mürşidin ruhaniyeti müridin sevgi ve ilgisine göre kendisine tasarruf ve yardım eder. Bu gönül beraberliği sayesinde mürid kibirden ve benlikten korunur, ihlası elde eder."

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
HADİS-İ ŞERİFLERLE TASAVVUF - ABDALLAR, BUDELA YANİ EVLİYAULLAH

Abdallar

5. (4770)- Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın zevcelerinden Ümmü Seleme (radıyallahu anhâ) anlatıyor:

"Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:

' … Ordu Mekke-Medine arasındaki el-Beyda'da yere batırılacak. İnsanlar bu (kerameti) görünce Şam'ın ebdalı ve Irak ahalisinin velileri ona (Mehdi AS.'a) gelip biat ederler..' " [Ebu Davud, Melahim 1, (4286, 4288, 4289).]

Ebdal, "bedel" kelimesinin cem'idir. Dilimizde "abdal" şeklinde kullanılır. Kelime cemi olmasına rağmen müfred gibi kullanırız. Arapça aslında da müfredi olan bedel pek kullanılmamaktadır. en-Nihaye'de şu açıklama yapılır:

"Bunlar evliyalar ve abidlerdir; bedelin cem'idir. Ebdal diye isimlenmişlerdir. Çünkü, her ne vakit bunlardan biri ölecek olsa, bir başkası onun yerini alır."

Suyûtî Mirkatu's-Suud'da der ki:

"Kütüb-i Sitte'de Ebdal'dan bahseden bir başka hadis mevcut değildir. Sadece Ebu Davud'un bu hadisi onların zikrine yer vermektedir. Ancak Hakim bu hadisi el-Müstedrek'te tahric etmiş ve sahih olduğunu belirtmiştir. Kütüb-i Sitte dışında, ebdallar hakkında pek çok hadis gelmiştir. Bunları müstakil bir kitapta topladım."

İbnu'l-Cevzî, Ebdal'la ilgili bütün rivayetlere "mevzu" demiştir. Ancak Suyûtî, ona karşı çıkmıştır. Suyûtî'ye göre, ebdalle ilgili haber sahihtir. Hatta mütevatir de denilebilir. "Çünkü" der, "rivayetler manevî mütevatir haddine ulaşmıştır. Öyle ki ebdalların varlığına kesinlikle hükmetmek zaruret halini almıştır."

İbnu Hacer, Fetava'sında:

"Ebdallah hakkında kimisi sahih kimisi gayr-i sahih bir çok hadis gelmiştir. Kutub'un zikri bazı âsarda gelmiştir. Sufiler arasında meşhur olan evsafıyla Gavs hakkında hiçbir rivayet sabit değildir" der.

Ebdallarla ilgili birkaç Hadisi mealen kaydediyoruz:

* Ahmet İbnu Hanbel, Ubade İbnu's-Samit'ten merfu olarak naklediyor:

"Bu ümmette ebdallah otuz tanedir. Kalpleri, Halilu'r-Rahman Hz. İbrahim aleyhisselam'ın kalbi üzeredir. Bunlardan biri ölünce ALLAH onun yerine bir başkasını koyar."

* Yine Ubâde'nin bir başka rivayeti şöyledir:

"Ümmetimde ebdallar otuz tanedir. Arz onlar sebebiyle ayaktadır, onlar sebebiyle yağmura mazharsınız, onlar sebebiyle yardıma mazharsınız."

Bu iki hadisin senedine "sahih" denmiştir.

* Avf İbnu Malik'in Taberani'deki rivayeti şöyle:

"Ebdallar Şam ehli arasındadır. Onlar sebebiyle yardım görürler, onlar sebebiyle rızka mazhar olurlar."

* Hz. Ali'nin rivayeti:

"Ebdallar Şam'dadır. Onlar kırk erkektir. Bunlardan biri öldü mü, Allah yerine birini koyar, yağmur onlar sebebiyle sular, düşmanlara karşı onlar sebebiyle yardım edilir, Şam (Anadolu ve Suriye toprakları) ehlinden azap onlar sebebiyle bertaraf edilir."

Bu son iki rivayetin "hasen" olduğu söylenmiştir.

Hilyetü'l-Evliya'da Ebu Nuaym'ın İbnu Ömer'den rivayeti şöyle:

"Her nesilde ümmetimin en hayırlıları 500 kişidir. Ebdallar da kırk kişidir. Ne 500'ler için ne de 40'lar için eksilme vardır. Bunlardan bir kimse ölünce Allah yerine 50'den birini alır, kırklara koyar." Yanındakiler: "Ey Allah'ın Resulü! Bize onların amellerini söyle!" dediler. Buyurdu ki: "Onlar kendilerine zulmedenleri affederler. Kendilerine kötülük yapanlara iyilik yaparlar. Allah'ın kendilerine verdiği şeylerde başkalarına pek cömert davranırlar."

Yukarıda kaydedilen hadislerde Ebdalların miktarı hakkında bazan otuz bazan kırk sayısı zikredilmiştir. Şarihler arada bir tenakuz belirtirler ve: "Çünkü" derler, "hadisin birinde 'kırk erkek' denirken, diğerinde 'Hz. İbrahim'in kalbi üzerine otuz' denmiştir. Şu halde otuzu Hz. İbrahim'in kalbi üzerinedir, on adedi öyle değildir."

Münâvi, arzın ebdallah sayesinde ayakta kalması, yağmur ve nusretin onlar vasıtasıyla gelmesi hususunda şu açıklamayı kaydeder:

"Peygamberler arzın direkleri idi. Peygamberlik kesilince, Allah onların yerine bunları koydu. Bunların bir kısmı arz ehline yardım eder, feyzin gelmesini artırır. Bazı âsarda gelmiştir ki: 'Arz, peygamberlerin gidişinden Allah'a şikayette bulunur. Allah Teala: 'Senin sırtına otuz tane sıddîk koyacağım' cevabını verir. Arz da sükunete erer." Ubade hadisinde geçen: "..Onlar sebebiyle arz ayaktadır..." ibaresi, yine Hilye'nin bir başka rivayetinde: "Onlar sebebiyle ihya edilir ve öldürülür, yağmur yağar, nebat biter, belalar defedilir." Ravi der ki: "Haberi rivayet eden İbnu Mes'ud'a denildi ki: "Nasıl, onlar sebebiyle ihya ve öldürme olur, yağmur yağar...?" Şu cevabı verdi: "Çünkü onlar, Allah'tan ümmetlerin çoğalmasını taleb ederler ve çoğalırlar, cebbarlara beddua ederler, onlar azalır. Yağmur talep ederler, yağmur yağar. Onlar dilerler, onlar için arz nebat verir, dua ederler, bu dua sebebiyle nice belalar defolur."

Hakimu't-Tirmizî, şu rivayeti kaydeder:

"Arz Allah'a nübüvvetin kesilmesinden şikayette bulundu. Allah Teala: 'Senin sırtına kırk tane sıddîk koyacağım. Onlardan biri ölünce, yerine bir başkasını bedel kılacağım. Bu sebeple onlara ebdal (bedeller) dediler. Allah onların ahlaklarını tebdil etti. Onlar arzın direkleridir, onlar sebebiyle arz ayaktadır, onlar sebebiyle yağmur yağar."

"Bu ümmette ebdallar otuz kişidir. Hepsinin kalbi Hz. İbrahim Halilurrahman'ın kalbi üzerinedir. İçlerinden biri ölünce, ALLAH onun yerine bir başkasını bedel kılar" hadisini açıklayan Münavi şu bilgileri kaydeder:

"Bunların kalbine, ALLAH'a gitmede, Hz. İbrahim aleyhisselam'ın yolu açılır. Bir rivayette: "Kalpleri bir kişinin kalbi üzeredir" ibaresi gelmiştir.

El-Hakim (et-Tirmizî) der ki:

"Onlar böyle tek bir kalp gibi oldular. Çünkü kalpleri Allah'tan başka her şeyle meşguliyeti terk eder, hepsinin tek meşguliyeti Allah olunca kalplerde tam bir birlik hasıl olur."

Futuhat-ı Mekkiyye'de İbnu Arabî der ki:

"Hadisteki 'Hz. İbrahim'in kalbi üzeredirler' sözü; bir başka hadiste geçen 'Hz. Adem'in kalbi üzeredirler' şeklindeki, beşer büyüklerinden birinin veya bir meleğin kalbine izafe eden ifadelerin mânası şudur: Onlar İlahî marifetleri kazanmada bu şahsın kalbiyle tekallüb eder (haşir neşir olur). Çünkü İlahî ilimlerin varidatı, kalplere varid olur. Her bir ilim, melek ve Peygamberden bir büyüğün kalbine varid olur. O da bunu, kalbi kendi kalbi üzere olan bu kalplere ifaza eder (o feyizleri aktarır). Bu sebeple, bazı büyükler der ki: 'Falan kimse falan kimsenin izi üzeredir.' Bunun mânası zikrettiğimiz şekildedir."

El-Kayserî er-Rumî, el-Arif İbnu Arabî'den naklen der ki:

"Hadiste: 'İbrahim aleyhisselam'ın kalbi üzeredir' denmiştir. Çünkü velayet ikidir: Mutlak velayet, mukayyed velayet. Mutlak olan, küllî olan velayettir, bütün cüz'î velayetler onun fertleridir. Mukayyed olan ise, hadiste geçen (Hz. İbrahim'in yolu, Hz. Adem'in yolu... gibi) münferid velayetlerdir.

Küllî olsun, cüz'î olsun bu velayetlerden her biri marifetin zuhurunu talep eder. Bu ümmet içerisinde, veraset yoluyla bütün Peygamberlerin velayetleri zuhur etmiştir. Bu sebeple bu hadiste 'İbrahim aleyhisselam'ın kalbi üzere' denmiştir; bir başka hadiste 'Musa aleyhisselam'ın kalbi üzere' denmiştir. Değişik hadislerde başka isimler de sayılmıştır. Peygamberimiz Muhammed Mustafa (aleyhissalâtu vesselâm), velayet-i külliye dairesinin sahibi olması haysiyetiyle velayet-i külliye sahibidir. Çünkü, bu küllî nübüvvetin bâtını küllî velayet-i mutlakadır. Bu ümmet içerisinde, Peygamberlerden her birinin velayetinin bir mazharı olunca, bu ümmette büyük Peygamberlerden her birinin kalbi üzere olan kimseler bulunacaktır.
"

Münâvî ebdal diye tesmiye edilişlerine:

"Çünkü onlar kötü huylarını tebdil ettiler, nefislerini buna razı ettiler, böylece güzel ahlak amellerinin zineti oldu" şeklinde bir yorum getirir.

Hakimu't-Tirmizî, Ebu'd-Derda'dan kaydettiği bir rivayette şunu ziyade etmiştir:

"Onlar insanları ne çok namaz kılarak, ne çok oruç tutarak, ne de çok tesbih çekerek geçmiş değillerdir. Fakat onları öne geçiren husus güzel ahlak, vera ve takvada sıdk, halis niyet, iç temizliği gibi ahlakî düsturlardır. Bunlar ve Bunlara uyanlar hizbullahtır. 'Hizbullah olanlar kurtuluşa erecek olanlardır' " (Mücâdile 22).


(İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 13/411-416.)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Onların eğri gözle baktıkları Evliyaullah'tan olan hakiki Mürşid-i Kamillerin hem kendileri hem de hususiyetleri hakkında hükmü ve lafzı açık Ayet-i Kerimeler, Hadis-i Şerifler ve mütevatir rivayetler vardır.. Bu konuda kesin bir icma (çoğunluk ve muteber olanların ortak görüşü) söz konusudur.. Yani binlerce muteber ehli Sünnet alimi bu konuda tereddüt etmeden, bu rivayetleri benimseyip kendileri de rivayetleri sürdürmüş eserlerine almışlardır..

Bu saatten sonra, bütün bu delilleri bir kenara atıp zanna tabi olmak hem bahsi geçen arkadaşların kendine hem de bize zulüm olacaktır.. İslam dini zanlara tabi olma dini değildir.. Asla.. Ben kabul edemiyorum ya da topu topu bir kaç kişi kabul edememiş öyleyse onlara tabi oluyorum demekle İslam dini bağdaştırlamaz! Zira İslam dini delil dinidir.. İslam dini isnad dinidir.. İslam dini alimlere tabi olma dinidir.. Bizler Ayetin Hadisin ve rivayetin Müslümanlarıyız.. Bizler Vahiy inerken ve Resulullah efendimiz en güzel biçimde vahyi açıklarken; ayrıca kendine verilmiş hikmeti insanlara bahşederken, saçtığı nurları ile karanlıkları dağıtırken orada değildik! Ama Allah nasip etti, vahiy bugün iniyormuşçasına ve Peygamber Efendimizle muhatapmışızcasına bütün bunlara inandık, iman ettik; kalmadı, Allah muvaffak etsin, boynumuz ile de inkiyaz etme azim ve niyetindeyiz.. Peki biz dinimizi kimlerden öğreneceğiz? Sağlam bir rivayet zinciriyle bu haberleri, bu bilgileri bizlere ulaştıran muhterem Alimlerimizden.. Sağlam ve kesintisiz bir silsile ile hikmet ve nur menbaından feyzimizi nurumuzu alıp hikmet ve irfanımıza kavuşacağız.. Bu sağlam ve kesintisiz zincirleri bir kenara atıp kendi zanlarımıza ve birbirimizin istidlali çıkarımlarına tabi olmak hiç bir akılın karı değildir..
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt