MÜRŞİD-İ KAMİLİN ALAMETLERİ
İnsanların mertebece en mükemmelleri peygamberlerdir. Peygamberlik yani
nübüvvet ve risaletin kapısı kapanmıştır, lakin mirascıları devam etmektedir. Ulemadan irşada kabiliyeti olan yani veli-i mürşid, Peygamber’ in zamanından itibaren kıyamete kadar devam edecekler.
Demek irşad ve velayet kapısı kapanmayacaktır. Bunun kapanması, dinin ortadan kaldırılması demektir.
Allah Teala bir kulunu hidayet etmek murad ettiğinde onu veli-i mürşide sevk eder. Kalbi samimiyet ve ihlas şartıyla, eli veli-i mürşidin eli içindeyken tevbe etmesiyle hidayete erer. Bu da hidayet için Adetullah’tan biridir. Hidayet ettiği vakitte veli-i mürşide sevk eder; dalalete sevk etmek murad ettiğinde de, veli-i mürşidi ondan uzaklaştırır.Nitekim El-Kehf süresinin,
“...Allah kimi hidayete erdirirse, işte o hakikaten (sırat-ı müstakime)
ulaşmıştır. Kimi de sapıklığa sevk ederse, artık elbette onun için de (irşad
edecek) bir veli-i mürşidi bulamazsın.” Mealindeki 17’nci ayetinde veli-i
mürşide işaret edilmiştir.İbrahim Hakkı konuyu buraya getirerek şöyle dedi:
Keramat-ı veli hakdır nebisi mu’cizatıdır
Keser az müddet içre çok mesafe Evliyaullah
Allah Teala’ nın sevdiği kulunun kerametleri hakdır. Ve onun kerametleri nebisinin mucizeleridir. Az bir müddette çok mesafeyi evliyaullah geçer.
Veli, ismi fail manasındaysa, Allah’ ı seven ve Allah Teala’ nın da
ondan hoşnut olduğu; ismi mef’ ul manasındaysa, Allah Teala’nın kendisine
yardımcı olması manasındadır. Her iki itibarla veli iki kısımdır. Birincisi,
nebilerin nübüvvet makamlarına mirasçı olup bilfiil irşadda bulunmayan
zevattır. İkincisi, rasullerin risalet makamına mirasçı olandır. İşte buna
veli-i mürşid denilir. Bu makamda olanlara veli-i mürşid denildiği gibi,
“Sıddikun” da denilir. Fakat Hikem-i Ataiyye’ de tasrih olduğu üzere, veli-i
mürşidi tanımak, Allah Teala’yı tanımaktan zordur. Zira Allah Teala’ nın
varlığını, birliğini, kudretini göstermeyen hiçbir zerre yoktur. Veliyi
gösteren hiçbir delil yoktur. Onun için veli-i mürşidi tanımak daha
zordur... Evet, veli-i mürşidi tanıyan mutlaka hidayete erer.
Beyazıd Bestami kaddesallahu sırrahussami’ nin birgün: “Beni gören
mutlaka ahirette Allah Teala’ yı görecek ve hidayete erecektir.”demesi
üzerine, ulemai su’ dan biri: “Bu çok ifratlı bir sözdür. Çünkü Ebu Cehil
Peygamber’i gördü; ne hidayete erdi, ne de ahirette Allah Teala’ nın Zat-ı
Şerif’ ini görecek.” Demiş; Beyazıd kendisine şu cevabı vermiştir: “Hayır,
öyle değildir. Ebu Cehil Peygamber’ i, Ebu Talib’ in yetimi Muhammed bin
Abdullah olarak gördüğünden, kemalatından mahrum oldu. Lakabı Ebu-l-Hikme
iken Ebu Cehil oldu. Fakat arkadaşı olan Hazret-i Ömer Radıyallahu
Anh, Peygamber Sallalahu Aleyhi ve Sellem’ i Muhammed Rasulullah olarak
gördü. Dolayısıyla hidayete erdi ve Onun ikinci sırdaşı oldu. Binaenaleyh
Peygamber’ i dahi bir beşer olarak görmek, hidayetten ulaştırmaya vesile
olur. Görülmez mi, El-Araf suresinin: “...(Habibim) onları Sana bakar
görürsün.Halbuki onlar (Allah’ ın elçisi) olarak Seni görmezler.” Mealindeki
198’nci ayetinde bu beyan edilmiştir.”
Evet böylece mü’minler aşağıda sıralayacağımız evsafa haiz veli-i
mürşidi, mürşid olarak görürlerse ve sayesi altına girerlerse Allah Teala’
nın izniyle hidayete ererler.Zira Allah Teala onları, hidayete erdirmek için
vesile kılmıştır. Evet veli-i mürşid...
Allah Teala kuluna hidayeti dilediği zaman, ona tevfiki de ihsan eder.
Tevfik, Allah Teala’ nın kuluna verdiği kuvvetle, onu razı gördüğü ahlak
ve taate sevk etmesidir. Kulun buna talib olması, saadetidir; reddetmesi de
şekavettir.
Hidayet, Allah Teala’ nın kuluna herhangi bir vesile ile hayr yolunu
tarif etmesi, hayrı işlemek imkanını kalbine atmasıdır.Kulun bunu kabul
etmesi saadet, reddetmesi dalalettir.
Kulun Allah Teala’ dan kendisine verilen tevfik ve hidayeti kabul etmesi
rüşd; reddetmesine gayy denilir.
Tevfik ve hidayette, mürşide ihtiyac yoktur. Amma kulun bunları kabul
etmesinde veli-i mürşid şarttır.
Veli-i mürşid, özü, sözü ve hareketi birleşmiş; iman, İslam ve ihsan
makamlarına kavuşmuş sadık bir beşerdir. Allah Teala, böyle olan sadıklarla
beraber olmamızı emretmiş; Et-Tevbe 119’uncu ayette:
“Ey iman edenler Allah’ tan korkun.Ve Sadıklarla beraber olun.”
buyurmuştur. Evet bu emr, vücübu ifade etmektedir. Sadıkların da evsafı her ne
kadar, El-Bakara suresinin 177’nci ayetinde beyan edildiyse de yine de
ayet-i kerimeyi gözönüne getirip veli-i mürşidi tanımak ve beraberinde olmak
için gayreti harcamamız lazımdır.O ayette imandan sonra, sadıktırlar,
emindirler, yakin üzerindedirler, namaz kılarlar, zekatın dışında infak
ederler, takva sahibidirler, halkın eziyetine tahammül etmekte, günahları
terk etmekte ve emrleri yerine getirmekte sabredicidirler, ahidlere
vefalıdırlar, zekat verirler, Allah yokunda cihad ederler diye on vasıfları
beyan edilmiştir. Fakat bununla beraber mutemed kitablardan vasıflarını,
alametlerini bilelim:
1-Müridin ihtiyacını giderecek derecede fıkıh ilmine; itirazcıların
şübhelerini izale edecek derecede de akaid ilimlerine yetkili olmasıdır. Aksi
takdirde, ifsad edeceği ıslah edeceğinden fazla olur.
2- Kalbi ilimlerin inceliklerine ve nefsin afatlarına, ruhi hastalıklara
vakıf olmasıdır.Aksi takdirde kendisine olan ruhi hastalık müridlerine
akseder.
3- Müslümanlara umumen, müridlerine hususen rahm ve şefkat sahibi
olmasıdır.Onlardan zayıfları gördüğü vakitte, rıfk u mülayemetle nasihat
etmesi gerekir.Hatta keşfen alınlarında şaki olduklarını görse dahi yine de
şefkat etmesi gerekir.
4- Hiçbir müridinin ayıbını diğerine bildirmemesidir. Şayed birini irşad
etmek için bir şey söylerse, tenhada söylemesidir
5- Müridlerinin mallarını almaktan sakınması ve onların elindeki
menfaatlere göz dikmemesidir.
6- Emr-i ma’ ruf ve nehy-i anilmünkeri tebliğ etmede kusur
etmemesidir. Yakınına ve uzağına, çekinmeden usanmadan ma’ rufu tebliğ
etmesi, yasaklardan vazgeçirmeye çalışması cihad olduğu gibi, irşadıdır. Bu
vazife de ne kadar mükemmel olursa, o kadar veli-i mürşiddir.
7- İhtiyaçtan fazla müridlerinin yanında oturmamasıdır. Oturduğu vakitte
tedrisatı, adab ve erkanı, şeriat ve tarikati bildirmesi gerekir.
8- Nefsinin hevasına kapılmama, güldürmekten sakınması, başı boş söz
söylememesidir.
9- Kendisine hürmet etmeyen kimseyi tahkir etmemesi; ve hürmetini kimseye
emretmemesi, şöyleki, normal bir avam tabakası gibi görünmesidir.Bununla
beraber vakarını koruması ve fazlaca, yani kıymetini düşürecek derecede
hareket etmemesi gerekir.
10- Kabiliyetli ve azameti kalblerinde yerleşmiş müridlerine tenhada özel
muamelede bulunmasıdır.
11-Bir müridinin kalbinden kendisinin düştüğünü gördüğü takdirde, öfkeli
ve gazab suretinde onu kovmamasıdır. Böyle birisini kovmak istediğinde,
zahiri iltifatını kesmesidir.
12- Halini ıslah ve faydalanmak için gelenlere iltifat etmesi ve hiçbir an
irşad etmekten gafil kalmamasıdır.
13- Müridlerinden biri kendisine bir keşfini yahud rüyasını yahud
müşahedelerini anlattığı zaman onu güzel dinlemesi ve fakat şu kemale erdin;
yahud da bu kemalattan mahrum oldun; yahud keşif ve rüyan şeytanidir veya
rahmanidir dememesidir. Zahiri telkinle, uygun gördüğü şeriat emrini
bildirmesi kafi gelir. Her halukarda bu hususta müridlerini ümidsizliğe
düşürmemesi ve mağruriyete de kapılmamalarını temin etmesi lazımdır.
14-Müridlerinin varidatlarını, keşif ve kerametlerini, rüya ve
müşahedelerini, ıhvanına yahud ıhvanından başkasına söylemelerini
engellemelidir. Has olan müridlerinin başka bir şeyhle sohbet etmesini de
engelleyebilir. Fakat bu umumi değildir.
15- Yalnız kalabileceği bir yeri; ve müridleriyle olabileceği bir yeri
yeri temin etmesidir.
16- Müridlerini, hareketleri, ibadetleri, yeme ve içmelerinden haberdar
etmemesidir. Şayed müridlerinden biri kendisini takib ederse, onu azarlaması
lazımdır.
17- Müridlerinin aşırı yeme ve içmeye dalmalarını men etmesidir.
18- Sevgisi, teslimi ve ihlas kalbinde yerleşmiş müridinin, başka kamil
bir şeyhle sohbetini men etmesidir. Şayed onun sohbetinden zarar görmezse
serbest bırakmalıdır. ekmel-ul-ulema diyor ki: “Bizim zamanımızda meşayıhın
bunu tatbik etmesi doğru değildir . Çünkü zamanımızda bu menhiyat daha büyük
zarar getirir.”
19- Umera ve hukemenın meclislerinden sakınmasıdır. Onlar yanına
geldiklerinde hürmette kusur etmemelidir. Özellikle fasık olan hükema ve
umeranın yanlarına gidenin irşadı zayıftır.
20-Tebliğ ve irşadda yumuşak olmasıdır.
21-Müridlerinden biri onu davet ettiğinde, menhiyat olmadığı takdirde
icabet etmesidir. İcabet edemediği yerlerde mazereti beyan etmeli ve iffetini
korumalıdır.
22-Müridlerin meclisinde sükunetle oturmasıdır. Onların yanında ayağını
uzatmamalıdır. Yumuşak sesle onlara sohbet etmelidir. Şöyleki kendisine taklid
edenlerden her biri numune olabilsin.
23-Müridlerinden biri ziyaretine geldiğinde, ona yüzünü ekşitmemesi;
ayrıldığında ona dua etmesidir. Kendisi müridini ziyaret ettiğinde, en güzel
hal üzere olmasıdır.
24- Dara düşen müridlerini sorması; ayrılan müridlerin neden ayrıldığını
araştırması; elinden geldiği kadar müridinin ihtiyacını gidermesi; müridine
yardım etmekten aciz kaldığında ona dua etmesidir.
25-Kamil bir şeyhten seyr-i süluku tamamlaması ve icaze
almasıdır. İcazesiz posta oturanın dostu şeytandır.
26- Fakir ve zenginler arasında fark etmemesidir.
27- Süslü püslü elbiseleri talep etmemesi; ve pek yırtık da giymemesi;
izzet ve şerefini giyiminde saklamasıdır.
28- Beka makamına geçmemiş ise, kendi rabıtasını men etmesi vacibtir.
29- Benlikten sakınmasıdır.
30- Müridlerin zekatını kabul etmemesidir. Meğer çok fakir veya miskin
olsa, o zaman en emin müridlerinden alması caizdir.
31- Filan yerde filan kimse, bana şu kadar bağışta bulundu veya hürmet
etti gibi sözleri asla ağzına almamasıdır. Çünkü böyle söylemek
dilenciliktir.
32- Evladlarının istikbali için mal, mülk hazırlamamasıdır. Çünkü onların
rızkı Allah’ a aiddir. Şayet Cenab-ı Hakk Rezzak ismiyle ona tecelli edip
zengin kılarsa, tabii ki çoluk çocuklarının haklarını düşünmelidir.
33- Müslümanların türbelerini ücretsiz ziyaret etmesidir.
34- Ehli şeriatin ehli tasavvufa yaptıkları itirazlara teslim
olmasıdır. Mesela şeriatte bilgin bir hukukçu dese ki, zamanımızda ehli irşad
yoktur; onun itikadına iştirak edip evet demesi lazımdır; ta ki inkarı
ziyade olmasın. Yani münkirini daha daha inkara sokmamalıdır.
35- Kendisine muasır meşayıhları hiçbir zaman tenkid etmemesidir.
36- Kendisine talib olmayanlara, kalblerini celbemek için telkinde
bulunmamasıdır. Bilhusus sahibli müridlere dikkat etmek gerekir.
37- Duayı taleb edenlere dua için acele etmemesi; sonra eğer istikamete
arzusu varsa dua etmesidir.
38- Misafirlerine bizzat hizmet etmesidir.
39- Kendisine ve yahud müridlerine nasihatte bulunanlara diliyle ve yahud
mektubla teşekkürünü bildirmesidir. Zira bu kamilin alametidir.
40- Şer’ i maslahatın dışında cemaatlere gitmemesidir; namaz cemaati
müstesna. Ne kadar kamil olursa olsun namazı cemaatle kılmayı terk edemez.
41- Kendisinden ikrah edeni haklı görmesidir. Tasfiye-i nefsin
alametlerinden birisi de budur.
Şeyhin bundan başka yüz kadar alameti vardır. Ancak biz bu kadarla iktifa
ettik. Kut-ul-Kulub, Tenvir-ul-Kulub, Sirac-ul-Kulub ve İhya’ nın şerhinden
burayı özet olarak aldım. Şeyh Abdulvahhab Şa’rani’ nin Lataif-ul-Minen eseri
baştan sona kadar, kamil mürşidin alametini anlatmaktadır. Meşayıhın
ittifakıyla şeyhin fıkhı güzel bilmesi, şayet kendisi ümmi ise etrafında
fıkıh bilginlerinin bulunması şarttır. Bunsuz hiçbir zaman irşad sahih
olmaz. Cahillerin peşine düşmek kadar zarar yoktur.
İktibas: Ehli Sünnetin Nazarı, İtikadın Ölçüsüdür. Üstaz İsmail Çetin rahimehullah Dilara Yayınları s.568