İSLÂM'IN İLİM HAKKINDAKİ GÖRÜŞÜ
Geçen konuşmada İslâm'ın dünya, hayat ve tabiat nimetleri hakkındaki görüşünü incelemiştik. Bugünkü konuşmamın konusu ise "İslâm ve ilim"dir. Yani bugün,
İslâm'ın ilim hakkındaki görüşünü açıklayacağım. Din ve ilmin birbiriyle uyumlu olup olmadığı, dinin ilme bakışı, ilmin dine bakışı gibi konuların çok uzun bir
geçmişi vardır. Bu alanda dünyada ve İslâm âleminde çok değerli kitaplar yazılmıştır.
İki kesim, din ve ilmin birbirine karşı olduğunu göstermeye çalışmıştır. Bunlardan biri dindarlık kisvesine bürünen kesimdir. Bunlar, halkın sırtından geçinen
ve onların bilgisizliğinden yararlanan cahillerdir. Bunlar halkı cahil olarak tutmak, aynı zamanda din adıyla kendi kusurlarını örtmek, din silahıyla bilginleri ezip rekabet
alanının dışına atmak için halkı "İlim dine karşıdır ve dinle çelişir." diyerek korkutmuşlardır.
Diğeri ise tahsilli ve bilgili, ancak insanî ve ahlâkî sorumluluklara sırt çeviren kesimdir. Bu kesim de, kendi kayıtsızlıklarını ve sorumsuzluklarını örtmek için
ilim asasına dayanmış ve onun dine yakınlaşmaya engel olduğu bahanesine sığınmışlardır.
İlim ve dindarlık nimetinden yararlanan üçüncü bir kesim de her zaman var olmuş ve ilim ile din arasında hiçbir çelişki ve tezat hissetmemişlerdir. Bu kesim,
sözünü ettiğim iki kesimden kaynaklanan karanlıkları aydınlatmaya çalışmışlardır.
İslâm ve ilim hakkındaki konu iki boyutta ele alınabilir: Sosyal boyut ve dinî boyut. Sosyal boyuttan, pratik olarak İslâm ile ilmin birbiriyle uyumlu olup
olmadığı şeklinde konuya yaklaşılmalıdır. İnsanlar gerçek anlamıyla Müslüman olmakla (İslâmî ilkelere iman edip dinin buyruklarını uygulamakla) birlikte bilgili
de olabilirler mi, yoksa amelen bu ikisinden birini mi seçmelidirler? Bu şekilde konuya girilecek olsa artık konunun görüntüsü, "İslâm'ın ilim ve ilmin İslâm hakkındaki
görüşü nedir ve İslâm nasıl bir dindir?" şeklinde olmayacaktır. Bu durumda konu toplum üzerinde yoğunlaşacaktır. Yani acaba toplum, bunların her ikisine birden
sahip olabilir mi, yoksa bunların birini gözden çıkarmalı mıdır?
Konunun diğer boyutu ise, İslâm'ın ilim hakkındaki ve ilmin İslâm hakkındaki görüşünün ne olduğudur. Bu da iki kısımdır:
Bunlardan biri şudur: İslâm'ın ilim hakkındaki buyruk ve tavsiyesi nedir? Mümkün olduğu kadar ilimden kaçınılması gerektiğini mi buyurmuştur? İslâm
açısından ilim tehlikeli bir şey midir? İslâm, kendi varlığı için ilmi rakip olarak mı görmüştür? Yoksa İslâm olanca samimiyet, cesaret ve öz güvenle insanları
ilme yönlendirmiş ve teşvik mi etmiştir?
Konunun ikinci kısmı ise şudur: İlmin İslâm hakkındaki görüşü nedir? İslâm'ın doğuşundan ve Kur'ân'ın inişinden on dört asır geçmiştir. Bu zaman
içerisinde sürekli olarak ilim gelişmiş ve ilerleme kaydetmiştir. Özellikle ilmin son üç-dört asır içindeki ilerleyişi büyük bir ivme ve hız kazanmıştır. Sağladı
ğı gelişimler ve kazandığı ilerlemelerle birlikte ilmin İslâm öğretileri, inançları, ahlâkî ve sosyal buyrukları... hakkındaki görüşü nedir? İlim, bunları resmiyete
tanıyor mu, tanımıyor mu? Bunların itibarını artırmış mıdır, yoksa eksiltmiş midir?
Her ne kadar bu üç alanın her biri araştırmaya değer nitelik ve özelliğe sahip ise de, bizim konuşmamızın konusu sadece bunlardan biridir. Bugün İ
slâm'ın ilme bakışı konusu hakkında konuşacağım.
İslâm'ın İlmi Tavsiyesi
İslâm dini, belki de hiçbir konuyu önemsemediği kadar ilmi önemsemiş ve tavsiye etmiştir.
İlim, İslâmî kitapların tedvin edildiği çok eski zamanlardan bu yana namaz, oruç, hac, cihat, iyiliği buyurma, kötülükten alıkoyma gibi
İslâmî buyrukların yanında yer almış, "ilim öğrenmenin farz oluşu" adı altında bir bölüm açılmış ve farzlardan biri olarak tanınmıştır.
Kur'ân-ı Kerim'in dışında, yüce Allah Resulü'nün (s.a.a) en açık ve en vurgulu buyrukları ilim hakkında olmuştur. Bütün Müslümanlar arasında kesin
olarak bilinen ve kabul edilen Nebevî (s.a.a) buyruklardan biri şudur:
İlim öğrenmek her Müslümana farzdır.
Bu buyruk hiçbir kesim veya cinse özgü değildir. Müslüman olan herkes ilim öğrenmelidir.
Allah Resulü'nün (s.a.a) bir diğer buyruğu şöyledir:
İlim öğrenin, Çin'de olsa bile.
İlim öğrenmek, Çin'e yolculuk etmeyi gerektirse bile oraya gidilmeli ve ilim öğrenilmelidir. İlmin belli bir yeri yoktur, dünyanın hangi noktasında olursa
olsun gidilmeli ve öğrenilmelidir.
Yüce Allah Resulü (s.a.a) yine şöyle buyurmuştur:
İlme dayalı/hikmetli söz müminin yitiğidir; onu nerede bulsa kendi malı olarak görür ve alır.
İmanlı insan, ilmi almak istediği kimsenin kim olduğuna ve Müslüman mı, kâfir mi olduğuna önem vermemelidir. Bir insan kaybettiği malını kimin elinde
görse alır. Mümin insan da ilim bağlamında böyle olmalı ve ona sahip olan herkesten ilim almalıdır.
Müminler Emiri Ali (a.s) bu buyruğu şöyle açıklamıştır:
Hikmet müminin yitiğidir, müşrikin yanında bile bulsanız onu öğrenin; siz buna daha layık ve daha hak sahibisiniz.
İlim bir farizadır ki ne öğrenenle, ne öğretenle, ne zamanla ve ne de yerle sınırlı değildir. İslâm dini en yüce ve en güzel şekilde ilmi tavsiye etmiştir.
Hangi İlim?
Bu bağlamda konuşulması gereken şudur: İslâm dini hangi ilmi önemsemiş ve yüceltmiştir?
Belki bazıları şöyle diyecektir: İslâm'ın bunca önem verdiği ve yücelttiği ilim, din ilminin kendisidir. Yani din, insanların din ilmini öğrenmeleri için ilim
hakkında bu tekit ve tavsiyelerde bulunmuştur.
Bu da demektir ki İslâm'ın ilim dediği şey, din ilmidir ve İslâm gerçekte kendini tavsiye etmiştir; evrenin gerçeklerini bilmekten ve tanımaktan ibaret olan
bilgi hakkında bir şey dememiştir. Bu durumda, sorun olduğu gibi yerinde ve eleştiri geçerlidir. Çünkü ilme karşı olan ve insanların bilgisinin artmasına ve düşünce
düzeyinin yükselmesine muhalif olan her ekol, sadece kendisinin tanınmasını ve başka bir ekolle ilgilenilmemesini ister.
Buna binaen, İslâm sadece din ilminin öğrenilmesini istemişse başka ilimlere değer vermemiş ve hatta onlara olumsuz yaklaşmış olur.
İslâm'ı ve İslâm mantığını doğru olarak tanıyan kimse, İslâm'ın ilim hakkındaki görüşünün sadece din ilimleriyle sınırlı olmadığını kesinlikle anlayacaktır.
Aslında İslâm'ın ilimden kastettiği şeyin sadece din ilimleri olduğu ihtimali, son birkaç asırdaki -kendi bilgilerinin dairesini küçülten ve sınırlandıran- Müslümanların
davranış biçiminden ortaya çıkmıştır. Aksi takdirde "Hikmet mümin insanın yitiğidir, müşriklerin elinde bile olsa onu öğrenmelidir." demesinin ne anlamı olur?
Müşriklerin din ilmiyle ne alakası var ki? "İlim Çin'de bile olsa öğrenin." buyuran hadiste Çin, en uzak nokta olması veya o dönemin ilim ve sanat merkezlerinden
biri olması bakımından örnek gösterilmiştir. Ancak şu kadarı kesindir ki Çin, ne o zaman ve ne de sonraki zamanlarda din ilimlerinin merkezi olmamıştır.
Ayrıca, yüce Allah Resulü'nün (s.a.a) kendisi buyruklarında ilme kayıt, sınır ve yorum getirmiştir. Bu kayıt, sınır ve yorum, falanca veya falanca ilim şeklinde
değildir; "faydalı ilim" kaydıyla açıklanmıştır. Faydalı ilim ise, bilinmesinin insana yararlı ve bilinmemesinin ise zararlı olduğu ilimdir. Faydalı ve yararlı olan, fayda ve
yararı İslâm tarafından onaylanan, yani faydasının iyi yönde olduğu kabul edilen ilim, İslâm açısından iyidir ve buna teşvik edilmiştir.
Açıktır ki bu doğrultuda yapılması gerekli olan şey, İslâm'ın neyi faydalı ve neyi zararlı kabul ettiğini bilmektir. Bunu şöyle detaylandırabiliriz:
Bilinmesi durumunda, İslâm'ın bireysel veya sosyal amaçlarından her hangi birine yardım eden ve bilinmemesi durumunda ise bu amaçlardan her hangi birinin
ayak altında kalmasına neden olan her ilim İslâm'ın tavsiye ettiği ilimdir.
İslâm, kendi amaç ve öğretileri üzerinde kötü etkisi olan ilme ise karşıdır.
Ehlibeyt İmamları'nın (a.s) Yöntemi
Biz Şiîyiz ve bizim inancımızda masum imamlar (Allah'ın salat ve selâmı onlara olsun), yüce Allah Resulü'nün (s.a.a) vasileridir. Onların sözleri ve yöntemleri
bizim için belgedir. Müslümanlar, hicrî birinci asrın sonlarında ve ikinci asrın başlarında dünya ilimleriyle tanıştı. Bildiğimiz gibi farklı alanlardaki Yunan, Hint ve İ
ran bilimleri tercüme edilmek suretiyle Müslümanlara kazandırıldı. Şunu da biliyoruz ki Masum Ehlibeyt İmamları, halifelerin yanlışlarını her zaman dile getirmiş ve
eleştirmişlerdir. Kitaplarımız bu eleştirilerle doludur. İslâm'ın bilim hakkındaki görüşü olumsuz ise, İslâm ilme karşı ise, İslâm açısından ilim dini bozan ve yıkan bir
etken ise Masum Ehlibeyt İmamları, çok geniş bir tercüme heyeti kurup astronomi, mantık, felsefe, tıp, zooloji, edebiyat, tarih alanında kitaplar tercüme ettiren
halifeleri niye eleştirmediler? Oysaki Ehlibeyt İmamları, halifelerin bazı işlerini çok şiddetli bir şekilde eleştirmişlerdir. Ortada eleştirilecek bir şey olsaydı bu iş,
halk arasında her şeyden daha çok eleştirilmeli ve "Allah'ın kitabı bize yeter" denmeliydi. Sözü edilen bilim dallarına ait kitapların tercüme edilmesinin üzerinden yüz
altmış yıl geçmiş olmasına rağmen hiçbir eleştiri görülmemişti.
Kur'ân'ın Mantığı
Bunların tümü bir yana, Kur'ân'ın ilim hakkındaki mantığı, kayıt ve sınır kabul etmez bir niteliktedir. Kur'ân açısından ilim nurdur ve cahillik karanlık; mutlaka nur
karanlıktan üstündür.
Kur'ân-ı Kerim bazı konuları, araştırılması ve düşünülmesi gereken konular olarak bizzat önermiştir. Bunlar, bugün dünyada görmekte olduğumuz fen,
matematik, biyoloji, tarih... bilimleriyle sonuçlanacak konulardır. Kur'ân-ı Kerim şöyle buyurmuştur:
Göklerin ve yeryüzünün yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, insanlara fayda vermek üzere denizde yürüyüp giden gemide, Allah'ın,
gökten yağmur yağdırarak yeryüzünü, ölümünden sonra diriltmesinde, sonra da yeryüzüne, yürüyen hayvanları yaymasında, yelleri dilediği gibi estirip
değiştirmesinde, gökle yer arasında emrine münkad olan bulutta, şüphe yok ki aklı erenler için varlığına, birliğine deliller var.
Kur'ân-ı Kerim, çok açık olarak insanları bu konular etrafında araştırma yapmaya çağırmıştır. Bu alanlarda yapılan araştırmaların astronomi, jeoloji,
oşinografi, kozmoloji, zooloji... gibi bilimleri ortaya çıkardığını da pekala bilmekteyiz. Casiye Suresi'nin 2. ayeti, Fatır Suresi'nin 27. ayeti ve daha nice ayetler,
bu gibi konular üzerinde düşünülmesini ve araştırma yapılmasını önermiştir.
Kur'ân, inişini okumakla, bilmekle ve yazmakla başlatan bir kitaptır. Kur'ân vahyin ilk inişinde bu gerçekleri hatırlatmış ve şöyle buyurmuştur:
Oku Rabbinin adıyla ki bütün mahlûkatı yarattı. İnsanı da bir parça kan pıhtısından var etti. Oku ve Rabbin, pek büyük bir kerem sahibidir. Öyle bir Rab
ki kalemle öğretmiştir. İnsana bilmediğini belletmiştir.
Tevhit ve İlim
İslâm, tevhitle başlayan bir dindir. Tevhit ise akılla ve akletmekle ilgili bir konudur; bu hususta taklit ve sırf itaat caiz değildir. Müslüman kimse
mutlaka bu hususta düşünmeli, aklını kullanmalı, delile dayandırmalı ve felsefesini bilmelidir. İslâm ikicilikle veya üçleme ile başlamış olsaydı bu alanlara girmeyi
serbest bırakmaz ve bu hususlarda araştırmayı yasaklamaktan başka çaresi olmazdı. İslâm dini tevhitle başlamış ve onu girilmesi gerekli bir alan olarak tanıtmıştır.
Kur'ân açısından bu bölgenin girişi bütün evrendir, giriş kartı ilim ve bilim öğrenmektir, bu alanda hareket ve seyir aracı ise düşünce gücü ve mantıkî istidlaldir.
Bunlar, Kur'ân-ı Kerim'in araştırma yapılması için teklif ettiği konulardandır. Müslümanların bu konular üzerinde daha az araştırma yapmalarının ve
Kur'ân'ın tavsiye etmediği konulara daha çok eğilmelerinin özel bir takım nedenleri vardır. Şimdi bu nedenlere değinmeyeceğiz.
Bütün bunlar, İslâm'ın sadece dinî ilimleri kastetmediğini göstermektedir. Ötelerden beri sorula gelen sorulardan biri şudur: İslâm'ın farz ve vacip
olarak nitelediği ilim hangi ilimdir? Her grup, yüce Peygamber'in (s.a.a) "ilim öğrenmeyi farz olarak nitelediği" buyruğunu kendi ilim dallarına uyarlamaya
çalışmıştır. İslâm kelamcıları, kastedilen ilmin sadece kelam ilmi olduğunu söylemişlerdir. Tefsir bilginleri, kastedilen ilmin tefsir ilmi olduğunu ileri sürmüştür.
Hadis âlimleri, sözü edilen ilmin hadis ilmi olduğunu savunmuşlardır. Fıkıh âlimleri, farz olan ilmin fıkıh ilmi olduğunu belirtmiş ve herkesin ya müçtehit veya
mukallit olması gerektiğine dikkat çekmişlerdir. Ahlâk âlimleri, bahis mevzuu olan ilmin ahlâk ilmi olduğunu savunmuşlardır. Mutasavvıflar, öğrenilmesi farz
olan ilmin seyr-u sülûk ve amelî tevhit olduğunu iddia etmişlerdir. Gazali, bu hususta yirmi görüş nakletmiştir. Araştırmacıların bildirdiğine göre farz olarak nitelenen
ilim, sadece belli bir ilim değildir. Buyruğun sahibi yüce Peygamber (s.a.a) belli bir ilmi kastetmiş olsaydı, kastettiği ilmi açıkça bildirirdi. Buna belli bir kayıt
getirmediğine göre kastedilen ilim, faydalı olan ve işe yarayan her ilimdir.
İlim Araç Mıdır, Yoksa Amaç Mı?
Bir noktaya dikkat etmek sorunu çözecektir ve böylece İslâm'ın kastettiği ilmin hangisi olduğunu anlayabileceğiz. Öncelikle bilinmesi gereken şey, İ
slâm açısından ilmin amaç mı, yoksa araç mı olduğunu bilmektir. Kuşkusuz ki ilâhî öğretiler, ilahiyat ve bu ilimle ilgili olan özü tanıma ve mead bilimi gibi
bazı ilimler amaçtır; bunların dışındaki ilimler ise sadece araçtır. Yani her ilim, bir yükümlülük ve sorumluluğu yerine getirmenin aracı olması bakımından gerekli ve
faydalıdır. Ahlâk, fıkıh, hadis gibi dinî ilimler -ilahiyat hariç- bu tür ilimlerdendir. Yani bu tür ilimler amaç değil, sadece araçtır. Medreselerde okutulan edebiyat ve
mantık gibi ilimlerin konum ve durumu açıkça ortadadır.
Bu gerçekten dolayı fıkıh bilginleri şöyle demişlerdir: İlmin farz oluşu, bir hazırlık kazandırmasından dolayıdır. Yani ilim, İslâm'ın buyruklarından birini
gerçekleştirebilmek için insana hazırlık kazandırdığından dolayı farzdır. Böylece genel olarak fıkıh kitaplarında bahsedilen namaz, oruç, humus, zekât, hac, taharet...
gibi konuların hükümlerini öğrenmek bile sadece bir görev ve sorumluluğu yerine getirmek içindir. Mesela hac amelini yerine getirmesi farz olan bir kimse, hac
ibadetini doğru olarak yerine getirebilmesi için hac hükümlerini öğrenmeli ve ön hazırlık yapmalıdır.