Bugün Her Zamankinden Daha Fazla İslâm Şeriatına Muhtacız!..
İslam şeriatından rahatsız olanları üç tip; hırsız, katil ve ırz düşmanı olarak başın başında işaretledikten sonra, aynı zamanda bu tiplerin günümüz yaşam biçimi içerisinde kılıktan kılığa girerek, gizli veya aşikâr;
İslam ve hakikat, cemiyet ve emek düşmanlığı yaptığını da deklare etmek lazım gelir. Her cemiyet, kendini oluşturan kurum ve şahıslardan cemiyeti bir arada yaşatıcı kanunlara riayeti ve yine cemiyeti oluşturan unsurları muhafaza etmek gerekliliğini ister. Aksi durumda cemiyet içerisinde eşitsizlik, sınıf çekişmeleri, ahlaki çürümeler ve zorbalıklar hâkim olur.
Bu ise sağlıklı bir cemiyet yapısını muhafaza etmek isteyen kişilerce hiçte kabul edilebilir durum değildir. Her insan inanç, mal, can ve namus emniyetinin sağlandığı, cemiyeti oluşturan fertlerin hukuki ve ahlaki olarak eşit muamele gördüğü, kazanç ve harcamasında sömürülmediği bir nizamda yaşamayı murad eder. Yüzyıllar boyunca insanlık ‘topluluk’ halinde bu ideali murad etmiştir. Mutlak fikir bağlıları ve O’nun pazarlıksız yolcularının ‘tatbik fikir’leri neticesi devletleşmiş cemiyetler hariç bu ideale yaklaşan olmamıştır. Yine de ‘Her şey zıddıyla kaim’ misali, ‘insan’ın nizam arayışı bu mikyasta sürmüştür/sürmektedir.
Bu üç tip; hırsız, katil ve ırz düşmanı neden rahatsız olmaktadır veya neden İslam’a düşmanlık etmekte ve İslam şeriatını kötülemektedir? Soruya bir soruyla cevap vermek gerekirse; Batıcı ve batıl yaşam biçimlerinde hırsızlık neden bu kadar artıyor, hırsızlar neden bu kadar cesur ve takdir görüyorlar, ya da katiller ellerini kollarını sallayarak hangi sistemde rahat yürüyor veya ırz düşmanlığının hesabı bile yapılmadan bebelere kadar nasıl tecavüz yaygınlaşıyor? Sokaklar bunlarla kaynıyor, cezaevleri bunlarla dolup boşalıyor, batıcı ve batıl sistemler bunların doğmasına üremesine sebeb verdikçe; milletin evi, canı, malı ve ırzı güvende olmaktan çıkıyor ve bir gün beş yaşındaki bebesine, bir gün kazada yaralanmış eşine, bir gün depremde beton altında kalmış karısına tecavüz ediliyor. Her gün kapısına onlarca kilit takıyor, penceresine parmaklıklar çekiyor, üzerinde para veya değerli eşya gezdirmiyor, biliyor bir gün iki bilezik uğruna bir cani boğazını kesecek, bir hırsız karanlıktan istifade evini yağmalayacak, bir katil hiç uğruna kalleşçe pusuda evlatlarını katledecek ya da Allah rızası için verdiği yardımı bir din istismarcısı iç edecek...
Bütün bunlar her gün yüzlerce kez duyduğumuz ve her 4 dakikada bir ülkemizde yaşanan bir hakikat değil mi? Ve yine bunun sebebi ‘Mutlak Fikir’den nasibi olmayan batıcı ve batıl sistemler değil midir? Siz bütün bunlardan memnun musunuz? Açık konuşalım. Siz, toplam sayısı 450 bini bulan kadınların fuhuş yaparak geçimini sağlamasını mı istersiniz yoksa hakiki insan soyuna yaraşır bir meslek sahibi olarak yaşamını sürdürmesini mi? Siz her gün öldürülen onlarca insanın katilinin iki gün sonra sokaklarda boy gösterip bir başka masumun canına kıymasını mı istersiniz yoksa onu bir daha sokağa çıkartmayacak bir sitemin varlığını mı? Siz küçücük kızınızı bakkala çekine çekine gönderip, es kaza bir sapığın kolları arasında tecavüz edildikten sonra ölümünü seyretmeyi ve sapığı lanetlemeyi mi arzu ederdiniz yoksa o sapıklığa meydan vermeyecek bir nizamın varlığı ve ola ki böyle bir olay gerçekleştiğinde o sapığı bir daha cemiyet meydanına çıkartmayacak bir adalet anlayışını mı arzu ederdiniz? Ama önce şunun cevabı verilmelidir. Hakikaten siz insanın sömürülmediği, emeğinin istismar edilmediği, inanç, mal, can ve namus emniyetinin sağlandığı bir nizamda gerçekten yaşamayı murad ediyor musunuz? O zaman sizin İslam şeriatından çekinmeniz için sebeb yok. Çünkü İslam şeriatından rahatsız olan, korkan veya korkması gerekenler üç tip; hırsız, katil ve ırz düşmanlarıdır. Siz bunlardan biri değilseniz, problem yok. Bu arada ‘Ben Müslümanım’ deyip şeriat karşıtlığı yapmak ise komediden, münafıklıktan, aymazlıktan, ahmaklıktan, cahillikten başka bir şey değil.
Büyük Doğu mimarının Başyücelik’te Ceza Ölçüsü başlığı altında, İdeolocya Örgüsü’nde dillendirdiği hakikat bu manada ölçümüzdür:
“Öyleyse bizim cemiyet ve devletimizde ceza ateşi, “niçin beni bu kadar merhametsizce yakıyor?”
şikâyeti yerine, “aslâ sürünmeyeceğim için hiç yakmaz!” anlayışındaki âzamî hafifliğe maliktir ve bu bakımdan en ileri şiddet, bu müthiş ve kahhâr derecesiyle merhametin tâ kendisi olmuştur. Bizim cemiyet ve devletimizde ceza ölçüsü, rahatça yapılacak fiillere göre değil, yapılamaması sağlanacak fiillere göre bir tedbir mânası taşır.” Kafasında hırsızlığa veya ırza tecavüze veya caniliğe meyli olanın ona tatbik edilecek kanunu düşünmesi karşısında ‘caydırıcılık’ esası üzerinden cemiyetin bütün dinamikleri ile muhafaza etmek sadece İslama has bir tutumdur. Sokaklarında, çayırlarında, gecesinde gündüzünde, rahatça alış veriş yapılabildiği, eşiyle kızıyla huzur içerisinde güvenle dolaşılabildiği, töre-kandavası, berdel gibi sakat anlayışlara müsaade edilmediği, muhafaza edilmiş ailesi ve cemiyeti ile tek bir işsizin ‘işsiz’ olarak barınmadığı devletçe iş sahibi kılındığı tek sistem ‘İslam’dır.
Bu çezai ölçüleri İdeolocya örgüsünden takip edelim... “Bizim cemiyet ve devletimizde kasıtla adam öldürmenin cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde ve bellibaşlı mazeret ve müdafaa vaziyetleri dışında, istisnasız ve hiçbir zorlayıcı ve hafifletici sebep bahis mevzuu olmaksızın, ölümdür. Bizim cemiyet ve devletimizde bile bile hırsızlığın cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde, istisnasız ve kayıtsız ve şartsız, bir kolun kesilmesidir.
Bütün suistimaller, sahtekârlıklar, dolandırıcılıklar, hile tertipleri, netice itibariyle hedef tuttuğu kast ve gaye esas olarak hırsızlığın şubeleri halinde sınırlandırılır ve ona hükümlendirilir. Bizim cemiyet ve devletimizde fuhuş ve zina kökünden yasaktır.
Ve fuhuş ve zinanın mânası, meşru şekil dışı erkekle kadın arasındaki cinsî birleşme; ve sonra erkekle erkek ve kadınla kadın arasındaki aynı fiildir. cezası da, işleyenlerin evli, bekâr, dul ve rüşd sahibi olup olmamasına göre değişik şekilde, devlet ideolocyasının bağlı olduğu ana kaynağın hükümlerine eş olarak fevkalâde ağırdır.
Şu kadar ki, meydan, sokak ve umumî yerler edebine göre bütün yardımcı saikleri tâ dibinden kazınacak ve içtimaî çerçevede tezahürüne imkân verilmeyecek olan bu fiilin ceza görebilmesi için, her tecessüs ve zor tedbirinden masun olan ev içi müşahedesi veya açığa vurulması lâzımdır ki, bu da hemen hemen imkânsızdır. Demek ki, cemiyetin alenîlik plânına vurulmayan ve gizli kalan bir fuhuş ve zina fiilinin cezası, bu fiile devlet, cemiyet, aile ve ferde engel olucu maddî ve manevî her tedbirden sonra, Allaha aittir. Şüphe ve tahminle hiç bir takip yapılamaz. “Başyücelik Devleti”nde resmî ve hususî tek bir umumhane bulunmayacağını belirtmeye bile değmez.” Ancak bilinmesi gereken bir zaruri bilgi var ki; bu muazzam cezai ölçüleri tatbik edebilmek için önce bu cemiyetin inşaı gerekir.
Bu ne demektir?
Bu cemiyetin inşaı demek Baş yücelik Devletinin ilanı ve Başyücelik Devleti idarecilerinin hırsızlığa, caniliğe, fuhuşa sebebiyet veren bütün unsurları ortadan kaldırması ve kişilerin cemiyette iş ve ahlak sahibi olmalarının, düşmanlık ve kindarlık üzere kurulu anlayışlardan uzak durmalarının sağlanması demektir. Ceza buna rağmen ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla hangi dünya görüşünden, hangi inançtan olursa olsun bütün bir insanlık, adı geçen unsurlar da (inanç, mal, can ve namus) güvende olmak ister. ‘Mutlak Fikir’ nispetinde halka halka kendilerini cemiyet içerisinde mevzu sahibi olmaya adamış Büyük Doğu İbda bağlıları kendilerine bunu(cemiyetin bir parçası olmayı), bir memuriyet, mecburiyet hatta mahkûmiyet olarak görür.
Tarihin altın sahifeleri bunun sayısız örnekleri ile doludur, bu sayısız örneklere yenilerini eklemek için Başyücelik Devleti tarih tarih sahnesine çıkmalı, çıkarılmalıdır...
Kaynak:Baran Dergisi/Sezai KIRLANGIÇ
İslam şeriatından rahatsız olanları üç tip; hırsız, katil ve ırz düşmanı olarak başın başında işaretledikten sonra, aynı zamanda bu tiplerin günümüz yaşam biçimi içerisinde kılıktan kılığa girerek, gizli veya aşikâr;
İslam ve hakikat, cemiyet ve emek düşmanlığı yaptığını da deklare etmek lazım gelir. Her cemiyet, kendini oluşturan kurum ve şahıslardan cemiyeti bir arada yaşatıcı kanunlara riayeti ve yine cemiyeti oluşturan unsurları muhafaza etmek gerekliliğini ister. Aksi durumda cemiyet içerisinde eşitsizlik, sınıf çekişmeleri, ahlaki çürümeler ve zorbalıklar hâkim olur.
Bu ise sağlıklı bir cemiyet yapısını muhafaza etmek isteyen kişilerce hiçte kabul edilebilir durum değildir. Her insan inanç, mal, can ve namus emniyetinin sağlandığı, cemiyeti oluşturan fertlerin hukuki ve ahlaki olarak eşit muamele gördüğü, kazanç ve harcamasında sömürülmediği bir nizamda yaşamayı murad eder. Yüzyıllar boyunca insanlık ‘topluluk’ halinde bu ideali murad etmiştir. Mutlak fikir bağlıları ve O’nun pazarlıksız yolcularının ‘tatbik fikir’leri neticesi devletleşmiş cemiyetler hariç bu ideale yaklaşan olmamıştır. Yine de ‘Her şey zıddıyla kaim’ misali, ‘insan’ın nizam arayışı bu mikyasta sürmüştür/sürmektedir.
Bu üç tip; hırsız, katil ve ırz düşmanı neden rahatsız olmaktadır veya neden İslam’a düşmanlık etmekte ve İslam şeriatını kötülemektedir? Soruya bir soruyla cevap vermek gerekirse; Batıcı ve batıl yaşam biçimlerinde hırsızlık neden bu kadar artıyor, hırsızlar neden bu kadar cesur ve takdir görüyorlar, ya da katiller ellerini kollarını sallayarak hangi sistemde rahat yürüyor veya ırz düşmanlığının hesabı bile yapılmadan bebelere kadar nasıl tecavüz yaygınlaşıyor? Sokaklar bunlarla kaynıyor, cezaevleri bunlarla dolup boşalıyor, batıcı ve batıl sistemler bunların doğmasına üremesine sebeb verdikçe; milletin evi, canı, malı ve ırzı güvende olmaktan çıkıyor ve bir gün beş yaşındaki bebesine, bir gün kazada yaralanmış eşine, bir gün depremde beton altında kalmış karısına tecavüz ediliyor. Her gün kapısına onlarca kilit takıyor, penceresine parmaklıklar çekiyor, üzerinde para veya değerli eşya gezdirmiyor, biliyor bir gün iki bilezik uğruna bir cani boğazını kesecek, bir hırsız karanlıktan istifade evini yağmalayacak, bir katil hiç uğruna kalleşçe pusuda evlatlarını katledecek ya da Allah rızası için verdiği yardımı bir din istismarcısı iç edecek...
Bütün bunlar her gün yüzlerce kez duyduğumuz ve her 4 dakikada bir ülkemizde yaşanan bir hakikat değil mi? Ve yine bunun sebebi ‘Mutlak Fikir’den nasibi olmayan batıcı ve batıl sistemler değil midir? Siz bütün bunlardan memnun musunuz? Açık konuşalım. Siz, toplam sayısı 450 bini bulan kadınların fuhuş yaparak geçimini sağlamasını mı istersiniz yoksa hakiki insan soyuna yaraşır bir meslek sahibi olarak yaşamını sürdürmesini mi? Siz her gün öldürülen onlarca insanın katilinin iki gün sonra sokaklarda boy gösterip bir başka masumun canına kıymasını mı istersiniz yoksa onu bir daha sokağa çıkartmayacak bir sitemin varlığını mı? Siz küçücük kızınızı bakkala çekine çekine gönderip, es kaza bir sapığın kolları arasında tecavüz edildikten sonra ölümünü seyretmeyi ve sapığı lanetlemeyi mi arzu ederdiniz yoksa o sapıklığa meydan vermeyecek bir nizamın varlığı ve ola ki böyle bir olay gerçekleştiğinde o sapığı bir daha cemiyet meydanına çıkartmayacak bir adalet anlayışını mı arzu ederdiniz? Ama önce şunun cevabı verilmelidir. Hakikaten siz insanın sömürülmediği, emeğinin istismar edilmediği, inanç, mal, can ve namus emniyetinin sağlandığı bir nizamda gerçekten yaşamayı murad ediyor musunuz? O zaman sizin İslam şeriatından çekinmeniz için sebeb yok. Çünkü İslam şeriatından rahatsız olan, korkan veya korkması gerekenler üç tip; hırsız, katil ve ırz düşmanlarıdır. Siz bunlardan biri değilseniz, problem yok. Bu arada ‘Ben Müslümanım’ deyip şeriat karşıtlığı yapmak ise komediden, münafıklıktan, aymazlıktan, ahmaklıktan, cahillikten başka bir şey değil.
Büyük Doğu mimarının Başyücelik’te Ceza Ölçüsü başlığı altında, İdeolocya Örgüsü’nde dillendirdiği hakikat bu manada ölçümüzdür:
“Öyleyse bizim cemiyet ve devletimizde ceza ateşi, “niçin beni bu kadar merhametsizce yakıyor?”
şikâyeti yerine, “aslâ sürünmeyeceğim için hiç yakmaz!” anlayışındaki âzamî hafifliğe maliktir ve bu bakımdan en ileri şiddet, bu müthiş ve kahhâr derecesiyle merhametin tâ kendisi olmuştur. Bizim cemiyet ve devletimizde ceza ölçüsü, rahatça yapılacak fiillere göre değil, yapılamaması sağlanacak fiillere göre bir tedbir mânası taşır.” Kafasında hırsızlığa veya ırza tecavüze veya caniliğe meyli olanın ona tatbik edilecek kanunu düşünmesi karşısında ‘caydırıcılık’ esası üzerinden cemiyetin bütün dinamikleri ile muhafaza etmek sadece İslama has bir tutumdur. Sokaklarında, çayırlarında, gecesinde gündüzünde, rahatça alış veriş yapılabildiği, eşiyle kızıyla huzur içerisinde güvenle dolaşılabildiği, töre-kandavası, berdel gibi sakat anlayışlara müsaade edilmediği, muhafaza edilmiş ailesi ve cemiyeti ile tek bir işsizin ‘işsiz’ olarak barınmadığı devletçe iş sahibi kılındığı tek sistem ‘İslam’dır.
Bu çezai ölçüleri İdeolocya örgüsünden takip edelim... “Bizim cemiyet ve devletimizde kasıtla adam öldürmenin cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde ve bellibaşlı mazeret ve müdafaa vaziyetleri dışında, istisnasız ve hiçbir zorlayıcı ve hafifletici sebep bahis mevzuu olmaksızın, ölümdür. Bizim cemiyet ve devletimizde bile bile hırsızlığın cezası, cezaya ehliyet sınırları içinde, istisnasız ve kayıtsız ve şartsız, bir kolun kesilmesidir.
Bütün suistimaller, sahtekârlıklar, dolandırıcılıklar, hile tertipleri, netice itibariyle hedef tuttuğu kast ve gaye esas olarak hırsızlığın şubeleri halinde sınırlandırılır ve ona hükümlendirilir. Bizim cemiyet ve devletimizde fuhuş ve zina kökünden yasaktır.
Ve fuhuş ve zinanın mânası, meşru şekil dışı erkekle kadın arasındaki cinsî birleşme; ve sonra erkekle erkek ve kadınla kadın arasındaki aynı fiildir. cezası da, işleyenlerin evli, bekâr, dul ve rüşd sahibi olup olmamasına göre değişik şekilde, devlet ideolocyasının bağlı olduğu ana kaynağın hükümlerine eş olarak fevkalâde ağırdır.
Şu kadar ki, meydan, sokak ve umumî yerler edebine göre bütün yardımcı saikleri tâ dibinden kazınacak ve içtimaî çerçevede tezahürüne imkân verilmeyecek olan bu fiilin ceza görebilmesi için, her tecessüs ve zor tedbirinden masun olan ev içi müşahedesi veya açığa vurulması lâzımdır ki, bu da hemen hemen imkânsızdır. Demek ki, cemiyetin alenîlik plânına vurulmayan ve gizli kalan bir fuhuş ve zina fiilinin cezası, bu fiile devlet, cemiyet, aile ve ferde engel olucu maddî ve manevî her tedbirden sonra, Allaha aittir. Şüphe ve tahminle hiç bir takip yapılamaz. “Başyücelik Devleti”nde resmî ve hususî tek bir umumhane bulunmayacağını belirtmeye bile değmez.” Ancak bilinmesi gereken bir zaruri bilgi var ki; bu muazzam cezai ölçüleri tatbik edebilmek için önce bu cemiyetin inşaı gerekir.
Bu ne demektir?
Bu cemiyetin inşaı demek Baş yücelik Devletinin ilanı ve Başyücelik Devleti idarecilerinin hırsızlığa, caniliğe, fuhuşa sebebiyet veren bütün unsurları ortadan kaldırması ve kişilerin cemiyette iş ve ahlak sahibi olmalarının, düşmanlık ve kindarlık üzere kurulu anlayışlardan uzak durmalarının sağlanması demektir. Ceza buna rağmen ortaya çıkacaktır. Dolayısıyla hangi dünya görüşünden, hangi inançtan olursa olsun bütün bir insanlık, adı geçen unsurlar da (inanç, mal, can ve namus) güvende olmak ister. ‘Mutlak Fikir’ nispetinde halka halka kendilerini cemiyet içerisinde mevzu sahibi olmaya adamış Büyük Doğu İbda bağlıları kendilerine bunu(cemiyetin bir parçası olmayı), bir memuriyet, mecburiyet hatta mahkûmiyet olarak görür.
Tarihin altın sahifeleri bunun sayısız örnekleri ile doludur, bu sayısız örneklere yenilerini eklemek için Başyücelik Devleti tarih tarih sahnesine çıkmalı, çıkarılmalıdır...
Kaynak:Baran Dergisi/Sezai KIRLANGIÇ