Karaman Fıkraları
Kahve Değirmeni
Karasakal’ın evine bir tanıdığı ziyarete gelir. Etrafa göz gezdiren adam, Karasakal’a “Hocam kahve yokluğundan bu kadar kahve değirmenini ne yapacaksın “diye sorar. Hoca şaşırır, çünkü evinde hiç kahve değirmeni yoktur.
---- Nerede kahve değirmeni? Diye şaşkın şaşkın etrafına bakınır. Adam gayet emin bir şekildi, Karasakal’ın kitaplarını göstermez mi? Meğerse ciltli kitaplar bakınca aynı kahve değirmeni gibi görünüyormuş. Kitaptan nasibi olmayan adam kitapları kahve değirmenine benzetivermiş.
Bir Eskiden Bir Yeniden
Karaman’ın meşhur mizah tiplerinden, kitapçı Halil amca, bir dönemin, insanları sıkı takip altında tuttuğu ve dini bir takım ihtiyaçların kısıtlandığı yıllarda, dükkanında bir taraftan kadayıf dökerken, bir taraftan da:
---- Ya Mevlam, hu Mevlam. Aşkın bize ver Mevlam diye bir ilahi tutturmuş. Bu sırada içeriye bir polis girmesin mi? Tabii İbrahim Amca’da hoşafın yağı kesilmiş ve birden ilahiyi boşlamış, başlamış:
---- İliman ektim taşa.... diye bir türkü bir türkü çağırmaya. Bu işe şaşıran polis dayanamayıp sormuş:
---- Ne oluyor İbrahim Amca?
---- Bişi yok kuzum, bi eskiden, bi yeniden deyivermiş
Mektubmu Senetmi?
Kadının biri, okuyup yazdığına inandığı bir adama bir kağıt getirerek okumasını rica etmiş. Adam kağıdı evirip çevirerek başlamış asker mektubu gibi okumaya. Kadın itiraz etmek istediyse de, adam dinlemeden sonuna kadar kağıdı okumuş bitirmiş. En sonunda kadın:
---- Oğlum o mektup değil senet, senet deyince, adam,
---- Baştan söylesene ne olduğunu. Senet deseydin senet gibi okurdum der.
Güzün Yerler
Adamın biri bir eve misafir olur. Ev sahibi yemek koyar, birlikte yerler. Adam yemekten sonra canı üzüm çeker ve bunu şöyle dile getirir.
Bizim eller, bizim eller
Her yemekte üzüm yerler
Ev sahibi de bunun altında kalmaz ve şöyle cevap verir:
Bizim eller, bizim eller
O üzümü güzün yerler
Gidesi Gelmiş
Adamın biri, başka şehirde oturan oğlunu ve torununu ziyarete gelir. Hoş beşten sonra, kayınpederinden hoşlanmayan gelin, çocuğunu kucağına alıp şöyle der:
Kuzumun dedesi gelmiş
Gelmeden gidesi gelmiş
Adam derhal gelinin kucağından torununu alır ve:
Dedesinin adı Durali
Bu gün de buralı, yarın da buralı
diyerek uzun süre kalacağını belli eder.
Pilav Aşı
Ak Hoca Karaman’ın muhacir köylerinden birine imam olur. Köyün ağası, Hüseyin isminde birisidir. Hüseyin ağa bir gün köylüleri toplar ve onlara şöyle der:
---- Bu hoca ovalıdır. Bizim hamur işlerini pek bilmez, onlar bulgur pilavına alışkındır, hocanın midesine bir zarar vermiyelim, yavaş yavaş bizim yemeklere alıştıralım diye talimat verir.
Bu talimatı alan köylü sırayla hocayı yemeklere davet etmiye başlarlar ve her davet eden de bulgur pilavı pişirir. Bir gün böyle, beş gün böyle, on gün böyle.... Hoca bulgur pilavından bıkar, açıkça da bir şey söyliyemez.
Nihayet bir ay sonunda Cuma günü Cuma salası vermeye minareye çıkar ve sala ezgisinde başlar okumaya:
Sarı çamın taşı
Hüseyin Ağa’dır bu köyün başı
Her gün pilav aşı
Yenir mi Ya ResulleALLAH
Köylü normal sala veriliyor diye söylenenlere hiç dikkat etmez. Fakat, 70 yaşlarında bir kadının bu sala garibine gider. Yaşlılığın verdiği az duyma etkisiyle bir şey anlamaz. Hüseyin Ağayı görür ve seslenir:
---- Üle Hüseyin, hoca ne diyo bi yol diğneyive hele.
Hüseyin ağa hocanın söylediklerini dinler, sonra köylüleri başına toplar:
---- Uşaklar hoca pilavdan bıkmış gayri, çevirin macır işine. Hoca kıvrak zekası sayesinde bu sıkıntıdan karlı olarak kurtulur.
Ölü gelmeyince
Ak Hoca Karaman’ın Mandoson köyüne imam tutulur. Köylüler yıl sonunda hocaya kırk havayi buğday vermeyi taahhüt ederler. Yıl sonu geldiğinde, mahsülün kıtlığı bahane edilerek, Hocaya ancak otuz havayi buğday verirler. Bu işe hoca çok içerler ama seslenmez.
Cuma bir gün hutbeye çıkar ve cemaate şöyle der:
---- Ey cemaat beni kırk havayiye imam tuttunuz, ancak otuz havayi buğday verdiniz, buna da eyvALLAH amma ALLAH’tan utanın, şu teneşir ölüsüzlükten takır takır kurudu. Koca bir yıl içinizden bir tek ölen olmadı, bu sizin yaptığınızı adama düşmanı yapmaz der ve minberden iner.
Müftiyide al gel
Kara müfti adıyla anılan Karaman müftisinin çok kızgın olduğu bir zamanda, Ak Hoca izin istemek için gelir, Müfti izin vermez, Ak Hoca da “Sen vermesen de ben giderim” deyince, Kara müfti” Cehenneme kadar yolun var, defol git” diye hocayı yanından kovar.
Ak Hoca hiç seslenmeden dışarı çıkar, biraz sonra tekrar içeri girer. Müftü ters ters bakar:
---- Ulan ben sana cehennem ol git demedim mi?
---- Ben de cehenneme kadar gittim, yolda zebaniler git müftiyle birlikte gelin diye beni katmadı, ben de sizi almaya geldim der.
İmam yanılmaz
Hocamızın mahallemizde imam olduğu yıllarda bir akşam vakti, hocanın imamlığında akşam namazının farzını kılıyorduk. Bir ara arka taraftan birisi, hocanın yanıldığını belli etmek için, yüksek sisle “SübhanALLAH” dedi.
Hoca tam ikinci rekata doğruluyordu. Gayet şaşkın başını arkaya çevirdi:
---- Ne var len diye kızgınlıkla bağırdı. Yine cemaatten birisi:
---- Bir şey yok hocam devam et dedi.
Hoca hiç bir şey olmamış gibi namaza devam etti ve namazı bitirdi. Namazdan sonra yanılma secdesini bile yapmadı.
Soba Muskası
Hocaya bir gün bir kadın gelir ve sobasına yanması için muska yazmasını ister. Hoca hiç bozuntuya vermeden bir muska yazar.
Daha sonra anlattığına göre muskayı şöyle yazar:
Önüne kuru arkasına yaş
Ortasına yağlısından bir talaş
Yan Ayşa’nın sobası yan
Tesadüf eseri olarak kadının sobası o günden sonra gürül gürül yanmaya başlar, hocaya da soba muskası yazdırmak isteyenler çoğalır.
Fırın kebabı
Çamlı Hoca ile Matematik öğretmeni Lütfi Ulus, birgün işleri için Ankara” ya giderler o gün işlerini , bitiremeyince bir otelde aynı odada uyanır, Lütfi Ulus”u dürterek :
- Kalk len Lütfi karnım acıktı. Seninle çıkalım şöyle bir buçuk fırın kebabı yiyip
gelelim.
Gözlerini ovuşturarak uyanan Lütfi Ulus :
- Ama Çamlı hoca, burası Ankara , hem fırın kebabı bulunmaz, bulunsa da gecenin bu saatinde açık yer olmaz.
Çamlı Hoca bunu duyunca tepesi atar :
-Mesela dedik len, gubuz . der ve başına yorganı çeker başlar horlamaya. Uykusu kaçan Lütfi Ulus sabahı matematiksel hesapları ezberlemekle geçirir.
Pazar alış verişi
Çamlı Hoca ; elinde sepetle pazara gitmek üzere evinden çıkar. Sokağın başında komşusu Süleyman efendi ile karşılaşır. Süleyman Efendi
- Çamlı hoca nereye gidiyorsun, neler alacaksın bakalım ?
Çamlı Hoca komşusunun bu münasebetsiz davranışına bozulur. Ve yanıt verir :
- Pazara alış- verişe gidiyordum , biraz şöyle öte bete, gıvır zıvır, langır, lungur van vun alacağımda.
Ökçe
Çamlı , hoca birgün yolda yürürken ayakkabısının ökçesi çıkar. Ayağını sürüyerek tanış bir dükkana kapağı atar. Dükkan sahibi Çamlı Hoca’yı karşısında görünce sevinerek :
- Oooo. Hocam , hangi rüzgar attı seni böyle , şöyle otur bakalım, ne içersin çay mı , kahve mi ?
Çamlı hoca’ nın aklı ökçe’ de kalmıştır. Ökçeyi eline alarak :
- Sen çayı, kahveyi boşver de bana bir ayakkabı ökçesi tamiri ısmarlarsan daha makbule geçer , der.
Bahçede ders
Çamlı Hoca, öğretmenlik yaptığı sıralarda hava günlük güneşlik olursa dershanede ders yaptırmayı hiç sevmezdi. Böyle bir gün, derse girer girmez , çocuklara sorar:
- Çocuklar bugün dersi dışarıda mı yapalım içerde mi ? Doğal olarak öğrenciler
her defasında aynı yanıtı verirlerdi :
- Dışarıda yapalım hocam, dışarıda.
Çamlı Hoca , bunu çevresindeki dostlarına anlatırken “ Çocukların istediği biçimde ders yaptırmak gerekir” diye yorumlardı.
Klorun formülü
Çamlıbel hoca ; İvriz İlköğretmen okulunda okurken , bir gün kimya hocası tahtaya kaldırır ve bir gram klorun formülün yazmasını söyler. Çamlıbel hoca, epeyce düşünür ve işin içinden çıkamayacağını anlayınca yanıtı yapıştırır :
- Avrupa tonlarla klorla uğraşırken, ben 1 gram klorla uğraşamam, der ve
yerine oturur.