Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Zincirler kırılsın ayasofya açılsın.... (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ayasofya.jpg

İSTANBUL’UN FETHİ VE AYASOFYA’NIN CAMİYE ÇEVRİLİŞİ
Doç. Dr. Said Öztürk

Müslümanların İstanbul’u fetih arzuları çok erken tarihlerde başlamış idi. Hicri 52, miladi 672 yılında Hz. Muhammed’in mihmandarı olan Ebu Eyyub el- Ensari ile ile başlayan fetih hareketi, ancak onuncusunda yani Fatih Sultan Mehmed’in Bizans’a giriştiği son hamle ile neticelenecek, İstanbul Müslüman ordularına, Osmanlı askerine kapılarını açacaktır[1]. Bir kısım kaynaklar Emevilerle Abbasiler’in H.34/655-H.169/785 tarihleri arasında İstanbul’a beş sefer düzenledikleri, Osmanlıların ise, İstanbul’u yedi kere muhasara ettikleri ve yedincisinde fethettikleri kayıtlıdır[2]. Fatih’in Ayasofya ile ilgili en eski vakfiyelerinden birinde “nice melikler bu işe el uzattılar. Her birinin zafere ulaşamadan geri döndükleri rivayet olunmaktadır. Kuvvet ve azamet sahibi eski sultanlar ve meliklerden 63 kişi bu beldeyi feth için çok miktarda asker topladılar. Muhkem ve büyük kuvvetlerle geldiler. Kuşatıp zorla ele geçirmek ve halkını esir etmek isteğiyle harb ettiler ise de ..verdikleri zayiatla birlikte geri çekildiler”.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Son Bizans imparatorunun (XI. Konstantinos) ne cesareti, ne de enerjisi devleti yıkılmaktan kurtaramayacaktı. Fatih Sultan Mehmet, babası II. Murad’ın vefatından sonra (Şubat 1451) Bizans’ın son saatleri de yaklaşmış idi. Zira Bizans’a ait olan İstanbul, Osmanlı arazisinin tam kalbinde yer alıyor, Osmanlıların Anadolu ve Avrupa’daki topraklarını birbirinden ayırıyordu. Bu yabancı unsuru ortadan kaldırmak ve teşekkül etmekte olan Osmanlı İmparatorluğu’na İstanbul ile sağlam bir devlet merkezi hediye etmek genç sultanın ilk hedefi idi. Tükenmez bir enerji ve büyük bir ihtiyat ve itina ile Bizans İmparatorluğu’nun başşehrinin fethi için hazırlandı. Boğaziçi’nde, şehrin hemen dibinde Rumeli Hisarı’nı inşa etti[4].
O devirde Bizans mezhep kavgaları ile meşgul idi. İstanbul’un sukut edeceği bilindiği halde, mezhep ihtilafı sönmemişti. Bizans Tarihi yazarı Dukas, söz konusu mücadele hakkında şu çarpıcı beyanlarda bulunuyor;
“Mezhep kavgaları da nihayet bulmadı. Salâhiyetli ruhanilerin bu hususta takındıkları tavır zikre değer. Mesela günahlarını itiraf için bunlara müracaat eden hristiyanları, daha evvel katolik papazlarından Hz. İsa’nın kanını ve cesedini temsil eden ekmek ve şarabı alıp almadıklarını, birleşme taraftarı bir papazın icra eylediği ruhani ayinde bulunup bulunmadıklarını soruyorlardı. Şayet böyle bir hal vaki olmuş ise, bu husustaki kilise kanunları şiddetli ve manevi cezası ağır idi. Adet olduğu üzere kilise kanunlarına uyarak mukaddes ekmek ve şarabı almağa hak kazanan kimse, birleşme taraftarı papazlara müracaat etmezse, onlar tarafından ağır manevi cezaya müstahak olurdu. Birleşme taraftarı papazlar Ortodoksluk taraftarı olan papazlar hakkında bunların papaz olmadıklarını, takdim ettikleri şeylerin sahih ve hakiki olmadıklarını söylüyorlardı. Ortodoks papazlar, bir cenazeye veya bir ölünün ruhunun istirahatı için yapılan ayine davet olunduğu zaman, bu merasimlerde birleşme taraftarı bir papaz görününce, Ortodoks papaz hemen ruhani elbisesini çıkarır ve yangından kaçar gibi oradan uzaklaşırdı. Büyük kilise (Ayasofya) şeytanların ilticagahı ve putperestlerin mabedi telakki ediliyordu. Nerede o mumlar, nerede o kandillerdeki yağlar ? Her şey zulmet içinde, hiç müteessir olmuyordu, mukaddes mâbed viran bir hal almıştı. Bu hal, şehir halkının dini hükümlere muhalefet ve tecavüzleri dolayısıyla, bir müddet sonra mâbedin düşeceği harap vaziyeti daha evvelden gösteriyordu. Genadios ise, hücresinde va’z ediyor ve birleşmeğe taraftar olanları tel’in ediyordu”[5].
Dukas devamla diyor ki; Genadios her gün birleşme taraftarları aleyhine vaz etmekten ve yazılar yazmaktan geri kalmıyordu….Senatodan baş amiral büyük duka, Genadios ile hem fikirdi ve işbirliği yapıyorlardı. İstanbul’un aleyhine toplanmış olan sayısız Türk askerlerini gören halka hitaben bu büyük duka Latinler aleyhine şunları söylemeğe cesaret etti; İstanbul’un içinde Türk sarığını görmek, Latin serpuşunu görmekten daha iyidir[6]. Dukas’ın büyük duka dediği şahıs Bizans Devleti’nin en saygın kişilerinden Leon Notaras idi[7].
Ayasofya’ya mağara ve rafizilerin mezbahı adı veriliyor, içinde kiliselerin birleşmesi taraftarları olanlar tarafından ruhani ayin icra olunduğundan kirlenmemek için Dukas’a göre hiçbir Bizanslı bu mâbede girmiyordu[8].
Bizans, ahlaki bakımdan da tamamen çökmüştü. Bu durum karşısında İstanbul’un müdafaası doğudaki ticari menfaatlerini kaybetme korkusu içinde bulunan Latinlere bırakılmıştı.
Tahta çıkınca ilk işinin İstanbul’un fethi olacağı şayiası daha şehzadeliği zamanından beri duyulan Fatih tahta çıkınca Bizanslılar derin bir teessüre kapılmışlar, son Bizans imparatoru Konstantinos Dragasis, hristiyanlık namına Papa Beşinci Nicolas (Nikola)’dan imdat dilemiş, hatta asırlardır birbirine düşman olan İstanbul ve Roma kiliselerinin birleştirilmesine bile razı olmuştur. Batılı kaynaklarda göre papa İstanbul’a yardım kuvvetleri yerine iki mezhebi birleştirecek bir kardinalden başka bir şey göndermemiş olmakla tenkit edilir. Aslen Selanikli veyahut Moralı bir Rum olduğu rivayet edilen kardinal İsidore (İzidor) büyük bir gemiye iki yüz İtalyan askeri doldurarak İstanbul’a gelmiş, 30 Zilkade 856 /12 Ocak 1452 (12 Aralık 1452 bk Ostrogorsky, s. 523) günü Ayasofya kilisesinde imparatorla devlet erkanı da hazır bulunduğu halde büyük bir ayin yaparak Rum patriği Grigorios Mammas’la beraber Ortodoks ve Katolik mezheplerinin birleştirildiğini ilan etmiştir. Mezheplerine vatanlarından çok fazla bağlı olan Bizanslılar imparatorun bu faaliyetini küfür saymışlar ve İstanbul sokaklarında Türk sarığı görmeyi kardinal şapkası görmeye tercih ettiklerini konuşmaya başlamışlardır. Bizans imparatoru Avrupa katolikliğine gösterdiği fedakarlığın karşılığını görememiş, hemen hiçbir yardım alamamış, netice itibariyle kendi tebaası arasına bir tefrika sokmuş ya da mevcut olan bir tefrikayı alevlendirmiştir. İmparator bu buhran içinde yapabildiği tek şey surları onarmak, Adaları tahkim etmek ve şehre erzak yığmak olmuştur[9].
Dukas’ın anlattıklarına bakılırsa, İstanbul’un fethinin yaklaştığını ve şehrin düşeceğini anlayan yerli halk, bütün kadın ve erkekler, rahip ve rahibeler Büyük Kilise’ye yani Ayasofya’ya sığınmışlar, iltica etmişlerdi. Bunun sebebi şu idi; Çok seneden beri şehir halkına bazı yalancı falcılar istikbalde şehrin Türklere teslim olunacağını, bu Türklerin askeri kuvvetle şehre gireceklerini, Bizanslıları keseceklerini ve Türklerin bu yürüyüşlerinin büyük Konstantin’in sütununa (Çemberlitaş) kadar varacağını, ondan sonra gökten bir meleğin elinde kılıç olarak ineceğini ve bu melek, sütunun yanında bulunacak olan ismi meçhul sadedil ve fakir bir adama imparatorluğu ve kılıcı vererek ona; Bu kılıcı al ve Allah’ın kavminin intikamını al diyeceğini, o zaman Türklerin geri gideceklerini, Bizanslıların bunları takip ve telef edeceklerini, bunların şehirden, garptan ve şark yerlerinden İran hudutlarında bulunan bir yere kadar kovulacaklarını söylüyorlardı. Bazı kimseler yukarıda bahsedilenlere inanarak bunların vaki olacağı kanaatiyle koşuyorlar ve başkalarını da koşmağa teşvik ediyorlardı. Bunların kanaati böyleydi ve bugün vuku bulmakta olan hadiseler, esasen çok seneden beri kafalarında yer etmişti. Yani Stavros (Çemberlitaş) sütununu geçecek olursak, gelecek felaketi atlatırız diyorlardı. İşte bu sebepten halk Ayasofya’ya sığınıyordu. Bir saat içinde o muazzam mâbed tamamıyla erkek ve kadınlarla dolmuş idi. Mâbedin alt ve üst katları, avluları ve her bir yeri sayısız halk tarafından işgal edilmişti. Mâbed dolduktan sonra, içerdekiler kapıları kapadılar; kurtuluşlarını mâbedin kerametinden bekliyorlardı[10].
İstanbul’un fethinden bir gün önce Ayasofya’da imparatorun, bütün devlet ve saray erkanının göz yaşlarıyla katıldığı büyük bir ayin yapılır. Bu Ayasofya’da yapılan son ayindir. Ayrıca sokaklardan papazların idare ettiği ayin alayları geçirilmiş, bütün halk bu alaylara katılmış, İstanbul’un içi “Kyrie eleison” yani Ya Rabbi bize merhamet et dualarıyla çınlamış, kadın ve çocukların vaveylaları içinde yoluna devam eden alay surlara kadar ilerleyerek Bizans’ın son tahkimatını takdis etmişlerdir. İmparator, Bizanslıları mukavemete teşvik eden son nutkunda Şarki Roma’nın uzun bir inhitat ahlaksızlığından sonra bu akıbete layık olduğunu belirten “eğer bu tavsiyelerime riayet edecek olursanız Allah’ın bize yolladığı haklı cezadan belki kurtuluruz” sözünü ifade etmiştir[11].
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Türkler İstanbul’u zaptettikleri zaman (29 mayıs 1453) müdafaasız halk kiliseye sığınmıştı. Halk şu inancı taşıyordu; Türkler Büyük Konstantin sütununun yanına kadar geldiklerinde gökte bir melek zuhur edecek ve bunu gören Türkler bir daha dönmemek üzere Asya’da ki vatanlarına (İran sınırı) çekileceklerdi. Fakat Türkler gelmişler mabedin kapılarını açarak içeri girmişler ve orada korkudan birbiri üstüne yığılmış olan erkek ve kadınları esir etmişlerdir[12]. Burada cebren içeri girmek mecburiyetinde kalan Türk askerleri hiç kimsenin hayatına dokunmamış ve yalnız esir almakla yetinmişlerdir. Türk ordusu değil Ayasofya’ya sığınanları öldürmek, İstanbul’a girdiği vakit Fernand Grenard’ın ifadesiyle yalnız silahla mukavemet gösterenleri ve vaziyetleri şüpheli görülenleri öldürmüşler, mütebakisini esir etmişlerdir. Bizans Rumları katliama maruz kalmamıştır[13]. Hayrullah Efendi tarihinde “şehir içine girildikten başka imparatorun ölümü haberi duyulunca asker ve halktan bir çoğu Venedik gemilerine binip kaçmak için Samatya, Ahırkapı ve Kadırga Limanı taraflarına koştuklarından diğer taraflarda az kimse kalmıştı. Bundan başka ahalinin çoğu kiliselere kapandığından çok can kaybı olmadığını, bir çoğunun da savaş esiri olarak sağ yakalandıklarından iki bin kişiden fazla insanın ölmediğini..” belirtir[14].
Kapılarını kırıp Ayasofya’ya giren Fatih’in askerlerinin yaptıklarını abartılı bir şekilde anlatan Dukas, mâbedin içinde hiçbir şey bırakmadılar der[15]. Daha sonra Hammer, Lamartine, Kont Segür, Dimitri Kantemir ve benzeri Avrupa tarihçileri ve yazarları da taassuba dayanan, gerçek dışı saldırılarda bulunmuşlar, okuyucularını yanıltmışlardır[16]. Ayasofya da dahil sanat ve kültür eserlerini tahrip edenler Türkler değil, bir kısım batılı kaynakların da teslim ettiği gibi, Türklerden iki buçuk asır önce İstanbul’u Bizanslılardan zaptetmiş olan Avrupa Haçlılarıdır. Şurası unutulmamalıdır ki, Osmanlılar Ayasofya’nın çan kulesini bile yıkmamışlardır[17]. 1847-1849 yılları arasında gerçekleşen tamirde İsviçreli mimarlar Bizans devri mozayiklerinin hâlâ çok iyi durumda olduğunu görmüşlerdi. Eğer Türkler tahripkar davransaydı mozayiklerden eser bile kalmazdı[18]. Rus müelliflerinden Uspenski sanat ve kültür eserlerine karşı Müslüman Türklerin 1204 Haçlılarından bin kat insaflı ve insanca davranmış olduklarını söyler. Bir çok batılı tarihçi de Müslümanların Kudüs’e girdiklerinde orada ki Hristiyanlara, kendilerini İsa’nın askerleri sayan İstanbul’u talan eden bu adamlardan daha bir insanca davrandıklarını yazarlar. Ortaçağda yaşamış Fransız tarihçi Villehardouin 1204 Haçlı yağmasını “Dünya yaratıldı yaratılalı bir kentten bu kadar çok ganimet kazanılmamıştır” diye anlatır. Zaten harap ve perişan bir halde olan İstanbul’u alan Fatih, derhal imar faaliyetlerine başlamıştır. Türk fethi Bizansı yıkmış ama İstanbul’u kurtarmıştır[19]. Tarih-i Ebu’l-Feth yazarı Tursun Bey eserinde İstanbul daru’l-eman oldu, Fatih Ayasofya’ya geldiğinde “bu binay-ı hasînün tevabi ve levahıkın harab u yebab gördi” der ve Ayasofya’yı ve surları onardığını belirtir[20].
Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet adlı eserinde 1204 yılındaki Latin yağmasına değinirken barbarlarınkinden çok daha korkunç katliâma ve yağmaya giriştiklerini, yüzyıllardır biriktirilen defineler, hazineler yağmalandığını; kiliseler, manastırlar, evler, soyulup soğana çevrildiğini; Ayasofya’nın tamamen soyulup boşaltıldığını; kutsal vazolar içki kadehleri olarak kullanıldığını, mihrabı yaktıklarını, kilisede değer taşıyan ne varsa parça parça edip aralarında paylaştıklarını, aldıkları bu değerli eşyayı yüklemek için atlarını ve katırlarını kilisenin içine kadar getridiklerini, hayvanlar gibi davranıp bütün kadın ve kızların, rahibelerin ırzına geçtiklerini belirtir[21].
Sadece Ayasofya’da bile her asırda bir Türk eseri buluyoruz. Her devirde camiiye bir Türk eseri katılmıştır. Müştemilatıyla binayı bu zaviyeden değerlendirdiğimizde Türk eserleri yarıdan fazlayı bulur. Süheyl Ünver, Ayasofya’nın pek çabuk olarak medresesi ile, türbeleri ile ve Mahmud I in kurduğu pek zarif kütüphanesi ile, mahfelleri ile, şadırvanıyla, sebiliyle, ilk mektebi ile muvakkıthanesi ile en mühim İslami sitelerimizden biri olmuştur der[22].
Türklerin Ayasofya’ya girişlerine şahit olanlardan hiç biri sonraları çıkan rivayetlerde olduğu gibi, o vakit bir katl-i âmdan ve mabede karşı bir hürmetsizlik ve tecavüz yapıldığından bahsetmezler[23]. Bu müfterilerden biri olan ve Ayasofya’nın minarelerinin yıktırılmasını, Rusların İstanbul’u alıp haçı dikmesini hararetle savunan muasır tarihçilerden Schlumberger hiçbir kaynak göstermeden Ayasofya içinde bile katliam olduğunu belirtir[24].
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet adlı eserinde, öyle görünüyor ki büyük kilisede çok az kan döküldü. Türkler orada bulunanları tutuklayıp sonradan köle yapmakla yetindiler der. Yine aynı yazar Fatih’in akşam sivillerin tutuklanmasının durdurulmasını ve yağmalamaya son verilmesini emrettiğini, orduya mensup her kişiye, her askere kent halkını, kadınları ve çocukları öldürmeyi veya köle almayı da bunlara karşı kötü davranılmasını yasaklıyorum. Bu emre karşı gelen herkes öldürülecektir dediğini nakleder[25]. Osmanlılar merhametli davranmayı kan dökmeye tercih etmişlerdir. Ayasofya sahasını hiçbir katl veya idam lekesi kirletmemiştir[26]. Voltaire, İstanbul’un zabtı sırasında bazı tarihçiler tarafından Osmanlılar tarafından ahaliye karşı yapıldığı belirtilen saldırıları ve bu saldırılara karşı gösterildiği rivayet edilen salabet ve hoşgörüyü reddetmiştir[27]. Lamartine bütün saldırıları ile beraber şu gerçeği aktarmadan geçememiştir. Ünlü tarihçi Phranzes’den naklen şöyle diyor; ...rahibelerin, annelerinden ayrı düşmüş çocukların, kendi çocuklarından ayrılmış annelerin feryat ve figanlarını merhamet gözüyle gören Osmanlılar bu hazin duruma üzülüyorlardı[28].
Fatih, umumiyetle rivayet olunduğu gibi, at üzerinde değil, fakat yaya olarak kiliseye girmiş ve müezzine ezan okutarak maiyeti ile beraber namaz kılmıştır[29]. Maalesef ünlü ressam Delacroix, Paris Louvre Müzesinde bulunan Fatih’in Ayasofya’ya girişini temsil eden tablosunda sultanı atıyla mabede girer gibi göstermiştir. Hata etmiştir. Fatih Ayasofya’ya girince secde-i şükrana kapanmış, iki rekat namaz kılmış, ilk ezanın da bu sırada okunduğu rivayet edilmiştir[30].
Fatih düzenlenen tören alayı ile şehre girince kuvvetli rivayete göre doğruca Ayasofya’ya gitmiştir. Tursun Bey, Ayasofya nam kiliseyi görmeye rağbet etti der. Müverrih Âlî, “Fatih’in hemen şehre girmesindeki isticali Ayasofya nam kenise-i azimeyi mâbed-i ehl-i İslam etmeğe mütehâlik” olduğunu söylüyor ve devamla mâbed-i kadime doğru yöneldiklerini belirtiyor. Osmanlı Türklerinde bir gelenek olarak devam eden, asırlardır tatbik edilen bir kural vardır. Bu kural bir memleket veya kale fethedildiği vakit ordu içeriye girip burçlara bayrak çekerken surların üstünde ezan sesleri yükselir ve şehrin en büyük kilisesi derhal camiye tahvil edildikten sonra ilk Cuma namazı bu ilk camiide kılınırdı. Bu tarihi ve milli an’ane gereği Fatih vakit geçirmeden Ayasofya’yı camiiye tahvil etmek gayesiyle Ayasofya’ya yönelmiştir. Fatih buraya gelince atından inerek yaya olarak içeriye girmiştir. Burada belirtmek gerekir ki Fatih at üzerinde değil yaya olarak mâbede girmiştir. Fatih mâbedin azametini görünce hayran kalmıştır. O sırada bir Türk askerinin mabedin mermerlerinden birisini kırmakta olduğunu görünce Fatih, bu tahribatı neden yaptığını sormuş, o asker de din için yaptığını söylemiştir. Fatih bu askerin tahribatına mani olmuş, askeri yakın koruma dışarı çıkarmıştır. Fatih burada “servet ve esirler size yeter, şehrin binaları bana aittir” der[31].
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Yanında bulunan bazı İtalyan ve Rumlar’ın rivayetine göre Fatih, mozaiklerin sökülmesi teşebbüsünde bulunan mimarlara hitaben; “Durunuz! Bu mozaik resimleri günaha sebep olmamaları için bir kireç tabakasıyla örtmekle yetininiz! Fevkâlâde olan bu kakmaları koparmayınız” demiştir[32]. 1930’lı yıllarda Amerikan Bizans Ensititüsü namına Ayasofya mozayiklerini araştırmakla görevli Thomas Whittemore “bu mozayiklerin hiç birinde insan tarafından tahribat ika edildiğine ait bir iz görülmemiştir. Hatta binanın her tarafında yüzlerce haçlar hiç bozulmadan kalmış olup binanın uzun müddet Türkler tarafından muhafaza edildiğine şehadet etmektedir”[33].
Ayasofya İstanbul’un fethinde usulden olduğu üzere şehrin büyük kilisesi olarak camiye çevrildi. Tursun Bey’in ifadesine göre kubbeye kadar çıkan Fatih Sultan Mehmet binanın ve çevresinin harap görüntüsü karşısında meşhur Farsça beytini söylemiştir. Tursun Bey, Fatih Ayasofya’ya girdiğinde “vakta ki bu binay-ı hasisün tevabi ve levahikin harab u yebab gördü” der ve Sadî’nin şu meşhur Farsça beytini söylediğini rivayet eder;
Perde-dârî mî küned der tâk-ı kisrâ ankebût
Bûm-i nevbet mî zened der kal’a-ı Efrâsiyâb
Yani; Örümcek Kisrâ’nın penceresinde perdedarlık yapıyor/ Baykuş Efrasiyab’ın kalesinde nevbet vuruyor/bekliyor.
Fatih Ayasofya’nın tahribini önlemiş, burada müezzinlerinden birine ezan okumasını emretmiş, müezzin ezan okuduktan sonra maiyeti ile beraber ilk namazı kıldıktan sonra camiyi kendi hayratının ilk eseri olarak vakfetmiştir[34].
Bizans tarihçisi Dukas, Ayasofya’da ilk ezanın okunmasından ve ilk namazın kılınmasından duyduğu ızdırabı şöyle dile getirir “adem-i meşruiyetin veledi, Deccal’ın mübeşşiri, mihraptaki mukaddes din taşının üstüne çıkarak, namazını kıldı. Nedir bu nekbet ? Heyhat nedir bu dehşet veren acibe, eyvah ne olacağız? Vay vay, neler görüyoruz? Altında havarilerin ve şehitlerin mübarek bakiyeleri medfun bulunan bu mukaddes mihrap üzerinde bir Türk, bu mihrabın üzerinde bir dinsiz ? Ey güneş titre ! Allah’ın kuzusu nerededir? Bu mihrap üzerinde kurban olan, yenilen ve hiçbir zaman tükenmeyen Babanın oğlu nerede ? Hakikaten fasit bir neticeye vardık, günahlarımızdan dolayı bizim ibadetimiz, diğer milletlere nispetle, hiç nazarı itibara alınmamıştır. Allah’ın hikmeti namına bina olunan, Ekânim-i Selâse kilisesi, Büyük Kilise ve Yeni Sion adlarını almış olan bu mâbed, bu gün barbarların ibadet yeri ve Muhammed’in evi adını aldı ve öyle oldu. Ey Cenab-ı Hak verdiğin hüküm adildir ![35]
Fethin üçüncü günü Cuma günü Fatih, Ayasofya’ya gelip ilk Cuma namazını askerleriyle beraber kılmıştır. İmamete İstanbul’un fethinin manevi mimarı Akşemseddin geçmiş, ilk olarak Fatih namına hutbeyi de bu nurani zat okumuştur. Hutbenin Fatih tarafından irad edildiği de yazılmaktadır. Diğer bir rivayette ise Fatih Ayasofya’nın camiye tahvil edildiği gün askerine bir hutbe irad etmiştir. Fatih’in iradesiyle bu Cuma gününden evvel Ayasofya’daki tasvirlerle heykeller ve putlar kaldırılıp, kıble tarafına mihrab yapıldığı ve minber konulduğu, bütün hazırlıkların Cuma gününe kadar ikmali için mimarlarla ustalar gece gündüz çalıştıkları rivayet olunur[36]. Bu arada üç gün zarfında bir de tahtadan minare yapılmıştır. Yapılan minber ve mihrap zamanımıza ulaşmamıştır. (Şimdiki mihrap ve minber daha sonra yapılmış olup Fatih’in yaptırdığı değildir. 16. yüzyılın izlerini taşır. II. Bayezid devrinde mihrab, III. Murad devrinde minber ilave edildiği bilinmektedir. Tahta minare ise II. Selim zamanında yapılan tamir sırasında kaldırılmıştır[37]). Solakzâde tarihinde Cuma namazından önce mihrab, minber ve mahfil hazırlandığı, duvarlarda bulunan tasvirlerin kaldırıldığı, Cuma hutbesini Akşemseddin’in irad ettiği, imameti de yine bu zatın yaptığı belirtilir[38].
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Okunan bu hutbe Osmanlılar içinde okunan hutbelerin belki de en mukaddesi, en sevinçlisi, en büyük şan ve şerefe sahip olanı idi. Çünkü o güne kadar sekiz buçuk asırdan beri bütün müslümanların ulaşmayı şiddetle arzu ettikleri bir fethi Cenab-ı Hak tarafından Osmanlı padişahlarına ve onun tebasına verildiğini ilan etmekte idi. Fethin komutanı ve gazileri, sahabe-i kiramın bile şiddetle arzu ettikleri büyük bir saadete ve Hz. Peygamberin “ne güzel komutan ve ne güzel asker” övgüsüne mazhar olmuşlar idi[39].
İstanbul’un fethini müteakip şehirde bulunan yüzden fazla kilise ve manastır cami ve ibadethane haline getirilmiş, bir çoğu da medrese ve hangah yapılarak ehli tarikata barınak olmuştur[40].

[1] Gelibolulu Mustafa Âlî Efendi, Kitabu’t-Tarih-i Künhü’l-Ahbar, c. 1, s. 472 vd.
[2] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 239-240.
[3] Vakfiyenin Arapça metni için bkz. Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi, İstanbul Salis 6. Vakfiye Defteri, nr. 575, s. 82-106, sr. 46; Aynı nüshanın latin harfleriyle Türkçe’ye tercüme edilmiş kaydı için aynı arşivde, 2114 numaralı defter, s. 176.
[4] Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, s. 523.
[5] Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 158-159.
[6] Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 16.
[7] Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet, çev. Necla Işık, İstanbul 1991, s. 36.
[8] Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 179.
[9] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 240-241; Doğuştan Günümüze Büyük İslam Tarihi, c. 10, s. 213.
[10] Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 178-179.
[11] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 252; İlhan Akçay, Ayasofya Camii, s. 19.
[12] K. Süssheim-Arif Müfid Mansel, “Ayasofya” , İA, s. 49; Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 335-336.
[13] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 257-258.
[14] Aktaran; Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 344.
[15] Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 178-180.
[16] Bkz. Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 336 vd.
[17] Çan kulesini 1678 yılında ziyaret eden Venedikli Doj O. P. Grelot’un verdiği bilgilere göre mevcuttu. Bu gün Askeri Müze’de Ayasofya çanı mevcuttur. Ne şekilde müzeye intikal ettiği bilinmiyor. İlhan Akçay, Ayasofya Camii, s. 18
[18] İlhan Akçay, Ayasofya Camii, s. 59.
[19] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 258, Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet, çev. Necla Işık, İstanbul 1991, s. 88.
[20] Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth, Haz. Mertol Tulum, İstanbul 1977, s. 64, 75.
[21] Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet, çev. Necla Işık, İstanbul 1991, s. 87.
[22] A. Süheyl Ünver, İstanbul Risaleleri, c. 2, İstanbul 1995, s. 60-61.
[23] K. Süssheim-Arif Müfid Mansel, “Ayasofya” , İA, s. 49.
[24] İlhan Akçay, Ayasofya Camii, s. 22- 23.
[25] Andre Clot, Fatih Sultan Mehmet, çev. Necla Işık, İstanbul 1991, s. 65, 67.
[26] Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 340-41.
[27] Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 338.
[28] Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 341.
[29] K. Süssheim-Arif Müfid Mansel, “Ayasofya” , İA, s. 49; Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 352.
[30] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 260; İlhan Akçay, Ayasofya Camii, s. 23.
[31] Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth, Haz. Mertol Tulum, İstanbul 1977, s. 63; Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 184; K. Süssheim-Arif Müfid Mansel, “Ayasofya” , İA, s. 49; Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 352- 359, İlhan Akçay, Ayasofya Camii, s. 21- 22, 26.
[32] Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 358.
[33] Thomas Whittemore, “Ayasofya Mozayikleri”, Halil Edhem Hatıra Kitabı, TTK Yayınları, Ankara 1947, s. 200.
[34] Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 184; Tursun Bey, Tarih-i Ebu’l-Feth, Haz. Mertol Tulum, İstanbul 1977, s. 64; Semavi Eyice, “Ayasofya”, DİA, s. 207; İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 260.
[35] Dukas, Bizans Tarihi, çev. VL. Mirmiroğlu, s. 184.
[36] İsmail Hâmi Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, c. 1, İstanbul ts., s. 262-263; Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 387-390.
[37] Ekrem Hakkı Ayverdi, Osmanlı Mimarisinde Fatih Devri, c. 3, İstanbul 1989, s. 317-318; Semavi Eyice, “Ayasofya”, DİA, s. 208; İlhan Akçay, Ayasofya Camii, s. 26, 40, 50.
[38] Solakzade Mehmed Hemdemî Çelebi, Solakzade Tarihi, Haz. Vahid Çabuk, c. 1, s. 286-287.
[39] Ahmed Muhtar Paşa, Feth-i Celîl-i Kostantıniyye, İstanbul ts, s. 389-390.
[40] Hoca Sadettin Efendi, Tacü’t-Tevarih, c. 2, İstanbul 1992, sadeleştiren İsmet Parmaksızoğlu, s. 293
www.osmanli.org.tr

DİĞER HABERLER
- Kemal Tahir'in Felsefî Düşüncesi ve Devlet Ana / Selahattin Hilav
- Bunları Biliyor muydunuz? -I-
-
Bunları Biliyor muydunuz? -II-
- Bunları Biliyor muydunuz? -III-
- Bunları Biliyor muydunuz? -IV-
- Bunları Biliyor muydunuz? -V-
- Bunları Biliyor muydunuz? -VI-
- Bunları Biliyor muydunuz? -VII-
- Bunları Biliyor muydunuz? -VIII-
- Bunları Biliyor muydunuz? -IX-
- Dünyayı Yöneten Gizli Örgütler
- Edelman'ın fendi Cola Turka'yı Yendi
- Dünyanın İlk Standartları

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ZİNCİRLER KIRILSIN AYASOFYA AÇILSIN..Zincirler KIRILACAK..Ayasofya AÇILACAK..KAFİRLER İSTEMESEDE...İNŞAALLAH..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
ZİNCİRLER KIRILSIN AYASOFYA AÇILSIN..Zincirler KIRILACAK..Ayasofya AÇILACAK..KAFİRLER İSTEMESEDE...İNŞAALLAH..
 

<DAMLA>

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
21 Eki 2007
Mesajlar
6,461
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
34
selamun aleykum abi rabbim razı olsun aldım inşallah fatih sultan mehmet istanbulu aldığında ilk cümlesi cuma namazımı ayasofyada kılıcam demiş gördünüz mü padişahı şimdi birilerini bu güzel insanla bir tutuyorlar ve inşallah ayasofyada nice kılcagımız zamanlar gelir inşallah
selam ve dua ile
<<B)>>
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
selamun aleykum abi rabbim razı olsun aldım inşallah fatih sultan mehmet istanbulu aldığında ilk cümlesi cuma namazımı ayasofyada kılıcam demiş gördünüz mü padişahı şimdi birilerini bu güzel insanla bir tutuyorlar ve inşallah ayasofyada nice kılcagımız zamanlar gelir inşallah

selam ve dua ile

<<B)>>
ALEYKÜMSELAM KARDEŞİMİZ...
Hesaplar görülür,defterler dürülür kardeşimiz...
DOST-DÜŞMAN BELLİ OLUR...
KURULUR ŞANLI FİKRİN OTAĞI..
ALTIN FİKİR-İSLAM TAHTINA OTURUR...
BESMELE...SELAM...DUA...
BİLALCE-KİMKİMDİR-OSMAN GAZİ...
Ayasofyanın bu hali esaretimizin sembolüdür..Ne zamanki ibadete açılır...hürüz demektir o zaman...açmazlar...açamazlar...ağababalarına söz verdiler çünkü..ANCAK BİR FATİH SULTAN GELİR VE AÇAR...Allahcc o günlere eriştirsin...inşaallah...O uğurda bizleri harç eylesin...ZİNCİRLER KIRILSIN AYASOFYA AÇILSIN ANKARA KOCATEPEDEKİ 1990 YILI İMZA KAMPANYASINDAN YAKALANIP İŞKENCEYE ALINAN BİR KARDEŞİNİZ...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
SERDENGEÇTİ'den;


AYASOFYA

Ey İslam'ın nuru, Türklüğün gururu Ayasofya!
Şerefelerinde fethin, Fatih'in şerefi,
Işıl ışıl yanan muhteşem mabet!...
Neden böyle bomboş, neden böyle bir hoşsun?

Hani minarelerinden göklere yükselen,
Ta maveradan gelen ezanlar?...
Hani o ilahi devir, ilahi nizamlar?...

Ayasofya ses vermiyor,
Ayasofya bir hoş,
Ayasofya bomboş!...

Hani nerede?
Şu muhteşem minberde,
Binlerce erin baş koyduğu şu temiz yerde,
Şimdi hangi kirli ayaklar dolaşıyor?...

Ayasofya! Ayasofya!...Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...

Hani nerede?
Gönüllerden kubbelere,
Kubbelerden gönüllere
Gürül gürül akan Kur'an sesleri?...
Kur'an sesleri dindirilmiş,
Müslümanlar sindirilmiş!...
Allah-Muhammed-Hülafa-i raşidinin
İsimleri kubbelerden yerlere indirilmiş!...

Fethin, Fatih'in mabedinden kitab-ı mübini,
Bu ulu dini kaldıran kim?
Dinimize, imanımıza saldıran kim?
Mabedimin göğsüne uzanan namahrem eli,
Kimin elidir?!...
Söyle Ayasofya, söyle.
Seni puthane yapan hangi delidir?!...

Elleri kurusun, dilleri kurusun!
Ayasofya! Ayasofya! Seni bu hale koyan kim?
Seni çırılçıplak soyan kim?!...

Ayasofya,
Ey muhteşem mabet;
Gel etme,
Bizi terketme!...
Bizler, Fatih'in torunları, yakında putları devirip,
Yine seni camiye çevireceğiz...

Dindaşlarımızla,
Kanlı göz yaşlarımızla,
Abdest alarak secdelere kapanacağız,
Tekbir ve tehlil sadalarıboş kubbelerini yeniden dolduracak
İkinci bnir fetih olacak,
Ezanlar bu fethin ilanını,
Ozanlar destanını yazacaklar...

Putperest Roma'ya yeni bir mezar kazacaklar, sessiz ve öksüz minarelerinden yükselen ezan sesleri fezaları yeniden inletecek! Şerefelerin yine Allah'ın ve O'nun sevgili peygamberi Hz. Muhammed'in aşkına, şerefine ışıl ışıl yanacak; bütün cihan Fatih Sultan Mehmed Han dirildi sanacak!...

Bu olacak Ayasofya,
Bu muhakkak olacak...
İkinci bir fetih, yine bir ba'sü ba'delmevt...
Bugünler belki yarın, belki yarından da yakındır,
Ayasofya, belki yarından da yakın!...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com


RUMLARIN 'AYASOFYA KİLİSE OLSUN' kampanyası (!)

Kıbrıslı Rumlar, Ayasofya Müzesi'nin kiliseye dönüştürülmesi için kampanya başlattı;

"Cyprus Mail gazetesinin "ilanlar sayfasında "AB Parlamentosu, Ayasofya'nın yeniden bir Ortodoks Kilisesi'ne dönüştürülmesi için Türkiye'ye baskı yapmakta." deniliyor.

İlanda ayrıca, "Parlamento 1 milyonluk imza kampanyasına ihtiyaç duymaktadır. İmza sonrasında Türkiye’nin AB üyeliğine ön şart olarak Ayasofya'nın kiliseye dönüştürülmesi konacak " ifadesi kullanılıyor."





ONU BUNU BİLMEYİZ AMA AYASOFYA'NIN CAMİ OLARAK AÇILMASINA ÇOK AZ KALDI!!!

YA MUNTAKİM ALLAH!!! BİZİ İNTİKAMINA MEMUR ET!

 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
www_antoloji_com_666624_640.JPG

Ayasofya Açılsın !Zincirleri Haçlıların Boynuna Takılsın!
Ayasofya İbadete açılırsa ellerindeki kalelerde tek tek düşecek ve Müslüman Türk yeniden Ilay-î Kelimetullah Misyonunu kuşanarak tarihe yön veren atalarının izinde âleme nizam verecektir...
Yıl 1453...

Osmanlı İslam Ordularının en ihtişamlı ve dünyaya yön tayin edici bir büyük destana hazırlandığı yıl, neticesi ise surlara dikilen şanlı Hilalin haçlılara "Bizim elimizin ulaştığı yerlere onların hayalleri bile ulaşamaz" dediği küffarın ordularına karşı. Peygamber müjdesine nail olma heveslisi Şanlı Kumandan Fatih Sultan Mehmet Han Hazretlerinin ve Ordusunun bir kez daha ve en derininden haçlılara "siz ancak bizim emrim*iz altında olursanız size zarar vermeyiz" diy*erek kuşattığı ,akılların delirdiği ,taktik savaşları ve Fatihin dehşetengiz zekası ile fethine memur olduğu şehir... Kavgaların, destanların, imparatorlukların ve dünyanın merkezinde ki şehir İstanbul ve onun Fethinin yılı 1453...

Ve Şanlı Kumandan ile Ordusunun İstan*bul'a girdiğinde ilk yaptığı icraat; Osmanlı da bir gelenek hafine gelen, usulden sayılan bir hamle ile şehrin en büyük kilisesi camiye çevrilir... Ve Ayasofya olarak anılan bu büyük ve Haçlıların en önemli ibadet yeri Müslümanların hizmetine sunulur...

"Nefis kilise Ayasofya, kıyamete kadar cami olarak vakfedilmişttr. Bunu, Allah'a, ahirete. Onun heybetine İnanan hiçbir mahlûk, sultan olsun, hakim olsun, bir mütegallibe olsun, değiştire*mez. Vakıf şarlarım kim değiştirirse, Allah'ın, meleklerin, bütün İnsanların laneti onların üzerine olsun. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın"...
"ALLAH'IN MELEKLERİN, BÛTÛN İNSANLARIN LANETİ AYASOFYAYI KAPATANLARIN ÜZERİNE OLSUN"

Fatih Hazretleri işte bu vasiyette bulun*muştu 600 sene evvel...

AYASOFYANIN MÜZEYE ÇEVRİLİŞ HİKÂYESİ;

Boston Bizans Enstitüsü " Ayasofya da ki mozaiklerin temizlenerek ortaya çıkarılması çalış malan yapmak için 'Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine müracaat eder. 1931 yılında Bizans Enstitüsüne istediği özel izin hemen verilir. Ve Enstitü Ayasofya camiinde çalış*malara başlar. Bir süre sonra " namaz kılan*ların arasında çalışmaların yürütülemeye-ceği" ileri sürülerek, caminin ibadete kapatıl*ması talep edilir. Bizans Enstitüsünün bu talebi de hiçbir hukuki dayanak olmaksızın hemen kabul edilir ve cami fiilen ibadete kap*atılır. Bu aşamadan sonra Bizans Enstitüsü, camideki Bizans eserlerini, mozaikleri, tasvir*leri, puflan ortaya çıkarmaya ve İslami eser*leri ortadan kaldırmaya başlar. Öyle ki küçük Ayasofya Camiinin minareleri bile bir gecede yıktırılır. Ayasofya'nın cami ve İslam mabedi kimllliğl yok edilmeye çalışılır.
Bizans Enstitüsünün çalışmalarına eş zamanlı olarak İç ve dış basında, Ayasofya Camflnin müzeye dönüştürülmesi yönünde yayın ve kampanyalar başlatılır.. İstanbul Müzeler Müdürü Aziz OĞAN başkanlığında oluşturulan komisyon, sunduğu raporda; binaya sonradan eklenen müştemilatın yıkılarak, Caminin ibadete kapatılması ve "Bizans Eserleri Müzesi" olarak açılmasını teklif eder.
Milli Eğitim Bakanlığı, Bakanlar Kuruluna yazdığı 14.11.1934 tarihli yazısında:
"... Eşsiz bir mimarlık sanat abidesi olan İstanbul'daki Ayasofya Camii'nin tarihi vaziyeti İtibariyle müzeye çevrilmesi bütün "şark âlemini sevindireceği" ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı cihetle, bunun müzeye çevrilmesi..." teklif edilir. Ve 24 Kasım 1934 tarihli Bakanlar Kurulu kararı ile Ayasofya Camii müzeye çevrilir.

Kendi Milletinin Hainleri olan ,Müslüman Anadolu Halkının düşmanlarınca 1934 yılında Fatih'in emaneti Fethin ve çağ açıp çağ kapayan o kutlu günün sembolü olan Ayasofya, tam 500 yıl minarelerinden ezan-ı Muhammedi okunan kutlu camii İslam Düşmanları ve Halk düşmanlarınca bugün müzeye çevrilerek Haçlılara hediye olarak sunuldu...

Geçtiğimiz günlerde gündeme düşen bir haber: " Irak'ı işgal eden Amerikan Haçlı ordusu bugün orada sadece insan katliamı yapmakla yetinmemektedir... İntikamın hasını yaşayacak olan Haçlı köpekleri işgal ettiği bölgelerdeki camii minarelerini füzeler ile vuruyor ve ardına sevinç çığlıkları atarak egolarını tatmin ediyorlar..."Vatan topraklarında ise bu minareler dünün Batıcı Haçlı yalakaları eli ile ezandan mahrum bırakılmış durumdadır...

Aslında Anadolu'ya işgalin değişik bir senaryosunu, versiyonunu yaşatan Bu batıcı hainlerin elinde müzeye çevrilen Ayasofya'nın Haçlılar için de bir remz olması onun İslam'ın kalesi konumuna yeniden getirilmesini gerektiriyor... Yoksa Müzeye çevrilmiş Hali ile Ayasofya, bizim, Fatih'in Fethettiği Ayasofya yeniden Haçlıların eline geçecektir. (GEÇMİŞTİR)

Ayasofya Müslümanların eline geçtikten sonra Hıristiyan âlemi ezilmişlik duygusunu had safhada yaşamıştı ve bu ezilmişlik duygusunun tezahürleridir aslında bugün yaşadığımız AYASOFYA hadisesi... Türkü esaret altına alamayacaklarını anlayan Haçlı zihniyete karşı 1915 de Çanakkale de Müslüman Anadolu'nun mukavemeti ve 1919 Kurtuluş savaşı ile de istediklerini yapamayan işgali gerçekleştiremeyen Emperyalistlerin beceremediği şeyi onların çizmelerini giyen işbirlikçiler vasıtası ile yapması ve ortaya çıkan "Zincire Vurulmuş Bir Ayasofya" müzesi olmuştur...

Ayasofya Camiinin niçin ibadete kapatılarak müzeye çevrildiği konusunda Devlet tarafından makul ve inandırıcı bir gerekçe gösterilemezken; bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmektedir. Büyük Doğu Mimarı Necip Fazıl KISAKÜREK, Eski Büyük Doğu Dergisinin 29. sayısında yayınlanan bir makalesinde;

" Lozan Antlaşması görüşmeleri sırasında Batılı Devletlerin delegasyonları ile Türk delegasyonu arasında kamuoyundan saklanan bazı gizil görüşmelerin ve gizil anlaşmaların yapıldığını; Türkiye'nin İslami kimliğinin yok edilmesi, halkın islam'dan uzaklaştırılması ve Devlet yönetiminin islami kurallar dışında seküler bir yapıya sahip olması konularında anlaşmaya varıldığını; bu tavizler karşılığında, Türkiye'nin bağımsızlığının Avrupa Devletleri tarafından tanındığını açıklamaktadır.

İngiliz murahhas heyeti reisi Lord Gürzon, nihayet en manidar sözünü söyledi.

E2F_ayasofyaacilsin.jpg
Dedi ki:
Türkiye Islâmî alâkasını ve İslâm'ı temsil rolünü kendi eliyle çözer ve atarsa, bizimle hulûs birliği etmiş olur ve
Hıristiyan dünyasının hürmet ve minnetini kazanır; biz de kendisine dilediğini veririz."
Lozan Muahedesinden sonra, İngiltere Avam Kamarasında, Türklerin istiklâlini niçin tanıdınız?" diye yükselen itirazlara, Lord Gürzon'un verdiği cevap:
"İşte asıl bundan sonraki Türkler bir daha eski satvet ve şevketlerine kavuşamayacak¬lardır. Zira biz onları, maneviyat ve ruh cephelerinden öldürmüş bulunuyoruz"

Bizler bilmekteyiz ki Ayasofya gibi bir kutlu mekânın yeniden ibadete açılması bu haçlı güruha ve işbirlikçilerine verilebilecek en güzel cevap olacaktır... Bu Batıcı hainlerin farkında olduğu şey de aslında budur. Ayasofya İbadete açılırsa ellerindeki kalelerde tek tek düşecek ve Müslüman Türk yeniden Ilay-î Kelimetullah Misyonunu kuşanarak tarihe yön veren atalarının izinde âleme nizam verecektir...

Osmanlının topraklan üzerinde dün yanda bıraktıktan ameliyatı bugün tamamlamak için bölgeye yeniden yönelen bu Haçlı -Yahudi ittifakına karşı geliştirilebilecek ve gösterilebilecek en güzel tepki olacağı düşüncesi ile Ayasofya derhal İbadete açılmalıdır... Bunu yeniden biz dillendiriyoruz... Sözde Müslüman, Batıcı, liberal, ılımlı ve diyalogcu tayfanında Ayasofya'nın ibadete açılması için kıllarını kıpırdatmayacağının bilincinde olan Büyük Doğu nesli dillendiriyor...

''Ayasofya'yı kapalı tutmak bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyon Türk'ün semaları tutan lanetine hedef olmaktır hissedemiyorlar. Ayasofya'yı kapalı tutmak Allah'a sövmeye Kuran'a tükürmeye Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye Türk vatanını esir etmeye denk bir suçtur" ..(Necip Fazıl Kısakürek 1965 Ayasofya konferansından)

Ayasofya'nın müze olarak kalması demek, Anadolu'nun işgaliyle eş ,Müslümanların ise kendine ait olan camisi ile zincirlere bağlanması demektir...Üstad yukarıda ne güzel açıklamış... Bundan gayrı söz boş lakırtı olacaktır... Kendini eski Büyük Doğucu gösterip ve şu an İktidarda bazı yerlerde, ve en yüksek yerlerde olan bir kısım İnsanlara yukarıda ki nasihat emir olması gerekirken bugün "Ayasofya hadisesi" bu insanların boynunda emperyalistlerin taktığı bir kölelik mühründen ibarettir...
Ya Ayasofya 'yı açın! Ya da Necip Fazıl Kısakürek'in adını ağzınıza almayın çünkü Büyük Doğu Mimarına göre şu anda o kutlu mekânı kapalı tutanlar Türk İffetini, Türk namusunu kirletmişler ve Türk Vatanının işgaline soyunmuş haçlılarla işbirliğine girmişlerdir...

Evet, bugün Ayasofya İslam'ın Bir remzidir. Osmanlı'nın kalesi İstanbul'un, islam'ın şehri olduğunun kanıtı ve Ecdadın bize yadigârı olan ve yeniden İbadete açılması ile geleceğimize yön tayin edeceğimiz en önemli antlemperyalist direniş sembolümüzdür...

Ayasofya, Müslüman Türk'ün İzzeti, şerefi, onur ve haysiyetidir. Bati karşısında hür ve dik duruşunun ifadesidir. Ayasofya Camii'nfn yeniden ibadete açılması, ülkemizin tam bağımsızlığını kazandığının,baskı, müdahale ve yönlendirmelerden kurtulduğunun, hâkimiyetin millete geçtiğinin göstergesi ve sembolü olacaktır.

"Dedik ki; bütün manalar Ayasofya'ya bağlı. Ayasofya'nın kapılan ile beraber ruhumuzu kilitlediler. Ruhumuzu kilitlemek için Ayasofya'yı kilitlediler... Nasıl bütün yollar Roma'ya çıkarsa "Türk Manevi Kurtuluş Davası'nın bütün meseleleri de Ayasofya ya ve onu müzeleştiren ellere çıkar... Ayasofya açılmalıdır.. Türk'ün kapalı bahtı ile beraber açılmalıdır... Ayasofya'yı kapalı tutmak mana da bütün camileri ve cami mefhumunu kapalı tutmaktır... Çünkü onların hepsi mekân, Ayasofya ise ruh, anlattık... " (Necip Fazıl Kısakürek 1965 Ayasofya konferansından)

Vesselam...

Tuncay AKSOY

Kaynak:Büyük Doğu Ocakları Dergisi Sayı:3-2008
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ayasofya, Müslüman Türk'ün İzzeti, şerefi, onur ve haysiyetidir. Bati karşısında hür ve dik duruşunun ifadesidir. Ayasofya Camii'nfn yeniden ibadete açılması, ülkemizin tam bağımsızlığını kazandığının,baskı, müdahale ve yönlendirmelerden kurtulduğunun, hâkimiyetin millete geçtiğinin göstergesi ve sembolü olacaktır.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
''Ayasofya'yı kapalı tutmak bu toprağın üstündeki 30 milyon ve altındaki 30 milyon Türk'ün semaları tutan lanetine hedef olmaktır hissedemiyorlar. Ayasofya'yı kapalı tutmak Allah'a sövmeye Kuran'a tükürmeye Türk tarihini kubura atmaya, Türk iffetini kirletmeye Türk vatanını esir etmeye denk bir suçtur" ..(Necip Fazıl Kısakürek 1965 Ayasofya konferansından)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Bizler bilmekteyiz ki Ayasofya gibi bir kutlu mekânın yeniden ibadete açılması bu haçlı güruha ve işbirlikçilerine verilebilecek en güzel cevap olacaktır... Bu Batıcı hainlerin farkında olduğu şey de aslında budur. Ayasofya İbadete açılırsa ellerindeki kalelerde tek tek düşecek ve Müslüman Türk yeniden Ilay-î Kelimetullah Misyonunu kuşanarak tarihe yön veren atalarının izinde âleme nizam verecektir...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Ayasofya Müslümanların eline geçtikten sonra Hıristiyan âlemi ezilmişlik duygusunu had safhada yaşamıştı ve bu ezilmişlik duygusunun tezahürleridir aslında bugün yaşadığımız AYASOFYA hadisesi... Türkü esaret altına alamayacaklarını anlayan Haçlı zihniyete karşı 1915 de Çanakkale de Müslüman Anadolu'nun mukavemeti ve 1919 Kurtuluş savaşı ile de istediklerini yapamayan işgali gerçekleştiremeyen Emperyalistlerin beceremediği şeyi onların çizmelerini giyen işbirlikçiler vasıtası ile yapması ve ortaya çıkan "Zincire Vurulmuş Bir Ayasofya" müzesi olmuştur...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Kendi Milletinin Hainleri olan ,Müslüman Anadolu Halkının düşmanlarınca 1934 yılında Fatih'in emaneti Fethin ve çağ açıp çağ kapayan o kutlu günün sembolü olan Ayasofya, tam 500 yıl minarelerinden ezan-ı Muhammedi okunan kutlu camii İslam Düşmanları ve Halk düşmanlarınca bugün müzeye çevrilerek Haçlılara hediye olarak sunuldu...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
"Nefis kilise Ayasofya, kıyamete kadar cami olarak vakfedilmişttr. Bunu, Allah'a, ahirete. Onun heybetine İnanan hiçbir mahlûk, sultan olsun, hakim olsun, bir mütegallibe olsun, değiştire*mez. Vakıf şarlarım kim değiştirirse, Allah'ın, meleklerin, bütün İnsanların laneti onların üzerine olsun. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın"...
"ALLAH'IN MELEKLERİN, BÛTÛN İNSANLARIN LANETİ AYASOFYAYI KAPATANLARIN ÜZERİNE OLSUN"


Fatih Hazretleri işte bu vasiyette bulun*muştu 600 sene evvel...
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
b-261976-necip_fazıl.jpg




Ayasofya Konferansı

N.F.K.






26 Mayıs 1904 perşembe günü İstanbul'da doğan şair Necip Fazıl Kısakürek, 25 Mayıs 1983 tarihinde 79 yaşında vefat etti. O'nu rahmet ve minnetle anıyoruz. İşte Üstad'ın Ayasofya konferansı:







Ey şehîd oğlu, şehîd isteme benden makber,
Sana ağûşunu açmış duruyor Peygamber.


1965'de M.T.T.B.'de...

Gençler!..

Ayasofya üzerinde çok laf ettik! Ama lafta bile onu tasarruf edebilmiş, mülkiyetimiz altına alabilmiş değiliz!

Bana öyle geliyor ki, yalnız manayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofya'nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır. İsterse açılmasın; ondan sonra herşey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır.

Biz kimden, neyi istiyoruz.

Yemen'den Viyana'ya Fas'tan Kafkasya'ya kadar en aşağı 10 milyon kilometre kare bir zemin üzerinde... Evet, böyle bir zemin üzerinde... Atalarımızın... Ata derken halimize bakıp başımızı doğduğumuz nur insanların... Tohum atarcasına her tarafa serptiği kubbelerden birini... 700 bin kilometre kareye indikten ve bu halin ismine millî kurtuluş dedikten sonra... Evet, bütün bunlardan sonra... Toprağı kaybedilmiş kubbelerden birini mi istiyoruz?

İnsana gülerler!.. Herhangi bir yıldızda bu türlü iddialara girişen milletleri sürecek bir tımarhane olsa, bizi oraya sürerler.

Âlemde, cüceleşmiş devlerin, eski rollerini takınmasından daha çirkin bir tablo yoktur.

"- Cüceleşmeyeydin! Şimdi devin hakkından nasıl bahsediyorsun?"

Derler böyle insanlara ve milletlere!..

Evet, sevgili gençler; bir manzumemde söylediğim gibi, kellelerimizi tırnaklarımızla yerinden söküp iki dizkapağımıza yerleştirmenin ve sonra ikinci bir başla onu seyretmenin, kısaca ulvî nefs muhasebesine girişmenin artık günü geldiğini kabul edelim ve avaz avaz haykıralım ki, bizi, şiltesi üç kıt'ayı kaplayan devi, cüceleştirdiler. Sonra ona iki santim boy ilave edip, Batının bat pazarı veya bit pazarı elbiselerini giydirdiler. Peşinden de:

"- İşte sana layık (özgürlük) ve (uygarlık) budur!"

Dediler.

Bu bakımdan Ayasofya... Bakın nedir bu bakımdan Ayasofya?

Bizi bu hale getiren, annemizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlakımızı Paris'in dünya çapındaki (Şabane) kerhanesinden daha aşağıya düşüren, millî kültürümüzü çöplüğe ve millî iktisadımızı kumarhaneye çeviren, zekamızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren, tarihi 129 yıllık cereyanın, kendi öz evimizde, yüzümüze kapadığı oda, mukaddesat odamız...

Ayasofya budur!

 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt