Muhtazaf
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 30 Mar 2008
- Mesajlar
- 9,599
- Tepki puanı
- 965
- Puanları
- 113
- Yaş
- 66
- Web Sitesi
- www.aydin-aydin.com
Kur'ân-ı Kerim Kime Nasıl Hitap Eder
Dr. Emine Gümüş Böke
Şüphesiz ki, Kur’ân-ı Kerim, her ne kadar bütün insanlık için hidayet kaynağı ise de, onun nurundan sadece ona inananlar ve onun kılavuzluğu ile hidayet bulanlar istifade edebilmektedirler.
Kur’ân-ı Kerîm, insanlığın hidayeti, refahı ve mutluluğu için Allah Teâlâ tarafından gönderilen son ilahî kitaptır. O’nun muhatab aldığı ilk kişi ise, kendisine nazil olduğu Hz. Muhammed (s.a.s)’dir. Levh-i Mahfuz’da tesbit edildikten sonra topluca dünya semasına indirilen, oradan da Cebrâil vasıtasıyla ihtiyaca binaen peyderpey Hz. Muhammed’e inzal olunan Kur’ân-ı Kerim, bütün alemleri, bunlar içinde de özellikle insanları ve cinleri muhatap alır. Bir ayet-i kerimede Allah Te’âlâ: “Biz emâneti, göklere yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir”[1] buyurmuştur. Bu ayette geçen “emânet” kavramını müfessirlerin pek çoğu “yükümlülükler ve farzlar” diye tefsir etmişlerdir[2].
Kur’ân’ın ihtiva ettiği mesajların ifası bütün âlemlere, göklere, yere ve dağlara teklif edildiği halde onlar bu sorumluluğu yerine getirememekten korkarak çekinmişlerdir. Yalnız zalim ve cahil olan insan bunu yüklenmiştir. Nitekim konuyla ilgili bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz”[3]. Ahzab suresinde geçtiği üzere gökler, yer ve dağlar ilk arzda emanetin ağırlığından yılarak onu yüklenmekten çekinmiş, onu ancak insan yüklenmiştir.
Kur’ân-ı Kerim mutaplarının (insanlar ve cinler) hepsine hitab etmekte ve onları hidayete çağırmaktadır. Yalnız her bir muhatabı onun mesajını, farklı farklı boyutlarda almakta ve ondan aynı şekilde istifade edememektedir. Kur’ân, mü’minler için başka, ehl-i kitap için başka, münafıklar için başka, kafirler için daha başka kıymet ifade etmektedir. Şüphesiz ki, Kur’ân-ı Kerim, her ne kadar bütün insanlık için hidayet kaynağı ise de, onun nurundan sadece ona inananlar ve onun kılavuzluğu ile hidayet bulanlar istifade edebilmektedirler. Mü’minler, Allah katından indirilmiş bütün kutsal kitaplara inandıkları gibi, Kur’ân’ın da Allah katından inzal edilmiş dosdoğru bir kitap olduğuna kesin olarak iman ederler. Zira Allah Te’âlâ mü’minlere, peygamberi Hz. Muhammed’e indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara inanmalarını emreder[4]. Ve mü’minlerden bahsederken onların gaybe inanan, namazlarını kılan, kendilerine rızık olarak verilen şeylerden infak eden, hem Hz. Muhammed’e indirilen Kur’ân’a hem de ondan önce indirilen kitaplara inanan ve ahretin varlığı hususunda yakînî bilgiye sahip olan kimseler olduklarını haber verir[5]. Dolayısıyla inanlarının sahih olabilmesi için mü’minler, bütün ilahi kitaplara ve onların sonuncusu ve en mükemmeli olan Kur’ân’a inanmak durumundadırlar. Kitaplardan bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak gibi bir durum bir mü’min için söz konusu olamaz.
Kur’ân-ı Kerim muhatap olduğu mü’minleri kendi başlarına bırakmaz, onlara tesir eder. Bununla ilgili olarak ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Mü’minler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir[6]. Bir başka ayette de “Herhangi bir süre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: “Bu sizin hanginizin imanını artırdı?. İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanını artırır ve onlar sevinirler”[7] buyurulmaktadır. Allah Te’âlâ Kur’ân-ı Kerim’in “ (O Kur’ân), müttakiler için bir hidayet vesilesi (hüdâ)dır” [8] ayetinde mü’minler için; “Kur’ân, insanlar için bir hidayet (hüdâ) olmak üzere indirilmiştir”[9] ayetinde de bütün insanlar için “hüdâ” olduğunu bildirmiştir. Dolayısıyla Kur’ân bütün insanlar için hidayet kaynağıdır. Nitekim bir ayet-i kerimede Kur’ân’ın “bütün insanlara doğru yolu gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak indiği”[10] bildirilmiştir.
Kur’ân kendisine inanıp mesajına kulak asan kimselere hem dünya hem de ahrette mutluluk ve saadete eriştirecek müjdeler verir. Şu ayeti-kerimede yüce Allah Şöyle buyurmaktadır:” O (Kur’ân), iyi ameller işleyen mü’minlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler”[11]. Kur’ân, içerisinde salih mü’minleri müjdeleyen ayetler bulunması nedeniyle müjdeci birine benzetilmiştir[12]. Diğer taraftan Kur’ân mü’minler için bir öğüttür. Allah Teâlâ, “Bu (Kur’ân), bütün insanlığa bir açıklamadır; takva sahipleri için de bir hidayet bir mev’ıza (öğüttür” ve “Ey insanlar, muhakkak ki Rabbinizden size bir mev’ıze (Kur’ân) gelmiştir” ayetlerinde mev’ıze olarak tavsif etmiş, bütün insanlar için özellikle mü’minler için onun bir öğüt kitabı olduğu belirtilmiştir. Zira Kur’ân, kendisi ile kullarına öğüt verip, emir ve tekliflerini kendilerine öğretmiş olduğu, Allah’tan gelen bir zikirdir.
Kur’ân-ı Kerim muhatap olduğu mü’minleri kendi başlarına bırakmaz, onlara tesir eder.
Kur’ân-ı Kerim, “Ehl-i Kitap” olarak vasfettiği kimselere de hitap etmektedir. “Ehl-i Kitap”, kutsal kitap sahipleri ve yahut kendilerine kitap verilen insanlar demektir. Kur’ân bu tabiri genellikle Tevrat, Zebûr, İncil gibi kitapları bulunan Yahudi ve Hristiyanlar için kullanmıştır. Kur’ân-ı Kerim, Ehl-i Kitab’ın kendi kitaplarını tahrif ettiklerini, bu sebeple dinlerinin doğruluk ve güvenilirliğini kaybettiğini, dolayısıyla ancak İslâm’a girmek suretiyle ebedî azaptan kurtulmalarının mümkün olacağını bildirerek şu şekilde davet etmektedir: “(Reûlüm!) De ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman:Şahit olun ki biz müslümanlarız! Deyiniz”[13].
Kur’ân-ı Kerim, kitap ehli olanları Allah’ı bilmeye ve ona gerçek anlamda inanmaya çağırdığı gibi, kendisine inanmaya da davet eder. Konuyla ilgili ayetler mealen şöyledir: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaat ettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun. Elinizdeki (Tevrat’ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur’ân’a) iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın!, Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin” [14]. “Ey ehl-i kitap! Biz, bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce(davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimiz (Kur’ân’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir”[15].
Bu âyetler, ehl-i kitabın, özel bir hitapla Kur’ân’a iman etmeye davet edildiklerini göstermektedir. Bizzat kendi elleriyle kutsal kitaplarını tahrif eden Yahudi ve Hristiyanları temel dini konularda yanlışlıklara düştüklerini bildiren Kur’ân, onlardan taşkınlık ve inkarlarını bir tarafa bırakmak suretiyle İslâm’a girmelerini istemektedir. Fakat ehl-i kitap, gerçek olduğu hususunda hiçbir şüpheleri bulunmayan Hz. Peygamberin risaletini ve ona indirilen Kur’ân’ı, sırf haset ve inatları sebebiyle inkar ederler. Kendileri inanmadıkları gibi, insanları da ona imandan vazgeçirmeye çalışırlar. Bununla beraber, az da olsa, içlerinden Kur’ân’a inanan, inen ayetlerden sevinç duyan, geceler boyunca Allah’ın ayetlerini okuyup göz yaşı döken kitap ehli kimseler de olmuştur. Bunlar, onlardan İslâm’a girenlerdir. Kur’ân, bunlara iki kat ecir verileceğini müjdelemektedir.
Kur’ân-ı Kerim, “Ehl-i Kitap” olarak vasfettiği kimselere de hitap etmektedir. Onları Allah’ı bilmeye ve ona gerçek anlamda inanmaya çağırdığı gibi, kendisine inanmaya da davet eder.
Kur’ân-ı Kerim’in muhatap aldığı insanlar içinde “münafıklar” da yer almaktadır. Bunlar, zahirde müslüman olduğunu söyleyen, haddi zatında ise kafir olan ve küfrünü gizleyen iki yüzlü kimselerdir. Şunu belirtmek gerekir ki, münafıkların Kur’ân karşısındaki durumları ve onunla olan ilişkileri kafirlerinki ile benzerlik arzetmektedir. Çünkü onlar gerçek anlamda Kur’ân’a inanmazlar, onun hidayetinden istifade edemezler. Bu sebeple Allah Teâlâ onları cehennemin en alt tabakasına atacaktır[16].
Münafıklar küfürlerini ve Allah Resûlü ile mü’minlere karşı olan kin ve gayzlarını içlerinde saklayıp kimseye sızdırmamaya azami dikkat gösterdiklerinden, aynı zamanda Hz. Peygamber’e inen Kur’ân’ın da her şeyi bilen Allah katından gelmesi sebebiyle gizliliklerinden haber veren bir kitap olduğunu bildiklerinden, haklarında içyüzlerini ortaya koyacak bir ayetin inmesinden korkuyorlardı. Konu ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: “Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin mü’minlere indirilmesinden çekinirler. De ki: Siz alay edin! Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır”[17].
Kur’ân-ı Kerim, kafirlere de hitap ederek, onları küfürlerinden vazgeçmeye çağırır. Fakat kafirler Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu gerçeğini kabul etmezler.
Münafıklar kendilerince Allah ile, Peygamber ile ve mü’minler ile alay ettikleri gibi Kur’ân’la da alay ederler. Alay etmek, onların en bariz vasıflarından birini teşkil etmektedir. Nitekim kalplerinde olmadığı halde sadece ağızlarıyla iman ettiklerini söylemelerinin sırf mü’minlerle alay gayesine matuf olduğunu bizzat kendileri itiraf etmişlerdir[18]. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlara (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O’nun ayetleri ile ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyorsunuz. Boşuna özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir gruba da suçlu olduklarından dolayı azab edeceğiz”[19]. Kur’ân, kafirlerin inkarlarını, nefretlerini ve ziyanlarını arttırdığı gibi münafıkların da kalplerinde taşıdıkları küfür, şüphe ve nifak hastalıklarını artırmıştır.
Kur’ân-ı Kerim, kafirlere de hitap ederek, onları küfürlerinden vazgeçmeye çağırır. Fakat kafirler Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu gerçeğini kabul etmezler. Bu gibi kimselerin Allah Te’âlâ, kalplerini ve kulaklarını mühürlediği ve gözlerinde de perde bulunduğu için bunlara korkutma ve uyarı asla fayda vermeyecek dolayısıyla bunlar imana da gelemeyeceklerdir[20]. Hz. Muhammed’e inen Kur’ân’ın Allah kelamı olduğunda şüphe eden kafirler için yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateş hazırlanmıştır[21]. Allah’ın ayetleri hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar Allah’a gizli kalmayacaklar, kıyamet günü ateşe atılacaklar ve kendilerine gelen kitabı inkâr edenler bunun sonucuna katlanacaklardır[22].
Dipnotlar
[1] el-Ahzab, 33/77.
[2] Elmalılı, V/3934.
[3] el- Haşr, 59/21.
[4] en-Nisa, 4/136.
[5] En-Nisa, 4/136.
[6] el-Enfâl, 8/2.
[7] et-Tevbe, 9/124.
[8] el- Bakara, 2/2.
[9] el- Bakara, 2/185.
[10] el- Bakara, 2/185.
[11] el-İsra, 17/9.
[12] el-Ahkâf, 46/12.
[13] Al-i İmrân, 3/64.
[14] en-Nisa, 4/136.
[15] en-Nisâ, 4/47.
[16] en-Nisâ, 4/145.
[17] et- Tevbe, 9/64.
[18] el-Bakara, 2/14.
[19] et-Tevbe, 9/65-66.
[20] el- Bakara, 2/6-7.
[21] el- Bakara, 2/23-24.
[22] Fussilet, 21/40-41.
Dr. Emine Gümüş Böke
Şüphesiz ki, Kur’ân-ı Kerim, her ne kadar bütün insanlık için hidayet kaynağı ise de, onun nurundan sadece ona inananlar ve onun kılavuzluğu ile hidayet bulanlar istifade edebilmektedirler.
Kur’ân-ı Kerîm, insanlığın hidayeti, refahı ve mutluluğu için Allah Teâlâ tarafından gönderilen son ilahî kitaptır. O’nun muhatab aldığı ilk kişi ise, kendisine nazil olduğu Hz. Muhammed (s.a.s)’dir. Levh-i Mahfuz’da tesbit edildikten sonra topluca dünya semasına indirilen, oradan da Cebrâil vasıtasıyla ihtiyaca binaen peyderpey Hz. Muhammed’e inzal olunan Kur’ân-ı Kerim, bütün alemleri, bunlar içinde de özellikle insanları ve cinleri muhatap alır. Bir ayet-i kerimede Allah Te’âlâ: “Biz emâneti, göklere yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir”[1] buyurmuştur. Bu ayette geçen “emânet” kavramını müfessirlerin pek çoğu “yükümlülükler ve farzlar” diye tefsir etmişlerdir[2].
Kur’ân’ın ihtiva ettiği mesajların ifası bütün âlemlere, göklere, yere ve dağlara teklif edildiği halde onlar bu sorumluluğu yerine getirememekten korkarak çekinmişlerdir. Yalnız zalim ve cahil olan insan bunu yüklenmiştir. Nitekim konuyla ilgili bir ayette şöyle buyurulmaktadır: “Eğer biz bu Kur’ân’ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğerek, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye veriyoruz”[3]. Ahzab suresinde geçtiği üzere gökler, yer ve dağlar ilk arzda emanetin ağırlığından yılarak onu yüklenmekten çekinmiş, onu ancak insan yüklenmiştir.
Kur’ân-ı Kerim mutaplarının (insanlar ve cinler) hepsine hitab etmekte ve onları hidayete çağırmaktadır. Yalnız her bir muhatabı onun mesajını, farklı farklı boyutlarda almakta ve ondan aynı şekilde istifade edememektedir. Kur’ân, mü’minler için başka, ehl-i kitap için başka, münafıklar için başka, kafirler için daha başka kıymet ifade etmektedir. Şüphesiz ki, Kur’ân-ı Kerim, her ne kadar bütün insanlık için hidayet kaynağı ise de, onun nurundan sadece ona inananlar ve onun kılavuzluğu ile hidayet bulanlar istifade edebilmektedirler. Mü’minler, Allah katından indirilmiş bütün kutsal kitaplara inandıkları gibi, Kur’ân’ın da Allah katından inzal edilmiş dosdoğru bir kitap olduğuna kesin olarak iman ederler. Zira Allah Te’âlâ mü’minlere, peygamberi Hz. Muhammed’e indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaplara inanmalarını emreder[4]. Ve mü’minlerden bahsederken onların gaybe inanan, namazlarını kılan, kendilerine rızık olarak verilen şeylerden infak eden, hem Hz. Muhammed’e indirilen Kur’ân’a hem de ondan önce indirilen kitaplara inanan ve ahretin varlığı hususunda yakînî bilgiye sahip olan kimseler olduklarını haber verir[5]. Dolayısıyla inanlarının sahih olabilmesi için mü’minler, bütün ilahi kitaplara ve onların sonuncusu ve en mükemmeli olan Kur’ân’a inanmak durumundadırlar. Kitaplardan bir kısmına inanıp bir kısmına inanmamak gibi bir durum bir mü’min için söz konusu olamaz.
Kur’ân-ı Kerim muhatap olduğu mü’minleri kendi başlarına bırakmaz, onlara tesir eder. Bununla ilgili olarak ayet-i kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Mü’minler ancak Allah anıldığı zaman yürekleri titreyen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanlarını artıran ve yalnız Rablerine dayanıp güvenen kimselerdir[6]. Bir başka ayette de “Herhangi bir süre indirildiği zaman onlardan bir kısmı der ki: “Bu sizin hanginizin imanını artırdı?. İman edenlere gelince (bu sûre) onların imanını artırır ve onlar sevinirler”[7] buyurulmaktadır. Allah Te’âlâ Kur’ân-ı Kerim’in “ (O Kur’ân), müttakiler için bir hidayet vesilesi (hüdâ)dır” [8] ayetinde mü’minler için; “Kur’ân, insanlar için bir hidayet (hüdâ) olmak üzere indirilmiştir”[9] ayetinde de bütün insanlar için “hüdâ” olduğunu bildirmiştir. Dolayısıyla Kur’ân bütün insanlar için hidayet kaynağıdır. Nitekim bir ayet-i kerimede Kur’ân’ın “bütün insanlara doğru yolu gösterici, doğrunun ve doğruyu eğriden ayırmanın açık delilleri olarak indiği”[10] bildirilmiştir.
Kur’ân kendisine inanıp mesajına kulak asan kimselere hem dünya hem de ahrette mutluluk ve saadete eriştirecek müjdeler verir. Şu ayeti-kerimede yüce Allah Şöyle buyurmaktadır:” O (Kur’ân), iyi ameller işleyen mü’minlere, kendileri için büyük bir mükafat olduğunu müjdeler”[11]. Kur’ân, içerisinde salih mü’minleri müjdeleyen ayetler bulunması nedeniyle müjdeci birine benzetilmiştir[12]. Diğer taraftan Kur’ân mü’minler için bir öğüttür. Allah Teâlâ, “Bu (Kur’ân), bütün insanlığa bir açıklamadır; takva sahipleri için de bir hidayet bir mev’ıza (öğüttür” ve “Ey insanlar, muhakkak ki Rabbinizden size bir mev’ıze (Kur’ân) gelmiştir” ayetlerinde mev’ıze olarak tavsif etmiş, bütün insanlar için özellikle mü’minler için onun bir öğüt kitabı olduğu belirtilmiştir. Zira Kur’ân, kendisi ile kullarına öğüt verip, emir ve tekliflerini kendilerine öğretmiş olduğu, Allah’tan gelen bir zikirdir.
Kur’ân-ı Kerim muhatap olduğu mü’minleri kendi başlarına bırakmaz, onlara tesir eder.
Kur’ân-ı Kerim, “Ehl-i Kitap” olarak vasfettiği kimselere de hitap etmektedir. “Ehl-i Kitap”, kutsal kitap sahipleri ve yahut kendilerine kitap verilen insanlar demektir. Kur’ân bu tabiri genellikle Tevrat, Zebûr, İncil gibi kitapları bulunan Yahudi ve Hristiyanlar için kullanmıştır. Kur’ân-ı Kerim, Ehl-i Kitab’ın kendi kitaplarını tahrif ettiklerini, bu sebeple dinlerinin doğruluk ve güvenilirliğini kaybettiğini, dolayısıyla ancak İslâm’a girmek suretiyle ebedî azaptan kurtulmalarının mümkün olacağını bildirerek şu şekilde davet etmektedir: “(Reûlüm!) De ki: Ey ehl-i kitap! Sizinle bizim aramızda müşterek olan bir söze geliniz: Allah’ı bırakıp da kimimiz kimimizi ilâhlaştırmasın. Eğer onlar yine yüz çevirirlerse, işte o zaman:Şahit olun ki biz müslümanlarız! Deyiniz”[13].
Kur’ân-ı Kerim, kitap ehli olanları Allah’ı bilmeye ve ona gerçek anlamda inanmaya çağırdığı gibi, kendisine inanmaya da davet eder. Konuyla ilgili ayetler mealen şöyledir: “Ey İsrailoğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz sözü yerine getirin ki, ben de size vaat ettiklerimi vereyim. Yalnızca benden korkun. Elinizdeki (Tevrat’ın aslını) tasdik edici olarak indirdiğim (Kur’ân’a) iman edin. Sakın onu inkar edenlerin ilki olmayın!, Ayetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun. Bilerek hakkı batıl ile karıştırmayın, hakkı gizlemeyin” [14]. “Ey ehl-i kitap! Biz, bir takım yüzleri silip dümdüz ederek arkalarına çevirmeden, yahut onları, cumartesi adamları gibi lânetlemeden önce(davranarak), size gelenleri doğrulamak üzere indirdiğimiz (Kur’ân’a) iman edin; Allah’ın emri mutlaka yerine gelecektir”[15].
Bu âyetler, ehl-i kitabın, özel bir hitapla Kur’ân’a iman etmeye davet edildiklerini göstermektedir. Bizzat kendi elleriyle kutsal kitaplarını tahrif eden Yahudi ve Hristiyanları temel dini konularda yanlışlıklara düştüklerini bildiren Kur’ân, onlardan taşkınlık ve inkarlarını bir tarafa bırakmak suretiyle İslâm’a girmelerini istemektedir. Fakat ehl-i kitap, gerçek olduğu hususunda hiçbir şüpheleri bulunmayan Hz. Peygamberin risaletini ve ona indirilen Kur’ân’ı, sırf haset ve inatları sebebiyle inkar ederler. Kendileri inanmadıkları gibi, insanları da ona imandan vazgeçirmeye çalışırlar. Bununla beraber, az da olsa, içlerinden Kur’ân’a inanan, inen ayetlerden sevinç duyan, geceler boyunca Allah’ın ayetlerini okuyup göz yaşı döken kitap ehli kimseler de olmuştur. Bunlar, onlardan İslâm’a girenlerdir. Kur’ân, bunlara iki kat ecir verileceğini müjdelemektedir.
Kur’ân-ı Kerim, “Ehl-i Kitap” olarak vasfettiği kimselere de hitap etmektedir. Onları Allah’ı bilmeye ve ona gerçek anlamda inanmaya çağırdığı gibi, kendisine inanmaya da davet eder.
Kur’ân-ı Kerim’in muhatap aldığı insanlar içinde “münafıklar” da yer almaktadır. Bunlar, zahirde müslüman olduğunu söyleyen, haddi zatında ise kafir olan ve küfrünü gizleyen iki yüzlü kimselerdir. Şunu belirtmek gerekir ki, münafıkların Kur’ân karşısındaki durumları ve onunla olan ilişkileri kafirlerinki ile benzerlik arzetmektedir. Çünkü onlar gerçek anlamda Kur’ân’a inanmazlar, onun hidayetinden istifade edemezler. Bu sebeple Allah Teâlâ onları cehennemin en alt tabakasına atacaktır[16].
Münafıklar küfürlerini ve Allah Resûlü ile mü’minlere karşı olan kin ve gayzlarını içlerinde saklayıp kimseye sızdırmamaya azami dikkat gösterdiklerinden, aynı zamanda Hz. Peygamber’e inen Kur’ân’ın da her şeyi bilen Allah katından gelmesi sebebiyle gizliliklerinden haber veren bir kitap olduğunu bildiklerinden, haklarında içyüzlerini ortaya koyacak bir ayetin inmesinden korkuyorlardı. Konu ile ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır: “Münafıklar, kalplerinde olanı kendilerine haber verecek bir sûrenin mü’minlere indirilmesinden çekinirler. De ki: Siz alay edin! Allah o çekindiğiniz şeyi ortaya çıkaracaktır”[17].
Kur’ân-ı Kerim, kafirlere de hitap ederek, onları küfürlerinden vazgeçmeye çağırır. Fakat kafirler Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu gerçeğini kabul etmezler.
Münafıklar kendilerince Allah ile, Peygamber ile ve mü’minler ile alay ettikleri gibi Kur’ân’la da alay ederler. Alay etmek, onların en bariz vasıflarından birini teşkil etmektedir. Nitekim kalplerinde olmadığı halde sadece ağızlarıyla iman ettiklerini söylemelerinin sırf mü’minlerle alay gayesine matuf olduğunu bizzat kendileri itiraf etmişlerdir[18]. Bu hususta Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “Eğer onlara (niçin alay ettiklerini) sorarsan, elbette biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk, derler. De ki: Allah ile, O’nun ayetleri ile ve O’nun peygamberi ile mi alay ediyorsunuz. Boşuna özür dilemeyin; çünkü siz iman ettikten sonra tekrar kafir oldunuz. Sizden (tevbe eden) bir grubu bağışlasak bile, bir gruba da suçlu olduklarından dolayı azab edeceğiz”[19]. Kur’ân, kafirlerin inkarlarını, nefretlerini ve ziyanlarını arttırdığı gibi münafıkların da kalplerinde taşıdıkları küfür, şüphe ve nifak hastalıklarını artırmıştır.
Kur’ân-ı Kerim, kafirlere de hitap ederek, onları küfürlerinden vazgeçmeye çağırır. Fakat kafirler Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu gerçeğini kabul etmezler. Bu gibi kimselerin Allah Te’âlâ, kalplerini ve kulaklarını mühürlediği ve gözlerinde de perde bulunduğu için bunlara korkutma ve uyarı asla fayda vermeyecek dolayısıyla bunlar imana da gelemeyeceklerdir[20]. Hz. Muhammed’e inen Kur’ân’ın Allah kelamı olduğunda şüphe eden kafirler için yakıtı insanlar ve taşlar olan bir ateş hazırlanmıştır[21]. Allah’ın ayetleri hakkında doğruluktan ayrılıp eğriliğe sapanlar Allah’a gizli kalmayacaklar, kıyamet günü ateşe atılacaklar ve kendilerine gelen kitabı inkâr edenler bunun sonucuna katlanacaklardır[22].
Dipnotlar
[1] el-Ahzab, 33/77.
[2] Elmalılı, V/3934.
[3] el- Haşr, 59/21.
[4] en-Nisa, 4/136.
[5] En-Nisa, 4/136.
[6] el-Enfâl, 8/2.
[7] et-Tevbe, 9/124.
[8] el- Bakara, 2/2.
[9] el- Bakara, 2/185.
[10] el- Bakara, 2/185.
[11] el-İsra, 17/9.
[12] el-Ahkâf, 46/12.
[13] Al-i İmrân, 3/64.
[14] en-Nisa, 4/136.
[15] en-Nisâ, 4/47.
[16] en-Nisâ, 4/145.
[17] et- Tevbe, 9/64.
[18] el-Bakara, 2/14.
[19] et-Tevbe, 9/65-66.
[20] el- Bakara, 2/6-7.
[21] el- Bakara, 2/23-24.
[22] Fussilet, 21/40-41.