LATİF: Lütuf sahibi
Lutfedip de, etten kemikten bin tebessüm eylediğin insan yüzünü, ben gıybetimle karalamaya kalktım.
Lutfedip de cesedime bin gül gibi üflediğin hayatı ben ölü sözler için harcadım, diriltici nefeslerimi kokuşmış laflara adadım.
Senin varlığını her yerde, her demde, her köşede, her uykuda, her sözde, her gözde hissedecek bir letafet verir misin bana, ey Latif?
HABİR: Her şeyin gizlisinden haberdar olan
Başkalarından gizlim saklım olabilirdi belki; Senden gizli saklım olamazdı ki... Sen yaptığımdan haberdar iken, yaptığımdan haberdar olduğunu da bana haber vermiş iken, ben sanki haberin olmayacakmış gibi arkandan konuşmayı iş edindim.
Başkaları habersiz olabilirdi söylediklerimden belki; Senden habersiz ne söylemiş olabilirim ki... Senin huzurunda, Senin işittiğin yerde, Senin verdiğin nefeslerle, ben uğursuz fısıltılara daldım, sinsi sözlere bile bile aldandım.
Bildiğini gerçekten bilseydim eğer, bunca yanılgının karanlığına, bunca sapmanın uçurumlarına düşer miydim hiç?
Yaptığımdan haberli olduğunu bilerek yaşama inceliği ver bana ey Habir...
HALİM: Hemen ceza vermeyen
Sen kullarının hatalarını yumuşaklıkla giderirken, ben kabalık ettim. Gıybetimle, kullarının hatalarını yaydım.
Sen yarattıklarının kötülüklerini sabırla karşılayıp hemen ceza vermezken, ben hemen ceza kestim. Gıybetini edip kötülüklerini hiç silinmeyecek şekilde zihinlere kazıdım.
Sen kullarına rağmen hayat ve rızık bağışlarken, ben hemen gazaplandım, yok saydım, küçümsedim, ötekileştirdim. Gıybetimle isyanlarını açık ederek damgaladım, etiketledim onları.
Affet beni ey Halim..
AZİM: Sonsuz büyük
Azametini unuttum; başkasından korktum. Kullarından korkmak yerine Senden korksaydım, hiç gıybet etmezdim.
Büyüklüğünü hesaba katmadım; başkasından çekindim. Yarattıklarından çekinmek yerine Senden çekinmiş olsaydım, kardeşlerimi çekiştirmez, arkalarından verip veriştirmezdim.
Azametin karşısında susanlardan eyle beni.
Büyüklüğünü bilerek dilini çirkin sözlerden çekenlerden eyle beni.
GAFUR: Bağışlayıcı, örten
Sen kusurlarıma aşina olduğun halde, başkalarına açık edip mahcup etmedin beni.
Ama ben kardeşlerimin kusurlarını açık ettim, mahcup ettim onları.
Sen cürümlerimi pekala bildiğin halde, pişman olmamı bekledin, vazgeçmem için süre verdin bana.
Ama ben kardeşlerime pişmanlık fırsatı tanımadım, yanlışlarından vazgeçmelerini beklemedim. Vazgeçebileceklerini düşünmeden, belki de çoktan vazgeçtikleri cürümleri yüzünden cezalar kestim.
Sen kullarının kötülüklerinin hepsini bildiğin halde, kötülükleri terk eder etmez, terk ettikleri kötülüklerin miktarınca iyilikler, sevaplar yazdın.
Ama ben Senin iyiliğe çevirdiğin kötülükleri yazmaya devam ettim. Zavallı ben! Asıl failine, terk ettiği için sevaplar kazandıran kötülükleri, sırf dilime doladığım için günah kazanmayı sürdürdüm. Yapanına sevap kazandıran eylemler, ben yapmadığım halde, bana günahlar kazandırdı.
Gıybetlerimle çıkarılmaz etiketler yapıştırdım yakalarına.
Sözlerimle silinmez damgalar vurdum yüzlerine.