“Devr-i Dâim” eder hayat; bahar olur, yaz gelir, mevsim döner, zaman sürer, yine kış, yine bahar, yine yaz… Ömrümüz varsa da yoksa da sürer gider hayat, bilmediğimiz bir vakte kadar.
Ve “Hoş Geldin Ya Şehri Ramazan” deriz şu zamanlarda ve biterken de o mübarek ay, “Allah seneye tekrar kavuştursun.” diye de dua ederiz.
Yine deriz ki; “Ramazan bereketiyle geliyor.” Fakir- zengin her sofra daha bir bereketlenir; dualar, niyazlar, Kur’ân-ı Kerim tilâvetleri… Ramazan Ya…Bin aydan daha hayırlı bir gecenin içinde olduğu ay, Kur’ân-ı Kerim’in Levh-i Mahfuz’da indirildiği, Ya Ramazan…
Bu ayda daha çok ibadet eder, daha çok Kur’ân-ı Kerim okur ve dinler, zikir ve tesbih eder çoğu kimse.
Cemiyet plânında da sosyal yardımlaşmaların, dayanışmaların ehemmiyetini daha bir hatırlar, fakirleri daha gözetir, hakka daha çok riayet etmeye çalışırız.
Hatta bazıları, Ramazanlık tesettüre girer, Ramazanlık namazlar, teravihler kılınır, içki gibi kötü alışkanlıklardan bir aylığına da olsa vazgeçilir.
Bazı basın- yayın organları “Ramazanlık iman”a ererler ya da tam tersi, Müslümanların bazı inanışlarıyla dalga geçilir ve bazı kimseler aşağılanır.
Tiribüne oynanır bazen de; çarşaf çarşaf Ramazan ekleri yayınlanır, Ramazanlık sohbetler…
Davetler karşılıklı ve abarttıkça abartılır,şaşalı iftarlar verilir.
Öyle ya da böyle Ramazan’ın ehemmiyetindendir tüm bunlar.
Peki bu ehemmiyete rağmen, idrak edemediklerimiz ya da etmek istemediklerimiz, hatırlayamadıklarımız ya da hatırlamak istemediklerimiz, görmediklerimiz ya da görmek istemediklerimiz, duymadıklarımız ya da duymak istemediklerimiz, önemsemediklerimiz ya da önemsemek istemediklerimiz…
Oruçlarımızı tutmuşuzdur sonuçta, gerisinin pek de önemi yoktur belki de, ya da gerisi teferruattır:
Ciğerleri barut kokan çocukları…
Çocuklarına bakmak için bedenini satan anaları…
Tanımadığı, bilmediği kişililerin çocuklarını karınlarında taşıyan, hayata rağmen hayat kadınlarını…
Sömürdükçe şişen sermaye patronlarını…
Gün ışığını çok kısa vakitlerde görmeye, bazen de görmeden ölmeye alışık maden işçilerini…
Bir işçinin ya da memurun ömrü boyunca göremeyeceği parayı bir gecede götüren popüler kültürün popüler şarkıcılarını…
Şu günlerde zar zor başörtüsüyle üniversiteye gidebilse de sanki akli bâliğ olma yaşı üniversitede başlarmış gibi, lisede veya ilköğretimde başını örtmesi yasak olan kızlarımızı…
Çalışma hayatında ise kamusal alanda başörtüsüyle hep yasaklı olan hanımları…
Hakla hükmetmeyen zalim yöneticileri…
Zulmün akıllara ziyan envai çeşidini…
O güzelim memleketimin haritasının bir bölümünden damlayan kanı…
Kolu, bacağı, gövdesiyle ayrı yerlerde gömülen katliam kurbanlarını…
Tükenmeye yüz tutmuş dünyamızda tükenen insanlığı…
Ve tüm dünya coğrafyalarında an be an yaşanmakta olan insanlık dramına tek çare olan KURTARICI FİKRİ...
Bu fikrin mimarını hatırlayacak mıyız?
O ki; insanı kobay dünyanın tüm sahteliklerine, çirkinliklerine, kötülüklerine, zulmüne karşı koyan ve esaretine rağmen mahkûm olmayan;
“Hakim bir davayı temsil ettiğime göre, mahküm tavrı takınamayacağım tabiidir…”diyen kişiyi, SALİH MİRZABEYOĞLU’nu hatırlayacak mısınız?
Hatırlar mısınız, bundan 14 yıl önce bir Ramazan günü çocuğunu diğer çocuğu ve eşiyle ilkokuldan almaya gittiğinde, ilkokul bahçesinde zorla götürülerek; emniyette kendisine :
“Yukarıdan bastırıyorlar İbda C Örgütü Lideri olduğunu kabul edeceksin!” diye dayatıldığını ...
MİRZABEYOĞLU’nun “Ben fikir adamıyım.” demesine karşılık yine emniyette kendisine “Aslanım, savcı senin kitaplarını okuyacak değil ya, buradan önüne ne giderse o.” karşılığı verildiğini ve öyle de olduğunu…
Hiçbir delil ve isbatın bulunmamasına rağmen terör örgütü liderliğiyle suçlanarak idam cezasına çarptırıldığını…
Mahkemesi devam ederken bulunduğu koğuşa emniyet güçlerince bir saldırı düzenlendiğini…
Emniyet güçlerinin “Noel Baba” operasyonu adını verdikleri bu saldırıda, bir kişinin öldürüldüğü ve onlarca kişinin yaralandığını, hatırladık mı?
Saldırı sonrasında 100 kadar askerden oluşan ölüm koridorunda kendisine öldüresiye şiddet uygulandığını…
Bu halde , kan revan içindeyken mahkemeye çıkarıldığını…
Ardından Kartal F tipi Cezaevine götürüldüğünü ve burada kendisine Telegram- Zihin Kontrolü işkencesi uygulanmaya başlandığını ve o gün bugün, 14 yıldır bu işkencenin sürdüğünü…
25 Haziran 2000’de fikirlerini kontrol altına alarak değiştirmek isteyen Telegram işkencesine ve Telegramcıların “ya fikirlerin ya canın” dayatmalarına en güzel cevapla fikirlerini muhafaza etmeyi canına tercih ederek, şehâdet – fedâ eylemi gerçekleştirdiğini…
2005 yılından bu yana tam tecritte olduğunu…
14 yıldır bir insana yapılabilecek en ağır, en aşağılık, en insanlık dışı işkenceyi, Telegramı ifşa ettiğini; Telegram ve Ölüm Odasıeserlerinde bunu ortaya koyduğunu bilecek misiniz?
Ve en önemlisi bunların kendisine niye yapıldığını, tüm bu hukuksuzluklara ve işkenceye niçin muhatap bırakıldığını…
Sadece ve sadece fikirlerinden dolayı zulme uğratıldığını bilecek miyiz?
İnsanlığın topyekûn kurtuluşuna vesile olacak vasıta sistemin mimarı olduğunu kim bilecek, anlayacak, hissedecek ve gereklerini kuşanacak?
Kendilerinin bir mütefekkir, bir sanatkâr, bir âlim olduğunu; esir edilmeden önce 42 eserin altında imzası bulunduğunu …
Esaret şartlarına ve Telegrama rağmen bugün, her biri şâh eser- şâheser değerinde 56 eserin müellifi olduğunu …
Ve O’nun şair yönünü, şiirlerini hatırlayabileceksek şayet şu ifadesinin ne anlam taşıdığını bilecek miyiz?
“Ben yıllardır şiir yazamıyorum. Bu durum, bu dilden anlayan kimseye birçok şey söylemeli!”
Hatırlar mıyız bunları, hatırlayacak mıyız bu Ramazanda SALİH MİRZABEYOĞLU’nu?.
Hadi hatırladık ne yapacağız? Bir kötülüğe üç şekilde karşı olmanın hangisini tercih edeceğiz?( Bir kötülük gördüğünüzde, onu elinizle düzeltin; eğer buna gücünüz yetmezse, dilinizle düzeltin; eğer buna da gücünüz yetmezse kalbinizden buğzedin; buğzetmek imanın en zayıf fiilidir.)
Yoksa iftarda içeceğimiz serin bir bardak suyu ve gün boyunca yemeyi düşündüğümüz yemekleri hatırlamak daha mı ağır basacak? İftarın verdiği rehâvetle ise çok da böyle derin ve gergin konuları hatırlamaya takatimiz mi olmayacak, bilinmez.
Yine de Ramazan, yine de Rahmet ayı, yine de mübarek olsun…
Fatma PARMAKSIZ
20 Temmuz 2012
|
|