Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Eski bir web tarayıcısı kullanıyorsunuz. Bu veya diğer siteleri görüntülemekte sorunlar yaşayabilirsiniz.. Tarayıcınızı güncellemeli veya alternatif bir tarayıcı kullanmalısınız.
Bütün ilkbahar ve yaz günleri boyunca ağaç yaprakları önemli bir görev yaparlar.Küçük besin fabrikaları gibi çalışarak,ağaca besin sağlarlar.Bunun için havaya,suya,güneş ışığına ve topraktan aldıkları minerallere gerek vardır. Köklerden gelen su ağaç gövdesinden geçerek yapraklara ulaşır.
Yapraklar üzerlerinde bulunan ve ancak mikroskop aracılığıyla görülebilen deliklerden soluk alır verirler.Nefes verdikleri zamanlar gözle görülemeyecek kadar küçük su damlacıkları çıkarırlar. Bütün yaz mevsimi boyunca küçük besin fabrikaları ağaca besin sağlamak için çalışırlar.Sonbaharda güneş ışığı azaldığından bu görevi yapamazlar.
Zaten ağaç artık kendisine kış için gerekli olan besini depolamıştır.Orman hayvanlarının yaptığı gibi kış uykusuna rahatça yatabilir.Ama kış uykusuna yatmadan önce,yaprakların sapının dibinde su geçiren küçük delikleri kapaması gerekir.Buralarda sert ve su geçirmez küçük bir parça mantar oluşur ve bu mantar yaprağı iter.
Böylece yapraklar düşer.
Bu soruların cevapşarını biliyormusunuz ?
1.Yapraklar ağaca nereden besin sağlarlar?
2.Ağaçlar nefes alırlar mı?
3.Ağaç yaprakları sonbaharda neden besin sağlama görevini yapamazlar?
Gönlümde hüzün var, yaklaştı akşam
Ömrümün güneşi zevale döndü.
Akşamları sevmek belki çare olurdu—şafakla beraber o da çekip gitmeseydi!
Ama dünyada beni bırakıp gitmeyecek ne var, söyler misi*niz dünya âşıkları?
En güzeli bahardı; şimdi kefenine bürünmüş yatıyor.
Niye durmadı buralarda? Durmayacaksa niye geldi? Ar*dından ağlatacaksa eğer, niye yüzüme gülüp durdu çiçekleriyle? Öyle bir gaddarlık, böyle bir güzelliğin arkasında ken*dini nasıl sakladı?
Yeşil tomurcuğun içinden fışkıran pembe gül, solacağını niye haber vermedi?
Penceremin önünde cıvıl cıvıl öten serçecik, öleceğini niye söylemedi?
YAPRAKLAR peş peşe döküldü toprağa. Çiçekler birbiri ardınca soldu. Kuşlar ve kelebekler birer birer öldü. Şimdi yalnız iskeletler var dağ eteklerinde. Ve onların ayaklarını örten bembeyaz bir kefen.
Günler, beraberinde getirdiklerini alıp götürdüler. Günlerle gidenler ise...
Durun bir dakika!
Onlar aslında hiçbir şey götürmedi, götüremedi. Çünkü kendilerine ait hiçbir şeyleri yoktu.
Irmağın üzerinde hızla akıp giden damlacıkların parıltıları kendilerinden olsaydı, arkadan gelenler nasıl parlayacaktı? Halbuki o damlacıklar karanlıklardan çıkıp gelmişlerdi.
Gülün fidanında da o pembe tebessüm yoktu. Serçe yu*murtasında o sevimlilik yoktu. Gelincik tohumlarında o nazenin güzellik yoktu. Elma çiçeklerinin iskeletinde kuru bir odun yığınından başka hiçbir şey yoktu.
Onlar geldiler ve gittiler. Gitmek istediklerinden gitmedi*ler. Gitmek zorundaydılar.
Çünkü onlarda görünen güzellik, başka başka aynalar iste*di.
Çünkü öyle bir güzellik bir güle, bir bülbüle, bir bahara razı olmazdı.
Öyleyse sen de bir güle, bir bülbüle, bir bahara, bir dünya*ya razı olma. Eskimiş aynalar, bırak, kırılsın gitsin. Sen yeni aynalarda seyret güzelliği.
Sabret; şu kefenin koynunda uyuyan bahar, yeniden gülleriyle yüzüne gülecek. Serçeler yine cıvıldaşacak. Dağ yamaç*ları yakında gelinciklerle dolacak, iskeletler canlanıp gelinliklerini giyecekler. Gurup secdesine kapanmış yüz binler çeşit güzeller, yine dirilip karşında belirecekler. Onlarda cilvele*nen Esmâyı, bu sefer tazelenmiş ve özlenmiş olarak bulacak*sın.
Ve o Esmânın cilvelerinde, sevilenlerin sevenleri asla terk etmediği âlemlere bir çağrı okuyacaksın.
İstersen, şimdiden zevk edebilirsin o âlemleri. Cismin ye*rinde dursa da hayalin, ruhun ve kalbin geçmiş ve gelecek bütün baharlarla beraber o âlemlerden de dilediğin kadar çi*çek toplar ve koklar.
Bak, soldu dediğin güller, öldü dediğin bülbüller, asıl ve nesilleriyle el ele vermiş, tesbihatlarıyla süslenmiş, misâl âleminin levhalarında, gayb âleminin derinliklerinde, âhiret âlemlerinin menzillerinde hâlâ diriler ve diri kalacaklar.
Onun için, sen aynayı bırak, Esmâyı bul.
Leylâ’yı bırak, Mevlâ’yı bul.
Yoksa Leylâ’yı arayan ancak belâyı bulur.
Mevlâ’yı arayan ise, bütün fâni sevgililerin arkasından dö*külen gözyaşlarını bir anlık sohbetiyle ebedî sürurlara çevi*ren bir Habîbu’l-Bekkâîn ile beraber olur.
Gülün açmasında ve solmasında, bülbülün ötmesinde ve susmasında, baharın doğmasında ve ölmesinde hep Onun se*ninle baş başa bir sohbeti var.