aşksal
Kayıtlı Kullanıcı
Bediüzzaman'a göre, Ehl-i Kitâb'ın kendileri ile değil, dini ile dost olmak yasaklanmıştır! Bediüzzaman Hazretleri, Kur’an'da men edilen “Yahudi ve hristiyanlarla dost olmayın (Maide, 5/51) ayet-i kerimesinin tefsirinde, “Delil, katiü'l-metin olduğu gibi katiü'd-delalet olmak gerektir,” diyerek, yahudiler ve hıristiyanlarla diyalog ve dostluk kurmanın yasak olduğuna dair delilin Kur’an’ın ayetleri gibi sağlam bir metne dayandırılmasına rağmen, kastedilen anlamın kesin olmadığını belirterek , Yahudi ve Hristiyanlarla dost olmaya men değil , tahrif olan yahudilik dini ile yine tahrif olan hristiyanlık dinine dost olmaya men olduğunu belirtmektedir.
Şayet bu Ayeti Kerimeyi böyle bir anlam verilmemiş olunursa, yine Bediüzzamanın “Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!” ifadesinde dediği üzere, Ehl-i Kitab hanımları ile evlenmeye ruhsatı belirten (Maide .5/5 ) ayeti ile çelişeceğine vurgu yapmaktadır. Çünkü, hem dost edinmeyin hemde Hanımları ile evlenmenizde bir sakınca olmaz anlayışı, Kur’anın siyak ve sibak bütünlüğünü zedelemektedir. Tefsirin devamında, Asr-ı Sadet döneminde, İslamın yeni nuzülü ile meydana gelen yeni bir Din'in manevi bir inkılaba sebebiyet verdiğini, bundan dolayı Sahabeyi Kiram bütün kıstaslarını "Din" noktasından yapmaktalar ve bu noktadan muhabbet veya düşmanlık beslerlerdi . Buna istinaden , Asrı Saadet döneminde gayri müslimlere muhabbette bir nifak endişesi vardı . Ancak , günümüzde yaşanana inkılabat manevi değil bir nevi medeni ve dünyevi bir inkılabat olduğundan , kıstas olarak medeniyeti nazara almak esastır. Zaten , gayri müslimlerin çoğu da dinlerine bağlı olmadıklarından , onlarla dost olmak , hem medeniyet ve gelişmişlikleri noktasına hemde Dünyevi Barış ve Huzurun temini içindir. Bundan dolayı , Kur’andaki nehiy bunun kesinlikle kapsamamaktadır!
Bediüzzaman Hazretleri , değişik ırklardan müteşekkil bir milletin saadet ve selametinin dostluktan geçtiğini belirterek, bunun ölçüsünü de; “Fakat mütezellilane (alçalarak) dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhafaza ederek, müsafaha elini uzatmaktır,” şeklinde koymaktadır. "Hattâ değil Müslümanlarla, belki dindar Hıristiyanlarla dahi dost olup adâveti bırakmaya çalışıyorum" demektedir. İnkar-ı Uluhiyete karşı , Amerika gibi dine önem veren devletlerle Diyaloğun olması gerektiğine işaret eden Bediüzzaman , bu ülkelerle İslam Kimliğimizi öne çıkararak Hakiki dostlukların sağlanabileceğine vurgu yapmıştır. ( O dönemki Nüfüs oranlarına göre ) 800 milyonluk Hıristiyan Aleminin , 400 milyonluk Müslüman Aleminin Sulh ve selametine şiddetle ihtiyacı olduğunu ve bu vesile ile diğer dinlerinde bu Milletin dostluğunu kazanacağını bildirmiştir.
Eskiden Hıristiyan devletlerinin ittihad-ı İslâma taraftar olmadıklarını, fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ân’a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecburdurlar, demiştir.
İslam dininin , Hakiki Hıristiyanlıkla bir sorunun olmadığını , belki günümüz Hıristiyanlığı ile başta tevhid noktasında bir sorunun olduğunu , yani İslamiyette sebebler nazara alınmadığından , enaniyetlerin izalesinin kolay olduğunu , halbuki hırsitiyanlıkta vasıtalara kutsiyet atfedildiğinden , Allah ile kul arasında giren vasıtalara bir nevi enaniyet verildiğini , bunun neticesinde hıristiyanlar içinde birçok Reisicumhurun enaniyetini bırakmak zorunda kalmadıklarından , aynı zamanda dindar olabildiğini (Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson ile İngiliz Cumhurbaşkanı vekili Lloyd George gibilerin dindar papaz olmaları gibi), halbuki Hakiki bir müminin enaniyeti terk etmesi gerektiğinden, o makamlara gelip Dindarlığını muhafaza etmesinin müşkilatından da bahsetmiştir.
Sonuç olarak, ehl-i kitapla “din” dostluğu değil, “güzel sıfat, faydalı sanat , teknoloji ve ahlak-ı hasene ” dostluğu, âyetin nehyinin şümulüne girmemektedir. Elbette bir ehl-i kitabın dinine muhabbet duymak, imanın zaafiyetini gösterir. Ama onların meselâ “doğruluk , dürüstlük, emanete sadakat ” gibi sıfatlarına sevgi beslenebilir, teknolojileri hoş karşılanabilir, işbirliğine gidilerek istifade edilebilir. Bunlar, Kur’ân'ın kastettiği “dostluk” kavramının içine girmemektedir.
Şayet bu Ayeti Kerimeyi böyle bir anlam verilmemiş olunursa, yine Bediüzzamanın “Ehl-i kitaptan bir haremin olsa elbette seveceksin!” ifadesinde dediği üzere, Ehl-i Kitab hanımları ile evlenmeye ruhsatı belirten (Maide .5/5 ) ayeti ile çelişeceğine vurgu yapmaktadır. Çünkü, hem dost edinmeyin hemde Hanımları ile evlenmenizde bir sakınca olmaz anlayışı, Kur’anın siyak ve sibak bütünlüğünü zedelemektedir. Tefsirin devamında, Asr-ı Sadet döneminde, İslamın yeni nuzülü ile meydana gelen yeni bir Din'in manevi bir inkılaba sebebiyet verdiğini, bundan dolayı Sahabeyi Kiram bütün kıstaslarını "Din" noktasından yapmaktalar ve bu noktadan muhabbet veya düşmanlık beslerlerdi . Buna istinaden , Asrı Saadet döneminde gayri müslimlere muhabbette bir nifak endişesi vardı . Ancak , günümüzde yaşanana inkılabat manevi değil bir nevi medeni ve dünyevi bir inkılabat olduğundan , kıstas olarak medeniyeti nazara almak esastır. Zaten , gayri müslimlerin çoğu da dinlerine bağlı olmadıklarından , onlarla dost olmak , hem medeniyet ve gelişmişlikleri noktasına hemde Dünyevi Barış ve Huzurun temini içindir. Bundan dolayı , Kur’andaki nehiy bunun kesinlikle kapsamamaktadır!
Bediüzzaman Hazretleri , değişik ırklardan müteşekkil bir milletin saadet ve selametinin dostluktan geçtiğini belirterek, bunun ölçüsünü de; “Fakat mütezellilane (alçalarak) dost olmak değil, belki izzet-i milliyeyi muhafaza ederek, müsafaha elini uzatmaktır,” şeklinde koymaktadır. "Hattâ değil Müslümanlarla, belki dindar Hıristiyanlarla dahi dost olup adâveti bırakmaya çalışıyorum" demektedir. İnkar-ı Uluhiyete karşı , Amerika gibi dine önem veren devletlerle Diyaloğun olması gerektiğine işaret eden Bediüzzaman , bu ülkelerle İslam Kimliğimizi öne çıkararak Hakiki dostlukların sağlanabileceğine vurgu yapmıştır. ( O dönemki Nüfüs oranlarına göre ) 800 milyonluk Hıristiyan Aleminin , 400 milyonluk Müslüman Aleminin Sulh ve selametine şiddetle ihtiyacı olduğunu ve bu vesile ile diğer dinlerinde bu Milletin dostluğunu kazanacağını bildirmiştir.
Eskiden Hıristiyan devletlerinin ittihad-ı İslâma taraftar olmadıklarını, fakat şimdi komünistlik ve anarşistlik çıktığı için, hem Amerika, hem Avrupa devletleri Kur’ân’a ve ittihad-ı İslâma taraftar olmaya mecburdurlar, demiştir.
İslam dininin , Hakiki Hıristiyanlıkla bir sorunun olmadığını , belki günümüz Hıristiyanlığı ile başta tevhid noktasında bir sorunun olduğunu , yani İslamiyette sebebler nazara alınmadığından , enaniyetlerin izalesinin kolay olduğunu , halbuki hırsitiyanlıkta vasıtalara kutsiyet atfedildiğinden , Allah ile kul arasında giren vasıtalara bir nevi enaniyet verildiğini , bunun neticesinde hıristiyanlar içinde birçok Reisicumhurun enaniyetini bırakmak zorunda kalmadıklarından , aynı zamanda dindar olabildiğini (Amerikan Cumhurbaşkanı Wilson ile İngiliz Cumhurbaşkanı vekili Lloyd George gibilerin dindar papaz olmaları gibi), halbuki Hakiki bir müminin enaniyeti terk etmesi gerektiğinden, o makamlara gelip Dindarlığını muhafaza etmesinin müşkilatından da bahsetmiştir.
Sonuç olarak, ehl-i kitapla “din” dostluğu değil, “güzel sıfat, faydalı sanat , teknoloji ve ahlak-ı hasene ” dostluğu, âyetin nehyinin şümulüne girmemektedir. Elbette bir ehl-i kitabın dinine muhabbet duymak, imanın zaafiyetini gösterir. Ama onların meselâ “doğruluk , dürüstlük, emanete sadakat ” gibi sıfatlarına sevgi beslenebilir, teknolojileri hoş karşılanabilir, işbirliğine gidilerek istifade edilebilir. Bunlar, Kur’ân'ın kastettiği “dostluk” kavramının içine girmemektedir.