Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Velilerdeki ilham, keşif ve kerametlerin bağlayıcılığına ilişkin usül bilgisi (2 Kullanıcı)

bilal habeş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 May 2009
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
VELİLERDEKİ İLHAM, KEŞİF VE KERAMETLERİN BAĞLAYICILIĞINA İLİŞKİN USÜL BİLGİSİ -1

Hz.Peygamber’in gerçek firaset, doğru ilham, açık keşif, sadık rüya gibi harikuladeliklerin gereği ile olmak üzere sakındırmada, müjdelemede, korkutmada ve teşvikte bulunduğu sabittir. Bu durumda, bu özelliklerinden birine sahip olan bir kimsenin de aynı şekilde davranması doğru bir davranış olacak; yaptığı iş meşruiyet dairesi dışında kalmış olmayacaktır. Ancak, gerekli şarta uymuş olması gerekecektir.

Hz.Peygamber sav. Bunun gereği ile olmak üzere emir, yasak, sakındırma, müjdeleme ve irşad yoluyla amelde bulunmuştur. Bunu yaparken de, bu hususun kendinse ait bir özellik olduğunu, ümmetinin böyle bir hususiyeti bulunmadığını bildirmemiştir. Bu da, bu konuda ümmetin de aynı hükümde olduğunu gösterir. Aynen, kendisinden sadır olan ve sadece kendisine has olduğuna dair bir delil bulunmayan diğer bütün davranışlarda olduğu gibi, bu konuda da durum aynı olacaktır. Buna delil olarak, ümmetine yönelik olarak vermiş oldukları müjdeleri yeterlidir. Bunlardan beklenen amaç sadece, hayırlı amellere atılmayı ve kötü işlerden de geri durmayı temin için müjdeleme ve korkutma olmaktadır.

Örnek olmak üzere şunları arz edebiliriz: Abdullah b.Ömer riyasında iki melek görmüş ve onlar “Namazı da çok kılsın, ne iyi adamsın, sen!” demişler. (Bunu Abdullah, Hafsa’ya anlatmış, Hafsa da Peygamberimize anlatmış ve) o “Eğer çokça gece namazı kılsa, Abdullah gerçekten Salih bir kuldur” buyurmuş. Ravi (Nafi), bundan böyle Abdullah’ın çokça gece namazı kılmaya devam ettiğini söylemiştir.

Hz.Peygamber sav. Ebu Zer’e: “Gerçek şu ki, ben seni zayıf görüyorum ve ben şüphesiz ki kendim için sevdiğimi senin için de severim. Sakın ola ki, iki kişi (de olsa) onların başına geçme, yetim malı idaresini üzerine alma” buyurmuştur. Salabe b.Hatıp, kendisine ’ın çok mal vermesi için dua etmesi ricasında bulunduğu zaman, “Şükrünü eda ettiğin az mal, şükrünü eda edemeyeceğin çok maldan daha hayırlıdır.” Buyurmuşlardır. Enes hakkında ise, “ Allah’ım! Onun malını ve evladını çoğalt” buyurmuşlardır. Hz.Peygamber, çeşitli insanlara, kendilerinde bulunan firasete itimatla onlar için en üstün olan amelin ne olduğuna dair rehberlikte bulunmuştur. (Gabya vakıf olma esası üzerine buyurdukları da olmuştur) Bu cümleden olmak üzere: “Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, fethi onun elinde müyesser kılacaktır” buyurmuş ve ertesi günü sancağı Hz.Ali’ye vermiş; da fethi olun elinde nasip etmiştir. Osman b.Affan hakkında da: “Umulur ki, sana bir gömlek giydirecektir; eğer onu çıkarmanı senden isterlerse, onu çıkarma” buyurmuştur. Bu örneklerde, faydalı tavsiyelerini gayba vukufiyeti üzerine bina etmiştir. Onların saçaklı yaygıları olacağını, her birinin sabah bir takım akşam ayrı bir takım elbise giyeceklerini, önlerine bir tabağın konulup öbürünün kaldırılacağını bildirmiş ve hadisin sonunda da: “Bugünkü halinizle siz, o gününüzden daha hayırlısınız” buyurmuşlardır. Muaviye’nin saltanatından bahsetmiş ve kendisine öğütte bulunmuştur. Ammar’ın asi bir topluluk tarafından öldürüleceğini bildirmiştir. Namazı vaktinden geri bırakacak emirlerin geleceğinden bahsetmiş ve sonra bu gibi durumlar karşısında nasıl yapacaklarını tavsiye etmiştir. Kendisinden sonra, başkalarının ashaba tercih edileceği bir zamanla karşılaşacaklarını ve (havuzda kendisiyle karşılaşıncaya kadar) sabırlı olmalarını salık vermiştir. Bu ve benzeri daha sayılamayacak kadar pek çok gayıptan bildirilmiş haber vardır ki, bunlar sayesinde imanlar pekişmiş, tasdik artmış, uyarma, müjdeleme vb. gibi faydalar gerçekleşmiştir.
Devam edecek...
 

bilal habeş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 May 2009
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
VELİLERDEKİ İLHAM, KEŞİF VE KERAMETLERİN BAĞLAYICILIĞINA İLİŞKİN USÜL BİLGİSİ -2

Ashap da, bu gibi firaset, keşf, ilham ve uykuda bildirme gibi yollarla amelde buluna gelmiştir. Hz.Ebubekir2in: “Şüphesiz onlar iki erkek iki de kız kardeşlerindir.” Sözü, Hz.Ömer’in minberde: “Ya Sariya! Dağa! Dağa!” diye keşf yoluyla nasihatta bulunması; insanlara kıssa anlatmak isteyen bir kimseye “Korkarım, Süreyya’ya ulaşacak kadar şişersin” diyerek ona bu işi yasaklaması; riyasını anlatan ve ay ile güneşin birbiriyle savaştıklarını gördüğünü söyleyen kimseye “Sen hangisiyle beraberdin?” diye sorması onun da “Ay ile” diye cevap verince; “Sen mahvedilmiş ayetle beraberdin; asla bir iş üstlenemezsin” demesi gibi.

Selef-i salihten ve ondan sonra gelen nesillerdeki alimlerden ve velilerden – bizleri onlardan istifadeye muvaffak kılsın- bu türden nakledilebilecek pek çok vardır.

Ancak burada, bu tür şeylerin gerekleriyle amel edebilmek için aranan şart üzerinde durmamız gerekmektedir.

Yukarıda belirtilen keşif vb. gibi şeylerin dikkate alınıp, onlarla amel edilebilmesi için mutlaka şer’i bir hüküm ya da dini bir kaideye ters düşmemesi gerekmektedir. Dini bir kaide ya da şer’i bir hükmü ihlal eden bir şey haddizatında hak olan bir şey değildir; o ya hayaldir ya vehimdir ya da şeytanın ilkası (telkini) olmaktadır. Bunlar bazen içerisinde haktan unsur da taşıyabilir; bazen de haktan hiçbir şey taşımaz. Bun durumda bunların dikkate alınması doğru değildir; çünkü şer’an sabit olunan bir esasa ters düşmektedir. Şöyle ki; Hz.Peygamber’in getirmiş olduğu şeriat geneldir, özel değildir. Onun esasları bozulamaz; onun hükümleri altına girmeyen bir mükellefin olması düşünülemez. Durum böyle olunca, şu anda üzerinde durduğumuz kabilden olan ve şeriat tarafından konulmuş bulunan esaslara ters düşen her şey sakat ve batıl olacaktır.

Buna verilecek misallerden biri İbn Rüşd’e sorulan şöyle bir sorudur: Bir hakim, kendisine gelen bir davada, adaletleriyle bilinen iki şahidin şehadette bulunmasından sonra, rüyasında Hz.Peygamber’in kendisine “Bu şahitlikle hüküm verme; çünkü o batıldır” dediğini görürü. Bu durumda ne yapacaktır? İşte böylesi bir rüya, ne bir emir ve yasak; ne müjdeleme ve korkutma konusunda dikkate alınmayacaktır; çünkü şer’i kaidelerden birisiyle ters düşmekte ve şer’i bir hükmü ihlale uğratmaktadır. Bu türden olan diğer örneklerde de durum aynıdır. Hz.Ebubekir, bir adam öldükten sonra, görülen bir rüya üzerine onun vasiyetini yerine getirmiştir” şeklinden yapılan rivayet özel bir uygulamadır ve çeşitli ihtimalleri taşıdığı için genel bir kaideyi bozabilecek güçte değildir. Çünkü bu uygulamanın muhtemelen varislerin rızası üzerine gerçekleştirilmiş olması mümkündür ve böylece şer’i bir aslın ihlale uğraması söz konusu olmayacaktır.

Buna göre, bir kimse mükaşefe yoluyla belli bir suyun gasbedilmiş ya da necis olduğunu, ya da şu şahidin yalancı olduğunu vb. anlasa, açık bir gerekçe (sebep) olmadığı sürece, bu mükaşefe doğrultusunda amel etmesi doğru olmayacaktır; dolayısıyla böyle bir durumda asla su yok farz edilerek teyemmüm alınamayacak; şahidin şehadeti reddedilemeyecektir. Çünkü zahirde şeriatın getirdiği kurallar gereğince başka hükümler sabittir ve bu hükümler sadece mükaşefe veya firaset gibi şeylere dayanılarak terk edilemez. Nitekim aynı şekilde uykuda görülen riyaya da itimat edilemez. Eğer bunlar caiz olacak olsaydı, o takdirde zahirle hükmetme gerekçelerinin bulunmasına rağmen şer’i hükümlerin bunlarla bozulması caiz olurdu. Böyle bir netice asla sahih değildir.
Devam edecek...
 

bilal habeş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 May 2009
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
VELİLERDEKİ İLHAM, KEŞİF VE KERAMETLERİN BAĞLAYICILIĞINA İLİŞKİN USÜL BİLGİSİ -3

Sahih’te şöyle gelmiştir: “Siz davalarınızı bana getiriyorsunuz ve huzurumda muhakeme oluyorsunuz. Belki içinizden bazıları kendisini daha iyi savunuyor ve ben de sonuçta işittiğim doğrultusunda (zahire göre) hükmediyorum..” Hz.Peygamber sav bu hadislerinde hükmü, işitilen şeylerin gereğine ve diğer şeylerin terkine bağlamıştır. Hz.Peygamber, kendisine arzedilen hükümlerin pek çoğunun aslına vakıf bulunuyor; onların haklı ya da haksız olduklarını biliyordu. Buna rağmen o, ancak ve ancak duyduğuna göre hükümde bulunuyor; bilgisi doğrultusunda hüküm vermiyordu. Bu husus hakimin kendi bilgisiyle (subjektif olarak) hükümde bulunmasının yasaklanmasına bir dayanak olmaktadır.

İmam malik, kendisinden meşhur olarak nakledilen görüşüne göre, hakimin, huzurunda kesin olarak yalancı oldukları bilinmeyen adil şahitlerin şehadette bulunması durumunda, kendi bilgisi aksine de olsa hüküm vermek zorunda olduğunu belirtmiştir. Çünkü, onların şehadetleri gereği hükümde bulunmazsa, kendi bilgisiyle hükmetmiş olacaktır. Hakimin bu bilgisi başka başka şeylerin de karışabileceği harikuladeliklerden değil, hiç kuşku içermeyen adetlerden çıkarılmıştır. Hakimin kendi bilgisine dayanarak hükümde bulunabileceği görüşünde olanlarda, nihayet görüşlerini yine harikuladeliklerden değil, adetlerden elde edilen bir bilgi üzerine kurmaktadırlar. Bu yüzden Hz.Peygamber, kendisi en büyük hüccet olduğu halde, şahsi bilgisine dayanarak hüküm vermede bulunmamıştır.

Mükaşefe ve keramet sahibi kimselerden aksi doğrultuda nakiller vardır. Bazı kimseler, keşfe ya da alışılmış olmayan bilgi edinme yollarına dayanarak, dış görünüşü itibariyle helale olan bir çok şeyden geri durmuşlardır. İmam Şibli, helalden başka bir şey yememeye azmetmişti ve bideyede bir incir ağacı gördü; ondan yemek istedi. Bunun üzerine ağaç hemen dile gelerek: “Benden yeme, çünkü ben bir Yahudiye aidim” dedi. Abbas b.el-Müteki de bir kadınla evlenmişti. Gerdek gecesi, pişmanlık duydu; kadına yaklaşmak istediğinde engellendiğini hissetti. Bunun üzerine ondan vazgeçti ve dışarı çıktı. Üç gün sonra kadının kocası olduğu ortaya çıktı. Haris el-Muhasibi’nin parmaklarından birinde bir damar vardı ki, bu damar elini şüpheli bir şeye uzattığında derhal hareket ederdi. O da o şeyden elini çekerdi.

Bunun dayanağını da Ebu Hureyre ve daha başkalarından rivayet edilen zehirlenmiş koyunla ilgili hadis teşkil eder. Bu hadiste: “Ondan Hz.Peygamber ve diğerleri yedi. Hz.Peygamber: “Elinizi ondan çekin; çünkü o (koyun) bana kendisinin zehirlenmiş olduğunu bildirdi” buyurdu. Etten yiyen Bişr b.el-Bera öldü.. “ Hz.Peygamber, burada davranışını (koyun budunun lisan-ı hal ile ifade ettiği) sözü üzerine bina etmiş ve hem kendisi onu yemekten geri durmuş, hem de ashabına ondan yememelerini emretmişti. Hem sonra bu, bizden öncekilerin şeriatına da uygun düşmektedir. Zaten bizden öncekilerin şeriatı, eğer bizim şeriatımızda naklediliyor ve neshedildiği de bildirilmiyorsa, bizim de şeriatımız olmaktadır. Bu husus bakara (inek) olayında vardır. Bu olayda anlatıldığı üzere, İsrailoğulları, bir inek boğazlamak ve onun bir parçasıyla öldürülmüş bulunan birisine vurmakla emredilmişlerdi. Neticede , onu diriltmiş ve kendisini öldüren kimseyi bildirmişti. Bunun üzerine de kısasla hükmedilmişti. Yine Kur’an’da anlatılan ve gemide delik açan ve çocuğu öldüren Hızır olayında da benzeri durum yaşanmıştır. Bunlara benzer, gerek peygamberlerin mucizelerinde ve gerekse evliyanın kerametlerinde etkin olan bu tür unsurlar pek çoktur.

Harikuladelikler, peygamberler ile veliler için, bize nispetle alışılmış şeyler gibidir. Nasıl ki, normal bir şey (delil) bize suyun pis olduğunu ya da gasp edilmiş bulunduğunu gösterse, bizim ondan geri durmamız gerekiyorsa, burada da durum aynıdır. Zira gayb aleminden gelen bilgilenme ile, şühud aleminden gelen bilgilenme arasında bir fark yoktur. Nitekim, pisliğin suya düştüğünü baş gözü ile görmek ile gayb gözüyle görmek arasında da fark bulunmamaktadır. Dolayısıyla hükmün, bunun üzerine bina edildiği gibi, onun üzerine de bina edilmesi gerekir. Bu ikisi arasını ayıranlar, doğruyu isabetten uzaktırlar.

Belirtilen şeyler doğrultusunda amel etmenin doğru olabileceği ve bunların genelde meşru olan şeyle amel etmek olacağı konusunda bir tartışma bulunmamaktadır.

Hz.Peygamber’den sadır olan şeylere kıyasta bulunmak ve onlara benzeyenleri onlara katmak. Tabi bu durumda, bu tür harikuladeliklerin vakıa deliliyle Hz.Peygamber’e has olduğunun sabit olmaması gerekir. Bu türden olup da sadece Hz.Peygamber’e has olmaları mucize oluşları açısındandır. Bu durumda Hızır olayı, bizim şeriatımıza göre nesh edilmiş olacaktır. Kaldı ki, bazı alimler adetlerden hasıl olan bilgiye dayanarak gemiyi delmek ve kusurlu hale getirmek şeklinde bir davranışın caiz olacağı görüşündedirler. Çocuğun öldürülmesi konusunda ise, asla böyle bir görüşe sahip olmak mümkün değildir. Devam edecek…
 

bilal habeş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 May 2009
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Velilerdeki ilham, keşif ve kerametlerin bağlayıcılığına ilişkin usül bilgisi-4

Evliyadan nakledilen bu olaylar şer’i bir nassa müstenid bulunmaktadır. Bu nass da günah demek olan kalbi rahatsız eden şeylerden (hazazu’l-kulub) sakınma talebidir. Kalbi rahatsız eden şeyler sayısız etkenler sebebiyle meydana gelir ve bunlar içerisine bu tarzdaki şeyler de girer. Hz.Peygamber bir hadislerinde : “İyilik, nefsin huzur bulduğu şeydir. Kötülük ise, kalbini tırmalayan şeydir.” Buyurmuşlardır. Şu halde, kalbi rahatsız eden şeyleri belli bir şeye münhasır olmaksızın daha geniş manasıyla tefsir edenlere göre bu (bahis konusu) şer’i nasslara müstenid olma dairesinden çıkmış değildir. Bu gibi şeylerin dikkate alınmasında, şer’i bir kaidenin ihlalini gerektiren bir durum bulunmamaktadır. Bu durumda, Hızır’ın çocuğu öldürmesi olayını, bizim şeriatımıza da teşmil etmek ve böyle bir şeyin bizim şeriatımızda da olabileceğini söylemek asla mümkün olmayacaktır. O mensuh bir hükümdür. Hz.Peygamber, kendisine vahiy ile bildirilmesine rağmen, münafıklar vb. kimsele hakkında, işleri zahirdeki görünüşe göre yürütüyor; onların iç hallerini bilmesine rağmen dış görünüşlerine itibar ediyordu. Bu (yani onun onların içyüzünü bilmesi) kendisini, onlar hakkında zevahire göre işlem görmesi hükmünden çıkarmamıştır.

İTİRAZ: Hz.Peygamber’in bu tutumu, insanların “Muhammed adamlarını öldürüyor” demelerinden korkması neticesinde böyle olmuştur. Dolayısıyla illet başka bir şey olup, sizin sandığınız şey değildir. Şimdi, bu illet ortadan kalkınca, hüküm de ortadan kalkacak ve batına göre hüküm vermede bir sakınca kalmayacaktır.
CEVAP: Böyle bir kapının açılması, zahire dayanılarak hüküm verme esasını ortadan kaldırır. Çünkü, zahir bir sebeple öldürülmesi gereken bir kimsenin durumu hakkında gerekçe gayet açık olarak bulunacaktır. O kişiyi açık bir sebep olmadan sırf gaybi bir duruma dayanarak öldürmek istemek ise, zihinleri karıştırabilir ve zevahiri örter. Şeraitte böyle bir kapının açılmasına imkan verilmemiştir. Mesela ”Beyyine davacı (müddei) üzerinedir; yemin ise inkar edene verdirilir” prensibine dayalı bulunan davalar bahsine bakalım. Bu prensipten hiçbir kimse istisna edilmemiştir. Hatta Hz.Peygamber’in bizzat kendisi bile, satın almış olduğu bir şeyin karşı tarafca inkar edilmesi durumunda beyyineye ihtiyaç duymuş ve “Kim bana şehadet eder?” buyurmuştur. Sonunda Huzeyme b.Sabit kendisi lehine şehadette bulunmuş ve , onun şahitliğini iki şahidin şehadeti yerinde kabul etmiştir. Hz.Peygamber için durum böyle olursa, ümmetin normal fertleri hakkında nasıl olur? En büyük insan, en güvenilir bir kimseye karşı davacı olsa bile, beyine davacı, yemin de inkar eden kimseye (davalı) verdirilecektir. Bu da aynı tür ve tarzdandır. Netice olarak şer’i emirler ve yasaklar karşısında gaybi durumlar dikkate alınmamaktadır. Bu noktadan hareketle evliya ve diğer alimler, şeriata ters düşen her türlü keşf ve hitaba itibarda bulunmamışlar; aksine bu tür şeyleri şeytandan saymışlardır.

Zikredilen ağacın konuşmuş olması, o ağaçtan incirin yenmesini, konuşulan kimseye harak kılacak şekilde şer’i bir engel değildir. Nitekim, sahrada bir av bulunsa ve av “Ben sahipliyim” ya da buna benzer bir şey dese, yine durum aynı olacaktır. Şibli’nin ondan yememesi (haram olduğu için değil) aksine, ’a olan yakini imanı ile yiyeceğe ihtiyaç duymayacağına inandığı için, ya da başka bir yerde yiyecek bulacağını zannettiği için, ya da daha başka bir sebeple olabilir. Bu türden nakledilen diğer örneklerde de durum aynıdır. Yahut şöyle deriz: O şeyi yemesi kendisine mübahtı; ancak bu alametten dolayı onu yemeyi terk etti. Nitekim insan, istişare, rüya ya da benzeri bir sebeple, iki mübahtan birini terk edebilir. Pis yada gasp edilmiş olduğu keşif yoluyla öğrenilen su hakkında da aynı şeyi söyleyebiliriz. O şey hakkında, zahirde şer’i bir aslın ihlaline sebebiyet vermeyecek şekilde tercih hakkı bulunduğuna ve bir caizden başka bir caize intikal durumu olduğuna göre, kendisine bir günah/sakınca terettüp etmeyecektir. Bununla birlikte biz, zahirle amel ederek ve muamelesinde şer’i esasa itimat ederek söz konusu keşfin gereğine muhalefette bulunmasını farz edecek olsak, bu durumda o kimse hakkında bir günah ve kınama söz konusu olmayacaktır. Zira keramet ve harikuladeliklerden maksat, şer’i bir hükmü delmek veya ondan bir şeyi ortadan kaldırmak değildir. Nasıl olabilir ki, zaten kerametler şeriata uymanın bir semeresidir. Dolayısıyla meşru olan bir şeyin, meşru olmayan bir şeye sebebiyet vermesi veya fer’in (dal) aslı ortadan kaldırması muhaldir ve böyle bir netice asla meydana gelmeyecektir. Devam edecek...
 

Leyla_Ebedi

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Şub 2008
Mesajlar
331
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
17
Rabbim razı olsun kardeşim elinize saglık
 

_sukut_

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
22 Haz 2008
Mesajlar
5
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
Çok faydalı bir yazı olmuş..
Arkadaşlara tavsiye edyorum okuyun..
Allah razı olsun abi..
 

bilal habeş

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
19 May 2009
Mesajlar
13
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
54
Velilerdeki ilham, keşif ve kerametlerin bağlayıcılığına ilişkin usül bilgisi-5

Harikuladelikler, her ne kadar nebiler ve veliler için diğer insanlara nispetle normal şeyler gibi ise de, bu durum mutlak surette onlarla amel edilmesini gerektirmez. Zira bu şer’an kendisiyle amel edilen bir şey olarak sabit olmamıştır. Yine harikuladelikler eğer muhalefet etmeyi gerektirecek bir şekilde gelmişse, o takdirde onlara, içerisinde hak olmayan şeylerle şaibeli olarak girilmiş olur. Şeriata uygun olmayan riya gibi. Mesela bir kimseye riyasında “Şunu yapma!” denilmesi, halbuki o şeyin şer’an emredilmiş olması veya “Şunu yap!” denilmesi, fakat o şeyin yasaklanmış olması gibi. Bu türden olan şeylerin çoğu, seyr-i sülukunu sağlam esaslar üzerine kurmayan ya da şeyhsiz (mürşidsiz) kendi başına süluka kalkışan kimselerin başına gelmektedir. Evliya tarihini, onların gidişatlarını inceleyenler, onların bu türden şeylere iltifat etmeyerek hep şeriatın zevahirini dikkate aldıklarını görecektir.

Harikuladeliklere uygun olarak amel etme nasıl caiz olacaktır? Buna şöyle cevap vermek mümkündür: Haklarında genişlik bulunan caiz ya da işlenmesi matlup olan işler hakkında, zikri geçen hususların gereği ile amel etmek caizdir. Bu şu şekillerde olur:

Bu mübah bir iş hakkında olur. Mesela, mükaşefe sahibi bir kimse, falancanın, filan vakitte kendisine geleceğini görür veya kendisine gelişindeki iyi ya da kötü maksadını bilir ya da kalbinde bulunan hak ya da batıl olan bir düşünceye vakıf olur. Bunun neticesinde de onun bu kasdına göre hareket eder ve kendisine gelişindeki amacının kötü olduğunu keşfetmesine göre koruyucu önlemler alır. İşte böyle bir davranış, yapılması caiz olan işlerdendir. Nitekim aynı şeyi gerektiren bir rüya görmesi durumunda da durum aynıdır. Ancak ona meşru bir şekilde muamele etmek durumundadır, başka türlü hareket edemez.

Bunlarla amel, gerçekleşmesi umulan bir faydadan dolayı olur. Çünkü akıllı bir kimse kendisini, muhtemelen sonucundan endişe ettiği bir şeyin içine atmaktan çekinir. Zira kişi, harikuladeliklere iltifattan dolayı kendisini beğenme (ucb), kibir vb. gibi kötü neticelerle karşı karşıya kalabilir. Çünkü kerametler, bir taraftan bir meziyet ve özellik oldukları gibi diğer taraftan da bir deneme ve imtihan unsurudurlar ve onlarla insanların nasıl davrandıkları ortaya çıkarılmak istenir. Buna rağmen, keramet göstermesinde bir ihtiyaç belirir veya bunun için gerektirici bir sebep bulunursa, bu takdirde gösterilmesinde bir sakınca yoktur. Hz.Peygamber (sav) ihtiyaçtan dolayı bazen gaybi haberlerde bulunurdu. Hz.Peygamber’in vakıf olduğu her gaybi haberi bildirmediği de bilinmektedir. Aksine sadece bazı vakitlerde ve ihtiyaçların gerektirdiği ölçüde bildiriyordu. Kendisi, namazda iken arkasında namaz kılanları gördüğünü söylemiştir. Çünkü, bunu bildirmesinde hadiste belirtilen faydalar bulunmaktaydı. “Saflarınızı düzeltiniz ve birbirinize kenetleniniz. Çünkü ben sizi arkamdan görmekteyim”(Buhari,Nesai,Ahmed) O, arkadan gördüğünü söylemeden de onlara emir ya da yasakta bulunabilirdi. Ancak bazı faydalar mülahazasıyla öyle yapmadı. Diğer keramet ve mucizelerinde de durum aynı olmaktadır. Aynı konumda ümmetinin de benzeri şekilde hareket etmesi, birinci durumda olduğundan daha uygun (evla) olacaktır. Bununla birlikte bu, yine de cevaz hükmünü öte geçmeyecektir; çünkü kendini beğenme, kibir vb. gibi bazı arizi durumların ortaya çıkabilme ihtimali bulunmaktadır. Hz.Peygamber’in haber vermesi ve onun haberlerinin faydalardan uzak olmaması hakkında herhangi bir olumsuz tavır yoktur. Bu faydalardan biri de gören ya da işiten herkesin imanının takviye edilmesidir ve bu fayda dünya durdukça kesilmeyecek olan bir faydadır.

Gerekli hazırlıkların yapılması için uyarı ya da müjde durumlarını içerir olması. Bu da caizdir. Mesela, “Eğer şu olmazsa şöyle bir olay olacak” veya “Eğer şu yapılırsa şöyle bir şey olmayacak” diye haber vermek ve bu haberin gereği ile salih riyada olduğu gibi amel etmek gibi. Bu gibi haberlerin salih rüya yerine konulması ve ona göre davranılması caizdir. Nitekim Cafer b.Türkan’dan şöyle rivayet edilmiştir: “Yoksullarla birlikte oturuyordum. Mükaşefe yoluyla bana bir dinar (altın para) gösterildi. Ben o parayı onlara vermek istedim sonra kendi kendime: “Belki ona ihtiyacım olur” diye düşündüm. Derken beni bir diş ağrısı tuttu. Ben o dişi çıkardım, hemen diğer ağrıdı. Onu da çıkardım. Bunun üzerine gaybtan bana bir ses geldi ve :”Eğer o dinarı onlara vermezsen ağzında tek bir diş dahi kalmayacaktır.” dedi. Er-Ruzbari’den de şöyle nakledilir: “Taharet konusunda bende bir aşırılık vardı. Bir gece, döktüğüm suyun çokluğundan dolayı iyice göğsüm daralmış ve kalbimde huzur kalmamıştı. Bunun üzerine: “Ya Rabbi! Affını isterim” dedim. Gayptan bir sesin: “Af ilimdedir” dediğini duydum ve o durum benden artık gitti.

Kısaca, harikuladeliklerle amel etme konusunda geçen şart mutlak surette dikkate alınmak durumundadır. Ulaşılmak istenen sonuç budur. Devam edecek…
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt