S.A.
Vefayı çok güzel tanımlamış yazar bence,
Görülen iyilikleri unutmama, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha güzeliyle karşılık vermeye devam etme. Böyle olanlara vefakâr denir.
Bir Müslümanda bulunması gereken güzel huylardan biri olan vefakârlığın zıddı nankörlük olup, iyiliğin kadrinin bilinmemesi veya kötülükle karşılık verilmesidir. Allah insanların birbirlerine iyilik yapmasından hoşlanır. İyilikler karşılıklı olarak devam eder, iyilik yapanlar mûhataplarından kötülük görmez, yine iyilik görürse bu, başkasına da güzel örnek olur ve cemiyete huzur ve güven duygularının sağlanmasına yardım eder. En büyük vefâkarlık, yaratanını tanımak, kulluk görevlerini yapmak, verdiği nimetlerin kıymetini bilmektir. En büyük nankörlükte kulun, Rabbı'nı inkâr etmesi, O'nun yüceliğini tanımamasıdır. İnsan, Allah'a ibadet etmek suretiyle, Elest bezminde yaptığı ahde vefasını gösterdiği gibi, kendisine iyilik yapanlara da vefakâr olmalıdır. Fertleri arasında vefâkarlık olmayan toplumlarda güven ve itimat sarsılır, sosyal bir çözülme başlar. Vefakârlık, dostlukların devamını sağlayacağından, sosyal dayanışmayı daha güçlü kılar. İnsanlar arasında olduğu gibi, cemiyet ve devletin de, kendisine hizmet etmiş kişilere vefakâr davranması, onların kıymetini takdir etmesi gerekir.
Vefâkarlığın da en güzel örnekleri Peygamber (s.a.s)'de görülmektedir: Hz. Peygamber, kendisine bir hafta süt emziren dadısı Ümmü Eymen'i, ücret karşılığı da olsa yıllarca kendisine bakan süt annesi Halime'yi, süt kardeşi Şeyma'yı, çocukluğunu yanında geçirdiği Ebû Talib'in hanımı Fatıma'yı:. ömrü boyunca unutmamış, her fırsatta onlara ilgilenmiş, yardım etmiştir. Mekke mürşiklerinin zulmünden kaçan Müslümanlara kucak açan Habeş Necaşi'sini daima hayırla yadetmiş, öldüğünde dua etmiş, yıllar sonra oğlu Medine'ye geldiğinde, babasına hürmeten bizzat kendi eliyle ona hizmet etmiştir.
Verilen söz ve yapılan anlaşmalarınız gereği olan ahde vefa ise islam ahlakının en önemli umdelerinden biridir. Ferd ve cemiyet hayatının gelişmesi karşılıklı ilişkilere, ilişkiler de çeşitli anlaşma ve sözleşmelere bağlıdır. Bunlar olmaksızın sosyal ve ekonomik hayatın gelişmesi mümkün değildir. Yapılan sözleşmeye uymayı istemek kazanılmış bir hak, onu yerine getirmek de kabul edilmiş bir görevdir. Verdiği sözü tutmayan; böylece, karşı tarafın hakkım ve kendi vazifesini yerine getirmemiş olur. Bu nedenle, verilen sözün tutulmaması münafıklığın üç alametinden biri sayılmış ve Müslümanlar bundan sakındırılmıştır.
Arif KÖTEN