Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ümmetin yıldızları sahabeleri tanıyalımmı (2 Kullanıcı)

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
İkinci binin müceddidi imam-ı Rabbani (kuddise sirruh) hazretleri buyuruyor ki:

(Eshab-ı kiramı sevmek,onlara bağlı olmak,insanlar içinden beğenilmiş,
süzülüp ayrılmış olan bu çok kıymetli tabakanın hayat tarzlarına
imrenip onlar gibi olmaya özenmek,Allahü teâlânın en büyük nimetidir.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Hz.Ayşe r.a. buyuruyor:
- Ben hiç kıskanması olmayan kadın görmedim, yalnız Hz.Sude de kıskançlıktan eser yoktu. Sude kadar da hiç bir kadını kendime bu kadar yakın hissetmedim. Zannederimki, onunla benim ruhumuz iki ayrı vucudda bulunan bir tek ruh gibidir.


Hz.Sude çabuk kızardı. Bazen en ufak şeye bile kızar, gücenirdi. Fakat aynı zamanda latifeden de hoşlanırdı. Çok kere Resulullahı güldürecek sözler söylerdi. Bir ara Zatı Risaletpenahilerine:
- Dün akşam ben sizin arkanızda namaz kılıyordum. Siz ruku'da o kadar geciktiniz ki, ben burnumdan kan geliyor zannettim, bunun için de kan dökülmesin diye burnumu tutmak zorunda kaldım.
Bunu duyan Zatı Saadetleri gülümsediler.

selamün aleyküm ve rahmetüllahi ve barekatühu
sevgili Aliye kardeşim Ellerine yüreğine sağlık..paylaşıp nasiplenmeye sebep olduğunuz için Mevlam sizleri rızasına nail etsin..ashabın yolundan gidenlerden eylesin bizleri..
selam ve dua ile



Ve Aleyküm Selam ve Rahmetullahi ve Berekatühü kardeşim..
Allah c.c cümlemizden razı olur inşallah.. Teşekkür ederim, istifadeli olduğuna sevindim kardeşim.. İnşallah katkılarımıza devam edeceğiz..
Rabbimiz c.c, yollarında sebatkar kılsın..
Selam ve Dua ile.
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Ümmü Mübeşşir (r.a)


kadsah57.jpg

Ümmü Mübeşşir radıyallahu anha “Ensarlı mümin kadın” diye anılan ve hurma bahçelerine sahib olan bir hanım sahâbî… Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz’in zaman zaman bahçesine uğrayıp öğle kaylûlesini yaptığı bir bahtiyar hanım… Efendimizden birkaç hadîs-i şerifin bizlere kadar ulaşmasına vesile olan bir iman eri…
O Medîneli olup Berâ ibni Mağrur ’un kızıdır. Hurma bahçelerine sahib bulunan varlıklı bir aileden. Bahçe bakım işlerinden anlayan , çalışkan, cömert, sevgi dolu bir hanım. Bizzat kendisi hurma ağaçlarını sular, onlara çocuğu gibi bakmaktan zevk alırdı.
Hurmalar olgunlaşınca ilk topladığı turfanda meyveyi Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimize gönderirdi. Efendimiz ikramını alır ve Ümmü Mübeşşir radıyallahu anha’ya dua ederdi. Hatta onu zaman zaman bahçesinde ziyaret ederdi. Bir seferindeki ziyaretini Cabir ibni Abdullah(r.a.) Ümmü Mübeşşir el-Ensariyye (r.anha) dan şöyle nakleder:
“Ben hurma bahçemizde olduğum bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz çıkageldi. Bana yönelerek şöyle dedi:
“-Bu ağaçları kim dikti. Müslüman mı, yoksa kâfir mi?..” diye sordu. Ben hemen:
- Müslüman Ya Rasûlallah! deyince şu hadîs-i şerîfi îrâd buyurdular:
“-Bir müslüman bir ağaç diker veya bir şey eker de; ondan herhangi bir insan veya bir hayvan yer istifade ederse o yenen şeyler o kimse hakkında sadaka olur.” (Müslim, Müsâkat, 8)
* * *
Ümmü Mübeşşir (r.anha) ashâb-ı şeceredendir. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize bir ağaç altında biat etmiştir. Bir gün bu ağaç altında Hazreti Hafsa annemizle otururlarken oraya İki Cihan Güneşi efendimiz gelmişti. Burada aralarında geçen bir hâdiseyi Cabir ibni Abdullah(r.a.) yine Ümmü Mübeşşir (r.anha) dan şöyle nakletmektedir:
“Ümmü Mübeşşir (r.anha) Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin, Hazreti Hafsa (r.anha)’nın yanında şöyle dediğini işitmiştir:
“- İnşaallah şu ağacın altında biat eden, ashâb-ı şecereden hiç kimse cehenneme girmeyecek” buyurdu.
Bu söz üzerine aklına bir soru takılan Hazreti Hafsa (r.anha) annemiz Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimize:
-Peki ya Rasûlallah Cenab-ı Hak âyet-i celîlesinde: “ İçinizden hiçbiri istisna edilmemek üzere mutlaka
herkes cehenneme uğrayacaktır.” (Meryem 19/71) buyuruyor. Bu nasıl olacak? dedi.
Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz:
“-Allah Teâlâ şöyle de buyurdu” diyerek bir sonraki âyeti okudu. Meâlen: “Sonra müttakî olanları kurtarırız da zâlimleri dizleri üstü bırakırız.” (Meryem 19/72)
Akabinde de buradaki “cehenneme varmaktan” maksadın sırattan geçerken cehennemin yanından geçmek mânâsına geldiğini, yoksa içine girmek demek olmadığını açıkladı. (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 163)
* * *
Ümmü Mübeşşir (r.anha) akıllı , kendine güvenli bir hanımdı.Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizi bir topluluğa fitnelerin yaklaştığına dair bilgi verirken görmüştü. Söylediklerini işitince şöyle bir soru sormuştu:
“- Ya Rasûlallah! O fitne devrinde insanların en hayırlısı kimdir?”
Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz bu soruya şöyle cevap vermiştir:
“- Kendisine ait üç beş koyun ile birlikte Rabbisine ibadet eden, namazını kılan,zekatını veren ve insanların şerrinden uzaklaşan kimsedir.” (Tirmizi, Fiten, 15/2177)
* * *
Ümmü Mübeşşir (r.anha)’dan en çok hadis rivayet eden râvi Cabir ibni Abdullah (r.a.)’dır.
O Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimizden rivayetle Ümmü Mübeşşir (r. anha)’nın şöyle söylediğini nakleder:
“- Ben Neccaroğullarının bahçelerinden bir bahçede idim. İçerisinde o kabileden Cahiliye döneminde ölmüş olan birtakım kimselere ait mezarlar bulunuyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimiz yanıma geldi. Onların azap gördüklerini duyunca dışarı çıktı ve :
“-Kabir azabından Allah’a sığının” buyurdu.
Ben kendisine:
“-Ey Allah’ın Rasûlü! Onlar kabirlerinde azap görüyorlar mı?” diye sordum.
İki Cihan Güneşi Efendimiz:
“-Evet, hayvanların tümünün duyduğu bir azap görüyorlar” diye buyurdu. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c. 6, s. 362)
Ümmü Mübeşşir (r.anha) hakkında kaynaklarda fazla bir bilgiye rastlanmamaktadır. Bu sebebten onu şahsiyeti ile ilgili bilgilerden ziyade , rivayet ettiği hadislerle anlatmak durumunda kaldık.
Allah ondan razı olsun.
Rabbımız cümlemizi şefaatlerine nâil eylesin.Âmin.



Mustafa Eriş
ALTINOLUK
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
esselamün aleyküm ve rahmetüllahi ve barekatühu...

inşallah sizlerle kendilerini takip etmekle doğru yollar bulunacak yıldızlardan
Ebu ÜBEYDE bin El Cerrah yani sad bin muaz ile kardeş olan yıldızı paylaşacağım..
şimdiden gözlerinmize sağlık


EBU UBEYDE B. el-CERRÂH (?-18/639)

Emînü'l-Ümme lâkabıyla anılan, ilk müslümanlardan ve aşere-i mübeşşere* 'den olan sahâbî. Asıl adı Amir b. Abdullah b. el-Cerrâh'tır. Kureyş kabîlesinin Fihroğulları'ndandır. Nesebi, Rasûlullah'ın nesebiyle dedelerinden Fihr'de birleşir (İbn Sa'd, et-Tabakat, III, 297; İbnül-Esir, Üsdü'l-Ğâbe, III, 84).


Ebû Ubeyde, Hz. Ebû Bekir'in dâvetiyle veya Osman b. Maz'un başkanlığında arkadaşlarıyla Rasûlullah'a giderek müslüman olmuştur (İbn Sa'd, et-Tabakat, III, 298). Habeşistan'a göç edenler arasında ikinci kafiledendir. Medine'de Rasûlullah onunla Sa'd b. Muaz'ı kardeş ilân etmiştir (İbn Hacer, el-İsâbe, IV, 111). Ebû Ubeyde, kahramanlığıyla tanındığı kadar, "Eminü'l-Ümme (ümmetin emini)" lâkabıyla meşhur olmuştur. Rasûlullah onun için: ''Her ümmetin bir emini vardır, bu ümmetin emini Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'tır" buyurmuştur (Müslim, VII, 127; İbn Mâce, I, 136).

Esasında Rasûlullah'ın bütün ashâbı emanet ve âdillikte eşittir: ancak bir vasfın her insanda aynı derecede inkişaf etmeyeceği tabîidir. İşte Hz. Peygamber, emîn olma vasfının ashâbı içinde en fazla Ebû Ubeyde'de temayüz ettiğini bunun için belirtmiştir. İbn Hibbân, Enes b. Mâlik'ten rivâyet ettiğine göre, Rasûlullah, "Ümmetimin en merhametlisi Ebû Bekir, en şiddetlisi Ömer, en hayalısı Osman en helâl ve haramı bileni Muaz b. Cebel, ferâizi en iyi bilen Zeyd b. Sâbit, en düzgün Kur'ân okuyanı Übeyy b. Ka'b, en emîni Ebû Ubeyde'dir" buyurmuştur.

Ebû Ubeyde de diğer büyük sahâbîler gibi bütün gazalara katılmıştır. Bedir gazasında müşriklerin safında çarpışan ve kâfir olan babası Abdullah'la karşılaşmış ve onu öldürmüştür. İslâm akîdesinin ilk yaygınlaştığı dönemlerde buna benzer olaylar çoktur. Meselâ, Hz. Ebû Bekir oğlu ile, Mus'ab b. Umeyr kardeşi ile, Hz. Ömer dayısı ile çarpışmıştır. Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Allah'a ve âhiret gününe îman eden hiçbir kavmi, babaları, oğulları, kardeşleri, hısım ve akrabaları olsalar bile Allah ve Rasûlüne meydan okumaya kalkışanlara sevgi besler bulamazsın. İşte Allah onların kalplerine iman yazmış ve kendilerini tarafından bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarında ırmaklar akan Cennetlere koyar ve orada ebedî kalırlar. Öyle ki, Allah onlardan onlar da Allah'tan hoşnutturlar. İşte bunlar Allah taraftarıdırlar. İyi bilin ki, Allah taraftarları hep kurtuluşa erenlerdir" (el-Mücâdele, 58/22).

Ebû Ubeyde, Uhud savaşında Rasûlullah'ın yüzüne batan miğfer parçalarını dişleriyle çekerken ön dişleri kırılmış, Hendek'te, Benû Kureyza'da, Rıdvan Beyatinde Hudeybiye'de, Hayber'de, en cesur savaşçılardan biri olmuştur (İbn Sa'd, et-Tabakat, I, 298). Câbir (r.a.)'ın naklettiğine göre Ebû Ubeyde kumandanlığında keşfe gönderilen sahâbe birliğinin bir dağarcık hurması bulunmakta; bütün gün onlar bir hurmâ ile idare etmekte veya ağaç yapraklarını suyla ıslatarak açlıklarını yatıştırmaya çalışmaktadırlar. Arapça'da bu yapraklara habat denildiğinden, ona izâfeten Habat gazası diye geçen bu olayda, üçyüz kişilik birlik, sâhile vardıktan sonra büyük bir balık ile karınlarını doyurmuşlardır (Buhâri, Bâb-ı Gazveti Seyfü'l Bahr, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, X, 364-367).

Bu örnek olay, sahâbenin hangi zor şartlar ve yokluk altında ilâyı kelimetullah için cihada çıktığına sadece bir tek örnektir. Yine Ebû Ubeyde'nin şahsında, kumandanlık için nefsi tezkiye etmenin ve Rasûlullah'a kesin itaatin bir örneğini görmek mümkündür: "Rasûlullah, Beliy ve Üzre kabilelerine Amr b. el-Âs'ı bir grup sahâbînin başında kumandan olarak gönderdi. Amr'ın validesi Beliy kabilesindendi. Amr, Cüzam mevkiinde "Zâtü's-Selâsil" denilen bir yerde durmuş, ilerleyememiş ve Rasûlullahttan yardım istemiştir. Rasûlullah, içlerinde Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer'in de bulunduğu bir birliği Ebû Ubeyde kumandanlığında Amr'a yardıma göndermiştir. Ebû Ubeyde'ye: "Amr b. el-As ile aranızda ihtilâf çıkmasın" diye de tenbih etmiştir. Hakikaten Amr ile karşılaştığında Ebû Ubeyde, Amr'ın kumandanlık hususunda bencil davrandığını görünce: "Allah Rasûlü bana 'Amr ile ihtilâf çıkarma' dedi; onun için sen beni dinlemezsen, ben seni dinlerim" demiştir. Ebû Ubeyde kumandanlığa daha lâyık olmasına rağmen bu büyük davranışı göstermiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 196).

Ebû Ubeyde hicrî 9. yılda Rasûlullah tarafından "Eminü'l-Ümme" diye övülerek, Necran hristiyanlarından cizye almaya memur edildi. Rasûlullah Necran hıristiyanlarını Medine'ye çağırarak onları İslâm'a dâvet etti; ancak hristiyanlar, İslâm'ı kabul etmeyip sadece cizye verebileceklerini, bunu da alması için "güvenilir" birini memur etmesini Rasûlullah'tan istediler, Rasûlullah da, "Size hakkıyla emîn bir adam göndereceğim" diyerek Ebû Ubeyde'yi gönderdi. Rasûlullah, Bahreyn ile sulh yaptıktan sonra onlardan toplanacak cizye'yi almaya da Ebû Ubeyde'yi görevlendirdi.


devamı gelecek...
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Ebû Ubeyde, Mekke fethinde, Taif muhasarasında, Vedâ Haccı'nda hep Rasûlullah'ın yanında bulunmuştur. Rasûlullah'ın vefâtından sonra meydana gelen Benû Saîde sakifesi olayında Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ebû Ubeyde birlikte hareket etmişlerdir. Hz. Ebû Bekir, Ebû Ubeyde'nin elinden ve Hz. Ömer'in elinden tutarak ortalarında durmuş, sahâbeye bu iki zattan birisine bey'at etmelerini söylemiş; bu sözlerin hemen ardından Hz. Ömer, Hz. Ebû Bekir'e bey'at edince, Ebû Ubeyde de Ebû Bekir'e bey'at etmiştir. Ebû Bekir, vefât ederken bu olayı anımsatmış ve, "Benû Saide sakifesinde Hz. Ömer'i halifeliğe, Ebû Ubeyde'yi vezirliğe lâyık gördüğünü" söylemiştir (Taberî, Târih, III, 430).

Ebû Ubeyde b. el-Cerrâh, Hz. Ebû Bekir'in hilâfetinden itibaren Hz. Ömer zamanında cihad hareketinde Suriye bölgesindeki fetihlere katıldı ve kumandan olarak yer aldı. Ayrıca o, Bisan, Taberiye, Baalbek, Humus, Hama, Şeyre, Maarra, Lazkiye, Antarius, Banyas, Selemiye, Halep, Antakya, Menbic, Delul fetihlerinde bulunmuştur.

634 yılında (H. 13), Humus'ta Roma İmparatoru Herakleius'un muazzam ordusuna karşı Ebû Ubeyde, Yezid b. Ebî Süfyan, Şurahbil, Amr b. el-Âs ve Halid b. Velid gibi kumandanların orduları birleşerek Ecnâdin'de savaştılar. Müslümanlar üç bin şehid vererek burayı fethettiler. Suriye'nin en mühim ticaret merkezi olan Şam'ı kuşattıklarında Ebû Ubeyde Câbiye kapısından şehre saldırdı. Halid b. Velid Şam'ın kendi tarafındaki bölümünü çarpışarak ele geçirirken, Ebû Ubeyde kendi bölgesini sulh ile ele geçirdi ve hristiyanlarla yapılan sulh antlaşması bütün şehre şâmil kılındı. 635 yılında Fahl savaşı vuku buldu. Roma ordusu müslümanların sayıca üç-dört misliydi. İki ordu çarpışmadan önce Romalıların özel elçisi müslümanların karargahına gelip sulh şartlarını görüşmek istedi. Elçi, burada Ebû Ubeyde'yi komutan olarak büyük bir ihtişam içinde biri sanıyordu. Ancak her tarafta birbirine benzer insanlar ve diğer askerlerden farkı olmayan Ebû Ubeyde'yi görünce çok şaşırdı. Ebû Ubeyde, elçinin, Roma topraklarını terkederlerse askerlerine altın verme teklifini reddetti. İki ordu çarpıştı ve müslümanlar Romalıları yenilgiye uğrattılar. 635 yılında Suriye'nin tarihî şehri Humus fethedildi. Ebû Ubeyde birçok yerleri sulh ile ele geçirip Antakya'ya yönelmişken halife Hz. Ömer'in emriyle askerlerini durdurdu ve Humus'ta yerleşti. 636'da Herakleios Roma, İstanbul, el-Cezire, Ermenistan gibi Roma vilâyetlerinden gelen askerlerle büyük bir ordu topladı ve Suriye'ye hareket etti. Ebû Ubeyde Humus ve diğer fethedilen yerlerdeki kumandanlara mektup yazarak toplanan cizyelerin iâde edilmesini, geri çekileceklerini bildirdi (Ebd Yûsuf, Kitâbu'l-Harac, 81). Daha sonra Şam'a gitti ve dağınık İslâm ordularını toplamak amacıyla Yermük'te karargah kurdu. Hz. Ömer'e sür'atle haber yolladı; Roma ordusunun âdeta yağarak üzerlerine geldiğini bildirdi ve âcil yardım göndermesini istedi. Yardım için vakit yoktu; Hz. Ömer cevabında, "Onları yeneceğinize inanıyoruz" diyordu. Amr b. el-Âs da Ürdün'den Yermük'e gelince müslümanların maneviyatları kuvvetlendi. Yermük'e çok yaklaşan Roma ordusundan bir elçi akşam namazı kılınırken geldiği zaman Ebû Ubeyde'ye sordu: "Hz. İsa için ne düşünürsünüz?" Ebu Ubeyde şu cevabı verdi: Allah buyurur ki: "Ey ehl-i kitap, dininizde taşkınlık etmeyin. Allah hakkında ancak gerçeği söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih Allah'ın peygamberidir. Aynı zamanda Meryem'e ulaştırdığı kelimesi ve kendinden bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine inanın, "üçtür" demeyin, vazgeçin, bu hayrınızadır. Allah ancak bir tektir. Çocuğu olmaktan münezzehtir, göklerde uçanlar da yerde olanlar da O'nundur" (en-Nisâ, 4/1 71). Romalı elçi bu âyeti duyunca kelime-i şehâdet getirdi ve müslümanlara katıldı. Yermük savaşında müslümanlar inançlarıyla dev gibi Roma ordusunu korkunç bir yenilgiye uğrattı.

Herakleios artık bu yenilgiden sonra Antakya'yı terketti ve İstanbul'a giderken meşhur "Elveda Suriye" sözünü söyledi.
Ebû Ubeyde tekrar Humus'a döndü. Kınnesrin, Halep, Antakya İslâm hakimiyeti altına alındı. Halid b. Velid Maraş'ı fethetti. Nihayet Kudüs 637 tarihinde kuşatıldığında Kudüs halkı ve din adamları şehri, Hz. Ömer'e teslim etmek istediklerini söylediler. Hz. Ömer Cabiye'ye gelerek onlarla antlaşma imzaladı. 638 yılında Halid b. Velid'i başkumandanlıktan azleden Hz. Ömer yerine Ebû Ubeyde'yi tayin etti. Bu sırada Rumlar tekrar yeni bir orduyla saldırdılar. Ebû Ubeyde komutasındaki İslâm ordusu Rumları Humus'ta bir defa daha yenilgiye uğrattı. Ebû Ubeyde, Şam ve çevresinin fütuhâtı tamamlandıktan sonra "Şam emiri, adaleti" deyimiyle Rumlar arasında bile hayırla anılmıştır. Hicretin 18. yılında Hicaz bölgesinde kıtlık başgösterince Ebû Ubeyde Medine'ye büyük miktarda yiyecek yardımı gönderdi. Aynı yıl, veya 17. yılın sonlarında- Suriye, Mısır ve Irak'ı Amvas (Amevas) Tâunu diye tarihe geçen veba salgını istilâ etmiş, birçok sahâbî bu salgında vefât etmişti. Ebû Ubeyde de, Hz. Ömer'in Şam'dan ayrılması ısrarlarına rağmen şehirde kalmış ve vebaya yakalanmıştır. Yerine Muâz b. Cebel'i bırakan Ebû Ubeyde şöyle vasiyette
bulundu: "Size bir vasiyyetim var. Onu kabul ederseniz hayra erersiniz: Namazınızı kılın, orucunuzu tutun, sadakanızı verin, haccınızı ifâ edin, birbirinizi gözetin, emirlerinize itaat edin ve onları aldatmayın. Dünya sizi aldatmasın. Bir insan bin sene de yaşasa âkibet şu neticeye varır: Allah insanların alnına ölümü yazmıştır, onun için hepsi ölürler. İnsanların en akıllısı Allah'a en çok itaat eden, âhiret için çok çalışandır. Hepinize Allah'ın selâm ve rahmetini, lütûf ve bereketini niyâz ederim. Haydi Muâz! Cemaate namaz kıldır." Ebû Ubeyde'nin kabri Şam'da Anta köyü civarında Gavr Beysan'dadır. Tarihçilerin nakline göre Hz. Ömer ve ashâb salgın yerine gelip durumu gördükten sonra hemen oradan ayrılmak istemişler, Ebû Ubeyde Ömer'e, "Ya Ömer, Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" demiş, Ömer de, "Evet, Allah'ın kazâsından kaderine kaçıyorum" demiştir.

Ebu Ubeyde, züht ve takvâ sahibi, "ümmetin emîni", cesur, savaşçı, adaletle hükmeden, itaatkâr bir sahâbîdir. Diğer birçok sahâbî gibi o da, fütuhat sonunda ele geçirilen mal ve mülke rağbet etmeyerek sade bir hayat sürdü. Hz. Ömer onun odasının eşyasız bir keçe, bir kırba, birkaç lokma yiyecekten ibaret olduğunu görünce ağlamış ve, "Dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi" demiştir. Yine Ömer, "Allah'a hamdolsun, müslümanlar içinde böyle insanlar var..." diye onu övmüştür. Ebû Ubeyde, bir müslümanın kendisine iltica eden birini himaye edebileceğini söylemiştir (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 195). Aşere-i Mübeşşere* denilen, cennetle müjdelenmiş on kişiden biri olan Ebû Ubeyde, Rasûlullah ile devamlı birlikte olduğu halde ondan çok az hadis rivâyet etmiştir. Orta boylu, zayıf, güzel yüzlü, zekî, merhametli diye anılan bu sahâbî, Şam emiri iken, bütün Şam halkı onun âdil bir yönetici olduğunda ittifak etmiştir. Onun az hadis rivâyet etmesi, tıpkı Ebû Bekir, Zübeyr b. el-Avvâm, Abbâs b. Abdülmuttalib gibi birçok büyük sahâbî -Mukillin- gibi, Rasûlullah'ın mâiyetinde bulunmalarına ve onun vefâtından sonra yaşamalarına rağmen, hadis rivâyeti hususunda çok titiz, bunun büyük bir sorumluluk olduğunun bilincinde olduğundan kaynaklanıyordu. Ebu Ubeyde Rasûlullah'tan ondört hadis rivâyet etmiştir (Ahmed Naîm, Tecrid-i Sarîh Tercümesi, Mukaddime, 1, 60). Bu Mukillin ashâb, sünnetin birer uygulayıcısı, canlı birer numûnesi olduklarından, sünneti yaşamaya daha ziyade önem vermişler, sünneti "anlatma"yı ise başka sahâbîlere bırakmışlârdır. Ebû Ubeyde'nin râvileri arasında Câbir, Ebû Ümâme, Abdurrahman b. Ganem bulunmaktadır.


son..
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
selamün aleyküm aliye kardeşim...
ben bugün forum da yıldız paylaşımın görmeyince paylaşayım dedim ben biraz ağır olduğumdan geciktim..
Rabbim sizden razı olsun çok güzel bir ahnım sahabi hayatını paylaşmısınız
;Ellerinize sağlık Rabbim onalardan razı olsun bizleri de hayatlarını okuyup nasipelnen ve uygulayanlardan eylesin inşallah..
selam ve dua ile
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
SAHABELERİM GÖKTEKİ YILDIZLAR GİBİDİR..HANGİSİNE TUTUNURSANIZ KURTULUŞA ERERSİNİZ..Hadis-i Şerif...Gönüldaşlarımdan Allahcc razı olsun...BESMELE...SELAM...DUA...
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
kadsah52.jpg


Havle Binti Tüveyt (r.a)



[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Havle binti Tüveyt radıyallahu anhâ mü’minlerin annesi Hazreti Hatice radıyallahu anhâ’nın yakın arkadaşı... Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin saygı gösterdiği, kendisi için ayağa kalktığı bir hanım sahâbî...


[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]O, Mekke’li olup Tüveyt İbni Habib’in kızıdır. Mekke’nin ileri gelen hanımlarından Hatice binti Huveylid ile arkadaş idi. Peygamber hanesine yakınlığı dolayısıyla son dinin geldiğini ve Allah Rasûlünün peygamberliğini birçok kimseden önce duymuştu.[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Havle binti Tüveyt, Hz. Hatice annemizin sık görüştüğü bir arkadaşıydı. Ona karşı gönlünde samimi bir muhabbet vardı. Onun dürüstlüğüne hayrandı. Akıllı ve zeki bir hanım olarak o, Hz. Hatice (r. anhâ)’nın fikir ve düşüncelerine çok değer verirdi. Zira onun görüşlerinin doğruluğunda şüphesi yoktu. Onun sözünde sâdık olduğunu ve muhtaç kimselere yardım ettiğini bizzat yaşayarak görmüştü. Bu sebebten Hz. Hatice (r. anhâ)’ya karşı özel bir gönül bağı vardı.[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hz. Hatice (r. anhâ) annemiz Havle binti Tüveyt ‘in samimi ve yakın arkadaşlığını fırsat bilerek İslâm’ı ona anlattı. O da tereddüt etmeden kabul etti. İslâm’a ilk girenlerle birlikte müslüman oldu.[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Havle (r. anhâ) arkadaşı Hz. Hatice (r. anhâ)’nın İslâm’ı tebliğ konusunda Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimize verdiği desteği yakînen görüyordu. Onu davasında yalnız bırakmadığına ve canıyla, malıyla hizmet ettiğine bizzat şâhit oluyordu. Kendisi de gücü nisbetinde bir şeyler yapmaya çalışıyordu. İslâm’ın ilk yılları zor ve çetin geçmekteydi. Buna rağmen hiçbir mü’min Allah ve Rasûlü dâvasından vaz geçmemekteydi. [/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Havle binti Tüveyt (r. anhâ) Allah’a ve Resûlüne tam teslim olmuş bir hanımdı. Onun imânî heyecanını bilen İki Cihan Güneşi efendimiz Havle (r. anhâ)’ya hürmet ederdi. Bilhassa Hz. Hatice (r. anhâ) annemizin vefâtından sonra zaman zaman onu ziyaret ederdi. Zevcesi Hatice’nin hâtırâsı olarak ona izzet ve ikramda bulunurdu. Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimizin bu vefâkârlığını Hz. Aişe (r. anhâ) annemiz şöyle anlatıyor:[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Birgün Havle (r. anhâ) bize geldi. Onun geldiğini gören Allah Resûlü sallallahu aleyhi vesellem ayağa kalktı. “Hoş geldin! Nasılsın?” diyerek Havle (r. anhâ)’nın hal ve hatırını sordu. Ben bunu garibsedim.[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Kendi kendime; bu kadının içeri girmesiyle niçin ayağa kalktı? Buna gerek varmıydı dedim. Hemen Rasûlullah sallallahu aleyhi veselleme:[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]“ – Ya Rasûlallah! Onun için ayağa kalkıp karşılamana gerek varmıydı?” diye sordum. Bunun üzerine Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem şöyle buyurdu:[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]“Bu kadın Hatice zamanında bize ziyarete gelirdi. Onun arkadaşıydı. Güzel arkadaşlık imandandır.” diye cevap verdi. [/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İki Cihan Güneşi efendimiz emsalsiz, örnek bir şahsiyetti. Her konuda mü’minlere rehberlik ederdi. Vefâ konusunda da tekti. Hz. Hatice annemizin hâtırası olarak Havle (r. anhâ)’ya hürmet edip ayağa kalkması onun derin vefâkarlık örneğiydi.[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Havle binti Tüveyt (r. anhâ) kendisini ibadete vermiş sâliha bir hanımdı. Özellikle gece ibadetine çok düşkündü. Allah Teâlâ’nın huzurunda durmaktan büyük zevk alırdı. Geceleri hep ibadetle geçirdiği için uyumadığı da olurdu.[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Havle (r. anhâ) bir defasında yine Hz. Aişe (r. anhâ) annemizin yanına gitmişti. Gece sabahlara kadar uyumadan ibadet etme konusunda bilgilenmek istiyordu. Bu meseleyi annemize sordu. O da Resûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem efendimize Havle (r. anhâ)’nin yaptıklarını anlattı. Net ve açık bir şekilde: “Ya Rasûlallah! Bu Havle’dir. Onun gece gündüz uyumadan, sürekli ibadet ettiğini söylüyorlar.” dedi.[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi vesellem efendimiz bu davranışı uygun görmedi. Her şeyin hakkı vardır. Bedenin de hakkı vardır. Her hak sahibine hakkını vermek lazımdır. Uykuya vakit ayırmasını ve aşırıya gitmemesini söyleyerek şu tavsiyede bulundu:[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]“Gücünüz yetecek kadar amel yapın. Allah’a yemin ederim ki, siz usanmadıkça Allah usanmaz (yeter demez)” buyurdular. [/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ne güzel bir hayat ölçüsü elhamdülillah. İslâm ne yüce bir dindir. Ne ifrad ne de tefrit vardır. Îtidal ve istikamet esastır. İnsan, gücünün yettiğiyle sorumludur. Asıl olan huzur ve huşû ile ibadettir.[/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Rabbımız cümlemize Havle binti Tüveyt (r. anhâ)nın şefaatlerine erebilmeyi, huzur ve huşû içinde ibadetler yapabilmeyi nasib eylesin. Amin...[/FONT]


[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]Mustafa Eriş
[/FONT]
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ümmü Atıyye (r.a)[/FONT]
Ümmü Atıyye radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizle yedi gazvede bulunma şerefine eren kahraman bir hanım sahâbî!... Müslüman hanımların cenâzelerini yıkama hizmetiyle tanınan, ashâb-ı kiramın fakîhlerinden sayılan ilim erbâbı bir hanım!...

Sevgili Peygamberimizin ilk kızı Hazreti Zeynep radıyallahu anhâ’nın cenâzesini yıkama vazifesini yerine getirmekle mutlu olan ve o hizmetin kendisine verilmesinden büyük şeref duyan bir bahtiyar hizmet eri.
O, Medine’lidir. Asıl adı Nesîbe binti Hâris’dir. “Nesîbe’cik” anlamında Nuseybe binti Hâris diye de telaffuz edenler vardır. Ümmü Atıyye onun künyesidir. Hadis rivâyetlerinde bu künye ile tanınmıştır.
O, Resûl-i Ekrem (s.a) efendimizin hicretinden sonra İslâm’la şereflenmiştir. Efendimiz, Medine’ye yerleşince kendi isteği ile bizzat gidip, huzuruna varıp biat etmiş hanımlardandı.
kadsah22.jpg

Sevgili Peygamberimizle yedi gazveye katılan Nesîbe (r.anhâ) bu savaşlarda çok yararlılık göstermiştir. Müslüman askerlerinin hizmetinde bulunmuştur. Mücâhidlerin yemeğini pişirmiş, hastalarıyla yakından ilgilenmiş şefkat ve merhametle elinden gelen hizmeti esirgememiştir. Onların, yaralı olanlarının iyileşmesi, tedâvisî için bütün gayretiyle çalışmış, yaralarını sarmıştır. Ümmü Atıyye (r. anhâ) bu hizmetlerine dair bilgileri kendisi şöyle nakleder:

“Ben yedi savaşta Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem ile birlikte bulundum. Onlara yemek yapar, geride kalan eşyalarını toplardım. Yaralıları tedâvî eder, hastalara bakardım.”

Ümmü Atıyye (r. anhâ) dînî emirlere bağlı, samîmî ve ihlas sâhibi olgun bir hanımdı. Şefkat ve merhamet dolu bir gönle sahibti. Allah Rasûlüne sadakatinden dolayı bir ana gibi sevilirdi.

O, sâdece savaş meydanlarında darda kalmış insanlara değil, geniş zamanlarda, sulh dönemlerinde dahi herkese hizmet etmeyi severdi. Hatta ashabın hayvanlarına bile göz kulak olurdu. Akşam olup da gece dışarıda kalmış hayvanâta varıncaya kadar şefkat ve merhamet eder, onlara acırdı. Onlara Allah’ın mahluku, yaratığı nazarıyla bakar kaybolmalarını istemezdi. Bir komşunun veya tanıdığının hayvanı ise; onları kendi haline bırakıp terketmezdi. Sâhibine kadar getirip teslim ederdi.

Ne şefkat!... Ne merhamet!... Ne sevimli bir hareket!... Ne güzel ilgi!... Ne samîmi davranış!... Ne sıcak alâka!... İlgi sevgi doğururdu. Kardeşinin hayvanına dahî göz kulak olmak!... Herkese hizmet ederek gönüllerde sevgiyi artırmak!... Hizmetle yakınlık sağlayarak gönüller fethetmek!... Allah’ım bizlere de samîmî davranışlar ve güzel hizmetler lutfet!...

Ümmü Atıyye (r.anhâ) bilgili, becerikli, hizmet ehli bir hanımdı. Her işi severek yapardı. Güleryüzü eksik olmazdı. Sağlam bir itikada ve geniş bir İslâmî bilgiye sahipti.

Medine-i Münevvere’de müslüman hanımların cenâzelerini yıkamakla meşhur olmuştu. Sevgili Peygamberimizin ilk kızı, biricik Zeyneb’i vefat edince, cenâze gasil ve defin hizmeti ona verilmişti. Bu onun Rasûlullah (s.a) efendimiz katındaki dîni mevkiini göstermesi bakımından dikkat çekiciydi. Bu hizmetiyle ilgili olarak kendisinden rivâyet edilen hadis-i şerif şöyledir:

Ümmü Atıyye radıyallahu anhâ’dan rivayet edildiğine göre, Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem kızı Zeyneb radıyallahû anhâ’yı yıkayan kadınlara şöyle buyurdu:

“Sağ tarafından ve abdest organlarından başlayın.” (Riyazussalihin Şerh ve Tercemesi, c.4, s. 196. Buharî, cenâiz 10)

Zeyneb (r. anhâ) hicretin sekizinci yılında vafat etti. Resûl-i Ekrem (s.a) biricik kızının cenâzesini yıkayan Ümmü Atıyye (r. anhâ) ve ona yardım eden diğer hanım sahâbilere, yıkamaya sağ taraftan ve abdest organlarından başlamalarını söyledi.

İki Cihan Güneşi efendimiz bu tavsiyeleriyle bizlere de ışık tuttu. Hayatta her iyi ve güzel işi sağdan başlayarak yapmamız gerektiğini duyurdu.

Hadis kitaplarının değişik yerlerinde rivayet edilen bir başka hadislerinde ise Fahr-i Kâinat (s.a) efendimiz’in Ümmü Atıyye (r. anhâ)’ya ayrıca şu tavsilerde bulunduğu nakledilmiştir.

Sevgili kızını bol su ile ve o devirde yaprakları sabun yerine kullanılan sidr adlı bitkinin yapraklarıyla üç, beş, hatta gerekirse daha fazla yıkamalarını istedi.

Sonuncu defa yıkarken kâfur veya benzeri güzel bir koku kullanmalarını söyledi. İşleri bitince haber vermelerini tenbih etti.

Yıkama işinin tamamlandığı söylenince, izârını onlara vererek; “Bunu kızıma iç gömleği yapınız” buyurdu. Kızına karşı kalbinde beslemiş olduğu sevgiyi bu şekilde göstermiş oldu. Vedâ anında bile biricik kızına sevgisini eksik eylemedi. Şefkat gömleğine sararak onu uğurladı.

Ne sevgi!... Ne şefkat!... Ne merhamet!... Allah’ım bizlere de o sevgi, şefkat ve merhamet pınarından doyasıya içmeyi nasîb et!...

Ümmü Atıyye (r. anhâ) metânet sâhibi, sabırlı bir hanımdı. Ölüler için mâtem tutmazdı. Arkasından feryâd ü figan ederek ağlamazdı.

O kendi oğlunun vefatından üç gün sonra koku sürünerek halkın içine çıkmıştı. Bu hareketini garib karşılayanlara Efendimizden naklen şu haberi vermişti: “Bir kadının kocasından başka bir kimse için üç günden fazla mâtem havasına bürünmesine müsaade edilmemiştir”diye söylemiştir.

Ümmü Atıyye (r. anhâ) ashâb-ı kirâmın fakîhlerinden sayılmış ve kırk kadar hadis-i şerif naklettiği rivâyet edilmiştir. Hepsi Kütüb-i Sitte’de yer almıştır. İki tanesi meâlen şöyledir:

“Hanım olarak bizler cenâzenin peşini takipten men olunduk.”

“Rasûlullah (s.a) bizimle bey’at yaparken; feryâd ederek ağlamamak üzere bizden söz aldı.”

Ümmü Atıyye (r. anhâ) hicretin yetmişinci yılı civarında vefat etmiştir.

Allah ondan razı olsun. Rabbimiz bizleri şefaatine nâil buyursun. Amin. MUSTAFA ERİŞ

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]





[/FONT]
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Hazret-i Emame (r.a.)
[SIZE=+2] [/SIZE]
Peygamberimizin Torunu
Anneleri Hazret-i Zeynep. Babası Ebü'l As. Büyükbabası Resulullah'ın devr-i saadetleri zamanında doğdu.



Nikahı

Rüşd çağına geldiğinde Hz. Fatime'nin vasiyeti üzerine,
"- Benden sonra Hazret-i Ali (r.a.) Emame ile evlensin" Hz.Ali (r.a.) ile evlendi. Ebül As'da aynı vasiyeti yapmıştı. Düğün işlerini Hz.Zubeyir (r.a.) deruhte etti.
Hicri 40 yılında Hz. Ali şehit edilince, Muaviye Hz.emame ile evlenmeği düşündü. Emame ve ailesi böyle bir evliliğe karşı idiler. Muaviye'nin baskı yapacağını daha önceden düşünen Hz.Ali vefatı esnasında Muğayre İbn-i Nevfel'e vasiyet ederek,
"- Benden sonra, Emame ile evlen." demişti. Böyle olunca Hz.Ali'nin vefatından sonra iddet müddeti tamam olunca Hz.Emame ile nikahlandı.
Hz.Ali'nin (r.a.) düşündüğü oldu. Muaviye, o zaman Medine valisi Mervan'a mektup yazarak, Emame'nin nikahına talip oldu ve bu iş içinde 1000 altın dinar sarfetmesini bildirdi. Fakat Hazret-i Emame meseleyi haber alınca Mugayre'ye haber gönderdi bu işi bir an önce halletmesini bildirdi. Mugayre'de Hazreti Hasan'dan müsaade alıp, Hazret-i Emame'nin nikah işini tamamladı.




kadsah7.jpg

Resulullah'ın Emame'ye Karşı Sevgisi

Peygamberimiz, Emame'yi çok severdi. O da Resulullah'ın dizinin dibinden ayrılmazdı. Namaz kılarken bile omuzlarına çıkardı. Rukuya vardıkları zaman omuzlarından iner, fakat secdeye vardıkları zaman yine mübarek başlarına tırmanırlardı.
Habeşistan Hükümdarı Necaşi barigah-i Nubuvvete hediye olarak bir bilezik gönderir. Resulullah buyurur:
- Bu bileziği benim ev halkımdan en çok sevdiğim kimseye vereceğim. Mubarek hanımları sandılar Hz.Aişe'ye verecek. Fakat O Emameyi çağırdı ve bileziği onun koluna taktı.



Çocukları

Mugayr'e İbn-i Nevfel'den bir erkek çocuğu vardı. Bunun ismini Yahya koydular. Bundan dolayı'da Hz.Emame'nin künyeside Umm-i Yahya idi.



Vefatı

Son günlerini Hazret-i Mugayre ile birlikte geçirdi. Vefat ettiği zaman da Hz.Mugayre'nin evinde vefat etti.

Kaynak:
1) Kadın Sahabiler, Mevlana Niyaz, Tercüme Prof Ali Genceli, Toker Yayınları, 1971
 

acmiyy

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Eki 2007
Mesajlar
121
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
31
Ve aleykum selam emegi gecen herkesten Allah razi olsun selam ve dua ile ....
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
S.a.
Bi süre pek takip edemedim siteyi ve forumlarımı, inş bundan sonra daha sıkı takip etme imkanım olur.
Bu vesile ile foruma katkıada bulunan tüm kardeşlerimden allah c.c. Razı olsun
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
S.a. Arkadaşlar,
hayrılı sabahlar, hayırlı rızıklar inş
forumumuz 05.03.2009 tarihinde başladı, katılımcı kardeşlerimizin katkılarıyla bu güne kadar yüzeyselde olsa27 yıldızımızı tanıdık, naçizane listesini yaptım.
Bundan sonraki katılımcı kardeşlerimiz kimleri işlediğimizi daha kolay görebilsin diye.

1. Caferi tayyar r.a.
2. Zeyd bin harise r.a.
3. Abdullah bin revaha r.a.
4. Mus'ab bin umeyr r.a.
5. Berra ibni azib r.a.
6. Cabir bin abdullah r.a.
7. Selman farisi r.a.
8. Talha bin ubeydullah r.a.
9. Safiyye binti huyey r.anhuma
10. Cuveyriye binti haris r.anhuma
11. Abdullah ibni mesud r.a.
12. Hz. Hamza r.a.
13. ümmü seleme r.anhuma
14. Vahşi r.a.
15. Habbab ibni eret r.a.
16. Huzeyfe bın yeman r.a.
17. Dıhye'i kelbi r.a
18. Saad bin ebi Vakkas r.a.
19. Dıhye r.a.
20. Ebu Eyyup El Ensari r.a.
21. Saad bin Muaz r.a.
22. Sude Binti Zenna r.a.
23. Ümmü Mübeşşir r.a.
24. Ebu Ubeyde bin el Cerrah r.a.
25. Havle Binti Tüveyt r.a.
26. Ümmü Atıyye r.a.
27. Hz. Emame r.a.
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a. arkadaşlar,
Yeni bi sahabemizle yola devam edelim inşaallah

ZÜBEYR B. EL-AVVAM R.A.
Zübeyr b. el-Avvam b. Huveylid b. Esed b. Abdi'l-Uzza b. Kusayy b. Kilâb b. Mürre b. Ka'b. b. Lüeyy el-Kuraşî el-Esedî. Büyük oğlu Abdullah'tan dolayı "Ebû Abdillah" diye çağrılırdı. Peygamber (s.a.s)'in dostu ve havarisi (yardımcısı), aynı zamanda halası Safiyye binti Abdulmuttalib'in oğludur.

Cennetle müjdelenen on kişiden biridir. Hz. Ömer'in vefatından sonra, halife seçimini gerçekleştirmeleri için tayin ettiği altı kişilik "Ashabü'ş şûra" (danışma kurulu) üyelerindendir. Annesi kendisini "Ebu't-Tâhir" diye çağırırdı. Fakat Zübeyr (r.a) kendisini oğlu Abdullah ile künyelendirmiş ve bu künye ile tanınmıştır (el-Askalânî, el-İsâbe fı Temyizi's Sahâbe, Beyrut, t.y., III, 5; İbn Hişâm, Sîre, Mısır 1955, I, 250; Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebî, 13; İbn Abdi'l-Berr, el-İstiâb fî Ma'rifeti'l-Ashâb, Kahire, t.y., II, 510; İbn Sait Tabakâtü'l-Kübra, Beyrut,1957, III, 100).

Zübeyr, Hz. Ebu Bekir'in İslâm'a girmesinden kısa bir müddet sonra müslüman olmuştur. İlk müslümanların dördüncüsü veya beşincisidir. Ancak ne doğum tarihi, ne de kaç yaşındayken müslüman olduğu kesin olarak bilinmemektedir. Muhtelif kaynaklar, müslüman olduğu sırada onun 8-16 yaşları arasında bulunduğu söylerse de bu tahminlerin doğruluğu şüphelidir. Zira babası Avvam b. Huveyfid'in Ficar savaşlarından birinde (kuvvetli bir ihtimalle dördüncü ve son savaşta) öldürüldüğü, onu öldürenin de Mürre b. Muatab es-Sakafi olduğu kabul edilmektedir. Bazı kaynaklarda Zübeyr (r.a)'ın Hz. Afi, Talha ve Sa'd b. Ebi Vakkas ile aynı yılda doğduğu ifade edilmektedir (el-Endelüsî, el-Ikdü'l-Ferîd, Beyrut, t.y., VI, 92; İbn Kuteybe, el-Maârif, Lübnan,1970, 96; el-Askalânî, a.g.e., III, 5; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe fî Ma'ifeti's-Sahabe, Kahire, 1970, II, 250; Ziriklî, el-A'lâm, Beyrut, 1969, III, 74; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 510-511; İbnü'l-Cevzi, Safvetü's Safve, Haleb,1969, I, 342; Butrus el-Bustânî, Dâiretü'l-Maarif, IX, 177).

Son Ficar savaşı, Hire hükümdarı dördüncü Münzir'in oğlu Numan Ebû Kâbûs'un saltanatı (585-614) sırasında meydana gelmiştir. Ficar savaşı başladığı zaman, kimi rivayetlere göre Peygamber (s.a.s),14-15 yaşlarında, kimi rivayetlere göre ise daha küçük yaşlardaydı. Son Ficar savaşında ise O'nun 14-20 yaşlarında olduğu gelen rivayetler arasındadır (İbn Hişâm, a.g.e., II, 89; İbnü'l-Esîr, el-Kâmil fi't-Tarih, trc. İstanbul 1986, I, 511).

Son Ficar savaşı ile Peygamber (s.a.s)'in Mekke'lileri İslâm'a davet etmeye başladığı 610 yılı arasında yirmi küsûr yıl vardır. Buna göre ilk müslümanlardan olan Zübeyr (r.a)'ın bu tarihte, yirmi yaşından büyük olması gerekir.

Zübeyr'in babası ölünce, amcası Nevfel onun velâyetini üstlenmişti. Küçük yaşta yetim kalan Zübeyr'i, annesi çok döverdi. Amcası da onu savunur, dövmesine engel olmaya çalışırdı. Ancak Zübeyr büyüyüp müslüman olunca, onu karşı bu sevgisi öfkeye dönüştü. Öyle ki, İslâm'dan dönmesi için onu bir hasıra bağlayıp asar ve ateş yakarak dumanla ona işkence ederdi (el-Askalâni, a.g.e., III, 5; İbn Sa'd, a.g.e., III, 101).

Zübeyr, 615 yılında Mekkeli müslümanlarla birlikte Habeşistan'a hicret etmiştir. Medine'ye hicretten sonra muhacirlerle ensâr arasında kardeşlik tesis edildiği zaman Zübeyr ile Seleme b. Selâme b. Vakş kardeş ilan edilmişti (İbn Abdı'l-Berr, a.g.e., II, 511). Başka rivayetlerde ise, Rasûlüllah'ın; Abdullah İbn Mes'ûd veya Talha ya da Ka'b b. Mâlik'le Zübeyr arasında kardeşlik tesis ettiği ifade edilmektedir (İbn Sa'd, a.g.e., III, 102; İbn Hişam, a.g.e., I, 505).

Bedir günü müslümanların sayılı birkaç atı vardı. Bunlardan biri de Zübeyr'in Ya'sub adlı atı idi. O gün bir çok müşriki öldürmüştür ki, bunlardan biri "Kureyş'in aslanı, Muttaliboğulları aslanı" diye bilinen amcası Nevfel idi (İbn Hişam, a.g.e., I, 666, 708; İbn Hişam, Cemheretü Ensâbi'l-Arab, Kahire, 1982, 120).

Zübeyr'in oğlu Abdullah, babası ile ilgili olarak şu olayı anlatıyor: "Ahzâb günü, ben ve Ebû Seleme'nin oğlu Ömer (çocuk olduğumuzdan) kadınların yanında bırakılmıştık. Bir de baktım ki babam Zübeyr, atının üstünde iki yahut üç kere Kurayza oğullarına gidip geldi. Evimize döndüğümüzde babama: Babacığım! Ben seni Benî Kurayza yurduna gidip gelirken gördüm dedim. Babam: Sen beni öyle gördün mü evlâdım? dedi. Ben de Evet, dedim. Babam: Rasûlüllah (s.a.s); "Benî Kurayza ya kim gider de onların haberini bana getirir" dedi. Ben de gittim. Döndüğümde, Rasûlüllah, anası ile babasını bir arada zikrederek Ânam babam sana feda olsun" dedi (Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebi, 13).

Yermük Vakası gününde Peygamber'in sahâbîleri, Zübeyr'e hitaben:

"Ey Zübeyr! Rumlara şiddetli bir saldırı yapmazmısın ki, biz de seninle beraber şiddetli bir saldırı yapalım" dediler. Bunun üzerine Zübeyr (r.a) Rumlar üzerine şiddetli hamleler yaptı. Bu hamleler sırasında, Rumlar, Zübeyr'in omuz köküne iki darbe vurdular. Bu iki geniş yara arasında Bedir'de yediği bir darbenin çukurluğu vardı ki, oğlu Urve; "Ben çocukken bu darbenin yerine parmaklarımı sokar, oynardım" demiştir (Buharî, Fedâilü Ashâbi'n-Nebi, 13).

Zübeyr, Mısır fethinde de önemli bir rol oynamıştır. Nitekim halife Hz. Ömer, 642'de Mısır'ın Babilin kalesini kuşatan Amr İbnü'l-Âs'a yardım için onu onbin kişilik bir kuvvetle göndermiştir. Mısır'ın o zamanki hükümet merkezi olan Heliopolis de Zübeyr tarafından alınmıştır (İbnü'l-Esîr, el-Kâmil, İstanbul 1985, II, 515, vd; İA, XIII, 635).

Zübeyr'in, Hz. Osman'a baş kaldıran Mısırlıların, Medine'de gerçekleştirdikleri hareketlerde, Osman'ın şehid edilişine kadar, işe aktif olarak karışmadığı, bazı rivayetlere göre; hem kendisinin hem de Hz. Ali'nin, Hz. Osman'ı korumak üzere oğullarını gönderdikleri ifade edilmiştir.

Hz. Osman'ın şehid edilmesinden sonra, ashabın büyük bir çoğunluğu Hz. Ali'ye bey'at etmişlerdir. Zübeyr ile Talha da bey'at edenler arasındadır. Bazı rivayetlere göre bu ikisinin Hz. Ali'ye istemeyerek bey'at ettikleri görülüyor.

Anlatıldığına göre, Zübeyr ve Talha, bey'at işi bittikten sonra Hz. Ali'ye gelerek; "Sana hangi hususta bey'at ettiğimizi biliyor musun?" derler. Hz. Ali: "Evet; dinlemek ve itaat etmek üzere. Ebû Bekir, Ömer ve Osman'a hangi hususta bey'at ettiyseniz onun üzerine" der. Onlar ise: "Hayır, biz sana işte ortak olmak üzere bey'at ettik" derler. Hz. Ali onların bu isteklerini reddeder. Bu defa Kureyş'ten rastladıkları bir cemaata Hz. Ali hakkında ileri geri konuşurlar. Bu dedikoduları duyan Hz. Ali, Abdullah b. Mes'ud'u çağırtarak onun görüşünü sorar. Abdullah; "Görüyorum ki, valilik istiyorlar. Sen de Zübeyr'e Basra valiliğini, Talha'ya da Kûfe valiliğini ver" diyerek Hz. Ali'ye tavsiyede bulunur. Hz. Ali bunu şiddetle reddeder. Bilahare, Zübeyr'le Talha, Hz. Ali'ye gelerek umre yapmak üzere Mekke'ye gitmek için izin isterler. Hz. Ali asıl maksadlarını bildiği halde onlara izin verir (İbn Kuteybe, el-İmameti ve's-Siyâse, 51; İbnü'l-Esîr, a.g.e., III, 195 vd).

Bundan sonra, Zübeyr, Talha ve Hz. Âişe'nin, Sıffin Savaşında Hz. Ali'ye karşı cephe aldıkları görülmektedir. Hz. Ali, onları karşısında görmek istemediğinden ikna etme yollarını arıyordu. Bir ara Zübeyr'le karşılaşınca ona; "Ey Abdullah'ın babası! Seni buraya getiren nedir?" diye sordu Zübeyr: "Osman'ın kanını istemeye geldim" dedi. Hz. Ali; "Osman'ın kanını mı istiyorsun? Allah, Osman'ı öldüreni kahretsin. Ey Zübeyr! Rasûlüllah'ın sana; "Sen Haksız olduğun halde Ali ile savaşacaksın " dediğini hatırlıyor musun?" deyince, Zübeyr; "Allah şahidimdir ki bu doğrudur" der. Hz. Ali; "Öyleyse benimle ne diye savaşıyorsun?" diye sorunca Zübeyr "Vallahi bunu unutmuştum, şayet hatırlasaydım sana karşı çıkmazdım, seninle savaşmazdım" dedi (İbn Kuteybe, a.g.e., 68).

Bu konuşmadan sonra Zübeyr savaştan çekilerek geri döndü. Medine yolunda Temîm kabilesine ait bir su başına vardığında orada bulunan Amr b. Cürümüz, onu takibe başladı. Vâdi's-Sibâ' denilen mevkide bir fırsatını bularak Zübeyr'i şehid etti (H. 36) (İbn Kuteybe, a.g.e., 69; İbn Abdi'l-Berr a.g.e., II, 515; İbn Sa'd a.g.e., III, 112; el-Askalâni, a.g.e., III, 6).

Şehid edildiği zaman yaşı, kimi kaynaklarda 66 veya 67 kimi kaynaklarda 64 kimi kaynaklarda ise 70 olarak kayıtlıdır (İbn Hişam, I, 251; İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 516; İbn Sa'd a.g.e., III, 113; Butrus el-Bustânî, a.g.e., IX, 177).

Zübeyr, şehid edildiği zaman miras olarak geriye epey mal bırakmıştır. Bu cümleden olarak Medine'de geniş bir arazi ve onbir ev, Basra'da iki ev, Kûfe'de bir ev ve Mısır'da bir ev bırakmıştı. Toplam mirası yaklaşık 52.000.000 (elli iki milyon) idi. Bazı rivayetlere göre; Mısır, İskenderiye, Kûfe'de arazileri, Baksra'da da evleri vardı. Ayrıca Medine'deki arazilerinden de gelir sağlıyordu (İbn Sa'd, a.g.e., III, 108 vd).

Zübeyr (r.a) kimi rivayetlere göre uzun boyludur. Kimi rivayetlere göre ise orta boylu, esmer benizli, seyrek sakallıdır (el-Askalânî, a.g.e., III, 5; İbn Sa'd, a.g.e., III, 107).

Ashâbdan en çok fetva verenler yedi kişidir. Bunlar; Ömer, Ali, İbn Mes'ud, İbn Ömer, İbn Abbas, Zeyd b. Sabit ve Âişe'dir. Bunlardan sonra ikinci derecede yer alan yirmi sahabeden biri de Zübeyr (r.a)'dır (el-Askalânî, a.g.e., I, 9).

Zübeyr'in çocukları: Onun onbiri erkek toplam yirmi çocuğu vardı. Abdullah, Urve, Münzir, Âsım, Muhacir, Hadicetü'l-Kübra, Ümmü'l-Hasan ve Âişe, hanımı Esmâ bint Ebî Bekr'den; Halid, Amr, Habîbe, Sevde ve Hind adlı çocukları Ümmü Halid adındaki hanımından dünyaya gelmişlerdir. Ümmeti Halid'in asıl adı, Emetü binti Hafid b. Saîd b. el-Âs'dır.

Diğer çocukları; Mus'ab, Hamza ve Remle, er-Rebâb binti Üneyf isimli hanımından; Übeyde ve Cafer, Zeyneb binti Mersed isimli hanımından; Zeyneb adındaki kızı, Ümmü Külsüm binti Ukbe adlı hanımından; Hadicetü's-Suğra adındaki kızı da el-Halâl binti Kays adındaki hanımından dünyaya gelmişlerdir. O, çocuklarına şehid sahabîlerin isimlerini vermekteydi.

Zübeyr şehid edildiği zaman dört hanımı vardı. Bunlardan biri de Âtike binti Zeyd b. Amr b. Nüfeyl'dir. Bu hanım, ilk önce Abdullah b. Ebi Bekr'le evlenmiş, onun şehid edilmesinden sonra Ömer b. el-Hattâb'la onun da şehid edilmesi üzerine Zübeyr (r.a) ile evlenmişti. Bunun için Medine halkı: "Kim şehâdet istiyorsa Âtike binti Zeyd'le evlensin" diyorlardı (İbn Sa'd a.g.e., III, 112).

Zübeyr (r.a), cesur ve gözüpek bir müslümandı. Mekke'de, Allah için ilk defa kılıç çeken odur. Medine'ye hicret ettikten sonra da yapılan tüm savaşlara katılmış, bütün sıkıntılı zamanlarda daima Peygamber (s.a.s)'in yanında bulunmuştur. Savaşta gösterdiği üstün başarıdan ve çok iyi ok attığından Allah Rasûlü onun, Hadi at! Anam babam sana feda olsun " diyerek memnuniyetini ifade etmiştir. Yine onun hakkında; "iler peygamberin bir havarisi vardır, benim ki de Zübeyr'dir" buyurmuşlardır (İbn Abdi'l-Berr, a.g.e., II, 511, 512, 513; Buharî, Fedâilü Ashâdi'n-Nebî, 13).

Halit ERBOĞA
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Allah razı olsun onlardan ve
nasiplenmemize vesile olanlardan..
inşallah okuyup nasipleniriz..selam ve dua ile
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ümmü Rumân (r.a)[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif][/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT]

[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]
[/FONT]​
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT] [FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT]
kadsah30.jpg
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] Ümmü Rumân radıyallahu anhâ Rasûlullah sallallahu aleyhi vesellem efendimizin kayınvâlidesi olma şerefine eren bahtiyar bir hanım sahâbi... Hazreti Âişe radıyallahu anhâ annemizin biricik annesi... Hz. Ebû Bekir Sıddık (r.a)’ın âilesi... İslâm’ın ilk günlerinde müslüman olan hanımlardan...
[/FONT][FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] O, Serat’tan Mekke’ye gelmiştir. Asıl adı Zeynep’dir. Babası Âmir ibni Uveymir’dir. Önce Hâris el- Esedi ile nikâhlandı. Bu evlilikten Tufeyl adında bir oğlu oldu. Hâris, Hz. Ebû Bekir (r.a)’ın yakın arkadaşı idi. Mekke’de vefat edince Ümmü Rumân Hz. Ebû Bekir (r.a) ile evlendi. Abdurrahman ile Hazreti Âişe bu anneden dünyaya geldi.
[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT][FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ümmü Rumân İslâm’ın ilk günlerinde müslüman oldu. Müşriklerin işkencelerine karşı kocası Hz. Ebû Bekir (r.a) ile birlikte direndi. Birbirlerine mânevi destek oldu. Allah yolunda karşılaştığı bütün sıkıntılara sabretti. Hâlinden hiç şikayet etmedi.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT][FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] [/FONT][FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]İki Cihan Güneşi Efendimiz Hz. Ebû Bekir (r.a)’ı kendine can kardeş bilmişti. İslâm’ın yayılması hususunda onunla iştişare ederdi. Müslümanların dertlerine birlikte hal çâresi arardı. Zulum ve işkence gören ashâbını kurtarmak için gayret sarfederdi. Bu vesile ile Hz. Ebû Bekir (r.a)’ın evine sık sık gelir onunla görüşürdü. Ümmü Rumân (r.anhâ), Rasûlullah (s.a)’ın bu geliş gidişiyle evini şereflendirmesinden pek memnun olurdu. Fahr-i Kâinat (s.a) Efendimize candan hizmet ederdi. Davranışlarıyla edeb ve hürmette kusur etmemeye çalışırdı. İslâm’ın ilk yılları zor ve çileli geçmekteydi.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hazreti Hatice radıyallahu anhâ annemizin vefatından sonraki günlerdi. Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz’e Hz Âişe ile evleneceği vahy edilmişti. Fakat bunu kimseye açmamıştı. Birgün İki Cihan Güneşi Efendimiz bu bahtiyar aileyi ziyarete gitmişti. O zaman Ümmü Rumân (r.anhâ)’ya : “Âişe’yi koruyup ona iyi muâmele etmenizi tavsiye ederim.” buyurdu.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ümmü Rumân (r.anhâ) zeki bir hanımdı. Rasûlullah (s.a)’ın bu tavsiyesinde mutlaka bir hikmetin bulunduğunu tahmin etmişti. Fakat ne olduğunu kestirememişti. Bundan böyle kızı Âişe üzerine daha çok titremeye başladı. Ona daha çok ihtimam gösterdi. Eğitim ve terbiyesi ile yakınen ilgilendi. Onun olgun bir hanımefendi olarak yetişmesi için son derece titiz hareket etti.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz yine birgün Hz. Ebû Bekir (r.a)’nın evine ziyarete gelmişti. Hz. Âişe’yi ağlar vaziyette buldu. šefkat ve Rahmet Peygamberi Efendimiz yanına yaklaştı ve niçin ağladığını sordu. O da annesi yüzünden ağladığını söyledi. Bunun üzerine Efendimiz Ümmü Rumân (r.anhâ)’ya döndü ve sitemle: “Ben sana Âişe’ye iyi davranmanı söylememiş miydim?” buyurdu.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ümmü Rumân (r.anhâ) mahcubiyet içerisinde artık ona daha yumuşak davranacağına dâir söz verdi. İki Cihan Güneşi Efendimiz’in Âişe’ye karşı şefkat ve titizliğinin hikmetini biraz daha yakinen anlamaya başladı. Kızının ilerde İslâm’a büyük hizmetler yapacağına inancı arttı. Ona artık bir çocuk gibi değil genç olgun bir evlâd gibi hareket etti. [/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Hz. Hatice annemizin vefatından sonra Osman İbni Maz’un (r.a)’ın hanımı Hz. Havle (r.anhâ) Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimiz’e gelerek Hz. Aişe ile nikâhlanması teklifinde bulundu. Efendimiz peki diyerek kabul etti ve onu dünür olarak gönderdi. Havle (r.anhâ) bu bahtiyar âileye geldi ve Âişe (r.anhâ)’nın annesine: [/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]-“Ey Ümmü Rumân! Allah’ın sana hayır ve bereketten ne verdiğini biliyor musun?.” dedi. O da merakla: [/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]-“Nedir o ?” dedi. Havle (r.anhâ) heyacanlı heyacanlı: [/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]-“Rasûlullah (s.a) beni Âişe’ye dünürlük için gönderdi.” dedi.
Ümmü Rumân bu habere çok sevindi. Fakat birden cevap veremedi. Birazdan Ebû Bekir gelir diyerek teklifi ona yapmasını istedi.
[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir müddet sonra Ebû Bekir (r.a) geldi. Havle (r.anhâ) bu müjdeyi ona da verdi. Rasûlullah (s.a)’e kayınpeder olmak büyük şerefti. Ebû Bekir bunun bilincinde idi fakat: “ O kardeşinin kızıdır, Uygun olur mu? dedi” . Havle (r.anhâ) bu şüpheyi ortadan kaldırmak için Rasûlullah (s.a)’e koştu. Durumu arz edince Efendimiz: “Git ona söyle! O benim din kardeşimdir. Kızı bana uygun olur. (Helâldir)”de dedi. [/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Havle (r.anhâ) bu cevabı getirince Hz. Ebû Bekir (r.a) büyük bir memnûniyetle teklifi kabul etti. Rasûlullah (s.a)’e sıhri yönden de akraba olmayı kendine şeref bildi.Böylece Resûl-i Ekrem (s.a) ile Hz. Âişe (r.anhâ) nişanlandılar.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir anne-baba olarak bundan böyle Hz. Ebû Bekir ve âilesi Ümmü Rumân (r.anha) kızları Hz. Âişe (r.anhâ)’ya daha dikkatli, titiz davranmaya çalıştılar. Onu Rasûlullah (s.a)’e eş olabilecek şekilde yetiştirmek için gayret ettiler. Söz ve davranışlarına önem verdiler. Terbiyesinin ve becerisinin en güzel şekilde olmasına ihtimam gösterdiler.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bu arada Allah Teâlâ, Rasûlullah (s.a) Efendimiz ile Hz. Ebû Bekir’e Medine’ye hicret izni verdi. Üç kişilik bir hicret kervanı gizlice Mekke’den çıktılar. Çileli bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaştılar. Ev halkı Mekke’de kaldı. Bir kaç gün geçince geride kalan aile efradını getirmenin yollarını aradılar. Resûl-i Ekrem (s.a) evlâtlığı Zeyd ibni Hârise (r.a)’ı, Hz. Ebû Bekir (r.a)’da oğlu Abdullah’ı bu iş için vazifelendirdi. Küçük bir kafile teşkil edip tekrar Mekke’ye döndüler. Vakit kaybetmeden müminlerin annesi Sevde binti Zem’a (r.anhâ), Hz. Fâtıma, Ümmü Rumân ve Hz. Âişe’yi alarak Medine’ye doğru yola koyuldular.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Bir ara Hz. Âişe ve annesini taşıyan deve huysuzlaştı ve kaçar gibi oldu. Ümmü Rumân (r.anhâ) buna çok üzüldü. Başına bir felâket gelirse Rasûlullah (s.a)’e ne cevap verecekti? Kendi kendine: “Eyvah kızcağızım ! Eyvah gelinciğim !” diye çırpınmaya başladı. Biraz sonra Allah Teâlâ deveyi sâkinleştirip geri döndürdü. Onları selâmete kavuşturdu. Bir daha da böyle bir sıkıntı yaşanmadı. Sağlık ve sıhhat içinde geride kalan âile efradı hep birlikte Medine’ye ulaştı.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ümmü Rumân (r.anhâ) Mekke’de olduğu gibi, Medine’de de Hz. Ebû Bekir (r.a)’ın İslâmi çalışmalarında en yakın desteği oldu. Rasûlullah (s.a)’e nişanlı bulunan kızı Âişe’ye kuracağı yuvanın mükellefiyetlerini öğretmeye gayret etti. Ona karşı nasıl davranması gerektiğini anlattı. Hizmetlerinde ne derece hassas ve dikkatli olması, nâzik ve gönül alıcı davranması lâzım geldiğini hatırlattı. Bu hassasiyetleri ona sık sık tekrarlayarak sevgili kızı Âişe’yi evliliğe hazırladı. ševval ayının içinde düğünleri yapıldı. Böylece Ümmü Rumân (r.anhâ) Allah Rasûlüne kayınvalide olma şerefine erdi.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]O, Rasûlullah (s.a)’e kayınvâlide olma şerefine nâil olduğu için dâima Allah’a şükreder, kendini en mesud, en bahtiyar bir anne sayardı. İki Cihan Güneşi Efendimiz de ona çok hürmet ederdi. Bir evlâdın annesine nasıl davranması gerekiyorsa öyle davranırdı. Ona karşı çok edeb ve saygı gösterirdi. Onun hakkında: “-Kim Cennet hûrilerinden birine bakmaktan hoşlanırsa Ümmü Rumân’a baksın.” buyurmuştur.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ümmü Rumân (r.anhâ) ibadete düşkün bir hanımdı. Çok namaz kılardı. Bir gün namaz kılarken biraz sallanmıştı. Hz. Ebû Bekir (r.a) onun namaz kılarken sallanmasını uygun bulmadı. Namaz bittikten sonra kendisine Resûl-i Ekrem (s.a) Efendimizin şu hadisini nakletti.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]“Sizden biriniz namaza durduğu zaman herhangi bir yerini kıpırdatmasın. Yahudiler gibi de sallanıp durmasın, zira dimdik durup sağa sola kıpırdamamak, namazı tamamlayan şeylerdendir.” [/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Ümmü Rumân (r.anhâ) ömrünü Allah ve Rasûlüne teslimiyetle geçirdi. Hicretin altıncı yılında Medine-i Münevvere’de vefat eyledi. Defin işiyle bizzat Rasûlullah (s.a) Efendimiz ilgilendi ve kabrine kendisi indirdi. Onun hakkında mağfiret dileyip şöyle dedi: “Allahım ! Senin ve Rasûlün yolunda Ümmü Rumân’ın neler çektiği Sana gizli değildir.” buyurdu.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Cenâb-ı Hak cümlemizi Ümmü Rumân (r.anhâ) annemizin şefaatlerine nâil eylesin.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif]Amin.[/FONT]
[FONT=Arial,Verdana, Arial, Helvetica, sans-serif] Mustafa Eriş
[/FONT]
 

turusina

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
14 Eki 2006
Mesajlar
113
Tepki puanı
0
Puanları
0
çok degerli bir konu açmışsın degerli kardeşim ALLAH C.C. ebeden razı olsun inşALLAH sizlerden....
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a
BİLALİ HABEŞ R.A.

Hz. Peygamber'e ilk iman edenlerden biri ve sonradan ona müezzin olan sahabî. İslâm tarihinde unutulmaz yeri olan Bilâl-î Habeşî, aslen Habeşlidir. Anasının adı Hamâme, babasının adı Rebah, künyesi Abdullah'tır.

Bilâl, İslâm'ın ilk tebliğ yıllarında Ümeyye b. Halef'in kölesiydi. İslâm'ın ortaya çıktığı yıllarda bir çok kimse, soy ve soplarının yüksekliğine, şirk toplumu içindeki nüfuzlarına bakarak kavim ve kabîle taassubuna düşmüş, İslâm'a cephe almış ve sapıklıkta kalmışlardı. Bilâl b. Rebah gibi kimseler de zayıf ve acizliklerine rağmen hak davete uyup şirkten kurtulmuşlardı. İşte Bilâl b. Rebah (r.a.) İslâm davetine ilk icabet edenlerden biriydi.

Ümeyye b. Halef, kölesi Bilâl'in müslüman olduğunu anladıktan sonra, onu İslâm'dan çevirmek için yapmadığı eziyet ve işkence kalmamıştı. Ümeyye, öğlen vakti güneşinin bir yanardağ kesildiği anda, Bilâl'i alır, kızgın kumların üzerine yatırır, sırtına kocaman bir taş koyar ve şöyle derdi: "Muhammed'e küfret; Lat ve Uzza'ya iman et. Yoksa onlara iman edinceye kadar böylece kalacaksın."

Bilâl'in kızgın kumlar üzerinde sırtı yanar, göğsü yanar, nefesi tıkanır, bu müthiş işkence altında saatlerce kıvranırdı. Fakat dudaklarında daima şu sözler dökülürdü: "Allahu Ahad, Allahu Ahad", Onun bu durumu, müşrikleri bile hayrete düşürürdü (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).

O, geçim için, makam ve mevki için başka ilâhlara sığınmazdı. O biliyordu ki hüküm Allah'a aittir, rızık Allah'a aittir. Öldürmek ve yaşatmak Allah'ın elindedir. Geçici dünyanın çıkarları için put ve tağutları tasdik etmek ve bu arada imandan bir cüz de Allah'a ayırmak iman için yeterli değildir. Tam ve kâmil anlamda hükmün, öldürmek ve diriltmenin Allah'a ait olduğunu rızık verenin yalnız Allah olduğunu, Allah'ı bütün sıfatlarıyla tanıyıp ona göre iman etmedikçe ve bu uğurda gelecek sıkıntı ve ezalara katlanmadıkça imanda kemâle ulaşmanın mümkün olmadığını biliyordu. Bilâl, rızık ve ölüm korkusu taşımıyordu. Yalnız Allah'tan korkuyor ve yalnız ondan ümid ediyordu.

İşkence altında kıvranan Bilâl (r.a.)'a rastgelen Varaka b. Nevfel,

"Vallahi ey Bilâl, Allah birdir, Allah birdir. " der, sonra da müşriklere dönerek: "Siz onu bu yüzden öldürürseniz, biz onu, kendimize örnek alırız." derdi (İbnü'l-Esir, el-Kâmil Fi't-Târih, II, 66).

Bilâl'in efendileri olan Mekkeli müşrikler onu, çoluk çocuğun oyuncağı yapmışlardı, ona işkence edenlerden biri de Ebu Cehil'di. Ama Bilâl'e yapılan işkenceler sırasında gösterdiği sabır ve tahammül hepsini şaşkına çevirirdi. Nasıl oluyor da bu derece ağır işkencelere katlanabiliyordu.

Ümeyye b. Halef'in Bilâl'e yaptığı işkencelere çok üzülen Hz. Ebû Bekir (r.a.) ona bu işkenceden vazgeçmesini söylemiş o da; "Onun ahlâkını bozan sensin, onu bizden uzaklaştıran senden başkası değildir" demişti. Bunun üzerine Ebû Bekir es-Sıddık (r.a.) ona şu cevabı vermişti: "Benim yanımda senin şu kölenden daha güçlü ve kuvvetlisi var. Hem de senin dinindendir. İstersen onu al ve bunu bana ver." Ümeyye bu teklifi kabul edip öteki köleyi aldı ve Hz. Bilâl'i Hz. Ebû Bekir'e verdi. Başka bir rivayette Hz. Ebu Bekr'in onu yedi ukiyeye satın alıp azat ettiği kaydedilir. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 232).

Bilâl'i Resulullah'ın yanına götürüp azat etmiş ve Bilâl işkenceden kurtulmuştu. Elbette bu Allah'ın bir takdiridir. Bilâl Hz. Ebû Bekir'e bu sebeple borçlu değildir. İki mümin de görevlerini yapmışlar. Allah da onlara ecrini vermiştir. Hz. Ömer şöyle der:

"Efendimiz Ebu Bekir, yine efendimiz Bilâl'i azad etti. "(İbnü'l-Esîr, Üsdü'l- Gabe, I, 209).

Bilâl daha sonra diğer ashab ile birlikte Medine'ye hicret etti. Orada Sa'd b. Hayseme'ye misafir oldu. Ensar ile Muhacirler arasında kardeşlik oluşturulunca Bilâl'e de Abdullah b. Abdurrahman el-Has'amî kardeş ilân edildiler. Bu kardeşlik köklü bir şekilde sürüp gitti. Öyle ki Bilâl, Hz. Ömer devrinde Şam'da bulunduğu sırada maaş olarak divandan ona ayrılan hissesinden kardeşine de bir hisse veriyordu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234).

Bilâl, Resulullah (s.a.s.)'ın müezzini olarak tanınmaktadır. Ve sık sıkezanı Bilâl'e okuttururdu. Hatta sabah ezanındaki " " (Namaz uykudan hayırlıdır) ibaresini Bilâl ezana eklemiş Resulullah "Bilâl, bu ne güzel söz!" diye onu tasvip etmişti. (Avnu'l-Ma'bud, Şerh Ebû Dâvud, III,185; İbn Mâce, Ezan, 1, 3,). Hz. Bilâl, Resulullah'ın bütün gazalarına katıldı. Bedir gazasında Hz. Bilâl, Mekke'de kendisine her türlü eza ve işkenceyi reva gören Ümeyye'yi görmüş ve şöyle bağırmıştı: "İşte küfrün başı!.." Bunun üzerine dikkatleri ona çevrilmiş ve müslümanlar derhal onun ve oğlunun etrafını sararak ikisini de öldürmüşlerdi. Resul-u Ekrem Mekke'nin fethi ardından Kâbe'ye girerken has müezzini Hz. Bilâl'i yanlarında bulundurmuşlardı. İbn Ömer, bu vakayı şöyle nakleder ve der ki:

"Resul-u Ekrem, Mekke'nin fethi gününde, Mekke'nin yüksek tarafından bir deve üzerinde geldi. Üsame b. Zeyd, Bilâl ve Osman b. Talha da yanlarındaydılar. Resul-u Ekrem Kâbe içinde uzun bir müddet kaldılar, sonra çıktılar. Arkasında müminler içeri girmek için birbiriyle yarış etti. İlk giren bendim. Bilâl, kapının arkasındaydı. Bilâl'e Resulullah'ın nerede namaz kıldıklarını sordum, yerini gösterdi. Ne var ki Bilâl'e, Allah Resulunun kaç rekat namaz kıldıklarını sormayı unuttum." (Buhârî, Meğâzî, 49).

Resulullah, Kâbe'yi putlardan temizledikten sonra müezzini Bilâl, burada ezan okuyarak, ortalığı tevhîd nameleriyle coşturmuştu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 234). Resul-u Ekrem'in vefatı üzerine, ona karşı büyük bir sevgi duyan Hz. Bilâl, Medine'de kalmaya dayanamayıp, ayrılmak zorunda kaldı. Hz. Ebu Bekir, Bilâl'e yanında kalması için ısrar ettiği halde, Hz. Bilâl ona şöyle demişti: "Eğer sen beni Allah için azat ettinse bırak istediğim yere gideyim; yok kendi nefsin için azat ettinse beni yanında alıkoy!" Bunun üzerine Hz. Ebû Bekir şöyle demişti: "İstediğin yere git!..." Resulullah'ın vefatından sonra cihadı, ezana tercih eden Hz. Bilâl, Şam'a gitti ve Hz. Ebû Bekir devrinde Suriye'de meydana gelen gazalara katıldı (İbn Sa'd, Tabakat III,238).

Hz. Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz. Ömer devrinde cihat devam etti. Hz. Bilâl bu cihatlara da katıldı. Hz. Ömer, hicrî onaltıncı yılda Suriye ve Filistin'e gittiği zaman, Bilâl onu karşılamaya çıkarak Câbiye'ye gelmişti. Sonra halifenin maiyetinde Kudüs'e giderek, bu kutsal şehrin teslimi sırasında bulunmuş ve Hz. Ömer ile birlikte Kudüs'e girmişti. Hz. Ömer, burada, Resulullah'ın vefatından beri ezan okumayan Bilâl'den ezan okumasını rica etmiş, Hz. Bilâl de halifenin ısrarına dayanamayarak ezan okumuştu. Bilâl Tevhîd'in bu üstün yanı olan ezanı okumaya başlar başlamaz, Hz. Ömer ve diğer ashab Resulullah (s.a.s.) dönemini hatırlayarak, gözlerinin önüne, geçmiş günleri getirip hüngür hüngür ağlamaya başladılar. Bilâl'in ezanını dinleyenlerin hepsi, kendilerinden geçmişlerdi. Kudüs'ü teslim alma sırasında Hz. Ömer'den başka Ebu Ubeyde b. el-Cerrâh, Muaz b. Cebel, Amr b. el-Âs gibi ashabın ileri gelenlerinden bir çok kimse bulunuyordu.

Hz. Peygamber (s.a.s.)'in irtihâlinden sonra Suriye'ye giden Bilâl,

"Havlan" kasabasına yerleşti. O burada huzur içinde yaşıyordu. Hz. Bilâl, Suriye'de bir müddet kaldıktan sonra bir gece rüyasında Hz. Peygamber (s.a.s.)'i gördü. Resulullah ona, şöyle demişti: "Beni ziyaret etmeyecek misin?" Hz. Bilâl, uyanır uyanmaz, hazırlığını tamamlayıp Medine yolunu tuttu. Medine'ye gece ulaştı. Oraya varınca Ravza-i Mutahhara'ya yüzünü sürerek, burada Resul-u Ekrem'le birlikte geçirdiği günlerin hatırasını düşünerek ağladı. Bu sırada Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin Bilâl'i görmüş, fecir vaktinde ondan ezan okumasını rica etmişlerdi. Bilâl, (r.a.) onların arzusunu yerine getirerek, Peygamber Mescid'inde ezan okumuştu. Bilâl'in sesini duyan Medineliler, İsrafil suruyla uyandırılmış gibi yerlerinden fırlamış ve ezanı dinlemeye başlamışlardı. Birinci şehadetten sonra Resulullah'ın risâletini ikrar eden şehadet tekrar okunurken, Hz. Peygamber'in kabrinden kalktığını tasavvur ederek evlerinden dışarı fırlamışlardı. Bu sabah, bütün Medine'ye, risalet devrini bütün canlılığı ile yaşatan, herkesin hislerini coşturan, bütün müslümanların Resul-u Ekrem'e karşı duydukları sevgiyi canlandıran Bilâl'in sesi idi.

Hz. Bilâl, hicretin yirminci yılında altmış yaşlarında iken vefat etti. Dımaşk'ın Bâbü's-Sağîr tarafına defnolundu. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238; İbnü'l-Esir, Üsdü'l-Gabe, I, 209).

Hz. Bilâl (r.a.), vefatı yaklaşınca, ölümün ızdırabını, sevgililerine kavuşmasındaki zevk ile mezcetmiş; ömrünün son anlarında onun hastalığını gören zevcesi, teessüründen "ah ne acı" dedikçe, Bilâl: "Oh! ne tatlı!." diyor ve ekliyordu: "Yarın sevgililerle, Muhammed ve arkadaşlarıyla buluşacağım." diyordu.

Bilâl-i Habeşî, İslâm'ın ahlâkıyla ahlâklanmış, fazîlet ve kemâl sahibi bir sahabî idi. Hz. Bilâl'in, ilk müslümanlardan olduğunu ve İslâm akîdesi uğrunda en büyük çileyi çekenlerden olduğunu, herkes bilir ve ona son derece sevgi ve hürmet beslerdi. Hz. Bilâl, bütün vaktini, Resul-u Ekrem'e hizmetle geçirdi. O, Resulullah'ın meclislerinde daima hazır bulunurdu. Her namazda, her durum ve işte Resulullah'dan ayrılmazdı. Hz. Peygamber'in hazinedarlığını, Bilâl yapardı. Çarşı ve pazardan alınacak her şeyi o tedarik eder, icabında ödünç para alır, Resulullah'ın evinin ihtiyaçlarını sağlar, sonra da müsait zamanlarda o borçları öderdi.

Hz. Bilâl'in doğruluk ve ahlâkı, İslâm'a bağlılığı bütün çağdaşları tarafından aynı derecede takdir edilmekte ve övülmekteydi. Artık o, siyahî bir köle değil, ashab'ın ileri gelenlerinden ve İslâm devletinin yönetiminde söz sahibi olan müminlerden biriydi.

Hz. Bilâl, uzun boylu, zayıf, ince ve koyu esmerdi. Ömrünün sonlarına doğru saçlarının çoğu beyazlaşmıştı. (İbn Sa'd, Tabakat, III, 238-239).

Ahmed AĞIRAKÇA
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt