Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

ümmetin yıldızları sahabeleri tanıyalımmı (1 Kullanıcı)

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
Selamün Aleyküm kardeşim..
Emeğinize sağlık, Rabbimiz c.c razı olsun, çok değerli bir çalışma sunmuşsunuz.. İnşallah devamı gelir, sayfalara biraz baktım ben de.. Vesilenizle Gül'ün Güllerini tekrar tekrar ibret nazarıyla, tefekkür süzgeciyle okudum.. Nasipse ben de bu foruma katkılarda bulunabilirim inşallah..
Resul (s.a.v)'e gönülden tabiiyet, Ona ilk tabi olanları anlamakla başlar..
İnşallah bu manada tesirli bir çalışma olur kardeşim..
Ecriniz ziyade olsun, Selam ve Dua ile.
Rabbimize emanet olunuz.
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
selamün aleyküm kardeşim..
Emeğinize sağlık, rabbimiz c.c razı olsun, çok değerli bir çalışma sunmuşsunuz.. Inşallah devamı gelir, sayfalara biraz baktım ben de.. Vesilenizle gül'ün güllerini tekrar tekrar ibret nazarıyla, tefekkür süzgeciyle okudum.. Nasipse ben de bu foruma katkılarda bulunabilirim inşallah..
Resul (s.a.v)'e gönülden tabiiyet, ona ilk tabi olanları anlamakla başlar..
Inşallah bu manada tesirli bir çalışma olur kardeşim..
Ecriniz ziyade olsun, selam ve dua ile.
Rabbimize emanet olunuz.
,
ve aleykum selam,
forumun beğenilmesine çok sevindim, açıkçası ilk günler pek rabet görmeyince ürkmüştüm, bi şey yazıorum, iki dk sürmeden ana sayfadan düşüyordu.
Ama zamanla çok şükür ilgi alaka arttı.
Sizlerle birlikte inş çok daha güzel olucak
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Doğru bir iş yaptı
Mecdi bin Amr el-Cühenî, iki tarafın da müttefiki idi. Müslümanların sayıca çok az ve müşriklerin çok fazla olduklarını ve düşmanların bu ilk çarpışmada yenebileceklerini düşünerek arabulucuk edip iki tarafı çarpışmaktan vazgeçirdi. Sonra Hazret-i Hamza ve arkadaşları Medîne'ye geri döndüler. Mecdî'nin bu hareketi Peygamber efendimize arzedilince çok memnun oldular ve buyurdular ki:
- İyi ve doğru bir iş yapmıştır.

Hazret-i Hamza, Ebva, Veddan ve Zül' uşeyre gazâlarında Peygamber efendimizin beyaz sancağını taşıdı.

Bedir gazâsında 313 Eshâb-ı kirâm, 1000 müşrikle karşı karşıya geldi. Mekke müşriklerinden Utbe, Şeybe ve Velîd meydana çıkarak er dilediler. Peygamberimiz buyurdu ki:
- Ey Hâşimoğulları! Kalkınız, Allahü teâlânın nûrunu söndürmek için gelenlere karşı, Hak yolunda çarpışınız ki, Allahü teâlâ zaten Peygamberinizi de bunun için göndermiş bulunuyor. Kalk yâ Hamza! Kalk yâ Ali! Kalk yâ Ubeyde bin Hâris!

Dengimiz iseniz...
Hazret-i Hamza, Hazret-i Ali, Hazret-i Ubeyde miğferlerini giydiler. Meydana yürüdüler. Müşrikler dediler ki:

- Sizler kimlersiniz? Eğer bizim dengimiz iseniz sizinle çarpışırız.

Eshâb-ı kirâm da; Ben Hamza'yım! Ben Ali'yim! Ben Ubeyde'yim! dediler. Bunun üzerine müşrikler cevap verdiler:
- Sizler de bizim gibi şerefli kimselersiniz. Sizinle çarpışmayı kabûl ettik.

Eshâb-ı kirâm, müşrikleri, önce îmâna da'vet ettiler. Onlar kabûl etmediler. Ondan sonra Eshâb-ı kirâm, müşriklerin üzerine saldırdılar. Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ali, Utbe ve Velîd kâfirlerini, anında öldürdüler. Hazret-i Ubeyde, Şeybe'yi yaraladı. Şeybe de Hazret-i Ubeyde'yi yaraladı.

Hazret-i Hamza ve Hazret-i Ali, Şeybe'yi orada öldürüp, Hazret-i Ubeyde'yi kucaklayıp Resûlullahın huzûruna getirdiler.Ebû Cehil, müşrikleri savaşa teşvik etmeye başladı. Her iki taraf bütün güçleriyle saldırıya geçtiler. Bu savaş her iki tarafın ilk büyük savaşıydı. Eshâb-ı kirâm, Allah Allah diyerek, tekbîr getirerek hücûm ediyordu. Hazret-i Hamza, her iki elinde birer kılıç ile çarpışıyordu. Peygamber efendimiz Yâ Hayyu! Yâ Kayyûm! buyurarak Allahü teâlâya yalvarıyordu.

Peygamberimiz, Eshâbını, böyle yiğitçe çarpışıyor gördükçe;
- Onlar, Allahü teâlânın yeryüzündeki arslanlarıdır, buyurarak onları takdîr ediyordu.

Allahü teâlâ, Peygamberimize yardım için melekleri de savaşa gönderdi. Eshâb-ı kirâm daha kılıcını vurmadan müşriklerin kellesi yere düşüyordu. Müşrikler bozguna uğradılar. Ebû Cehil de öldürüldü. Mekke'ye doğru kaçmaya başladılar. Hazret-i Hamza, Bedir'de fevkalâde kahramanlık gösterdi. Bedir savaşı, Peygamber efendimizin zaferiyle neticelendi. Eshâb-ı kirâmdan 14 kişi şehîd oldu.
Allahın arslanıyım!
Peygamber efendimiz, Uhud harbinde; Hazret-i Hamza'yı en önde zırhsız süvârilerin başında çarpışmakla vazifelendirdi. Hazret-i Hamza, iki elinde de kılıç olduğu hâlde;
- Ben Allahü teâlânın arslanıyım! diyerek, düşmanı önüne katmış, öldüre öldüre ilerliyordu.

Safvân bin Ümeyye, etrafındakilere, Hamza nerededir? Bana gösteriniz! diyor, savaş meydanını araştırıyordu. Bir ara gözleri, iki kılıç ile halkı kıyâsıya kesip biçen birini görünce sordu:
- Bu çarpışan kim?

Çevresindekiler dediler ki:
- Aradığınız kimse! Abdülmuttalib oğlu Hamza!
- Ben bugüne kadar, düşmanını öldürmek için saldıran, onun gibi hırslı, onun gibi gözüpek bir kimse daha görmedim.

Uhud'da herkes bütün güçleriyle çarpışırken, bir ara Resûlullah efendimiz ile Hazret-i Hamza arasında kimse kalmadı. Hazret-i Hamza, hiç arkasına bakmıyor, hep ileri doğru hücûm tazeliyordu.

Savaşın başlamasından o ana kadar tek başına 30 müşriki öldürmüştü. Bu sırada Siba bin Ümmü Ammâr; Bana karşı koyabilecek bir yiğit var mı? diyerek Hazret-i Hamza'ya meydan okudu. Hazret-i Hamza, Demek sen Allaha ve Resûlüne meydan okuyorsun, öyle mi? deyip onu da öldürdü.
devamı var..
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Şehit oldu
Hazret-i Hamza büyük kahramanlıklar gösterdikten sonra bu savaşta Vahşî tarafından şehîd edildi.

Vahşî, Mekke'nin fethinden sonra, Tâiflilerle birlikte Medîne'de mescide gelip, îmân etti, affa kavuştu. Fakat Yemâme tarafına gitmesi emrolundu. Resûlullaha karşı çok mahcûb olup, başı önünde yaşadı.

Hazret-i Hamza şehîd olduğunda oruçlu idi. Hazret-i Peygamberimiz Aleyhisselatü vesselam, kendisi için, Seyyid-üş-Şühedâ = şehîdlerin efendisi buyurdu. Ve cesedini meleklerin yıkadıklarını haber verdi.

Savaş bitmişti. Şehîdlerin yanlarına gidildi. Peygamber efendimiz, Hazret-i Hamza'nın mübârek cesedini görünce, dayanamadı. Ağladı. Mübârek gözlerinden yaşlar akarak buyurdu ki:
- Ben, şu şehîdlerin, Allahü teâlânın yolunda canlarını fedâ ettiklerine, Kıyâmet günü şâhidlik edeceğim. Onları kanlarıyla gömünüz. Vallahi, Kıyâmet günü mahşere yaraları kanayarak gelecekler. Kanlarının rengi kan rengi, kokuları da misk kokusu olacaktır.

Daha sonra Peygamber efendimiz buyurdu ki:
- Bana Cebrâil aleyhisselâm gelip Hamza bin Abdülmuttalib'in göktekiler katında, Allahın ve Resûlünün arslanıdır diye yazıldığını haber verdi.

Hazret-i Hamza'nın ve diğer şehîdlerin cenâze namazları kılındı. Hazret-i Abdullah bin Cahş ile Hazret-i Hamza'nın cenâzeleri bir kabre kondu. Hazret-i Hamza, Hazret-i Abdullah'ın dayısı idi.

Ve Aleykümselâm
Hazret-i Hamza orta boylu idi. Kılıcını çok iyi kullanır pek mükemmel ok atardı. Pehlivanların pîri idi. Peygamber efendimizin amcası ve aynı zamanda süt kardeşi idi. Peygamberimiz kabrini ziyârete gider, selâm verirdi. Mezardan, Ve Aleykümselâm yâ Resûlallah diye cevap gelirdi.

Hazret-i Fâtıma buyurdu ki:
- Birgün Hazret-i Hamza'nın kabrini ziyârete gittim. Esselâmü aleyke yâ Resûlullahın amcası diye selâm verdim. Ve Aleyküm selâm ve Rahmetullahi ey Resûlullahın kızı diye mezardan cevap geldi.

Şeyh Muhammed isminde âlim bir kimse Hazret-i Hamza'nın kabrini ziyârete gitti. Selâm verdi. Mezardan, selâmına cevap verildi ve, Yâ Şeyh Muhammed, bu sene bir erkek evlâdın olacak, ona benim ismimi koyunuz dedi. O âlimin erkek çocuğu oldu ve adını Hamza koydu.
-SON-
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Allahım onlardan razı ol..ve bizlere onların yolundan gitmeyi nasip et.
o yıldızların ışılarıyla yollarımız aydınlat..

Allah razı olsun mektıbat kardeşim bir kez daha şehitlerin pirini andık bir kez daha o günlere gittik bir kez daha hz.Hamza yerine o mızrağa hedef olmak için dişlerimizi sıktık..
yine bizelre bu güzel duyguları yaşattığın için Allah razı olsun kardeşim.

selam ve dua ile
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Estağfirullah mir_erhan kardeşim Allahü teala konuyu açan paylaşan kardeşimizden razı olsun İnşallahü teala.Onlar ne sıkıntılarla bize dini ulaştırdılar biz lokum halinde kavuşmuşken şükretmek şöyle dursun nankörlük ediyoruz.Allahü teala bir an önce uyanarak hak yolunda yürüyenlerden eylesin İnşallahü teala..
 

aliye_aliye

Altın Üye
Katılım
25 Eki 2006
Mesajlar
16,828
Tepki puanı
4
Puanları
38
Konum
~* پایتخت آن بهشت *~
Web Sitesi
www.fizikist.com
ÜMMÜ SELEME (r.a)

Rasûlüllah (s.a.s)'in hanimlarindan biri.

Asil adinin Remle oldugunu söyleyenler varsa da, dogrusu Hind'dir. Oglu Seleme'den dolayi, Ümmü Seleme diye taninmistir. Babasi, Ebû Ümeyye Süheyl b. Mugîre b. Abdillah b. Ömer b. Mahzum'dur. Cömertliginden dolayi kendisine Zâdü'r-rekb (yolcu azigi) denirdi.

Annesi, Âtike bint Âmir b. Rabîa'dir (Ibn Sa'd, et-Tabirkatü'l Kübrâ, Beyrut, 1975, VIII, 86; el--Askalâni, el-Isâbe fi Temyizi's-Sahabe, VIII, 203; Ibn Abdi'l-Berr, el-Istiâb fi Ma'rifeti'l-Ashâb, IV, 1939, Kâhire 1970, VII, 340; Ibn Hisâm, es-Sîretü'n-Nebeviyye, Misir, 1955, I, 322-326).

Ebû Seleme Abdullah b. Abdi'l Esed ile evliydi. Her Ikisi, birlikte Habesistan'a hicret ettiler. Orada, Zeyneb adinda bir kiz çocugu dünyaya getirdi. Daha sonra Seleme, Ömer ve Dürre adinda çocuklari dogdu (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 87; el-Askalânî, a.g.e., VIII, 203; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., IV, 1939; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., VII. 341; Ibn HIsam, a.g.e., I, 326).

Habesistan hicretiyle ilgili olarak söyle dedigi rivayet edilmistir.


gulacan.gif






"Habesistan'a vardigimizda komsularin en hayirlisi Necâsi'ye komsu olduk. Dinimizden yana güven içindeydik, eziyet edIlmeksizin ve hoslanmadigimiz seyler isitmeksizin, Âllah Teâlâ'ya Ibâdet ediyorduk. Bu durum Kureys'e ulasinca, bizleri geri getirmeleri için, Iki yigit adamlarini, çesitli hediyelerle birlikte Necasi'ye göndermeye karar verdiler. Bu hediyelerin en kiymetlisi, Mekke'nin meshur derileri idi. Hediyeleri Abdullah b. Rabîa ve Amr Itinü'l-Âs'la gönderdiler. Bu arada kendilerine, nasil davranmalari gerektigini de iyice tembihlediler. Abdullah b. Rabîa ile Amr Ibnü'l-Âs Habesistan'a geldiklerinde, Ilk önce patrikleri ziyaret ederek onlara hediyelerini takdim ettiler ve bizi iade etmesi için Necasi'ye tavsiyede bulunmalarini Istediler. Patrikler onlarin bu Istegini kabul etti. Ancak Abdullah ile Amr, Necasi'yi bu konuda ikna edemediler. O bizi kendilerine teslim etmedigi gibi, ülkesinde güven içinde yasayip diledigimiz gibi Ibâdet etmemize izin verdi" (Ibn HIsam, a.g.e., I, 334 vd).

Habesistan'a hicret ederek, Necasi'ye siginmis olan Müslümanlar, Mekkeli müsriklerin Müslüman olduklarini haber alinca geri döndüler. Ümmü Seleme ve kocasi Ebu Seleme'de geri dönenler arasindaydi. Ancak Mekke'ye vardiklarinda durumun, eskisinden pek farkli olmadigini gördüler (Ibn HIsam, a.g.e., I, 336).

Medine'ye hicret basladigi zaman Ilk yola çikanlar Ümme Seleme ve kocasi Ebû Seleme'dir. Onlarin hicret olayi, Ümmü Seleme'nin ifadesiyle· söyle cereyan etmistir:

Ebû Seleme, Medine'ye gitmek üzere hazirliklarini tamamladi ve hanimi için bir deve hazirlayarak Ümmü Seleme'yi üzerine bindirdi. Oglu Seleme'yi de annesinin kucagina verdi. Ancak Mekke'den çikarlarken Ümme Seleme'nin akrabalarindan, Mugîre b. Abdillahogullari'ndan bazi adamlar onlari gördüler ve Ümmü Seleme'nin kocasiyla gitmesine engel oldular. Bunun üzerine, Ebû Seleme'nin akrabalari da oglu Seleme'yi zorla annesinden alip götürdüler. Mugîreogullari, buna karsilik Ümmü Seleme'yi götürüp kendi evlerinde hapsettiler. Böylece, onu hem kocasindan hem de oglundan ayirmis oldular. Ümmü Seleme, her sabah çIkip Abtah denilen yerde oturur, aksama kadar gözyasi dökerdi. Bu hal yaklasik bir yil sürdü. Nihayet her Iki tarafin akrabalari Ümmü Seleme'ye aciyarak oglunu kendisine teslim ettiler ve kocasinin yanina gitmesine izin verdiler. Ümmü Seleme, oglunu yanina alarak bir deveye bindi ve tek basina yola çikti. Yolda Abdu'ddarogullarinin kardesi Osman b. Talha b. Ebî Talha'ya rastladi. Osman, kendisini Kuba köyüne kadar getirdi geriye döndü (Ibn HIsam, a.g.e., I, 469; Ibn'ül-Esîr, a.g.e., VII, 241; Ibn Abdi'l-Berr, a.g.e., IV, 1939).

Ümmü Seleme'nin kocasi Ebû Seleme, Uhud Savasinda aldigi bir yara sonucu vefat etti. Ümmü Seleme'ye iddet müddetini bitirdikten sonra Rasûlüllah (s.a.s) evlenme teklifinde bulundu.

Rivayete göre; Ebû Seleme vefat edip ser'î bekleme süresi dolunca Hz. Ebû Bekir kendisine evlenme teklifinde bulunmus, fakat Ümmü Seleme bu teklifi reddetmisti. Ardindan, Hz. Ömer ayni teklifte bulunmus, onu da kabul etmemisti. Daha sonra Rasûlüllah (s.a.s) kendisine evlenme teklifinde bulundu. Ümmü Seleme bu teklifi reddetmemekle birlikte çekingen davrandi. Rasûlülleh bu tereddüdünün sebebini sorunca Ümme Seleme; yasli, çocuk sahibi ve kiskanç olusunu sebep gösterdi. Bunun üzerine Rasûlüllah (s.a.s) "Kiskanç oldugunu söylüyorsun, bunu gidermesi için Allah'a dua edecegiz. Yasli olmana gelince; bu mesele degildir, ben senden bir yas daha büyügüm. Çocuklar da Allah'a ve O'nun Rasûlüne aittir" seklinde karsilik verdi (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 89 vd.; Ibnü'l-Esîr, a.g.e., VII, 342; el-Askalânî, a.g.e., VIII, 203).

Ümmü Seleme'den rivâyet edildigine göre, Peygamber (s.a.s), basina bir musibet geldigi zaman: "Âllah'im! Basima gelen bu musibetin sevabini ver bana onun ardinda daha hayirli bir bedel ihsan et " diye dua etmesini ögütlemistir. Kocasi Ebû Seleme vefat edince; bu sekilde dua eder ve kendine; "Rasûlüllah'in arkadasi Ebû Seleme gibisi nereden bulunur?" diye düsünürdü. Bu sirada Rasûlüllah kendisine evlenme teklifinde bulunmustur (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 87).

Rasûlüllah, Ümmü Seleme ile evlendigi zaman mehir ve çeyiz olarak Iki adet el- degirmeni, Iki adet su testisi, içi hurma lifi ile doldurulmus, yüzü deriden bir adet yastik, içi hurma lifi ile doldurulmus bir dösek ve bir çanak vermistir (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 90; Ibn HIsam, a.g.e.,I, 645).

Ümmü Seleme, Rasûlüllah (s.a.s)'in en son vefat eden hanimidir, Hicretin 59. veya 61. yilinda vefat etmistir. Vefat ettigi zaman 84 yasindaydi. Cenaze namazini, Ebû Hüreyre (r.a) Bakî Mezarliginda kildirmis ve orada defnedIlmistir. Ömer ve Seleme adindaki ogullari ile Abdullah b. Abdillah b. Ümeyye ve Abdullah b. Vehb b. Zem'a tarafindan kabre indirIlmistir (Ibn Sa'd, a.g.e., VIII, 96; el-Askalânî, a.g.e., VIII, 204).



Halid ERBOGA
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
selamün aleyküm..Alah onlardan razı olsun..
sevgil kardeşim bu paylaşımından dolayı Allah yüreğine sahabeni iman aşkın yerleştirsin
ve bizlere okuyup nasiplenenlerden,onların yolundan gidenlerden haber verdiklerinden öğütler alıp uygulayanlardan eylesin inşallah..
 

CAFERİ_TAYYAR

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
28 Şub 2009
Mesajlar
385
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
55
s.a. arkadaşlar,
İsterseniz Şehidlerin efendisi Hz. Hamza r.a. dan sonra , onu şehit etme bedbahtlığını gösteren, ama sonra hidayet nasip olan Vahşi r.a. tan söz edelim.


Vahşî, Hz. Hamza’nın Bedir savaşında öldürdüğü Tuayme’nin kardeşinin oğlu olan Cübeyr bin Mutim’in kölesi idi. Habeşli olduğu için, el ile ok ve mızrak atmakta usta idi. Uhud savaşında, Cübeyr buna demişti ki:


- Hamza’yı öldürürsen seni azat ederim!


Daha o zamanlar müslüman olmakla şereflenmemiş olan Ebu Süfyan’ın hanımı Hind de, babasının ve amcasının intikamı için, Vahşî’ye mükâfat vâd etmişti.


Vahşî, Uhud’da taş arkasına pusuya girip, yalnız Hz. Hamza’yı gözetirdi. Hz. Hamza sekiz kâfiri öldürüp, saldırırken, Vahşî mızrağını atarak, onu şehit etti. Sonra, gidip durumu Hind’e haber verdi. Hind sevinip üzerindeki zinetlerin hepsini Vahşî’ye verdi. Daha da vereceğini söyledi.


Uhud savaşında Peygamberimiz birkaç kâfire bedduâ etmişti. “Vahşî’ye niçin lanet etmiyorsun” dediklerinde, buyurdu ki:


- Miracda, Hamza ile Vahşî’yi kolkola, birlikte cennete girerlerken görmüştüm!


Hicretin sekizinci yılında, Mekke fethedildiği gün, Vahşî, Mekke’den kaçtı. Bir zaman uzak yerlerde kaldı. Sonra pişman olup, Medine’de mescide gelip, selam verdi. Resulullah efendimiz selamını aldı. Vahşî dedi ki:


- Ya Resul! Bir kimse Allaha ve Resulüne düşmanlık yapsa, en kötü, en çirkin günah işlese, sonra pişman olup temiz iman etse, Resulullahı canından çok seven biri olarak, huzuruna gelse, bunun cezası nedir?


Resulullah efendimiz buyurdu ki:


- İman eden, pişman olan affolur. Bizim kardeşimiz olur.


- Ya Resul! Ben iman ettim. Pişman oldum. Allahü teâlâyı ve Onun Resulünü herşeyden çok seviyorum. Ben Vahşî’yim.


Resulullah efendimiz, Vahşî adını işitince, Hz. Hamza’nın şehit edilmiş hâli gözünün önüne geldi. Ağlamaya başladı.


Vahşî, öldürüleceğini anlayarak kapıya yürüdü. Eshab-ı kiram kılıçlarına sarılmış, işaret bekliyordu. Vahşî, “Son nefesimi alıyorum” derken, Cebrail aleyhisselam geldi. Allahü teâlâ buyurdu ki:


- Ey sevgili Peygamberim! Bütün ömrünü puta tapmakla, kullarımı bana düşman etmeye uğraşmakla geçiren bir kâfir, bir kelime-i tevhid okuyunca, ben onu affediyorum. Sen, amcanı öldürdü diye Vahşî’yi niçin affetmiyorsun? O pişman oldu. Şimdi sana inandı. Ben affettim. Sen de affet!


Herkes, "Öldürün!" emrini beklerken, Resulullah efendimiz buyurdu ki:


- Kardeşinizi çağırınız!


Kardeş sözünü işitince, saygı ile çağırdılar. Peygamber efendimiz Vahşî’ye, “affolunduğunu” müjdeleyerek buyurdu ki:


- Fakat, seni görünce dayanamıyorum, elimde olmadan üzülüyorum.


Hz. Vahşî, Resulullahı üzmemek için, bir daha yanına gelmedi. Mahcup, başı önünde yaşadı. Aynı mızrak ve okla yalancı peygamber Müseyleme’yi öldürdü ve büyük hizmet etti. Hz. Osman zamanında vefat etti.
 

Emir Sadullayev

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Mar 2009
Mesajlar
90
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Ve Aleykümüsselam, Allah c.c. razı olsun...MaşAllah çok faydalı bir forum oldu...Devam İnşAllah...Hz. Habbâb R.a.'ın hayatı müthiş işkencelerle geçmiş yüreğiniz parçalanarak okuyacaksınız...

HABBÂB İBN ERET

İslâm ile şereflenen ve İslâm'a girdiği için müşrikler tarafından işkence edilen ilk sahabelerden biri.

Nesebi; Habbâb b. Eret b. Cendele b. Sa'd b. Huzeyme b. Ka'b b. Zeyd. Temim kabilesinden, küçükken esir edilerek Mekke'ye getirilmiş Huzâalı Ümmü En'mâr'ın kölesi, Zühre oğullarının anlaşmalısı.

İslâm ile şereflenen ve Allah için işkence edilen ilk müslümanlardan olan Hâbbab b. Eret müslüman olduğunu açıkladığında ilk işkence edilen sahabeler arasında idi. İlk Müslümanlar; Hz. Peygamber (s.a.s), Hz. Ebû Bekir, Habbâb, Suheyb, Bilâl, Ammâr, Sümeyye (r. Anhûm)dir. Hz. Peygamber ve Ebû Bekir, kendi aileleri tarafından nisbeten korunmuş ancak Mekkeli olmayan diğer dört kişi müşrikler tarafından şiddet ve baskı ile yıldırılmaya çalışılmıştır. Bu insanlar kızgın güneş altında demir zırhlar giydirilerek ölesiye işkence edilmişlerdir. Habbâb bu işkencelere sabrederek kâfirlerin Hz. Peygamberin risâletini inkâr etmesini istemelerini reddetmiştir (İbnu'l-Esir, Üsdü'l-Ğâbe II, 114).

Hz. Habbâb (r.a) Medine'ye hicret edince Hz. Peygamber (s.a.s) onu Cebr b. Atik ile kardeş yapmıştır. Hz. Ebû Bekir'in vefatından sonra, Hz. Ömer'den izin alarak Kûfe'ye cihad için gitmiş, hicri 37 tarihinde şiddetli bir hastalığa tutulmuştur. Hastalığın şiddetinden günde yedi defa başını dağlatan Habbâb, hastalık anında acı içerisinde "Hz. Peygamber (s.a.s) biri ölümü temenni etmekten alıkoymasaydı temenni ederdim" demiştir. Oğullarına kendisinin Kûfe dışına gömülmesini vasiyet eder ve Kûfe'nin dışına gömülmesi durumunda Hz. Peygamber'in sahabîsi oraya gömülmüş diye insanların ölülerini kendisinin etrafına gömeceklerini söyler. Öldüğünde altmış üç yaşında olan Habbâb (r.a) yirmibeş yaşında hicret etmiş, muhtemelen onbeş yaşlarında bir delikanlı iken İslam ile şereflenmiştir (İbn Hacer, el-İsâbe, I, 416; İbnü'l Esîr, Üsdü'l-Gâbe, II, 116).

Onbeş yaşında müslüman olmuş bir insanın dünyada kendisinden başka beş kişi müslüman iken işkencelere sabredebilmesi imanının ve dine bağlılığının en önemli göstergesidir. Altmışüç yaşında bir ihtiyar iken ve acılar içerisinde kıvranırken ölümüyle bir sünneti ihya etmeyi düşünmesi, onun Hz. Peygamber (s.a.s)'ın sünnetine de ne kadar bağlı olduğunun en güzel delilidir.

Mekke döneminde, sırtına ateşte kızdırılmış taşlar yapıştırılmış, sırt yağlan eriyinceye kadar sırtında tutulmuş, yine imanında sebat etmiştir. Demircilik ile meşgul olduğundan, efendisi Ümmü Emmâr demiri ateşte kızdırır Habbâb'ın başını dağlardı. Hz. Peygamber Habbâb'a uğrar onunla sohbet ederdi. Onun halini görünce: "Allahım Habbâb'a yardım et" diye dua etmişti. Bir müddet sonra Ümmü Enmâr şiddetli baş ağrılarına tutulur, köpek gibi bağırmaya başlar. Ona başını dağlatmasını tavsiye ederler. Habbâb demiri ateşte kızdırır ve kadının başını demirle dağlar (İbnu'l-Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 115).

İşkencenin dayanılmaz bir hal aldığı, müşriklerin şiddetli baskı yaptıkları bir zaman Habbab Kabe'nin gölgesinde örtüsüne bürünmüş oturan Hz. Peygamber'in yanına geldi; "Allah'a bizim için dua buyurmaz mısın" dedi: Hz. Peygamber yüzü kıpkırmızı halde doğruldu, şöyle buyurdu: "Sizden önceki ümmetlerde bir adam demir tarakla taranır ve sinirleri kemiğinden sıyrılırdı da bu işkence onu diniden döndürmezdi. Testere başının saç ayırımına konur ve iki parçaya bölünürdü; bu da o adamı dininden döndürmezdi. Allah muhakkak bu dini tamamlayacaktır. San'â'dan kalkan yolcu Hadramevt'e içinde Allah korkusundan başka hiç bir korku olmadan gidebilecek" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 29). Bütün bu işkencelere katlanan Habbâb bir gün halinden şikâyetçi olmamış, İslâm'ın zafer yıllarında, çektiği işkenceleri reklam ederek insanların teveccühünü kazanmaya çalışmamış, mükafatı yalnızca Allah (c.c.)'dan istemiştir. Hz. Ömer (r.a.) hilâfeti döneminde Habbab'a "Allah yolunda çektiğin işkenceleri bize anlat ey Habbâb!" demesi üzerine sırtını açar gösterir. Hz. Ömer "Bu güne kadar bu derece harap olmuş bir sırt görmedim" der. Habbâb (r.a) "Sırtımda ateş yakarlardı, derimden çıkan yağlar ateşi söndürürdü" der. Bazen de ateşte kızdırılmış taşlar sırtına konur derisinin yağları soğutuncaya kadar tutulurdu. Bunun için sırtı yumurta büyüklüğünde oyuk oyuk idi (İbnu'l Esîr, Usdü'l-Gâbe, II, 115).

Bütün bu işkencelere rağmen İslâm'ı tebliğden geri kalmazdı. Tâhâ suresinin bazı ayetlerini Hz. Ömer'in kızkardeşinin ailesine öğretirken Ömer içeri girmiş; onların hallerindeki samimiyet Ömer'in müslüman olmasına vesile olmuştur.

Zühd ve takvası ile gerçekten örnek olan Habbâb, ihtiyarlık döneminde İslâmın ilk yıllarında ölmediğine hayıflanır durur, şöyle derdi: "Hz. Peygamber ile sevabını Allah'tan dileyerek hicret ettik; Allah indinde bir mükâfaata hak kazandık. İçimizden kimi bu mükâfaat bu dünyada almadan göçtü gitti. Mus'ab b. Umeyr onlardandır... Birden kimileri de meyvelerinin olgunlaştığını gördü ve bunları topladı. İslâm'ın zafer yıllarını gördü ve müslüman olmasından dolayı dünya nimetlerinden istifade etti" (Buhârî, Menâkıbu'l-Ensâr, 45).

Habbâb (r.a)'ın ilim talebeleri; Oğlu Abdullah, Ebû Ma'mer, Kays b. Ebî Hâzım, Mesruk ve diğer Tabbiîn imamlarıdır. Oğlu Abdullah da Hz. Peygamber'i görmüş ve babası yoluyla ondan hadîs rivayet etmiştir.

Habbâb hastalığı nedeni ile Sıffin'e katılmadı. Sıffin dönüşü Hz. Ali, Kûfe dışında yedi kabir görüp, bunlar nedir? diye sordu. Etrafındakiler Habbâb'ın öldüğünü ve Kûfe dışına gömüldüğünü söyleyince Hz. Ali (r.a) şöyle dedi: "Allah Habbâb'a rahmet etsin. İsteyerek coşkuyla müslüman oldu; Allah'ın emrine itaat ederek hicret etti; hayatı boyunca mücâhid yaşadı; bedenine çektirilen işkenceler ve hastalığı ile imtihan edildi. Allah güzel amel işleyenin amelini zayi etmez" dedi. Kabrine yaklaşarak şöyle dua etti. "Ey mümin ve müslümanlar diyarı! Allah'ın selâmı üzerinize olsun, siz bizden önce yerinize ulaştınız, biz de inşâallah kısa zamanda size katılacağız. Allah'ım onları ve biri mağfiret et. Bizi ve onları affet. Ahireti düşünüp onun için amel eden, az ile kanaat eden, Allah (c.c)dan razı olan kullara müjdeler olsun" (İbnü'l-Esîr, Usdü'l Gâbe, II,144-117; İbn Hacer, el-İsâbe, I, 416).
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
Allah evella onlardan o yıldızlardan o mübarek sadık ashabtan razı olsun..
bizimle bu bilgileri paylaşıp nasiplendirdiğiniz için Allah sizden de razı olsun.

selam ve dua ile
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Huzeyfe Bin Yemân (Radıyallahu Teala anh)

Huzeyfe Bin Yemân (Radıyallahu Teala anh)

İnşallahü teala devam edelim nakletmeye Hadis-i şerifte İndezzikrüssalihin tenziylürrahme buyuruldu(Salihlerin anıldığı yere rahmet yağar)bu rahmetten herkes salihlere olan muhabbeti ölçüsünde nasiplenir.Çünkü başka bir hadis-i şerifte Takvanın kaynağı menbaı ariflerin kalpleridir buyuruldu.Cenab-ı Hak o büyüklere muhabbetimizi arttırsın.Sevginin ölçüsü itaatdir buyuruluyor.Onları seven yollarında gidenlerdir..

Huzeyfe Bin Yemân


Sevgili Peygamberimizin sırdaşı.

Huzeyfe bin Yemân hazretleri şöyle anlatıyor:
"Hendek savaşının en şiddetli safhaya ulaştığı bir sırada, bir gece yarısı Eshâb-ı kirâmdan bir grup olarak Resûlullahın yanında idik. Öyle bir gecede bulunuyorduk ki, ondan daha karanlık bir gece görmemiştik. Bu şiddetli karanlıkla birlikte gök gürültüsünü andıran korkunç bir rüzgâr da esmeye başlamıştı.

Ok ve taş atma
Bu sırada müşrik ordusu, telâşa kapılıp, kendi aralarında anlaşmazlığa düşmüşlerdi. Peygamber efendimiz bize onların bu hâlini haber verdi. Resûluluh efendimiz gece bir miktar namaz kıldıktan sonra yanıma geldi. Soğuktan ve açlıktan iki dizim üzerine çöküp büzülerek oturuyordum. Bana dokunarak buyurdu ki:
- Git şu kavim ne yapıyor bir bak! Yanıma dönüp gelinceye kadar onlara, ok ve taş atma. Mızrak ve kılıç vurma. Sen benim yanıma dönüp gelinceye kadar, ne soğuktan, ne sıcaktan zarar görmeyeceksin, esir edilip, işkenceye de uğramayacaksın.

Resûlullahın bu sözlerinden anladım ki, bana hiç bir zarar gelmeyecek. Kılıcımı yayımı aldım, gitmek üzere hazırlandım. Resûlullah efendimiz benim için duâ etti:
- Allahım, onu önünden, ardından, sağından, solundan, üstünden, altından koru!

Müşriklere doğru yürümeye başladım. Sanki hamamda yürüyor gibiydim. Vallahi içimde ne bir korku, ne bir üşüme, ne de bir ürperti vardı. Nihâyet müşriklerin ordugâhına vardım. Reisleri Ebû Süfyân ve diğerleri ateş yakmışlar, başında ısınıyorlardı. Ebû Süfyân daha o zaman Müslüman olmamıştı.

Hemen aklıma Ebû Süfyân'ı orada öldürmek geldi. Ok çantamdan bir ok çıkarıp, yayıma yerleştirdim. Ateşin ışığından faydalanarak onu vurmak istedim. Tam atacağım sırada Resûlullahın, "Benim yanıma dönüp gelinceye kadar bir hâdise çıkartmayacaksın" buyurduğunu hatırladım ve onu öldürmekten vazgeçtim.

Bundan sonra kendimde kuvvetli bir cesâret buldum. Müşriklerin yanına sokulup ateşin başına oturdum. Görülmemiş derecedeki şiddetli rüzgâr ve Alllahü teâlânın görülmeyen ordusu melekler, onlara yapacağını yapıyordu. Rüzgârda, kap kacakları devriliyor, ateşleri ve ışıkları sönüyor, çadırları başlarına yıkılıyordu. Bir ara müşrik ordusunun kumandanı Ebû Süfyân ayağa kalkıp dedi ki:
- İçinizde gözcüler ve casuslar bulunabilir, dikkat ediniz, herkes yanındakinin kim olduğuna baksın! Herkes yanında oturanın elini tutsun!
devamı var..
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Durulacak yerde değilsiniz
Ebû Süfyân, aralarına bir yabancının girdiğini sezer gibi olmuştu. Hemen ellerimi uzatıp, sağımda ve solumda bulunan iki kişinin ellerinden tutup, onlardan, önce isimlerini sordum. Böylece tanınmamı engelledim. Nihayet Ebû Süfyân:
- Ey Kureyşliler, siz durulacak gibi bir yerde değilsiniz. Atlar, develer kırılmaya, ölmeye başladı. Kıtlık her tarafı sardı. Rüzgârdan, başımıza gelenleri görüyorsunuz. Hemen göç edip gidiniz. İşte ben gidiyorum, diyerek devesine bindi.

Müşrik ordusu perişan bir hâlde toplanıp, Mekke'ye doğru hareket etti. Rüzgârdan üzerlerine yağan taş ve çakıl sesini işitiyordum.

Müşrik ordusu çekip gidince, ben de Resûlullahın yanına döndüm. Yolun yarısına geldiğimde karşıma yirmi kadar beyaz sarıklı süvâri şeklinde melekler çıktı. Bana dedilir ki:
- Resûlullaha haber ver. Allahü teâlâ düşmanı perişan etti!

Resûlullahın yanına geldiğimde, bir kilim üzerinde namaz kılıyordu. Fakat ben döner dönmez, gitmeden önceki üşüme ve titreme hâlim tekrar başlamıştı.

Huzeyfe bin Yemân, Eshâb-ı kirâm arasında Peygamberimizin sırdaşı olmasıyla meşhurdur. Peygamberimiz ona, Eshâb-ı kirâm arasına karışarak kendilerini gizleyen ve böylece fitne çıkarmak isteyen münâfıkların kimler olduğunu tek tek bildirmiştir. Bundan başka vukû bulacak hâdiseleri de bildirmişti.

Eshâb-ı kirâm arasında çok sevilir ve ayrı bir itibar gösterilirdi. Çünkü o, Resûlullahın verdiği sırlarla dolu idi. Resûlullah gizli kalması lâzım olan bir çok şeyi, Hazret-i Huzeyfe'ye söyledi.

Lâzım olanı bildirdik
O ve Ebû Hüreyre buyurdular ki:
- Server-i âlem, âlemin yaratıldığı zamandan, yok olacağı güne kadar, olmuş ve olacak şeyleri bize bildirdi. Bunlardan bildirilmesi lâzım olanları size bildirdik. Lâzım olmayanları, sakladık, bildirmedik.

Hazret-i Huzeyfe, Peygamber efendimizin sağlığında Hendek'ten sonraki savaşların hepsine katıldı. Resûlullahın vefâtından sonra Hazret-i Ebû Bekir, onu ordu kumandanı ta'yîn etti. Dinden dönenlerle savaşmak üzere Umman'a gönderdi. Kendisine katılan İkrime ile birlikte Umman halkını tekrar İslâma döndürdü. Bundan sonra Umman'da, önce zekâtları toplamakla, sonra da vâli olarak vazîfelendirildi. Sonra da Mezopotamya taraflarında yapılan savaşlara katıldı. Irak'ın ve İran'ın fethinde bulundu.

Nihâvend savaşında Nu'man bin Mukarrin şehîd olunca, İslâm sancağını Huzeyfe eline alarak Hemedân, Rey ve Deynura'yı fethetmiştir. Cezîre'nin fethinde bulunarak, Nusaybin vâliliğine ta'yîn olundu.

Hazret-i Ömer yeni bir vâli ta'yîn ettiği zaman, oranın halkına mektup yazarak, "Yeni vâli, âdâletle hükmettiği müddetçe; siz de onun emirlerine uyunuz" derdi. Hazret-i Huzeyfe'ye verdiği mektupta ise şöyle yazdı:
"Ey Nusaybin halkı! Bu gönderdiğim vâlinin, bütün emirlerine uyun. Her isteğini yerine getirin."

Nusaybinliler, karşılamaya çıktılar. Onu gördükleri zaman; hayvanı üzerinde, bir parça kuru etle ekmek yiyordu. Selâmlaştılar. Sonra halîfenin emirnâmesini gösterdi. Onlar da dediler ki:
- Hazret-i Ömer'in emirleri, başımız üzerine! Sen de hoş geldin, safâ geldin. Lâkin, bizden isteklerin ne ise; şimdi söyle. Belki karşılıyamıyacağımız şeylerdir!

Yeni vâli tebessüm ederek şu cevabı verdi:
- Aranızda kaldığım müddetçe sizlerden; sâdece, kendimin ve hayvanımın yiyeceğini istiyorum. Başka hiçbir şey istemem.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Duâ eden kurtulur

Duâ eden kurtulur

O şehirde, epeyce müddet bulundu. Görevini, kusursuz yapmaya çalışıyordu. Bilhassa Cum'adan önce, Müslümanlara va'z ve nasîhat eylerdi. Bir defasında buyurdu ki:
- Ey Mü'minler! Fitne, önce kalblerde filizlenir. Su katılmamış şarap bile; fitne kadar, insan kalbini çelemez, bozamaz. Sizler, fitneye doğru gitmeyiniz. Allaha yemîn ederim ki fitne insanları; selin, çöpleri sürüklediği gibi sürükler götürür!..
- Yâ "Huzeyfe! Fitneden nasıl kurtulabiliriz?
- Duâ eden, kurtulur.
- Ne zaman duâ edelim?
- Namazdan sonra. Çünkü kulları, güzelce abdest alıp, namaza durdukları zaman; cenâb-ı Hak da namaz kılanlara yönelir. İşte o anlarda duâ ediniz! Fakat sizler; hayırlı kimseler olmak istiyorsanız; geçici olan dünya için âhireti terketmeyiniz!

Hazret-i Huzeyfe, Medâyin şehrinde uzun müddet vâlilik yaptı. Oranın halkı, onun idâresinden son derece memnun olup, kendisini çok sevmişlerdi. Nihayet bir akşam, Hazret-i Ömer'den haberci geldi. Artık, Huzeyfe'nin Medîne'ye dönmesini istiyordu...

Emir üzerine hazırlandı, helâllaştı, vedâlaştı ve yola çıktı. Dönüşünü bekleyenler arasında, halîfe de bulunuyordu. Az çok yaklaşınca, Halîfe dikkatle baktı. Gördü ki; Medâyin vâlisi gönderdiği gibi dönüyor! Bunca yıl sonra; aynı hayvan üzerinde, aynı sâde elbiseler içinde.

Yan yana geldiler ve selâmlaştılar, kucaklaştılar. Halîfe sevinçle:
- Sen, benim kardeşimsin. Ben de, senin kardeşinim, diyerek, hislerini belirtti.

Cenâzesini niçin kılmadın?
Hazret-i Ömer halîfeliği zamanında Huzeyfe'nin bir cenâzenin namazını kılmadığını görerek, ona sordu:
- Niçin cenâze namazını kılmadın?

Resûlullahın sırdaşı Hazret-i Huzeyfe dedi ki:
- Resûlullah efendimiz, bana o kişinin münâfık olduğunu açıklamıştı. Bunun için onun namazını kılmadım.
- Allahın Resûlü münâfıklar arasında Ömer'i de saydı mı yâ Huzeyfe?
- Hayır, yâ Ömer.
- Peki memurlarım arasında münâfık var mı?
- Sadece bir tane var. Ancak ismini söylemeye memur değilim.

Huzeyfe hazretleri, Hazret-i Ömer'in bütün ısrârına rağmen ismini söylememiştir. Sonra o münâfık Hazret-i Ömer tarafından uzaklaştırılmıştır.

Bundan sonra Hazret-i Ömer, Huzeyfe'nin gitmediği cenâzeye gitmemiştir. Çünkü onun gitmemesini, ölenin münâfık olduğuna işâret sayardı.

Birgün Hazret-i Ömer, huzurunda bulunan ba'zı Eshâb-ı kirâma sordu:
- Resûlullah efendimizin fitne hakkında olan sözü hatırında olan var mı?

İçlerinden Huzeyfe dedi ki:
- Ey mü'minlerin emîri! Peygamberimizin bu konudaki sözü aynıyla benim hatırımdadır buyurdu ki,
"Kişi ailesinden, malından, çocuklarından ve komşusundan dolayı fitneye düçâr olur. Böyle günâhlara oruç tutmak, namaz kılmak ve iyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak keffâret olur."

- Maksadım o değil, deniz gibi dalgalanacak fitneyi soruyorum.
- Ey mü'minlerin emîri! Senin için endişelenecek bir şey yok. Senin zamanınla onun arasında bir kapalı kapı var.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Kapı kırılacak mı?

Kapı kırılacak mı?


- Yâ Huzeyfe! Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?
- Ey mü'minlerin emîri! O kapı kırılacak.

Bu cevap üzerine Hazret-i Ömer:
- Desene ümmet-i Muhammed kıyâmete kadar bir araya gelemeyecek! diyerek üzüntüsünü dile getirdi.

Daha sonra Huzeyfe'ye o kapının ne olduğu sorulduğunda şu cevabı vermiştir:
- O kapı Hazret-i Ömer idi.

Hazret-i Ömer'in bunu bilip bilmediği sorulunca da:
- Akşam ve sabahın olacağını bildiği gibi biliyordu, cevabını vermiştir.

Nitekim daha sonra Hazret-i Ömer şehîd edilmiş, Hazret-i Osman devrinin sonlarında alevlenen fitne târih boyunca bitmemiştir.

Kötü zaman gelecek mi?
Hazret-i Huzeyfe şöyle anlatıyor:
Herkes Resûlullah efendimize hayırdan sorardı. Ben ise ileride hâsıl olacak fitnelerden sorardım. Çünkü bunların şerrine yakalanmaktan korkuyordum. Dedim ki:
- Yâ Resûlallah, biz, Müslüman olmadan önce kötü kimselerdik. Allahü teâlâ, senin şerefli vücudun ile İslâm ni'metini, iyiliklerini bizlere ihsân etti. Bu saâdet günlerinden sonra yine kötü zaman gelecek mi?
- Evet gelecek.
- Bu şerden sonra, hayırlı günler yine gelir mi?
- Evet gelir. Fakat o zaman bulanık olur.
- Bulanıklık ne demektir?
- Benim sünnetime uymıyan ve benim yolumu tutmayan kimseler ortaya çıkar. İbâdet de yaparlar. Günâh da işlerler.
 

mektubat

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eki 2006
Mesajlar
2,308
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
42
Konum
İstanbul
Web Sitesi
www.caglarnetwork.com
Cehenneme çağıranlar

Cehenneme çağıranlar

- Bu hayırlı zamandan sonra, yine şer olur mu?
- Evet, Cehennemin kapılarına çağıranlar olacaktır. Onları dinleyenleri Cehenneme atacaklardır.
- Yâ Resûlallah! Onlar nasıl kimselerdir?
- Onlar da bizim gibi insanlardır. Bizim gibi konuşurlar.
- Onların zamanlarına yetişirsem ne yapmamı emredersiniz?
- Müslümanların cemâ'atına ve hükümetine tâbi ol!
- Müslümanların hükümeti yoksa ne yapalım?
- Bir kenara çekil. Aralarına hiç karışma, ölünceye kadar yalnız yaşa.

Huzeyfe, Hazret-i Osman'ın halîfeliği sırasında Azerbaycan ve Ermenistan taraflarının fethine gönderildi. Buradaki hizmetlerinin yanında mühim bir hizmeti de, Kur'ân-ı kerîm nüshâlarının çoğaltılmasına sebep olmasıdır. Çünkü o, Azerbaycan ve Ermenistan tarafına gittiğinde,

Kur'ân-ı kerîmin değişik lehçelerle okunduğunu görerek, Kur'ân-ı kerîmin Kureyş lehçesi üzerine çoğaltılmasını Hazret-i Osman'a teklif etti. Bunun üzerine Hazret-i Osman, Kur'ân-ı kerîm nüshâlarını çoğaltıp; belli merkezlere gönderdi.

Hayatının çoğu savaşlarda geçen Huzeyfe bin Yemân, Hazret-i Osman şehîd edildiğinde Medîne'de bulunuyordu. Bu sırada yaşı oldukça ilerlemişti. Dördüncü halîfe Hazret-i Ali'nin, ilk günlerinde hastalandı. Artık iyice ihtiyarlamıştı. Müslümanlar akın akın ziyâret ediyorlardı.

Bir arkadaşına 300 dirhem vererek buyurdu ki:
- Bu parayla, kefen alıverin.

Desenli bir kumaş getirdiler. Onu görünce:
- Bu kefen değil, gömlek içindir. Kefen, boydan boya iki bez parçası olur, dedi.

Dost ânî geldi
Sonra da yavaş bir sesle buyurdu ki:
- Hem sizin arkadaşınız iyi bir Müslüman ise, cenâb-ı Hak; kabirde o kefeni, daha iyisiyle değiştirir. Kötü ise, daha kötü şeylere hazırlanmalıdır.

Hazret-i Ali'nin hilâfetinin 40. günü, 656 senesinde, Huzeyfe hazretleri de, sırlarıyla birlikte sevgili Peygamberimize kavuştu.

Hazret-i Huzeyfe ölüm döşeğinde yattığı vakit şöyle duâ etmiştir:
- Dost ânî bir baskınla geldi. Pişmanlık fayda vermez. Allahım, fakirlik ve hastalıktan hakkımda hayırlı olanı bana ver. Ölüm hakkımda yaşamaktan hayırlı ise, sana ulaşıncaya kadar ölüm yolunu bana kolaylaştır.
*SON*
 

mir_erhan

Moderator
Katılım
13 Ara 2008
Mesajlar
6,148
Tepki puanı
502
Puanları
83
Yaş
44
çok güzel bir paylaşımdı Allah Evvel ondan onlardan Razı olsun
bizimle paylaştığın içinde Senden de razı olsun inşallah..
selam ve dua ile
 

Emir Sadullayev

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
2 Mar 2009
Mesajlar
90
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
38
Es Selamü Aleyküm,

Allah c.c. razı olsun mektubat...

her biri aynı görünen bir o kadar da farklı yıldızlardı...
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
:) Efendim Allahü teala cümlenizden razı olsun emeklerinize sağlık, selametle kalınız..
 

smmmtuba

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
20 Tem 2007
Mesajlar
1,639
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
47
Abdullah Bin Mes'ûd

Kur'ân-ı kerîmi açıktan okuyan ilk sahâbî.

Abdullah bin Mes'ûd hazretleri, Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olup, ilk îmâna gelenlerdendir.

Gençliğinde fakîr idi. Bundan dolayı çobanlık yapıyordu. Bir gün koyun güderken Peygamber efendimiz ve Hazret-i Ebû Bekir ile karşılaştı. Resûlullah efendimiz:
- Ey genç! İçmemiz için sütün var mı? diye sordu. O da:

- Yok efendim, deyince, Peygamber efendimiz, hiç yavrulamamış bir koyunun memesini elleri ile sıvazlayıp, duâ etti. Koyunun memesi derhal süt ile doldu. Hazret-i Ebû Bekir, büyük bir kap getirip doldurdu. Bu sütten içtiler. Peygamber efendimiz sonra: "Çekil, büzül" buyurdu. Koyunun memeleri eski hâline geldi.

Nasıl sağdınız?
Abdullah bin Mes'ûd, olanları hayretler içinde seyretti. Dayanamayıp sordu:
- Bu nasıl oldu? Hiç sütü olmayan koyundan bu kadar sütü nasıl sağdınız? Söylediğiniz duâyı lütfen bana da öğretin.

Peygamber efendimiz, başını sıvazlayıp:
- Allahü teâlâ sana rahmet etsin! Sen Hakkı öğrenebilecek bir çocuksun, buyurdu.

Bu mu'cizeyi gören ve konuşmaları işiten genç:
- Siz sıradan bir kimse değilsiniz. Senin, Cenâb-ı Hakkın Peygamberi olduğuna inandım, deyip Kelime-i şehâdet getirdi ve Müslüman oldu.

Kimse yok mu?
Abdullah bin Mes'ûd hazretleri Mekke'de ilk defa açıktan Kur'ân-ı kerîm okuyan sahâbîdir.

Bir gün Eshâb-ı kirâm, bir yerde oturup sohbet ediyorlardı. İçlerinden birisi:
- Resûlullahtan başka, hiç kimse çıkıp da Kur'ân-ı kerîmi müşriklere karşı açıktan okuyamadı. Bunu yapacak kimse yok mu? dedi. İbni Mes'ûd hazretleri hemen atılıp:
- Ben okurum, dedi.
- Biz, sana bir zarar vermelerini istemeyiz. Müşriklerin, kabîlesinden korkacakları bir kimse okusun.
- Bırakın gideyim! Siz dua edin! Allahü teâlâ beni korur!

Ertesi gün, Makâm-ı İbrâhim'e gitti. Müşrikler orada toplanmış hâldeydiler. İbni Mes'ûd hazretleri Besmele-i şerîfe çekip, "Errahmânu allemel Kur'âne..." diyerek Rahmân sûresini okumaya başladı.

Müşrikler hep birlikte üzerine yürüdüler. Tekme tokat vurmaya başladılar. Yüzü gözü her tarafı yara bere içersinde kaldı. Fakat o, sanki hiç bir şey yapılmıyormuş gibi sâkin sâkin Kur'ân-ı kerîmi okumaya devam etti. Okuması bittikten sonra Eshâb-ı kirâmın yanına vardığında dediler ki:
- Korktuğumuz başımıza geldi. Bir daha gidip onların yanında okuma!
- Hayır yine gidip okuyacağım. Müşrikleri ilk defa böyle perişan hâlde gördüm. Onların âcizliği beni çok sevindiriyor. Bana yapılan işkencelerden acı duymuyorum.

O, ertesi günü yine gidip, tekrar okudu. Yine tartakladılar. Hattâ kızgın çöllere yatırıp işkence ettiler. O yine aldırmadan okumalarına devam etti. Sonunda müşrikler çâresiz kaldılar.

Mekkeli müşrikler diğer Müslümanlara yaptıkları gibi, Abdullah ibni Mes'ûd'a da çok eziyet ve işkence yaptılar. İşkenceler dayanılmayacak hâle gelince izin ile iki defa Habeşistan'a hicret etti. Resûlullah efendimizin hicret etmesinden sonra, Habeşistan'dan Medîne'ye hicret etti. Burada önce Muâz bin Cebel'in evinde misâfir kaldı. Sonra Mescid-i Nebî'nin yanında bir ev yaptırarak taşındı.

İbni Mes'ûd hazretleri, cüssesinden umulmayan kahramanlıklar göstermiştir. Savaşlarda, Resûlullahın yanından ayrılmayıp, canfedâ bir şekilde savaşırdı. Bedir savaşında, küfrü ve îmânsızlığı meşhûr Ebû Cehil'in başını o kesmiştir.

Savaşta, Eshâb-ı kirâmdan Afra hatûnun çocukları Muâz ve Muavviz, kılıç darbeleri ile Ebû Cehil'i kımıldayamıyacak şekilde yaralayıp, yıktılar. Öldüğünü zannedip oradan ayrıldılar. Peygamber efendimiz Ebû Cehil'i merak edip:
- Acaba Ebû Cehil ne yaptı, ne oldu? Kim bakar? buyurarak, araştırılmasını emretti. Aradılar bulamadılar. Gelip durumu bildirince Peygamber efendimiz:

.........
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt