Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tefsir Dersleri... (13 Kullanıcı)

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
İkinci Hüküm: Kur'an-ı Kerim’de Nesh, Kaç Kısımdır?


Kur'an’da nesh üc kısma ayrılır.

1- Âyetin hükmünün ve okunmasının birlikte neshi.

2- Âyetin yalnız okunmasının neshi, hükmünün kalması.

3- Âyetin sadece hükmünün neshi, okunmasının kalması.

Birincisi: Âyetin hükmünün ve okunmasının neshi

Böyle bir âyetin, hem okunması hem de hükmüyle amel edilmesi caiz değildir. Çünkü, âyet tamamıyla neshedilmiştir. islâm'ın ilk devirlerinde, süt emzirme hakkında gelen âyette, bir kadın kendi çocuğu olmayan ya*bancı bir çocuğu doya doya on defa emzirmeyle, o çocuğa süt annesi sayılırdı. O kadının kendi çocukları da annelerini on defa emen çocuğun süt kardeşleri olurdu. Süt emzirmeyle ilgili âyet, Hz. Aişe (ra)'den şu şe*kilde rivayet edilmiştir: «Kur'an-ı Kerimde «on defa emzirme vâki olursa, süt emzirmeyle ilgili hüküm meydana gelir» âyeti vardı. Daha sonra bu âyetin hükmü ve okunması beş defa malum emme ile neshedildi.»

Fahreddin er-Râzi; «Hz. Aişe (r.anha)den yapılan rivayette, âyetin bi*rinci bölümü - on defa emzirmenin bilinmesi - hem okunma, hem de hük*mü bakımından nesh edilmiştir. İkinci bölümü - beş defa. emzirmenin bilinmesi - ise okunması bakımından nesh olunmuşta da İmam Şafii (râ)'ye göre hükmü devam etmektedir» [55] der.

İkincisi: Ayetin okunmasının neshi, hükmünün devam etmesi

Zerkeşi'nin «Burhan» kitabında dediği gibi eğer alimler, okunması nesh olunan âyetin hükmünün muteber olduğunu kabul ederlerse onunla amel olunur. Nitekim Nur suresinde okunması nesh olunan «Yaşlı bir er*kekle yaşlı bir kadının (ikisi de evli) birbirleriyle veya ayrı ayrı başkalarıyla zina yapması ile Allah'ın azabı için elbette onları taşlayacaksınız, şüphe*siz Allah (cc) yegâne galip ve hikmet sahibidir?» âyetinin hükmü baki ve geçerlidir.

Hatta Hz. Ömer (ra): «Eğer halkın «Ömer Allah (cc)'ın kitabına bir âyet ekledi» demeyeceklerini bilsem bu ayeti. Nur suresine elimle yazar*dım» [56] demektedir.

Ebu Hayyan, Sahih kitabında. Ubey bin Ka'b (ra) dan naklen şöyle di*yor: «Ahzab suresi uzunluk bakımından. Nur suresi kadardı. Sonra Ahzab suresinden bazı ayetler neshedilince kısaldı.» Ubey bin Ka'b (ra)'ın «Ah*zab suresinden bazı âyetler neshedilince sure kısaldı» ifadesi neshin ol*duğuna işaret eder.

Âyetin gerek hükmünün ve okunmasının neshi, gerekse hükmünün kal-mast. okunmasının neshi şekilleri Kur'an-ı Kerimde azdır ve bulunması nadirdir. Çenab-ı Allah (cc). mukaddes kitabını, ihtiva ettiği hükümlerin İcra edilmesi ve okunarak sevab kazanılması için göndermiştir.

Üçüncüsü: Âyetin hükmünün neshi, okunmasının caiz olması

Bu şekildeki nesh. Kur'an-ı Kerimde çoktur. Zerkeşi'nin dediği gibi. 63 surede mevcuttur. Bu tür neshlere. vasiyyet âyeti, iddet müddetiyle il*gili âyeti ve müşriklerle savaşmayı yasaklayan âyetleri gösterebiliriz.

Şeyh Hibbetullah bin Selâmet, neshedilen ve nesheden âyet ve ha*disleri mevzu edinen kitabında özetle: «Şeriatta ilk neshedilen, namazın İki rekat olarak kılınmasını emreden ayetin hükmüdür. Daha sonra nama*zın dört rekat olarak kılınmasını emreden âyet nazil olunca, namazın iki rekat olarak kılınmasını emreden hüküm neshedildi. Bilahere önce Mes-cid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılınmasını emreden âyetin* gelişi. Aşure orucunun neshedilmesi ile onun yerine Ramazan ayında oruç tutulmasını emreden âyetin gelişi, müşriklerden yüz çevrilmesini emreden hükmün neshi ile cnlarla cihad edilmesini emreden âyetin gelişi, ehl-i kitapla cizye verinceye kadar savaşın emredilmesl. Veraset hukukundaki bazı hüküm*lerin neshi ile bunların yerine yeni hükümlerin gelişi ve cahiliyet devri adetlerini belirten bütün İşaretlerin neshi ki Hac'ta müslümanlar He cahi*liyet adeti üzere hac yapan müşrik ve kitap ehlinin yapacakları ibadetle*rin birbirinden ayrılmasını emreden âyetin gelişini görürüz» der. [57]



Ayetin Hükmü Neshedlldiği Halde, Lafızlarının Okunmasının Hikmeti Ne*dir?


Zerkeşi: «Yukarıdaki soruya iki açıdan cevap verilebilir.

Birincisi: Kur'an-ı Kerim, ihtiva ettiği hükümlerin bilinip tatbik edil*mesi için okunduğu gibi yalnız ibadet niyetiyle de okunur. Allah (cc) kelâmı olduğundan hükmü neshedilse de, lafızları ibâdet maksadıyla okunduğu için baki kalmıştır.

ikincisi: Nesh âyetleri, çoğu kez bir önceki âyette bulunan ağır bir hükmü hafifletmek için gönderilmiştir. Âyetin okunmasının kalışı, daha önceki hükmün ağrlığını ve Allah (cc)'ın kullarına vermiş olduğu nimetini hatırlatmak içindir.» [58] demektedir. [59]



Üçüncü Hüküm: Kur'an, Sünnet (Hadis)'le Nesh Olunur Mu?


Alimler Kur’an’ın Kur'an’la sünnetin sünnette ve mütevatir bir haberin yalnız mütevatir bir haberle nesheditebileceği üzerinde ittifak etmişlerdir.

Diğer taraftan. Kuran'ın sünnet (hadis) ile, mütevatir bir haberin ahâ-di bir haberle neshedilmesi konusunda alimler, ihtilaf etmişlerdir. İmam Safi (ra)'ye göre âyeti, yotnız âyet nesheder. Âyetin hadiste neshedilme*si (caiz) değildir. Alimlerin cumhuruna göre bir âyet diğer bir âyetle nes-hedildiği gibi. sahih bir hadisle de neshedilir. Çünkü âyet ve hadisin ihtiva ettiği hükümler yine Allah (cc)'ındır..

Ayetin hadisle neshedilemeyeceği hususunda Şafii'nin delilleri:

imam Şofii (ra). «Biz neshettiğimiz (hükmünü diğer bir âyetle değiş*tirdiğimiz) veya unutturduğumuz (geri bıraktırdığımız) bir ayetin (yerine) ya ondan daha hayıritsıru yahut onun benıerlnl getiriri» Ayetine dayana*rak, Ayetin hadisle neshedllmeyecefll görüsünü savunur. Bu görüşünü şu delillerle isbat eder.

Birincisi: Ayetteki «getiririz» İfadesini Allah (cc) kendisine İsnat et* mistir. Bu da âyetin ancak ayetle neshedileceğini gösterir.

İkincisi: Âyetteki «ondan daha hayırlısını* ifadesinden anlaşılan, ayet veya hükmünün neshi ancak âyetle mümkündür. Çünkü sünnet (ha-dit), katiyyen âyetten hayırlı olamaz.

Üçüncüsü: Allah (cc)'ın «Allah'ın her şeye kemaliyle kadir olduğunu Bİlmedln mi?» ayeti, daha hayırlı bir hükmü getirmenin O'na mahsus ol*duğuna İşaret eder. Bu buyruk, âyet veya hükmünün neshinin ancak O'na mahsus olduğunu gösterir.

Dördüncüsü: «Biz bir âyeti diğer bir âyetin yerine getirdiğimiz zo-

ıtun.ı (Nahl: 101) âyetindeki «bir âyeti diğer bir âyetin yerine» İfadesi, nynt veya hükmünün neshibinin yalnız âyetle olacağını açıkça gösterir. Uünkü «getiriz» tabirinde getirme işini kendisine isnat etmiştir. Bu delil. Şafii'nln (ra) en kuvvetli delilidir.

Cumhur'un delilleri

Alimlerin cumhurunun. Kur'an'ın sünnetle neshedilebileceğl hususun-tlıı bir çok delilleri vardır. Bunları özetle beyan ediyoruz.

A. Vasiyyet âyetinin neshi: «Sizden birinize ölüm gelip çattığı »akit •0«r mal bırakacaksa- anaya, babaya ve yakın, akrabaya meşru bir eu-

ı«lte vaslyyette bulunmak takva sahipleri üzerinde bir hak olarak farzedHdl»

(•inkara: 180) âyetindeki anaya, babaya ve yakın akrabaya, ölümden sonra ymlyn bırakılacak maldan vasiyyet etme hükmünü Hz. Peygamber: «Ha hm ini/ olsun, varislere mal vasiyet etmeyiniz» meşhur hadisi İle neshet nıiştlr Bu da âyetin hükmünün sadece âyetle değil hadisle de neshedll rtiginl gösterir. [60]

B. «Evli bir kadınla evli bir erkek zina yaptıkları zaman yüzer değnek vuıtın» hükmü: «Zina eden kadınla zina eden erkeğin herblrlne yüzer değ-ttak vurun...» (Nur: 2) âyetiyle sabit iken Resulullah (sav), vasıf ve flllle-ti Itollrtllen kadın ve erkeğin ölünceye kadar taşlanmalarını emrederek Ayalin hükmünü neshetmiştir. Burpdo hükmü nesheden Resulullah (sav)'ın fiili hadisidir.

C. Alimlere göre Kur'an ve sünnetin ihtiva ettiği hükümlerin tümü. isimleri değişik de olsa Allah (cc)'ındır. Zira Cenabı Hak, Rasulullah'ın hadisleri hakkında: «Kendi (rey ve hevesinden söylemez O. O, kendisine (Allah'tan) Uka edilegelen bir vahiyden başkası değildir» (Necm: 3-4) bu yurmaktadır.

D. Alimlerin cumhuru, Şafiî'nin delilleri hakkında «O'nun delilleri vazıh değildir. Zira âyetteki «daha hayırlısı» tabirinden maksat, bir nesheden hükmün, neshedilen hükümden daha hayırlı olmasıdır. 8u Allah (cc)'ın kul*larının maslahatlarına göre zaman zaman hükümlerini değiştirmesi, O'nun ilminin kapsamı İçindedir. Yoksa bir âyetin lafzı diğer bir ayetin lafzından daha hayırlıdır anlamına gelmez» demektedirler. Hal böyle olunca neshe*den hüküm ister âyet, ister hadis olsun neshedilen hükümden daha ha*yırlıdır. Zira onların hepsi alîm ve hakîm olan Allah (cc)'ın kullarına teş*riîdir.

Cumhur'un görüşü, diğer görüşlere tercih edilir. Zira nesheden hü*kümlerin, nesholunan hükümlerden daha hayırlı ve daha faziletli oluşu, gelecekteki sevabı ve kullara qetirdiği kolaylıklardan dolayıdır. Bu konu*nun daha geniş izahı Usulü Fıkıh kitaplarında bulunur. [61]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Dördüncü Hüküm: Nesheden Hüküm, Neshedilen Hükümden Daha Ağır Ve Daha Zor Olur Mu?


imam Fahreddin er-Râzî, «Bazı alimlere göre nesheden hükmün nes*hedilen hükümden daha ağır olması caiz değildir. Zira Allah (cc)'ın: «Biz ondan deha hayırlısını ve benzerini getiririz» âyeti, nesheden hükmün bir önceki hükümden daha ağır olmayacağını gösterir. Daha ağır olan hü*küm, daha hayırlı olmadığı gibi benzeri de olamaz. Bu görüşteki alimlere şu cevabı verebiliriz: Daha hayırlıdan maksat, ahirette sevabı daha cok olan anlamına gelmez mi? Allah (cc)'ın zina eden hakkındaki ilk hükmü, zina edenlerin hapsedilmesi iken daha sonra bu hükmün kaldırılarak be*kar ise yüz değnek, evli ise taşlanarak öldürülmesini emreden hükmün gelişi, bir gün olan Aşure orucuyla ilgili hükmün neshedilerek otuz gün olan Ramazan orucunu emreden hükmün gelişi ve namazların iki rekat olarak kılınmasını emreden hükümlerin neshedilerek mukim için dört rekat-lı namazların kılınmasını amir hükümlerin gelişi, nesneden hükmün, nes*hedilen hükümlerden daha ağır olduğunu gösterir.

Diğer taraftan kocası ölen kadının iddet müddetinin bir sene olduğu nu emreden hükmün neshedilerek, iddet müddetini dört ay on güne indiren hükmün gelişi ve gece namazlarının (teheccüt) kılınmasının farz olduğunu emreden hükmün kaldırılarak gece namazı kılmayı serbest bırakan hük*mün gelişi, nesheden hükmün, neshedilen hükümden hafif olarak geldiği*ni de gösterir.

Yine kıblenin Mescid-i Aksa'dan Kabe'ye çevrilmesi de bir hükmün feshedilerek benzeri bir hükmün gelişini gösteren en bariz misaldir» [62] der.

Yukarıdaki misaller, hükümlerin vâzıı (koyucusu)'nın Cenab-ı Allah ol-(tuğunu gösteriyor. «Allah'ın herşeye kadir olduğunu bilmiyor musunuz?» ferman-ı ilâhisi, nesheden hükümlerin ister ağır, ister hafif, ister benzeıl oİMiın aynen kabul etmemizin imanımızın kemaline işaret edeceğinin be yıınıdır. En küçük bir şüphe -Allah, müslümanları korusun- insanları İsyan ve küfre götürür. Zira Kur'anı Kerimdeki bir hükmün inkarı ile tümünü İn kur arasında bir fark yoktur. [63]



Beşinci Hüküm: Haberle İlgili Âyetlerde, Nesh Olur Mu?


Alimlerin cumhuruna göre nesh, yalnız emreden ve yasaklayan âyet-lorle olur. Haber âyetlerinde olmaz. Bazı alimlere göre de haber nevinden ulun âyetler bir şer'î hükmü öngörüyorsa, o âyetlerde nesh caiz olur Ki Allah'ın «Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki [64] va Uü/ol bir rızık edinirsiniz. İşte bunda da aklını kullanacak bir kavim tgln hiç şüphesiz bir ayet vardır.» (Nahl: 67) âyeti, haber nevinden bir âyul ol nifisına rağmen, bir şer'î hüküm ihtiva ediyor ki buda içkinin mubah ol*duğudur. Âyetdeki «Hurma ağaçlarının meyvasından ve üzümlerden d* İçki ve güzel bir rızık edinirsiniz» cümlesinden anlaşılan, içkinin bu clyntin ımı/uI tarihinde mubah olduğudur. Daha sonra gelen: «Ey iman edeıılar, İçki, kumar (tapmaya mahsus) dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın a malinden bir murdardır. Onun için bun(lar)dan kaçının ki muradınıza ara-•İniz. Şeytan içkide ve kumarda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmak, •lıl Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (huplnlı) vazgeçtiniz değil mi?» (Maide: 90-91) âyetleri, içkinin kesin olaruk yunak «itildiğini gösterir. Görülüyor ki, haber neviinden âyetlerde de nosh ulur,

İbn-i Certr et-Taberî: «Allah (cc)'ın «Biz neshettiğimiz veya unuttur*duğumuz bir âyetin...» buyruğundan, bir âyetin hükmünü diğer bir âyetle değiştirme anlaşılır. Bu ise helali haram, haramı helal etme, daha önce mu*bah olan bir şeyi yapmayı sakıncalı hale getirme ve sakıncalı bir şeyi mu*bah hale getirme ve ilh... gibi hükümlerin değiştirilmesinin ancak emre*den, yasaklayan ve mubah kılan âyetlerle olacağını gösterir. Bu âyetlerin kendilerinde de nesh yapılabilir. Haber âyetlerinde İse nesh olmaz.» [65] der

Kurtubi ise: «Nesh. yalnız Resulullah (sav)ın hayatında olmuştur. O'-nun ahirette teşrifinden sonra olmamıştır. Zaten vahy kesildikten sonra j ortaya çıkan icmâ-ı ümmet de bu yoldadır» [66] demektedir. [67]



Ayetlerden Alınacak Dersler


1. Kitap ve sünnetin işaret ettikleri gibi hükümlerin neshini, Icmâ da kabul etmektedir.

2. Şerlat-ı Garra, kulların maslahatlarına azami derecede riayet et*miştir. Bundan dolayı bazı hükümler nesh olunmuştur.

3. Nesh, ancak helal ve haram bildiren ayetlerde olur, haber ve kıssa âyetlerinde olmaz.

4. Hükümlerin mercii ancak Cenab-ı Haktır. Allah (cc) kullarına dünyada selameti, ahirette saadeti bahşeden hükümler göndermiştir.

5. Alîah (cc), her şeyin maliki ve sahibidir. O'nun hüküm ve emirlerine teslim olmak her mükellefe farzdır.

8. Kâmil bir müslümanın vazife?', yahudilerin peygamberlerine sor*dukları gibi. peygamberine hangi konuda olursa olsun İtiraz yoluyla soru sormamaktır.

7. İnsanların asi olmasına: doğru yoldan ayrılma ve sapıkların yolun*dan gitme sebep olur.[68]



Ayetlerdeki Teşrii Hikmetler


Parlak İslâm şeriatı, her zaman ve mekanda halkın maslahatlarını na*zarı itibara alarak, doğru yolda yürümelerini temin için gelmiştir. Hükümlerin tedrici gelişi ve onlara şer'î teklifleri kabul ettirmede herhangi bir zorlama ve meşakkati hissettirmeme yoluna gidilişi Allah (cc)'in kullarına rahmetinin bir tecellisidir.

Allah (cc)'ın va'z ettiği nizam, inananlara anlaşılması gayet kolay ge*len, hiç bir günahı emretmeyen, hülasa, dünyada selameti, ahirette saa*deti için ne lazımsa onu emreden bir sistemdir ki, kullarına onu gönder*miştir, islâmi hükümlerin insanlığın maslahatlarını karşılamak için gön*derildiği bilinir. Bu maslahatlar zamanın ve yerin değişmesiyle değişe*bilir. [69] Meselâ: Bir hükme ihtiyaç olduğu zamanda Allah (cc). o İhtiya*cın halli için bir hükmü emreder. Daha sonra bu ihtiyacın ortadan kalkma*sıyla o hükmüde ortadan kaldırarak (neshederek), onun yerine maslahata uygun bir hüküm gönderir. Bu nesh ediş kullar için daha kolay ve mas*lahata uygundur. Mütehassıs bir doktorun hastasının tedavisinde hastalı*ğın seyrine göre ilaçlarını değiştirmesi gibi. Bütün peygamberler, kalble-rln doktoru ve insanların terbiye edicileri olarak gönderilmişlerdir. Her peygamberin şeriatı, içinde yaşadığı insanların maslahatlarına uygun bir tarzda tedrici bir surette Allah (cc) tarafından va'z edilmiştir. Zira ser'I hükümler ilaçlar gibidir. Bir zaman hastanın tedavisi için verilen ilaç, ay*nı hastaya bir müddet sonra verilirse hastalık yapar. Bundan dolayı bir kavme gönderilen şeriat, diğer bir kavmin yaşayışına uymadığı için onlara da yapabilecekleri hükümleri ihtiva eden bir şeriat gönderilir. Bunu da dinler tarihini okuyan ve üzerinde inceleme yapanlar bilir. Bu, hakim ve alim olan Cenab-ı Allah'ın hükmüdür. [70]



«Mehâsin Et-Te'vll» Tefsirine Göre, Âyetin Teşri'i Hikmeti


«Yaratıcı Allah (cc), Arap kavmini 23 sene gibi kısa bir zamanda tedri*ci olarak terbiye etmiştir. Bu terbiye ediş. başka kavimler için sosyal mü*nasebetler vasıtasıyla bir kaç nesilde mümkün olurdu. Bundan dolayı Al*lah (cp). islam milletine kabiliyet ve güçlerine göre hükümler göndermiş*tir. Onların kabiliyet ve güçleri terakki ettiği oranda Cenab-t Hak, daha önceki hükmü, başka bir hükümle değiştirmiştir. Bu Allah (cc)'ın kavimler ve fertler Icin İcra ettiği bir yoldur.

Canlı varlıklara bakıldığı zaman, onlarda değişmenin (neshin) varlığı alıkça görülür. İnsan sperminin önce cenin, daha sonra bebek, çocuk, gene, orta yaş ve ihtiyarlık şekline intikal etmesi kainatta muhakkak bir değişikliğin olduğuna delildir. Kainattaki bu değişikliği kabul etmemek mümkün değildir.

Allah (cc) tarafından bir kavim için bir hükmün diğer bir hükümle de*ğiştirilmesi nasıl kabul edilemez? Akıllı bir insan için, en ilkel bir yaşayışta olan Arap kavmini, insanlığın en yüksek mertebesine ulaştıran hükümlerin ilahi bir hikmeti olduğu görülmez mi?

Kainatta neshin varlığı inkar edilemez. Bir insanın çocukluk dönemine ait hükümler ile yaşlılık dönemine ait hükümler nasıl birbirinden farklı ise, kavimlerin ilk ve son zamanlarına ait hükümler de birbirinden öylece farklıdır. Bunun içindir ki hüküm sahiplerinin en büyüğü Allah (cc)'ın, in*sanlığın maslahatı için hükümlerde nesh yapması mümkündür. [71]



Hangi Şeriat, Daha Faziletlidir?


Her zaman ve her yerde herkes tarafından yapılabilen, insanlar ve cinler tarafından bir harfi dahi noksanlaştırılamayan islâm şeriatının sı*nırlarını çizen Allah (cc), irade ettiği yerde hükümlerinden istediklerini nes-hetmiş, yerine başka hükümler koyarak onu tamamlamıştır. 14 asırdan be*ri hükümleriyle amel edilen hatta gayr-ı müslim ülkelerde çeşitli dillere tercüme edilen Kur'an-ı Kerim değiştirilememiştir. Diğer semavi dinler ise, kahinler tarafından tahrif edilerek hükümleri değiştirilmiştir. Bugün onlar*da beşeriyyeti dünyada selamete, ahirette saadete kavuşturacak hiç bir hüküm bulunamaz.» [72]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
4. DERS NAMAZDA KA'BE'YE YÖNELME


142- İnsanlardan (Yahudi ve müşriklerden) bir takım beyinsizler: (Müslümanların namazda kıble edinip) üzerinde durdukları (devam ettik*leri eski) kıblesinden çeviren (sebep) nedir?» diyecekler. De ki (Habibim): «Doğuda Allanın batı da. O, kimi dilerse onu doğru yola iletir.»

143- Böylece sizi (Ey Muhammed ümmeti) vasat (orta) bir ümmet yapmışızdır, insanlara karşı (hakikatin) şahitler (i) olasınız. Bu peygam*ber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye, (Habibim) senin hala üstün*de dura geldiğin (Ka'beyi tekrar) kıble yapmamız; O peygambere (sana) uyanları (senin izince gidenleri) ayağının iki ökçesi üzerinde geri denecek*lerden (irtidad edeceklerden ve münafıklardan) ayırt etmemiz içindir. Ger*çi kıblenin bu suretle (çevrilmesi) elbette büyük bir (mesele)dir. Ancak bu Allah'ın doğru yola ilettiği klmseter hakkında (asla varit) değil. Allah, İma*nınızı zayi edecek değildir. Çünkü Allah, insanları çok esirgeyendir, (on*lara) rahmet (ve inâyet)ini râyigan edendir.

144- biz, yüzünü (vahye intizar ve iştiyakinden) çok kere göğe evirip çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni har halde hoşnut olacağın bir kıble'ye döndürüyoruz. (Namazda) yüzünü artık Mescidi Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir. (Ey mü'minler). siz de nerede bulunursanız (namaz*da) yüzlerinizi o ycna döndürün. Şüphe yok ki kendilerine kitap verilen*ler bunun Rablerlnden gelen bir gerçek olduğunu pek iyi bHHer. Allah, onların yapacaklarından gafil değildir.

145- Andolsun ki (Habibim) sen, kendilerine Kıble verilenlere (kıb*le meselesine dair) her âyeti (burhanı, mucizeyi) getirmiş olsan onlar (İnatlarından) yine senin kıble'ne uymazlar.

Sen de onların kıblesine tabi olucu değilsin. (Hatta) onların kimi kimin (Yahudiler Hristiyanlarm, Hristiyanlar Yahudilerin) kobtesine uyucu değfl-dK Andolsun (Habibim) sana gelen bunca ilim (ve vahy) den sonra (bil farz) onların neva (ve heveslerine uyacak olursan, o takdirde şüphesiz «e muhakkak (kendilerine) yazık etmişlerden sayılır)sın.



Ayetlerin Lafzı Tahlili


(Essufehâü): Arab dilinde «ince ve hafif şey» anlamında olan sefil kelimesinin çoğulu «Essufehâü» dür. Vakarı ifade hilim kelimesinin zıddıdır. Sefih kelimesi, daha açık anlamıyla noksan akıl*lılığı ifade eder. [73] Bundan dolayı Arab dilinde çocuklara da sefih denir.

«kim Cenab-ı Hak. diğer bir âyetinde buna işaret eder:

«Allah'ın illi •ftına diktiği mallarınızı beyinsizlere vermeyin...» (Nisa: 5)

(Vellahüm): Çevirmek anlamındadır.

(Gıbletihim): Mukabele kökünden gelen kıble kelime-

nl, yönelme anlamındadır. Bilâhare müslümanların namazda yöneldikleri tarafa Kıble adı verilmiştir.

(vasaten): Vaset (orta) anlamındadır. Bu anlama gel-

dlginl Cenab-ı Hak'kın diğer bir âyeti de te'yit eder. «Ortancaları: «Ben •ite demecim mi? (Allah'ı) tenzih etmeli değimliydiniz?» dedi» (Kalem: 28). Vrmat kelimesi, gerçekte her şeyin ortası, yani normal manasına gelir, 21-m bir şeyde haddi tecavüz etmek iyi değildir.

(Agibeyhi): Agibeyhi. ayak ökçesi yani İki ayağı üzerinde geriye dönmek anlamına gelen agib kelimesinin tesniyesldlr Bunun kin âyetteki bu cümlenin anlamı «Biz. islâm dininde sabit kalanlar İle on-ılnn dönenleri birbirinden ayırmak için»dir.

(Lekebireten): Ayetteki anlamı, zahmetli, büyük ve ıığır şeklindedir.

(Raûfun rahim): Raûfun, rahmet anlamındadır, Yalnız Allah (cc)ın sıfatı olarak anlamı, çirkin ve kötü bir şeyi uzaklaştır mu şeklindedir. Cenab-ı Hak. kullarından her kötü şeyden uzak durmalarını «m letüöj için. Kur'an lisanıyla kendisine «Rauf* adını vermiştir. Rahmet keli mmi. hem sevileni hem de çirkini ihata eder. Yani Allah (cc) «rahimdir» ıfenildiği zaman «sevdiği kullarına rahmet ettiği gibi, fâsık ve kâfirlere d» ıtıhmet eder» demektir. Onun için Allah (cc), kendisine «Rahim» İsmini vermiştir.

(Tegallube vechike): «Yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiği» anlamındadır. Zira gök. vahyin kaynağı ve duaların kıblonKtlr Jeccoe bununla ilgili olarak.- «yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiğinden» waksat. Resulullah (sav)ın göğe baktığı zaman, gözlerini evirip çevirdiğidir. Buno göre âyetteki bu cümlenin anlamı «çoğu kez, yüzünü ve gözlerini gök tarafına -kıblenin Ka'beye dönüşü için vahyin nazlı olmasını istemek üzere- çevirdiğini görüyoruz»dur.» der.

(Felenüvelliyenneke kıbleten): «Hoşnut olacağın bir Kıble'ye döndürüyoruz» yani «Senin hoşnut olacağın bir Kıbleye dönmene imkan veriyoruz» demektir. Âyetin bu bölümünde Allah (cc)'tan Resul (sav)'üne, kıble'ye dönme konusunda bir müjde vardır.

(Şatrel mescidi): «Mescid-i Haram tarafına». Lügatta şatır, yön anlamında olduğu gibi bazen bir şeyin yarısı manasına da gelir. Resulullah (sav)'ın. «Temizlik, imanın yarısıdır» buyruğundaki «ya*rısıdır» sözünün Arap dilindeki karşılığı «şatır»dır. Âyette yön anlamında kullanılmıştır. Âyetin bu bölümünün izahı «Yüzünü, Ka'be (Mescid-i Haram) cihetine çevir»dir.

(Ütül kitabe): «Kendilerine kitap verilenlerden mak*sat, Yahudi ve Hristiyanlardır. Kitap kelimesiyle Tevrat ve incil kastedil*miştir. [74]



Âyetler Arasındaki Münasebet


Resulullah (sav). Mekke'de iken namazda hep -daha önceki Peygam*berler gibi- yönünü Mescid-i Aksa'ya çevirirdi. Yalnız en büyük babası Hz. ibrahim (sav)'in kıblesi olan Ka'be'ye yüz çevirmeyi çok arzu ederdi.. Re*sulullah (sav), onun davetini yenilemek ve yeni bir nizam getirmek için gelmişti. Ka'be, kuruluş bakımından Mescidi Aksa'dan daha eskiydi. Pey*gamber efendimiz (sav), Yahudilerin «Muhammed (sav), yeni getirdiği dinle bize karşı iken, neden bizim kıblemize yöneliyor?» ve «Eğer bizim dinimizi bilmeseydi. namaz kılarken kıblemize yönelir miydi?» sorularına muhatap oluyordu. [75] Onların tarizleri yüzünden Resulullah (sav). Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılmayı hoş görmüyordu. Hatta Resulullah (sav), bir gün Cebrail (sav)'e «Allah (CC)'dan arzum, namazda beni Yahudilerin kıblesin*den başka bir yöne çevirmesidir.» dedi. Resulullah (sav), daima göğe ba*karak Allah (cc)'tan «Kıblenin. Ka'beye çevrilmesi hususunda vahyin gel*mesini» niyaz ederdi. [76] Allah (cc)'dcı, Resulullah (sav)'a onları red etmesi için. Yahudilerin münafıklarından beyinsiz cahillerin henüz kıblenin Ka'beye dönmesiyle ilgili âyet gelmeden önce, gelecekte kıble âyetiyle alakalı söyleyecekleri sözlerini haber verdi. Ki Resulullah (sav), onlardan gelecek üçüncü bir olaya karşı metanetli dursun ve en kesin cevabı da versin. Hem de Kıble âyeti gelmezden önce Resulullah (sav)'ın onlara vereceği bu haberle, risaletini tasdik eden açık bir mucize olsun. [77]



Ayetlerin İcmali Manaları


Halkın beyinsizleri -münafıklar, müşrikler ve Yahudilerin sapıkları-«Daha önce Peygamberlerin ve Resullerin kıblesi olan Mescid-i Aksa'dan Hz. Muhammed (sav) ve müslümanları Ka'be yönüne çeviren nedir?» di*yecekler. Allah (cc), Resulullah (sav)'a; «Sen onlara de ki; Doğu, batı ve tüm yönler Allah'ındır. Allah (cc), mülkünde istediğini yapmaya kadirdin buyurdu. Allah (cc), kullarından dilediklerini dünya ve ahirette saadeti Brlştirir.

Ey müslümanlar. sizleri hidâyete getirdiğim gibi İbrahim Peygam*berin kıblesi olan Ka'beyi de namazda yöneleneceğiniz yer olarak tayin ettim. Öyle ki bütün milletlerin en faziletlisi olarak sizi seçtim ve adil hlr ümmet kıldım. Ki kıyamet günü geçmiş kavimlerin, «kendilerine gönderilen peygamberlerin benim emirlerimi tebliğ etmediklerini» İddiaları üzerine geçmiş peygamberlerin lehinde şehadet edesiniz.

(Ey müslümanlar) Resulullah (sav), sizin iman ederek kendisinin ant1' mlş olduğu en son ve en mütekâmil dine ittiba ettiğinize şahitlik edecektir Biz sana, namaz kıldığın kıble'den Ka'beye dönmeni, dine şüphe soknnltır ile imanları sağlam olanları birbirinden ayırmak için emrettik.

Yahudiler ve münafıklar, Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan andık müslümanları saptırmak ve dinleri hakkında şüpheye düşürmek İçin, «111/ ler, Hz. Muhammed (sav)'in nasıl bir peygamber olduğuna hayret mllyo ruz? Çünkü getirdiğini iddia ettiği yeni dinin hükümlerinin, eski şeriat*ların, bilhassa Tevrat ve İncil'in ihtiva ettiği bütün hükümleri kaldırdığını Höylediği halde ibadetlerin en mukaddesi olan namazda onların yöneldiği kıbleye dönerek namaz kılıyor. Onun bu tavır ve hareketleri bizleri şüp< İtelendiriyor.» iddialarını ortaya attılar. Halbuki onlar, Ktble'nin Mescld-I Haram'a dönüştürülüşünün Resulullah (sav)'a gelen bir emirle olduğunu çok biliyorlardı.

Ey müslümanlar, zahir ve batın kendisine malum olan Allah (cc), on*ların yaptıklarını çok iyi bildiği için bunun hesabını onlardan soracaktır. [78]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Ayetlerin Nüzul Sebebleri


A. Buhari ve Müslim. El-Berrâ bin Âzib (ra)'dan rivayet edilen bir hadis-i şerifi şöyle naklediyorlar: «Resulullah (sav). Medine'ye İlk geliş*lerinde ensarilerden dayısı oğullarının yanına vararak 6 ay kadar namazını Mescid-i Aksa'ya yönelerek kıldı. Fakat O. kıblenin Ka'beye yönelik olma*sını istiyordu. Resulullah (sav)'in Ka'beye yönelmesi ilk defa ikindi nama*zında vaki olmuş, cemaati de onunla aynı yöne dönmek suretiyle namaza devam etmiştir. Peygamber (sav) efendimizin ashabıyla beraber İlk defa Ka'beye yönelerek kıldığı (Medine'de Kıbleteyn mescidinin bulunduğu şim*diki yerde) namazdan sonra sahabelerden biri cemaatten ayrılarak Mes*cid-i Saadet'e gitti. Oradaki cemaatin yine Mescid-I Aksa'ya yönelik na*maz kıldıklarını, hem de rükûya gitmiş bir halde iken görünce onlara: «And olsun, ben Resulullah (sav)'ın Ka'beye yönelerek namaz kıldığına, Allah (cc) için şahitlik ederim» dedi. Bunu duyanlar namazda iken hemen Ka'beye yönelerek namazlarına devam ettiler. Kıblenin Ka'beye dönmesin*den önce Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılanlardan ölen veya şehit olan*lar hakkında da: «Allah, imanınızı zayi edecek değildir» âyeti nazil oldu. Bu âyet. kıbleninKa'beye dönmesinden önce Mescid-i Ak'sa'ya müteveccih namaz kılanların, namazlarının kabul edildiğine delâlet eder. [79]

B. El-Berrâ (ra) da: «Resulullah (sav), Mescid-i Aksa'ya yönelerek na*maz kılardı. Fakat daima kıblenin Ka'beye dönmesi için semaya yüzünü çevirerek bakardı. Bunun üzerine Allah (cc): «Biz, yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnut olacağın bir kıble*ye döndürüyoruz» âyetini inzal buyurdular. O zaman müslümanlardan bir gurubun «Kıblenin Mescid-i Haram'a dönmesinden önce bizim ve kardeş*lerimizin Mescidi Aksa'ya yönelerek kıldığımız namazlarımızın kabul edilip edilmeyeceğini bilmek istiyoruz» demeleri üzerine «...Allah, imanınızı zayi edecek değildir» âyeti nazil oldu.» [80] demektedir.

Bu iki Hadisi Şerif, kıble âyetinin gelişindeki hikmeti göstermeye ka*fidir. [81]



Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: Alloh (cc), kıblenin çevrilmesi emrinden önce, Yahu*dilerden sefihlerin (beyinsizlerin), kıblenin Ka'beye çevrilmesinden sonra ne söyleyeceklerini. Resulullah (sav)'a mucize olmak üzere bildirmiştir. Bu haber veriş, Resulullah (sav)'ın peygamber olarak gelişini tasdik ve n'nun düşmanlarına kesin bir cevap veriştir.

Zemahşerî. «Keşşaf» isimli tefsirinde özetle: «Kıblenin dönüşünden önce, beyinsizlerin kıblenin Ka'beye çevrilmesinden sonra ne söyleyecek-İminin Resulullah (sav)'a haber verilmesinin faydası nedir? Bu soruya ce*vap olarak şöyle denebilir: «Düşmanların (Yahudilerin) gelecekte ne söyle*yeceklerinden önce onlara cevap vermek, aradaki fikrî çatışmayı ketin bir şekilde reddeder» [82] demektedir.

İkinci incelik: Allah (cc).«De ki: (Habibim) «Doğu da Allah'ın, batı da. O, kimi dilerse onu doğru yola iletir.» âyetiyle insanlardan beyinsizlere Yahudiler, müşrikler ve münafıklar- dimağlarını çatlatırcasına bir red ce*vabı vermektedir. Gerçekten bütün yönler O'nundur. Hiç bir yön diğerlerin don daha kıymetli değildir. Hiçbir yerin, kendi başına kıble olması mümkün değildir. Cenâb-ı Allah (cc), hangi yönü dilerse, onu kullarına kıble olarak tahsis eder. Kıbleyi çevirme konusunda Allah (cc)'ın dışında hiç kimsenin hir şey konuşma hakkı yoktur, insan için lazım olan, Allah (cc)'a hulus u kalp İle yönelmek ve emirlerine uymaktır. Kıblenin dönüşüyle llgll| şüph« sahipleri, en geri zekalı ve en düşüncesiz kimselerdir.

Üçüncü incelik: Âyetteki «Sizi vasat bir ümmet yapmışızdır» cümlesin*de derin bir incelik vordır. Herşeyin hayırlısı, vasat olanıdır, ifrat: bir şeyi fazlasıyla, tefrit; bir şeyi noksanıyla yapmadır. Her ikisi de insan İçin be*ğenilmeyen ve sevilmeyen bir haldir. Gerek Allah (cc), gerekse Resulul*lah (sav) tarafından sevilen ve tavsiye edilen, her.ikisinin ortası yani va nnt olanıdır. İbn-i Cerir et-Taberi: «Yahudiler, tefrite giderek kitaplarını değiştirmişler. Peygamberlerini (Hz. Zekeriyya ve Hz. Yohya) öldürmüşler ve dinlerinin.bir çok emirlerin! yapmamışlardır. Hristiyanlar ise, ifrata gl dorek Hz. İsa'ya Allah (co)'ın oğlu sıfatını vermişlerdir. Müslümanlara gelince. Allah (cc)'ın «Sizi vasat bir ümmet yapmışızdır» emrinden de an*laşılacağı üzere dinlerinde daima vasat yolu seçmişler, ne ifrata ve ne d* tefrite düşmemişler ve düşmeyeceklerdir, inşallah, bu hal kıyamete kadar devam edecektir» [83] der.

Dördüncü incelik: «Bu ümmetin, inkarcı olan diğer ümmetlere karşı kıyamet günü hakikat şahitleri olmaları, onların en faziletli bir ümmet ol*duğuna en büyük delildir. Çünkü diğer ümmetler, kendilerine gönderilen peygamberlerin dini tebligatlarını inkar edecekler. Allah Teala (cc)'da her şeyi daha iyi bildiği halde peygamberleri sorguya çekerek: «Tebligat yap*tığınıza dair şahitleriniz var mı?» buyuracak. Peygamberler de «Evet, Hz. Muhammed (sav)'in ümmetidir» diyerek onlardan şahitlik isteğinde bulu*nacaklar. Bu arzuya karşı Resulullah (sav)'ın ümmeti, peygamberlerin le*hinde şahitlik yaptıklarında geçmiş ümmetler: «Sizler bizlerden sonra gel*diğiniz halde nasıl bizim aleyhimizde şahitlik yaparsınız?» diyecekler. On*larda (Muhammed ümmeti) kendileriyle ilgiyi bilgiyi doğru olan pergam-berlerinin diliyle «Allah'ın haber verdiğini» söylecekler. O zaman Resulul*lah (sav) gelerek «Ümmetinin âdil olduğunu» söyleyerek tezkiyede bulu*nacak ve şahitlik yapacaktır.» biçiminde rivayet olunmuştur.

Buhari, sahihinde Ebu Said el-Hudri (ra)'dan şu hadis-i şerifi naklet*mektedir: «Kıyamet günü, Hz. Nuh), Allah (cc)'ın. «Sana verdiğim emirleri, ümmetine tebliğ ettin mi?» sorusuna «Evet, Ya Rabbi» diyerek cevap verecektir. Cenab-ı Allah (cc), bu defa onun ümmetine: «Size gönderdiğim peygamber, emirlerimi size bildirdi mi?» diyecek, onlar da: «Bizi azaptan korkutacak ve ibadete davet edecek hiç kimse gelmedi» diyecekler. Bu*nun üzerine Allah (cc), Hz. Nuh (sav)'a: «Sana kim şahitlik yapacak?» diye soracak. O da: «Muhammed ve ümmeti şahitlerimdlr» diyecek. Re*sulullah (sav) ve ümmeti de hakikaten onun dini emirleri ümmetine aynen tebliğ ettiğine şahitlik edeceklerdir.» Bu hadisi şerif. «Böylece sizi, vasat bir ümmet yapmışızdır, insanlara karsı (hakikatin) şahitleri olasına. Bu peygamber de sizin üzerinize tam bir şahit olsun diye...» âyetinin en doğru tefsiri olduğu gibi. daha önce nakledilen rivayeti de en kuvvetli bir senetle te'yit etmektedir. [84]

Beşinci incelik: «O peygambere (sana) uyanları (senin izince giden*leri) ayağının iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden (irtidad edeceklerden ve münafıklardan) ayırt etmemiz içindir...» âyetinin tefsiri konusunda Ali bin Ebi Talip (ra): «Arap diline göre bilginin karşılığı olan ilim kelimesi ile göstermek manasına gelen ru'yet kelimesi birbirlerinin yerlerine kul tanıtabilir. Mesela: Fil suresinin başında «Sen görmedin mi?» anlamına go len «Elemlere» cümlesi kullanılmıştır. Halbuki Resulullah (sav), olayın meydana geldiği yıl doğmuş olduğundan fil vakasını görmemiştir. Bu cüm lenin yerine «Sen bitmedin mi?» anlamına gelen «Elem tağJem» cümleni nin kullanılması lazım gelirdi.» [85] der.

Taberi ise: «Allah (cc). her şeyin mahiyetini daha yaratmadan önen bilir. Ancak âyetteki- «ayırt etme»yi bilme. Resul (sav)'ünün ve velilerinin bilgi edinmesi içindir. Yani Resulullah (sav), kendisine gerçekten uyanlm İle uymayanları birbirinden ayırsın ve bilsin. Yoksa Allah (cc)'ın biln» demek değildir. Çünkü Araplar, herşeyi reislerine izafe ederler. Mıü.h Ömer (ra), Irak'ı fethetti ve haracını aldı. Halbuki İrak'ı fetheden ve İmi cim alan Hz. Ömer (ra) değil, ordusuydu.» [86] demektedir

ibn-i Abbas (ra), bu âyetin tefsiriyle ilgili olarak şöyle der: «Guıc müslümanlar ile şüphe sahipleri ve münafıkları birbirinden ayırt utun > İçindir.»

Zemahşerî, Keşşafında şöyle der: «İlim kelimesinden maksat, lııyln «tme bilgisidir. Buna göre âyetin anlamı «Biz sevap vereceklerimi/ lln ateşle azab edeceklerimizi birbirinden ayırmak içindir.» Nitekim; «Yoksa İz -Allah içinizden savaşanlar (la savaşmayanlarjı belli «tmeden- baldanler (le etmeyenler)! belli etmeden cennete girivereceğinizi mi sandınıi?ı (Al'i imrân: 142) âyetinde görüldüğü gibi ilim kelimesi, tayin etme unlunu taşıyan bilgi manasına kullanılmıştır»

Altıncı incelik: Allah (cc), «Ayağının iki ökçesi üzerinde geri dönmek*lerden...» âyetindeki bu cümle ile dinden dönüp irtidat edenleri, «İki Ok çesi üzerinde dönenler» olarak vasıflandırmaktadır. Çünkü onlar, Imun vb (İdillerini terketmişlerdir. Dolayısıyle Allah da, Kur'an'da bu İfadeyi kul lanmıştır.

Mürtedler yine Kur'an'da şöyle tavsif edilmektedir: «En son arka çevir di ve büyüklük tasladı da» (Müdessir: 23)

Yedinci incelik: Cenab-ı Hakkın: «Allah, imanınızı asla zayi edecek değildir» âyetinde «iman»dan murat, namazdır, iman, ancak namazla tamarnlanır. O; niyet, söz ve işi ihtiva eder. Zaten iman da bunlardan ibaret*tir. Bu âyetin nazil oluş nedeniyle ilgili olarak Kurtubî: «Alimler, bu âyetin Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan ve kıble âyeti nazil olmadan önce ölen veya şehit olanların namazlarının kabul edildiğini beyan etmek için nazil olduğunda ittifak etmişlerdir. Zira Abdullah bin Abbas'tan rivayet edi*len şu hadis-i şerif buna işaret eder; «Besulullah (sav). Allah (cc)'ın em*riyle namazda Ka'beye yönelince sahabelerden bir gurubun, «Ya Resulul-lah (sav), daha önce Mescid-i Aksa'ya yönelik namaz kılan kardeşlerimiz*den ölen veya şehit olanların durumları ne olacak?» diye soru sormaları üzerine bu âyet nazil oldu» [87]

Sözlerine devamla: «İmam Malik (ra)'de «Bu âyette namaz, imandan değildir» diyenlerin iddialarının doğru olmadığını beyanla bu iddiaları red*deder» [88] der.

Sekizinci incelik: Zemohşeri: «Gadnera» cümlesindeki gad kelimesi, çoğul ifade eden «rübbemâ» anlamındadır. «Gadnera» cümlesinin manası «senin yüzünü semaya çok kere evirip çevirdiğini görüyoruz» dur. öyley*se «Gadnera» tabiri, âyette geniş kapsamlı müzari fiil-İse de, geçmiş za*man ifade eden mazi fiil şeklindedir. Nahiv alimlerinin görüşleri de bu yol*dadır. Bunun örnekleri: «Allah, içinizden (insanları Resululloh'tan) geri bı*rakanları...» (Ahzab: 18). «Andolsun, biliyoruz ki onların söyleyip durduk*la inden göğsün cidden daralıyor (Habibim)» (Hicr: 97) âyetlerinde de olduğu gibi geniş kapsamlı müzarillil. geçmiş zaman ifade' eden mazi fiil anlamındadır» der.

Dokuzuncu incelik: Bazı muhakkik müfessirlere göre «Biz yüzünü çok kere göğe evirip çevirdiğini görüyoruz. Şimdi seni herhalde hoşnut ola*cağın bir kıbleye döndürüyoruz» âyetinde. Resulullah' (sav)'ın Allah (cc)'a karşı ne kadar güzel bir edep takındığına dair, bizler için çok ince bir uyarı vardır. Zira o. kıblenin dönmesini arzu etmesine rağmen şifahen dua etmeyip, vahyin gelmesini beklemiştir. Bu edeb numunesi tavra karşı, Allah Jcc). sevdiği ve arzu ettiği bir kıbleye yönelmesi emrini âyeti ile O'na ikram-etmiştir. Resulullah (sov)'ın kıblenin. Mescld-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a dönmesini arzu etmesinin bir kaç sebebi vardır:

1- Yahudilerin Resulullah (sav) hakkında «Muhalif bir din getirdiğini iddia etmesine rağmen bilim kıblemize yöneliyor» demelerinden dolayı kıb*lenin dönmesini istiyordu.

2- Mescid-i Haram, büyük babası Hz. İbrahim (sav)'in kıblesiydi. Onun ic-in büyük babasının kıblesine yönelmeyi arzu ediyordu.

3- Resulullah (sav), Arapların gönüllerini hoşnut ederek İslama gir*melerini arzu ettiğinden, kıblenin dönmesini istiyordu. Zira Araplar Mes-Old-I Haram ve Ka'benin, en mukaddes bir yer olduğu inanandaydılar.

4- Peygamber (sav) efendimizin menşei, Mescid-i Haram'ın bulun*duğu emin belde Mekke-i Mükerreme'dir. O, bu şerefin doğup büyüdüğü şehirde bulunan Mescid-i Haram'a verilmesini arzu ediyordu.

Onuncu incelik: Âyette «Ka'be» kelimesi yerine Mescid-i Haranı tobl-rlnin kullanılmasında bizzat Ka'benin değil, cihetine yönelmenin farz ol*duğuna dair ince bir işaret vardır. Eğer Ka'beye denilseydi müslüman-Itırın birçok zorluklarla karşılaşacakları aşikardı. Geniş bilgi ileride veri*lecektir. Âyette «Kıbleye yönelme» emrinin «(Namazda), yüzünü artık Mm-cld-l Horam tarafına çevir» cümlesiyle hususi olarak Resulullah (sav)'a, ııkabinde «(Ey müminler) sizde nerede bulunursanız (namazda) yüzlerini-il o yana döndürün» cümlesiyle de umumi olarak müslümanlara hitap şok-llnrio gelişi, kıblenin islam'daki öneminden dolayıdır. Yalnız Resulullah (tıav)'a yapılan hitab, onun şahsında ümmetinedir. Kıblenin değişmesi emri Modine'de geldiğinden, Ka'benin yalnız Medine ehlinin kıblesi olablltot-fli, hatta Mescid-i Aksa'nın da yine kıble olarak kalacağı zannedillrdl. Tüm İm menfi düşünceleri bertaraf etmek için hem Resulullah (sav)'a. hem dt ümmetine ayrı ayrı hitablar gelmiştir.

Bununla ilgili olarak Er-Râgib: «Âyette, Resulullah (sav)'a hususi JS-Mide hitab edilmesi, onun şeref ve arzusuna uymak, daha sonra mü'mln-Inıo umumi hitab edilmesi de, kıblenin Resul-u Ekrem (sav)'in şahsına hn» olduğunun anlaşılmaması içindir. «Gecenin birazından gayri (scatlerlndo) kalk» (Müzemmil: 2) âyetinde görüldüğü gibi hükmün yalnız Resulullnh (Rnv)'a has olması gibi. Kıblenin dönüşünde büyük bir inkilâb olduğundan Allah (cc), O'nun ümmetine doğrudan hitabda bulunmuştur.» [89] der. [90]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Âyetlerdeki Şer'i Hükümler


Birinci hüküm: Kur'anda «Mescid-i Haram» Sözünden Maksat Nedir?


Kur'an-ı Kerimdeki birçok âyetlerde ve olaylarda «Mescid-i Haram» lüzü geçer. Bu kelimenin birçok manaları bulunmaktadır:

1- Mescid-i Haram'dan maksat. Kabe-i Muazzama'dır. «(Namazda) yüzünü artık Mescidi Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir» âyeti de bu anlama işaret eder.

2- Mescid kelimesinden bütün mescitler anlaşılır. Buna da Resulul-l.ah (sav)'ın: «Benim bu mescidimde (Medine mescidi) kılınan bir vakit na*maz, Mescid-i Haram'ın dışındaki mescidlerde kılınan 1000 vakit namaz-' dan daha hayırlıdır.» [91] ve «Mescid-i Haram, benim şu mescidim (Me*dine mescidi) ve Mescid-i Aksa dışındaki hiçbir mescide ziyaret maksa*dıyla gidilemez.» [92] hadis-i şerifleri delâlet eder.

3- Mescid-i Haram'dan maksat, Mekke-i Mükerreme'dir. Nitekim: «Kulunu (Muhammed, sav) bir gece Mescid-i Haram'dan (alıp) Mescid-i Aksa'ya kadar götüren (Allah her türlü noksanlıklardım) münezzehtir...»

(İsrâ: 1) âyeti buna işaret etmektedir. Zira «İsrâ» ve «Mirâc» hâdiseleri Mek*ke-i Mükerreme'de meydana gelmiştir. «Onlar küfreden, sizi Mescid-i Ha*ramdan ve alıkonulmuş hediyyelerin mahalline ulaşmasından men eden*lerdir...» (Feth: 25) âyeti de, Mescid-i Haram'ın Mekke olduğunu gösterir. Zira onlar (kâfirler), müslümanların Mescid-i Hararr.'a değil, Mekke'ye girmesine engel oluyorlardı. Bu hadise, âyetteki Mescid-i Haram'ın Mek*ke-i Mükerreme olduğuna delalet eder. İsrâ süresindeki Mescid-i Haram'*dan maksat da, Mekke-i Mükerreme'dir. Dolayısıyle her iki âyetteki «Mes*cid-i Haram» sözünden maksat, bizzat Ka'be değil, Mekke-i Mükerreme'dir.

4- Mescid-i Haram, Mekke'nin harimi kabul edilen mahallin ismi*dir. Buna «Ey imcn edenler, müşrikler ancak bir necistir. Onun için bu yıl*larından sonra onlar Mescid-i Haram'a yaklaşmasınlar...» (Tevbe: 28) â-yeti de işaret eder. Çünkü «yaklaşmasınlar» emrinden murat, müşriklerin Mekke-i Mükerreme harimine girmelerinin yasaklanmasıdır. Kıble âyetinde-ki; «(Namazda) artık yüzünü Mescid-i Haram tarafına çevir» cümlesinde geçen «Mescid-i Haram» sözünden maksat, bizzat Ka'be'dir. [93]


İkinci hüküm: Namazda Ka'benin Bizzat Kendisine Mi, Yoksa Bulun*duğu Yere Mi Yönelmek Farzdır?


Kıble (Ka'be)'ye yönelmek, namazın farzlarındandır. Ona yönelmek-sizin kılınan namaz, sahih değildir.' Yalnız savaş meydanında kılınan na*maz ile kara. deniz ve hava taşıtlarında kılınan sünnet ve nafile namazItırda vasıta hangi yöne doğru gidiyor veya dönüyorsa o yöne dönülür. lira İmam Ahmed bin Hanbel (ra), Müslim (ra) ve Tirmizi {ra) İttifakla; fttttulullah (sav)'ın devenin üzerindeki mahfe'de, onun yöneldiği yöne doğru mıtıiüz kıldığını rivayet etmişlerdir. Bu hususu; «Maşrlk da Allah'ındır, Mugrıb da. Onun için nereye (hongl semte) döner, yönelirseniz Allah'ın yiliu (kıblesi) oradadır. Şüphe yok ki Allah vo'sidir, hakkıyla bilicidir.» (Htıkara: 115) âyeti te'yid eder.

Alimler arasında, kıblenin farz oluşu hakkında hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Yalnız Ka'be'nin bizzat kendisine mi yoksa bulunduğu tarafa mı yönelmek gerekeceği konusunda görüş ayrılığı vardır. Şafii ile Hanbell'ye Uöro namazda bizzat Ka'benin kendisine yönelmek farzdır. Hanefi ile Mcı-llki'ye göre ise namazda Ka'benin bulunduğu tarafa yönelmek farzdır. Bu uörüş ayrılığı, namaz kılan adamın bizzat Ka'benin karşısında olmadığı ynııl namaz kıldığı yerden baktığı zaman O'nu görmsdiği takdirdedir, Dİ» Ö«ı bir İfadeyle halkı müslüman olan ülkeler—Mekke şehri hariç—de mül-İdmanların namaz kıldıkları yerlerde Ka'beyi görmedikleri zamandadır.

Alimler arasında, namaz kılan kimselerin Ka'beyi görmeleri halindi bizzat O'nun kendisine yönelmelerinin farz olduğu hususunda görüş ayrı*lığı yoktur. Yani namazda Ka'beyi gören için bizzat kendisine yönelmek farzdır.

Birinci görüşün (Şafiî ile Hanbelî) sahiplerine göre, namaz kılan kim-»enin, Ka'beyi görüyorsa bizzat kendisine, görmüyorsa Ka'benin bulundu-Ou tarafa—Ka'benin bizzat kendisine isabet edecek şekilde—yönelmeli furzdır.

ikinci görüşün (Hanefî ile Maliki) sahiplerine göre ise, bir kimse namui kılarken Ka'beyi görmüyorsa, onun için Ka'benin bulunduğu tarafa yönol-ıııek farzdır.

Şafiî ve Hanbeli'nin delilleri:

Şafiî ve Hanbeliler; Kıble hususunda Kur'an, hadis ve kıyas'tan aldık*ları delillerle görüşlerini isbat ederler.

A. Kitab (Kur'an)'dan aldıkları delil, «(Namazda) yüzünü artık Mcscld-I Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir...» âyetinin zahiridir. Âyette, semtin karşılığı anlamındaki «şatır» kelimesinden maksat, namaz kılanın tam kar*cısına gelen semttir, öyleyse Ka'benin bizzat kendisine yönelmek farzdır,

B. Sünnet (hadis)'ten aldıkları delil ise, Buhar! ve Müslim'in Üsâme bin Zeyd (ro)'den rivayet ettikleri şu hadisdln «Resulullah (sav), Mekke'nin fethinde Kabe-j Muazzama içindeki putları temizlettirdikten sonra için© girdi ve her tarafına dönerek dua etti. Ka'benin içinden çıkıp karşısında İki rekat namaz kıldıktan sonra da Resulullah (sav) sahabelere Ka'beyi göstererek «Şu (Ka'be) sizin kıblenizdir» buyurdu». Şafiî ve Hanbelî alim*leri; «Hadiste Türkçe'de karşılığı «şu» olan «hazini» kelimesi ile başlayan (şu kıbledir) cümlesi, inhisarı ifade eder. Yani kıblenin yalnız Ka'be oldu*ğunu gösterir» derler.

C. Kıyas yoluyla getirdikleri delil de, Resulullah (sav)'ın Ka'beyi ta'zim konusundaki emirlerinin tevatür derecesinde olmasıdır. Namaz, dinin en büyük şiarıdır. O'nun sihhati, Ka'benin bizzat kendisine dönülerek şerefi*nin artırılmasını İcap ettirir. Öyleyse bizzat Ka'benin kendisinin kıble olma*sı kesindir.

Ka'benin bulunduğu yönün kıble oluşu şüphelidir. Namazda en ihti*yatlı yola riayet etmek farz olduğuna göre, onun sihhati için Ka'benin bu*lunduğu yöne değil, bizzat kendisine yönelmek farz olur. [94]

Maliki ve Hanefi'nin delilleri:

Maliki ve Hanefi'lerin mezhep görüşlerinin delilleri ise kitap, sünnet, sahabilerin amelleri ve aklî delillerdir.

A. Kur'andan aldıkları delil; «(Namazda) yüzünü artık Mescid-i Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir...» âyetinin zahiri anlamıdır. Allah (cc), â-yette Ka'benin yönü dememiş, Mescid-i Haram yönü tabirini buyurmuştur, öyleyse Mescid-I Haram semtine yönelen kimse, namazın farzlarından olan kıble (Ka'be) ye -Ka'benin bizzat kendisine isabet edebilir veya etmeye*bilir- dönme farzını yerine getirmiş olur.

B. Sünnetten (hadisten) aldıkları delil ise; «Batı ile doğunun arası kıbledir» [95] ve «Ka'be; Mescid-i Haram içinde bulunanların, Mescid-i Ha*ram; Mekke hariminde bulunanların, Mekke'nin harimi ise yeryüzünün dogu, batı. kuzey ve güneyinde bulunan ümmetimin kıblesidir.» [96] hadis*leridir.

C. Sahabelerin amellerinden çıkardıkları delil de şudur: Mescidi Saa*detin dışındaki diğer bir mescidin (Kıbleteyn mescidinin) cemaati, Me«-cid-i Aksa yönüne doğru sabah namazlarını kılıyorlardı. Sahabelerden bi*risi, o mescide gelerek namaz kılanlara hitaben «Kıblenin Ka'beye dön*dürüldüğünü bilmiyor musunuz?» deyince onlar, hiçbir delil aramaksızın Ka'be yönüne döndüler. Resulullah (sav), o cemaatin namazda iken Ka'bo yönüne dönüşlerini duyunca sükût etti. Onun sükûtu ise, namazlarının doğ*ru olduğuna işarettir.

Ka'benin bizzat kendisine yönelmek, ancak hendesî çalışmalarla müm*kündür. Kıbleteyn mescidindeki cemaatin, gece namazda iken Ka'be yönü*ne dönmeleri ve Resulullah (sav)'ın onların yaptıklarını duyduğu zaman sükût etmeleri, kıblenin, Ka'benin bizzat kendisine yönelmek değil, bulun duğu yere (Mescid-i Harama) yönelmek olduğuna işarettir.

D. Aklî delilleri ise şunlardır:

1- Namaz kılan kimsenin yönünün, Ka'benin bizzat kendisine Isa bet etmesi. Mekke civarındaki yerleşim bölgelerinde oturan müslümanlıır için dahi çok zordur. Mekke'den çok uzak yerlerde —Dünyanın her tarafın da— oturan müslümanlar için bu zorluk daha da çoktur. Eğer Ka'benin 1>I/-zat kendisine yönelmek farz olsaydı, kılınan namazların hiçbiri sahih ol*mazdı. Çünkü Ka'beden uzak yerlerde namaz kılan müslümanların takıl ben 20'şer metre en ve boyundaki Ka'beye yönlerinin isabet etmesi mum kün değildir. Bundan dolayı O'nun istikametine doğru kılınan namazların sihhatli olduğu hususundaki ümmet icmaından, uzak yerlerde kılınan no mazlar için Ka'benin bizzat kendisine değil, bulunduğu yere (Mescidi Ha ram'a) yönelmenin farz olduğu bilinir.

Allah (cc)'ın «Allah, hiç kimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez...» (Bakara: 286) buyruğu, hiç kimseye gücünün üstünde yük-yüklenmeyeceğinin işaretidir.

2- Asr-ı Saadetten günümüze kadar Müslümanlar, mescid ve camiler yapmışlardır. Mihrabın yerini (Ka'benin yönünü) uzun hendesi hesap ve ölçümler yapmaksızın yalnız pusula veya güneş ışınları ile tayin ederek yapmışlardır. Ka'benin bizzat kendisine, kıble yönünü isabet ettirmek çok zordur. Günümüze kadar hiçbir alim, hendesi ölçüleri bilmenin farz olduğuna hükmetmemlştir. Dolayısıyla namazda Ka'benin bizzat kendine değil, bulunduğu tarafa (Mescld-i Harama) yönelmek farzdır.

Her iki gurubun (Şafii ve Hanbeli ile Maliki ve Hanefi) delillerini özet halinde aktardık. Salim bir akılla, tarafsız bir gözle bakıldığı zaman, İkinci gurubun (Maliki ve Hanefî) -Dünyanın uzak yerlerinde meskun müslüman-ların kıbleleri hususundaki- delillerinin daha kuvvetli olduğu görülür. Zira İslâm, hiçbir zaman insanlara gücünün yetmeyeceği bir şeyi emretmez.

Kıble hususundaki mezheb görüşlerinin çetinliğini, özellikle namazda Ka'beyi göremeyen musalli (namaz kılan kimse) için daha da zor olduğunu hisseden birinci gurup; «Namazda Ka'beyi gören adam için kıblenin bizzat Kc'beye isabet etmesi, görmeyen için de Ka'beye yöneldiği zaman yönünü O'na isabet ettirmeye kasdetmesi farzdır» demişlerdir.

Bu açıklamadan anlaşılan, iki gurup arasındaki görüş ayrılığının şek*lî olduğudur. I. guruptakiler (Şafiî ve Hanbelîler). Ka'beyi görmeden namaz kılan adam için, bizzat Ka'beye yöneldiği inancını taşımasının yeterli ola*cağını söylemişlerdir, öyle bir inanç ki bütün engeller kalktığı zaman Ka'benin bizzat kendisine yöneldiğini namaz kılan kimse görür. Onların görüşlerinde bir itidale (yumuşamaya) gidildiği açıkça görülür. Allah( cc). insanları en doğru yola iletendir.

Allâme Kurtubî, «El Camiü'l Ahkâm fi Tefsir el-Kur'an» isimli kitabın*da: «Alimler, namazda Ka'beyi görmeyen kimsenin. Ka'benin bizzat ken*disine mi, yoksa yönüne mi döneceği konusunda ihtilaf etmişlerdir. Bazı âlimlere göre, Ka'benin bizzat kendisine yönelmek farzdır. İbn-i Arabi bu görüşün zayıf olduğunu söyler. Zira o, insanların yapamayacağı bir tekliftir. «Allah hiçkimseye gücünün yeteceğinden başkasını yüklemez» (Ba*kara: 286) Bazı alimlere göre de namazda Ka'benin bizzat kendine değil, bulunduğu tarafa yönelmek farzdır. Bu görüşün sahih olduğu üç ayrı de*lille isbat edilir:

1. Ka'benin bizzat kendisine değil, bulunduğu tarafa yönelmek gerekir. Çünkü Allah (cc), insanlara gücünün üzerinde bir şeyi emretmez.

2. Kur'an, Ka'benin bizzat kendisine değil, bulunduğu tarafa (Ka'be semtine) yönelmeyi emreder: «(Namazda) yüzünü artık (Mescld-i Haram) tarafına (Ka'be semtine) çevir.»

3. Alimler; «Namazda uzun bir saf, Ka'be eninin çok fevkindedir. Me*sela; Eni azami 20 metre olan Ka'be'ye müteveccih namaz kılan kişilerin, 100 metre boyundaki saflarında Ka'be istikametinde olanların namazı sahlh, diğerlerinin değildir. Böyle bir hükmün hiçbir şer'i delili olamaz. Kıb*le, Mesçid-i Haramın dışındakiler için Ka'benin kendisi değil. O'nun bu lunduğu semttir.» demişlerdir.» der. [97]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Üçüncü Hüküm: Ka'be Üzerinde Kılınan Namaz, Sahih Midir?


Kıbleyle ilgili görüş ayrılıklarından birisi; «Ka'be üzerinde kılınan na*maz, sahih midir? Kılınırsa hükmü nedir?.» şeklindedir.

Şcıfiiler ile Hanbelilere göre. Ka'be üzerinde kılınan namaz, sahih de*ğildir. Çünkü Ka'be üzerinde namaz kılan kimse, O'na değil, başka bir tarafa yönelmiştir.

Hanefilere göre ise, Ka'be üzerinde kılınan namaz, kerahetle sahihtir, Çünkü kıble. Ka'be değil, onun bulunduğu yerdir. Ka'be üzerine çıkmak İte edeb dışıdır. [98]



Dördüncü Hüküm: Bir Kimse, Namaz Kılarken Nereye Bakmalıdır?


Malikilere göre. bir* kimse namaz kılarken karşısına bakar. Cumhura pöre ise. namazda secde ettiği yere bakmak sünnettir. Kadı Şüreyh, «ilr kimse, namaz kılarken ayakta secde yerine, rükû da ayaklarının bulundu» Qıı yere, secde de burnunun geldiği yere, oturduğu zaman da namai kıl*dığı yere veya seccadeye bakmalıdır.» der.

Kurtubî ise, «Kıble âyeti, Maliki'nin görüşünü açıkça te'yid eder Zira «(Namazdan, yüzünü artık Mescidi Haram tarafına (Ka'be semtine) çevir.» buyruğu, namaz kılan kimsenin secde yerine değil, karşısına bakmamın «mretmektedir.» diyor.

Ibn-i Arabî de: «Namaz kılan kimse, mutlaka önüne bakmalıdır. Çun ku başını eğerse farz olan kıyamı eksik yapmış olur. Yani, kıyamın ayakKı olması nasıl farz ise. başın da dik durması öylece farzdır. İnsan, uzuvları nın en şereflisi olan başını eğerek secde yerine baktığında, onun İçin lor-luk ve meşakkat vardır. Halbuki dinde hiçbir zorlama yoktur ve Allah (cc) İla Resül(rav)'üde emretmemiştir.» [99] demektedir.

Cumhur'un görüşü sahihtir. Zira namaz kılan kimse, namazda İken •ecde yerine bakarsa, Ka'beye yönelmesine hiçbir zararı olmaz. Onların, secde yerine bakmak sünnettir» demelerinin hikmeti, namazda başka bir şeyle meşgul olunmaması ve kalbe huşu'nun yerleşmesine vesile olması İçindir. Allah (cc), daha iyisini bilir. Konuyla ilgili diğer bilgiler, fıkıh kitap*larından öğrenilebilir. [100]



Ayetlerden Alınacak Dersler


1. Yahudilerin, kıblenin değiştirilmesi hususundaki itirazları, beyinsizlik ve cahilliklerlndendir. Zira onların itirazları, salim bir akla ve mantığa da*yanmaz.

2. Bütün yenler gerek yaratılış, gerekse mülkiyet bakımından şüphesiz Allah (cc)"ındır. Öyleyse Cenabı Hak: «Bir yönden, diğer bir "yöne dönün» diye emrettiği zaman, hiç kimse itiraz etme hakkına sahip değildir.

3. Resulullah (sav)"ın ümmeti, -Allah (cc), kıyamet günü, onların di*ğer ümmetler hakkında şahitliklerini kabul edecektir- ümmetlerin en fazl-letlisidir.

4. Kıblenin dönüşü, insanla^ için bir imtihandır ve doğru mü'minler ile münafıkları birbirinden ayırt etmek İçindir.

5. Resulullah (sav), Allah (cc)'a karşı olan edebinden ötürü, kıblenin dönmesini bizzat dua ederek istememiştir. Bu eşsiz ve üstün edebe karşı Allah (cc), ona seveceği ve razı olacağı bir kıble yönünü ikram etmiştir.

6. Ka'be-i Muazzama, Peygamberlerin babası [101] Hz. ibrahim (sav)'in kıblesidir. Allah (cc), bu kıble ile mü'minlerin kalbini celbedip bir araya toplanmalarını temin etmiştir.

7. Kitap ehli (Hristiyan ve Yahudiler), kıblenin dönüşünün hak ve Al*lah (cc)'ın buyruğuyla olduğunu gayet iyi biliyorlardı. Onların itirazları, mü'minler arasında fitne çıkarmak içindi. [102]



Ayetlerdeki Teşriî Hikmetler


Ka'benin bugünkü şekliyle temelini Hz. İbrahim (sav) atmıştır. O, yer*yüzündeki bütün müslümanların kıblesidir. O'nun dikey istikametinde bu*lunan Beytü'l Ma'mur da semâ ehlinin (meleklerin) kıblesidir. Onlar (Me-lekler)'da orayı tavaf ederek Allah (cc)'ı teşbih ederler. Allah (cc), hik*meti gereği tevhid ümmetini bir kıble etrafında toplayarak Hz. İbrahim (sav)'e Beyt-i Atik (Ka'be)'in; emniyet ve ilahî nurun tecelli yeri, hacc ya*pılma mekahı. her sınıf ve kavimden İnsanların blraraya gelerek Allah (nc)'n yönelme ve ezelde kendisine vermiş oldukları ohdi yerine getlrm» mnhalll, kendi aralarında buluşup tanışma ve anlaşma yeri olması için ynpılmasını emretti. Nitekim Allah (cc), Kur'anda buna işaret eder: «Tâ ki kendilerine ait menfaatlere şahit (ve hâzır) olsunlar. Allah'ın rıiık olarak kendilerine verdiği dört ayaklı davarlar (kurbanlıklar) üzere malum olan gtinlerde Alloh'ın adını ansınlar.» (Hacc: 28)

Resulullah (sav), 16 veya 17 ay Mescid-i Aksa'ya yönelik nama/ M riıklnn sonra Allah (cc), O'nun Ka'beye yönelerek namaz kılmasını emret II Kıhloye dönme emrinde -Halkı imtihan ederek doğru mü'minlerl ynlnn çii münafıklardan ayırıcı ve seçkin kıldığı bu ümmete insanlığın önderliğini İticin odlcl- büyük bir hikmet vardır. Nitekim bu hususa Kuran işaret «d»ı «Allah uğrunda (nasıl savaşmak lazımsa öylece) hakkıyla clhad edin. Slil o »oçtl. Din (işlerin)de üzerinize hiçbir güdük de yüklemeoi. (Tıpkı) bo Ihımız İbrahim'in (tevhid) din (inde olduğu) gfci. Size daha evvel (gönder tllgl kltcblar) da, bu (Kur'anda) müslümanın adını -Peygamber tliln üre rlnlze şahit olsun, sizde (bütün insanların üzerine şahitler olaeınıt diye (Allch) vermiştir...» (Hacc: 78)

Allah (cc), tevhid sembolü, iman menbaı ve peygamberlerin 11/ İbrahim (sav)'ın kıblesi Ka'benin şerefini daha da yüceltsin. O'nıın «I Kılında milyonlarca mü'minin kalbi birleşir. Zira Ka'be. birleşme knynııgı vb kellme-l şehâdet üzere toplanma vesilesidir. Ka'beye yönelme emrinde, Yahudiler ve münafıklar için hayret edilecek bir şey yoktur

İmam Fahrddin er-Râzî (ra); «Alimler, kıblenin yönü hususunda birçok hikmetler anmışlardır. Bunlardan birkaç tanesini aktarıyorum.

1. Bir kimse, büyük bir hükümdarın huzuruna girince yüzünü O'no tnm olarak çevirir, saygı ifade eden sözler söyler, hizmette ve dilekte bu Ummaya gayret eder. Bunun gibi, namazda kıbleye yönelen kim«e, ho kıımdara yüzünü dönen kimseye benzer. Namazdaki kıraat ve teşbihim, huzurunda Meliki övme. rükû ve secde ise; Sultana yapılan hizmet glhlıllr Aynı zamanda secde, Allah (cc)'a karşı aczini ve zaafını ifadedir.

2. Namazdan maksat, kalb huzuru ile Allah (cc)'ın huzurunda bulıu. maktır. Bu huzur, yalnız, namazın tümünde sağa sola dönmeden, nablt bir yerde durarak tayin edilen bir semte yönelmeyle elde edilir, öyleyse blf yerin şerefine binaen kıble olarak belirlenmesi, en hayırlı ve en sağlam bir yoldur.

3. Allah (cc), mü'minlerin birbirlerini sevmelerini ve anlaşmalarını •« ver. Nitekim, bu hususa Cenab-ı Hak. Kur'anda işaret eder. «Heplnlt, toptan sımsıkı- Allah'ın ipine sarılın. Parçalanıp ayrılmayın. Allah'ın üzeri*nizdeki nimetini düşünün. Hani siz (birbirinizin) düşmanları idiniz de o, kalblerinizi (İslama ısındırıp) birleştirmişti. İşte onun bu ni'meti sayesinde (din) kardeşleri olmuştunuz...» (Âl'i İmrân. 103)

Eğer mü'minler, namaz kılarken ayrı taraflara yönelseler, o zaman ara*larında ayrılık olduğu hemen ortaya çıkar. Halbuki Allah (cc). mü'minlere —aralarında tam bir uyum olsun diye— belli bir yönü tayin ederek oraya yönelmelerini emretmiştir.

4. Allah (cc); «Hatırla o zamanı ki biz Beyt'in yerini İbrahim'e» «Bana hiçbir şeyi eş tutma, Beytimi tavaf edenler, kıyam edenler, rükû, sucûd edenler için iyice temizle» diye merci yapmıştık.» (Hacc: 26) âyetiyle Ka'-beyi kendisine tahsis ettiğini, mü'minlerj de ubudiyyet (kulluk) sıfatıyla ken*dine izafe ederek; «Ey iman eden kullarım, şüphesiz ki benim arzım geniş*tir. O halde ancak bana ibadet edin.» (Ankebut: 56) emri ile onları, diğer insanlardan ayırarak mümtaz bir yer verdiğini bildirir. Allah (cc), sanki mü'minlere hitaben; «Ey mü'min. sen kulum, Ka'be ise evim [103] dir. Kıf-dığın namaz bana hizmetindir. O halde evimde yapacağın hizmette yüzünü ve kalbini bana çevir.» buyurur.» [104] der. [105]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
5. DERS SAFA İLE MERVE ARASINDA SA'Y


158 — Şübhe yok ki «Safa» ile «Merve» Allah'ın şeairindendlr. lft« kim O «Beytui (Ko'beyi) hacc veya umre (kasdı) ile ziyaret ederse, bunları güzelce tavaf etmesinde üzerin* bir beis yoktur. Kim gönlünden koparak (vacib olmayan amellerinden) bir hayır işlerse (mükâfatını görür). Çünkü Allah, tcatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir.



Ayetin Lafzi Tahlili


(Essafa vel mervete): Essafâ, safa kökünden türe*yen bir kelime olup lugatta kaypak taş manasına gelir. Kur'anda da k)u anlamda gelmiştir: «Onun hali, üzerinde bir toprak bulunupta kendisin* şiddetli bir yağmur isabet eden, bu suretle o, kendisini kaskatı bir ıaı halinde bırakmış olan kaypak bir kayanın hali gibidir...» (Bakara: 264)

Alimlerden Müberret; «Safa kelimesi, hiçbir yerine toprak ve çamur bulaşmayan kaya anlamındadır.» [106] der.

Nohiv ve lügat alimi Halil'e göre Merve kelimesi; beyaz, kaypak ve çok sert kayaya denir.

Alûsî ise; «Safa ve Merve kelimeleri, kaya türlerinin çokça bulunduğu İki dağa isim olarak verilmiştir.» [107] demektedir.

(şeâiriltâhi): Şeâir kelimesi, şeîret kelimesinin çoğu*ludur. Lügatta, alâmet manasınadır. Safa ile Merve, islâm dininin alâmet ve İbâdet yerleridir. Şeâir kelimesi, bir çok ibâdet çeşitleri için de kulla*nılır. Tavaf, ezan, safa ve kamet gibi.

(Hacce): Lügatta Hacc, kasdetme ve bir şeye çok yö*nelme anlamındadır. Şair, şiirinde haca; «insanlar, Zeberka'nın cilalı evi*ne çokça giderler» [108] biçiminde kullanmıştır.

Şeriatta Hacc, Allah' (cc)'ın kadim beytini (Ka'beyi) tavaf, sa'y, ara-fatta vakfeye durma ve diğer menâsık-ı Hacc [109] vazifelerini yapmaya te*şebbüs «e kasdetmeye denir.

(İğtemere): Lügatta Umre, ziyaret anlamındadır. Ziya*ret yapana muğtemir denir. Şeriatta Umre, fleytullah'ı Hacc zamanı dışın*da tavaf, safa ite Merve arasında sa'y ve başını tam traş veya saçlarını kısaltma gibi ibâdetlerin yapılmasına denir. Umre de Arafat vakfesi, Müz-delife'de gece yatma ve Seylan'ı taşlama gibi menâsıkler yoktur. Geniş bilgi için fıkıh kitaplarına bakılabilir.

(Cünâha): Lügatta cünah kelimesi, cim'in ötresi ile okunduğunda günaha meyletme anlamındadır. Bazı alimlere göre günaha meyletme değil, bizzat günaha denir. «Lisânü'l Arab» kitabının müellifi Ibn-i Menzur «Cünah, günaha meyletme anlamındadır.» der.

İbn-i Esir de: «Cünah kelimesi, hadislerde çokça geçen bir kelimedir. Âyet, hadis ve Arab edebiyatı şiirlerinde çokça kullanılan cünah kelimesi, günah ve meyletme manasınadır. Buna göre âyette, bu kelimenin geçtiği kısmın icmali manası: «Safa ile Merve arasındaki sa'yde sizin için günah, çetinlik ve sıkıntı verecek hiçbir şey yoktur.» demektir.

(Yettavvafe): Tavaf anlamında olan bu kelimenin aslı «Yetetavvefe»dir. Baştaki ta harfi dad'a idgam edilir. Mesela: Müzemmil kelimesinin aslının Mütezemmil ve Müdessir kelimesinin aslının Mütedes-sir oluşu gibi. [110]



Ayetin İcmali Manası


Ey mü'minler, gerçekten Safa ile Merve-Allah (cc), kullarına şiar et-mlştlr-dininin alâmetlerindendirler. Mü'minler, o iki yerde Allah (cc)'a dua, llkir ve kendisine yaklaştırıcı amellerle ibâdet ederler. Safa ile Merve ara*lında sa'y, Haccın menâsiklerinden olduğu gibi, dininin de şiarlarındandır ve onda noksanlık yapmak sahih (doğru) değildir. Zira O, hâkim ve alim Allah (cc)'ın teşriidir. Öylekj Hz. İbrahim (sav)in; «...Ey Rabbhniz, bize İba*det edeceğimiz yerleri (Hacc amellerini) göster (öğret)...» (Bakara: 128) münacaatından sonra Safa ile Merve arasında sa'y etmesi, kendisine om-todlldi.

Ey mü'minler, sizden her kim Allah (cc)'ın atik (en eski) beytini Hacc vaya Umre için ziyaret ederse, Safa ile Merve arasında sa'y yapmaktan çekinmesin. Mü'mine sa'y etmekten ötürü her hangi bir zorluk ve günah da yoktur. Müslüman, Allah (cc)'ın rızasını talep ve emrini kabul ettiği İçin «tı'y yapar. Müşrik ise putların rızasını kazanmak için sa'y yapar.

Ey müminler, siz, alemlerin Rabbı Allah için sa'y ediyorsunuz. Muş-ilklere benzeme korkusuyla Safa ile Merve arasında sa'y yapmayı ter-kolmeyiniz. Müşrikler, küfür için sa'y ederlerken sizler, bana inandığınız, «İçimi tasdik ettiğiniz ve emrime itaat ettiğiniz için sa'y ediyorsunuz. Safa İla Merve arasında sa'y etmekte sizin için ne günah ve ne de günaha tema yi il vardır. Bir kimse ikinci defa Hacc veya Umre yaparsa Allah (cc) kıya-met günü eda ettiği nafile Hacc veya Umreden dolayı en hayırlı mükafatı verir. [111]



Ayetin Nüzul Sebebi


A. Urve bin Zübeyr (ra), Hz. Aişe (r.anha)'ye ««Şübhe yok ki «Safa* İla «Merve» Allah'ın şeairindendir. işte kim o «Beyti» (Ka'beyi) Hacc vt ya Umre (kasdı) İle ziyaret ederse, bunları güzetce tavaf etmesinde üze*rin» bir beis yoktur...» âyeti için ne diyorsunuz? Ben hiç bir kimsenin Safa lln Merve arasında sa'y yapmayı terkederek günaha gireceğini zannetmi*yorum.» diye sordu. Hz. Aişe (r.anha)'de; «Ey kardeşimin oğlu. çok çirkin lılr söz söylüyorsunuz. Eğer âyet, anladığınız ve te'vil ettiğiniz gibi olsa «Invaf etmesinde üzerine bir beis yoktur» tarzında gelmesi gerekirdi, Halbuki bu âyetin nüzul sebebi şöyledir: Ensariler (Medine müslümanları), Ulamı kabul etmeden önce «Menat» ismindeki putlarının adını anarak, ibâdet maksadıyla zorlukla Safa i!e Merve arasında sa'y ederlerdi. En-sarîler. İslâmı kabul ettikten sonra Resulullah'a: «Bizler, müslüman olma*dan önce Safa ile Merve arasını zorlukla sa'y yapardık. Şimdi onların arasında sa'y yapmayı müşriklere benzemek korkusuyla terk mi edelim?» demeleri üzerine Allah (cc). bu âyeti inzal buyurdular.» sözlerine devam*la; «Resulullah (sav), onların arasında sa'y yapmayı sünnet kıldı. Hiçbir müslüman Safa ile Merve arasındaki sa'yı terkedemez» [112] dedi.

B. Buharî ve Tirmizi, Enes (ra)'den: Safa ile Merve arasında sa'y yap*ma hususunda sorulan soruya Hz. Enes (ra); «Biz, Safa ile Merve ara*sında sa'y yapmayı cahiliyyet dönemi adetlerinden biliyorduk. İslâm dini gelince sa'y yapmayı bırakıp terkettik. Bunun üzerine, sa'y hususunda âyet nazil oldu» dedi.» [113] hadisini rivayet etmişlerdir.[114]



Ayetin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: İmam Fahreddin er-Râzî. «Bu âyetin, bir önceki âyet*le ilgisi şöyledir: Allah (cc). bir önceki âyette, Hz. Muhammed (sav) ve ümmetine. Hz. İbrahim (sav)'in şeriatı ile islâm dininin mütekâmil bir din olduğunu, Kıble'nin Mescid-i Aksa'dan Mescid-i Haram'a dönüştürülmesi ile beyan etmiştir. Ka'benin inşa tarihi ile Hz. ibrahim (sav)'in zevceleri Hz. Hacer (r.anha)'ln iki dağ (Safa ile Merve) arasında sa'y yapmasına bak*tığımızda, her ikisinin de Hz. ibrahim (sav)'in dininin şiarlarından olduğunu görürüz. Bundan dolayı Allah (cc), sa'y yapma hükmünü, kıble âyetinin hemen arkasından ferman buyurmuştur.» [115] der.

İkinci incelik: Safa ile Merve arasında sa'y yapma, ya farz, ya vacib veya sünnettir. Allah (cc), bu hükmü yapan için neden «hiç bir günah yoktur?» buyurmaktadır? Bu soruya şöyle cevap verilebilir: «Cahiliyyet dev*rinde Safa tepesinde «İsaf» ismi verilen bir put, Merve tepesinde ise «Nâilet» adı verilen diğer bir put vardı. Müşrikler bu iki tepe arasında sa'y yaparlarken o putlara ellerini sürer ve yüzlerine mesh ederlerdi. Bu*nun üzerine müslümanlar, onlara benzememek için Safa ile Merve arasın*da sa'y yapmaktan kaçındılar. Mü'minlerin bu hareketi üzerine «sa'y yap*makta bir günah yoktur» âyeti nazil oldu. Zira müslümanlar, putlar için değil. Allah (cc)'ın emrine inkıyaden sa'y yaparlar.

Üçüncü incelik: Şükür, bir nimet ve iyiliğin karşılığında yapııan medh ve senadır. Allah (cc)'ın kullan medh ve senası ise muhal (mümkün değil) dir. Zira hiçbir kimse, Cenab-ı Hak'ka ne bir yardım ve ne de bir ihsanda bulunabilir. Âyetteki «Muhakkak Allah (cc). şâkirdir» ifadesi, şükreden değil, amellerin karşılığı mükafat ve ecirleri veren anlamındadır. [116]



Âyetteki Şer’i Hükümler

Birinci Hüküm: Sala İle Merve Arasında Sa'y Yapma Farz Mıdır, Sün*net Midir?


Fakihler, Safa ile Merve arasında sa'y yapma hususunda üç kısma ayrılmışlardır.

1. Sa'y yapma. Haccın rükünlerindendir. Kim say yapmazsa, Haccı batıl (geçersiz)dir. Bu, Şafiî ve Maliki mezheblerinin görüşü olduğu gibi imam Ahmed bin Hanbel (ra)'in iki rivayetinden birisidir. Onlar da. Saha*belerden İbn-i Ömer (ra), Cabir (ra) ve Aişe (r.anha)'dan rivayet etmiş*lerdir.

2. Safa ile Merve arasında sa'y yapma, rükün değil. Haccın vaclble-rindendir. Hacı. sa'y yapmayı terkederse, kurban (koyun veya keçi) ket»-mesi lazımdır. Bu görüş, imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevrl (ra)nindir.

3. Sa'y yapmak, vacib değil, sünnettir. Bir kimse sa'y yapmayı terke-derse hiçbir şey lazım gelmez. Haccı tamamdır. Bu görüş, sahabelerden Ibn-i Abbas (ra) ve Enes bin Malik (ra)indir. imam Ahmed bin Hanbel (ra)'den de böyle bir görüş rivayet edilmiştir.

Birinci görüşün (Şafiî ve Maliki'nin) delilleri:

A. Resulullah (sav)'ın; «Sa'y yapınız. Zira Allah (cc), muhakkak onu size farz kılmıştır.» hadisidir. [117]

B. Resulullah (sav)'ın Veda Haccında Safa ile Merve arasında sa'y yaptığı sabittir. Hatta o. Safa tepesine yaklaşırken; «Şüphe yok ki «Safa» İle «Merve» Allah'ın şeairindendir...» âyetini okuyarak sa'y yapmaya baş*lamış ve «Siz sa'y yapmaya Allah (cc)'ın başladığı —âyette önce Safa ke*limesi geçer— ile başlayınız» buyurmuştur.

Resulullah (sav), Hacc esnasında Sa'yın 3di şavt —Safâ'dan Merve'-ye 4 gidiş, Merve'den Safa'ya 3 gidiştir—ını tamamladıktan sonra saha*belere «Benden Haccın menâsikinj öğreniniz» buyurarak kendisine uyulmasını emretmiştir. O'nun bu emri, sa'y yapmanın farz olmasından dola*yıdır ve Haccın rükünlerinden olduğuna işarettir.

C. Müslim, Hz. Aişe (r.anha)'nin; «And clsun Safa ile Merve arasında sa'y yapmayan kimsenin haca tamam değildir.» [118] buyruğunu rivayet etmiştir.

D. Alimlere göre, Safa ile Merve arasında sa'y yapma şavtlarına yal*nız Harem-i Şerifin bir bölgesinde müsaade edilmiştir. Onlar da Beyti ta*vaf etme gibi, Hacc ve Umrenin rükünlerindendir.

İkinci görüşün (Ebu Hanife ve İmam Sevri'nrn) delilleri:

imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Sevri (ra), sa'y yapmanın Haccın rükünlerinden değil, vaciblerinden olduğunu şu âyet ve hadisler*den aldıkları delillerle isbat etmişlerdir.

A. «Bunları (Safa ile Merve) güzelce tavaf etmesinde üzerine bir beis yoktur...» âyetinden, onları tavaf edenler için bir günahın olmadığı anla*şılır. Âyetin ifadesi, sa'y yapmanın rükün olduğuna değil, mubah olduğu*na işarettir. Resulullah (sav)'ın sa'y yapması, bizlere onu vacib kılmıştır. Şu halde sa'y yapma; müzdelife vakfesi, şeytan taşlama ve kudüm tavafı gibi, terki kurban kesme ile telâfi edilen hacc vaciblerindendir.

B. Şâ'bi'nin rivayet ettiği şu hadistir: «Ben (Urvet bin Müdris et-Tâî) Muzdelife'de Resulullah (sav)'ın huzuruna vararak; «Ya Resulullah (sav). Tayyi dağından geliyorum. Yol güzergahındaki tüm dağ ve tepelerde vakfe (durup, dua) ettim. Benim için başka bir hacc yapmak var mıdır?» dedim O; «Her kim. bizimle şu namazı —Muzdelife'de akşam namazını yatsıya tehir ederek, her ikisini beraber kılma— eda eder. Muzdelife'de vakfeye durur ve arefe günü Arafat'ta gece veya gündüz vakfe yaparsa. Haccını tamamlar» buyurdu».[119]

Bu hadisten delil çıkarma iki açıdan olabilir. Birisi, bu hadiste Safa ile Merve arasında sa'y yapma yoktur. Diğeri, sa'y yapmak Haccın farz ve rükünlerinden olsaydı, Resulullah (sav)'ın, hadiste adı geçen şahsa açıklaması gerekirdi. Zira Resulullah, o'nun Haccın rükünlerinden haber*dar olmadığını biliyordu.

Üçüncü göriişi'n (İbn-i Abbas (ra), Enes bin Malik (ra) ve İmam Ah-med bin Hanbel' (ra)'in bir rivayeti) delilleri:

Sa'y yapma, haccın vacib ve rükünlerinden değil, sünnetlerindendlr. 0u görüş sahiplerinin delilleri şunlardır:

A. «...Kim gönlünden koparak (vacib olmayan amellerden) bir hayır İşlerse (mükafatını görür). Çünkü Allah, taatlerin ecrini veren, (her şeyi de) hakkıyla bilendir.» âyeti, sa'y yapmanın haccın farz veya vaciblerinden de-Oll, açıkça sünnetlerinden olduğunu gösterir. Bir kimse, bu âyetin zahirine göre sa'y yapmayı terkederse haccında bir noksanlık olmaz ve terkinden Mürü de ceza kurbanı terettüp (vacib değil) etmez.

B. «Hacc, arefe'dir» hadisi, arefe vakfesini yapan kimsenin haccının tamam olduğuna işarettir. Bu ise, hacc amellerinin tamamlandığını göste*rir. Bazı hususlarda bir kısım ameller terkedilse dahi, asıl farzlar işlendiği için hacc tamamlanmıştır bu görüş sahiplerine göre.[120]

ibn-l Cevzî bununla ilgili olarak: «imamımız Ahmed bin Hanbel (ra)'-dtn Safa ile Merve arasında sa'y yapma hususunda muhtelif rivayetler varit olmuştur. Alimlerden El-Esrem; «Sa'y yapmayı terkeden hacının hac-cı caiz (kabul) değildir.» naklini yaparken Ebu Talib de; «Sa'y yapmayı hılnrek veya unutarak teıketme de bir sakınca yoktur. Yalnız terketme, uygun görülmez.» naklini yapmaktadır. Diğer taraftan Meymunî'de sa'y yııpmanın sünnet olduğunu İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'den nakleder» iler

Mugnî kitabı yazarı, ikinci görüşü (Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevrl (m)'nin) daha faziletli (iyi) olduğundan tercih eder. Zira sa'y yapmanın vorlb olduğunu söyleyenlerin delilleri, onun bir vacibi tamamlayıcı bir va-c ıh değil, kendi başına mutlak bir vacib olduğuna işarettir. Hz. Alşe (r. nnha)'nin «So'y yapma vacibdir» sözü, ona muhalif olan sahabelerin gö-ıııçleriylo çatışır.

Sahih elan, Şafii ve Malikilerin görüşüdür. Zira Resulullah (sav), Sa*la İle Merve arasında sa'y yaptıktan sonra sahabelere hitaben; «Haccın menâsikini benden öğreniniz» buyurmuştur. O'na uymak ise vacibdir. Sa'y yııpmanın sünnet olduğunu savunanların; «Her kim gönlünden koparak (voclb olmayan amellerden) bir hayır işlerse (mükafatını görür).» âyetini ılnlll getirmeleri, yeterli değildir. Zira Taberî Tefsirinde de dendiği gibi âyet; hlr kimse farz olan haccını edadan sonra nafile bir hacc veya umre ya*parsa anlamındadır. Kj bu sa'y yapmanın sünnet olduğuna işaret etmez. Allah (cc), en iyi bilendir. [121]



Âyetlerden Alınacak Dersler


1. Safa ile Merve, İslâm dini şeairinden olduğu gibi ibadetlerimizin de bir sembolüdür.

2. Safa ile Merve arasında sa'y yapma, Hz. İsmail (sav)'in annesi Hz. Hacer'e vâki olan tarihi bir olayın canlandırılmasıdır.

3. Müşriklerin cahiliyet devrinde sa'y yaparken Sufâ ile Merve tepe*lerindeki putlara el sürmeleri, müslümanların sa'y yapmalarına mani de*ğildir.

4. Beyt (Ka'be)i, hacc veya umre için ziyaret eden kimselere sa'y yap*mak vacibdir.

5. Farz dışında nafile hacc veya umre yapmak, insanların imanları*nın kemâlini gösterir.

6. Allah (cc), kendisine kulluk yapanlara en iyi mükafatları verecek*tir. [122]



Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler


Allah (cc); mü'minlerin hacc ve umre yaparken Safa ile Merve ara*sında sa'y vazifesini ifa etmelerini, taatın bir sembolü ve dinin şiarlarından saymıştır. İnsanlık tarihinin en eski hatıralarından olan sa'y yapma, aynı zamanda tarihî bir hadiseyi de canladırmaktadır.

Yalnız Allah (cc)'ın emrine uyan Hz. İbrahim (sav), oğlu Hz. İsmail (sav) ve hanımı Hz. Hacer (r.anha)'ı, hiç kimsenin bulunmadığı, hayat emaresinin görülmediği ve meskenin de yapılmadığı bir çölde bıraktı. Çün*kü Allah (cc), Hz. İbrahim (sav)'e çölün ortasındaki susuz, ağaçsız ve mey*vesiz yerde eski Beyti'nin inşasını emretti ve insanların kalbini oraya mey-leettirmeyi irade buyurdu. Hz. ismail (sav), o tarihte annesinin kucağında süt emen bir çocuktu. Hz. İbrahim (sav), o'nu ve annesini bugün Haram-i Şerifin bulunduğu yere bırakıp geri dönerken Hz. Hacer (r.anha), o'na hitaben; «Bizi insansız, meskensiz ve başıboş çölde bırakıp nereye gidi*yorsunuz?» dedi. Hz. İbrahim (sav), Allah (cc)'ın emrini yerine getirememe korkusuyla geri dönüp hanımına cevap vermeden yoluna devam etti. 0'-nun bu hareketi üzerine Hz. Hacer (r.anha) arkasından yetişerek; «Bu yaptığınızı Allah (cc) mı emretti?» diyerek tekrar sorunca, Hz. İbrahim (sav)'de; «Evet» cevabını verdi. Bunun üzerine Hz. Hacer (r.anha) «Allah {cc), bizi burada korur» diyerek geri döndü.

Hz. İbrahim (sav) giderken Mekke'de bugün «seniyye» ismi verilen yere geldiğinde yüzünü Ka'benln bulunduğu yere çevirerek onları gördü. Fakat onlar, Hz. İbrahim (sav)'i görmüyorlardı. O, ellerini kaldırarak; «Ey Rabbimiz, ben evlatlarımdan kimini, senin mukaddes olan evinin yanında ekinsiz bir vadiye yerleştirdim. Sebebi şudur ki, Rabbimiz dosdoğru no-mazlarını kılsınlar. Artık sen insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meyi ettir. Önlerin şükretmeleri me'mul olduğu için kendilerini bazı mey*velerle rızıklandır» (İbrahim: 37) duasını yaptı ve uzun. susuz, ağaçsız vo otsuz çölleri aşarak asıl vatanı Filistin'e gitti. Hanımı ve oğlunu ise. yolnu Allah (cc)'ın hıfz ve himayesine bırakmıştı. Hz. Hacer ve oğlu, o vadldo yapayalnız kaldılar. Yiyecek ve içecekleri yanlarındaki tulumda bulunun su ile kuru meyvelerden ibaretti. Suları bitince Hz. Hacer (r.anha) ve oğlu susadılar. Susuzluktan oğlu (Hz. ismail)'nun helak olacak hale gelmeni üzerine Hz. Hacer (r.anha), su bulmak için en yakın yer Safa tepesine çıkıp etraft» su bulunabilecek yerlere bakarken, bir taraftan da mutlak bir ölümle karşılaşan oğluna bakıyordu. Safa tepesi ve civarında su umu resi göremeyince koşarak Merve tepesine çıktı. Fakat orada da su omu resine rastlayamadı. Bu iki tepe arasında —bugün hacılar ona benzottt rek yaparlar— 7 defa sa'y yaptı. Gücünü kaybettiği bir sırada uzaktan hlı ses işitti ve sesin sahibine doğru yönelerek; «Sesinizi duydum. Yanım/tlu bana yardım edecek bir kimse varsa gönderiniz» dedi. Daha sonra imi günkü Zemzem kuyusunun bulunduğu yerde çok güzel şimali bir kikinin bulunduğunu gördü. İnsan zannederek ona doğru koştu. Yanına vaıdıûı zaman onun Allah (cc)'ın bir meleği olduğunu gördü. O Meleğin kandilli rını yere vurmasıyla Allah (cc)'ın alametlerinden olan bugünkü Zonı/nın suyu fışkırmaya başladı. Melek, Hz. Hacer (r.anha)'e hitaben «Hiç korkma gelecekte burada Allah (cc), oğlun ve babasına beraberce Beyt'lnl Infd ettirecektir.» buyurdu. /13)

Jbn-i Abbas. (ra), sa'y yapma hususunda; «Bugün müslümanların yap*mış olduğu sa'y, Hz. Hacer (r.anha)'in Safa ve Merve aıasındaki torlhl «a1-ylni canlandırmak içindir.» der.

Yazdıklarımız, tarihî bir hadisenin özeti ve ebedî hatırasıdır. Kİ Al*lah (cc), orada en eski Beyti'nin imarını irade ile haccın .menâslklnl ve yüce islâm dininin şiarlarının yapılmasını emretmiştir.

— Bu kıssayı Sahih-i Buhari'den özetleyerek aktardım[123]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
6. DERS ŞER’İ İLİMLERİ KETMETME (GİZLEME)


159 — Hakikat indirdiğimiz o acık acık âyetlerimizi ve doğruyu - biz kitapta insanlara onun pek aşikâr bir surette bildirdikten sonra - gizle*yenler (yok mu?) işte onlar (m hali) onlara hem Allah lanet eder ve hem lanet etmek şanından olanlar lanet eder.

160 — Ancak tevbe (ve riicu) edenler, (hareketlerini) düzeltenler ve (hakikati gizlemeyip) iyice açıklayanlar başka Ben artık onların günah*larından geçerim. Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en çok esirgeyenim.

(bakara suresi)



Ayetlerin Lafzi Tahlili


(Yektümûne): Lügatte kitman kelimesi, gizlemek ve ört*mek anlamınadır. Er-Râgıb bu hususta şöyle der: «Kitman. hadisi (sözü) gizlemek manasınadır» [124] Âiusi de. «Ketm, ihtiyaç duyulan bir şeyin açıklanmasını kasten terketmek demektir. Bu ise, ya onu gizlemekle, ya da ynrlne başka bir şeyi koymakla olur. Yahudiler —Allah onlara lanet etsin— kelm'in her iki şeklini de kullanmışlardır» [125] demektedir.

(El-Beyyinâti): Lügatte beyyiye'nin çoğulu olarak

İNter akli ister hissi olsun açık bir delâlet manasınadır. Âyetlere beyyine donilmesi. kestedilen şeyin üzerindeki -ister hissi, ister akli olsun- perdeyi kaldırmak içindir. [126] Âyette geçen «beyyinat» tan murat, Resulüllah (sav) hakkında Tevrat ve incil'de inzal buyrulan âyetlerdir.

(Vel Hüdâ): Hüdâ kelimesi, insanların doğru yola gitmesine vesile olan herşey anlamındadır. Ebussuud; «Âyetteki Hûda'dan murat, Resulüllah (sav)'a inanıp, uymanın vacib olduğuna delâlettir,» [127] der.

(Yelanehümullâhü): Bu cümlenin anlamı şudur: «Allah (cc) onları tardederek. rahmetinden uzaklaştıracaktır».

(Ellâınûne): Ibn-i Abbas (ra), «Âyetteki bu kellmoden maksat, yeryüzünde insan ve cinlerin dışındaki tüm canlı ve cnnuif varlıklardır. Buna göre cümlenin anlamı şöyledir: Hakikati gizleyenleri (ya hudileri), yeryüzünde insan ve cinlerin dışındaki tüm varlıklar lanetler» [128] der.

Mücahid ise bu hususta şöyle demektedir: «Lanet edenler, yeryüzün» de insan ve cinlerin dışındaki tüm canlı varlıklardır. Zira Rasulüllah (iav), hayvanların hal lisanıyla «yeryüzünde insanların günahlarından dolayı yağmura hasret kaldık» dediklerini buyurur.» [129]

Sahih olan şudur: Onları (lanetlenenleri), Melekler. Peygamberler v* bütün müslümanlar lanetler. Zira Allah (cc), bu âyetin hemen arkasından, «Muhakkak Allah'ın, Meleklerin, bütün insanların laneti onların tep««ln«,

işte onlar. Onların cezaları!» (Âli İmrân: 87) âyetini inzal buyurmuştur. Zaten Kur'an'ın bazı âyetleri, diğer bazı âyetlerini tefsir eder.

(Tâbû): Ketm etmekten dönmek anlamınadır.

(Ve eslehû): Bozulan bir şeyi düzeltmek anla-mındadır.

(Ve beyyenû): «Yahudilerden tevbe edenler, daha önce Resulüllah'ın (sav) vasıflarından veya dinin hükümlerinden ket-mettiklerini halka açıklamışlardır» anlamındadır.

(Ettavvâbürrahimü): «Ben en çok tevbeyi kabul edenim, en çok esirgeyenim» manasınadır. [130]



Bu Âyetlerin Bir Önceki Âyetlerle Münasebeti


Kitab ehli (yahudi ve hristiyanlar), kitaplarında halkın ihtiyaç duyduğu veya öğrenmek istediği mevzuları ketmediyorlardı. Bilhassa son Peygam*ber Resulullah (sav)'ın gelişini müjdeleyen âyetleri, «halk ona inanmasın» diye kasten gizlemişlerdi. Bunların yaptıkları misallendirilebilir: Evli bir ki*şinin zinadan sonra taşlanması hükmü ve bazı hükümlerin yerine kendi arzuları doğrultusunda başka hükümler koymaları gibi. Ayrıca âyetleri İs*tedikleri biçimde te'vil ederlerdi, işte Allah (cc), bunların yaptıklarını bu âyetleriyle çok açık bir şekilde ifade ile onlar ve benzerlerinin üzerine daimi bir lanetin geldiğini tescil etti. [131]



Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc) Icmâlen şöyle buyurur: «Hakikaten bizim açık açık indirdi*ğimiz âyetleri ve Hz. Muhammed (sav)'ın Allah (cc)'ın kulu ve resulü oldu*ğuna delâlet eden delilleri halktan gizleyenler (yahudiler ve hristiyanlar), bilhassa yanlarındaki Tevrat ve incil'de O'nun gelişiyle ilgili yazılı âyetle*ri bildikleri ve vasıflarını tanıdıkları halde ketmediyorlardı. Allah (cc), ki*tab ehlinden Peygamberimize iman eden bazı kimselerin bulunacağını ve vasıflarını şöyle beyan eder: «(Onları) nezdlerindeki Tevrat ve İncil'de (is*mini ve sıfatını) yazılı bulacakları Ümmi Nebi olan O Resul'e tabi olanlar*dır.» (A'raf: 157) Bu âyet. Tevrat ve İncil'de Hz. Muhammed (sav) in va-

«idarinin mevcut olduğunu çok açık bir şekilde gösterir. Resulullah (sav)'-in vasıflarını ketmedenler. istedikleri zaman diledikleri hükümleri kaldırıp yerine başka hükümler koyanlar ile Tevrat ve incil'de değişiklik yapanlar tart edilmeye, Allah (cc)'ın rahmetinden uzaklaştırılmaya ve melekler ile tüm halk tarafından lanetlenmeye layıktırlar. Yalnız Allah (cc)'ın, Peygam*berlerine (Hz. Musa ve İsa'ya) vahyettiği emirleri açıklayanların ve Hz. Mu*hammed (sav)'e iman ederek durumunu düzeltenlerin tevbelerini Cenubi Hak kabul eder. Rahmet ve mağfiretini yağdırır. Çünkü Allah (cc) kul ların tevbeierini çokça kabul eden, her zaman ve her yerde esirgeyendir»[132]



Âyetlerin Nüzul Sebebleri


1. Kitap ehline, Resulullah (sav)'ın gelişi ve vasıfları hususunda soru sorulduğu zaman onlar, düşmanlıklarından bu hususta haber vermeyip gizliyorlardı. Onların ketmetmeleri üzerine bu âyet nazil oldu.

2. Allâme Süyûti, «Dürrü'i Mensur» isimli tefsirinde İbn-i Abbaı'len rivayetle şöyle der: «Muaz bin Cebel (ra) ve bazı sahabiler, Yahudi alim larine Tevrat'tan bazı şeyler sordular. Onlar bu sorulara cevap vermeye ruk ketmettiler. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.» [133]



Âyetlerdeki Şeri Hükümler


Birinci Hüküm: Bu Âyet, Yalnız Yahudi Ve Hristiyan Alimleri Hakkında Mı Nazil Olmuştur?


Âyet, kitaplarında yazılı bulunan Peygamber Efendimiz (8av)'ln vuııf kırını halktan gizleyen Yahudi hahamları ve hristiyan bilginleri ruıkkırtdu nazil olmuştur. Âyetin nüzul sebebi de buna delâlet eder. Âyet, Allah (cc)'ın âyetlerini ketmeden ve şer'î hükümleri gizleyen her bilgini kaplar /İra Usul-u Fıkıh alimlerinin dediği gibi ahkâm âyetlerinde muteber olun, nüzul sebebindeki hususilik değil, âyetin terkibindeki umum ifade eden lafızlardır. Âyet, umumu ifade eden bir cümle-ki başında terkiplerin nere-ninde kullanılırsa kullanılsın umumu ifade eden «ellezine»-ile gelmiştir Dundan ötürü âyetin nüzul sebebi her ne kadar hususi ise de ihtiva ettiği hükümler umumidir.

Ebu Hayyân, bu hususta şöyle demektedir: «Âyet, her ne kadar husuil bir sebebe dayalı olarak nazil olmuşsa da, terkibindeki ketmedenler, n<ı vu kitap kelimeleri umumu ifade eder. Dolayısıyla âyetin kapsamına, hnlt açıklanmasını istediği dinî bilgiler sorulduğu zaman, açıklamayan her ', his girer. Bu hususu, Resulullah (sav)'ın, «İlmî bir mesele sorulduğu zaıiı>".

onu söylemeyen kimsenin ağzına kıyamet günü ateşten bir gem vurulun [134] hadis-i şerifi açıklar. Sahabiler —Arapların en fasihi ve Kur'an'ın anla*şılmasında müracaat mercii olanlar— de âyetin umumu ifade ettiği ka-naatindedirler. Ebu Hüreyre (ra). «Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyet*lerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu?...» âyeti olmasaydı ben hiçbir ha*dis-i şerifi nakletmezdim» [135] der. [136]



İkinci Hüküm: Kur'an Okumasını Ve Dini İlimleri Öğretmek İçin Ücret At*mak Caiz Midir?


Alimler, «Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi...» âyetine is*tinaden Kur'an okumasını ve dinî ilimleri öğretmek için ücret alınmasının caiz olmadığını söylerler. Zira âyet, ilmin açıklanması ve yayılmasını em*retmektedir, insan yapmakla mükellef olduğu bir işi yaptığı zaman ücret almak hakkına sahip değildir. Mesela: Namaz kılan kimse, kıldığı namaz*dan ötürü bir ücret alamayacağı gibi. bir kimseye namaz kılmayı öğret*mekle de ücret alamaz. Bundan dolayı öğretme —namaz gibi— insanlar üzerine farzdır. Ancak son devir alimleri, halkın dinî ilimleri öğretmekten yüz çevirip dünya metaı ile meşgul olduklarını, Kur'an hafızları için dinî ilimlerin tamamen yok olacağını, bu nedenle de halkın cahil kalacağını gö*rerek Kur'an okumak ve dini ilimleri öğretmek karşılığında bir ücret alınma*sını mubah saymışlardır. Bazı alimler de dini ilimleri layıkıyla öğrenme ve öğretme hususunda ücret alma ve vermeyi vacib görmüşlerdir. Vakıfların yapılış sebepleri araştırıldığı zaman, yalnız Kur'an ilimlerinin korunup ne*silden nesile intikal ettirilmesi için meydana getirildiği görülür.

Mütekaddimin alimleri ise, öğrenme ve öğretme karşılığında ücret alınmasının haram olduğu hususunda ittifak etmişlerdir. Zira ilim,, ibâdet*tir, ibadet karşılığı ücret almak ise haramdır.

Ebu Bekir el-Cessâs: «Hakikat, indirdiğimiz o açık açık âyetlerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu?...» âyeti, dinî ilimlerin açıklanmasının gere*ğine delâlet eder. ilmî bir meselenin açıklanması karşılığı ücret almak caiz değiidir. İnsanın yapmakla yükümlü olduğu ibâdet karşılığında ücret alma*sı uygun olmaz. Bu ibâdetlerden birisi hatta en büyüğü, bilmeyenlere onu öğretmektir. Dinî ilimlerin öğretilmesi, fakat karşılığında bir ücret alınma*ması hususuna, «Allah'ın indirdiği kitaptan (Peygamberin vasıflarına dair) bir şeyi gizleyipte onunla az bir bahayı (hasis bir menfaati) satın alanlar (yok mu?) Onlar karınlarına ateşten başka (bir şey) yemiş olmazlar. Kıyamet günü Alloh, onlarla konuşmaz, onları temize de çıkarmaz. Onlar İçin pek acıklı bir asap vardır.» (Bakara: 174) âyeti de delâlet eder. Allah'ın «onunla az bir bahayı satın alanlar» emri, İslâmi ilimleri öğretme karşılı*ğında ücret almanın bütün yönleriyle yasak olduğunu gösterir. Sahabller-den birisi, Resulullah (sav)'a gelerek «Kavmime müslüman olmaları İçin 100 koyun verdim» dedi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (sav). «Var-dlğin koyunları geri al. Eğer islâm'ı terkederlerse. onlar islâm'a donünceye kadar savaşırız» buyurdu. Bu hadis-i şerif, İslâm'î ilimleri öğretme ve yayma karşılığında bir şeyin alınması ve verilmesinin yasak olduğunu gös*termektedir.» [137] der.

Bu izahlardan anlaşılan şudur: Kur'an okumayı ve islâm'î ilimleri öğ*retme karşılığında ücret almak batıldır (doğru değildir).

Fahreddin er-Râzî ise: «Fakihler. «hakikat indirdiğimiz o açık a<-ık âyetlerimizi ve doğruyu gizleyenler yok mu?...» âyetini delil alarak, islâmi İlimleri öğretme karşılığında ücret almanın, caiz olmadığına hükmeder*ler. Âyet, öğrenmenin farz olduğuna delalet eder. Farz bir emrin, ifası kar*şılığı ücret almak caiz değildir,» [138] demektedir.

Fakihlerin görüşü; ilmi, ibâdet derecesine yükseltiyor. Bu görüş imi lakdire şayandır. Yalnız şer'î ilimler, müteahhirin (sondevir) alimlerin üâ« ret hususundaki görüşlerine (ücret alımının mubah olması) rağmen gün yoçtikçe azalmaktadır. Eğer biz. «Mütekaddimin (eski devir) alimlerin bu husustaki fetvalarını kabul edersek, alınan maaş ve ücretleri yasaklarsak, şer'i ilimleri öğreten ve öğrenen hiç kimse kalmaz» deriz. [139]



Âyetlerden Alınacak Dersler


1. Yahudi ve hristiyanlar, halkın Resulullah (sav)'a ve Kur'an'a İman etmelerine mani olmak için. O'nun İncil ve Tevrat'ta yazılı sıfatlarını gizle*miş ve ketmetmişlerdir.

2. Alimlerin ilmi gizlemesi, üzerlerindeki emanete —ki öğretmektir— hlyanettir.

3. İslâmi ilimleri yaymak veya yayılmasına vesile olmak, beşeriyyetln hidayete gelmesi için vaciptir.

4. Şer'i hükümlerden birisini gizleyen kimse, ebedi lanete uğrar. Yal*nız tevbe etmek kafi değildir. O'nunla beraber yaşayışını ıslah etmesi ve amellerinde ihloslı olması gerekir. [140]



Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler


Semavî dinler; beşeriyyeti hidayete ve küfrün karanlıklarından islamın aydınlığına kavuşturmak için gelmiştir. Hiçbir kimsenin kıyamet günü sorguya çekildiği zaman «ben öğrenmedim veya öğretilmedim» ma*zeretini ileri sürememesi için İslâm, cahil kimseye öğretmeyi, sapık kişiyi doğru yola getirmeyi ve bütün insanları Allah (cc)'ın emirlerini yapmaya çağırmayı, emreder.

Allah (cc). açık açık indirdiği âyetleri ve doğruyu, yalnız insanlığı doğ*ru yola ve hayra sevketmek için göndermiştir. Dini ilimleri ketmetmek ve halka öğretmemek ise, Peygamberlerin tebliğ etmekle vazifeli bulunduğu yüce göreve ve alimlere emanet edilen tebliğ vazifesine hiyanet etmektir. Zira Allah (cc), kitap gönderdiği kimselerden emirlerini hemen insanlara anlatmaları ve onu gizlememeleri için misâk (teminat) almıştır. Allah (cc), halkın muhtaç olduğu bir şeyi bilhassa dinî meseleleri ketmeden ve şer'î hükümlerden herhangi bir hükmü gizleyip söylemeyenlerin, çok elem ve*rici bir azaba düşeceklerini te'kitle beyan eder. Çünkü herhangi bir İslâmi meseleyi ketmetmek, büyük günahtır. Bu fiili yapan kimse, lanetlenmeyi ve Allah (cc)'ın rahmetinden uzaklaşmayı haketmiştir.

ilmi yaymak, ibadet olduğu gibi, onu ketmetmek de cinayettir. Zira Resulüllah (sav) «din hususunda benden duyduğunuzu bir âyetle de olsa tebliğ ediniz» buyurmuştur. [141]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
7. DERS TEMİZ ŞEYLERİN MUBAH, PİS ŞEYLERİN HARAM OLUŞU


172 - EV iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin (madda< tan ve manen) en temiz olanlarından yeyin, Allah'a şükredin eğar (hakh katen) O'na kulluk ediyorsanız.

173 — O. size ölüyü (murdar hayvanı), kanı, domuz etini, bir Allah'*tan başkası için kesileni katiyyen haram kıldı. Fakat kim bunlardan ya-mlye muztar kalırsa -(kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek mik tan) geçmemek şartıyla- onun üzerine günah yoktur. Şüphesiz ki Allah, çok yarlığayıcıdır. hakkıyla esirgeyicidir.



Ayetlerin Lafzî Tahlili


(lillâhi): Şükür kelimesi,-hürmetle nimeti İtiraf etme anlamındadır. Bu ise iki yolla olur. Birincisi, nimet vereni sena et*mekle, nimet vşrdiğini itiraftır. Diğeri ise, nimeti, nimet sahibinin razı oldu-0u tarzda kullanmaktır.

(Uhille II ğayrillâhi): İhlâl kelimesi, sesi yükseltme anlamında olduğu gibi, çocuğun dünyaya gelişinden hemen sonra ağlayarak sesini yükseltmesine de denir. Müşrikler, bir hayvanı kestikleri

sırada Lat ve Uzza isimli putlarının adlarını sesıerlnl yükselterek anarlar*dı. Buna göre âyetin icmali anlamı şudur: «Putlar, tağutlar ve Allah (cc) isminin dışındaki diğer adlarla kesilen hayvanların etleri size haram kılın*mıştır.» [142]

(Udturre): Udturre kelimesi, zaruret içinde olan kim*senin hayatını kurtaracak kadar haram bir şeyi yiyebilmesi anlamındadır.

(Bağın): Lügatta bağiy kelimesi, hayrı ve şerri taleb edene

denir. «Ey hayrı taleb eden kimse, yüzünü bize çevir.» hadisinde de bu anlamda kullanılmıştır. Âyette yalnız şerri taleb eden anlamında gelmiştir. Zeccac'a göre bağiy kelimesi, fesat bir şeyi kasdetmek manasınadır.

(Âdin): Üdvan kökünden türeyen âdin kelimesi, haddi aş*ma ve zulmetme anlamındadır. Buna göre bağiy denildiği zaman, ihtiya*cından fazlasını yemek, âdiy denildiği zaman ise. helal yiyecekleri bulma imkanı varken haram olan şeyleri yemek, demektir. [143]



Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc), mümin kullarına yaşadıkları müddet içersinde helal kazanç*lardan, menfaat veren güzel rızıklardan ve yemeleri leziz olan -Allah ta*rafından mubah kılınmıştır- şeylerden yemelerini emretmiştir. O, verdiği bu nimetler karşılığında da iman davalarında doğru ve sadık, emirlerini kabul ve hükmüne razı, arzu ve isteklerine tapınmıyor ve yalnız O'na iba*det ediyorlar ise, kendisine şükretmelerini buyurmuştur.

Cenab-ı Hak. sağlam tabiatlı insanların dahi kaçtığı çirkin ve pis şeyler ile insan bünyesine zararlı şeyleri yemenin haram olduğunu en açık bir tarzda beyan etmiştir. O, murdar bir hayvan etini, kanı, domuz etini, putlara, batıl tapınaklara ve Allah isminin dışındaki bir varlık adının anıl-masıyla kesilen hayvan etlerinin yenilmesini de haram kılmıştır.

Yalnız zarurete düşen bir insan, yukarıda açıklanan haramlar dışında hayatın) devam ettirecek bir şey bulamazsa, o zaman hayatını kurtaracak kadar bu haramlardan yerse, günahkar olmaz. Zira zaruretler, bir çok mah*zurlu şeyleri mubah kılar. Cenab-ı Allah, kullarının günahlarını setreder ve bağışlar. [144]



Bu Âyetin, Bir Önceki Âyetle Münasebeti


Allah (cc), önceki âyetlerde kendisine ortak koşanların, ortak koştuk*ları şeyleri, Allah (cc) gibi sevdiklerini beyan etmektedir. O. onların ortak koşmalarının, bu ortakları niçin o kadar sevdiklerinin ve halkın reisleriyle her noktadaki münasebetlerinin sebebinin, yalnız dünya malı sevgisi ol*duğuna işaret etmiştir. Ve tüm insanlara hitapla yerden çıkan nimetleri temiz ve helal olmaları şartıyla yemeyi emretmiştir. «Ey insanlar, yerdeki şeylerden helal ve teiniz olmak şartıyla yeyln. Şeytanın adımlarına uyma*yın. Çünkü o size apaçık bir düşmandır.» (Bakara: 168). Cenab-ı Hak, ço*ban arkasından intizamlı bir şekilde yürüyen koyunlar gibi, akılsız, şuur*suz, hürriyetsiz ve idraksiz liderlerin arkasından giden mukallit kâfirlerin hallerini de beyandan sonra, «Ey iman edenler, size rızık olarak verdiğimiz şeylerin en temiz olanlarından yeyin.» âyetiyle. hassaten mü'minlere hitap etmiştir. Zira müminler, anlamaya, ilim öğrenmeye ve doğru yoldan gitmeye daha lâyık ve uygundurlar. [145]



Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: Âyetteki «tayyibat» (temizlik)'den maksat, helal rızık-lardır. Allah (cc)'ın helal kıldığı her şey temiz, haram kıldığı her şey ise pistir. Ömer bin Abdulaziz (ra)'e göre «pâMtan murat, yenen şeylerin de*ğil, kazancın temiz olmasıdır. O'nun bu görüşünü, şu hadis-i şerif te'yid eder: «Resulüllah (sav), «Hakikaten Allah (cc) temizdir, ancak pâk olanı huzuruna kabul eder. Allah (cc) elçilerine emrettiğini, mümin kullarına da emretmiştir,» sözlerine devamla «Ey Resuller, temiz ve helal olan şeyler*den yeyin. Güzel amel (ve hareketlerde) bulunun. Çünkü ne yaparsanız hakkıyla bilenim.» (Mü'minün: 51), «Siz rızıklandığınız şeylerin en temiz*lerinden yeyin...» (Tâ hâ: 81) âyetlerini okudu ve bir kimse, tozlu topraklı ve yorgunluk veren uzun bir yolculuktan sonra ellerini göğe doğru kaldı*rarak «Yarabbi, yarabbi...» diyerek dua yapmaya başlar Halbuki onun yediği, .içtiği, giydiği ve gıda olarak aldığı her şey haramdır. O'nun duası kabul olur mu? buyurdu» [146]

Temiz rızık hakkında Rasulüllah (sav)ın beyanlarından daha güzeli ol*maz.

İkinci incelik: Allah (cc), kullarına yerden çıkan şeylerin temiz ve he*lal olanlarının yenilme ve içilmesini mubah kılmıştır. Allah (cc) haram şey*ler az olduğundan, onlardan bahsetmiştir. Haram olduğu beyan edilen şeylerin dışında kalan herşey ise, mubahtır.

Üçüncü ve dördüncü incelik: Gramerle ilgili olduğundan yalnız Alusi ile Ebussuud'un görüşlerini önemine binaen alıyoruz.

Âlûsi: «Hürmetin, hassaten haram şeylerin kendilerine izafe edilmesi, murdar ölen bir hayvanın hiçbir uzvundan istifade edilemeyeceğine işaret eder» [147] der. Ebussuud ise, «Domuz eti, Kur'an da niçin anılmıştır? Bu so*ruyu şöyle cevaplandırabiliriz: Domuzun diğer parçaları da etlerine tabi*dir. Eti haram olan hayvanların, diğer uzuv ve parçalarının yenilmesi ve kullanılması haramdır,» [148] demektir. [149]



Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

Birinci Hüküm: Murdar Bir Hayvanın Yalnız Eti Mi, Yoksa Herhangi Bir Uzuv Veya Parçasından Faydalanmak Mı Haramdır?


Âyetteki «haram kılma» tabiri, ölmüş hayvan ve kanın bizzat kendi*lerine isnat edilmiştir. Her ikisinin tümü haramdır. Fakihler, âyetin haram kıldığı şeyin murdar ölmüş hayvan eti mi, yoksa faydalanılacak diğer men*faat türleri mi? olduğu hususunda ihtilaf etmişlerdir. Eti haram olan bir hayvanın satılması ve herhangi bir şeyinden faydalanılması murdar oldu*ğundan —şer'î delillerin istisna edeceği bazı menfaatlenme türleri hariç— haramdır.

Bazı alimlere göre murdar ölmüş hayvanın yalnız etinin yenilıuesı ha*ramdır. Çünkü. Allah: «Siz rızıklandığınız şeylerin en temizlerinden ye-yiniz...» (Tâ hâ: 81). «Kim bunlardan yemiye muztar kalırsa kimseye sal*dırmamak ve haddi geçmemek şartıyla onun üzerinde günah yoktur.»

(Tâ hâ: 82) âyetleriyle onların görüşünü teyid eder.

Cessâs ise bu hususta şöyle demektedir: «Âyetteki «haram kılma» ifadesi, menfaatlenmenin bütün türlerini kapsar. Murdar ölmüş bir hayva*nın herhangi bir parçasından hiçbir surette faydalanılamaz. Çoban köpe*ği ve av için eğitilmiş hayvanlara dahi o etten yedirmek haramdır. Çünkü murdar bir eti onlara yedirmek de bir nevi menfaatlenmektir. Allah (cc) mutlak bir ifadeyle, onun tümünün haram olduğunu buyurmaktadır. Mur*dar hayvanın bazı azaları hususunda özel delillerle helal edilen kısımları hariç hiç bir şey ile menfaatlenmek caiz (doğru) değildir.» [150]



İkinci Hüküm: Ölmüş Balık Ve Çekirgenin Hükmü Nedir?


Âyet, ölmüş hayvanın, kanın, domuz etinin ve Allah ismiyle değil, başka varıkların ismi ile kesilen hayvanların etlerinin haram olduğunu beyan eder. Ölüm, hayvanların sebepsiz olarak kendiliğinden ölmesine veya şer'l bir kesişin dışındaki öldürülmeye denir.- Cahiliyet devrinde Araplar, ölen veya öldürülen hayvanların etinin mubah "olduğunu iddia eder ve yerlerdi,

Allah (cc)'ın, ölmüş hayvan etini haram kılması üzerine müşrik Arap*lar, bu hususta mü'minlerle mücadele ederek «Kendi kendine ölen bir hay*vanın etini yemiyorsunuz da kendi kestiğiniz hayvanın etini niçin yiyor*sunuz? diyorlardı. Bunların bu soru ve mücadeleleri üzerine: «...Filhakika şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına mutlaka tolkln-lerde bulunurlar. Eğer onlara itaat ederseniz, şüphesizki siz de Allah'a «ş tanıyanlarsınızdır.» (En'âm: 121) âyeti nazil oldu. Âyet. kesin olarak mu», r'k Arapların, ölmüş hayvanın eti hakkındaki yanlış düşünce ve Iddularını reddetmekte ve mü'minlerin Allah (cc)'ın emirlerine sımsıkı sarılmaları gn-roktiğine işaret etmektedir.

Ölen hayvanın tümü, kesin nasla haram kılınmıştır. Yalnız ölen hayvan*ların bazılarının etinin yenilmesi hususunda bir çok hadis-i şerifin İnil»-nai hükümler getirdiği bilinmektedir.

A. «Resulullah (sav)'ın: «Bize ölmüş hayvanlardan iki tür ve İki kon helal kılınmıştır. Balık ve çekirge ile ciğer ve dalak» buyurdu» [151] hadlHiülr.

B. «Resulullah (sav)'ın: «Denizlerin suyu temiz, içinde yaşayıp öltn İse helaldir» buyurdu [152] hadisidir.

C. Sahiheyn (Buhari ve Müslim)'de Cabir bin Abdullah (ra)'dan «Ebu Ubeyde bin Cerrah ile Kureyşlilerin bir kervanının önünü kesmek İçin Bahile gitmiştik. Azığımız da bir dağarcık hurmaydı. Sahile yaklaştığımız*da uzaktan bir kum yığını görünüyordu. İyice yaklaştığımızda onun kum yığını değil, ölmüş bir balina balığı olduğu gördük. Ebu Ubeyde bin C«r< rah önce «Bu, ölmüştür, yenilmez» dedi. Fakat daha sonra «Biz Alluh (cc)'ın elcisinin elcileriyiz. Resulullah (sav) bizi göndereceği vakit «Yarruk ve içmek hususunda sıkıntıya düştüğünüz vakit, ölmüş bir şey de bulsanıl yeyln» buyurdu» dedi. Bunun üzerine orada kaldığımız müddet içersinde balinanın etinden yiyerek kilo aldık. Medine'ye döndüğümüzde sahilde ye*diğimiz ölmüş balina balığı etj hususunu sorduğumuzda Resulullah (sav), «O'nu ancak Allah (cc), size rızık olarak denizden çıkarmıştır. Sizde onun etinden halâ var mı? Varsa getirin, bende yiyeyim» buyurdu. Bunun üzerine onun etinden Resulullah (sav)'a gönderdik. O'da ondan yedi.» [153] hadisini rivayet etmişlerdir.

D. ibn-i Ebi Evfâ'nın rivayet ettiği: «Biz. Resulullah (sav) ile 7 defa savaşa katıldık. Savaştaki yiyeceğimiz de çekirgeydi,» [154] hadisidir.

Fakihlerin cumhur'u (çoğu), naklettiğimiz hadisleri delil olarak, deniz hayvanlarından ölenleri, âyetteki «ölen hayvan» ifadesinden istisna etmiş*lerdir. ^Yalnız Hanefi alimleri, denizde ölüpte sırtüstü dönen balıkların ye*nilmesinin haram, denizde ölüpte kenara atılan, sırtüstü değil de yan veya karın üzerinde düz duran balıkların etinin yenilmesinin helal olduğuna hükmederler. Çünkü Resulullah (sav): «Denizin sahile attığı balıklardan veya denizde ölen balıkların etinden yeyiniz. Denizde ölüpte sırtüstü dön*mek suretiyle suyun üzerinde dolaşan balıkları yemeyiniz» [155] buyurmuş*tur.

Maliki alimleri ise, ne şekilde olursa olsun denizde ölen balıkların hepsinin helâl okluğuna hükmederler. Yalnız ölen çekirge etinin yenilmesi haramdır. Zira onlar, bunun helâl olması için hiçbir sahih delil tesblt ede*memişlerdir.

Kurtubi: «Çoğu fakihler. tüm canlı veya ölü deniz hayvanlarının etinin helâl ofduğuna cevaz vermişlerdir. Maliki mezhebi de bu görüştedir. Yal*nız İmam Malik (ra), su domuzu hususunda hüküm vermekten çekinmiştir. Çünkü Ö, «Siz ona domuz dediğiniz için hüküm vermekten kaçınıyorum» der. İbn-i Kasım ise. «Deniz domuzunun haram olduğunu zannetmiyorum» demektedir» [156] diyor. [157]



Üçüncü Hüküm: Hoyvon Kesildikten Sonra, İçinden Çıkan Ceninin Te*mizliği Hususunda Hüküm Nedir?


Fakihler. kesilen bir hayvandan ölü olarak çıkan cenin etinin yenilip yenilmeyeceği hususunda ihtilâf etmişlerdir, imam-ı azam Ebu Hanife (ra), cenin etinin yenilmeyeceğine hükmetmiştir. Zira cenin ölmüştür. Allah (cc), ölen bir hayvan etinin yenilmesini kesin olarak haram kılmıştır. Eğer hayvanın kesiminden sonra içinden canlı bir cenin (yavru) çıkarsa, mü*barek hayvanlar gibi kesilerek yenir. Kesilmediği takdirde cenin etinin ye*nilmesi haramdır.

İmam Şafiî (ra). İmam Munammed (ra), İmam Yusuf (ra) ise bir hay*vanın kesiminden sonra içinden ölü olarak çıkan cenin etinin yenilmesinin helal olduğuna hükmederler. Zira onlar, Resulullah (sav)'ın: «Ceninin ke-•İmi, anasının kesimi iledir» hadisi ile delil getirirler. [158]

İmam Malik (ra)'e göre hayvanın kesiminden sonra, içinden çıkan uenlnln uzuvları tam ve düzlenmiş ise eti yenir. Eğer araları tamamlan*mamış veya tüylenmemişse yenilmez.

Kurtubî ise bu hususta şöyle der: «Hayvanın kesiminden sonra İçin dan ölü olarak çıkan cenin eti yenir. Zira cenin, hayvanın uzuvlarından herhangi bir uzuv gibidir. Uzuvların yenmesi gibi. cenin eti de yenir.» [159] İmamı Azam'ın görüşünü destekleyen alimler. İmam Şafiî (ra), İmam Mullk (ra) ve İmam Muhammed'in (ra) delil olarak naklettikleri hadisi; •Osnlnln kesimi, anasının kesimi iledir» hadisinden anlaşılan, hayvanın katimi gibi ceninin de kesilmesi lazımdır. Hadisin bu şekilde anlaşılması ineklerini Arapların darb-ı mesellerinde görmek mümkündür: «Sözüm sö-undur. Mezhebim mezhebindir» sözlerinden anlaşılan «sözüm; sözün gibi •İr, mezhebim; mezhebin gibidir» biçimindedir. Bu durum şu Arap şiirin*in de anlaşılır: «Senin gözün, onun gözüdür. Senin gerdanın, onun ger-1 Hunidir.» biçiminde tefsir ederler. [160]



Dördüncü Hüküm: Ölmüş Hayvan Eti Yemenin Dışında, O'nun Diğer Organlarından Faydalanmak Mubah Mıdır?


Ata'ya göre ölmüş hayvanın iç yağları ve derisinden faydalanmak »•illidir. İç yağlar, gemilerin yağlanmasında ve derilerin tabaklanmasında Mılkınılır. Ayetteki haram hükmü, hassaten ölmüş hayvan etinin yenilmesi tı« ulttlr. Bu görüşünün delili: «De ki. «bana vahyolunanlor arasında yiyen Wr kimsenin yiyeceği içinde horam edilmiş bir şey bilmiyorum. Yalnız ae-tak olu gerek dökülen kan...» (En'âm: 14) âyetidir. Zira âyetteki «yiyen Mı kimsenin yiyeceği içindeki» cümlesi, yalnız ölmüş hayvan etinin hu-mıhı olduğunu beyan eder.

Cumhur ise kesinlikle ölmüş hayvan eti ile diğer uzuvlarının haram görüşündedir. Bu görüşlerini de. «O. size ölüyü...... haram kıldı»

Ayallyle tesbit ederler. Zira onun haram olmasından maksat, her yönüyle lııyıkılonmadır. «Resulullah Efendimiz (sav). «Allah (cc). yahudllere -Ce-imiIı ı Hakk lanet etsin- hayvanların iç yağlarının yenilmesini haram kıl-•tuşu Onlar ise iç yağlarını eriterek sattılar. Karşılığında aldıkları paralan da yediler.» buyurdu.» hadisi de delâlet eder ki, haram bir şeyi ye*mek haram olduğu gibi. onu satıp karşılığında alınan parayı yemekte haramdır. Şu halde ölmüş bir hayvanın, herhangi bir uzuv ve organını satarak faydalanmak caiz değildir. Yalnız bundan ölmüş hayvan organ*larından faydalanma hususunda gelen istisnai hükümler hariçtir. [161]



Beşinci Hüküm: Hayvan Kesildikten Sonra Et Veya Damarlarda Akmo-Yıp Koloit Konin Hükmü Nedir?


Alimler, kan, haram ve necis olduğundan yenilmemesi ve faydala: mlmaması hususunda ittifak etmişlerdir. Allah (cc), (dersimizin konu*su) âyette «kamı mutlak şekilde, aksın veya akmasın haram kıl*mıştır. En'âm suresinin 145. âyetinde İse, «dökülen kan» tabirinde kan kelimesini, «dökülen» sözüyle vastflayarak anmıştır. Bunun üzerine fakihler <kan»t mutlak haram eden âyeti, «dökülen kan»ı zikreden âyetle tefsir ederek, yalnız dökülen kanın haram olduğuna hükmetmişlerdir. Çünkü bir âyet. diğer bir âyeti tefsir' edebiHr. Hz. Aişe (r.anha): «Allah (cc), âyette «dökülen kan» tabirini buyurmasaydı. halkın damarlardaki kanları temiz*lemesi gerekirdi. Bu ise son derece zordur. Halbuki dinde hlc bir çetinlik yoktur» der.

Damarlar da ve etin içinde kalan kanın haram olmadığı İse icma İle tesbit edilmiştir. Ciğer ve dalak, birer kan parçası oldukları halde helal*dir. Bu helal oluş. imam Ahmed bin Hanbel (ra) ve Ibn-I Mace'nin rivayet ettikleri hadis ve icma İle sabittir.

Kurtubi. bu hususla ilgili olarak şöyle der: «Kan, kesinlikle haramdır. Yalnız damar ve ette kalan kan, haram değildir. Hz. Alşe (ra)'den rivayet edilen, «Resulullah (sav) zamanında çömlekte et pişirirdik. Çömlekte kan*dan mütevellid sararmış bir et suyu oluşurdu. Bizim onu yediğimizi Re*sulullah (sav) gördüğü halde bir şey buyurmazlardı» hadisi, et ve damar*larda kalan kanın haram olmadığını gösterir.» [162]



Altıncı Hüküm: Domuz'un Hangi Kısımları Haramdır?


Âyet, domuz etinin haram olduğunu beyan eder. Bazı Zahiri mezhebi [163] alimlerine göre domuzun etleri haram, iç yağları ise helaldir. Çünkü Allah (cc), âyette «domuz eti» demiş, «İç yağı» dememiştir.

Cumhur, domuz iç yağının, eti gibi haram olduğuna hükmetmiştir Çünkü etinin çoğu yağ olduğundan, ic yağları da kapsar. Sahih olan da cumhurun görüşüdür. Allah (cc)'ın domuz etini zikretmesi, tümünün haram olduğuna delalet eder. Domuz, şer'İ usullerle kesilse dahi yine haramdır, Onun etinin haram oluşun da sayısız tıbbî ve içtimaî hikmetler vardır.

Fakihler, domuz kılından istifade edilip edilmeyeceği konusunda İhtilaf etmişlerdir, imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ile İmam Malik (ra)'e göre, do*muz kılının dikişte iğne yerine kullanılması caizdir.

imam Şafii (ra)'ye göre ise, domuzun kılından dahi istifade etmek ha*ramdır. Çünkü kıl da, onun bir parçasıdır.

imam Ebu Yusuf (ra)'a göre de, domuz kılıyla iğne gibi dikiş yapmak veya onu başka türlü kullanmak mekruhtur.

Kurtubî domuz kılıyla alakalı olarak; «kılı dışında domuzun tümünün haram olduğunda ittifak vardır. Onun kılı ile dikiş dikmek caizdir. /İni Resulullah (sav) devri'de ve daha sonraki zamanlarda İnsanlar, domu/ kılını ayakkabı dikişinde kullanmışlardır. Peygamberimiz (sav)'den sonra ki hiçbir imamın «onu kullanmayın» dediklerini bilmiyoruz. Bu da gönler mektedlr ki Resulullah (sav) ve daha sonra gelen İmamlar devrinde, onun kullanılmasına cevaz (müsade) verilmiştir.» [164] der.

Alimler, su domuzu hakkında ihtilaf etmişlerdir, imam-ı azam Ebu Ha*nife (ra)'ye göre, âyetin umumuna bakılınca su domuzu eti yenilmez. Imum Malik (ra). İmam Safi (ra), imam Evzâî (ra)'ye göre de. denizde olan her şeyin yenilmesinde sakınca yoktur. [165] Konuyla ilgili geniş İzahat fıkıh kitaplarında görülebilir. [166]



Yedinci Hüküm: Zarurette Kakm Kimse, Murdar Ölmüş Hayvan Etinden Ne Kadar Yiyebilir?


Alimler, «zarurette kalan bir kimsenin ölmüş murdar hayvanın elin*den doyuncaya kadar mı, yoksa hayatını kurtaracak kadar mı yemelidir?» hususun da İhtilaf etmişlerdir.

imam Malik (ra)'e göre zarurette kalan kimse, ölmüş murdar hay*van etinden doyuncaya kadar yiyebilir. Zira zaruret hali, haram hükmünü kaldırır ve onu mubah kılar.

Cumhur (Şafii-Hanbelî-Hanefi alimlerine)'a göre ise zarurette kalan kimse, ölmüş murdar hayvan etinden hayatını kurtaracak kadar yiyebilir. Zira o eti yemeyi mubah kılan, zarurettir. Ancak zaruret miktarınca yiye*bilir.

Alimler arasındaki ihtilafın sebebi; «...Kim bunlardan yemiye nuıztar kalırsa - (kimseye) saldırmamak ve haddi (ölmeyecek miktarı) geçmemek şartıyla - onun üzerinde günah yoktur» âyetinden anlaşılandır. Zira cum*hur, âyette saldırma anlamına gelen «baği» kelimesini; zaruret olmadan, ölmüş murdar hayvan etinden yeme. haddi aşma anlamına gelen «adi» kelimesini de zaruret hududlarını aşma olarak tefsir etmiştir. Âyeti bu şe*kilde tefsir eden cumhur, ondan şu hükmü çıkarmıştır: Zarurette kalan kimse, ölmüş murdar hayvan etinden hayatını kurtaracak kadar yiyebilir.

imam Malik (ra) ise âyetteki «baği» ve «adi» kelimelerini «İslâm Dev*let Başkanlarına isyan edenler» tarzında tefsir etmiştir. Bundan dolayı O. zarurette kalan kimsenin, ölmüş murdar hayvan etinden doya doya yiye*bileceği hükmünü vermiştir. Allah (cc). her şeyin en iyisini bilendir. [167]



Âyetlerden Alınacak Dersler


1. Allah (cc), mü'minlere helal kazançla temiz şeylerden yemelerini mubah kılmıştır.

2. Cenab-ı Hakkın sayısız ve hesapsız nimetleri karşısında, mümin lerin şükretmeleri vacibtir.

3. Doğru müminlerin Allah (cc) için yaptıkları ibadetler de ihlâslı ol*maları şarttır.

4. Allah (cc), kullarına temiz şeyleri değil, pis şeyleri yemeyi haram kılmıştır.

5. Cenab-ı Hak, insanlara zaruret halinde, haram ettiği şeylerden ye*meyi mubah kılmıştır. [168]



Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler


Allah (cc), mümin kullarına temiz şeyleri yemeyi mubah, ölmüş mur*dar hayvan, kan. domuz eti ve pis şeyleri de haram kılmıştır. O. insanları nefislerine azab vermekten ve helal nimetleri yememekten men etmiştir. Çünkü müşrikler, Allah (cc)'ın haram kılmadığı bir tokım şeyleri — «Bani-ist» [169] ve «Sâibet» [170] gibi— kendilerine haram kılmışlardı.

Kitab ehlinden hristiyanların en yaygın mezhebine göre. insanları Al*lah (cc)'a en çok yaklaştıran ameller, nefse hakaret, azap verme. Onun lemlz kıldığı nimetlerden nefsi men etme, «ruha. hayat hakkı yoktur» İnan-n ile vücuda eziyet verme gibi hareketlerdi. Bu yanlış hükümler, onların din adamları tarafından va'z ediliyordu. Allah (cc)'ın gönderdiği şeriatların hiçbirin de böyle batıl hükümlerin izi dahi yoktur. Ondan dolayı Allah (et,), lutlu İle bu ümmeti vasat bir ümmet kılmıştır. Zira O, insan vücudunun hakkı olan gıdayı verdiği gibi, ruhuna ibâdet yoluyla hayat hakkı da tunı mistir.

Her türlü temiz şeyleri mubah, pis şeyleri haram kılan Allah (cc). v«r iliği nimetlere karşılık kendisine şükretmemizi emretmektedir. Bizi. hay vunlar gibi yalnız cisme, melekler gibi yalnız ruha önem veren kılmamış, mutedil bir şeriatla kâmil bir ümmet yapmıştır.

ölmüş murdar hayvan etinin haram oluş hikmeti, ondaki zarartordan dolayıdır.

Bu tür bir hayvan, ya hastalıktan veya ani bir sebepten dolayı Ölmüş Kır, Hastalanarak ölen bir hayvanın vücuduna mikroplar yayıldığındım, •II hastalık mikroplarıyla dolu olur. Eğer bu etten yenirse, hastalığın tıı •unlara geçmesi imkan dahilindedir. Ani bir sebepten murdar ölen bir hayvanın vücudunda ve kanında birçok zararlı cisimler bulunur, teşekkül eder. O etten yenilirse, insana zararlı mikroplar geçebilir. Tüm bu »«bap İmden ötürü Cenab-ı Hak, ani ölüm veya hastalıkla murdar ölen hayvan «linin yenilmesini haram kılmıştır.

Dökülen kanın haremliği; kirli ve zararlı olduğu içindir. Onda bir ook rararlı mikrop ve elementler birikmiştir. Tıp dahi. bunu tesblt etmiştir,

Kanı dökülmeden yenen etin mikropları vücuda yayılarak İnsanı uasta eder.

Domuz etinin horam oluş hikmeti; domuz, birçok pis şeyleri yer. On*ları yediği için de pistir. Çok saldırgan mikropları vücudunda taşıdığından onun etinden yiyen kimsenin vücudunu bu mikroplar tahrip etmeye başlar. Domuz etini yiyen kimse, onun huyundan da alır. Zira domuzun yaratılı*şında hiç bir hayvanda olmayan pis ve kötü huylar vardır. Bunların ençok bilineni, eşini kıskanmamasıdır. Domuz etini çok yiyen halk toplulukların*da kıskançlık duygusunun tamamen kaybolduğunu görürüz. Batı ülkelerini gezip görenler, bu durumu daha yakından bilir.

islâm şehidi Seyyld Kutub, bu hususta şöyle der: «Domuz sağlam ve temiz bünyeli herkesi tiksindirir. Asırlarca evvel Allah (cc) tarafından ha*ram kılınan bu hayvanın etinde, kanında ve barsaklarında son derece teh-keli kurtçuklar bulunduğunu bugünkü İlim tesbit etmiştir. Bazı kişilerin İddialarına göre, ilerlemiş bugünkü pişirme vasıtalarının kullanılması ve etlerinin yüksek hararetle kaynatılması sonucunda bu zararlı kurtçuklar ölmekte ve tehlike arzetmemektedir. Bu kimseler, ilmin asırlarca yaptığı a-raştırmalar sonucunda ancak bir tek zararı keşfettiğini unutuyorlar. Kim, domuz etinde henüz keşfedilmemiş daha bir çok mikropların bulunmadığı*nı kati olarak söyleyebilir?

Beşeri ilimleri yüzlerce yıl gerilerde bırakan islâm şeriatı, güvenilme-ye, bağlanılmaya daha liyakatli değil midir? Bırakalım kesin hükmü de. İslam şeriatının helal kıldığını helâl, haram kıldığını haram kabul edelim. Zira bu hüküm, bizzat Hakîm ve herşeyin en ince noktasına kadar bilen Allah (cc) tarafından gönderilmiştir.» [171]

Allah (cc) ismiyle değil, başka bir isimle kesilen hayvanlara; yani ke*silirken Allah (cc)'tan başkasına teveccüh edilerek kesilen hayvanların etleri, kesinlikle haramdır. Bu haram oluş, herhangi bir sebepten dolayı değil, yalnız Allah (cc)'tan başkasına teveccüh edilmiş olduğundandır. Çünkü islâm, vücut temizliği kadar kalb. ruh ve düşünce temizliğine de önem vermiştir. Bu manevi pislik, maddi ve hakiki pislikten bir cüzdür, islâm, teveccühün kayıtsız şartsız Allah (cc) için olmasını şart koşar, em*reder. [172]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
8- DERS KISASIN İNSANLARA HAYAT VERİŞİ


178 — Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) y» zildi (farz edildi). Hür hür ile. köle köle ile, dişi dişi İle (kısas olunur) fa kat kimin (hangi katilin) lehinde maktulün kardeşi (velisi) tarafından eüil bir şey afvohinursa (hemen kısas düşer). Artık örfe uymak (şer'ln ve aklın İyi gördüğünü yapmak, borcu) ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek (lazımdır). Bu, Rabblnizden bir hafifletme ve esirgemedir. O halde kim bu (afhrden ve edadan) sonra (katile veya taraftarlarına muhaseme ve) teca*vüzde bulunursa onun için pek acıklı bir azab vardır.

179 — Ey salim akıl sahipleri, kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır. Tâ ki (katilden) sokmasınız).



Ayetlerin Lafzı Tahlili


(Kutlbe): Müfessir Ferrâ: «Kur'anın neresinde «kütibe aleyküm» İfadesi bulunursa o, «furiza aleyküm» yani «farz kılındı» anla-mındadır» [173] der. «Kütibe» kelimesi. Arap dili ve edebiyatında da «farz kı*lındı» manasınadır. Şair Ömer bin Rebia. «Bize savaş farz kılındı» [174] mis-rain da «Kutibe» kelimesini «furize» anlamında kullanmıştır.

Taberî'ye göre. âyetteki «...size kısas yazıldı» cümlesi, «...size kısas farz kılındı» onlamındadır. Arap dili ve edebiyatında «yazıldı» anlamındaki «kutibe» kelimesinin, «farz kılındı» anlamındaki «furize» kelimesi yerine ; kullanıldığı çokça görülmektedir. [175] '

(El-kısâsü): Kısas kelimesi, herhangi bir şahsın yaptığına aynıyla karşılık verme anlamındadır. *

(El-Katlâ): El-Katlâ kelimesi, katlin çoğuludur. Ve öldürülenler anlamındadır. Taberî'ye göre. insanlar tarafından öldürülene katil veya maktul denir. Kendi eceliyle ölene de. mevt (ölüm) adı verilir. [176]

(Uflye): Lügatta ufiye kelimesi, yüz çevirme ve günah-ton döndürmek anlamındadır. Ayetteki anlamı şudur: öldürülen kişinin kar*deşi veya diğer bir yakını tarafından, öldüren şahsın katlini terkedip on*dan diyet almaktır.

(Feittlbâün bllmağrûfl): örf ve adet ile diyet istemek anlamındadır. Yani ölen adamın velisi (kardeşi, babası veya oğlu) öldürenden. Şeriatın tayin ettiği kan bedelini alırken güzel bjr şekilde İsteyip almasıdır, öldürenin de ödeyeceği diyeti (kan bedelini) geciktir*meden tayin edilen zaman da münakaşasız ödemesidir.

(Femen Iğtedâ): Ayetteki bu cümlenin anlamı şudur: Bir kimse, öldürülenin diyetini aldıktan sonra katili veya bir yakınını öldürürse, haddi tecavüz etmiş olur ve Allah (cc) İndinde ona azab vardır.

(El-elbâbi): Salim akıl sahipleri anlamındadır. «Lüb» kelimesinin çoğuludur. [177]



Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc) icmâlen şöyle buyurur: «Ey iman edenler .size bir kişiyi öl*dürene kısas yapmak farz kılınmıştır. Bir kısmınız, diğer bir kısmınım zulmetmeyiniz. Hür hürü, köle köleyi, kadın kadını öldürürse, siz de onu Ol*durunuz. Adalet ve eşitlikten ayrılmayınız. Aranızda olan zulmü terkodlnlı İlli hür karşılığında birkaç hürü. bir köle karşılığında bir hürü, bir kadın karşılığında bir erkeği öldürmeyiniz. Ki bu zulüm ve düşmanlık olur Kim, kınası terkederek diyet almaya razı olursa, kan dökmeden, dostluk ve mert nuniyet dahilinde, maruf bir şekilde diyet istesin ve alsın. Katil veya vt-Hol de. anlaşılan diyet miktarını tam olarak, zamanında ve güzellikle öd», rnelidir.

Ey mü'minler, kısası affedip diyete dönmek, fazlını izhar için Allah tarafından size bir hafifletmedir. Diyet hükmü, ancak mü'minlere emredil. Hîlşdlr. Halbuki yahudilerin şeriatında kısastan başka bir hüküm yoktur Artık bundan sonra kim haddi tecavüz ederse, onun için pek acıklı bir cı/ub vardır. Yani bir kimse, diyet aldıktan sonra katili öldürürse. Allah |co| itirafından pek elem verici bir azaba müstahak edilir. Çünkü o, kııaı yerine aldığı diyet ile katile dokunmayacağına söz vermiştir.

Ey salim akıl sahipleri, sizin için kısasta hayat vardır. Kısastukl ha*yat, başlangıçta katilleri başkasına tecavüz etmekte alıkoymakla başlar, öldüreceği kimsenin hayat bedelini, kendi hayatıyla ödeyeceğine İnanan kimse, bu işi yapmaktan mutlaka vazgeçecektir. Bu suretle kan dökül*mesinin önü alınmış ve herkes kendiliğinden korunmuş olur. Halkın haya-tını teminat altına alan kısas -ki dünya ve ahiret saadeti ona bağlıdır Al*lah (cc)'ın bir kanunu ve dinin bir hükmüdür. [178]



Ayetlerin Nüzul Sebebleri


A. Bu âyetin nüzul sebebi, Katâde (ra)'nin şu rivayetidir: «CahiMyet devimde insanlar arasında zulüm ve düşmanlık Yoğundu. Birbirine düşman İki kabile.arasında savaş hazırlıkları yapıldığı bir sırada, kabilelerden öl-ıftlnln birKoiesi.diğer kabilenin bir kölesi tarafından .öldürüldüğün de. kö-

lesi öldürülen kabile, diğerlerinden daha şerefli ve üstün olduğunu göster*mek için. «öldürülen kölemizin karşılığın da onlardan bir hür kişi öldürürüz» veya bir kadın, diğer kabileden bir kadını öldürünce, katledilen kadının kabilesi, «öldürülen kadınımız karşılığın da. ancak bir hür erkek öldürürüz» derlerdi, işte bu nedenle. «...Hür hür ile. köle köle İle, (fişi dişi He kw<» olunur» âyeti nazil oldu.» [179]

B. Said bin Cübeyr (ra)'in-. «İslâm'ı kabul etmeden kısa bir süre önce iki Arap kabilesi arasında kadın ve kölelerin dahi öldürüldüğü büyük bir savaş yapılmıştı. Aralarında öldürülen ve yaralananlar da vardı, islâm o-luncaya kadar da birbirlerinden kısas ve diyet namına hiçbir şey almamış*lardı. Silah ve servet bakımından diğerine göre daha zengin olan kabile, «öldürülen bir köle veya kadınımızın yerine onlardan hür bir erkek öldü-rünceye kadar anlaşma yapmayacağız» diyerek yemin ederlerdi. Bunun üzerine «Ey iman edenler, maktüHer hakkında »ize kıta» (mlsMeme) ya*zıldı (farz kılındı)...» âyeti nazil oldu» [180] rivayetidir. [181]



Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: Allah (cc). kısas karşılığı diyeti meşru kutmakla mü*minlere İkramda bulunmuştur. Halbuki diyet. Tevrat'ta yoktu. Buhari. ibn-i Abbas (ra)dan: «israil oğullarına gönderilen şeriatta kısas vardı. Fakat diyet yoktu. Bu hüküm, yalnız müminlere emredilmiştir. «Ey İman edenler, maktuller hakkında tize kısas (misilleme) yazıldı (farz edildi). Hür hürle, köle köleyle, drsi dişiyle, (kısas olunur). Fakat kimin (hangi katilin) lehin*de maktulün kardeşi (velisi) tarafından cüzi bir şey arvokınursa...» âye*tinde «afv» den maksat, kasten adam öldürmekte diyetin, Hz. Muhammed (sav) ümmeti için kabul edildiğidir. Ayetteki «Artık örfe uymak (serin ve aklın İyi gördüğünü yapmaK borcu) ona (maktulün velisine) güzellikle öde*mek lazımdır.» cümlesinden murad da. diyeti kabul eden kan sahibinin, örf ve adalete uyarak memnuniyet İçersinde, güzellikle onu almasıdır. Kâ-' tll veya velisinin de anlaşılan diyet miktarını, tam olarak, güzellikle ve İhsanla ödemesidir.

«Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve esirgemedir» emrinden kasıt, daha önceki ümmetlerde diyet hükmünün olmadığıdır. Kısas karşılığında diyet almayı kabul etmek, bir kişinin ölümünden çok hafif olduğu gibi katilin de hayatını bağışlayarak korumak demektir, islâm şeriatındaki bu hüküm-

lerln, daha önceki ümmetlerdekl şerl hükümlerden daha hafif olduğunu gösterir. «O hakle kfcn bu (affeden ve edadan) sonra (katile veya tararlar nna muhaseme ve) tecavüzde bulunursa onun için pek acıklı bir azab vardır.» [182] rivayetini yapmıştır.

İkinci incelik: Kısasla alakalı olarak Zeccâc; «öldüreceği kimsenin hayat bedelini, kendi hayatıyla ödeyeceğini bilen kimse, adam öldürmek*ten vazgeçtiği gibi. öldüreceği adamın ve kendisinin de hayatını kurtarır. Bu kurtarışın nedeni ise. «...Kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır. Ta ki (katilden) sokmasınız» âyetlndeki kısas hükmüdür. Bu âyetten İlham alan bir Arap şairi, kısası mısralarında şöyle dile getiriyor: «Ebu Mallk'e benden bir mektup ulaştırınız, itap (kısas)'ta kavimler için hayat vardır.» Yani kısas yoluyla kavimler arasında barış olduğu gibi hayat da vardır.» [183] der.

Üçüncü incelik: Allah (cc). Kur'an'ın en belagattı ve en veciz ayetinin ki kısas âyetidir- hikmetini, belagatın en yüksek üslubuyla beyan etmiş tir. Belagat latifelerinden olan bir zıt kelime, kendi zıddı olan diğer bir kelimenin yerine geçerek onun anlamını ifade eder. Âyette, «hayat» keli*mesi, «imatet (öldürme)» kelimesi yerine kullanılmıştır. «El-Kısas» kelime*sinin marife (bilinmiş), «hayat» kelimesinin nekire (bilinmeyen) tabiriyle İfade edilmeleri, kısasta büyük bir hayat olduğunu bildirir. Kısastaki ha yat. başlangıçta canileri başkalarına tecavüz etmekten alıkoymakla başlar, Bu beşeriyyete hayat kazandırır. Bu âyetteki veciz oluşluk. Kurandaki İcazın en yüksek mertebesldir. Kısas âyetinin anlamını taşıyan keli mo ve cümleler söyleyen Arap beliğlerine göre. ondan daha veciz bir sözün söylenmesi düşünülemez, işte Arap beliğlerinin sözlerinden birkaç İanesi: «Adam öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder». «Bir kısmını Öldürmek, topluma hayat vermektedir.» «öldürme olayını çoğaltınız Kİ öldürme azatsın». Araplar bu vecizeler içersinde belagatın en yüksek mer*tebesinde «adam öldürmek, öldürmeyi daha çok nefyeder» vecizesini gö*rüyorlardı. Ve onda ittifak etmişlerdi. Arapların, «adam öldürmek, öldür*meyi daha çok nefyeder» vecizesi İle Allah (cc)'ın «...Sizin tçm kısasta (umumi) bir hayat vardır...» buyruğu mukayese edildiği zaman, onların en veciz ifadesi dahi ilahi kelamın karşısında yok olur. 6u hususu İmam Fahreddin er-Râzî (ra)'nin ifadeleri ile izah etmek daha doğru olur: «Kısas âyetinin nazmı ile Arap vecizeleri arasında bir kaç açıdan fark vardır:

1. tKısasta, hayat vardır» nazmı celili, Arapların «öldürmek, öldürül*meyi daha çok nefyeder» vecizesinden daha kısa ve kapsam bakımından daha geniştir. Zira nazmı cemllin harfleri daha azdır.

2. Araplar, «öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder» vecizelerinin zahiri anlamı şudur: Gerçekten bir şeyin kendi yokluğuna sebep olması lazımdır. Böyle bir şeyde görünüşte mümkün değildir.

3. Arapların «öldürmek, öldürülmeyi daha çok nefyeder» vecizelerin*de «öldürmek» tekrar edilmektedir. Halbuki nazmı celilde bu tekrar yoktur., Arap edebiyatında bir kelimenin aynı cümlede tekrar edilişi, onu beliğ ve veciz olmaktan çıkarır.

4. Arapların, «öldürmek, öldürülmeyi nefyeder» beliğ sözleri, yalnız insanı adam öldürmekten alıkor. Geniş muhtevası ile nazmı celil ise. kişi*yi hem adam öldürmeden, hem de yaralamadan men eder. Âyetin muhte*vasından, bir kimseyi yaralayan kişinin de yaralanması gerektiği anlaşılır.

5. Zulüm yaparak öldürmek, hiç bir zaman öldürmeyi ortadan kaldır*madığı gibi. bilakis çoğalmasına sebeb olur. Arapların o veciz sözlerinin za*hiri, hiçbir şeyi ifade etmeyen batıl (boş) bir söz olur. Yaptığımız tahlil*lerin ışığında meseleye baktığımız da. nazmı celil ile Arapların o veciz sözleri arasındaki farkı açıkça görürüz.» [184]



Âyetlerdeki Şer'i Hükümler

Birinci Hüküm: Hür, Köle İle. Müslüman Zımmi [185] İle Kısas Yapılır İm?


Fakihler. hür bir kimse, bir köleyi, müslüman bir kimse, bir zımmiyi öldürdüğü takdirde hür kimseyle, müslümanın kısas edilip edilmeyeceği hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Cumhura (Maliki, Şafiî. Hanbeli) göre. hür köleyi, müslüman zımmi*yi öldürürse, hür ve müslümana kısas yapılamaz.

Hanefi'ye göre ise hür köleyi, müslüman zımmiyi öldürürse, hür ve müslümon kimselere kısas yapılır.

Cumhurun delilleri:

Cumhur. Kur'andan, hadisten ve akli yoldan delil getirerek, görüşünü isbatlamıştır.

A. Kur'andan delilleri: «Ey İman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)...» âyetinde, kısasta eşitliği emreden Allah (cc). daha sonra «...Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi ile (kısas olu*nur)...» âyetiyle de kısasta eşitliğin nasıl olacağını beyan etmiştir. Allah (cc). sanki âyette «öldüren, öldürülene eşit ise onu öldürünüz» der gibidir. Hür ile köle. müslüman ile zımmi arasında kısas bakımından bir eşitlik İre yoktur. O halde hür. köle ile, müslüman, zımmi İle kısas (misilleme) yapılarak öldürülemez.

B. Hadis'ten delilleri: Buharinin Hz. Ali (ra)'dan rivayet ettiği şu ha*distir: «Müslüman, kafirle kısas yapılamaz»

C. Aklî delilleri: Köle. küfür eseri hürriyetsizliği nedeniyle bir meta (eşya) gibidir. Kâfir ise, küfründen dolayı bir hayvan mesabesindedir. Bu hususa Allah (cc): «Yeryüzünde yürüyen hayvanların Allah katında sn kö-tutu şüphesiz ki kafir olanlardır. Artık onlar iman etmezler.» (Enfal: 55) Âyetiyle işaret eder.

Böyle meta (eşya) ve hayvan mesabesinde olan köle ile kâfir, hür vs müslümana nasıl eşit olabilir ve kısas yapılabilir? '

Hanefinin delilleri:

Hanefilerin getirdiği bir kaç delil, kısa ve öz olarak şöyledir:

1. Allah (cc), «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (mltll-"Ume) yazıldı (farz kılındı)...» âyetinde, katilin öldürülmesini farz kılmıştır,

Bu âyet. umumu ifade ettiği için hür, köle, müslüman ve zımmî bütün ka*tilleri kapsar.

«Hür hür ile, köle köle ile...» âyeti ise. cahiliyet devrindeki zulmü orta dan kaldırmak için Allah (cc) tarafından ferman edilmiştir. Zira Araplar, cahiliyet devrinde bir hür karşılığı, bir kaç hürü. bir köle karşılığı, bir hürü, bir dişi karşılığında da bir hür erkeği haddi aşarak öldürürlerdi, işts on*ların bu zulümlerinin iptali için bu âyeti inzal buyuran Allah (cc), kısanın yalnız katile uygulanacağını te'kitle beyan etmiştir. Bu durum, nüzul sebe*binden de anlaşılır.

2. «Biz onda (Tevrat'ta) onların üzerine (şunu da) yazdık. Cana can, göz» göz, buruna burun, kulağa kulok. dişe dis (karşılıktır, hülasa bütün) yaralar birbirine kısastır...» (Mâide: 45) âyeti, öldürenlerin kısasını gerekil gördüğünden umumi bir ifadedir. «Bu âyet. islâm şeriatının hükümlerinden biri değildir. Eski ümmetlerin şeriatlarında bildirilen kısas hakkındaki bir hükümdür. Bizim için bir hüküm ifade etmez» diyecek olanlara şunu deriz: «Eski ümmetlerin şeriatlarını nesneden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulunmadığı takdirde, bizim de şeriatımız sayılır. Araştırmamızda bu âye*ti nesheden bir âyet veya mütevatir bir hadis bulamadık.»

3. «Allah'ın haram kıldığı cana, haklı bir sebep olmadıkça, kıymayın. Kim mazlum olarak öldürülürse biz onun velisine (mirasçısına maktulün hakkını talep hususunda) bir selahiyet vermişizdir...» (isrâ; 33) âyeti, zu*lüm yapılarak öldürülen köle, hür müslüman ve zımmilerin hepsini nazmı! ile kapsamına almış, velilerine «sultan» tabir ettiği velayet (kısas) hak-j kını tanımıştır.

4. Resulüllah (sav)'ın, «Müslümanların kanları eşittir. Onlar, gayri müslimlere karşı kuvvetli bir güçtürler» hadisine göre. köle İle hür, bilhassa! kısas hükmünde eşittirler.

5. Resulüllah (sav)'ın «Kim, kölesini öldürürse, onu öldürürüz. Kim.J kölesinin burnunu keserse, onun burnunu keseriz. Kim, kölesini hadımlaş-* tırırsa onu hadımlaştırırız» hadisi, hür, köleyi öldürürse, onun da öldürü*leceğine delildir.

6. Muhaddis imam Beyhâki'nin. Abdurrahman el-Bılemâni'den rivayet ettiği, «Resulüllah (sav), bir zımmi öldüren bir müslumanın kısasını icra et*tikten sonra «Ahdine vefa gösterenlerin en kerimiyim» buyurdu.» [186] hadi*si, hürün de köle karşısında kısas edileceğini gösterir.

7. Bir müslumanın bir zımmî ile kısas edilmesinde tüm müslüman-lar ittifak etmişlerdir. Zımmî malı çalan bir müslumanın, hırsızlığından dolayı kolu kesilir, öyleyse bir müsiüman, bir zımmiyi öldürürse, kısas ya*pılması farz olur. Zira kana hürmet etmek, mala saygı göstermekten daha büyük ve önemlidir.

Özetle delillerini aktardığımız her iki gurup arasındaki ihtilaf, kısas âyetlerinden ayrı ayrı anladıkları manalara dayanır.

Hanefilere göre, âyetin başlangıç kısmı, başlı başına bir delildir. Çün*kü âyet. «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)», kelamıyla tamamlanıyor.

Cumhur'a (Maliki, Şafiî ve Hanbeli) göre ise. «Ey iman edenler, mak*tuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)» âyetinde, kısas*la ilgili söz tamamlanmamaktadır. Ancak söz, âyetin sonuna doğru «...dişi, dişiyi* (kısa* olunur)» cümlesiyle tamamlanmaktadır. Zira âyeti tamam layıcı İfade, âyetin başındoki «size kısas farz kılındı» cümlesini tefsir eder v« manasını da tamamlar.

Kısas âyeti, onun çeşitleri ve kısımlarını beyan etmek için varit ol*muştur. Eğer böyle olmasaydı, âyetin başlangıç kısmını anlamak güç olur*du.

Hanefiler. cumhur'un görüşüne itiraz ederek şöyle derler: «Hür erkek, hür kadını veya bir köle. bir hür kimseyi öldürürse uygun olan, hür erkek ve kölenin öldürülmemesldlr. Halbuki cumhur, «köle, hür kimseyi veya hür erkek, bir hür kadını öldürürse, köle ve hür kimseye kısas yapılır* diyorlar».

Cumhur (Malikl-Şafli-Hanbelî) da Hanefilerin görüşüne itiraz ederak, •Kısas âyetinin zahiri, köle, hür adamı öldürürse. Onun öldürülmemeslnl amirdir. Ayetin manasına baktığımız zaman, kölenin köle İle kısaı yapıl*dığını görürüz, öyleyse köle, hürü öldürürse, kölenin kısas yapılmam duna uygun olur. Hür kadın öldüren hür erkeğin öldürülmesi, icma İle ııubillir Eğer icma olmasaydı «hür erkek, dişi (hür kadın) ile öldürülemez» deullkı demektedirler.

Faziletli Şeyh es-Sâyis. «Ahkâm Ayetlerinin Tefsiri» isimli eserimi», •Akıl. bu mesele de imam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'nin görüşünün dııhd kuvvetli olduğuna temayül eder. Zira cumhur'un «âyetin sonunda kınosla İlgili taksim ve nevilendirme de muteber olan. eşitliğin beyanıdır» dama lor!, yanlış beyan ettiklerini gösterir. Onlar, hür erkeğin, hür kadınla, hür kadının da hür bir erkekle kısas edilmesi görüşün de oldukları hakin, hdr bir kimsenin, köleyle kısas edilmesini uygun görmemişlerdir. Fakat köle*nin, hür bir kimseyle kısas edilmesini de caiz bulmuşlardır. Bu tutum, on*ların görüşünü zayıflatmaktadır. İmam-ı Azam (ra)'ın görüşünde i»s, bu /oyıflık yoktur. O zaman köle hüre, müslüman da zımmiye eşittir Bun ların hepsinin kanının dökülmesi - islâm şeriatının beyan ettiği şartlar vo ölçüler dışında - haramdır» [187] der.

imam-ı Azam. «Hürün köleyle öldürülmesi mana bakımından akla uygundur» görüşü, Resulüllah (sav)'ın. «Kim kölesini öldürürse, onu öldürürüz» hadisi ile de te'yid edilir, islâm, hür ile kölenin kanlarını birbiri ne eşit görmüştür. Kölenin nefis ve hakkının korunması, hürün nefl» v« hakkının 'korunması gibidir. Bunun için hür. köle ile kısas yapılır.

Mü'mlnln kafirle kısas yapılması hususunda imam-ı Azam. her ne ka*dar «Mü'min, kafirle kısas yapılır» derse de, tercih olunan cumhur'un görü*şüdür. Zira onların görüşü, Buhari'nin «Müslüman, kafirle kısas yapıla*maz» rivayetine istinad eder.

ibn-i Kesir de. «Cumhur'un görüşüne karşı bir te'vil veya sahih bir hadis yoktur» [188] sözlerine devamla «Mümin, kafirle eşit olabilir mi? Ka*fir, Allah (cc) katında yerde yürüyen canlı varlıkların en şerefsizidir. Mü*min ise temizdir. Zira Allah (cc): «Müşrikler ancak bir neclstir» (Tevbe: 28), «De ki: Murdarla temiz-murdann çokluğu hoşunuza gitse de- (hiçbir zaman) bir olmaz» (Mâide: 100) buyuruyor. Buna göre, temiz bir mü'minl, murdar bir müşrikle nasıl öldürebiliriz? inşallah bu hususta tercih edilecek olan, Cumhurun görüşüdür» [189] demektedir. [190]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Latif Bir Münazara


Allâme Ebu Bekir bin el-Arabî, «Ahkâmü'l Kur'an» isimli eserinde şu münazarayı anar; «Biz. Mescid-I Aksa (H. 487) Sahra Mescidi (muallak taş) harlminde oturuyorduk. Burada İlmi mevzuları konuşmak, gelenek ha*lindeydi. Yanınıza Hanefi mezhebinin büyük alimlerinden Ez-Zevzenl. «Ha*lil er-Rahman»ı ziyaret için geldi. O'na «Müslüman, kâfir ile kısas yapılır mı?» diye soruldu. Ez-Zevzeni de, «Evet, müslüman, kafiri öldürürse, o da kısas yapılarak öldürülür» cevabını verdi. O'na bu husustaki delilinin ne olduğu sorulunca, «Bu mevzu da delilim. Allah (cc) in «Ey iman edenler, maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (farz kılındı)...» âyetidir. Bu âyet. umumu ifade ettiğinden, öldürenler hangi ırk ve dinden olursa ol*sun, kısas hükmünün kapsamına girerler» dedi.

Bu toplantıda bulunan Şafii faklhlerinden Atâ el-Makdesi ile Zevzenî arasında latif bir münazara başladı. El-Makdesi, Şeyh Zevzeni'nln âyetten çıkardığı hükmün, üc acıdan hücceti bulunmadığını söyleyerek şöyle der: «1. Allah (cc), «...Size kısas yazıldı (farzedildl)» âyetinde, cezalandırmada eşitliğin şart olduğunu açık şekilde ifade etmiştir. Yalnız müslüman ile kâ*fir arasında eşitlik yoktur. Zira küfür, onun insanlıktaki yeri ve derecesini alçaltmıştır. 2. Allah (cc). âyetin sonunu, evveli ile bağlayarak, açık beya*nını «...Maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıldı (fon edldl). Hür hür ile, köle köle ile, dişi dişi He, (kısas olunur)...» biçiminde buyurdu. Kö*lenin köleliği, küfrün eserindendir. Dolayısıyla köle, hüre eşit değildir. Kâ(İrin. müslümandan daha aşağı bir derecede olacağı ,hiç bir surette eşit olmayacağı açıktır. 3. «...Kimin (hangi katilin) lehinde maktulün kardeşi (velisi tarafından) cüzi bir şey afv olunursa (hemen kısas düşer)...» âye*timle müslüman, müslümanın kardeşi olduğu gibi, maktulün de neseben Mırdüşidir. Müslümanla. kâfir'arasında ise hiçbir hususta kardeşlik yok İm Kısas âyeti, kafirin bu hükme girmediğine delâlet eder.»

Zevzenî de, Atâ el-Makdesi'ye şöyle cevap verdi: «Deliliniz sahihtir Amn delillerinizle -hüküm vermek, benim için gerekmez. Allah (ne) n«ioilinekte eşitliği emretmiştir.» sözünüzü aynen kabul ediyorum «Kiminin iıFIrle müslüman orasında eşitlik yoktur» görüşünüz ise doğru (Inflilıllr

luı müslümanla kafir, ecn güvenliği acısından islâm hukukunda açltllr ( ıı eşitlik kısas için kafidir. Müslüman ve kafir, islâm ülkesinde yaşarlar. I ılnm hukuku, zımmi malı çalan müslümanın kolunun kesilmesini konin-iıklu emreder. Bu da zımmi malının, müslüman malına korunma hununun-'in asit olduğunu gösterir. Bu durum zımmi kanının da, müslüman kanı gl il korunacağına işaret eder. Çünkü zımmînin malı gibi. hayatı da l«lom inıkııkunun teminatı altındadır. «Âyetin sonu, başlangıç kısmıyla irtibatlı ılım sözünüz kabul edilemez. Çünkü âyetin başlangıcı umumu İfade adar • nn, sonu da hususi bir hükmü ifade eder. Âyetin sonunun hususi oluşu, İHiflongıcıntn umumi oluşuna mani değildir. Umumu ifade eden âyetin hükmü umumi, hususi ifade eden âyetin hükmü, hususi icra edilir.

«Hür, köle ile kısas yapılamaz» görüşünüzü kabul etmiyorum. Hür, M*aıı rffedip yerine diyet almak başka mütalaa edilir...» EzZevzanİ lln «ünü ben de söylüyorum. Yalnız affetme hususunda müslümanla, kâfir ıurdeş değildir. Ve eşitte olamaz. Bir zımmî, bir müslümanı öldürmüş olsa, öldürülenin kardeşi katilden diyet alarak affetse, affı kabul edllmei. Hal-ı ııkl bir müslüman, bir müslümanı öldürse, öldürülenin kardeşi İslam hu-' ııkunun tayin ettiği diyeti alarak katil müslümanı affedebilir. Af hıınıınun-tukl 6yet. kısasın umumiliğine engel değildir. Yanf kısas hükmü başka, ••nonı affedip yerine diyet almak başka mütalaa edilir... «Ez-Zevrenl İl* ^ıfl el Makdesî arasında gecen büyük münazaradan cok faydalandık Mü-mı/aranın tümünü «Nüzhetü'n Nazır» isimli kitabımda yazdım.» [191]



İkinci Hüküm: Baba, Oğlunu Öldürürse, Kısas Yapılır Mı?


Cumhur'a (Şafiî. Hanbelî, Hanefî) göre. oğlunu öldüren babaya, kıtoı yııpılmoz. Zira Resuiullah (sav), «oğlunu öldüren babaya, kısas yapılman buyurdu.

Cessâs, bu hususta, «Resulullah (sav)'ın «Oğlunu öldüren babaya, kısas yapılmaz» hadisi meşhurdur. Sahabilerden hiç biri, Haz. Ömer (ra)'-In bu hadisle ilgili uygulamasına muhalefet etmemiştir. O'nurt bu icrası, hadisi manen mütevatir kılmaktadır» [192] der.

İmam MalU (ra) ise, «Bir baba, oğlunu işkence yaparak kasten öl*dürürse, kısas yapılır» [193] demektedir.

Kurtubi de bununla ilgili olarak şöyle diyor: «Maliki mezhebi içersin*de bu hususta hiçbir görüş ayrılığı yoktur. Bir baba. oğlunu kasten -iş*kence yaparak, keserek, bir yere hapsederek, ölüme terkederek- öldürürse kısas yapılır. Yalnız öldürmek kastı ile değil, terbiye için döverken ölürse kısas yapılmaz, babadan diyet alınır.» [194]

Cumhür'un görüşü, delil aldıkları hadise istinaben daha tercih edi*lir. Çünkü babadaki evlatlık şefkati, onu kasten öldürmeye manidir. Eğer oğul, babayı öldürürse, oğul kısas yapılır. Fahrü'l İslâm Eş-Şâ'şi; «Baba, evladın varlık sebebidir. Evlat, varlık sebebi babanın nasıl yokluk sebebi olabilir?» der. [195]



Üçüncü Hüküm: Bir Toplum, Bir Adamı Öldürürse, O Toplumun Tümü Kı*sas Yapılır Mı?


Fakihler. bir insanın öldürülmesine, bütün fertler katılırsa o toplulu-^ ğun tamamına kısas yapılıp yapılmayacağı hususunda ihtilafa düşerek İki görüşe ayrılmışlardır.

Cumhur'a (4 mezheb alimlerine) göre. bir adamı öldüren bir topluj luğun tüm fertleri kısas yapılır.

Zahirî mezhebi alimleri ile Ahmed bin Hanbel (ra)'den golen bir rivajj yete göre ise. bir adamı öldüren bir toplumun, bütün fertleri öldürülme

Zahlri'lerin delilleri:

A. «...MaktüHer hakkında size kısas yazıldı (farz kılındı)...» âyeti eşitliği ve misillemeyi şart kılmıştır. Halbuki fertle toplum arasında eşitlij olmaz.

B. «Biz onda (Tevrat'ta) onların üzerine (şunu do) yazdık. Cana can, «öi* aöz, buruna burun, kulağa kulak, dişe dis (karşılıktır)...» Mâido: 45) âyetinde, bir insan, bir insan karşılığıdır. Bir çok insanın, bir İnsan kar*şılığı olması düşünülemez. Zira birkaç adam, bir adam karşılığı kısai yapılırsa, âyetin nassına muhalefet edilmiş olur.

Cumhür'un delilleri:

A. Hz. Ömer (ra) zamanında Sana kentinde bir genç, 7 kişi tarafın* dun öldürüldü. 7 kişiyi de kısas yaptıran Hz. Ömer, daha sonra «Bu gencin öldürülmesine Sana kenti insanları iştirak etseydi, tümünü kısas yaptırır*dım» buyurdu.

lbn-i Kesir'e göre, Hz. Ömer tarafından verilen bu hükme, herhangi bir aahabî tarafından itiraz edildiği bilinmemektedir. Buna muhalefet edil-ıntımesl de icma'dır. [196]

B. Resulullah (sav)tan rivayet edilen «Eğer mü'min kanının dökülme-bine yer ve gök ehli iştirak ederse. Allah (cc) tümünü ateşte yüzüstü yo< Kur» [197] hadisidir.

Cumhur'a göre bir adamın öldürülmesine iştirak eden topluluğun lıl-mUnun ceza görmesi muhakkaktır. Ahirette verilecek cezada ortak olduk*ları gibi, dünyada verilecek cezada -ki kısastır- da ortaktırlar.

C. Allah (cc), kısası hayatın korunması için va'z etmiştir. «Ey tullın akıl sahipleri, kısasta sizin için (umumi) bir hayat vardır...» âyeti do bunu bildirmektedir. İnsanlar, bir topluluğun bir adam için öldürülmeyocaglııi lılluaierdi. düşmanlarını öldürmek için birbirlerine yardım ederlerdi. O /(iııuın halkın kanı zayi olduğu gibi, fitne ve fesadın yeryüzüne yayılmaaınu vo-■İla olunurdu.

lbn-i Arabi bu hususta şöyle der; «Alimlerimiz (Hanefî, Şafii vn Muli-ki) «...Maktuller hakkında size kısas yazıldı (farz edildi)...» âyeti ile dtlll unllren Ahmed bin Hanbel (ra)'in. «Bir topluluk, bir kişi için öldurülmtl, Cıınkü Allah (cc) kısasta eşitliği şart kılmıştır. Halbuki fert ile topluluk oro-•ında kısas için eşitlik olmaz» görüşüne karşı. «Genel kaidelere uymak, lııfulara uymaktan daha hayırlıdır. Adam öldüren bir topluluk; oldurulma ynceklerini bilirlerse düşmanlarını öldürmek için birbirlerine yardım edeı v* arzularına kavuşurlardı. Bu ise islâm'ın yasakladığı fitnenin yeryüzüne yayılmasına vesile olurdu. Kısastan maksat, adam öldüreni öldürmektir. Cdhiliyet devrinde Araplar, bir adamlarına karşılık, çok zaman yüz kişi öldürür ve bununla da öğünürlerdi. Allah (cc) ise eşitlik ve adaletle em*retmiştir. Bu eşitlik ve adalet ise, adam öldüreni kısas yapmakla olur. Kısas edilen kimse, bir veya daha çok olabilir.» diye cevap verirler.» [198]



Dördüncü Hüküm: Katil, Kısas Yapılırken Ne İle Öldürülür?


Fakihler kısas yapılırken katilin ne ile öldürüleceği hususunda İhtila*fa düşerek iki görüşe ayrılmışlardır.

Maliki, Şafiî ve İmam Ahmed bin Hanbel'in bir rivayetine göre kısas; katil, maktulü ne ile öldürmüşse aynen öyle öldürülür. Mesela: Katil, bir kimseyi boğarak öldürmüşse boğarak, taş vurarak öldürmüşse. taş vuru*larak öldürülür. Çünkü. «...Maktuller hakkında size kısas (misilleme) yazıl*dı (farz edildi)» âyeti ve Enes (ra)'den rivayet edilen. «Bir Yahudi, bir ka*dının başına taş vurarak öldürmüştü. Resulullah (sav) da onu taş vurarak öldürttü» hadisi, katil ne ile ve nasıl öldürmüşse. öylece öldürüleceğine delildir. [199]

İmam-ı Azam (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in diğer bir rivayeti*ne göre ise, kısas ancak kılıçla yapılır. Çünkü kısastan taleb edilen, bir canı. bir can karşılığın da öldürmektir. Resulullah (sav) efendimiz. «Kısas, ancak kılıçladır» ve «Öldürdüğünüz zaman güzelce öldürün, kestiğiniz za*man güzelce kesin» buyurmuştur. Hz. Enes (ra)'in rivayet ettiği hadisin hükmü, misillemeyi yasaklayan hadisle neshedilmiştir. Kılıçtan başka yak*ma, parçaiama. başı taşla kırma ve ölünceye kadar hapsetme gibi öldür*me türleri, çoğu kez misillemeyi geçer. Eğer böyle yapılırsa Allah (cc)'ın «...O halde kim bu (afivden ye edadan) sonra (katile veya taraflarına mu-haseme ve) tecavüzde bulunursa onun için pek acıklı bir azab vardır» âyeti İle yasakladığı, tecavüz yapılmış olur.

Alim Kasım bin Ma'n, sultanlardan birinin yanında, alim Şerik bin Abdullah ile bulunduğu bir gün de aralarında şu konuşma geçer: Ma'n. Şerik bin Abdullah'a «Bir kimseye ok atarak öldüren kimsenin, kısasıyla İlgili olarak ne dersiniz?» diye sordu. O da, «ok atılarak öldürülür» deyin-co «Katil, birinci okla ölmezse ne yapılır?» diye tekrar sorunca «ikinci ok atılır» dedi. Bunun üzerine Kasım bin Ma'n. «Allah (cc)'ın yarattığı bir nıcihluku oklarınıza hedef mi yapıyorsunuz? Zira Resulullah (sav), canlı varlıklardan herhangi birisinin ok ve benzeri silahlara hedef yapılmasını yasak etmiştir.» cevabını verdi. [200]



Beşinci Hüküm: Kısas Hükmünü Kim İcra Eder?


Kurtubî bu hususta şöyle der: «Fetva alimleri, hiç bir kimsenin, İslâm Devlet Başkanının müsadesi ve zamanın kadısının yazılı fetvası olmadık*ça kısas yapma hakkına sahip olmadığını, bu hakkın ancak islâm Devlet-Başkanı veya tayin ettiği kişiye ait olduğun da ittifak etmişlerdir. Çünkü Allah (cc). müslümanların başlarına emir (imam) seçmelerini farz kılmış-tır. Ki imam. fenalık ve kötülüklere meydan vermeden aralarındaki dün*yevi işleri ve davaları âdil bir şekilde icra etsin.» [201]



Âyetlerden Alınacak Dersler


1. Allah (cc), mü'minlerin saadet ve selameti için kısası farz kılmış*tır.

2. Kısas, cinayetlerin azalmasına, insanların içersindeki kinin yok ol masına ve neslin artmasına vesile olur.

3. Kısas'ta insanlar için umumi bir hayat vardır. Fert ve toplulukları korur.

4. Katillerin yakınlarına tecavüz etmek, cahiliyet adetleriııdendir lâm. onu kaldırmıştır. Çünkü islâm'da kan davası'yoktur.

5. Zulüm, düşmanlık ve halklar arasında tecavüz olaylarının yayılma-maçı için kısasta, misilleme farz kılınmıştır.

6. Öldürülen kişinin velisi, diyet almayı kabul ederse, katilin diyeli lf-hir etmeksizin vermesi farzdır.

7. Kısas hükmünün hafifletilerek diyete çevrilmesi. Allah (cc)'ın mü*minlere bir rahmetidir. Bu hafifletme ve rahmet karşısında kulların tükrtl-ınosi farzdır. [202]



Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler


Hakim ve Alîm olan Allah (cc), halkın hayatını korumak, İyi İnsanları muhafaza altına almak ve fitne henüz küçükken onu önlemek için kıtan hükmünü farz kılmıştır. Çünkü bir kimse cinayet işlemezse, kendisinin ve başkalarının o fili yapmamasına, halk içersindeki düşmanlık ve tecavüz hareketlerin de durmasına vesile olur.

Kısastan korkarak müslüman kardeşini öldürmekten vazgeçen kişi, bu hareketiyle kendi hayatını, öldüreceği kimsenin hayatını ve toplum fert*lerinin hayatını kurtarmış olur.

Bir kişiyi öldüren kimse, ceza görmeden dolaşırsa, fitnenin yayılma*sına, can emniyetinin ortadan kalkmasına ve intikam alma duygusuyla kan akıtılmasına vesile olur. Çünkü kan akıtmaya karşı düşmanlık, insan*ların fıtratında mevcuttur. Kalblerdeki kin, tecavüz, husumet ve düşman*lığın ortadan kalkması için islâm, kısas hükmünü va'z etmiştir.

Kısası farz kılan islâm, diğer taraftan insanları affetmeye teşvik et*mek de ve hudutlarını çizmektedir. Allah (cc)'ın kısas hükmünü bildirdikten sonra maktul tarafını affa teşvik etmesi, bir adalet ve onları itaat yolunda yüceltmeye davettir. Çünkü afv, Allah (cc)'ın bir sıfatıdır. O, «...Kimin (ka*tilin) lehinde maktulün kardeşi tarafından cüzi bir şey afvolunursa (hemen kısas düşer). Artık örfe uymak, ona (maktulün velisine) güzellikle ödemek (lazımdır)» âyetiyle de, kısas hükmünü intikam, kin ve düşmanlıktan; bü*yük ve ulvi bir manaya dönüştürmüştür. Geçmiş kavimler, suç işleyenlerden intikam almak için hiçbir şekilde afv ve diyet kabul etmez, onları ceza*landırırdı. Çoğu kez öldürülen .bir adam karşılığında yüz kişi öldürülür, bununla da övünülürdü.

«Sizin için kısasta intikam vardır» değil, «sizin İçin kısasta hayat var*dır» buyuran Allah (cc)'ın kısastan kastı, toplum barışını temin etmektir.

Kanun yapıcılarına göre, katilin öldürülmesi, bir şiddet hareketidir. Ona şefkat göstererek ölümden kurtarmak gerekir. Halbuki öncelikle zulüm yapılarak öldürülen kişiye, merhamet ve şefkat göstermek daha iyi olmaz mı? Katillere merhamet gösterildiği takdirde, bozguncuların ve canilerin saldırıları karşısında topluma kim merhamet edecektir? Toplumda gün geçtikçe çoğalan saldırı, yaralama ve öldürme olayları karşısında ne ya*pacağız?

Meseleye dar bir çerçeveden, salim olmayan bir akılla bakanlar, ka*tile merhamet ediyorlar. Konuya derin bir düşünceyle, geniş bir açıdan bakanlarsa katillere, canilere karşı topluma merhamet edeceklerdir. Çünkü halkı sevenler, toplumdaki kötülüklerin azami derecede azalmasına ça*lışacakları gibi, mütecavizlerin tecavüzlerine de mani olurlar. [203]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
9. DERS ORUCUN MÜSLÜMANLARA FARZ OLUŞU


183 — Ey tanan edenler, sizden evvelki (ümmet) lere yazıldığı gibi tizin üzerinize de oruç yazıldı (farzedlldl). Tâ ki korunağınız.

184 — (O) sayılı günler(dlr). Artık sizden kim (o günlerde) hasta ya*hut sefer ürerinde oiur (ve orucunu yemiş bulunursa) tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar, ihtiyarlığından yahut şifa bulması ümit edilmeyen bir hastalıktan dolayı oruç tutmaya) gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır). Bununla beraber kim gönül isteğiy*le bir hayır yaparsa, işte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye vermenizden) hayırlıdır, bilirseniz.

185 — (O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur'an onda (Kadir gece*sinde levh-l mahfuzdan semâ-l dünyaya) indirilmiştir. (O Kur'an ki) İnsan*lara (mchz-ı) hidayettir. Doğru yolun ve Hak ite batılı ayırt eden hüküm*lerin nice acık delilleridir. Öyleyse içinizden kim o aya erişir (hazır olur, mlscfh- olmazsa) onu (orucunu) tutsun. Kim

ler üzerinde bulunursa o halde başka günlerde, oruç tutmadığı günler sayısınca (orucunu kaza etsin). Allah (cc) size kolaylık diler, size güç*lük İstemez. (Bu kolaylığı istemezse), o sayıyı (kaza borcunuzu) İkmal •tmenlz Allah'ı -sizi muvaffak buyurduğu şeyden dolayı- da büyük tanıma*nız İçindir. Olur ki şükr «dersiniz.

186 — Kullarım (Habibim), sana beni sorunca (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana dua edince ben o dua edenin davetine ioabet ederim. O halele onlarda benim davetime (itaatle) icabet ve bana İman (da devam) etsinler. Tâ ki (o sayede) yola ulaşmış olalar.

187 — Oruç (günlerinizin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi. Onlar sizin için, sizde onlar için birer libassınız. Allah (cc), hallilerinize karşı zaaf göstermekte olduğunuzu bildi ve tevbenlzi kabul et*ti, 8lz| bağışladı. Artık (bundan sonra geceleri) onlara yaklaşın ve Allah'ın Ih kkınızda yazdığını isteyin. (Bütün gece) fecr-i (sadık) olan ak İplik kara İplikten size seçilinceye kadar yeyin, için, sonra geceye kadar orucu ta marnlayın. Mescidlerde i'tikafta bulunduğunuz zaman kadınlarınıza (geoe-lerl de) yaklaşmayın. Bu (hükümler) Allah'ın sınırlarıdır. Sakın onlara (a sınırlara) yaklaşmayın, işte Allah, âyetlerini böylece insanlara açıklar, TA ki korunsunlar.



Ayetlerin Lafzi Tahlili


(Essiyâmü): Lügatta savm kelimesi, herhangi bir şeyden çekinmek, onu yapmamak ve terketmek anlamındadır. Râgıb'a göre savm, yemek, konuşmak ve yürümekten uzak durmak manasına dır.

Şeriatta savm. fecr-i sadıktan güneş batıncaya kadar niyet edersk yeme. içme ve cinsî münasebet yapmayı terketmektir. Orucun kemâli İse. şarlatın mahzurlu gördüğünden kaçınmak, haram kıldığı şeylerden de u-lak durmaktır.

(Feıddetün): Râgıb; «iddet kelimesi, sayılacak herhangi bir şey demektir. Müdessir suresinin 31. âyetinde de sayılacak şey manasında kullanılmıştır. Bu kelimenin bulunduğu cümlenin icmali anla*mı şudur: «Bir kimse için. Ramazan ayında özür-hastalık ve seferilik hali gibi- ünden dolayı oruç tutamadığı günler sayısınca, diğer günlerde tut*ması farzdır» [204] der.

Kurtubi ise, «Fa'let vezninde «add» kökünden türeyen iddet kelimesi, sayılacak şey anlamındadır» [205] demektedir.

(Uhare): Uhrâ'nın çoğulu olan ühare kelimesi, diğeri manasındadır.

(Yutîgûnehu): «Oruç tutmakta meşakkat ve zorluk çekenler.» «Lisanü'l Aıap» kitabı yazarı «İtakat kelimesi, bir şeye güç yetir*menin en son sınırı anlamındadır» [206] der.

(Fidyetün): Fidye kelimesi, bir kimsenin şahsı için feda ettiği şey manasınadır. Şeı kıtta ise. gücünün yetmediği bir ibâdeti terk eden kimsenin, onun karşılığı olarak verdiği mala denir. Fidye, bazı yön*leriyle de kefaretlere benzer.

(Şehrü): Ay demektir

(Ramazâne): Râgıb. bu kelimeyle ilgili olarak şöyle der: «Ramazan kelimesi, «remd» kökünden türemiştir. Güneşin yakıcı sı*caklığı anlamındadır. Oruç ayına bu ismin verilmesi, ateşin herhangi bir şeyi yakıp bitirmesi gibi, orucun da insanların günahını yok ettiği için*dir.» [207]

Zemahşerî ise; «Araplar, ayların isimlerini yenj adlarla değiştirdikleri zaman, her ayın ismini o ayın bulunduğu mevsime uygun olarak koyar*lardı. 6u değişikliği yaptıkları sırada oruç. sıcağın en şiddetli mevsimi*ne rastgeldiğinden ona Ramazan adını vermişlerdir» [208] demektedir.

(Errefesü): Cima ve öncesi münasebetler manasına-im Gerçekte fahiş söz anlamında olan refes kelimesi, sonradan cima lıjıuk anılmıştır. İbn-i Abbas, «Refes, cimadır» [209] der.

(Tahtânûne): İhtiyan kelimesi, hiyanet kökünden

türemiş olup hiyaneti düşünmek anlamındadır.

Mâgıb; «Hiyanet, emanetin zıttıdır. ihtiyan kelimesi ise, hiyaneti dıı •Uhlnek manasınadır» demektedir.

(Akifüne): İ'tikâf kelimesi, bir yerde durup ayrılma

mıık manasınadır. «Onlar ise: Biz demişlerdi. Musa bize dönüp gelinceye kınlar o (buzağı) ya (tapmakta) kaim ve daim olmaktan katiyyen ayrılma yHiiiığız» (Tâ, hâ: 91) âyetinde de ou anlamda gelmiştir. Şeriatta İtikat |«n Allah (cc) için ibâdet maksadıyla bir camide durmaya denir.

(Hudûdullâhi): Had kelimesinin çoğulu olan hudud Nillınesi, menetmek anlamındadır. Zeccâc; «Allah (cc), tayin ettiği sınır |mı 11 tecavüz etmeyi menetmiştir.» [210] der. [211]



Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc), geçmiş ümmetlere orucu farz kıldığı gibi müminlere de İni t kıldığını haber vermiş, onun büyük hikmet ve faydalarını beyan «I nılşllr. Oruç tutan kimse, büyük sevaba nail olmak arzusuyla Allah (cc) İtin •ııkındığı için nefsinin arzu ettiği bir çok mubah şeyleri terkeder ve O'min ıııllllukl kullarından olur.

Allah (cc)'ın farz kıldığı oruç, yalnız sayılı Ramazan ayı günleridir. O, imür boyu oruç tutmayı farz kılmamakla, kullarını ne kadar çok sevdlflinl VI merhamet ettiğini gösterir. Allah (cc), orucun zarar verdiği hastalar ile Oruçta zorluk çeken misafirlere, oruçlarını yeme müsadesi vermiş ve oruü yedikleri günler sayısınca diğer günlerde oruç tutmalarını da emretmiştir. İU İse müminlere bir kolaylık ve şefkattir.

Allah (cc)'ın, oruç tutulmasını emrettiği Ramazan ayı. Büyük Kur-an'ın nazil olmaya başladığı aydır. Bir düstur, bir nizam olan büyük Kur'an, kendisine uyanları dünyada selâmete, ahirette saadete kavuşturur.

Allah (cc). bu ayda oruç tutulmasını te'kiden söylemiştir. Çünkü O ay. Allah (cc)'ın rahmetini kulları üzerine yağmur gibi indirdiği aydır. O. kulları için yalnız kolaylık ister. Bundan dolayı da hasta ve misafir için. Ramazan günlerinde oruç yeme müsadesi vermiştir.

Allah (cc). kullara yakınlığını, dilekte bulunanların dileklerine icabet edeciğini. ihtiyaç sahiplerinin ihtiyacını karşılayacağını ve kendisi ile kullarının herhangi birisi arasında perde olmadığını bildirmiştir. Kullara düşen vazife, ellerini göğe doğru kaldırıp dua ettikleri zaman, ihlasla ona yönelmek ve ibadet etmektir.

Allah (cc), bütün buyruklarında kulların kolaylıkla yapabilecekleri şeyleri beyan etmiştir. Ramazan ayı gecelerinde ise yemek, içmek ve karı*larından faydalanmak mubah kılınmıştır. Halbuki daha önceki ümmetlere Ramazan ayı gecelerinde ailelerinden faydalanma haramdı. Muhammed (sav) ümmetine ailelerinden faydalanmanın mubah kılınması, Allah (cc)'ın fazi ve rahmetinin bir izharıdır. Cenab-ı Hak. âyette kadını vücudu örten elbiseye benzetmiştir. Çünkü elbise, insan vücudunu dış etkilerden nasıl korursa, kadın, kocasının koca da kadının, beşeri istek ve arzularını kar*şılayarak, elbise örneği birbirlerini haramlardan muhafaza ederler. İbn-i Abbas (ra). «Onlar sizin için siz de onlar için birer libassınız...» âyetini tef*sir ederken «Onlar sizin için, siz de onlar için birer meskensiniz. Mesken nasıl insanın barınağı ise. kadın erkek için. erkek de kadın için karşılıklı bir barınak gibidir. Birbirlerini korurlar» der.

Allah (cc), Ramazan ayı gecelerinde, fecr-i sadıka kadar eşlerin bir*birleriyle münasebetlerini umumi olarak mubah kılmıştır. Yalnız i'tikâfa gi*ren kimseler için cinsi münasebeti yasaklamıştır. Çünkü i'tikâf. inziva ve ibâdete ayrılma vaktidir. Elbette ibâdet ve inziva zamanında, bütün dün*ya münasebetlerinden uzak durmak gerekir.

Allah (cc), oruçla ilgili âyetlerini, buyruklarına muhalefet etmek ve ha*ramlardan kaçınmayı emrederek sona erdirir. O'nun emir ve yasakları sı*nırlarıdır. [212]



Âyetlerin Nüzul Sebebleri


A. İbn-i Cerir et-Taberî'nin. Muaz bin Oebel (ra)'den; «Resulullah (sav) Medine'ye teşrif ettikleri zaman. Aşure günü ile her aydan üc gün Srııo tüterlerdi. Sonra Allah (cc): «Ey İman edenler, sizden evvelki (ümmet) Isı a yazıldığı gibi sizin üzerinize de oruç yazıldı (farz edildi). Tâ ki koru niMinıi.», «(O) sayılı günler (dir). Artık sizden kim (o günlerde) hasta, ya*hut Mtor üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunur) sa tutamadığı günler Hymınca başka günlerde tutar. Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul • toyumu fidye (lazımdır). Bununla beraber kim gönül isteğiyle bir hayır yııparta İşte bu, onun için daha hayırlıdır. Oruç tutmanız sizin hakkımı Mu hayırlıdır, bilirseniz.» âyetleriyle oruç tutmayı farz kıldı. Bu âyetlnrln nü «illimden sonra isteyen oruç tuttu. İsteyen oruç tutmayarak bir miskini fld yr vruorok doyurdu. Daha sonra Allah (cc): «(O sayılı günler) Ramaian •lyKİıı ki Kur'an onda indirilmiştir. (O Kur'an ki) insanlara (mah-ı) hidayet-Ilı Dofiıu yolun ve îlek ile betili ayırt ed&n hükümlerin nice acık d«llll«rl •Ur Öylayse içinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyetlyli >ln mukim ve sağlıklı kişilerin kesinlikle oruç tutmalarını farz kıldı. Orucu illimi yetmeyen için, fidye hükmü baki kaldı.» [213] rivayetidir.

B. Selmete bin el-Ekvâ (ra)'nın rivayetidir: «...Gücü yetmeyenler 0i« ılna d* bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyetj nazil olunca dllnynn o ma tuttu, dileyen karşılığında fidye verdi. Daha sonra, «...içinizden kim o t yıı «rltirse onu (orucu) tutsun...» âyeti nazil olunca, bir önceki âyette olan unuhcyyerllk» hükmünü neshetti. Bundan sonra sağlıklı ve mukim hir şa*lın Knnlnlikle oruç tuttu.» [214]

C. «Bir Arap topluluğu. Resulullah (sav)'a gelerek, «Ya Renulullah (ıııv), Allah (cc)'ımızın yakınlığından mı münacatımızı sessizce yapıyorııi, yıtk«o uzaklığından mı yüksek sesle yapıyoruz?» diye sorunca: «Kullarım ıınn beni sorunca (haber ver ki) işte ben muhakkak yakınımdır. Bana dua »Hince ben o dua edenin davetine icabet ederim...» âyeti nazil oldu » [215] ı v/oyotldlr.

D. Buhari. Berrâ bin Azlb (ra)'den: «Sahabilerden bazısı oruç tuttuk Idiı /aman iftar yemeği hazır olsa dahi çoğu kez iftar etmez, yatarlardı ttftylellkle gece ve gündüz hiçbir şey yememiş olurlardı. Ramazan ayındı» lltldrdon Kays bin Sermet (ra) hem oruç tutuyor, hem de hurma bahon

çalışıyordu, iftar zamanı evine gelerek hanımına. «Yenecek bir ş«y var mı?» diye sordu. Hanımı, «Yok, hemen hazırlamaya çalışayım» di*yerek hazırlığa başladı. O sırada yorgunluktan ve isteğinin yerine gel*memesinden dolayı hanımı gelinceye kadar uyudu. Hanımı onu uyur gö*rünce «Sana yazıklar olsun» dedi. Ertesi günü öğle vaktine doğru Kays bin Sermet (ra) halsiz kalınca, bir önceki gece hanımıyla kendisi arasın*da geçenleri Resulullah (sav)'a gelerek anlattı. Bunun üzerine, «Oruç (günlerinizin) gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal edildi...» âyeti nazil oldu. Müslümanlar buna cok sevindiler. Daha sonra «(Bütün gece) fecr(i sadık) olan ak iplik kara iplikten size seçilinceye kadar yeyin, İçin, sonra geceye kadar orucu tamamlayın» âyeti nazil oldu» [216] rivayet etmiştir. [217]



Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: «Ey iman edenler, sizden evvelki (ümmet)lere yazıldığı gibi sizin'üzerinize de oruç yazıldı (farz edildi)...» âyeti, orucun daha ön*ceki ümmetlere de farz olan cok eski bir ibadet olduğuna işaret ediyor. Kitap ehli (hristiyan ve yahudiler), oruç farzında değişiklikler yapmışlar*dır. Oruç ayı. cok sıcak veya cok soğuk bir mevsime rastgeldiğinde on*ların bilginleri toplanarak orucun baharda bir ay tutulmasına karar ve*rerek, gün sayısını artırmışlardır. Böylelikle Ramazan ayı orucunu artıra artıra 50 güne çıkarmışlardır. Bir aylık Ramazan orucuna karşılık 20 gün*lük artış, onların oruç vaktinin tayininde yapmış oldukları hatanın kefa*retidir.

Taberî, bu hususta Ed-Düyyi'den senetle: «Hristiyanlara. Ramazan orucunu tutmak farzdır. Onlara uyuduktan sonra sahurda kalkıp yemek, içmek, oruç ayında evlenmek ve ailesiyle cinsi münasebette bulunmak yasaktır. Ramazan ayı cok sıcak ve soğuk aylara tesadüf ettiği zaman bu durum onlara zor geliyordu. HriBtlyanlar, bu zorluğu ortadan kaldır*mak için ilkbahar mevsimini oruca tahsis [218] ederek. 20 günlük bir ilave yaptılar. Bu ilaveyi de oruca tayin ettikleri zaman için kefaret kabul ettiler. Böylece onların orucu 50 gün oldu.» [219] diye rivayet yapmıştır.

ikinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan yazılmamıştır.

Üçüncü incelik: Allah (cc) orucu insanların takva olmasına vesile olan bir yol olarak beyan etmiştir. Mubah olan tabii istek ve arzularını yalnıi Allah (cc)'ın emrine uyarak terkeden ve sevab kazanacağına inanmak ti*me tutan kimse, kendisini takva olmaya hazırlamış olur. Böylollklo olu*şan takva melekesi, yasak arzu ve istekleri terk ettirdiği gibi, şüpholl soylar-den de insanı uzaklaştırır.

Oruç, insanın yemek, içmek ve cinsi münasebette bulunmak gibi İm şerl arzularını kırar. Herhangi bir şeye karşı, insanın arzusu çok oldu mu ondan kaçınmak ta o kadar zordur. Yeme içme ve kadın ar/usu lea yaradılış itibariyle diğer arzulardan daha çoktur. Bunları tork İta, oncak oruçla mümkündür. İnsan kendisini felakete sürükleyen bu iki unu yu oruç tutarak terk etmeyi adet edinirse, diğer istek ve arzularını kolay, lıkla terkeder. Ne yazık ki insanlar darb-ı meselde olduğu gibi, bu İki af. /unun tahakkuku için çalışır. [220]

Dördüncü incelik: Alim Gaffâr'a göre Allah (cc). orucu tarz kılmak*la İnsanlara hayret verecek aşağıdaki uyarıları yapmıştır.

1. Orucun farz oluşuyla, geçmiş ümmetlere uyma zorunluluğu kulktı,

2. Oruç, insanlarda takvanın vücud bulmasına vesile olur. Oruç farı olmasaydı, takva gibi şerefli bir sıfata ulaşmak kolay olmazdı.

3. Allah (cc). orucu tayin edilen zamanda tutulmak için farz kıldı Egw bütün sene oruç tutmayı emretseydi, insanlar için çok büyük ıc-rluk ve meşakkat olurdu.

4. Allah (cc), oruca Kur'an'ın inzal olduğu Ramazan ayını tahtlı »ı mistir. Çünkü Ramazan, ayların en şereflisidir.

5. Orucun tutulmasında misafir ve hastalara güçlük ve çetinliği Allcıh (cc) izale etmiş ve onlafın yemelerini mubah kılmıştır.

Beşinci incelik: «...Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)» âyeti, yaşlı kadın ye erkeklerin orucu yemelerine karşılık,

fidye vermeleri lazım geldiğini beyan ediyor. Çünkü Arap diline göre âyet*te gecen «yutîkûne» fiilinin kökü «itâkat» kelimesi, çok kişinin zor yapabi*lecekleri bir iş için kullandıkları güç anlamındadır. Oruç tutmak ta rahmete vesile olduğu için. yaşlı kadın ve erkekler oruç tutamadıkları gün sayısınca fidye verirler. «...Ey Rcbbimiz, tekat getiremeyeciğimizi bize taşıtma...» (Bakara: 286) âyeti de buna delâlet eder.

Altıncı incelik: «...İçinizden kim o aya erişirse (hazır olur, misafir ol-maısa) onu (orucunu) tutsun...» âyetinden maksat, ayı görmek değil, Ra*mazan ayı vaktine erişmektir. Çünkü çok az insanın ayı görmesiyle oruç bütün müslümanlara farz olur. [221] Ayı araştırıp görmek, farz-ı kifayedir. Bu görevi, en az bir müslümanın yapmasıyla farz. toplum üzerinden kal*kar. Âyetten murat, herkes için ayı görmek olsaydı, ayı görmeyen oruç mükellefleri çoğunlukta durdu. Mesela: Gözü hastalıklı, çok yaşlı, ayın batış ufkunun kapalı olduğu bölge insanlarının oruç tutmaları, mükel*lef olmalarına rağmen mümkün olmazdı. Bundan dolayı âyetten maksat ayı görmek değil, vakte hazır olmaktır. Geniş bilgi fıkıh kitaplarında gö*rülebilir.

Yedinci incelik: «...Allah, size kolaylık diler, size güçlük istemez...» âyetinde. Arap dili ve edebiyatındaki bedi' ilmine göre «Tıbâgus seib» adı verilen güzei bir ifade tarzı vardır. Fakihler. usul kurallarından «me*şakkat, kolaylığı celbeder» genel kaidesini bu âyetten almışlardır. Allah (cc), emir ve yasaklarında kulları için zahmet ve ağırlığı değil, kolaylık ve hayrı ister.

Sekizinci incelik: Allâme Zemahşeri; «...(Bu kolaylığı istemesi), o sayı*yı (kaza borcunuzu) ikmal etmeniz, Allah'ı -sizi muvaffak buyurduğu o şeyden dolayı da- büyük tanımanız içindir. Olur ki şükredersiniz» âyetinde Allah (cc). daha önce oruç ayına ulaşan hasta, misafir ve özürlü kişilerin yedikleri günleri saymaları gibi hükümlerden sonra, «Sayıyı ikmal edin» cümlesiyle sayılara dikkat edilmesini. «Allah'ı büyük tanımanız içindir» cümlesiyle de yenilen oruçların kaza edilmesi gibi bir kolaylık tanındığının bilinmesini. «Olur ki şükredersiniz» cümlesi ile verilen kolaylık ve ruhsata şükredilmesi gerektiğini gösteriyor» [222] der.

Dokuzuncu İncelik: Allah (cc). kadın konusundaki terbiye ve edebi ' î "iırnşmlz İçin karı-koca arasındaki cinsi münasebeti, yüksek ve latif ıilııtıln ifade etmiştir. Çünkü Allah (cc), «...Onlar sizin İçin, >lz d*t kjln birer Nbassımz...» buyurmuştur. Onun bu güzel ve latif buyruğu, muin vücudu örttüğü gibi, kadın erkeğin, erkek de kadının noksan ta< iHllıiıım örterek birbirlerine yardımcı olacaklarını gösterir.

Hu ayetin tefsiriyle ilgili olarak Fahreddln Er-Râzî; «Kadın, kocasını Itfıiiin haramlardan koruduğu gibi, erkek de karısını haramlardan elbls* vücudu muhafaza ettiği gibi korur. Çünkü bir hadis-j şerifte Resulullııh I, «Evlenen bir kimse, dininin üçte ikisini korumuş olur» buyurur*[223]

Onuncu İncelik: Şerif er-Radî; «(Bütün gece) fecr(l sadık) olan ak İp*lik, kora İplikten size seçilinceye kadar, yeyin, için sonra aecey» kadar oru-•ıı Inmamlayın...» âyetinde hayret verici bir istiare [224] vardır. Istloro'dnn muini, sabah beyazlığının gecenin karanlığından seçilmesine kadarkl in-Miunılıt Ak ve kara iplik tabirleri mecazi anlamdadır. Gece karanlığının kum İpliğe, sabah beyazlığının ak ipliğe benzetilmeslndeki sır, sabah b«-yıiflıQı İlk doğuşunda İplik gibi ince görünür. Gece karanlığı İse dnvamll lifti ı çekilerek zayıfladığından İpe benzer. Bu sırada sabah beyazlığı git-Utun yayılırken gece karanlığı da gittikçe azalır» [225] demektedir

Adly bin Hâtem (ra)'den: «Bu âyet nazil olunca İki tane urgana b«n mı siyah ve beyaz iplik alarak yastığımın altına koydum. Gece kalkarnk yamak yedikten sonra İplikleri alarak dışarı çıktım. Onları yanyana uialn iıik bakmama rağmen birbirinden seçemedim. Sabah olunca gldsrsk »İti Minin Resulullah (sav)'a anlattım. O'da gülerek, «Gerçekten akılsızmıttın, Ayattft gecen ak ve kara iplikten murat, sabah beyazlığı İle gecenin ka> fonlıflıdır» buyurdu» [226] diye rivayet edilmiştir. [227]



Ayetlerdeki Şer’i Hükümler


Birinci Hüküm: Ramazan Ayı Orucundan Önce, Müslümanlara Oruç Farz Mıydı?


«(O) sayılı günler(dlr)...* âyetinin zahirine göre müslümanlara farz olan oruç. Ramazan ayı günleridir. Çoğu müfessir, bu görüştedir. İbn-i Abbas (ra) ve Hasan (ra)'dan rivayet edilen bu görüşü, İbn-i Cerir et-Taberi de tercih etmiştir.

Katâde ve Atâ'dan: «Müslümanlara daha önce her aydan üç gün oruç tutmak farz kılınmıştı. Sonra ise Ramazan ayı orucu farz kılındı. Buna «...Gücü yetmeyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âye*ti delildir. Çünkü sayılı günlerde oruç tutup tutmamakta bir serbestlik yok*tur. Ramazan ayı orucu için ise âyette zaman ve sayı tayini yapılmıştır. Bu izahtan anlaşılan şudur-. Âyette geçen «belli günlerde» oruç tutmak. Ramazan ayı orucunun dışında bir oruçtur» diye rivayet edilmiştir.

Cumhura göre. «...Sizden evvelki (ümmetlere) yazıldığı gibi sizin üze*rinize de oruç yazıldı (farz edildi)...» âyetinin ifadesi, kapalıdır. Buna göre farz olan oruç bir gün, iki gün veya daha fazla olabilir. Âyetteki kapalılık, «sayılı günler» ifadesiyle açıklanırsa da yine mücmeldir. Çünkü «sayılı günler» ifadesinden bir hafta, veya bir ay da anlaşılabilir. Allah (cc), «Ramazan ayı» tabiri ile daha önceki mücmel ifadelere tam bir açıklık ge*tirmiş ve müslümanlar için farz olan orucun. Ramazan ayı orucu olduğu*nu beyan etmiştir.

İbn-i Cerir et-Taberi. bu hususta şöyle der: «Bana göre oruçla ilgili görüşlerin en doğrusu, «Sayılı günlerden maksat, Ramazan ayı günleri*dir» diyen görüştür. Çünkü hiçbir âyet ve hadis. Ramazan ayı dışında müs*lümanlara diğer bir orucun farz olduğunu beyan etmemiştir. Allah (cc), âyetin akışında farz orucun, Ramazan orucu olduğunu, «(O sayılı günler) Ramazan ayıdır ki Kur'an onda indirilmiştir» âyetiyle beyan etmiştir. Bu âyetin te'vili şöyledir: «Ey mü'minler, sizden önceki ümmetlere oruç farz kılındığı gibi. size de farz kılındı. Tâ ki korunasınız. işte o belirli günler, Ramazan ayı günleridir.» [228]



İkinci Hüküm: Hangi Hastalık Ve Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?


Allah (cc), hasta ve misafire rahmeti gereği, kolaylık olmak üzere Ra*mazan ayı orucunu yemeyi mubah kılmıştır. Fakihier, hangj hastalığın oruç yaınvyl mubah kılacağı hususunda İhtilaf ederek birkaç görüşe ayrılmıs-luıdır,

1. Zahirilere göre hastalık ve yolculuk, insanlara oruç yemeyi mubah Kılrır Hatta kısa bir yolculuk veya parmak ve diş ağrısı gibi hastalık ıluhl olsa, orucu yemek mubahtır. Bu görüş, Atâ ve ibn-i Sirîn'den rlva^ ynt ndllmlştir.

2. Bazı alimlere göre «oruç yeme ruhsatı», oruç tuttuğu takdirde çok unluk çekecek hasta ve yolcuya mahsustur. Bu görüş, El-Esem'lndlr.

3. Çoğu fakihlere göre ise oruç yemeyi mubah kılan; hastayı yoran, lyiİMşmesinl geciktiren ve hastalığı artıran oruçtur. Zahmete ve yorgun*luğu uovkeden uzun yolculuk da oruç yemeyi mubah kılar. Ehl-I sünnetin 4 mezhebi de bu görüştedir.

Zahirilerin delilleri: Zahirilere göre: «...Sizden kim (o günlerde) hat*ta yahut sefer üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunur)sa, tutamadığı yünler sayısınca başka günlerde (tutar)...» âyeti, «ağır veya hafif» hntta-lık lln «uzun veya kısa» yolculuktan hangisi olursa olsun. Ramazan ayı orununu yemeyi mubah kılar. Çünkü âyette hastalık «ağır oluşla», yolcu*luk «uzaklıkla» kayıt ve vasıflanmamıştır. ibn-i Sirln'in yanına giden Ta-hirllor onun parmak ağrısından ötürü oruç yediğini görürler.

Davud-u Zahirî; «Kısa veya uzun tüm yolculuklar İçin oruç yeme ruh-İnli vardır. Yolculuk takriben 8 km de olsa kişi seferidir. Kısa yolculuk ya-ponn da misafir denir. Kur'an'ın zahiri anlamı da budur» der.

Cumhur'un delilleri: Çoğu fakihlere göre, insana zorluk vermeyon at ^ir hastalık, Ramazan ayı orucu yenilmesini mubah kılmaz. Çünkü Cenabı Hnk, «Allah, size kolaylık diler, size güçlük istemez» buyurmuştur. Ayetle ot uç yeme ruhsatı, meşakkat ve zorluğun giderilmesi için verilmiştir. Ha-ılf hastalık ve yakın yolculukta zorluk yoktur. Parmağı ve dişi ağrıyan kim-B* Icln, oruç yeme ruhsatı olabilir mi?

Salim aklında kabul edeceği gibi sahih olan, Cumhur'un görüşüdür, f (inkü oruç yeme ruhsatı, kolaylık sağlamak ve zorluğu gidermek içindir. Kolnylığın sağlanması, zorluğun bulunduğu yerde mümkündür. Hafif par-rflıık ve baş ağrıları ile grip gibi hastalıklarda oruçlu kişi İçin zorluk dü-Şilıımek mümkün değildir. Bu hastalıkların tedavisi, ancak oruçla olur, Efler hımtalık bu türden ise, oruç yemek mubah olur mu? Allah, (cc), ancak yıinıımüzün yeteceği ve kolaylıkla yapabileceğimizi emretmiştir. Oruç, haı Ifllıga veya onun ağırlaşmasına vesile olursa yenebilir.

Kurtubİ, bununla ilgili olarak şöyle der: «Hastalığın iki çeşidi vardır. Oruç tutamayacak güçte olan hastanın oruç yemesi mubah değil, farz*dır. Diğeri ise orucu güçlükle tutabilen hastalar için. Ramazanda oruç yemek müstehaptır. Çoğu alimlere göre hastalık, şiddetli ağrı veriyor veya oruçlu olursa hastalığının artacağı ve uzayacağını biliyorsa, kişinin oruç yemesi sahih olur. imam Malik (ra)'den oruç yemeyi mubah kılma hu*susunda muhtelif rivdyetler vardır. Bir rivayete göre oruç tutmak ölüme se*bep olursa, kişi orucunu yer. Diğer bir rivayete göre ise oruç, hastalığın ağırlaşma ve uzamasına vasıta olursa, kişinin orucu yemesi mubah olur. Bu ikinci rivayet Maliki mezhebindeki sahih görüştür.» [229]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Üçüncü Hüküm: Hangi Yolculuk, Oruç Yemeyi Mubah Kılar?


Fakihler, bir kimsenin oruç yiyebilmesi için. yolculuğunun uzun ol*ması gerektiği hususunda ittifak etmişlerdir. Fakat uzunluğun miktarı ko*nusunda ihtilaf ederek bir kaç görüşe ayrılmışlardır.

A. El-Evzâi: «Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk 1 gün olmalıdır» der.

B. imam Şafiî (ra) ve imam Ahmed bin Hanbel (ra) ise: «Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk. 2 gün 2 gece olmalıdır. Bu müddet te 16 fersah [230] olarak takdir edilir» derler.

C. imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve İmam Sevri (ra) de: «Oruç yemeyi mubah kılan yolculuk, 3 gün 3 gece olmalıdır. Bu ise 24 fersahtır» de*mektedirler.

El-Evzal'nin delili: Bir günden az olan yolculuklar, kısadır. Mukim kimse çoğu kez, bir günden az yolculuk yapabilir. Misafir (yolcu) ekseri*yetle evinden ayrıldığı gün tekrar evine dönmesi mümkün olmayan kim*sedir. Yolculuk müddeti bir günden az olan kimsenin, oruç yemesi mu*bah değildir. Bir günden fazla olursa orucunu yiyebilir.

imom Şafiî (ra) ve imam Ahmed bin Hanbel (ra)'in delilleri:

1. Şer'î yolculuk, namazın kısaltılarak kılındığı yolculuktur. Bir günün uzunluğuna tahammül etmek kolay, iki günün uzunluğuna tahammül etmek ise zordur. Bunun için Ramazan orucunun yenilmesini mubah kılan ruh*sat, uygundur.

2. imam Şafii (ra)'nin Resulullah (sav)'tan rivayet ettiği, «Ey Mokkoll lüi, yolculuğunuz 4 bürd'den [231] az olursa, namazlarınızı tam kılınız. Egor M«kkeden. Asfan'a kadar giderseniz namazınızı seferi olarak kılınız» [232] hadisidir.

3. imam Şafii (ra)'nin, Atâ'dan: «Atâ, İbn-i Abbas (ra)'a, «Arafat'a gi*den kimsenin namazı kısaltılır mı?» diye sordu. O'da «hayır» deyince, İkin ol kez, «Merrü ez-Zehran'a giden seferi olur mu?» İbn-i Abbas (ra) «Ha*yır, Cidde, Asfan ve Taife giden adam, namazını kısaltabilir» dadl.» [233] rivayetidir.

Kurtubi; «Buharî de, «Abdullah bin Ömer (ra) ve ibn-i Abbas (ra), yolculukları 4 bürde ulaştığında oruçlarını yer ve namazlarını da seferi ola-fak kılarlardı» denilir», [234] der.

Kurtubî'nin naklettiği, Maliki mezhebinin meşhur olan görüşüdür. An-60k İmam Malik (ra)'den şu rivayette yapılmıştır; «Sefer müddetinin «n 6l\ 1 gün, 1 gecedir. Bu görüşün delili, Buharî'nin şu rivayetidir; «Allah (ec)'a ve ahiret gününe iman eden bir kadının, yanında mahremi olmak> İlim bir gün, bir gece yolculuk yapması helal değildir.» [235]

Imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve imam Sevri (ra)'nln delilleri

1. Ebu Hanife (ra); «...içinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) ıııuun » âyeti, oruç tutmayı farz kılmıştır. Biz misafir için oruç yomu ruh-■nlını 3 gün olarak kayıtladık. Çünkü bunda icmâ vardır. Üç günden aı ulcın yolculuklarda oruç tutmak farzdır» der.

2. Resulullah (savVın hadisidir; «Mukim kimse, 1 gün, 1 geca, aya*ğından meshini çtkarmaksızın mesh yapar. Misafir ise, 3 gün, 3 goct aya*ğından meshini çıkarmaksızın mesh yapar.» [236]. Sâri (Resulullah). mlınfl

ı in 3 gün 3 gece mesh yapabileceğini beyan etmiştir. Ruhsatlar, anoak »nılatın tayin ettiği ölçülerdir, öyleyse oruç yemeyi ve namazı kısaltarak Kılmayı mubah kılan sefer. 3 gün 3 gece olmalıdır.

3. «Resulullah (sav) efendimiz: «Bir kadın yanında mahremi olmadan 3 günden fazla yolculuk yapamaz» buyurdu» [237] hadisidir. Bu hadisten anlaşılan, seferiliğin üç gün oluşudur. Üç günden az olan yolculuk, sefer hükmüne girmez. Onun İçin oruç yemeyi mubah kılan seferin, 3 gün ol*ması lazımdır.

ibn-i Arabi bununla ilgili olarak şöyle der: «Resulullah (sav)ın, «Allah (cc)'a ve ahiret gününe inanan bir kadının, yanında mahremi olmaksızın bir gün bir gece yolculuk yapması haramdır.» hadisi sabittir. Peygamber Efendimiz (sav), diğer bir hadisi şeriflerinde de; «sefer, üç gündür» bu*yurur. Ebu Hanife (ra), seferin ancak birkaç günde tahakkuk edeceği görüşündedir:

1. Evinden ayrıldığı gün.

2. Yalnız yolculuk yaptığı gün.

3. Gideceği yere ulaştığı gün. Buna göre oruç yemeyi mubah kılan sefer, 3 gün yapılan yolculuktur.» [238]

ibâdetlerde ihtiyatlı hareket etmek münasibtir. Resulullah (sav), bir kadının yanında mahremi olmaksızın 3 gün yolculuk yapmasını men ettiği gibi, bir gün bir gece yolculuk yapmasını da yasaklamıştır. Onun bu ha*disleri, sahih kitaplarda bulunmaktadır. Bundan dolayı, yolculuk için 3 gün. 3 gece ile amel etmek, ihtiyata daha uygundur. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'nln görüşü diğerlerine tercih edilir. Allah (cc) doğruyu en iyi bilendir.[239]



Dördüncü Hüküm: Misafir Ve Hasta İçin Oruç Yeme, Ruhsat Mıdır, Yok*sa Azimet [240] Midir?


Zahirilere göre; hasta ve misafirin oruç yemesi farzdır. Misafir yolculu*ğu bitirdikten, hasta da iyileştikten sonra. Ramazan orucundan yedikleri gün sayısınca başka zamanda oruç tutar. Hasta ve misafir iken tuttuk*ları oruç, Ramazan orucu yerine geçmez. Çünkü Allah (cc), «...Sizden kim hasta yahut sefer üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunursa) tuta*madığı günler sayısınca başka günlerde tutar...» buyurmuştur. «Tutamadık*ları günler sayısınca» tabiri, oruç" yemelerinin farz olduğunu beyandır. Re*sulullah (sav)'ın, «Seferde oruç tutmak, sevab değildir» buyruğu da hasta ve misafirin oruç yemelerinin farz olduğunu gösterir.

Zahirilerin bu beyanlarına göre. hasta ve misafirin oruç yemesi ruh-•St değil, azimettir. Bu görüş bazı selefi alimlerinden rivayet edilmiştir. Cumhur'a göre de, misafir ve hastanın. Ramazanda oruç yemeleri ruh*sattır. Dilerse tutar, dilerse yer. Özetle aşağıya aktardığımız delillerle gö-nişlerini isbat ederler.

A. «(O) sayılı günler(dir). Artık sizden kim (O günlerde) hasta yahut ••fer üzerinde olur (ve orucunu yemiş bulunur)sa tutamadığı günler sayı*lınca başka günlerde (tutar)...» âyetinde, «sayılı günler» ifadesinden ön ı n «feeftere» fiili mukadderdir, yani hasta veya misafir orucunu yerse, yedi Ol günler sayısınca diğer bir zamanda orucunu tutması lazımdır. Bu fiil iukdlrlnin benzeri. «...Asanı taşa vur, demiştik de ondan onlki pınar kay*namış ve her sınıf, su alacağı yeri öğrenmiştir...» âyetidir. Âyette «atanı lıişn vur» cümlesinden sonra, vurdu anlamındaki «Fedarebe» fiili mukcıd ilerdir Buna göre âyetin takdiri, «asanı taşa vur» cümlesinden sonra «O, (İl/ Musa) da asasını taşa vurdu» cümlesinde görülür.

«Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa enet oruçtan, ya sadakadan yahutta kurbandan (biriyle) fidye (voctt> olüf)ı

Aynimde de «fidye» kelimesinden önce tıraş anlamına gelen «haloga» lllll mukadderdir. Buna göre âyetin takdiri şudur: «Sizden kim hasta vtyn tuışından rahatsız ise, başını tıraş etsin ve fidye versin».

Ayetlerdeki takdirlerin benzerleri Kur'an'da pek çoktur. Bunları (İti ııllmler değil, cahiller inkar ederler.

B. «Resulullah (sav), seferde de oruç tutmuştur» [241] fiili hadisi, yol fuınun oruç yemesinin azimet değil, ruhsat olduğuna delildir.

C. Enes bin Malik (ra)'den rivayeti sabit olan. «Resulullah (»ov) II* Hıunazan ayında sefere çıktık. Oruç tutanlar tutmayanları, tutmayanını ıln intanları ayıplamadılar. Bu durumu müşahede eden Resulullah («ov), mı Mit ntti» [242] hadisidir.

D. Hastalık ve yolculuk, aklen ve şer'an kolaylığı icabettlrsn İsidir, Onların ikinci defa, zorluğa sebep olmaları doğru olmaz. Halbuki /a-hirîler, «Misafir ve hasta, Ramazan orucunu yemeyip tutsa, orucu sahili ol maz. Daha sonra onları yeniden kaza etmesi farzdır» görüşündedirler. Bu*na göre de hastalık ve sefer, kolaylık vesilesi değil, bilakis çetinliğe sebep olmuş olur.

Zahirilerin görüşlerini isbat için naklettikleri, «Seferde oruç tutmak, sevab değildir» hadisi, özel bir sebebe istinaden varit olmuştur. O da şu*dur: Resulullah (sav), bir yolculuk esnasında bir sahabinin küçük bir yerde gölgelendiğini gördü. O, sahabllere. «Bu kişinin sıkıntısının sebebi nedir?» diye sorunca. Onlar, «Oruçtan dolayı cok susadı ve sıkıldı» dediler. Bu*nun üzerine bu hadis varit olmuştur. Hükümlerde hususi sebeplere is*tinaden varit olan hadisleri, umumileştlrmek ve onunla umumi bir hük*me varmak yanlıştır.

ibnü'l Arabi, bu hususta şöyle diyor: «Bir kavimden Ramazanda yol*culuk yapan bir kimsenin,, orucunu İster tutsun, isterse tutmasın yolculuk*ta gecen gün sayısı kadar Ramazan dışındaki günlerde, kaza etmesi la*zımdır. Çünkü o kavme göre seferde oruç yoktur. Böylesine sapık bir hükmü, islâmi ilimlerden haberdar olmayan kimseler verir. Çünkü âyetteki fesahat gücü, «(o) sayılı günler» ifadesinin Kur'anda karşılığı (Felddetün mln eyyâmln ühare) cümlesinden önce «yemek» (oruç açmak) anlamındaki (fe eftare) kelimesinin takdir edilmesini Ister.'Resulullah (sav)'ın seferde orucunu tuttuğu, hem kavlî, hem de fiilî hadislerle sabittir.

Bu hususu, Sahih-i Buhari şerhlerinde ve diğer kitaplarımızda da açıkladık.» [243]



Beşinci Hüküm: Yolculukta Oruç Tutmak Mı, Yoksa Açmak Mı Daha Fazi*let İldir?


Seferde oruç açmanın ruhsat olduğunu söyleyen alimler, O'nun tutul*ması mı yoksa açılmasının mı daha faziletli olduğu hususunda ihtilaf et*mişlerdir.

imamı Azam (ra), İmam Şafiî (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre yolculukta rahatlıkla tutabilen kimse için. orucunu tutmak daha faziletlidir. Çünkü Allah (cc) «Oruç tutmanız sizin hakkınızda (yemenizden ve fidye varme-nlzden) hayırlıdır, bilirseniz» buyurmuştur.

Seferde ise rahatlıkla tutamayan kimse ic'ın, orucunu açmak daha faziletlidir. Zira Cenab-t Hakkın, «...Allah size kolaylık diler, güçlük l«t«-m#z» buyruğu, bunu teyid etmektedir.

imam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, ruhsat buyruğuna dayana*rak yolculukta oruç açmak daha faziletlidir. Zira Cenab-ı Hak, azimetle*rin yapılmasını nasıl isterse, verdiği ruhsatlarında yapılmasını öyle sever ve İster.

Ömer bin Abdulaziz (ra) bu hususta şöyle der: «Yolculuk sırasında oruç tutmak veya yemekten hangisi daha kolaysa, onu yapmak faziletli.

fllr.»

Cumhur (Hanefi, Maliki-Şafii)'un görüşü daha tercih edilir. Çünkıı de*lilleri daha kuvvetlidir. Allah (cc) en iyi bilendir. [244]



Altıncı Hüküm: Kazaya Kalan Ramazan Orucunu, Diğer Bir Zaman Ara Vtrmeden Kaza Etmek Farz Mıdır?


Hz. Ali (ra), İbn-i Ömer (ra) ve Şa'bi'ye (ra) göre, Ramazan orucunu kazaya bırakan hasta ve misafirin daha sonra aralıksız olarak kaza fiilimsi (arzdır. Çünkü orucu kaza etmek, onu tutmanın benzeridir. Ramazan om cunu aralıksız tutmak nasıl farz ise, bilahare ara vermeden kazaon tul-mak ta öylece farzdır.

Cumhur (Ebu Hanife, Şafiî, Maliki. Hanbeli ve diğer ehl-i sünnol alim. lerlne)'a göre Ice. bir kimse için kazaya kalan Ramazan orucunu, bafka bir zamanda dilediği şekilde -aralıklı veya aralıksız- tutmak caizdir Çıın-kü Allah (cc). «...Tutamadığı günler sayısınca başka günlerde (tutar) » ayetinde, Ramazan'da yenen gün sayısı kadar tutulmasını emrednr Ara. lıksız tutulmasına işaret eden herhangi bir şey yoktur. «Bir kac fllın» İfa*desinin Aropcadaki karşılığı «feiddetün» kelimesi, âyetin akışında nnklti Olarak isbattan sonra gelir. O halde bir kimse orucunu hangi gün tutun, kaza, yerine geçer Ebu Ubeyde* (ra)'den rivayet edilen hüküm şoyloılir «Allah (cc). Ramazan orucunu kazaya bırakan özürlülerin; oruçlarını dlflnr bir vakitte kaza ederken zorlukla karşılaşmalarını istememiştir. Dileyen aralıklı, dileyen aralıksız olarak Ramazan orucunu kaza eder.» [245]

Cumhur'un görüşü tercih edilir. Zira delilleri açıktır. Allah (cc) en iyi bilendir. [246]



Yedinci Hüküm: «...Gücü Yetmeyenler Üzerine De Bir Yoksul Doyumu Fidye (Iczımdır)...» Âyetinde, «Gücü Yetmeyenlerden Maksat, Kimlerdir?


Çoğu alimlere göre oruç tutmak, başlangıçta muhayyerdi. İsteyen tu*tar, istemeyen de tutmaz, hergün için fidye verirdi. Daha sonra bu hü*küm, «...İçinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyetiyle nesh edilince, herkese oruç tutmak farz kılındı. Bunların delili. Buhari ve Müs*lim'in, selmete bin el-Ekvâ (ra)'dan rivayet ettikleri hadistir. «...Gücü yet*meyenler üzerine de bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyeti nazil olun*ca bazılarımız oruç tuttu, bazılarımız da oruç tutmayarak fidye verdi. Daha sonrb, «İçinizden kim o aya erişirse onu (orucunu) tutsun...» âyeti nazil olunca, bir önceki âyetin hükmünü neshettiğinden herkesin oruç tut*ması farz oldu» [247] Bu görüş. İbn-i Meşud (ra), Muaz bin Cebel (ra), İbn-i Ömer (ra) ve bazı sahabilerden rivayet edilmiştir.

Diğer alimlere göre de: «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyu*mu fidye (lazımdır)» âyetinin hükmü, neshedilmemiştir. Çünkü bu âyet. çok yaşlı insanlar ile orucun cok rahatsız ettiği hasta kimseler için nazil ol*muştur. Bu görüş. İbn-i Abbas (ra)'dan rivayet edilmiştir. O'nun görüşü ise şöyledir: «Cok yaşlı insanların Ramazan orucu yemeleri, yerine hergün için bir fakir doyurmaları kaydıyla ruhsat olarak verilmiştir Onların oruç*larını tekrar kaza etmelerine gerek yoktur.» [248]

Buhari. Atâ (ra)'dan, O'da İbn-i Abbas (ra)'dan: ««Gücü yetmeyenler üzerine de'bir yoksul doyumu fidye (lazımdır)...» âyetinin hükmü, neshe*dilmemiştir. Çünkü âyet çok yaşlı kadın ve erkekler hakkında nazil ol*muştur. Onlar oruç tutmaya güçleri olmadığından yerler. Yedikleri her gün için de birer fakir doyururlar» [249] rivayetini yapmıştır. Buhari'nin rivayetine göre, hükmü neshedilmeyen bu âyetin icmali manası şöyledir; «Orucu zorlukla tutabilecek kişiler, tutamadıkları takdirde, her günü için birer fakir doyururlar.» [250]



Sekizinci Hüküm: Hamile Ve Emzikli Kadınların, Ramazan Orucu Tutup Tutamayacağı Hakkındaki Hüküm Nedir?


Hamile ile emzikli kadın, kendisi veya çocuğundan endişe ederek kor-karsa orucunu açar. Çünkü onların hükmü, hastanın hükmü gibidir.

Hasan-ı Basri (ra)'ye «Kendisi veya çocuğunun hayatından korkan ha*mile ve emzikli kadın, oruç tutacak mıdır, yoksa tutmayacak mıdır?» diye sorulunca, «Hangi hastalık, hamilelikten daha ağırdır? Hasta için oruç ye*me ruhsatı olur da, daha ağır olan hamilelik için olmaz mı? Elbette olur» dedi.

Fakihler, hamile ve emzikli kadınların, oruçlarını yemeleri ve bilahare kaza etmeleri hususunda ittifak, oruçlarını hem kaza edecekler, hem fidye mi verecekler yoksa sadece kaza mı edecekler? hususunda ise ihtilaf ot mislerdir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre yalnız kaza etmeleri geroklr imam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hem kota eder, hem de fidye verirler.

İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'in delilleri:

Hamile ile emzikli kadın, «...Gücü yetmeyenler üzerine bir yoksul doyu*mu fidye (lazımdır)...» âyetinin zahirine dahildir. Çünkü âyet çok yuşlı er*kek ve kadını kapsadığı gibi orucunu zahmetle tutan her kişiye de şamil*dir. Öyleyse hamile ve emzikli kadınların, tutamadıkları günler İçin. oruç*larını hem kaza etmeleri, hem de çok yaşlı erkek ve kadınlar gibi fidye vermeleri vacibdir.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'nin delilleri:

1. Hamile ile emzikli kadın, hasta gibidir. Hasan-ı Basri (ra) şöyle der: «Hangi hastalık, hamilelikten daha ağırdır? Hamile veya emzikli ka*dın, orucunu tutamadığı takdirde açar. bilahere yalnız kaza eder.» O'nun f/alnız koda eder» sözünden anlaşılan, sadeoe kaza etmeleridir.

2. Çok yaşlı erkeğin orucunu kaza etmesi farz değildir. Çünkü, yaşlı*lığından ötürü oruç ondan sakıt olur. Yalnız fidye vermesi gerekir. Onun gelecekte orucunu kaza edebileceği günü olmayabilir. Halbuki hamile ve emzikli kadının özürleri geçicidir. Onlara orucu kaza etmek, farzdır. «Onların hem orucu kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri farzdır» dediğimiz takdirde, orucu hem kaza etmeleri, hem de fidye vermeleri gerekir, ikisinin birarada yapılması ise caiz değildir. Kaza etmek, orucun karşılığı olduğu gibi. fidye vermekte karşılıktır. Yapılması gereken, orucun ya kaza edil*mesi veya fidye verilmesidir. [251]

İmam Şafiî (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra); «Yalnız çocuklarının hayatından endişe eden hamile ile emzikli kadın, oruçlarını açarlarsa, hem kaza ederler, hem de fidye verirler. Kendi hayatlarından veya hem kendi hayatlarından, hem de çocuklarının hayatlarından endişe ederek oruçla*rını açtıkları takdirde, diğer bir vakitte yalnız kaza etmeleri gerekir» [252] derler. [253]



Dokuzuncu Hüküm: Ramazan Ayının Başlangıcı Ne İle Tesbit Edilir?


Oruç ayı. hilali (ayı) görmekle tesbit edilir. Oruca en az adil bir kim*senin ayı görmesinden veya Şaban ayının 30. gününden hemen sonra başlanır. Ayı görmeksizin, matematik ve astronomik bilgilere itibar edilerek oruç tutulamaz. Çünkü Resulullah (sav). «Ayı gördüğünüz zaman, oruç tu*tunuz. Ramazan bayramınızı da ayı görerek yapınız. Eğer hava bulutlu olur*sa ayı göremezsiniz. Şaban ayını 30'a tamamladıktan hemen sonra oruç tutmaya başlayınız» [254] buyurmuştur. Hilali görmek suretiyle, oruç tutma ve hacc yapma vakti bilinir ve tesbit edilir. Zira Allah (cc). «Sana yeni doğan ayları sorarlar. Oe ki: O, insanların foidesi için bir de hacc için vakit ölçüleridir,» (Bakara: 189) buyurmuştur. Şu halde itibar edilecek olan, o-ruc tutmaya başlamak için ayı görmektir.

Cumhur'o göre Ramazan ayininin başlangıcını tesbit için. adil bir kişinin ayı gördüğüne dair şehaöeti kafidir. Zira İbn-i Ömer (ra)'in rivayeti buna işarettir: «Halkla beraber Ramazan ayı hilalini görmeye çalışıyor*dum. Ayı görerek Resulullah (sav)'a haber verdim O. oruç tuttu ve halka da oruç tutmalarını emretti» [255]

Şevval ayı hilali, ay görülmediği takdirde. Ramazan ayı 30'a tamam lanmak suretiyle tesbit edilir. Tüm fakihlere göre, Şevval ayı hilalini tesbit için, adil bir şahidin şehadeti kafi değildir. Ancak iki adil şahidin, «biz ayı gördük» demeleri lazımdır.

İmam Malik (ra)'e göre ise, Ramazan ayı hilalini tesbit için iki adil görgü şahidinin «biz ayı gördük» şehadetleri lazımdır. Zira ayın iki kişi tarafından görülmesi şehadettir.

Tirmizî. bu hususta şöyle der-. «İlim adamlarının çoğuna göre, Rama*zan ayı hilalinin tesbiti için. adil bir kişinin şehadeti yeterlidir.»

Ed-Dârül Gudnî (ra) ise; «Bir kimse, Hz. Ali'nin (ra) yanına gelerek «Ramazan ayı hilalini gördüm» diye şehadette bulundu. Bunun üzerine o-ruç tutan ve halka da tutmalarını emreden Hz. Ali (ra) «Benim için Şa*ban ayından bir gün oruç tutmak. Ramazan ayından bir gün oruç yemek*ten daha hayırlıdır» buyurdu» [256] diye rivayet etmiştir. [257]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Onuncu Hüküm: Ramazan Ayı Hilalinin, Ülkelere Göre Doğuş Yerlerinin Farklı Oluşuna İtibar Edilir Mi?


Hanefi, Maliki ve Hanbeli'lere göre, ülkelerin doğuş yerlerinin farklı oluşuna itibar edilmez. Bir ülke halkından bir veya daha çok insan Ro mazan ayı hilalini görür ve haber bütün ülkelere ulaşırsa, hepsinin oruç tutması farzdır. Çünkü Resulullah (sav)'ın, «Ramazan hilalini gördüfllı nüz zaman oruç tutunuz. Şevval ayı hilalini gördüğünüz zaman do bayram ediniz» buyruğu, ümmetine umumi bir hitaptır. Bir müslümanın —dünyanın neresinde olursa olsun— Ramazan ayı hilalini görmesi, tüm ümmetin gör*mesi gibidir.

İmam Şafii (ra)'ye göre ise, Ramazan ayı hilalini her şehir halkının ayrı ayrı görmesi lazımdır. Bir şehir halkının Ramazan hilalini görmesi, di ger şehir halklarına teşmil edilemez. Bu husustaki geniş bilgi fıkıh kitap larında mevcuttur. [258]



Onbirlnci Hüküm: Hata İle Ramazan Orucunu Bozan Bir Kimsenin Hük*mü Nedir?


Fakihler, Ramazan ayında oruç tutan bir kimsenin, «güneş battı» ian nıyla orucunu açması veya «şafak atmıştır» zannıyla sahur yemofll yt' meşinden sonra yanıldığı ortaya çıkarsa, onun oruou kaza edip etmey«0*fl! hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Cumhur (Honefi. Maliki. Şafii ve Hanbeli imamlarıfa göre «güneş bat*tı» zannıyla orucunu açan kimse ile. «şafak atmamıştır» zannıyla sahur yemeği yiyen kimsenin orucu sahih değildir. Çünkü oruç tutan kimseden İstenen, fecr-i sadık ile güneşin batışını tesbit etmesidir. Allah (cc)'ın; «(Bütün gece) Fecr(i sadık) olan ak İplik, kara iplikten size seçilinceye ye-yln, için, sonra da geceye kadar orucu tamamlayın» buyruğunda, «güneş batıncaya kadar, orucunuzu tamamlayın» beyanı vardır. Bu emre aykırı hareket, orucun kaza edilmesini icabettirir.

Zahirî'ler ve Hasan-ı Basrî (ra)'ye göre ise, «güneş battı» zannıyla orucunu açan kimse ile «şafak atmamıştır» zannıyla sahur yemeği yiyen kimsenin orucunu kaza etmesi gerekmez. Çünkü, «...Hata ettikleriniz de İse üstünüze bir vebal yoktur...» (Ahzâb: 5) âyeti ve «Ümmetimin hata, unutma ve zorla yaptıkları şeylerin sorumluluğu yoktur» hadisi, buna de*lâlet eder. Hata yaparak orucunu bozan kimse, unutarak orucunu bozan kimse gibidir. Her ikisine de oruçlarını kaza etmeleri gerekmez.

Sahih olan, Cumhur'un görüşüdür. Zira kasdedllen; hükmün değil, gü*nahın kalkmasıdır. Hata İle orucunu bozan kimsenin, onu kaza etmesi gerekir. Kefaret lazım değildir. Hata ile adam öldüren kimsenin diyet vermesi gibi, onun da orucunu kaza etmesi lazımdır. Hata ile oruç yiyen kimseyi, unutarak yiyen kimse ile kıyaslamak yanlıştır. Çünkü unutarak orucunu yiyen kimse hususunda acık nass varit olmuştur. Allah (cc), en İyi bilendir. [259]



Onlklnci Hüküm: Cünüblük, Oruç Tutmaya Engel Midir?


«...Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın hakkınızda yazdığını isteyin...»

âyeti, cünüblüğün orucun sıhhatine zarar vermediğine delâlet eder. Çünkü Ramazan ayında, gecenin sonuna kadar yemek, içmek ve cinsî münase*bette bulunmak mubahtır. Bir kimse sabaha doğru cinsî münasebette bu*lunursa ve cünüb olarak sabaha çıkarsa orucu sahihtir. Cünüb olarak sa*baha çıkan adamın orucu sahih olmasaydı Allah (cc), «Orucunuzu ta*mamlayınız» diye emretmezdi. [260]

Buharı ve Müslim, Hz. Aişe (r. anha)'den: «Resulullah (sav), oruçlu olduğu halde cünüb olarak yatar, daha sonra guslünü yaparak sabah na*mazına giderdi,» diye rivayet etmişlerdir. Yeme, içme ve cinsi münasebet*te bulunmanın yasak olduğu bir vakitte Resulullah (sav)'ın cünüb olduğu görülmektedir. Eğer cünüblük orucu bozsoydı, Resulullah (sav)'ın mutla-1 ka şafaktan önce yıkanması gerekirdi. Bu da göstermektedir ki, cünüblük hiçbir zaman orucun sıhatine zarar vermez. Kişinin yalnız namaz kılmak için. gusletmesi farzdır. [261]



Onüçüncü Hüküm: Nafile Oruç Tutan Kimse, Orucunu Bozarsa Kaza Et*mesi Farz Mıdır?


Fakihler, nafile oruç tutan kimsenin, orucunu bozması halinde bilaha*re kaza etmesinin farz olup olmadığı hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Hanefi mezhebine göre. nafile oruç tutan kimse, orucunu bozarsa da*na sonra kaza etmesi farzdır. Çünkü nafile oruç tutmaya niyet etmekle, tutacağı günü kendisine borç edinmiştir. Orucunu bozmakla, daha önce yaptığı niyete muhalefet ettiğinden, o günü kaza etmesi lazımdır.

Şafiî ve Hanbeli mezheblerine göre ise, nafile oruç tutan kimse, oru*cunu bozduğu takdirde, kaza etmesi farz değildir. Çünkü nafile oruç tu*tan kimse, orucunu bozup bozmamakta serbesttir.

Maliki mezhebine göre de, nafile oruç tutan kimse, orucunu bizzat kendi isteğiyle bozarsa, kaza etmesi farzdır. Eğer kendi rızasının dışında*ki sebeplerden orucunu bozarsa, kaza etmesi farz değildir.

Hanefi mezhebinin delilleri:

A. «...Sonra geceye kadar orucu tamamlayın» âyeti, bütün oruçlar için umumi bir emirdir. Farz veya nafile oruçlardan birini tutmaya baş*layan insan İçin onu tamamlamak farzdır. Buna göre Ramazan haricinde tutulan nafile oruçlar bozulduğu takdirde, kaza edilmesi farzdır. Rama zan ayı orucundan özürsüz olarak bir gün bozan kimsenin, hem bozduğu gün için daha sonra oruç tutması, hem de İki ay kefaret orucu tutması farzdır.

B. «Ey iman edenler, Allah'a İtaat edin, Peygamber'e İtaat edin, a-mellerlnlzl boşa çıkarmayın» (Muhammed: 33) âyeti, ikinci delilleridir. Na*file oruç, insanın amellerinden biridir. Bir kimse nafile oruç tutarken onu bozarsa, niyetinden ötürü bir farzı da terketmlş olur. Bu borcu da ancak kaza etmekle ödemiş olur.

C. Hz. Alşe (r. anha)'dan rivayet edilen, «Hz. Hafsa ile beraber na*file oruç tutmuştuk. Bize beğendiğimiz bazı yiyecekler hediye edildi. Onlorla orucumuzu hemen bozduk. Resulullah (sav) eve gelince, Hz. Hafsa (r. onha) benden önce bozduğumuz orucun hükmünü sordu. Resulullah (sav), «öyleyse ona karşılık olarak bir gün kazaen oruç tutunuz» buyur*du» [262] hadisinden anlaşılıyor ki, nafile oruç tutan kimse orucunu boz*duğu takdirde, kaza etmesi lazımdır.

Şafii ve Hanbelî mezheblerinin delilleri:

A. «...İyilik edenlere karşı (da muahezeye) bir yol yoktur...» âyeti, nafile oruç tutan bir kimsenin, orucunu bozduğu takdirde onu kaza etme*sinin farz olmadığına delildir. Çünkü kaza etmek farz olsaydı, onun için bir zorluk olurdu. Halbuki Allah (cc). dinde zorluk ve çetinlik olmadığını buyurmaktadır.

B. Resulullah (sav)'ın: «Nafile oruç tutan kimse serbesttir. Dilerse orucunu tutmaya devam eder. Dilerse acar (bozar)» [263] hadisidir.

İmam-ı Azam'ın görüşü, diğerlerine tercih edilir. Çünkü Resulullah (sav), Hz. Aişe (ra) ile, Hz. Hafsa (ra)'ya, bozdukları nafile oruç yerine bilahare birgün oruç tutmalarını emretmiştir. O'nun emri, nafile oruç bo*zulduğu takdirde kaza edilmesinin farz olduğuna dair bir nass'dır. Allah (cc) en iyi bilendir. [264]


Ondördüncü Hüküm: L'tikâf Nedir Ve Hangi Camilerde Yapılır?


İmam Şafii'ye göre lügatta i'tikâf, bir kimsenin günah veya sevab ni*yetiyle üzerinde durarak bir şey yapması anlamındadır, «...şimdi putları*nın önünde topogelen bir kavme rast geldiler...» âyeti, bu anlamı te'yid eder.

Şeriatta i'tikâf; ibâdet niyetiyle Beytullah'ta durmaktır. İ'tikâf eski üm*metlerin şeriatlarında da mevcuttur. Çünkü: «İbrahim İle ismail'e de, «evi*mi —tavaf edenler, (İbâdet kasdıyla orada) kalanlar, rüku ve sücud eyle*yenler (namaz kılanlar) İçin— titizlikle temizleyin» diye kuvvetli emir ver*miştir.» (Bakara: 125), «...Mescidlerde l'tlkâfta (ibâdet niyetiyle) bulun*duğunuz zaman kadınlarınıza (geceleri de) yaklaşmayın...» (Bakara: 18) âyetlerinden anlaşılan, i'tikâf, ibadet niyetiyle camilerde bir müddet durul*masıdır. Allah (cc), i'tikâfın mescidlerde yapılmasını beyan etmektedir.

Alimler hongl cami ve mescidlerde i'tikâf yapılabileceği hususunda İhtilaf etmişlerdir.

1. Bazı alimlere göre l'tikâf, yalnız hadiste zikredilen «Mescid-i Ha*ram, Mescid-i Nebevi, Mescid-I Aksa» da yapılabilir. Bunların dışında her*hangi bir mescid veya camide yapılamaz. Çünkü Resulullah (sav), «Ziyaret ve İbadet maksadıyla ancak MesckJ-i Haram, benim bu mescidim (Mea-ekJ-l Nebevi) ve Mescld-I Aksa'ya gidilir» buyurmuştur. Bu görüş, Saki bin Müseyyeb (ra)'in görüşüdür.

2. Diğer bir kısım alime göre İse i'tikâf, ancak cemaatları çok olan camilerde yapılır. Bu da Ibn-I Mesud (ra)'un görüşüdür. İmam Malik (ra) de bu görüşü kabul etmiştir.

3. Cumhur'a göre de İ'tikâfın hangi mescldde olursa olsun yapııması caizdir. Çünkü Allah (cc)'ın; «...Mescidlerde l'tlkâfta (İbâdet niyetiyle) bu*lunduğunuz zaman» buyruğu, umumidir. Sahih olan da Cumhur'un görü şüdür. Çünkü âyet, hiç bir cami ve mescidi hususi olarak belirtmemiş*tir [265]

Ebu Bekir el-Çessâs, bu hususla ilgili olarak şöyle der: «İ'tikâfın an cnk mescidlerde yapılması hususunda bütün selef ittifak etmiştir. İhtilaf konusu olan Itikâfın. hususi veya umumi, mescidlerde mi yapılacağıdır « ..Mescidlerde l'tlkâfta bulunduğunuz zaman...» âyetinin zahiri, bütün ınescidlerde i'tikâfın yapılabileceğini gösteriyor. Çünkü âyette çoğul ola-ınk «mescldler» tabiri kullanılmıştır, «i'tikâf, yalnız belli mescidlerde ya*pılır» diyenlerin âyet veya hadisten kesin delil getirmeleri lazımdır, «l'tikâf, yalnız Peygamber mesçldlerinde-Mescld-l Nebevi, Mescid-I Haram. Met çld-l Aksa- yapılır ve onlara hastır.» İddiasında olanların İse sözlerine İtibar edilmez. Çünkü delilleri yoktur.» [266]

Kadınlar ise i'tikâfı kendi evlerinde yaparlar. Çünkü onlar, âyetin hük mi) dıştndadırlar.

Onbeslncl hüküm: i'tikâf müddeti ne kadardır? i'tikâf suretine» o ruo tutmak, o'nun şartlarından mıdır?

Fakihler, i'tikâfın -süresi konusunda ihtilaf etmişlerdir.

1. Hanefilere göre, i'tikâfın süresi, en az 1 gün, 1 gece olmalıdır.

2. İmam Malik (ra)'den rivayet edilen bir görüşe göre ise, i'tlkâfın en az süresi 10 gündür.

3. Şafii (ra)'ye göre de, i'tikâfta süre bir andır. Süre hususunda sınır yoktur.

İmam Şafii (ra) ile Ahmed bin Hanbel (ra)'in bir görüşüne göre i'tikâf, oruç tutmadan da yapılır.

Cumhur (Ebu Hanife (ra), İmam Malik (ra), imam Ahmed bin Hanbel'in (ra) diğer bir görüşüne) göre ise; oruç tutmadan yapılan i'tikâf. sahih de*ğildir. Çünkü Hz. Aişe (ra)'nin rivayet ettiği, Resululloh (sav)'ın; «Oruçsuz itikâf olmaz» [267] ve «i'tikâf yap ve oruç tut» [268] hadisleri buna delildir. Allah (cc), i'tikâfı oruçla beraber anmıştır. Onun bu zikri, i'tikâfın oruçla beraber yapılabileceğine en acık bir işarettir.

İmam Fahreddin er-Râzi bu hususta şöyle der; «Oruç tutmadan i'tikâf yapmak caizdir. Ancak faziletli olan, i'tlkâfto iken oruçlu olmaktır, imam Şafii (ra) de bu görüştedir. İmam-ı Azam (ra)'a göre. oruç tutmaksızın i'ti*kâf yapmak caiz değildir. İmam Şafiî (ra)"nin delili; «...Siz mescldlerd» İ'tikâfta olduğunuz zaman kadınlarınıza yaklaşmayın...» âyetidir. Çünkü âyette, i'tikâfın orucsuz olduğu görülür. Allah (cc), i'tikâfa giren kimselere kadınlara yaklaşmayı yasaklamıştır.» [269]

Hanefi fakihleri, i'tikâfı üc kısma ayırmışlardır.

1. Mendup olan i'tikâftır. Az bir zaman için dahi olsa, i'tikâf niyetiyle mescide girmektir.

2. Sünnet olan i'tikâftır. Ramazan ayının son on gününü mescidde i'tikâf niyetiyle geçirmektir.

3. Vacib olan i'tikâftır. Bu da nezir i'tikâfıdır. Onda oruçlu olmak şart*tır. Geniş İzahat fıkıh kitaplarında mevcuttur. [270]



Ayetlerden Alınacak Dersler


1. Oruc. bütün ümmetlere, Allah (cc)'ın farz kıldığı bir ibâdettir.

2. Oruc. ruhu terbiye eden bir medrese gibidir. Nefsi tüm kötülükler*den temizler ve sabretmeye alıştırır.

3. Allah (cc). Kuranı inzal ettiği Ramazan ayını, oruca tahsis etmiş*tir.

4. Cenab-ı Hak, kullarına kolaylık olmak üzere, rahmetinden, özürlü kimselere oruçlarını bozma (yeme) ruhsatı vermiştir.

5. Allah (cc) çizdiği sınırlara, emir ve yasaklarına uymayı ve haddi aşmamayı buyurmuştur. Onlar insanların iyiliği içindir. [271]



Âyetlerdekı Teşri! Hikmetler


1. Şüphesiz oruc tutmanın çok büyük faydaları vardır. Gafil ve onhll kimseler, orucun insan hürriyetini kıstığı, vücudunu zayıf düşürdüğü vt» acıktırdığı iddiasındadırlar. Halbuki oruçtaki büyük hikmet ve sinirimi, alimler ve salim akıl sahipleri bilir. Doktorlar da bunu te'yld eder. COnku bir cok hastalığın tedavisinde en iyi ilaç oruçtur. Bir müddet yemek, lorrmk ve diğer beşeri arzulardan Allah (cc)'ın emrine uyarak uzaklaşan kul, vll cuduna istirahat vermiş olur. Burada orucun vücud sağlığı üzerindeki «I kilerinden bahsetmeyeceğiz. O, modern tıp uzmanlarına aittir.

Büroda yapmak istediğimiz, orucun ruh üzerindeki etkileri ve »flrhly» ediciliğini bilmek ve bildirmektir. Oruc emrindeki amaç budur. Çünkü Al lah (cc). oruc ve diğer ibâdetleri İnsanlarda takvalık melekesinin yor loş mesi ve tabii bir hal alması Icin emretmiştir. Oruç İnsanlarda Allah (no)'ıı kulluk yapmayı, ©mirlerine sımsıkı sarılmayı ve yasaklarından kaçınmayı adet haline getirir. Allah (cc), bir hadis-i kutsi'de buna İşaret edtn «İn san oğlunun yaptoğı hor şey kendisi .oruç tutması ise yalnız benim İçindir Mükafatın» da ancok ben veririm. Çünkü oruç tutan kimse, yoma. Içiım ve diğer bütün beşeri arzularını benim İçin terketmiştir.» [272]

Allah (cc)'a kulluk yapma ve emirlerine teslim olma şuuru, Ibadnlln en yüksek hedefidir. Belki insanların yaradılış hikmetinin temeli do budur Çünkü Allah (cc) şöyle buyurur: «Biz (kendimizi) kainatın Rabblnt tMlIm etmenizle emrolunmuşuzdur» (En'âm: 71)

2. Orucun emrediliş hikmeti, nefsi terbiye etmek, sabretmeye nlıştır mak ve Allah (cc) yolunda zorluklara tahammül ettirmektir. Oruç, njlm ve iradeyi kuvvetlendirir. İnsanı, arzu ve isteklerine hâkim yapar. C«n»di ne kul ve şehvetine de esir etmez. Yalnız insanlara basiret ve akıl nuru verir. Elbette arzu ve İsteklerinin esiri olan. midesi ve şehveti İçin yoşıyan insanlar ile nefsine galib gelen ve şehevi arzularına hakim olan in*sanlar bir olmaz. Çünkü Allah (cc)'ın «...Küfredenlerle gelince —ki) onlar (dünyada sadece) zevkü sefa ederler, hayvanların yediği gibi yerler— on*ların yeri de ateştir» (Muhammed: 12) buyruğu buna delildir.

3. Oruç, insanlarda sevgi ve merhamet gibi duyguların doğmasına sebep olur. Kalbleri yumuşatıp, imanın gereği İyi huyların canlanmasına vasıta olur. Oruç yalnız insanları yemek, içmek ve diğer beşeri arzulardan alıkoymak için farz kılınmamıştır. Belki ruhun güç kaynağı için emredil*miştir. Bu güç kaynağını elde eden insan, müslüman kardeşinin duyduğu gibi duyar. Yardım ederek gözyaşlarını eliyle siler. Kederlerini ortadan kaldırmaya çalışır. Çünkü orucun verdiği terbiye ile insan, açlığın, susuz*luğun ne kadar elem verici olduğunu daha iyi anlar. Şu olay ne kadar ib*ret vericidir: «Hazinelere sahip olduğun halde niçin yemeyip aç duruyor*sun?» diyenlere Hz. Yusuf (as). «Tok olduğum takdirde, açların halini unut*maktan korkuyorum», cevabını verir.

4. Oruç. insanların kalbine Allah (ca)'ın korku ve murakabesini yer*leştirerek, nefsi kötülüklerden temizler, insanı bütün kötülük ve haramlar*dan uzaklaştırır. Oruç ibadetinin esas gayesi, özellikle insanı takvalık mer*tebesine ulaştırmaktır. Çünkü Allah (cc), oruç farzının hikmetini anarken, elem duymak, acıkmak veya sıhhat bulmak için değil, «Ta ki konmasınız» diye buyurmuştur.

Takva, ancak oruç gibi bir İbâdetin meyvesidir. Çünkü oruç, nefsi Allah (ac)'ın hududlarında durmaya ve insan fıtratındaki mubah beşeri arzuları yalnız O'nun emrine uymak için, O'ndan mükafat beklemeye ha*zırlar.

Bu yazdıklarımız oruç tutmanın büyük gayelerinin neler olduğunu gös*termektedir. Allah (cc), her şeyi en iyi bilendir. [273]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
10. DERS İSLAM'DA SAVAŞIN MEŞRUİYETİ


190 — Size harb açanlarla, Allah yolunda sizde doğuşun (Müdafaa, harbi yapın) Ancak aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı gidenleri sev*mez.

191 — Onlan (size harb açanları) nerede yakalarsanız öldürün, on*ları, sizi çıkardıktan yerden (Mekke'den) çıkarın. Fitne katilden beterdir. Onlar Mescld-j Haram yanında, orada sizinle döğüşünceye kadar (yani döğüşmedlkçe) sizde orada kendileriyle döğüşmeyin. Fakot (orada) sizi öldürürlerse sizde onları öldürün. Kafirlerin cezası böyled/r.

192 — Bununla beraber (muharebeden) vazgeçerlerse (siz de bıra*kın), şüphesiz ki Allah, çok yartıgayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.

193 — Fitne (den eser) kalmayıncaya, dinde (şunun bunun değil) yal*nız Allanın (dini diye tanılmış) oluncaya kadar onlarla savaşın. Vazgeçer*lerse artık zalimlerden başkasına hiç bir husumet yoktur.

194 — Haram ay, haram aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Onun İçin kim sizin üzerinize saldırırsa siz de, tıbkı onların üstünüze saldırdık*ları gibi, ona saldırın. (Fakat daima) AKahtan korkun ve bilin ki şüphesiz Allah takva sahipleriyle beraberdir.

195 — Allah yolunda mallarınızı harcayın. Kendinizi tehlikeye atma yın. (Dalma da) İyilik edin. Allah, muhakkak İyilik edenleri sever.



Ayetlerin Lafzi Tahlili


(Segrftümûhüm): Lugatta segif kelimesi, tut*mak, idrak etmek ve zafer kazanmak anlamındadır.

(Et-fltnetü): Lügatta fitne kelimesi, bir şeyi tecrübe etmek ve denemek anlamındadır.

(Vel hurumâtü kısâsun): Dinde yapılması

yasak şeyleri yapma anlamındaki hurumat, hürmet kelimesinin çoğuludur. Kısas İse, misilleme manasınadır.

(Ettehlüketi): Tehlike kelimesi, yok olma anlamındadır.

(El-muhsinîne): Muhsinln kelimesi,

mutîsin kelimesinin çoğuludur ve kendisinden başkasıno en güzel şekil*de menfaat verenler anlamındadır. [274]



Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc), icmâlen şöyle buyuruyor: «Ey müminler, tevhid davasının yükselmesi ve İslâmın yeryüzüne hâkim olması için, sizinle savaşan kafir*lerle harb ediniz. Yalnız savaşta çocukları, kadınları, çok yaşlı ihtiyarları, savaşa gücü yetmeyen aciz, zayıf, çaresiz kişi ve hastalan öldürmeyiniz. Çünkü Allah (cc), zulüm ve düşmanlığı sevmez.

Müşrik kâfirleri nerede görür ve karşılaşırsanız öldürünüz. Mekke ha-rlminde bulunmaları, sizi onları öldürmekten alıkoymasın. Sizi .asıl belde*niz Mekke'den —zulüm yaparak ve dininizden dolayı düşman oldukları İçin— çıkardıkları gibi, siz de onları o mukaddes yerden çıkarınız. Mümin*lere her türlü azabı uygulamak, İslâm'dan nefret ettirmek, asıl vatanların*dan uzaklaştırmak ve mallarına el koymak, öldürmekten daha da çirkindir

Ey müminler, onlar Mescid-i Haram'da iken, size saldırıncaya kadar öldürmeyiniz, eğer saldınnarsa, onlara teslim olmayınız ve öldürünüz. Çün*kü savaşı başlatan zalimdir, savunan ise günahkâr değildir. Onlar size düşmanlıktan vazgeçerlerse, sizde saldırmayınız. Çünkü Allah (cc), hak*kıyla bağışlayan ve esirgeyendir.

Daha sonra Allah (cc;), savaşın asıl gayesinin ne olduğunu bildirerek kâfirlerle savaşma emrini te'kit etmiş ve «Siz onlarla —galip gellncey», din yalnız Allah (cc) için oluncaya, ibadet ve taat putlara değil, yalnız O'na yapılıncaya kadar— savaşarak öldürünüz», buyurmuştur.

Onlar, sizinle savaşı bırakarak dininize girerlerse öldürmeyiniz. Zira sizin için ancak zalimleri öldürmek uygundur. Allah (cc), müşriklerin mut-lümanlara eziyet yapmakta israr ettiklerini ve yaptıklarının adam öldürmek*ten daha çirkin olduğunu haber vererek, «Haram ay, haram ay karşılığıdır, Ona hürmet etmemek, hürmet etmemekle karşılanır» buyurmuştur. Yani «Onlar haram aylara saygısızlık yaparak size saldırırlarsa, sizde haram aylarda onlara karşı müdafaya geçin» demektir.

Ey müminler, haram ayda dininizin müdafası ve tevhid davasının yü*celmesi için zarurete düşerseniz, sizde onlarla savaşınız, misliyle karşılık veriniz. Allah (cc)'tan sakınınız ve zulüm yapmayınız. Allah (cc)'ın muhak*kak muttakileri sevdiğini biliniz. Bedenen cihad yapma emrinden sonra malla cihad yapmayı emreden Allah (cc); «Malınızı Allah (cc)'ın dinine yardım ve Hakkın müdafası için sarfedinlz. Cimrilik yaparsanız, düşmana fırsat vermiş ve helak olmuş olursunuz. İyilik yapınız. Çünkü Allah (cc). İyilik yapanları sever» buyurmuştur. [275]



Ayetlerin Nüzul Sebebleri


A. ibn-i Abbas (ra)'ın rivayetidir: «Hudeybiye anlaşması yılı. müşrik*ler Resulullah (sav)'ın. Beytullah'ta umre yapmasına engel oldular. Bir yıl sonra ise müşriklerle Resulullah (sav) arasında. Beytullah'ı ziyaret için anlaşma yapıldı. Resulullah (sav)'ta Hudeybiye'de kurbanını keserek dön*dü. Resulullah (sav), Hudeybiye anlaşmasında Beytullah'ı ziyaret için ta*yin edilen seneyle ilgili hazırlık yaparken sahabiler. Kureyşilerin anlaşma metnini ihlal ederek saldıracaklarından korktular. Çünkü sahabiler. haram ayda savaşmayı sevmiyorlardı. Bunun üzerine, «Size harb açanlarla, Allah (cc) yolunda, sizde döğüşün» âyeti nazil oldu.» [276]

B. Müşrikler. Resulullah (sav)'a «Bizimle haram ayda savaşmaktan men mi edildin?» deyince O da, «Evet» buyurdu. Haram ayda müslüman-ların hazırlıksız olduklarını bilen müşrikler, o ayda savaşmaya hazırlandı*lar. Bunun üzerine, «Haram ay, horam aya bedeldir» âyeti nazil oldu. [277]

C. İbn-i Abbas (ra)'tan: ««Haram ay, haram aya bedeldir» âyeti. Re*sulullah (sav), umresini hicretin 7. yılında kaza yaptıktan sonra nazil oldu. Çünkü Hudeybiye anlaşması, hicretin 6. senesi Zilkade ayında yapılmıştı. Kureyş müşrikleri tarafından Beytullah'a girmesi engellenen Resulullah (sav), Medine'ye geri dönmüştü. Bunun üzerine Allah (cc), ertesi sene muhakkak Mekke'ye giderek umre yapacağını Peygamber efendimize vaat etti» [278] rivayeti yapılmıştır.

D. İbn-i Cerir et-Taberi. Eşlem Ebu İmrâne (ra)'den şu rivayeti yap*mıştır: «Biz. Kostantaniyye (İstanbul)'daki orduda bulunuyorduk. Akabe bin Âmir (ra) Mısır'daki ordunun başında, Feddâlet bin Ubeyd (ra) de, Şam'*daki ordunun başında bulunuyordu. Karşımıza çıkan büyük Rum ordusu*na karşı hemen muharebe düzeni aldığımızda, bir müslüman Rum ordu*suna saldırarak aralarına girdi. Bu sırada müslümanlar bağırarak, «Sübhanallah! şu adam kendini tehlikeye attı. Halbuki Allah (cc). «...Kendinizi tehlikeye atmayın...» buyurmaktadır» dediler. Resulullah (sav)'ın sancak*tarı, Ebu Eyyub el-Ensari (ra) ayağa kalkarak bizlere hitaben, «Bu âyeti, öyle mi anlıyorsunuz? Bizler Resulullah (sav)'tan gizlice kendi aramızda, «Malımız cok sarfedildi. Halbuki Allah (cc). islâmı yüceltmiş, taraftarlarını çoğaltmıştır. Artık malımızın başında bulunarak çalışsak ve çoğaltsak» derdik. Bunun üzerine Allah (cc) yanlış düşündüğümüzü ikaz için. «Aliah, yolunda mallarınızı harcayın. Kendinizi tehlikeye atmayın...» âyetini inzal buyurdular. Çünkü asıl tehlike, malın başında bulunup, savaşı terketmek-tir.» dedi. Ebu Eyyub el-Ensari (ra). eceliyle ölünceye kadar savaşı bırak*mamıştır.» [279]



Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci incelik: Kur'anın bir çok yerinde kıtal ve cihad kelimeleri, se-bilillah kelimesiyle beraber anılmıştır. Bu birlikte anış, savaşın asıl ama*cının, servete ulaşmak, yiğitliğini ortaya koymak, diktatörlüğünü göster*mek veya yeryüzünde mutlak bir saltanat kurmak değil, ilâ-ı Kelimetullah (Allah (cc) isminin yüceltilmesi) olduğuna işaret içindir.

Bu büyük amacı Resulullah (sav), «İlâ-ı Kelimetullah için savaşan kimse, yalnız Allah (cc) için cihad etmiştir» [280] hadisiyle bizlere açıklu mıştır.

İkinci incelik: Zemahşeri: «Fitne, katilden beterdir...» âyetinde litne kelimesinden murat, mihnet (Allah (cc)'ın imtihan için verdiği belaj'tlr Kİ İnsanlar onunla azab çeker ve o, öldürmekten daha beterdir. Bir filozofa, «İnsana ölümden daha ağır gelen bir şey var mıdır?» diye soruldu. O'da «Evet, ölümü istemeye vesile olan bela, ölümden daha ağırdır,» dedi Mihnetten maksat, müslümanların Mekke'den zorla, herşeyleri ellerinden alınarak, müşrikler tarafından çıkartılmalarıdır,» [281] der.

Üçüncü, dördüncü ve beşinci incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili ol duğundan yazılmamıştır.

Altıncı incelik: Allah (cc) katında, hiçbir şeyle değeri ölçulemeyen on faziletli ibâdet, cihad'dır. Zira Allah Resulü (sav): «Cenab-ı Hakk yolunda cihad yapan kimse, gündüzlerini oruç. gecelerini namaz ve kıraatle geçiren —ki bir an ibâdetten uzak olmayan— kimseden daha faziletlidir.» [282] buyurmuştur.

Abdullah bin Mübarek (ra), Fudayl bin iyad (ra)a gönderdiği mektupta şu beyitleri yazar: «Ey haremeyn'de İbadet eden, eğer bize bakıp görse*niz, ibâdetinizle avunduğunuzu yakinen bilirsiniz, yüzünüzün hatları göz-lerininden akan kanlı yaşlar ile kına gibi kırmızı olursa, bizim göğsümüz*de clhad meydanında aldığımız yaraların kanıyla kına gibi kırmızı olur». Mektubu okuyunca gözleri yaşaran Fudayl bin iyad; «Abdullah bin Mü*barek (ra), doğru yazmış, nasihati ile bizleri irşad etti» [283] der. [284]



Ayetlerdeki Şer'i Hükümler

Birinci Hüküm: Cihad, Müslümanlara Ne Zaman Farz Kılındı?


Savaşın, müslümanlar için hicretten önce sakıncalı olduğunda alim*ler İttifak etmişlerdir. Zira bu hususta Kur'an'da bir çok nass'lar vardır.

«...Sen yine onların suçundan geç, aldırış etme. Şüphe yok ki Allah, İyilik edenleri sever.» (Mâide: 13)

«...Sen (kötülüğü) en güzel (haslet ne ise) onunla önle. O zaman (gö*rürsün ki) seninle arasında düşmanlık bulunan kimse bile sanki yakın dost (un olmuş) olur». (Fussilet: 34)

«...Eğer yüz çevirirlerse artık sana düşen (vazife) ancak tebliğdir. Al*lah kullarını layıkıyla görücüdür». (Âli İmrân: 20)

«(Habibim) iman edenlere söyle: Allanın günlerinin (çatıp geleceği)ni ümit etmeyenlerin (ezalarına) aldırış etmesinler. Çünkü (Allah) herhangi bir kavme (ancak) kazanmakta olduklartyla mukabele eder» (Câsiye: 14)

«O çok esirgeyen Allah'ın has kullan, ki onlor yeryüzünde vefakar ve tevazu İle yürürler. Kendilerine beyinsizler (hoşa gitmeyecek) lafları attığı zaman «selam (etle) de (yip geçerler).» (Furkân: 63) âyetleri ve benzeri âyetler, daha cok müminlerin, düşmanları ile savaşmalarının yasak oldu*ğuna delalet eder. Zaten; «(Evvelce) kendilerine (ellerinizi muharebeden) çekin, dosdoğru namazı kılın, zekatı verin, denilen kimselere bakmaz mı*sın? Şimdi onların üzerine muharebe yazılınca (farzedllince) içlerinden bir zümre insan(dan başka bir şey olmayan düşmanlardan) Allah'tan korkar gibi, hatta daha şiddetli bir korku İle korkuyorlar...» (Nisa: 77) âyeti de. Ooıkca müslümanların savaş yapmaktan men edildiğini göstermektedir.

Ibn-l Cerir et-Taberî, bu hususla ilgili olarak İbn-i Abbas (ra)tan: «Ab-tlurrahman bin Avf (ra) ve arkadaşları Resulullaha (sav) gelerek, «Ya Re-»ulullah (sav), müşrik iken aziz ve zengin, iman ettikten sonra zelil ve fa-Mr olduk,» deyince, O, «Ben affetmekle emrolundum. Siz müşriklerle sa*yışmayınız» buyurdular. Mekke'den Medine'ye hicret ettikten sonra, müş-nklnrle savaş yapma emri gelince bir çok kişi savaşmaktan çekindi. Bu*nun üzerine Cenab-ı Hakk, «(Evvelce) kendilerine «ellerinizi (muharebe-ılin) çekin, namazı dosdoğru kılın, zekatı verin» denilen kimselere bak*ındı mısın? Şimdi onların üzerine muharebe yazılınca (farzedilince) içlerin*dim bir zümre, insanlardan Allahtan korkar gibi, hatta daha siddstll bir korku İle korkuyorlar...» (Nisa: 77) âyetini inzal buyurdular» [285] diye rlva-ynt etmiştir. Bu âyetin başlangıcı, savaşın Mekke devrinde yasaklandığını ımcak Medine'ye hicretten sonra izin verildiğini, savaştan korkarak kaçan kimselerin yanlış yolda olduklarını gösteriyor..

Islâmın ilk yıllarında savaş yapmanın yasak oluşundaki hikmeti va »nlmplerini şöyle özetleyebiliriz :

A. Müslümanlar Mekke'de iken azınlıktaydılar ve mahsur idiler. Güç İmi ve kudretleri de yoktu. Müşriklerle aralarında olabilecek bir savaşta yuh olma ihtimalleri daha çoktu. Halbuki Allah (cc) onların çoğalmnmnı v» kendilerine her hususta yardımcı olacak insanların bulunacağını rllln misil. Emin bir yerde deflet haline gelmelerini de arzu etmişti. Medine'ye tın rnt ettlkden sonra oradaki müslümanların yardımlarıyla hem güç ka nmdılar, hem de sayıları arttı. İşte o zaman müminlerin, müşriklerle tavaf yııpmasına Allah (cc) izin verdi.

B. Asıl gaye, müminleri, Allah (cc)'ın emrini tutmaya ve büyük kıı ınundan (Resulullah)'ın idaresine saygılı olmaya alıştırmaktı. Çünkü Arnp hır onhiliyet devrinde kahramanlığa ve zulüm karşısında çok rahatlıkla karşılık vermeye alışkındılar.

Onların eza ve cefaya dayanmalarını, büyük komutanın emri altına yitmeye alıştırılmalarını, cahiliyet devrinde aldıkları lüzumsuz, fnldnul/ ıılılok anlayışlarının silinerek insana yakışır, hakimiyet, sabır ve metanet uilıl güzel hasletlerle bezenerek onları tabiat haline getirmelerini Allah (i'f)'ın İradesi, islâm gibi büyük bir dava İçin hazırlamıştır.

C. Arapların yaradılışları ve yaşadıkları çevrede, gururlanma ve kah*ramanlık duygulan yüksek seviyede idi. Müslümanlar arasında 3-5 kişiye bedel bir çok yiğit ve kahraman olmasına rağmen, onlardan gelen eza ve cefaya karşı sabrediyor,. «İslâm'a ve müslümanlara zarar gelmesin» di*yorlardı. Müslümanların eza ve cefalara karşı sabretmeleri, müşriklerin gururlarını kırıyor, kalblerinl de islâma çekiyordu. Nitekim onların Haşim-oğulları çevresini ablukaya almaları sırasında bu durum müşahade edildi. Çünkü müşrik Kureyşliler, Resulullah (sav)'ı himayeden vazgeçirmek mak*sadıyla Haşimoğullarını muhasara ettiler. O zaman islâma hiç inanmayan müşrikler dahi. yaradılışlarındaki gurur ve kahramanlık duyguları galeyana geldiğinden daha önce muhasara hususunda aralarında yaptıkları sözleş*meyi yırtıp attılar. Böylece muhasara sona erdi.

D. Müslümanlar Mekke'de iken babaları ve yakınlarıyla aynı binalar*da yaşıyorlardı. Yakınları müşrikler, onları daima dinlerinden döndürmek İçin akla ve hayale gelmeyen eza ve cefalar uyguluyorlardı. Eğer müslü*manlara, onlarla savaşma İzni verilseydi, her evde ayrı ayrı savaş mey*dana gelir ve kan akardı. Halbuki islâmın davet metodunda aynı çatı altın*da yaşayanlar arasında kan dökme yoktur. Hicret emri ile Mekke'den Medine'ye hicret gerçekleşince baba evladından, kardeş kardeşinden ay*rıldı. O zaman müşriklerle savaşma izni müslümanlara verildi. [286]



İkinci Hüküm: Savaşı Meşru Kılan İlk Âyet Hangisidir?


Selef, savaşı meşru kılan ilk âyetin hangisi olduğunda ihtilâf etmiş*lerdin. Bu hususta Rebi bin Enes (ra)'ten şu rivayet yapılmıştır: «Size harb açanlarla Allah yolunda, siz de döğüşün...» (Bakara: 190) âyeti, savaş konusunda nazil olan İlk âyettir. Çünkü o Medine'de nazil olmuştur. Re*sulullah (sav), müslümanlara saldıranlar ile savaşır, islâma ve müslüman*lara dokunmayanlara da dokunmazdı»

Sahabilerden Hz. Ebubekir (ra), Hz. İbn-i Abbas (ra) ve Hz. Said bin Cübeyr (ra)'in de bulunduğu bir cemaatten, «Kendileriyle mukatele edilen*lere uğradıkları o zulümden dolayı (bil mukabele harbe) izin verildi. Şüp*hesiz ki Allah, onlara yardım etmeye elbette kemaliyle kadirdir» (Hacc: 39) âyetinin, savaş hakkında nazil olan ilk âyet olduğu rivayet edilmiş*tir.

Ebu Bekir İbnü'l-Arabî; «Sahih olan, savaş hakkında ilk nazil olan â-yetin, Hacc suresinin 39. âyeti oluşudur. Daha sonra Bakara suresinin 190, âyeti nazil oldu. Savaşa Allah (cc) önce izin verdi, daha sonra farz kıldı. Savaşa izin veren âyet Mekki, farz kılan âyet ise Medeni'dlr» [287] der. [288]



Üçüncü Hüküm: Mekke Hariminde Savaşmak, Mubah Mıdır?


«...Onlar Mescidi Haram yanında, orada sizini» döğüşünceye kadar (yani döğüşmedikçe) sizde orada kendileriyle döğüşmeyin...» âyeti, sava*şın Mekke hariminde yapılmasını yasaklar Müşrikler, Mescid-i Haramda savaşmaya başlarlarsa şerlerinden korunmak için müslümanlar müdafaa savaşına başlarlar. Âyete göre kafirler saldırmaksızın Mekke hariminde savaşa başlamamız caiz değildir. Buna göre âyetin hükmü neshedilme-miştir.

Mücâhid bununla İlgili olarak: «...Fakat (orada) sizi öldürürlerse »İz*de onları öldürün» âyetine göre, Mekke hariminde kesinlikle savaş yapıl*maz. Diğer bir müşrik orada size saldırır, döğüşmek isterse elbette ona teslim olmak değil, nefis müdafası İçin döğüşmek farzdır» [289] der.

Katadeden ise şu rivayet yapılmıştır: «...Onlar Mescid-I Haram ya*nında, orada sizinle döğüşünceye kadar (yani dönüşmedikçe) sizde orada kendileriyle döğüşmeyin...» âyeti, Tevbe süresindeki, «Dokunulması), ho*ram olan aylar çıktığı zaman artık o müşrikleri, onları nerede bulursan» öldürün...» (Tevbe: 5) âyeti İle neshedildi.» [290]

Allâme. Kurtubî de «Alimler, «...Onlgr Mescid-i Haram yanında silini* döğüşünceye kadar...» (Bakara: 191) âyetinin hükmü hususunda İki gö*rüşe ayrılmışlardır. Bi( guruba göre, âyetin hükmü neshedilmlştlr. Dlfler guruba göre ise, hükmü neshedilmeyen, ifadesi sarih bir âyettir» demek*tedir.

Mücahid, «Âyet, hükmü neshedilmeyen, ifadesi sarih bir âyettir, Mm cid-i Haramda bir kimsenin döğüşmesl haramdır. Müşrikler tarafından orada döğüş başlatılırsa, elbette onlara döğüşte karşılık vermek, müslü-mantarın hakkıdır» derken, Tavus da bu görüşe katılır. Ayetin açık nastı da Mücahid'in görüşünü teyid etmektedir. Sahih olan da İkinci görüştür. Imam-ı Azam Ebu Hanife (ra) ve arkadaşları da bu görüştedirler.

Sahih-i Buhari ve Sahih-i Müslim'de, Ibn-i Abbas (ra)'tan; «Mekke fet-hedildiği gün halka hitaben Resulullah (sav), «Ey müslümanlar, şüpheli!

Allah (cc) gökleri ve yeri yarattığı günden bugüne kadar. Mekke harimin-de kan dökmeyi haram kılmıştır. Benden önceki ve sonraki kişiler İçin kan dökmek, haramdır. Ancak bugün bir müddet bana Mekke harimlnde sa*vaşmak helal kılınmıştır. Şimdi ise Mekke fethedilmiştir. Kıyamet gününe kadar da burada kan dökmek haramdır.» buyurdu.» diye rivayet edilen ha*dis de bu âyetin hükmünün cari Olduğuna ve neshedilmedlğine delâlet eder» [291] der. [292]



Latif Bîr Münazara


Ebu Bekir İbnü'l-Arabî: «Bir cuma günü Mescld-i AksaauKi uuu nrv~ be medresesinde Kadı Zencani'nin derslerini dinliyorduk. Blrara İçeriye güzel bakışlı, sırtında eski kaftan bulunan bir zat, alimler gibi selam ve*rerek girdi ve dershanenin ön ktsmına geçerek oturdu. Bunun üzerine Ka*dı Zencani, «Gelen misafirimizi tanımak istiyoruz» deymce o. «Dün hırsız*lar tarafından soyuton bir kişty-rm. Asıl maksadım, Mescid-i Aksa harimine gelmektir. Gerçek hüviyetimi sorarsanız Sağan şehri İlim taliblllerindenim,» dedi. Kadı Zencanî hemen ilim adamlarına sarartan adet üzere bu .zata. «Öldürülecek bir kâfir, Mescid-i Harama sığınırsa arada iken öldürülür mü?» diye sordu. O da «Öldürülmez» fetvasını verince,, Zencarçj «Deliliniz nedir?» dedi. O. «Mescidi Haram yanında, orada sîzinle d&güsünceye kadar, siz de orada kendileriyle döğüşmeyin...» âyetidir. Ayette, «Tükâ-tilühüm» (siz onlarla döğüşmeyin) fifli. «velâ taktHûrttim» (siz anlar) öl*dürmeyiniz) şeklinde kurralar tarafından okunmuştur. Eğer âfet. «mala taktilûhüm» şeklinde okunursa, onların Mescid-i Haramda öldürütemeye-ceklerine dair açık bir nass, velâ tükâtüûhüm (siz onlarla döğüşmeyin) şeklinde okunursa müslürnanların döğüşmemeleri tein bir uyarı olur. Çün*kü ölüme sebep olan döğüşmeyi Allah (cc)'ın yasak etmesi, acıkca öldür*me fiilini yasak ettiğine delildir» dedi.

Şafii ve Maliki mezhebinden olmadığı halde, onların delillerini kendi delilleri edinerek itiraz eden Kadı Zencani. «Okuduğunuz âyetin hükmü. «...O müşrikleri nerede bulursanız öldürün...» (Tevbe: 5) âyetiyle neshe-dilmiştir» dedi. Bunun üzerine Soğanlı misafir alim, «itirazınız kadılık ma*kamına ve ilmine layık değildir. Çünkü müşriklerin görüldüğü her yerde öldürülmesini emreden lafzı ve manası umumi bir âyeti delil getiriyorsu*nuz. Benim delil getirdiğim âyet ise. yalnız Mescid-i Harama mahsus bir âyettir Hic bir alim, umumu İfade eden âyetlerin, hususi bir hükmü İfade eden âyetleri neshettiğini söylememiştir ve doğru da değildir» dedi. Bunun üzerine Kadı Zencani sükut etti.» [293] der.

İbnü'l-Arabi ise: «Mescid-i Haramda {öldürmeye vesile olan) döğüş yapmanın haram olduğu Kur'an ve hadiste sabittir. Mescid-i Harama sığı*nan bir kafiri orada öldürmek caiz değildir. Yalnız sucu kadı tarafından tesbit edilmiş bîr zâni veya katil sonradan oraya sığınırsa şer'i hat, cı-karılamadığı veya kendisi çıkmadığı takdirde orada icra edilir. Eğer orada döğüşen kafir ise, Kur'an nassına göre hemen orada öldürülür,» demek*tedir. [294]



Dördüncü Hüküm: "Haddi Tecavüz" Den Maksat Nedir?


Allah (cc), "...Aşırı gitmeyin. Şüphesiz ki Allah, aşırı giden leri sevmez." âyetiyle "aşırı gitmeyi yasaklamıştır.Haddi tecavü zü bir kaç noktadan inceleyebiliriz

A. Hosan-ı Basri (ra)'nin dediği gibi insanın burnunu, kulağını ve du*dağını kesmek, kadınları, çocukları, savaş gücü olmayan yaşlı ve sakatlar İle gayr-i müslim din adamlarını öldürmek, meyve ve sebze bahcelorinl yakmak, sebepsiz yere hayvanlarını kesmek veya katletmek, gibi huşun lar âyetteki, «aşırı gitme»nin kapsamı içindedir. Bu saydıklarımıza Mut lım'in Beridete'den rivayet ettiği. «Allah (cc)a inanmayan, kafir olan her şahısla doğuşunuz, savaşınız. Kaddarlık yapmayınız. İnsanların kulak, bu*run ve dudaklarını, çocukları, kilise ve havralarda ibadet eden rahipleri öldürmeyiniz» [295] hadfei de işaret eder. Buhari ve Müslim'in ibn-i Ömor (ra)'den rivayet ettikleri diğer bir hadiste şöyledir: «Bir savaşta öldürülmüş bir kadın cesedi bulundu. Bunun üzerine Resulullah (sav) kadın ve çocuk*ların öldürülmesini yasakladı.» [296]

B. Bazı alimler de, Mügâtil (ra)'den; «Âyette «aşırı gitmeyin» »mrln den maksat, «müşrikler ile savaşa ilk başlayan siz olmayınız» demektir.» diye rivayet etmişlerdir.

C. Bir kısım alimler de Said bin Cübeyr (ra) ve Ebu'l Aliye (ra)'den «Âyette «aşırı gitmeyin» buyruğundan maksat, sizinle döğüşmeyen İle döğüşmemenizdlr» diye rivayet etmişlerdir.

Kurtubi İse bununla ilgili olarak şöyle der: «Arap dili ve edebiyatına göre «gâtele» fiili, iki kişi arasında karşılıklı döğüşmeye denir. Âyetteki bu tabirden, döğüşün, çocuklar, kadınlar, yaşlılar, kilise ve havralardakl din adamları ile yapılmayacağı anlaşılır, öyleyse savaşta bunlar öldürüle*mez. Halife Hz. Ebu Bekir (ra) bu hususu, Şam'a gönderdiği Yezid bin ebi Süfyan (ra)'a da tavsiyede bulunmuştur. Yalnız bunlar, savaşta, savaşçı*larına yardımda bulunurlarsa o zaman öldürülebilirler.

Alimler bu konuyu altı kısma ayırmışlardır.

1. Kadınlar, savaşırsa elbette öldürülürler. Çünkü Allah (cc) umumi bir ifade ile, «Size harb açanlarla, Allah yolunda siz de doğuşun...» buyur*muştur.

2. Savaşta çocuklar mükellef olmadıklarından öldürülemezler. Çünkü çocukları öldürmenin yasak olduğuna dair nass vardır.

3. Savaşta goyr-i müslim din adamları öldürülmez. Köle de edinilmez. Çünkü Hz. Ebu Bekir (ra), «Onları kendi hallerine terkediniz» demiştir.

4. Savaşta yandaşlarına yardım eden ve müslümanlara zarar veren sakatlar öldürülür. Yardım etmezlerse kendi hallerine bırakılır.

5. İmam Malik (ra)'e göre kendi yandaşlarına fiilen yardım eden çok yaşlı erkekler öldürülür. Yoksa öldürülmezler. Cumhurun görüşü budur.

6. Müşriklerin ücretle çalıştırdıkları işçiler ile çiftçiler de savaşta öl*dürülmezler. Zira Hz. Ömer (ra), «Siz müşriklerin çocukları, ücretli işçileri ve çiftçileri -kj savaşta karşımıza dikilmezler- hususunda Allah (cc)'tan sakınınız» dedi.» [297]



Ayetlerden Alınacak Dersler


1- Savaş yalnız dinin hakimiyeti ve ilâ'ı kelimetullah İçin yapılır.

2- Allah (cc). düşmanlığı, zulmü ve haddi tecavüzü sevmez.

3- Müşriklerin mü'minleri dinlerinden döndürmek için yaptıkları eza ve cefalar, öldürmek gibidir.

4- Savaşta kadınlar, çocuklar, hastalar ve savaş gücü olmayan kimseler öldürülmez.

5- Cihad, müşriklerin eza. cefa, fitne ve fesatlıklarını gidermek, tebliğ ve davet görevinin yapılmasını temin etmek içindir.

6- Allah (cc) yolunda mal ve canıyla cihad yapmayı terketmek, in*sanın helakine sebep olur. [298]



Âyetlerdeki Teşrii Hikmetler


İnsanlık tarihiyle başlayan hak-batıl mücadelesi, kryamete kadar de*vam edecektir. Rahat ve huzur içinde yaşamak isteyen her kavim, düş*manları tarafından yapılacak bir saldırıya karşı azami derecede hazır ol*malıdır. Çünkü dünyada ancak kuvvetliler yaşıyor ve konuşabiliyor. Allah (cc)'ın insanlığa gönderdiği emniyet, İstikrar ve dilediği yaşama biçimi olan islâm dini, beşeriyeti topyekün hidayete çağırır. Kendi sancağı altın*da toplanmalarına önem verir ve yaşamalarını ister.

İslâmın yücelmesi, ilâ-ı kelimetullah davası ve islâmın tüm kavimlere ulaştırılması için Allah (cc)'ın seçtiği ümmet, İslâm ümmetidir.

islâm dininin beşerlyyete yayılmasına ve islâm akidesinin yücelmesi*ne mani olmak isteyenleri uzaklaştırmak ve yeryüzünü şerlerinden koru*mak lazımdır. Ki halk. din hürriyeti ve iman etmek konusunda emniyet İçinde olsun. Bundan dolayı Allah (cc), «Fitneden (eser) kalmayıncaya din de yalnız Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın» âyetiyle islâmın da*vetine mani olan bütün kuvvetlerin bertaraf edilmesi için kafirlerle cihad yapmayı emretmiştir. [299]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
11. DERS HACC VE UMRE YAPMA


196 — Haccı da Umreyi de Allah için tam yapın. Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) altkonursanız o halde kolayınıza gelen kurban(ı gön*derin. Bununla berober) kurban yerine (Minaya) varıncaya kadar başları*nızı tıraş etmeyin. Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir ezi*yeti bulunursa ona oruçtan, ya sadakadan, ya da kurbandan (biriyle) fid*ye (vacip olur). Emin olduğunuz vakit İse kim hacca kadar Umre ile faide-lenmek (sevaba girmek) isterse kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vaclb olur). Fakat (onu) bulamazsa hacc günlerinden (ihramlı olarak) üç, dön*düğünüz vakit yedi gün olmak üzere oruç tutmak (vacib olur ki) bunlar tam on (gün eder). Bu ailesi (ikametgahı) Mescid-i Haramda bulunmayanlara aittir. Allahtan korkun ve bilin ki Allah, cezası cidden çetin olandır.

197 — Hacc (ayları) bilinen aylardır. İşte kim onlarda (o aylarda) haccı (kendine) farz eder (ihrama girer)'se artık haccda kadına yaklaş*mak, günah yapmak, kavga etmek yoktur. Siz ne hayır yaparsanız Allah, onu bilir. Bir de (hacc seferinize yetecek miktarda) azıklarım. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten, insanlara yük olmaktan) kaçınmaktır. Ey kamil akıl sahipleri, benden korkun.

198 — (Hacc mevsiminde ticaretle) Rabbinizden rızık iste istemeniz*de bir günah yoktur. Arafatta (orada vakfe'den sonra seller gibi) boşanıp (elbirlik) aktığınız zoman «meş'ari haram»in yanında Allah'ı zikredin. O size nasıl hidayet ettiyse sizde onu öylece anın. (Bilirsiniz ya) siz bundan evvel gerçek sapıklardandınız.

199 — Sonra insanların (elbirlik) döndüğü yerden sizde dönün. Allah'*tan (günahlarınızı) mağfiret (buyurmasını) isteyin. Şüphesiz ki Allah çok yarlığayıcı, hakkıyla esirgeyicidir.

200 — Menâslkinizi (hacca art ibadetlerinizi) bitirince (cahiliyette) atalarınızı (böbürlenerek) andığınız gibi, hatta daha kuvvetli bir anışla Al*lah'ı anın. Artık o insanlardan kimi «Ey Rabbimiz bize (nasibimizi) dünya*da ver» der ki onun ahiretten nasibi yoktur.

201 — Kimi de «Ey Rabbimiz bize dünyada da iyi hal ver, ahirette de İyi hal ver ve bizi o ateş (cehennem) azabından koru» der.

202 — işte onların (o her iki kısmın haccda) kazandıklarından (na-sib)lerl vardır. Allah, hesabı cok çabuk görendir.

203 — Bir de sayılı günlerde Allah'ı zikredin, (tekbir alın). Kim iki günde (Mino'dan dönmek için) acele ederse üstüne günah yoktur. Kim de geri kalırsa ona da günah yoktur. (Fakat bu) takva sahibi Için(dir). Allah-

bilin ki muhakkak (hepiniz) ancak ona (varıp) toplanacak-



Ayetlerin Lafzi Tahlili


(Uhsırtüm): Lügatta alıkonma anlamındadır. Ll-Itınu'l Arap yazarı, kitabında. «Hacc ibadeti sırasında ihrama girdikten iımro hacc ibadetlerini yapmaya hastalık veya herhangi bir durumun en» ytıl olmasına «ihsâr» denir,» der.

(El hedyi): Beytullah'a hediye olmak üzere kesilen ve benzeri hayvan anlamındadır.

(Mahlllehü): Mahille, kurban kesilen yer anlamındadır, Bu ym Mekke harimi veya ihsârlı kişinin mahsur kaldığı yerdir.

(Nusukin): Çoğul bir kelimedir. Hacc ibadetlerine ve orada kesilen kurbana denir.

(Refese) Kadınlar hakkında konuşulan çirkin «öz vi- kodına yaklaşma anlamındadır.

(Füsûga): Lügatta günahlar, şeriatta ise Allah (OC)'O ölmekten uzaklaşma manasınadır.

(Cidale): Düşmanlık ve tartışmak anlamındadır (Ezzâdi): Yolculuk azığı, kumanyası manasınadır,

(Cünohün): Günah manasınadır.

(Efadtüm): Lügatta cok akma, âyette ise suyun ookoo Hhıfi ult'i insanların Müzdelife'ye doğru gidişlerine denir

(Arefâtin): Hacıların Mekke dışında vakfe İçin dur« yere denir.

(Elnwsarllhcır6ml): Müzdellfede bir küçük de*ğin İsmidir. Ki hacc imamı, o gece onun üzerinde durur.

(Menâslkeküm): Çoğul bir kelime olan Menâslk, hac*ca mahsus İbadetler anlamındadır.

(Haıâgln): Pay, hisse manasınadır. [300]



Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc)ı hacca mahsus ibadetlerin en iyi şekilde, tam ve rızasına uygun olarak yapılmasını müminlere emretmiştir. Hacc için ihrama giren kimsenin hastalık veya düşman tarafından menâslkinj tam yapmasına en*gel olunursa, ondan dolayı, da ihramdan çıkmak isterse, çıkması için du*rumuna göre bir deve. sığır veya koyunu kurban olarak kesmesi lazım*dır.

Allah (cc), belirtilen yerde farz olan kurban kesilinceye kadar tıraş olma ve elbise giymeyi kesinlikle yasaklamıştır. Yalnız bedeni hastalığı, ihramlı durmasına mani olacak bir baş rahatsızlığı veya vücuduna eziyet veren bir derdi olan kimse, başını tıraş eder ve onun fidye vermesi lazım*dır. Bu fidye miktarı ise, üç gün oruç tutmak veya bir koyun kesmek veya altı fakirin herbirine birer ölçek so' (buğday karşılığı hurma, kuru üzüm veya arpa) vermek olmalıdır.

Hacc aylarında umre yapan bir kimse, umrede ihram giyme müdde-tlnce koku sürer veya hanımıyla cinsi münasebette bulunursa, Allah (cc)'o şükür için bir koyun kurban eder. Kurban kesmeye gücü yetmeyen veya bulamayan kimse, üç günü haceda ihrama girdiği günlerde, yedi günü de ülkesine döndüğünde olmak üzere on gün, oruç tutar. Bu hüküm Mekke ehil dışındaki İnsanlara mahsustur. Onların kurban kesmesi farz değildir.

Daha sonra hacc aylarını (şevval, zilkade, zilhicce ayından on gün) beyan eden Allah (cc), hacc yapan kimsenin bütün geleneklerden, kadın*dan, güzel koku sürünmekten ve llh gibi şeylerden uzaklaşmasını emre*der. Zira hacc yapan kimse yalnız Allah (cc)'ın rızasını talep İçin Ona yönelir. Kadından hertürlü menfaatlenmeyi terkeder. Diğer günah şeyleri de bırakır. Kendisini Allah (cc)'a yaklaştıracak salih ameller işleyerek ahl-ret azığı hazırlar.

Daha sonra hacc günlerinde para kazanmanın mahzurlu olmadığını hatta ibadet olduğunu haber vermektedir. Çünkü halk, hacc ibadetinin eda edildiği günlerde yapılan dünya işlerinin günah olduğunu zannediyor*du. Allah (cc). yaptıkları ibadetlerde ihlaslı oldukları takdirde, para kazan*manın günah olmadığını ve onun da Allah (cc)'ın bir fazlı olduğunu on*lara bildirdi.

Allah (cc), Arafattan döndükten sonra. «Meşârü'l Haram» dağı ve çevresinde kendisini tekbir ve telbiye İle anmalarını müminlere emretmiş*tir. Onların yegane nimet olan iman için Allah (cc)'a şükretmeleri gerekir. Hocan menâsiklni bitiren müminlerin baba. anne ve diğer sevdiklerini çok andıkları gibi Allah (cc)'ı da çokça zikretmeleri lazımdır.

Ibn-i Abbas (ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Oahlliyet dönemindeki (ince mevsimi toplantılarında müşrikler, babalarının yaptıklarını iftiharla Konuşurlardı. Mesela: Babam çok hanedandır. Yani herkese yediren, yar*dımda bulunan hatta cinayet işlemediği halde, katillerin diyetini verendir. Ilımlar babalarısın yaptığından başkasını da konuşmazlardı. Bunun üze-ılne Allah (cc), «Menâsiklnizi bitirince, atalarınızı andığınız gibi, hatta da*lın kuvvetli bir anışla Allah'ı anın» buyurdu.» [301]



Hacc Âyetlerinin, Daha Önceki Âyetlerle Münasebeti


Hacc meselelerinin oruç mevzuundan sonra anılmasının hikmeti n«-tllr? Bu soruyu şöyle cevaplqndırabillriz: Haccın yapıldığı aylar, hemen oruç ayının arkasından gelir. İkisinin arasına döğüş ve savaşla İlgili mev-ıııları bildiren âyetlerin gelişi, haram aylar, ihram, Mescid-i Haram II* Halli şer'î hükümlerin açıklanması içindir.

Resulullah (sav), umre yapmayı arzu ediyordu. Nitekim Mekke'ye mü*teveccihen yola çıkan Resulullah (sav)'ın umre yapmasına müşrikler Hu-ılnyblye denilen yerde engel oldular. Bunun üzerine Resulullah (sav) İle müşrikler arasında, içinde ertesi sene umre yapacaklarına dair bir mad-ılonln bulunduğu Hudeybiye anlaşması yapıldı, ikinci yıl kazaya kalan umresini yapmak için Resulullah (sav)'ın teşebbüste bulunması üzerine »ııhabiler, müşriklerin bir önceki yıl yaptıkları anlaşmayı bozacaklarından korktular.

Bunun üzerine Allah (cc), döğüşme ve savaş âyetlerini inzal buyur*du Daha sonra da haccın hükümlerini tamamlayıcı âyetlerini ikmal ede*rek tebliğ etti. Allah (cc) en iyi bilendir.[302]



Âyetlerin Nüzul Sebebleri


A. Ka'b bin Ücrete (ra)'nin: «İhramda bulunduğumda beni rahatsız eden basımdaki egzema hastalığı yüzünden Resulullah (sav)tn yanına gittim. Bana «Başındaki egzamanın seni rahatsız ettiğini görüyorum. Kur*banlık bir koyun bulamaz mısın?» deyince, «Hayır» dedim. Resulullah (sav), «öyleyse sen saclarını kestir. Fidye olarak üc gün oruç tut veya altı faki*rin her birisine birer ölçek buğday veya kıymetinde hurma, üzüm, arpa ver» buyurdu. Bunun üzerine: «...Artık içinizden kim hasta olur, yahut başından bir eziyeti bulunursa ona oruçtan ya sadakadan ya da kurban*dan (biriyle) fidye (vacip olur)...» âyeti nazil oldu. Bu âyet, hassaten bana, umumi olarak ta size nazil oldu» [303] rivayetidir.

B. İbn-i Abbas (ra)'ın rivayetidir: «Hacca gelirken azık getirmeyen ve halktan yiyecek şeyler isteyen Yemen halkı, «Bizler tevekkül ehliyiz» der*lerdi, işte bunun üzerine, «..Birde (Hacc seferinize yetecek miktarda) a-zıklanın. Muhakkak ki azığın en hayırlısı (dilenmekten, insanlara yük ol*maktan) kaçınmaktır...» âyeti nazil oldu.» [304]

C. Hz. Aişe (ra)'nln: «Kureyşliler İle dinlerine uyanlar, Kurban bay*ramı, orefesinde Müzdelifede vakfe yaparlar ve bu yaptıklarına da, «din*lerine şiddetle bağlılık» ismini verirlerdi. Diğer Arap kabileleri de aynı gün vakfelerini Arafatta yaparlardı, islâm gelince, Allah Resulü (sav), Arafata gitmeyi ve orada vakfe yapmayı emretti. Sonra da müslümanların oradan akın akın Müzdelife'ye gelmelerini, «Sonra İnsanların (elblrlik) döndüğü yerden sizde dönün» âyetiyle emretti» [305] rivayetidir. [306]



Ayetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci İncelik: «El hedyü» kelimesi, Hacc veya Umre yapan kimse*nin gereksiz yere Mekke halkına hediye ettiği hayvan anlamındadır. Bu âyette ise, umre veya hacc yapan bir kimsenin, bir. vacibi terketmesi, mahzurlu bir şeyi yapması veya İhrama girdiği halde düşman korkusuyla mahsur kalarak hacc ve umre ibadetini yapmayan kimsenin ihramdan çıkmak istemesi ile temettü haca [307] yapanlar için kesmesj vacib olan hayvana «el hedyü» denir.

Mekkeye girdikten hemen sonra, Safa ile Merve arasında sa'y yapar ve tıraş olarak ihramdan çıkar. Arafe günü veya birgün evvel, bu defa yalnız hacc niyetiyle ihrama girerse haccını yapar, bu şekilde yapılan hacca denir.

İkinci incelik: Ayette, «Hacc ve umreyi tam yapın» emrinden murat, her İkisinde farz, vacib ve sünnetlerinin zahiren riyasız ve ihlas İle yapıl*masıdır. Şair şöyle der: «Aslı haram olan matla hacc yaparsanız, hacc yapmış sayılmazsınız. Belki seni oraya ulaştıran vasıtan hacc yapmıştır. Allah (cc), yalnız kendi için yapılanı kabul eder. Beytullatı'ı her ziyaret «denin sevab kazandığı sanılmasın».

üçüncü ve dördüncü incelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğun*dan yazılmamıştır.

Beşinci İncelik: Kureyşliler Mesctd-i Haramdan çıkmayarak, «Biz dl-Oer insanlar gibi değiliz. Allah (cc)'a ibadet ehli ve hareminin sakinleriyiz. Ondan dolayı buradan çıkmayız» derlerdi. Diğer insanlar ise Mekke harl-mlnin dışında Arafatta vakfe yapar, sonra da akın akın dönerlerdi. Allah (cc), halkın vakfe yaptığı yerde, Kureyşlilerin de vakfe yapmasını, vakfe*den sonra ise diğer insanlar gibi akın akın dönmelerini «Sonra insanların (•Ibh-lik) döndüğü yerden siz de dönün...» âyetiyle emretti. Bu incelik İbn-i Kuteybe'nin görüşüdür.

Altıncı İncelik: «Hacc (ayları) bilinen aylardır, işte kim onlarda (o aylarda) haca (kendisine) farzeder (ihrama glrerjse artık hacc da kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek yoktur...» âyetinde hacc kelim» ■İnin zamirle değil, bizzat üç defa tekrar edilmesinden maksat şudur: Bl rlnclsiyle haccın zamanı, ikincisiyle haccın menâsikleri, üçüncüsüyle de haccın yapıldığı yer ve zaman kastedilmiştir, ikinci ve üçüncü hacc keli*meleri zamirle ifade edilmiş olsaydı, bu anlamları taşıyamazdı. Ayette ka*dına yaklaşmak, günah yapmak ve kavga yapmak ifadeleri; kadına yak*laşmayın, günah işlemeyin ve kavga yapmayın ifadelerinden yasaklama hususunda daha tesirlidir. [308]



Ayetlerdeki Şer’i Hükümler

Birinci Hüküm: Umre, Hacc Gibi Farz Mıdır?


Alimler, umrenin hacc gibi farz olup olmadığı hususunda İhtilaf etmişlerdir.

Şafiî (ra) ve Hanbeli'lere göre, hacc yapan kimse için. umre yapmak tarzdır. Hacc mevsimi dışında yapılan umre ise sünnettir. Bu görüş Ali bin Ebu Talib (ra), ibn-i Ömer (ra) ve İbn-i Abbas (ra)'tan rivayet edilmiştir.

Maliki ve Hanefilere göre ise. umre yapmak sünnettir. Bu görüş Ibn-l Mesud (ra) ve Cabir bin Abdullah (raftan rivayet edilmiştir.

Şafiî ve Hanbelilerin delilleri:

Bir çok delillerini özetleyerek aktarıyoruz.

1. «Haca da umreyi de Allah için tam yapın...» âyetinde «tam yapın» ifadesi, umrenin hacc gibi farz olduğuna işarettir.

2. «Resulullah (sav), sahabilere, «Yanında kurban keseceği bir hay*vanı bulunan kimse, hacc ve umreye birlikte niyet etsin ve yapsın» bu*yurdu» [309] hadisidir.

3. Resulullah (sav)'tan rivayet edilen, «Kıyamet gününe kadar umreyi hacca dahil ettim» [310] hadisidir.

- Maliki vâ Hanefîler'in delilleri:

Maliki ve Hanefiler aşağıda naklettiğimiz âyet ve hadislere daya*narak sünnet olduğu görüşündedirler.

1. «...Ona bir yol bulabilenlerin Beyti hacc (ve ziyaret) etmesi Allanın İnsanlar üzerine bir hakkıdır...* (Âl'i İmrân: 97}

«İnsanlar içinde haca İlan et. Gerek yaya, gerek uzak yoldan gelerek arık develer üstünde (süvari) olarak sana gelsinler» (Hacc: 27) âyetleri, haccın farz olduğuna delalet ettiği haide umre İsmi zikrediimemiştir. Umre de hacc gibi farz olsaydı, adının geçmesi gerekirdi.

2. İslâmın esaslarını bildiren hadislerde umrenin anılmaması, farz ol*madığına işarettir. Umre hüküm bakımından da haccdan farklıdır.

3. Resuluilah (sav)'tan rivayet edilen: «Hacc cihattır. Umre ise Allah (cc)'a taattir.» [311] hadisidir.

4. Cabir bin Abdullah (ra) tan rivayet edilen; «Resulullah IsavJ'a ge*len bir kimse «Umre farz mıdır?» diye sorunca O'da «Hayır, farz değildir. Yalnız umre yaparsanız sizin için hayırlı olur» buyurdu» [312] hadisidir.

5. Şafiilerin delilleri olan âyet ve hadisler, umre yapmaya başlayan kimsenin daha sonraki durumuna işaret eder. Yani umre yapmaya niyet etmeyen kimse için, onu yapmak farz değildir. Yalnız umre niyetiyle ihrama giren kimsenin, onun menasikini tam olarak yapması farzdır. Çünkü, «Haca da, umreyi de Allah İçin tam yapın...» âyetinde, «tam yapın» em*ri, başlanmış bir umreyi tam yapmayı bildirmektedir. Başlanan bir umre*nin tamamlanması hususunda alimler ittifak etmişlerdir. Allâme Şevkâni bu hususta; «Başlanmış bir umrenin tamamlanmasının farz olduğunu ka-bui edon görüş, her ne kadar hadis değilse de, umumi olarak hadislerin mealinden alınmıştır. Umre ile İlgili delillerin biraraya toplanrfıası bakımın*dan bu görüşün mutlaka kabul edilmesi lazımdır. Bilhassa Cabir bin Ab*dullah (ra)'tan rivayet edilen hadis de, umrenin farz olmadığına delalet eder. Bunun için umre'nin farz olduğuna delalet eden haber ve hadislerin, o'nun bizzat farz değil, başlandıktan sonra tamamlanmasının farz olduğu şeklinde yorumlanması lazımdır. Çünkü onun farz olduğuna dair açık bir hüküm yoktur» [313] der. [314]



İkinci Hüküm: «İhsâr», Hastalık Ve Düşmanı Kapsar Mı?


Alimler, ihsârın sebepleri İle ihramda olan kişinin hacc veya umresini yapamadığı takdirde, ihramdan çıkmasını mubah kılan nedenler hususun*da ihtilaf etmişlerdir.

Maliki, Şafii ve Hanbelilere göre, «ihsâr»ın sebebi, yalnız düşmandır. Çünkü, «...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alıkoyursanız o halde kolayınıza geten kurbanfı gönderin)...» âyeti, Resulullah (sav) ve arka*daşlarının Hudeybiye'de İhramh oldukları halde, Mekke müşrikleri tara*fından alıkonulmaları hususunda nazil olmuştur. Âyetin nüzul sebebi ve tarihi gösteriyor ki, «İhsâr» yalnız düşmanların engellemesinden doğar. Abdullah Ibni Abbas (ra) da bu görüştedir.

Hanefilere göre ise hacc veya umre yapan kimsenin, Mekke'ye girme*sine engei olan düşman, hastalık, baskın, azığın eiden çıkması, bineğin kaybolması ve kadın mahreminin yolda Ölmesi gibi sebeplere İhsar denir. «Fakat (her hangi sebeple bunlardan) atıkonursanız o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin)... âyetinin zahiri ihsâra delildir. Âyette «alıkon-ma» ifadesinin Arap dili ve edebiyatında karşılığı ihsâr kelimesidir. Çünkü Arap dilinde ihsâr, hastalıktan dolayı evde mahsur kalmaya denir, öyley*se İhsâr, düşmanla olduğu kadar, hastalık ve benzeri engellerle de ola*bilir. Bu görüşü teyid eden, İbn-i Mesud (ra)'un verdiği fetvadır: «Mekke yolunda bulunan bir hacc kafilesinde, bir kişiyi yılan zehirlemişti. İbn-i Mesud'a bunun hükmünün ne olduğu sorulduğunda, «Zehirlenen şahsın yanında kurban edeceği bir hayvan var mı?» dedi. On'ar «Evet» de*yince, «Öyleyse kurbanlık hayvanını kesip ihramdan çıksın» dedi.» İbn-i Mesud (ra) Arap olmakla beraber Arap dili ve edebiyatını herkesten daha iyi biliyor ve peygamberimizin yanından hiç ayrılmıyordu. Bundan dolayı hadisleri herkesten çok iyi biliyordu. [315]

Şafii, Maliki ve Hanbelilere göre ise şüphesiz âyetteki, a...Emin oldu*ğunuz vakit...» tabirinden anlaşılan, yalnız hastalığın değil düşmanın rn-sana mani olmasıdır. Eğer hastalık ihsârm sebeplerinden olsaydı Allah (cc}'tn «Emin olduğunuz vakit» tabiri yerine, «Siz iyileştiğiniz vakit» ifade*sini buyurması gerekirdi.

îbn-i Abbas (ra)'ın, «Yalnız düşman İnsanı alıkor» ifadesi de, onların görüşünü teyid eder. Zira o, âyetlerin manasını herkesten daha çok biliyor*du.

İmam-ı Azam (ra)'ın görüşü tercih edilir. Onun görüşü âyetin zahirine ve «zorlaştırmaymız, kolaylaştırın^» emrine daha uygundur. Çünkü has*talığı şiddetlenen, parasını kaybeden veya bineğini yitiren kimse, hacc veya umrenin menâsikini yapabilir mi? Bizim bu tercîhfmiz, Müfessirlerin Şeyhi fbn-i Cerir et-Taberi'nin de tercihidir. Zira o, tefsirinde şöyle der: «Fakat alıkonursanız o halde kolayınıza gelen kurban(ı gönderin)...» âye*tini en iyi tevil eden. sizleri Beytullaha gitmekten alıkoyanın, düşman kor*kusu, hastalık ve diğer engeller olduğudur Âyette «alıkonma» dan mak*sat, yalnız düşman engeli anlaşıtsoydı, Allah (cc), «olıkonma» anlamın*daki «ihsâr» kelimesi yerine, hapsetme anlamındaki «hasır» tabirini bu*yururlardı.» [316]

Buharı ve Müslim'de, Hz. Aişe (radden: «Resulullah (sav), Abdulmut-talib oğlu Zübey'rin kızı Dubâe'nln yanına gitti. O, «Hasta olduğum hal*de hacc yapmak istiyorum. Ne dersiniz?» deyince Resulullah (sav), «Has*talığının oğırlaştığı yerde bir kurban keserek ihramdan çıkarım diyerek hacca niyet ediniz» buyurdu,» hadisi, hastalığın menâsik yapmazdan önce ihramdan çıkmayı mubah kılan sebeplerden olduğuna delalet eder. [317]



Üçüncü Hüküm: Umre Veya Hacc Niyetiyle İhrame Giren Kimsenin, Menâsikinl Yerinde Yapması Engellendiği Zaman, İhramdan Çıkmak İste*diği Takdirde Ne Yapması Lazımdır? Kurban Kestiği Takdirde Nerede Kese*cektir?


«...Fakat (herhangi bir sebeple bunlardan) alı konursanız, o halde ko*layınıza gelen kurbanfj gönderin)...» âyeti, ihramlı olduğu halde Beytul-lah'a gitmesi engellenen kimsenin, bulunduğu yerde veya Mekke'de kur*banını kestirdikten sonra İhramdan çıkmasına açıkça delalet eder.

Kesilecek kurbanın deve, sığır veya koyun olması lazımdır. Sığır veya devenin kesilmesi daha faziletlidir. Cumhurun görüşü de budur. ibn-i Ö-mer (ra) den de şöyle rivayet edilmiştir: «Kesilecek kurban yalnız deve ve sığır olmalıdır. Koyun kurban yapılamaz». Sahih olan, cumhurun görü*şüdür.

«İhsâr» kurbanının nerede kesileceği hususunda fakihler, bir kaç görü*şe ayrılmışlardır. Şafiî, Maliki ve Hanbeli'lere göre, insan nerede alıkonul-muşsa kurbanını orada keser. Kestiği yerin Mekke harlmi veya dışı olma*sı farketmez.

İmam-ı Azam (ra)'a göreyse hacc veya umre niyetiyle ihrama giren kimse, Mekke'ye gitmesine engel ofunduğu takdirde kurbanını, bulunduğu yerde değil, ancak Mekke'ye göndererek kestirir. Çünkü Allah (cc), «...Sonra varacakları (kurban edrfecekleri) yer Beyti atlyka müntehidir» (Hacc: 33} buyurmuştur.

İbn-i Abbas (ra) bu hususta: «Hacc veya umre niyetiyle ihrama giren kimsenin, Mekke'ye gitmesine engel olunursa, kurbanını gücü yeterse Mekke'ye gönderip kestirmesi vaciptir. Gücü yetmezse alıkonulduğu yer*de keser» der.

İmam Fahreddin er-Râzî de: «Alimler arasında bu görüş ayrılığı âyet*te «el mahillü» kelimesinin tefsirinden kaynaklanmaktadır. İmam Şafii (ra)'ye göre o kelimeden maksat, ihramdan çıkma zamanıdır, fmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre de, o kelime, bir yer ismidir» [318] demektedir.

Bu meselede Şafii, Maliki ve Hanbeliler'in görüşü tercih edilir. Müş*rikler tarafından Hudeybiye'de umre yapması engellenen Resulullah (sav) kurbanını orada keserek ihramdan çıktı. Halbuki orası Mekke harimi de*ğildi. İşte Resulullah (sav)ın bu fiili hadisi, İhsâr kurbanının Mekke hari*mi veya dışında kesileceğini gösterir. «...Kab«y« ulaşmış bir kurbanlık olmak üzere bunu içinizden adalet sahibi İki adam hüküm (ve takdir) ede*cektir...» (Maide: 95), «...Sonra varacakları (kurban edilecekleri) yer Beyt-t atiyko müntehidir...» (Hacc: 33) âyetleri, hacc ve umredeki ceza kurbanlarının Meke hariminde kesilmesine İşaret ediyorlarsa da Allöme Şevkânİ'nin dediği gibi, Mekke'ye emniyetle girebilmesi mümkün olan insanlar hakkındadır. İhsârlı kimsenin ise zaten Mekke harimine girmesi mümkün değildir. [319]



Dördüncü Hüküm: Temettü Haccı Yapan Kimse, Kurban Bulamazsa Ne Yapar?


«...Kim hacca kadar umre İle faldelsnmek İsterse kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vacib olur)...» âyeti, Temeddü haccı yapan kimsenin bir kurban kesmesinin vacib olduğuna işarettir/ Kurban edecek hayvan bu*lamayan veya gücü olmayan kimse hacc da üç gün, döndükten sonra da yedi gün olmak üzere on gün oruç tular.
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
Fakihter, haccda üc gün tutulacak oruç hususunda ihtilaf etmişlerdir. Imam-ı Azam (ra)'a göre kişi bu orucu, hacc aylarında tutar. Yani umre*sini bitirdikten sonra hacc için ihrama girmeden önce orucunu tutar. Fa*ziletli olan. Zilhicce, ayının 7,8,9. günleri tutulmasıdır. İmam Şafiî (ra)'ye göre ise kişi bu orucu yalnız hacc niyetiyle ihrama girdiği günden bay*rama kadar ki zamanda tutar. Zira Allah (cc), «...Hacc günlerinde {fhramlı olarak) üç gün... oruç tutmak (vacib olur)» buyurmuştur. Bu âyet, hacc niyetiyle ihrama girdikten sonra oruç tutmanın gerekli olduğunu gösteri*yor. Ancak Kurban bayramı günlerinde oruç tutmak haramdır. Müstahab olan, hacca İhram niyetiyle girip arefe gününden önce tutmaktır.

Bazı alimler üç günlük orucu bayramdan önce tutamayan kimsenin, bayramın 2,3,4. günlerinde tutabileceğini söylerler. Zira Hz. Aişe (ra) ile İbn-İ Ömer (ra)'den rivayet edilen: «Resulullah (sav) Kurban bayramının 2.3,4. günlerinde, temeddü haccı yapıpta kurban kesmeye gücü yetmeyen veya bulamayan şahısların dışında hiç kimsenin, oruç tutmasına müsaade etmezdi» [320] hadiste buna işaret eder.

Şafiiler ile Hanefiler arasındaki ihtilafın kaynağı, âyetteki «haccta üç gün» ifadesinin tefsiridir. Hanefiler, «hoccta üç gün» ifadesinden mak*sat, hac aylan. Şafiiler ise bundan murat, ihrama girdiği günlerdir, der*ler. Bu iki görüşü de kabul eden bazı şahabı ve tabiinden zatlar vardır.

Fakihlerin ihtilaf ettikleri bir konu da, hacctan döndükten sonra, tu*tulacak orucun vakti hususudur.

Şafiiler yedi gün olarak tutulacak orucun vakti hususunda, «Ülkesine dönüp ailesine kavuştuktan sonradır» derler. Zira Allah (cc), «...Döndügünüz vakH yedi gün olmak üzere oruç tutmak {vacib olur)» buyurmakta*dır.

Hanbeliler İse, «Yedi günlük oruç, yolda da tutulabilir. Ülkesine ve ailesine kavuştuktan sonra tutmak şart değildir» demektedirler.

Hanefiler de, «âyetteki «döndüğünüz vakit» ifadesi, hacc menâsikinfn bitiminden sonraki vakittir. Yani haccını bitiren kimse, yedi gün oruç tu*tabilir,» diyorlar. Bu mesele de Malikiferin görüşü, Hanefller gibidir.

Allâme Şevkânİ. bununla ilgili olarak: «Şafiilerln görüşü daha'tercihe şayandır» der. Zira"İbn-İ Ömer (ra)'den rivayet edilen: «Kurban bulamayan veya gücü yetmeyen kimse, haccda üc gün. ailesine döndükten sonra da yedi gün oruç tutsun.» [321] hadisi ile İbn-İ Abbas (ra)'dan rivayet edilen: «Yedi günlük orucu ülkenize gittikten sonra tutunuz» [322] hadisi, Şaflile-rin görüşünü teyid eder. [323]



Beşinci Hüküm: Temeddü Haccı İçin Kesilen Kurban, Hangi Şartlarda Vacibtir?


Alimlere göre temeddü haocı yapan kimsenin kurban kesebîlmesi için beş şartı yerine getirmesi lazımdır:

1. Bir kimse umreyi, hacctan Önce yapmalıdır. Eğer önce hacc daha sonra umre yaparsa, bu yapılan temeddü haccı olmaz.

2. Kişinin umresini, hac aylarında (Şevval, Zilkade, Zilhicce) yapması lazımdır.

3. Müslümanın; haccı, umre yaptığı yıl eda etmesi lazımdır. Zira Allah (cc), «...Emin olduğunuz vakit tee kim hacc'a kadar umre ile faidelenmek (sevaba girmek) İsterse, kolayına gelen bir kurban(ı kesmek vacib olur)»

buyurmuştur.

4. Haac yapan kimse, Mekke'li olmamalıdır. Zira Allah (cc) «...Bu ailesi (ikametgahı) Mescid-Î Haramda bulunmayanlara aittir» buyurmuştur.

5. Hacc için ihrama girmeyi mutlaka Mekke içinde yapmalıdır. Eğer Mekke'den çıkıp ülkesine ait olan Mikat'da İhrama girerse, kurban kes*mesi vacib değildir. [324]

Malikilere göre temeddü haccında kurban kesilmesin^yaçib kılan şart*lar şunlardır:

1. Hacc ve umreyi, aynı yolculuk, aynı sene ve hacö aylarında yap*mak.

2. Umreyi, haccdan önce eda etmek.

3. Umreyi bitirdikten sonra hacca niyetlenmek.

4. Umre ve haca kendisi için yapıyorsa kendisi için, başkası namına yapıyorsa her kişini de (umre ve haca da), vekil olduğu şahıs İçin yap*ması lazımdır.

5. Temeddü hocanı yapan kimse, Mekkeli olmamalıdır. [325]



Altıncı Hüküm: Ailesi, Mesctd-i Haramda Bulunmayanlar Kimlerdir?


«...Ailesi, (İkametgahı) Mescld-i Haram'da bulunmayanlara aittir. âyeti, Mekke halkının temeddü haca yapamayacağına işaret eder. Ibn-i Abbas İra) ve İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra) de bu görüştedirler.

İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre, Mekkelİler kerahetsiz olarak Temeddü haccı yapabilir. Onlartn kur*ban kesmesi veya yerine oruç tutması lazım değildir. [326]



Yedinci Hüküm: Hacc Aylan, Hangi Aylardır?


Alimler, «Hacc (aylan), bilinen aylardır» âyetinde, ihtilaf etmişlerdir. İmam Malik (ra)'e göre hacc ayları, Şevval, Zilkade ayları ile Zilhicce'nln tümüdür, tbn-i Mesud (ra). Ata (ra) ve Mücahid (ra) de bu görüştedirler.

İmam Şafii ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise Şevval. Zilka*de aylan ile Zilhicce ayından on gündür, ibn-i Abbas (rol, 5a'bi (rQ) ve Neheî (ra) bu görüştedirler. Umre ise yılın tüm aylarında yapılabilir.

Atlâme Şevkâni bu hususta şöyle der: «Alimler arasında hacc ayla*rıyla ilgili ihtilafın faydası, hacc menâsikinin kurban bayramının 1. günün*den sonra yapılması sırasında görülür. Alimlerden hangisi, «Zilhicce ayı*nın tamamı da, hac ayıdır» derse, bayramın 1. gününden sonra yapılan hacc menâsikinin tehir edilmesi hususunda kurban kesilmesi vacib de*ğildir.

Alimlerden biri de, «Zilhicce ayının İlk on günü, hacc zamanıdır» der-se, bayramın 1. gününden sonra yapılan hacc menâslkl tehir edildiğinden, kurban kesmek vacibtir.» [327]



Sekizinci Hüküm: Hacc Aylarından Önce, Hacc İçin İhrama Girmek Caiz Midir?


Fakihler, hacc aylarından önce, hacc için İhrama giren kimsenin ih*ramının sahih olup olmadığı hususunda İhtilafa düşmüşlerdir.

1. İbn-i Abbas (ra)'ın: «Hacc sünnetlerinden birisi de, hacc aylarında ihrama girmektir» rivayetidir.

2. İmam Şafiî (ra)'ye göre, hacc aylarından önce hacc için ihrama giren kimsenin yapacağı hacc menâsikf, hacc yerine değil, umre yerine geçer. Vakit girmeden kılınan namazın, vakit namazı değil, nafile namaz sayılacağı gibi.

3. İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göre ise, hacc aylarından önce hacc için ihrama girmek her ne kadar caiz İse de, mekruhtur.

4. İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre de, senenin tümünde hacc için ihrama girilir. İmam Malik (ra)'in meşhur olan görüşü de budur. Zira Allah (cc). «Sana yeni doğan aylan sorarlar. De ki: O, İnsanların faldesl Icin bir de hacc için vakit ölçüleridir» (Bakara: 189) buyurmuştur. Senenin tümünde umre yapıldığı gibi, yılın tamamında da hacc için ihrama gfrilir. Yalnız umre menâsiki, yıl içinde tamamlandıktan sonra umre bitmiş olur. Hacc vakti ise. Kurban bayramının 1,2,3. günüdür. Çünkü haccm en bü*yük rüknü, Arefe vokfesidlr. Araf© vakfesinin zamanı da, Arefe günü sabah namazı ile başlar.

Allâme Kurtubî şöyle der: «Şafii (ra)'nin göruşu aaha sahihtir. Çün*kü İmam-ı Azam (ra) ile İmam Malik (ra)'İn okudukları âyetin hükmü umu*midir. Hacc aylarıyla ilgili âyet ise, hacc hükümlerini bildiren âyetlerden biridir. Usul-ü fıkıh ilmi kurallarına göre. hususi hükümleri ifade eden âyetler, kendi mevzularında umumilik ifade eden âyetlere tercih edilir. Şev*kâni de İmam Şafii (ra)'nin görüşünü tercih ederek kabul etmiştir. Çünkü Şafiî (rcı)'nin görüşü, âyetin zahirine daha uygundur.» [328]



Dokuzuncu Hüküm: İhramlı İken Neleri Yapmak, Haramdır?


Allah (cc) ihrama giren kimseye, bir çok şeyleri yasaklamıştır. Bun*ların bazıları âyet ile, bazıları da hadis İle sabittir. İcmali olarak buraya «| aktarıyoruz.

1. Ailesiyle cinsi münasebette bulunmak, öpmek, şehvetle sarılmak veya el tutmak ve cinsi münasebetle İlgili sözleri konuşmak

2. İbadete mani günahları yapmak,

3. Arkadaşlarına ve halka her türlü düşmanlığı yapmak ve onlarla tar*tışmak. Bunları Allah (cc), «...Hacc da kadına yaklaşmak, günah yapmak, kavga etmek yoktur» âyetiyle yasaklamıştır. Buharı sahihinde Ebu Hürey-> re (ra)'den: «Resulullah (sav), «Hacc yaparken kadına yaklaşmayan ve günah İşlemeyen kimse, annesinden yeni doğmuş gibi günahlarından temizlenerek döner» buyurdu,» rivayetini yapmıştır.

İhramlı kimsenin koku sürmesi, dikişli elbise giymesi, tırnaklarını kes*mesi, saçlarını kısaltması veya saçlarını tıraş etmesi, kadınların yüzlerini örtmesi veya eldiven giyinmesi gibi şeyler sünnet (hodis)'le haram kılın -. mıştır. Geniş izahat fıkıh kitaplarında görülebilir. [329]



Onuncu Hüküm: Arafatta «Vakfe» Yapmanın Hükmü Nedir? Ne Zaman Baslar?


Alimler Arafatta vakfe yapmanın, haccın en büyük rüknü olduğunda Icma etmişlerdir. Çünkü Resulullah (sav): «Hacc, arefedir. Bir kimse Ara*fat'a arefe gününü Kurban bayramına bağlayan gece giderse vakfe yapma vaktine kavuşmuştur» [330] buyuruyor.

Cumhur'a göre Arafatta vakfe yapma zamanı, zilhicce ayının 9. günü

Öğle vaktinin girişi ile başlar, Onuncu güne bağlayan gecenin şafak vak*tine kadar devam eder. Bir kimse, bu süre içinde vakfe yaparsa, vazifesini yapmış olur. Yalnız gündüz vakfe yapan kimsenin, vakfesini akşam na*mazının vakti girinceye kadar uzatması vacibtir. Vakfesini gece yaparsa uzatması vacib değildir.

İmam Malik (ra): «Güneş batmadan Arafattan ayrılan kimsenin, haccı sahih değildir. Ertesi sene mutlaka hacc yapması farzdır,» der.

Kurtubi ise: «Cumhur, güneş batmadan önce Arafattan ayrılıp tekrar aynı yere dönmeyen kimse için neyin vacib olacağı hususunda İhtilaf et*mişlerdir.

İmam Şafii (ra). İmam Ahmed bin Hanbel (ra) ve İmam-t Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, güneş batmadan önce Arafattan ayrılıp tekrar aynı yere dönmeyen kimsenin bir kurban kesmesi vacibtir.

İmam Malik (ra)'e göre de, o kimse, ertesi sene yeniden hacc madır. Ve kurbanım do o zaman kesmelidlr» [331] demektedir. [332]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
12. DERS HARAM AYLARDA, DÜŞMANLA SAVAŞMA


216 — (Ey müminler, tob'an) sizin hoşunuza gitmediği holde, uhde*nize kıtal (düşmanlarla savaş) yazıldı, (farzedildi). Olur ki bir şey hoşunu*za gitmezken o sizin için hayırlı olur. Bir şeyi de sevdiğiniz halde o da hakkınızda şer olur. Allah bilir, siz bilmezsiniz.

217 — Sana haram olan o .ayı, ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: «Onda (o ayda) muharebe etmek büyük (günah)dır, (İnsanları) Allah yo*lundan men etmek, onu inkar etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Harama git*melerine mani olmak, O'nun halkını oradan çıkarmak ise Allah katında da*ha büyük (günah)tır. Fitne katilden de beterdir. Kafirler, güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmalarında devam edecekler*dir. İçinizden kim dininden döner de o kafir olarak ölürse onların (o gibi*lerin) yaptığı (iyi) işler dünyada, ahlrette de boşa gitmiştir. Onlar, o ateşin (cehennemin) arkadaştandır. Onlar oroda (bir daho çıkmamak üzere) ebe*di kalıcıdırlar.

218 — Hakikat, iman edenler, bir de Allah yolunda (yurtlarından) hic*ret edip savaşanlar (yok mu?) İşte onlar Allahrn rahmetini umarlar. Allah (müminleri) hakkıyla yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir.



Ayetlerin Lafzi Tahlili


(Kürhün): Çirkin ve nefret edilen şey ile meşakkat

(Eşşehril harami): Düşmanla savaşın yasaklan*dığı ay anlamındadır. Âyette kastedilen. Receb ayıdır. Cahiliyet devrinde Recep ayına sağır ay denirdi. Çünkü aralarında yaptıkları savaşı dahi o ayda bırakırlardı. Hatta silah sesi dahi duyulmazdı.

(Saddün): Herhangi bir şeyi engelleme, yasaklama anlamındadır.

(El fitnetü): Lügatta fitne kelimesi, imtihan ve tec*rübe etmek manasınadır. Âyette fitne kelimesi, müslümanların zihinlerine dinleri hususunda şüphe sokma veya dinlerinden dönmeleri için azap ve işkence yapma manasınadır,

(Yertedfd): Riddet kelimesi, küfre dönme manasınadır. Dönene de mürted denir.

(Habhad): Bozulma ve iptal edilme manasınadır

(Hâcerû): Lügatta hicreî kelimesi, göc etmek ve terketmek anlamındadır. Şeriatta hicret kelimesi, islâm dinine yardım için Allah (cc) yolunda aile ve vatanını terketmektir.

Râgıb el-İsfahani: «Hicret kelimesi, Darü'l Küfürden. Darü'l İmana git*mek anlamındadır» [333] der.

(Ve câhedû): Lügatta cihad kelimesi, tam guc sar-

fetme manasınadır. Şeriaatta ise düşmanla savaşmaya denir. Cihad'ta Al*lah (cc)'ın dinine yardım için mal ve canı sarfetme vardır

(Yercûne): Lügatta rica kelimesi, faydalı bir şeyin meydana gelmesini arzu etme anlamındadır.

(Gafûrürrahim): «Allah (cc), müminleri hakkıy*la yarlığayıcı, (onları) cidden esirgeyicidir» manasınadır[334]



Âyetlerin İcmali Manaları


Allah (cc), icmali olarak buyurur: «Ey müminler, müşriklerle savaş maktan tabiatınız gereği nefret ediyorsunuz. Savaş, insana güc gelmesine, mal ve canı helak etmesine rağmen size farz kılınmıştır.

Nefislerinize ağır gelen ve çirkin gördüğünüz çok şeyler vardır ki, hakkınızda daha hayırlı ve daha menfaatlidir. Sevdiğiniz ve arzu ettiğiniz çok şeylerde daha zararlı ve korkunç hadiselere vesile olabilir. Allah (cc), gerçekten sizin için hayırlı ve şerli olanı bilir. Öyleyse farz kılınan savaş*maktan çekinmeyiniz ve nefret etmeyiniz. Çünkü onda şimdi ve gelecekte sizin için faydalar vardır.

Ey Muhammed (sav), arkadaşların senden haram ayda savaşmanın helal olup olmadığını soracaklar. Onlara de ki: Gerçekte savaş, büyük ve zor bir iştir. Müşriklerin sizi, Mescid-i Harama gitmeye ve yolunda yurü-meye mani olmaları ve vatanınız Haram belde (Mekke)den çıkarmaları, Allah (cc) katında günah bakımından, onları savaşarak öldürmenizden da*ha büyüktür. Halbuki onların dininizden dolayı eza ve cefa vermeleri, Al*lah (cc) katında sizin onları haram ayda öldürmenizden daha büyüktür. Çünkü onlar, dinden çıkarmak için daha çirkin ve feci şeyler yapmışlardır. Sonra Allah (cc) müşriklerin gücü yetse, müminleri dinlerinden çıkarmak, döndürmek için her türlü fitne, eza ve cefaya devam edeceklerini haber vermiştir. Müşrikler küfürlerinden, hife ve zulümlerinden kesinlikle ayrıl*mazlar. Sizden her kim müşriklerin eza ve cefalarına dayanamayarak veya yaptıkları yalan vaatlere inananarok dininden dönerse, işlediği amellerin hepsi zayi olduğu gibi, Cehennem ateşinde de yanacağını bilsin. Çünkü o kişi, sapık, batıl bir davete icabet etmiştir.

Daha sonra Allah (cc), Resulullah (sav) ile hicret eden ve kafirler kar*şısında direnç göstererek Allah (cc)'ın rahmet ve ikramım ümit eden mü*minlerin, elbette kendisinin rahmet ve fazlına kavuşmaya layık olduklarını haber vermiştir. Zira Allah (cc) için bütün mal ve canlarını feda eden mü*minler, dünyada saadete, ahirette Cennet ve Çemalullaha kavuşmaya la*yıktırlar. [335]



Ayetlerin Nüzul Sebebleri


Abdullah bin Abbas (ra)'tan varit olan rivayete göre; Resulullah (sav), Cemaziyelohir ayında, Abdullah bin Çahş (ra) kumandasında bir seriyye (müfreze)'yi Kureyşlileri gözetlemek ve haber almak için sahil yoluna (Batn-ı Nahle) gönderdi. Onlar Hicaz yoluna doğru yürüdüler. Seriyye Batn-ı Nahle denilen yere geldiği zaman, ticaret eşyası taşıyan bir Kureyş kervanına rastladı. Başlarında Amr bin Abdullah el-Hadrami olmak üzere üç kişi vardı. Abdullah bin Cahş (ra) seriyyesi, Amr bin Abdullah el-Hadrami'yi öldürdü. İki kişiyi esir etti. Kervanı da ganimet olarak aldı. On*lar, Cemaziyelahir ayının son günü olduğunu sanıyorlardı. Halbuki Arap-lorır, hürmet gösterdikleri haram aylardan birisi olan Recep ayının ilk gü*nü imiş. Seriyye, kervan ve esirlerle birlikte Resulullah (sav)'ın huzuruna geldiği zaman, Peygamber (sav) efendimiz, kervan ve esirlere dokunulma*dan bir yerde alıkonulmasını ve Allah (cc)"tan gelecek vohyln beklenme*sini istedi. Çünkü Kureyşlİ kafirler, «Muhammed (sav) ve arkadaşları, ha*ram ayları helal ettiler. O aylarda kan döktüler, mal aldılar, adam esir ettil&r» diyorlardı. Seriyyedeki müslümonlar, yaptıklarından duydukları piş*manlıkla, «andolsun ki tevbe ettik. Tevbemizin kabul edildiğine dair bir âyet gelinceye kadar Mescid-i Nebevi'den çıkmayacağız» dediler, Bunun

üzerine: «Sana haram olan o ayı, Ondaki muharebeyi sorarlar. De ki: On*da (o ayda) muharebe etmek büyük (günöh)tır. (insanları) Allah yolundan men etmek, onu inkar etmek, (ziyaretçilerin) Mescid-i Haram'a gitmelerine mani olmak, O'nun halkını oradan çıkarmak İse Allah katında daha bü*yük (günah)tır» âyeti nazil oldu. Bu âyetin nüzulünden sonra Resululfah (sav), kervan ve esirleri aldı ve dağıttı. [336]



Âyetlerin Tefsirindekı İncelikler


Birinci İncelik: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili olduğundan alınmamış*tır.

İkinci İncelik: Müfessir Hasan: «Siz, dünyada eza ve cefa veren şey*leri çirkin ve kötü görmeyiniz. Siz, çirkin ve kötü gördüğünüz bir cok şey*leri yapmakla kurtulursunuz. Sevdiğiniz bir cok şeyler helakinize sebep olabilir. Şair Ebu Said ed-Darirİ, bir şiirinde şöyle der: «Sakındığınız ve çirkin gördüğünüz bir çok şeyler, sizin razı olacağınız ve beğeneceğiniz şeylere vesile olur. Çünkü sevilen şeyler gözle görülmez, gizlidir. Sevil*meyen ve çirkin olan şeyler ise acıktır» [337] demektedir.

Üçüncü incelik: Tabiatıyla size çirkin, kötü ve ağır gelen bir çok şey*ler, Allah (cc)'ııi hüküm ve takdirine razı olmağa aykırı değildir. Çünkü hasta kimse, gelecekte kendisini tedavi edeceğine inandığı ilaçlan, sev*mese ve nefret etse dahi alır.

Dördüncü İncelik: Müşrikler, haram ayda insan öldürmeyi büyük gü*nah sayıyorlardı. Halbuki onlar dinin yayılmasına engel olma, müminlerin dinlerinden dönmeleri için eza ve cefa yapma, yalan ve iftirada bulunma gibi daha büyük, kötü ve çirkin şeyler yapıyorlardı. Bu hususu bir şair şöyle dile getirir: «Siz, haram ayda İnsan öldürmeyi büyük günah sayıyor*sunuz. Akıllı bir kişi, yaptıklarınızı görse, daha büyük günah olduğuna hükmeder. Muhammed (sav)'in dininin yayılmasına mani olmanızı ve ona İnanmamanızı Allah (cc). görüyor ve biliyor. Allah (cc)'a secde eden kimse kalmaması için Mescid-i Haram haikını çıkarıyorsunuz. Haram ayda bizi insan öldürmekle kınarsanız, islâma göre bunun sakıncası yoktur. İslâmin yayılmasına engel olanlar, huzursuzluk ve fitne çıkaranlar ancak haddi tecavüz eden kafirler ile islâma tahammül edemeyen müşriklerdir.» [338]

Beşinci İncelik: Zemahşeri'ye göre, âyetteki, «...Şayet kafirlerin güç leri yetse...» tabiri, kafirlerin gücünün yetmeyeceğine işarettir. [339]

Altıncı incelik: Âyetteki, «...İşte onlar, Allah'ın rahmetini umarlar...»

İfadesinde bir incelik vardır. Hiç kimse kendi yaptığı amele değil, Allah (cc)'ın rahmetine güvenmelidir. Bu hususu Resulullah (sav) ne güzel be*yan eder: «Sizden hiç kimsenin ameli, onu Cennete sokmaz» buyuran Resulullah (sav)'a, sahabiler, «Ya Resulallöh (sav), sizi de mi götürmeye*cek?» demeleri üzerine, O,'«Evet, beni de götürmeyecek. Yalnız Allah (cc) kendi fazlından rahmetiyle beni dünyada da, ahirette de kapsamıştır,» buyurur.

Katade'den varit olan bir rivayete göre sahabiler, ümmetin en seçkin*leridir. Allah (çc) onları rica (Allahtan ümit edenler) ehli kılmıştır. Çünkü bir kimse, herhangi bir şeyi, ümit ederse ümit ettiğini arar. Her kim de korkarsa korktuğu şeyden kaçar. [340]



Ayetlerdeki Şer'! Hükümler

Birinci Hüküm: Haram Aylarda Savaşmak, Mubah Mıdır?


«Sana haram olan o ayı, ondaki muharebeyi sorarlar...» âyeti, haram aylarda savaşın haram olduğuna delâlet eder. Müfessirler âyetteki «ha*ram» hükmünün neshedilip edilmediği hususunda ihtilaf etmişlerdir. Mü*fessir Ata, bu âyetin hükmünün neshedilmediğini yemin ederek söyler.

Taberİ bu hususta: «Ata, bana, Mekke harimi ve haram aylarda insan*ların savaşmasının haram oiduğunu yemin ederek söylerdf. Yalnız din düş*manları, müslümanlara saldırdığı vakit, Mekke harimi ve haram aylar ol*masına bakılmaz, nefsi müdafa yapılır» [341] der.

Cumhurun delili

Cumhura göre bu âyetin hükmü, «...O müşrikleri, onları nerede bulur*sanız öldürün...» (Tevbe: 5) ve «...Müşrikler sizinle nasıl topyekün harb-ederlerse siz de onlarla topyekün harb edin...» (Tevbe: 36) âyetleriyle nes-hedilmiştir. Said bin el-Müseyyeb (ra)'e, «Müslümanların, müşrikleri haram aylarda öldürmesi doğru mudur?» diye sorulunca O, «Evet» diye cevaplan*dırırdı.

Şüphesiz Resulullah (sav), Huneyn'de Havazin kabilesiyle, Taif'te So-kif kabilesiyle savaşırken, Ebu Amir kumandasındaki bir orduyu da, Utâz kabilesi müşrikleriyle savaşmaya göndermiştir. Eğer haram aylarda, savaş haram olsaydı, Resulullah (sav) savaşır mıydı? O"nun savaşması ve asker göndermesi, bu âyet hükmünün neshedildiğini gösterir.

İbnü'l-Arabi şöyle der: «Sahih olan şudur: Bu âyet, müşriklerin haram aylarda yapılan savaşın büyük günah olduğu inanışlarını reddediyor. Zira Allah (cc), «...(İnsanları) Allah yolundan menetmek, onu inkar etmek, (zi*yaretçilerin) Mescid-i Harama gitmelerine mani olmak, O'nun halkını ora*dan çıkarmak İse ABah katında daha büyük (günah)tır.» buyurmuştur. Bu âyet, müşriklerin yaptıklarının., haram aylarda adam öldürmekten daha bü*yük günah olduğunu göstermektedir. Ey müşrikler, yaptıklarınızı haram ay*larda yaparsanız, sizinle savaşmak o aylarda farz olur.» [342]



İkinci Hüküm: Rlddet (İslâm'dan Dönme), İnsanın Amelini Yok Eder Mi?


«...İçinizden kim dininden döner de o, kâfir olarak ölürse onların (o gibilerin) yaptığı (iyi) İşler dünyada da, ahirette de boşa gitmiştir» âyetine göre, riddet insanın ibâdet ve amellerini yok eder.

Alimlerin ihtilafı, mürtedin ameli, riddetle mi yoksa küfür üzere Ölürse mi yok olacağı hususundadır.

İmam Ebu Hanife (ra) ve İmam Malik (ra)'e göre, mürted olarak öten kimsenin ameli yok olur. imam Şafii (ra)'ye göre İse amelin yok olması, riddetle değil, küfür üzere ölmekledir.

İmam Şafii (ra)'nin delili:

«...İçinizden kim dininden döner de o, kafir olarak ölürse...» âyetinde küfrün ölümle birlikte anılması, mürted amelinin ancak küfür üzere Ölmesi İle yok olacağıno işarettir.

İmam Malik (ra) ve Ebu Hanife (ra)'nin delilleri:

«(Andolsun ki (hobibim) sana da, senden evvelki (peygamberlere de (şu) vahyolunmuştur. Eğer (bilfarz Allah'a) ortak tanırsan, celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve hereketjin boşa gider...» (Zümer: 65) ve «...kim ima*nı tanımayıp kafir olursa herhalde bütün yaptığı boşuna gitmiştir...» (Mâide: 5) âyetleri delilimizdir. Çünkü bu âyetler, açıkça küfrün insanın amelini yok edeceğini ifade eder. Yani -Allah müstümanlart korusun- bir kimse şaşırarak veya bilerek kendisini küfre götürecek bir söz söyler veya ha*rekette bulunursa, açıkça dinden çıkar. O zamana kadar yaptığı tüm iba*detler, boşa gider.

Mezhep İmamları arasındaki bu Ihttlafm sebebi şudur: Hacc yapan bir müstüman, İrtidat ettikten bir müddet sonra tekrar müslüman olursa, kişi*nin hacctnı iade edip etmeyeceği hususudur.

İmam Malik (ra) ve Imam-ı Azam (ra)'a göre o kimse, haccınt iade eder. Çünkü riddet amellerini -birisi de hacctır- yok etmiştir.

imam Şafiî (ra)'ye göre ise, o kimse haccını İade etmez. Çünkü Irti-dattan önce hacc yapmıştır. İrtidat ise, mürtedin amelini küfür üzere ölür*se yok eder. Küfür üzere ölmezse amellerini -umulur ki tekrar iman ede*bilir- yok etmez.

İbnu'l-Arabî: sMüfessirlerimlze göre, «Andolsun ki (habiblm) sana da, senden evvelki (peygamber)lere de (şu) vahyolunmuştur: Eğer (bilfarz Al*lah'a) ortak tanırsan, celalim hakkı İçin (bütün) amel (ve hareketlerdin boşa gider» {Zümer: 65} âyetinde hitap, her ne kadar Resulullah (sav)'a yapılmış ise de. amaç ümmete hitaptır. Zira Resulullah (sav) hakkında rid*det mümkün değildir. Ancak, «...İçinizden kim dininden döner de o. kâfir olarak ölürse...» âyeti, küfür üzere Ölen adamın amelinin yok olması tçin, mürted olması lazım geldiğini gösterir. Amelin şirk ile yok edilmesine ise diğer bir âyet işaret eder. Bu iki âyet, başka başka manaları ifade ettiği gibi, herbfri kendine has birer hükmü beyan eder» der.

Nasla/ın zahiri, kesinlikle amel ve ibadetlerin irtidat İte yok olacağına İşaret eder. Tercih edilen, Maliki ve Hanefi'nin görüşüdür. [343]



Âyetlerden Alınacak Dersler


1. Hakkın zafere ulaşması ve dinin aziz olması Icin, insanların hoşu*na gitmese de savaşmak elzemdir.

2. Müminlerin cihadı terketmeleri doğru değildir. Çünkü cihadda şe-hadet ve zafer vardır.

3. Müslümanların islâmı yaşamalarına ve tebliğ etmelerine mani ol*mak ve âyetleri inkar etmek, haram ayda savaşmaktan daha büyük gü*nahtır.

4. Müşriklerin müstümanlarla savaşmasındaki amaç, çeşitli yol ve ve-silerle onları tekrar küfre götürmektir.

5. İslâm'dan dönmek, insanın amel ve ibadetini yok ettiği gibi ahiret-te de ebedi olorak'yanmasma sebeptir. [344]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
13. DERS KUMAR VE İÇKİNİN HARAM EDİLİŞİ


219-220 — Sana İçkiyi ve kumarı sorarlar. De kir «Onlarda hem bü*yük günah, hem insanlar için faideler vardır. Günahları ise faidelerfnden daha büyüktür.» (Yine) sana hangi şeyi nafaka vereceklerini sorarlar. De ki: «İhtiyacınızdan artanı (verin)». Allah size böylece âyetlerini (pek güzel) açıklar. Olur ki dünya hususunda da, ahiret işinde de iyice düşünürsünüz. Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: «Onları yarar ve İyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle birarada yaşarsanız onlar sizin kardeşleriniz-dir. Allah (yetimlerin) salahına çalışanlarla (onların mal ve halinde) fesat (ve fenalık) yapanları bilir. Eğer Allah dileseydi sîzi muhakkak zahmete sokardı. Şüphesiz Allah mutlak galiptir. Tam hüküm ve hikmet sahibidir.

kumar ve içkinin haram edilişi



Ayetlerin Lâfzi Tahlili


(El hamri): Lügatta hamr kelimesi, hurma ve üzüm şırasından yapılan sarhoş edici içki anlamındadır. Zeccac'a göre hamr, aklın üstünü kapatan şeye denir.

(Elmey»îri); Lügatta meysir kelimesi, kumar manasınadır.

(İsmün): Lügatta isim kelimesi, günah anlamındadır.

(El afve): Lügatta afv kelimesi, ihtiyaç fazlası şey ma-

(Eğneteküm): Eğnete kelimesi, zorluk ve meşakkat manasınadır.

(Azizün): Allah (cc)'ın isimlerinden biridîr. Yani Allah (cc) İçin hiçbir zorluk yoktur. Allah (cç)'tn yapacağına hiç bir şey mani olamaz.

(Hakimün): Allah (cc)'ın İsimlerinden birisi olan Hakim, dilediği şekilde tasarruf sahibi anlamındadır. [345]



Ayetlerin İcmali Manaları


Allah (cc), Resulullah (sav)'a hitaben şöyle buyurur; «Ey Muhammed (sav), içki ve kumar hükmünü soran sahabitere de ki: İçki içilmesi ve ku*mar oynanmasında büyük günah olduğu gibi meşakkatli bir menfaatte vardır. Zararları, menfaatlerinden daha çoktur. Çünkü İçki İçilmesi yüzün*den aklın çalışamaz hale gelmesi, malın elden çıkması, özellikle vücudun tahrib olması, kumarda ise; aile hayatının yıkılması, ibadet yapmaya engel olması, düşmanlığa vesile oluşu gibi büyük zararları, onun az menfaati ile karşılaştırıldığında, zararının ne kadar büyük olduğu görülür.

Ey Muhammed (sav), sahabiler sana mallarından ne kadarını Allah (cc) yolunda harcayacaklarını, ne kadarını da kendilerine alıkoyacakları*nı sorarlar. Onlara de ki: «İnfakı kolay olan ve ailenizin ihtiyaç fazlasından

infak ediniz. Allah (cc)'ın hikmeti, sizin icın menfaatli ve zararlı olanın be-yan edilmesini gerektirir. O sizi hayra ve saadete sevkedecek şeylerin a-çıklanmasını istemiştir. Ki dünya fani, ahiret İse bakidir. Akıllı adam, ahi-reti dünyaya tercih eder.»

Ey Muhammed (sav), sahabiler sana yetimlerin mallarını kendi mal*larına katarak mı, yoksa katmayarak mı çalıştırabileceklerini soracaklar. Onlara de ki: «Vetfmlerin mallarını düzgün bir şekilde çalıştırmak, uzak durmaktan daha iyidir. Yetimlerin mallarını kendi mallarınıza katarsanız, onlar sizin din kardeşlerinizde. Zaten kardeş kendisi İçin sevdiğini, onun için de sevmelidir. Allah (cc) sizi her zaman kontrol ettiği gibi, bütün ha*re ketlerin izden de haberdardır. O, sizlerden kimin bozguncu, kimin düzel*tici olduğunu en iyi bilendir.

Yetimlerin mallarını, kendi mallarınıza kattığınız .zaman, onlarınkini ye*meyiniz. Allah (cc), dileseydi sizi meşakkat ve zorluklara atabilirdi. Fakat Allah fcc), size rahmet ederek kolaylık yaratmıştır. Çünkü Allah (cc), aziz*dir. Hiç kimse, yaptıklarına ve yapacaklarına mani olamadığı gibi, hüküm*lerinden dilediğini, dilediği şekilde beyan' eder.» [346]



Âyetlerin Nüzul Sebebleri


1. imam Ahmed bin Hanbel (ra), Ebu Davud (ra) ve Tirmizî (ra)'nin Ömer bin Hattab (ra)'dan rivayetidir: «Benim {Hz. Ömer), «Yarabbi, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et. Şüphesiz o, malı ve aklı gö*türür» duam üzerine, «Sana içkiyi ve kumarı sorarlar...» âyeti nazil oldu. Âyet nazil olduğunda beni çağırarak okudular. Ben yine, «Atlahım, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et» duam üzerine. «Ey İman edenler, siz sarhoş iken namaza yaklaşmayınız...» (Nisa: 43) âyeti nazil oldu. Beni tekrar çağırarak nazil olan âyeti okudular. Ben yine, «Allahım, bize içki hususunda doyurucu bir haber beyan et» diye dua ettim. Bunun üzerine, «Ey İman edenler, içki kumar (tapınmaya mahsus) dikil taşlar, fal okları, ancak şeytanın amelinden birer murdardır. Onun İçin bunlar* dan kaçının ki muradına eresinfz» (Mâide: 90) ve «Şeytan İçkide ve kumar*da ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Alfanı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık siz (hepiniz) vazgeçtiniz değlJ mi? (Maide: 91) âyetleri nazil oldu. Beni tekrar çağırıp nazil olan âyetleri okumaya başladılar. «Siz vazgeçtiniz değil mi?» cümlesine gelince ben, «Ya Rabbi biz vazgeçtik, vazgeçtik» dedim.»

2. İbn-i Cerir et-Taberi'nin İbn-i Abbas (ra)'tan: «Yetimin malına, ru«-düne erişinceye kadar, o en güzel olanından başka bir surette yaklaşmayın...» (En'âm: 152), «Gerçek, yetimlerin mallarını haksız (ve haram) ola*rak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe (Cehenneme) gireceklerdir» (Nisa: 10) âyetleri nazil olunca yanında yetim bulunduran müslümanlar, yiyecek ve içecek Irkini, yetimlerin kinden ayır*dılar. Hatta kendi yiyeceklerinden de onların yemesi için bir miktar ayır*dılar. Kendilerine zor gelen bu durumun aydınlanmasını Resulullah (sav)'-tan istediler.-Bunun üzerine Allah (cc): «Bir de şano yetimleri sorarlar De ki: Onları yarar ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir crada yaşarsanız onlar sizin İçin kardeşlerinizdir...» âyetini inzal bu*yurdu. Bundan sonra müslümanlar, yetimlerle birlikte yemek yediler ve içtiler» [347] rivayetidir. [348]



Âyetlerin Tefsirindeki İncelikler


Birinci İncelik: Allah (cc). içki hakkında tedrici olarak 4 âyet inzal buyurmuştur. «Hurma ağaçlarının meyvesinden ve üzümlerden de içki ve güzel bir rızık edinirsiniz...» (Nahl: 67) âyeti, Mekke'de nazil oldu. İslâmın ilk devrelerinde zaten müsiümanlar içki içiyorlardı. Ve helaldi. Sonra Me*dine'de: «Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De Vi: Onfarda hem büyük gü*nah, hem insanlar için faideter vardır...» âyeti nazil olunca sahabilerden bir kısmı, âyette «onlarda büyük günah vardır» emrine uyarak içki ve kumarı terkettiler. Diğer bir kısmı ise âyette «onlarda insanlar için faide-ler vardır» emrine ittiba ederek, içkiye devam ettiler.

Daha Sonra bir gün Abdurrahman bin Avı (ra), sahabileri davet ede*rek bir ziyafet verdi. Ziyafette çokça yemek yendi ve İçki içildi. Akşam namazı vakti olunca, içlerinden birini Seçerek namaz kılmaya başladılar. İmam olan kimse, namazda zammı sure olarak. «(Hobibim) de: Ey kafir*ler, ben sizin taptığınıza tapmam» (Kâfirun: 1-2) âyetini «Ben sizin tap*tıklarınıza tcparım» şeklinde okudu. Bunun üzerine, «Ey (man edenler siz sarhoşken ne söyleyeceğiniz bitinceye ve cünüp İken de -yolcu olma*nız müstesna- gusül edinceye kadar namaza yaklaşmayın...» (Nisa: 43) âyeti nazil oldu. Böylece namaz vakitleri İçki içmek yasaklandı. Bir kısım müslümanlar ise, yatsı namazından sonra içki İçmeye devam ettiler.

Bundan sonra sahabi Atban bin Mâlik (ra), bir deve başını kızartarak içlerinde Saad bin Ebi Vakkas (ra)'ın da bulunduğu bir cemaati davet etti. Davette yemek yemeye ve İçki İçilmeye başlandı. İçkiniri tesiriyle kar-iı şılıklı şiirler söylemeye başladılar. Şiir söyleyenlerden biri, kabilesini öven, onları hicveden bir kaside söylemeye başlayfnca, bir ensarlı devenin çene kemiğini alarak Saad bin Ebi Vakkas'm basına vurdu ve kan akıttı. O'da başının kanı ile Resulullah (sav}'a giderek şikayette bulundu. Bunun üze*rine: «Ey İman edenler, içki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır...)» (Mâide: 90) âyeti nazil oldu. [349]

İkinci İncelik: İçkinin tedrici emirlerle haram kılınmasında cok ince ve derin hikmetler vardır. Cahillyet devrinde Araplar, içkiye alışkındılar. İçki hayatlarının bir parçası gibiydi. Eğer bir emirle yasaklansaydı, onlara cok zor gelirdi. Hatta yasaklama emrine uymazlardı. Hz. Aişe (ra}'nin; ' «Önce Kur'an'ın uzun bir suresinde Cennet veXehennemİ bildiren âyetler geldi. İslâmi kabul edenler, islâmi esaslara iyice alıştıktan sonra helal ve haramı bildiren âyetler gelmeye başladı. Eğer içki hususunda da başlangıç*ta, «içkiyi İçmeyin» emri nazil olsaydı, onlar «içkiyi katiyyen bırakmayız» diyeceklerdi» dediği gibi, istâmın sosyal hastalıkları nasıl tedavi ettiği a-Cikca görülür. Çünkü içki hususunda nazil olan 1. âyette, halkı ondan nefret ettirme, 2. âyette mala ve bedene verdiğf büyük zararlar ve az menfaati mukayese etme ve nefret ettirme, 3. âyette, namaz vakitlerinde içki icifmeme yasağı ve namaza yaklaştırmama. 4. âyette de kesin olarak haram kılma yoluna gidildi. [350]

Üçüncü İncelik: İçki, aklı götürdüğü gibi, malı da elden clkarır. Halbuki âyette nicln, «içkide menfaat vardır» deniliyor? Bu soruyu şöyle cevap*landırabiliriz: Âyetteki, «menfaatlar» tabirinden maksat, maddi menfaat-lardır. Zira onlar, içkiyi yüksek fiatla satarak büyük para kazanıyorlardı.' Kumar ile de oyun bilmeyenlerin elinden rahatlıkla paralarını alırlardı. Allah (cc) gerek içki, gerekse kumarda menfaati zikretmesi ortak nokta*dır. İkisinde de menfaat, maddidir. Kumar oynayanların bir krsmı kazanır, bir kısmı ise kaybeder. İçki ticaretini yapanlar, büyük kazançlar elde et*seler de. onu alıp içenler, satanlardan kat kat fazladır. Allah (cc), âyetin*de icmâlen şöyle der: Onda her nekadar az bir menfaat varsa da, onun İçilmesi ve satılmasıyla kazanılan günahlar, menfaatından pek çoktur.

Altâme Kurtubi, bu hususta şöyle diyor: «İçkideki menfaatler ticaretin*deki karlardır. Çünkü Araplar, Şam bölgesinden cok ucuza aldıkları İçkiyi, Hicaz bölgesine getirerek fahiş fiyatla satarlardı. Çoğu kez içkiye alışan*lar, flata aldırış etmeksizin onu alırlar. Hatta çocuklarının tek gıdalarını oluşturan süt keçilerini satarak, İçki alma yoluna giderlerdi. Buna ben*zer olaylar zarr.anımızda da pek çoktur.» [351]

Dördüncü İncelik: İnsanın en değerli varlığı aklıdır. İçki içerek. İnsani duygulardan uzaklaşan insan, hayvan mertebesine İner. Bundan dolayı Allah (cc), İçkiyi haram etmiştir. Hatta içkiye «kötülüklerin anası» İsmi dahi verilmiştir. Nesâi, Hz. Osman (ra)'dan şöyle rivayet eder:. «İçkiden kaçınınız. Çünkü o bütün kötülüklerin anasıdır. Önceki ümmetlerden birin*de çok ibadet eden bir adam vardı. Onu yoldan çıkarmak isteyen azgın, sapık bir kadın, cariyesini göndererek, «Şahit yapmak İstiyorum, yanıma gelsin» dedi. O kimse, cariye İle birlikte sapık kadının evine girdi. Cariye, kadının yanına varıncaya kadar geçtikierj tüm kapıları kilitledi. Kadının yanına gelen o kimse, onun çok süslenmiş olarak oturduğunu gördü. Kadın ona «Sent şahitlik için değil, benimle cinsi münasebette bulunma, bu şa*raptan bir kase içme veya.şu çocuğu öldürme fiillerinden birini yapmanız için çağırdım» dedi. Bunların içinde en hafif olarak şarap İçmeği gören o kimse, «Bana bir kase şarap verin» dedi. Onlar bir kase şarabı verdikten sonra, o kimse sarhoş oluncaya kadar şarap içmeye devam etti. Bundan sonra kadınla cinsi münasebette bulundu. Çocuğu da öldürdü. Öyleyse siz içkiden kaçınınız..Çünkü Allah (cc)'a yemin ederim ki İman ile İçki bi-rarada olmaz. Birisi ctkar, diğeri o zaman girer. Yani iman çıkar, içki kalır.» [352]

Besinci incelik: İçki içmeye karar veren ve nefsine haram kılan Kays [353] bin Asım el-Minkarî (ra), içkinin kötülüklerini bir şiirinde şöyle anlatır: «İçkinin hiç bir hususta iyiliğini görmedik. Çünkü ondaki hususiyet, en uy*sal insanı dahi azgınlaşttrmoktır. Allah {CC)'a yemin ederim ki, o, hiç bir hastalığı iyiieştirmez. İçen kimsenin iç yapısını hemen ortaya çıkarır ve onu halka rezit eder. İçki bir çok büyük felaketlere vesile olur.»

Altıncı İncelik: Arapların cahiüyet devrinde oynadıkları kuman Ze-mahşeri şöyle dile getirir: «Arapların fincan şeklinde, son üç tanesi ha*riç diğerlerinin üzerinde pay miktarı yazılı, 1. aletin pay, 2. aletin İkiz, 3. aletin rahip (kontrol), A. aletin dördüncü, 5. aletin nafiz, 6. aletin müsbil, 7. aletin mualla, 8. aletin menin, 9. aletin sefih ve 10. aletin elvağd İsmiyle anılan 10 tane kumar aletleri vardır. Bunları bir torbaya koyduktan sonra, güvendikleri adil bir kimseye verirlerdi. O kfmse, torbayı karıştırdıktan son*ra kumar aletlerinden onların her birisine birer tane verir, aletlerin üzer*lerinde pay miktarları yazılı olduğundan, herkes hakkına razı olurdu. His*selerine pay çıkanlar, bunları yemeyerek fakirlere dağıtır ve bununla do iftihar ederlerdi. Oyuna katılmayanlar da hakir görülerek horla nırlardı.» [354]



Ayetlerdeki Şer’i Hükümler:


Bîrincî Hüküm: «Sana Içkfyl Ve Kumarı Sorarlar...* Âyeti, İçkinin Haram Olduğuna Delalet «Der Mi?


Bazı alimlere göre, «Sana İçkiyi ve kuman sorarlar. Da ki: Onlarda hem büyük günah, hem İnsanlar İçin faldeler vardır. Günahları ise falde-lerinden daha büyüktür...» âyeti, içkinin haram olduğuna delalet eder. Zi*ra Allah {cc} âyette. «De W: Onlarda hem büyük günah... vardır» ifadesini anmıştır. Halbuki Cenab-ı Hak, «De ki: Rabfaim oncak hayasızlıkları, onla*rın açığım, gizlisini bununla beraber (her türlü) günah"... haram etmiştir» (A'raf: 33} öyetiyle günah işlemeyi haram kılmıştır. Bu görüş Kadı Ebu Yo'la'nındtr.

Cumhur/a göre ise bu âyet, içkinin haram olduğuna değil, çirkin ve kötü bir şey olduğuna işarettir. Çünkü sahabller, bu âyetin nüzûlundan sonra da içki İçmişlerdir. Eğer içkinin haram olduğunu bu âyetten saha-biler anlasaydılar, kesinlikle içki İçmezlerdi. Bu âyetin hükmü, Mâide su*resinin 90. âyetiyle neshedilmiştir. Bu görüş, Mücahid (ra), Katâde (ro) ve Mukâti (ra)'İndir. Sahih olan da budur.

Kurtubl, bununla ilgili olarak: «Bu âyette, yalnız içkiyi yerme vardır. Onun haram edilmesi, «Ey İman edenler, İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları ancak şeytanın amelinden birer murdardır...» (Mâlde: 90) âyetiyledir. Ço*ğu müfessir bu görüştedir» [355] der. [356]



İkinci Hüküm: «Hamr (Şarap)» Nedir? Her Müskfr (Sarhoş Edici Şey)'e Hamr Denir Mi?


Hamr'in tarifi hususunda alimler iki görüşe ayrılmışlardır.

İmam-ı Azam Ebu Hanife (ra)'ye göre, yalnız üzüm şırasından yapılan sarhoş edici içkiye hamr denir. Üzüm dışındaki şeylerden yapılan sarhoş edici içkiye ise hamr değil, nebiz (sarhoş edici bir madde) denir. Bu gö*rüş, Küfe alimleri. Neheî, Sevrî ve Ibn-i Ebi Leyla'nındır.

İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra) ve İmam Ahmed bin Hanbel (ra)'e göreyse hamr; hurma, üzüm, arpa ve diğer herhangi bir maddeden yapı*lırsa yapılsın, sarhoş edici şeylere denir. Bu görüşte bütün muhaddis ve Hicaz alimlerinin görüşüdür.

Küfe alimleri ve İmam-ı Azam'ın delilleri:

Küfe alimleri ve Ebu Hanife (ra). hurma ve üzüm dışında, diğer mey*ve ve arpalardan yapılan şıraya, hamr (şarap) denilmediğini lügat ve ha*disle Isbat ederler.

Lügattan delilleri: Ebu'l Esved ed-Düeli; «Sen hamr (şarap) içmeyi bırak, onu Hind içsin» şiirinde, hamr'İ yalnız üzümden yapılan sarhoş edici içki anlamında kullanmıştır.

Sünnet (hadis)'ten delilleri: Ebu Said el-Hudri (ra)'den varit olan ri*vayete göre, Resulullah (sav) yanına gelen bir sarhoş kişiye, «Hamr mi içtiniz? div'd sorunca o, «Allah (cc) ve Resulü (sav), onu haram ettikten sonra içmedim» dedi. «Öyleyse ne içtiniz?» buyuran Resulullah-(sav)'a «Üzüm, hurma ve-diğer meyvaların karışık şıralarından İçtim» cevabını verdi. Peygamber Efendimiz (sav), onları da haram kıldı. [357] Bu hadisten anlaşılan, o sarhoşun, Resulullah (sav)'ın huzurunda karışık şıraya hamr ismini vermediğidir. Öyleyse hamr, yalnız üzüm şırasından yapılan İçkiye denir.

İmam Malik (ra), İmam Şafii (ra), İmam Hanbelİ (ra) ve Hicaz alimle*rinin delilleri:

Bunların, her sarhoş edici şeyin hamr olduğuna dair delilleri aşağı*dadır :

1. Ibn-i Ömer (ra)'dan varit olan rivayete,göre; Resulullah (sav): «Her sarhoş edici şey, hamr (şarap)dır ve her sarhoş edici şeyde haramdır*»; buyurdu. [358]

2. Ebu Hüreyre (ra)'nin rivayet ettiği hadistir: «Resulullah (sav), ü-züm ve hurma ağaçlarına İşaret ederek, «Hamr, bunlardan yaptlır» buyur-uU» [359]

3. Enes (ra)'den: «Resuiuilah (sav), «Hamr, haram kılınmıştır. Üzüm*den yapılan hamr, bizim ülkemizde azdır. Bizim ülkemizin hamr'i İse, taze ve kurutulmuş hurmadan yapılır» buyurdu.» [360] diye rivayet ediien ha*distir.

4. Ibn-i.Ömer (ra)'den varit olan diğer bir rivayete göre de, Resulul*lah (sav); «Haram kılınan hamr, üzüm, buğday, hurma, arpa ve darıdan yapılır. Aklı örten (çalışamaz hale getiren) her şeye hamr denir» buyur*du. [361]

5. Ümme Seleme (ra) annemizin; «Resulullah (sav), her sarhoş edici şeyi yasaklamıştır» [362] rivayetidir.

Bunlar, görüşlerini hadislerle isbat ettikleri gibi, lügatle de isbat e-derler. Çünkü lügatta hamr, bir şeyi örtme anlamındadır. Sarhoş edici şey*lere de hamr denmesi, aklı örttüğü, yani üstü Örtülü şeyin görülmediği gibi, içkifi bir kişinin geçici bir zaman da olsa aklını çalışamaz hale getirdiği içindir. Üzüm, arpa, hurma, buğday ve dan gibi şıralar, hamr gibi aklı Ör*terler. Sarhoş edici madde neden yapılırsa yapılsın, hamr olduğu kesindir.

İmam Fohreddin er-Râzî bu hususta; «Yapılan tüm izahlar, şıraların hamr gibi sarhoş edici olduklarını ortaya çıkarıyor. Lügatçıların tahkikine, nakledilen hadislerde i]ave edilirse bütün şıraların hamr gibi yasak edildiği açıkça görülür» [363] der.

Birinci ve ikinci gurubun delilleri incelendiğinde, ikinci gurubunki ter*cih edilir, öyleyse hamr, haram olduğu gibi, her sarhoş edici şey de hamr'-dır ve haramdır. Hz. Ömer (ra) de bu görüştedir. Sahabiler hamr'in haram olduğunu duyunca, ondan bütün şıraların haram edildiğini anladılar. Çün*kü Arap dili ve edebiyatını-herkesten İyi bildikleri gibi, Allah (cc)'ın âyette*ki maksadını da herkesten iyi arılıyorlardı. Sarhoş edici şeyin haram oldu*ğu hadisle de sabittir. Enes bin Malik (ra)'den: «Şarabın haram kılındığı gün -Onu duymamıştık- Ebu Talha (ra)'nın evinde içki içen arkadaşlara şakilik yapıyordum. Hurma şırasından yapılmış içkiyi dağıtırken, dışarı*dan gelen bir kimse, «Siz hamr hakkında nazij olan âyeti duymadınız mı?» dediği zaman evde bulunan topluluğun hepsi içkilerini dökerek, kaselerini kırarak orayı terkettiler.» diye rivayet edilen tarihi olay, İçkilerin neden yapılırsa yapılsın, kesinlikle horam olduğunu gösteriyor. [364]



Üçüncü Hüküm: Hangi Kumar Çeşitleri Haramdır?


Bütün islâm alimleri, her türlü kumarın kesinlikle haram olduğuna hükmederler. Çünkü Allah (cc), «Sana İçkiyi ve kuman sorarlar. De kt: On*lar da büyük günah... vardır» âyetiyle haram kılmıştır Hangi oyun olursa olsun, bir kısmı .kazanırken, büyük bir kısmı da zarara girmektedir. Bu oyunlar tavla, satranç, kağıt veya herhangi bir oyun aletiyle olsun hepsi haramdır. Hatta oynanan oyun, bir bardak çay karşılığı da olsa, yine ha*ramdır. Zira islâm'da haram olan bir şeyde İstisnai bir durum söz konu*su olamaz. İslâm'a göre kumar türleri içersine hangi maksatla satılırsa sa*tılsın tüm piyango biletleri, at yarışlarında atların İsmiyle çekilen biletler, spor kulüpleri namına doldurulan kağıtlar girer ve bunlar aynen kumar hükmündedir. Bunlarda kumar da olduğu gibi kazanan çok az, kaybeden sayılamayacak kadar çoktur. Geniş, izahat fskıh kitaplarında vardır. [365]



Âyetlerdeki Teşriî Hikmetler


Allah (cc), İnsan aklına, mâlına ve aile hayatına büyük zarar verdiğin*den içkiyi kesinlikle haram kılmıştır. Herşeyden önce İçki, insanın aklını tahrib ederek, yeme, yatma ve konuşmasını anormalleştirir. Sindirim sis*temini ve Kan dolaşımını etkiler. Çoğu kez içki, kendisine alışanların ani ölümüne neden olur. Bu husustaki geniş İzahat elbette modern tababet*te mevcuttur. Hatta bazı Alman doktorları, kendi devlet adamlarına, «Siz meyhane ve İçki fabrikalarının yarışını kapatınız. Bizde hastane ve hapis*hanelerin yarısının kapacağına teminat verelim» demişler. İçkinin zarar ve kötülüklerini, «İçki, kötülüklerin onasıdtr* hadis) ne güzel İzah eder.

Kumarın zararları da, İçkinin zararlarından az değildir. Zira o, oyna*yanlar arasına kin, düşmanlık sokar. Halkı tembelliğe, başıboş gezmeğe, yorulmadan ve çalışmadan para kazanmaya alıştırır. Namaz kılmak ve zikir yapmaktan alıkor. Aile hayatını yıkar. Onun vasıtasıyla çoğu zengin aile*ler, fakir düşer. Kumara alışanların para ve servetlerini kaybetmelerinden dolayı intihar ettikleri de görülür. Gün geçtikçe içki ve kumarın zarar*larının ne kadar çok olduğu açıkça müşahede edilmektedir. Halbuki bu tecrübelere bakmaksızın herkesin içki ve kumarı, «Şaytan İçkide ve ku*marda ancak aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi Allah'ı anmaktan alıkoymak ister. Artık siz vazgeçtiniz değil mi?» (Mâide: 91) âyetine baka*rak terketmesi gerekir. Her müslümana düşen vazife budur. [366]
 

Muhtazaf

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
30 Mar 2008
Mesajlar
9,637
Tepki puanı
1,009
Puanları
113
Yaş
67
Web Sitesi
www.aydin-aydin.com
14. DERS MÜŞRİK KADIN VE ERKEKLERLE EVLENME


221 — (Ey müminler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle), on*lara İmana gelinceye kadar evlenmeyin, İman eden bir cariye, müşrik bir kadından -bu, sizin hoşunuza gitse de- elbet daha hayırlıdır. Müşrik erkek-lere de, onlar iman edinceye kadar, (mü'mfn kadınları) nikahlamayın. Mü'-mln bir kul, müşrikten- o sizin hoşunuza gitse de- elbette hayırlıdır. On*lar sizi cehenneme çağırırlar. Allah İse, kendi iradesiyle, cennete ve mağ*firete çağırır. O, insanlara âyetlerini apaçık söyler. Tâ ki İyice düşünüp İbret alsınlar.



Ayetin Lafzı Tahlili


(Tenklhül müşrlkâtl): lAllah'a eş tanıyan kadınlarla evlenmeyiniz.» Lügatta, hiçbir semavî dini olmayan, putla*ra tapan kadına müşrike, erkeğe müşrik denir.

(Emetün mü'mînetün}; Emet kelimesi, cariye anlamındadır. Mü'mine kelimesi ise, islâmı kabul eden kadın ma nasınadır. [367]



Âyetin İcmali Manası


Allah (cc), icmâlen şöyle buyurur: «Ey müminler, müşrik kadınlarla, Allah (ccj'a ve ahiret gününe inanıncaya kadar evlenmeyiniz. Sizin için Allah (cc)'a ve Resulü (sav)'ne İnanan bir cariye —malr, mevkisi ve güzel*liğiyle hoşunuza giden— müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Siz kadın*larınızı müşrik erkeklere Allah (cc} ve Rasulüne (sav) inanıncaya kadar nikahlamayınız. Sizin hür kadınlarınızı, mü'min bir köleyle evlendirmeniz .-serveti ve mevkisi hoşunuza giden- hür bir müşrikle evlendirmenizden dona hayırlıdır. Çünkü evlenmeleri haram olan müşrik erkek ve kadınlar, sizi cehennem ateşine götürecek bir yola davet ediyorlar. Allah (cc) ise sizi cennete götürecek bir yola davet ediyor ve halka kendi yolunun cen*net yolu olduğunu gösteriyor. Ki onlar güzel ile çirkini, hayır ile şerri bir*birinden ayırt edebilmeyi düşünsünler. [368]



Âyetin Nüzul Sebebleri


1. Mirsat bin Ebi Mirsat (ra), hicretten sonra Muhacirlerin Mekke'de kalan ailelerini Medine'ye getiriyordu. O'nun cahiliyet devrinde «Enak» İsimli müşrik bir kadınla ilişkisi vardı. Mirsat, Mekke'ye geldiğinde- kadın, «Benimle kalmaz mısınız?» dedi. Mirsat kadına, «Ne yapıyorsunuz? İslâm, seni bana haram kıldı» deyince, o da, «öyleyse benimle evlen» dedi. Mir*sat, Rasulullah (sav)'a gidip sorduktan sonra evlenebiliriz» diye cevap verdi. Bunun üzerine, bu âyet nazil oldu. [369]

2. İbn-i Abbas (ro)'ın rivayetidir: «Abdullah bin Revaha (ra)'ntn zenci bir cariyesi vardı. Kızarak ona bir tokat attı, fakat korktu. Resulülloh (savj'a giderek durumu anlattı. Resülullah (sav), o cariyenin kim olduğunu sorun*ca, «oruç tutan, abdest alan, namaz kılan, Allah (cc)'a ve sana inanan bir kadındır» dedi. Resulullah (sav) «O cariye, mu'minedir» deyince Ab*dullah, «Seni hak yol ile gönderen Allah'a yemin ederim ki, onu azat edip evleneceğim» dedi. Bİlahere Abdullah bin Revaha (ra). o mü'mine cariye ile evlendi. Bunun üzerine bazı müslümanlar, O'nun bu cariye ile evlenmesini ayıpladılar. Çünkü onlar müşrik kadınları güzellik, soyluluk, zen*ginlik gibi vasıflara önerek almak (evlenmek) istiyorlardı. İşte bunun üze*rine, bu âyet nazil oldu.» [370]



Âyetin Tefsirindeki İncelikler


Birinci İncelik: Âyette, «nikâh» kelimesinden maksat, cinsî münasebet değil evlenmedir.

İkinci incelik: «...İman ederi bir cariye, müşrik bir kadından -bu sizin hoşunuza gitse de- elbette daha hayırlıdır» âyetinde, evlenme konusunda dikkat edilecek şeylere çok ince bir işaret vardır. Evlenmede en dikkat edilecek şey, kadının güzelliği, soyluluğu ve zenginliği değil, güzel huy-luluğu ve dindar oluşudur. Nitekim Rasulullah (sav} bir hadisinde: «Siz ka*dınları güzelliği için almayınız. Güzellik onları gurura ve şımarıklığa sev-kedebillr. Malları için de evlenmeyiniz. Çünkü servetleri, onları size karşı isyan ettirebilir. Siz dindar kadınlarla evleniniz. Dindar zenci bir cariye, güzellik ve servet sahibi bir kadından daha hayırlıdır,» buyurmuştur. [371]

Üçüncü ve dördüncü incelikler: Arap dili ve edebiyatıyla ilgili oldu*ğundan alınmamıştır. [372]



Ayetteki Şer’i Hükümler


Birinci Hüküm : Kitap Ehli (Yahudi Ve Hristlyan) Kadınlarla Evlenmek Haram Mıdır?


«(Ey müminler) Allah'a eş tanıyan kadınlarla (müşriklerle), onlar ima*na gelinceye kadar evlenmeyin» âyeti, puta ve ateşe tapan kadınlarla ev*lenmenin haram olduğuna delalet eder. Kitap ehil kadinfarla evlenmek ise, caizdir. Zira Allah (cc): «Bugün size bütün İyi ve temiz (nimetler) helal kılındı. Kendilerine ki top verilenlerin yiyeceği sizin İçin helal olduğu gibi, sizin yiyeceğiniz de onlar için helaldir. Namuskar, zinaya sapmamış, gizli dostlar »dinmemiş (İnsanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) mü'mlnlerden hür ve İffetli kadınlarla, kendilerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve İffetli hanımlar dahi, siz onların mehillerini verip (nikah ed) ince (siz© helaldir)...» (Mâide: 5) buyurmuştur. Bu âyete göre. kitap ehli ka*dınlardan iffetli ve namuslu olanlarla evlenmek mubahtır. Cumhur ve ehl-i sünnet'in dört mezheb imamı bu görüştedir.

İbn-i Ömer (ra) ise, kitap ehli kadınlarla evlenmeye haram demiştir. Çünkü bir müslümanm, hrlstiyon ve yahudi bir kadınla evlenip evleneme-yeceği sorulduğunda «Allah (cc), müşrik kadınlarla evlenmeyi haram kıl*mıştır. Bir kadının Hz. İsa veya Hz. Meryem'in Rab olduğuna İnanarak söy*lediklerinden daha büyük bir şirk tasavvur edemiyorum» demiştir.

Cumhur'un (Ebu Hafifte (ra), ŞafK (ro), Maliki (ro), ve Hanbeli (ra) delilleri:

A. Müşrik kelimesi, kitap ehlini kapsamaz. Çünkü Allah (cc) «Ehl-i kitaptan olan kafirler de, (Allah'a eş koşan) müşriklerde size Rabblnİzden birkaç hayır indirilmesini İstemezler» (Bakara: 105), «Kitaplılardan ve müş*riklerden küfredenler...» âyetleriyle buna işaret eder. Bu iki âyette, müş*rikler ve kitap ehli ayrı ayrı zikredilmiştir. Bu da göstermektedir ki, ikisi bir değildir.

B. Cumhur, selefin kitap ehli kadınlarla evlenmeyi mubah görmelerini delil getirirler. Çünkü onlar, Asr-ı Saadete bizden daha yakındılar, Arap dili ve edebiyatı ile hadisleri bizden daha iyi biliyorlardı.

Katâde (ra)'ye göre, «Ey müminler Allah'a eş tanıyan kadınlarla, on-lur imana gelinceye kadar evlenmeyin...* âyetinden maksat, okuyup amel edecekleri hiçbir semavi kitapları olmayan müşrik Arap kadınlarıdır. [373]

Hammâd'dan şöyle rivayet edilmiştir: «Ben, İbrahim en-Nehâî'ye, «Hristiyan ve yahudi bir kadınla evlenmek mubah mıdır? diye sordum. «Ev*lenilir» cevabını alınca tekrar, «Allah (cc) müşrik kadınla evlenmeyiniz bu-yurmamış mıdır?» dedim. O'da «Âyette «müşrik» kadından maksat, puta ve ateşe tapan kadınlardır» dedi.[374]

C. Cumhur'a göre Bakara süresindeki, «Allah'a eş tanıyan kadınlarla, onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin...» âyetin. Mâ ide süresindeki, «...Namuskar,. zinaya sapmamış ve gizil dostlar da edinmemiş (İnsanlar) halinde (yaşamanız şartıyla) mü'mlnlerden hür ve İffetti kadınlarla kendi*lerine sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi siz onların mehillerini ver(İp nikah edjlnce (stze helaldir)...» (5. âyet) âyeti neshetmesi caiz değildir. Çünkü Bakara suresi 221. âyeti, Medine'de nazil olan âyetlerdendir. M aide suresi 5. âyeti ise nikah mevzuunda daha sonra nazil olmuştur. Nesh kuralında son gelen âyet, bir önceki âyetin hükmü*nü nesheder.:

D. Hz. Ömer (ra), bir yahudi kadınla evlenen Huzeyfetü'l Yemanî'ye yazdığı mektupta, evlendiği kadını boşamasını tavsiye etti. O, Hz. Ömer (ra)'e yazdığı cevabı mektupta «Eğer yahudi bir kadınla evlenmek haram ise, boşayayım» dedi. Hz. Ömer (ra), O'nun mektubuna verdiği cevapta şöyle dedi: «Onlarla evlenmek haram değildir. Endişem, sizin iffetfl olma*yan kadınlarla evlenmenizdîr. Çünkü Allah (cc), kltapehli kadınlarla evlen*meyi ancak İffetti olmak, yani kimseyle zina yapmayan veya gizli ilişkisi olmayan kadın olmak şartıyla mubah kılmıştır.» [375]

Hz. Ömer (ra)'in, Huzeyfetü'I Yemani'ye (ra) yazdığı mektuptan, müs-İümanların evlilik hususunda cok dikkatli ve ihtiyatlı olmalarını tavsiye ettiğini görüyoruz. Yoksa mektuptan, kitap ehlj bir kadınla evlenmenin haram olduğu anlaşılmaz.

E. Abdurrahman bin Avf (ra)'ın rivayet ettiği hadise göre, Resulutlah (sav), mecusiler hakkında; «Siz onlarla yaptığınız işlerde, kitap ehli ile yaptığınız işlerdeki gibi hareket ediniz. Yalnız mecusilerin kadınlarıyla evlenmeyiniz ve kestikleri hayvanların etlerini yemeyiniz» buyurdu. [376]

Kitap ehli kadınlarla nikah caiz olmasaydı, naklettiğimiz hadiste, Re-sulullah (sav), mesusi kadınlarla evlenmeyi yasakladığı gibi, kitap ehil kadınlarla da evlenmeyi yasaklardı.

Taberi, bu hususta şöyle der: «Tefsirler içinde bu ayetin en güzel tef*sirini Katâde aşağıdaki şekilde yapmıştır: «Allah (cc)'ın, «Siz müşrik ka*dınlarla evlenmeyiniz» âyetinden murat, kitap ehli olmayan müşrik kadın*lardır. Âyetin hükmü diğer '"ir âyetle neshedilmemiştir. Çünkü kitap ehli kadınlar tabirine dahil değildir. Allah (cc) kitap ehli kadınların, «...Ken-dllterlne sizden evvel kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerinf ver(İp nikah ed)İnce (size helaldir)...» âyetiyle, mü'-mlnlerle evlenmesini helal kılmıştır. Hz. Ömer (ra) de, «Müslüman bir er*kek, hrlstiyan bir kadınla evlenebilir. Hiçbir zaman hristiyan bir erkek, müslüman bir kadınla evlenemez» buyurdu. Yalnız Hz. Ömer (ra)'in saha-bilerden Talha (ra) ve Huzeyfe (ra)'nin, yahudi ve hristiyan kadınlarla ev*lenmelerini çirkin görmesi ve onları boşamasını istemesi, onlara halkın bu hususta uymamaları içindir. Eğer Hz. Ömer (ra), onların kitap ehli ka*dınlarla evlenmelerini çirkin görmeseydi, müslümanların çoğu onlara uyarak kitap ehli kadınlarla evlenir, müslüman kadınlarla evlenmeyi terke-derdi.» [377]



İkinci Hüküm: Müslüman Kadınlarla, Evlenmeleri Haram Olan Müşrikler Kimlerdir?


«...Müşrik erkeklere de, onlar İman edinceye kadar, (mü'mfn kadın*ları) nikahlamayın» âyeti, müşrik bir erkeğin, müslüman bir kadınla ev*lenmesini kesinlikle haram kılar. Âyette «müşrik» kelimesinden murat, İs*lâm dinine girmeyen, putperest, mecusi, yahudi, hrlstiyan ve mürtedlerdfr. Bunların hepsi de âyette de görüldüğü gibi kesinlikle haramdır. Bunun hikmeti de İslâmın izzet ve şerefinin herşeyin üstünde olmasıdır. Hiçbir şey, İsfâmın üstüne çıkamaz.

Müslüman bir erkeğin, yahudi ve hrlstiyan bir kadınla evlenmesi he*lal olduğu halde, hristiyan veya yahudi bir erkeğin, müslüman bir kadınla evlenmesi kesin olarak haramdır. Çünkü Allah (cc} «Onlar sizi cehenneme çağırırlar...» âyetiyle bunu beyan etmiştir. Yani onlar, sizi küfre davet e-der, küfür İse cehennem ateşine atılmaya sebeptir. İslama göre erkeğin, kadın üzerinde mutlaka bir hakimiyeti vardır. Bu nedenle evlendiği kimse, mü'mine kadını dinini terketmeye zorlayarak kendi dinine sokabilir. Doğan çocukları babası hristiyan, musevî veya purperest yapabilir. Çünkü çocuk*lar, babanın yanında terbiye olmuştur. Bu da çocuğun ateşe girmesine vesile olur. Diğer taraftan müslüman bir erkek, Hz. İsa ve Hz. Musa'ya inandığı gibi onlara inzal olan İncil ve Tevrat'a da İnanır. Erkeğin müslü*man olması, hristiyan veya yahudi kansına eza ve cefa yapmasına mani*dir. Çünkü o, karısının inandığı peygamberlere de inanır. Hiç bir dinî ihti*lafları, eza ve cefaya sebep olmaz. Ama Kur'an'a ve Resululfah (sav)'a İnanmayan bir gayr-i müslim erkek, dininden dolayı her zaman karısına işkence yapar ve dinini hafife alır.

Halep'te iken, İslâm hukukunu küçük düşürmek kastıyla, «Müslüman erkek, hristiyan bir kadınla evlenebilir de. bir hristiyan erkek, neden müs*lüman bir kadınla evlenemez?» diye soran gayr-i müslim bir talebeye, «Biz müslümanlar, peygamberiniz Hz. İsa'ya ve kitabınız İncil'e İnanıyo*ruz. Eğer sizde peygamberimiz Hz. Muhammed (sav)'e ve kitabımız Kur'-an'o irfanırsanız, kızlarımızla evlenebilirsiniz» dedim. Talebe şaşkına dö*nerek yanımdan ayrıldı. [378]



Ayetten Alınacak Dersler


1. Semavi kitaplara İnanmayan ve puta tapan bir kadınla evlenmek haramdır.

2. Gayr-ı müslimlerin, müslüman kadınlarla evlenmeleri haramdır.

3. Müslüman bir erkeğin, hristiyon veya yahudi bir kadınla evlenme*si, doğacak çocuğa dini bir zarar gelmemek şartıyla helaldir.

4. İnsanlar arasında üstünlük yalnız dinledir. Müslüman bir erkek, her zaman gayr-i müslim bir erkekten, müslüman bir kadında gayr-i müslim bir kadından üstündür.

5. Gayr-i müslim bir erkek, evlendiği takdirde mümine bir kadını her zaman kâfir yapmaya çalışır. Bunun İçin mü'mine bir kadının, gayr-İ müs*lim bir erkekle evlilik yapması haramdır. [379]
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt