_YUSUF_
Yönetici
- Katılım
- 26 Haz 2008
- Mesajlar
- 4,070
- Tepki puanı
- 1,043
- Puanları
- 113
- Yaş
- 43
Nisa-6. “Yetimleri, evlenme çağına gelene kadar deneyin; onlarda olgunlaşma görürseniz mallarını kendilerine verin; büyüyecekler de geri alacaklar diye onları israf ederek ve tez elden yemeyin. Zengin olan, iffetli olmağa çalışsın, yoksul olan uygun bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, yanlarında şahit bulundurun. Hesap sormak için Allah yeter.”
Nikâh çağına, evlenme çağına geldiklerinde yetimleri bir deneyin. Bulûğ çağına, namaz ve oruç gibi dinî mükellefiyetlerle sorumlu olma çağına, ya da evlenme çağına ulaştıkları zaman, evlenme durumuyla karşı karşıya geldikleri zaman onları bir imtihana tabi tutun. Namaz kılma, oruç tutma çağına ulaşmışlar mı ulaşmamışlar mı? Evlilik çağına gelmişler mi gelmemişler mi? Bu işin sorumluluğunu yüklenebilecek duruma ulaşmışlar mı ulaşmamışlar mı? Veya onlar acaba kendi mallarına sahip olabilecek bir duruma, bir çağa gelmişler mi, gelmemişler mi? Durumlarına bir bakın, bir gözden geçirin onları.
Eğer onlarda bir rüşt, bir olgunluk, sorumluluk yüklenme kapasitesi görmüşseniz, kendilerinden emin olmuşsanız o zaman hemen kendilerine sizin emânetinizde olan mallarını verin. Onlar büyüyecekler de mallarına sahip olacaklar, mallarını bizim elimizden alacaklar diye sakın onlara ait olan malları israfla çarçabuk, alelacele yiyip bitirmeden yana olmayın. Böyle bir endişeyle onların mallarını boşa gidermeye kalkışmayın. Siz de Allah’ın emâneti olan o kardeşlerinizin mallarını koruyun, muhafaza edin. Böyle elinin altında yetim malı bulunan mü’minlerden kim ki:
Zenginse, durumu iyiyse yetimin malını hafif tutsun, ondan fazla harcamasın da kendi malından fazlaca harcasın. Ya da sizden böyle malî durumu iyi olanlar mahiyetindeki yetimlerin malları konusunda iffetli davransın. Mala düşkün bir tavır sergilemesin, tok davransın, ihtiyaçsız davransın. Ama yanında yetim malı olup ta fakir olan, ihtiyaçlarını karşılama konusunda sıkıntı çeken kimse de:
Maruf ölçüler içinde, örfe uygun olarak o yetimin malından az biraz yiyebilir. Tabi mahiyetinde yetim malı bulunan o fakir kişi hem kendi ihtiyaçlarını, hem de mahiyetindeki yetimin bakımını üzerine aldığı için onun malından az biraz yeme hakkına sahip oluyor. Lâkin durumu iyi olan zenginler o mallar konusunda afif davranmak zorundadırlar. Yetimin malına göz dikmemek zorundadırlar.
Evet onları imtihan edip de rüşte ulaştıklarını anladığınız takdirde hemen onların mallarını kendilerine verin. Ve mallarını kendilerine verirken de:
Onlara karşı şahitler tutun, şahitler bulundurun. Mallarını kendilerine teslim ederken teslim ettiğinize dair şahitler bulundurun diyor Rabbimiz. Sakın ha bu benim yeğenimdir, bu benim kardeşimin çocuğudur, bu benim amcamın oğludur, dayımın çocuğudur. Onun bendeki mallarını kendisine teslim ederken şahide ne gerek var? Birbirimize güvenimiz yok mu? diyerek gevşek iş yapmaya kalkışmayın. Sonunda her türlü dedikodulara, fitnelere fırsat vermeyin buyuruyor Rabbimiz. Çünkü siz ne kadar da samimi olursanız olun, ne kadar da yaptığınız iş konusunda kendinize güvenirseniz güvenin insanlar sizin yaptıklarınızı yanlış anlayabilirler. Onlara mallarını teslim ederken şahit tuttuğunuz zaman hem o şahitler, hem diğer insanlar hem de o yetimler bilirler ki babalarından kendilerine intikal eden malları gerçekten emniyet altındaymış, koruma altındaymış, kendilerine hiçbir adâletsizlik yapılmamış, hiçbir haksızlığa uğratılmamışlar. Malları çarçur edilip kendileri fakir bir duruma düşürülmemişlerdir.
Unutmayın ki hesap görücünüz Allah’tır. Hesap görücü olarak Allah yeter. Kendi kendinize bir düzen dolap içine girerek yaptığınız haksızlıklar konusunda kılıflar hazırlayarak tüm çevreyi atlatmayı becermiş olsanız da unutmayın ki Allah sizi görmektedir. Allah tüm yaptıklarınıza şahittir ve hesap görücü olarak yetmektedir. İşte tüm hayatımızda, tüm yapıp ettiklerimizde Allah bu hesap görücülüğü ile toplumu murakabesi altına alıyor. Gerek az evvel anlatılan evlilik konusunda, gerek mal mülk konusunda, gerek mehir konusunda, gerek yetimler konusunda her konuda kendisinin gözetimi ve kontrolü altında bir hayat yaşadığımızı unutmamamızı, bunu çok iyi anlamamızı, yaptıklarımızın tümünü kendisine lâyık bir şekilde muhsinler olarak yapmamızı istiyor Rabbimiz.
Bundan sonra ölen bir kimsenin arkasından uygulanması gereken sistemin ne olduğunu? Ya da ölmüş bir kimsenin geriye bıraktığı mîrasının nasıl paylaşılacağını? Varislerinin kimler olduğunu ve bu varislerin hisselerinin nasıl belirlenmiş olduğunu anlatmaya başlayacak Rabbimiz.
7. “Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir.”
Erkekler için, erkek çocuklar için ana ve babalarının ve akrabalarının bıraktıkları mîrasta, malda belli bir nasip, belli bir hak vardır. Ve yine kadınlar için, kız çocuklar için ana ve babalarının ve akrabalarının bıraktıkları malda az ya da çok belli bir nasip vardır. Bu nasip az ya da çoktur, ama mutlaka bir pay vardır. Ölmüş ebeveynden ya da akrabalardan kendilerine intikal eden mal az da olsa çok da olsa fark etmiyor, çünkü Rabbimiz mutlaka aralarında belli bir pay, belli bir nasip vardır buyurarak az olduğu zaman da çok olduğu zaman da aynı yasanın uygulanmasını emrediyor Müslümanlara.
İşte bu farz kılınmış bir paydır, Allah tarafından yazılıp belirlenmiş bir nasiptir, bir taksimdir. Bu Allah’ın koyduğu bir yasadır, bir takdiridir. Medine’de Allah egemenliği altında bir hayat yaşayan Müslümanların bu yasaya riâyet etmelerini emrediyor Rabbimiz. Daha önce yaşadıkları cahiliye döneminde, cahili bir hayatın içinde, Mekke toplumunda yaşanan hayatta insanlar güçsüz gördükleri kadınlara ve çocuklara hakları olan mîraslarını vermiyorlardı. Ancak savaşabilecek güce sahip olanlar, ya da ailenin ekonomik yükünü üslenebilecek durumda olan kimseler hakları olan mîrası alabilir diyorlardı. Mîras bunların hakkıdır diyorlardı. Meselâ ölmüş bir kişinin geriye bıraktığı mallarına en yakın akrabaları, babaları, kardeşleri, dayıları, amcaları, veya dayı ve amca çocukları sahipleniyorlar, ölen kimsenin küçük yaştaki çocuklarını ve kadınlarını bu mîrastan mahrum bırakıyorlardı.
Nitekim İslâm’ın ilk yıllarında vuku bulan bir savaşta kocasını kaybetmiş bir kadın, bir şehid hanımı Rasulullah Efendimize gelerek şehid kocasının mallarına sahiplenen ve kendisini o mîrastan mahrum bırakan akrabalarını şikâyet etmiş ve bunun üzerine işte bu âyet nâzil olmuştur.
İşte bu âyetleriyle Rabbimiz mü’minlerin iman edip uygulamaları gereken mîras yasasını belirlemiştir. Artık bundan sonra ister erkek ister kadın olsun mü’minler Allah’ın takdir buyurduğu bu yasaya göre hareket etmek zorundadırlar. Allah kendilerine mîrastan ne takdir buyurmuşsa, ne kadar bir pay vermişse ancak o kadarını almaya hakları vardır. Hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’mine kadın Allah’ın kendilerine tanıdığı hakkın ötesine bir hak arayışına gidemez.
Yâni ne erkek ne de kadın sahip olduğu siyasal ve ekonomik gücüne güvenerek Allah’ın kendisine takdir etmediği bir payı karşısındakinden zorla alma hakkına sahip değildir. Allah nasıl takdir buyurmuşsa öylece hareket etmek ve Allah’ın taksimine razı olmak zorun-dadır herkes. Bu Allah’a imanın bir gereğidir. Çünkü Allah’a iman Allah’tan gelenlere imandır. Allah’a iman Allah’ın hayata karıştığına imandır. Allah’a iman Allah’ın bizim hayatımızı düzenlemek üzere gönderdiği yasalara imandır. Öyleyse ben Allah’a inandım dediği halde, ben Allah’a teslim olan Müslümanlardanım dediği halde Allah’ın yasalarına teslimiyet göstermeyen kişi, kendi hevâ ve heveslerine göre, ya da bir kısım tâğutların yasalarına göre hareket etmeye kalkışırsa o zaman bu kişi iman iddiasında kendi kendini kandıran bir kişidir ve bu yaptığının cezası da yarın Allah huzurunda çok şedit olacaktır. Ama kim de bu konuda Allah’ın yasalarına teslim olur, Allah’ın istediği biçimde bir mîras yasası uygularsa onun mükafatı da elbette cennet olacaktır.
Nikâh çağına, evlenme çağına geldiklerinde yetimleri bir deneyin. Bulûğ çağına, namaz ve oruç gibi dinî mükellefiyetlerle sorumlu olma çağına, ya da evlenme çağına ulaştıkları zaman, evlenme durumuyla karşı karşıya geldikleri zaman onları bir imtihana tabi tutun. Namaz kılma, oruç tutma çağına ulaşmışlar mı ulaşmamışlar mı? Evlilik çağına gelmişler mi gelmemişler mi? Bu işin sorumluluğunu yüklenebilecek duruma ulaşmışlar mı ulaşmamışlar mı? Veya onlar acaba kendi mallarına sahip olabilecek bir duruma, bir çağa gelmişler mi, gelmemişler mi? Durumlarına bir bakın, bir gözden geçirin onları.
Eğer onlarda bir rüşt, bir olgunluk, sorumluluk yüklenme kapasitesi görmüşseniz, kendilerinden emin olmuşsanız o zaman hemen kendilerine sizin emânetinizde olan mallarını verin. Onlar büyüyecekler de mallarına sahip olacaklar, mallarını bizim elimizden alacaklar diye sakın onlara ait olan malları israfla çarçabuk, alelacele yiyip bitirmeden yana olmayın. Böyle bir endişeyle onların mallarını boşa gidermeye kalkışmayın. Siz de Allah’ın emâneti olan o kardeşlerinizin mallarını koruyun, muhafaza edin. Böyle elinin altında yetim malı bulunan mü’minlerden kim ki:
Zenginse, durumu iyiyse yetimin malını hafif tutsun, ondan fazla harcamasın da kendi malından fazlaca harcasın. Ya da sizden böyle malî durumu iyi olanlar mahiyetindeki yetimlerin malları konusunda iffetli davransın. Mala düşkün bir tavır sergilemesin, tok davransın, ihtiyaçsız davransın. Ama yanında yetim malı olup ta fakir olan, ihtiyaçlarını karşılama konusunda sıkıntı çeken kimse de:
Maruf ölçüler içinde, örfe uygun olarak o yetimin malından az biraz yiyebilir. Tabi mahiyetinde yetim malı bulunan o fakir kişi hem kendi ihtiyaçlarını, hem de mahiyetindeki yetimin bakımını üzerine aldığı için onun malından az biraz yeme hakkına sahip oluyor. Lâkin durumu iyi olan zenginler o mallar konusunda afif davranmak zorundadırlar. Yetimin malına göz dikmemek zorundadırlar.
Evet onları imtihan edip de rüşte ulaştıklarını anladığınız takdirde hemen onların mallarını kendilerine verin. Ve mallarını kendilerine verirken de:
Onlara karşı şahitler tutun, şahitler bulundurun. Mallarını kendilerine teslim ederken teslim ettiğinize dair şahitler bulundurun diyor Rabbimiz. Sakın ha bu benim yeğenimdir, bu benim kardeşimin çocuğudur, bu benim amcamın oğludur, dayımın çocuğudur. Onun bendeki mallarını kendisine teslim ederken şahide ne gerek var? Birbirimize güvenimiz yok mu? diyerek gevşek iş yapmaya kalkışmayın. Sonunda her türlü dedikodulara, fitnelere fırsat vermeyin buyuruyor Rabbimiz. Çünkü siz ne kadar da samimi olursanız olun, ne kadar da yaptığınız iş konusunda kendinize güvenirseniz güvenin insanlar sizin yaptıklarınızı yanlış anlayabilirler. Onlara mallarını teslim ederken şahit tuttuğunuz zaman hem o şahitler, hem diğer insanlar hem de o yetimler bilirler ki babalarından kendilerine intikal eden malları gerçekten emniyet altındaymış, koruma altındaymış, kendilerine hiçbir adâletsizlik yapılmamış, hiçbir haksızlığa uğratılmamışlar. Malları çarçur edilip kendileri fakir bir duruma düşürülmemişlerdir.
Unutmayın ki hesap görücünüz Allah’tır. Hesap görücü olarak Allah yeter. Kendi kendinize bir düzen dolap içine girerek yaptığınız haksızlıklar konusunda kılıflar hazırlayarak tüm çevreyi atlatmayı becermiş olsanız da unutmayın ki Allah sizi görmektedir. Allah tüm yaptıklarınıza şahittir ve hesap görücü olarak yetmektedir. İşte tüm hayatımızda, tüm yapıp ettiklerimizde Allah bu hesap görücülüğü ile toplumu murakabesi altına alıyor. Gerek az evvel anlatılan evlilik konusunda, gerek mal mülk konusunda, gerek mehir konusunda, gerek yetimler konusunda her konuda kendisinin gözetimi ve kontrolü altında bir hayat yaşadığımızı unutmamamızı, bunu çok iyi anlamamızı, yaptıklarımızın tümünü kendisine lâyık bir şekilde muhsinler olarak yapmamızı istiyor Rabbimiz.
Bundan sonra ölen bir kimsenin arkasından uygulanması gereken sistemin ne olduğunu? Ya da ölmüş bir kimsenin geriye bıraktığı mîrasının nasıl paylaşılacağını? Varislerinin kimler olduğunu ve bu varislerin hisselerinin nasıl belirlenmiş olduğunu anlatmaya başlayacak Rabbimiz.
7. “Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından, erkeklere hisse vardır. Ana babanın ve yakınların bıraktıklarından kadınlara da hisse vardır. Bunlar, az veya çok, belirli bir hissedir.”
Erkekler için, erkek çocuklar için ana ve babalarının ve akrabalarının bıraktıkları mîrasta, malda belli bir nasip, belli bir hak vardır. Ve yine kadınlar için, kız çocuklar için ana ve babalarının ve akrabalarının bıraktıkları malda az ya da çok belli bir nasip vardır. Bu nasip az ya da çoktur, ama mutlaka bir pay vardır. Ölmüş ebeveynden ya da akrabalardan kendilerine intikal eden mal az da olsa çok da olsa fark etmiyor, çünkü Rabbimiz mutlaka aralarında belli bir pay, belli bir nasip vardır buyurarak az olduğu zaman da çok olduğu zaman da aynı yasanın uygulanmasını emrediyor Müslümanlara.
İşte bu farz kılınmış bir paydır, Allah tarafından yazılıp belirlenmiş bir nasiptir, bir taksimdir. Bu Allah’ın koyduğu bir yasadır, bir takdiridir. Medine’de Allah egemenliği altında bir hayat yaşayan Müslümanların bu yasaya riâyet etmelerini emrediyor Rabbimiz. Daha önce yaşadıkları cahiliye döneminde, cahili bir hayatın içinde, Mekke toplumunda yaşanan hayatta insanlar güçsüz gördükleri kadınlara ve çocuklara hakları olan mîraslarını vermiyorlardı. Ancak savaşabilecek güce sahip olanlar, ya da ailenin ekonomik yükünü üslenebilecek durumda olan kimseler hakları olan mîrası alabilir diyorlardı. Mîras bunların hakkıdır diyorlardı. Meselâ ölmüş bir kişinin geriye bıraktığı mallarına en yakın akrabaları, babaları, kardeşleri, dayıları, amcaları, veya dayı ve amca çocukları sahipleniyorlar, ölen kimsenin küçük yaştaki çocuklarını ve kadınlarını bu mîrastan mahrum bırakıyorlardı.
Nitekim İslâm’ın ilk yıllarında vuku bulan bir savaşta kocasını kaybetmiş bir kadın, bir şehid hanımı Rasulullah Efendimize gelerek şehid kocasının mallarına sahiplenen ve kendisini o mîrastan mahrum bırakan akrabalarını şikâyet etmiş ve bunun üzerine işte bu âyet nâzil olmuştur.
İşte bu âyetleriyle Rabbimiz mü’minlerin iman edip uygulamaları gereken mîras yasasını belirlemiştir. Artık bundan sonra ister erkek ister kadın olsun mü’minler Allah’ın takdir buyurduğu bu yasaya göre hareket etmek zorundadırlar. Allah kendilerine mîrastan ne takdir buyurmuşsa, ne kadar bir pay vermişse ancak o kadarını almaya hakları vardır. Hiçbir mü’min erkek ve hiçbir mü’mine kadın Allah’ın kendilerine tanıdığı hakkın ötesine bir hak arayışına gidemez.
Yâni ne erkek ne de kadın sahip olduğu siyasal ve ekonomik gücüne güvenerek Allah’ın kendisine takdir etmediği bir payı karşısındakinden zorla alma hakkına sahip değildir. Allah nasıl takdir buyurmuşsa öylece hareket etmek ve Allah’ın taksimine razı olmak zorun-dadır herkes. Bu Allah’a imanın bir gereğidir. Çünkü Allah’a iman Allah’tan gelenlere imandır. Allah’a iman Allah’ın hayata karıştığına imandır. Allah’a iman Allah’ın bizim hayatımızı düzenlemek üzere gönderdiği yasalara imandır. Öyleyse ben Allah’a inandım dediği halde, ben Allah’a teslim olan Müslümanlardanım dediği halde Allah’ın yasalarına teslimiyet göstermeyen kişi, kendi hevâ ve heveslerine göre, ya da bir kısım tâğutların yasalarına göre hareket etmeye kalkışırsa o zaman bu kişi iman iddiasında kendi kendini kandıran bir kişidir ve bu yaptığının cezası da yarın Allah huzurunda çok şedit olacaktır. Ama kim de bu konuda Allah’ın yasalarına teslim olur, Allah’ın istediği biçimde bir mîras yasası uygularsa onun mükafatı da elbette cennet olacaktır.