Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

Tasavvuf Nedir? Asıl amacı nedir ? (15 Kullanıcı)

Dejavu0107

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
12 Eyl 2011
Mesajlar
71
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
32
Tasavvuf Nedir? Asıl amacı nedir ?
Öncellikle Tassavuf nefsi tezkiye etmektir ve İnsanların en üstünü olan Hz.Muhammed (S.a.v) uymakla olur yani onun sünnetine yapışmakla ''Zira Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır sadece bir fırka cennete girecektir.O fırka Bana ve eshabıma uyanlardır'' demiştir.Tassavufun asıl gayesi budur bazı cahillerin kendi kafalarınca sandıkları gibi Tassavuf korkulacak insanı ayağını kaydıracak bir yol değildir.Tassavuf sadece bir yoldur dine yeni bir çığr açmak değildir.İsteyen istediği mezhebe uyarak normal bir mümin olabilir.Peygamber efendimizin vefatından sonra islam düşmanları dine,imana saldırmaktaydılar.Allahü teala Hindistanda İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukiyi göndererek insanları gafletden uyandırmıştır.İnsanlara yazdığı mektuplarla insanlara yol göstermiştir.Öncelikle Bazı cahillerin kendi kafalarından uydurdukları gibi tassavuf öcü değildir.Evet Allahü tealayı çok zikr Sofiler bazen hallere girerler çeşitli nurlar görürler bazen yeşil bazen mavi vs bu ancak Allahü tealanın ihsan etmesiyle olur.Sofiler sadece Allah rızası için Allahı zikr onun rızasına kavuşmak için sanıldığı gibi bazı hallere kavuşmak için Allahı zikr etmezler bu yalnış bir yoldur işde burda insanların ayakları kayar Tassavuf Herşeyi Allah rızası için yapmak Kalbden Allahü teala dışında herşeyi temizlemektir ki buna masiva denir.Buda ancak Fena fillah ile olur böylece kalb Allahı iç unutmaz Günah işlemeye kalkamaz daha detaya inmek isteyen İmamı-Rabbanin kitabını almalıdır.İşde bu mücahidin bazı Mektuplarıda şöyledir.

37 mektubunda


Bu mektûb, Muhammed Çetrîye yazılmışdır. Sünnete uymak lâzım olduğunu bildirmekde ve tesavvufu medh etmekdedir:

İhsân etmiş olduğunuz, latîf mektûbunuzu okumakla şereflendik. Büyüklerimize olan îmânınızı ve sevginizi yazıyorsunuz. Bunu okuyunca, cenâb-ı Hakka hamd eyledim. Allahü teâlâ, bu yolun [ya’nî tarîkatin] büyüklerinin bereketi, fâidesi ile, size sonsuz yükselmeler nasîb eylesin! Bunların yolu, herşeyden kıymetlidir. Sünnet-i seniyyeye uymakdır “alâ sâhibihessalâtü vesselâm”. Bu fakîre, bu yol sâyesinde, çok zemândan beri ilmleri, ma’rifetleri, hâlleri, makâmları, nisan yağmuru gibi yağdırdılar. Allahü teâlânın ihsânı ile yapacaklarını, tam yapdılar. Şimdi, bütün arzûm, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” unutulmuş sünnetlerinden birini meydâna çıkarmakdır. Tesavvufun hâlleri ve mevâcîdi [kendinden geçmek], heyecân ve zevk, istiyenlerin olsun! Yapılacak, en mühim iş, bâtını [kalbi, rûhu] büyüklerin sevgisi ile yaşatıp, zâhiri [hisleri, hareketleri] sünnetlere uymakla süslemekdir. Fârisî mısra’ tercemesi:

İş budur, bundan başkası hiçdir!

Beş vakt nemâzı, vaktleri girer girmez kılmalıdır. Yalnız yatsı nemâzını kış aylarında, gecenin, ilk üçde birine kadar gecikdirmek müstehabdır. Bu işde, bu fakîrin irâdesi elinde değildir. Nemâzları, vakt girince kıl kadar gecikdirmek istemiyorum. İnsanlık îcâbı, âciz kalındığı zemânlar, tabî’î müstesnâdır.


Yine 42 inci mektubunda


Bu mektûb, yine şeyh Dervîşe yazılmışdır. Kalbden, başkalarını sevmek pasını temizlemek için, en iyi ilâc, sünnet-i seniyyeye [ya’nî islâmiyyete] yapışmak olduğu bildirilmekdedir:

Allahü teâlâ, sizlere selâmet versin! İnsan çeşid çeşid şeylere bağlı kaldıkça kalbi temizlenemez. Pis kaldıkça se’âdetden mahrûmdur, uzakdır. (Hakîkat-i câmi’a) denilen kalbin Allahü teâlâdan başka şeyleri sevmesi onu karartır, paslandırır. Bu pası temizlemek lâzımdır. Temizleyicilerin en iyisi sünnet-i seniyye-i Mustafâviyyeye “alâ masdarihessalâtü vesselâmü vettehıyye” [ya’nî islâmiyyete] tâbi’ olmakdır, uymakdır. Sünnet-i seniyyeye uymak, nefsin âdetlerini, kalbi karartan isteklerini yok eder.

Bu büyük ni’mete kavuşmakla şereflenenlere müjdeler olsun! Bu yüksek devletden mahrûm kalanlara yazıklar olsun! Allahü teâlâ, size ve doğru yola tâbi’ olanlara selâmet versin!

[Sünnet kelimesinin dînimizde üç ma’nâsı vardır. (Kitâb ve sünnet) birlikde söylenince, kitâb, Kur’ân-ı kerîm, sünnet de, hadîs-i şerîfler demekdir. (Farz ve sünnet) denilince, farz, Allahü teâlânın emrleri, sünnet ise, Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” sünneti ya’nî emrleri demekdir. (Sünnet) kelimesi yalnız olarak söylenince islâmiyyet ya’nî bütün ahkâm-ı islâmiyye demekdir. Fıkh kitâbları böyle olduğunu bildiriyor. Meselâ (Kudûrî muhtasarı)nda, (Sünneti en iyi bilen imâm olur) diyor. (Cevhere) kitâbında burayı açıklarken, (Sünnet demek, burada islâmiyyet demekdir) diyor.

Kalbi temizlemek için islâmiyyete uymak lâzım olduğu anlaşıldı. İslâmiyyete uymak da, emrleri yapmakla ve yasaklardan ve bid’atlerden sakınmakla olur.

(Bid’at), sonradan yapılan şey demekdir. Peygamberimizin “sallallahü aleyhi ve sellem” ve dört halîfesinin “radıyallahü anhüm” zemânlarında bulunmayıp da, onlardan sonra, dinde meydâna çıkarılan, ibâdet olarak yapılmağa başlanan şeylerdir. Meselâ, nemâzlardan sonra hemen Âyet-el-kürsî okumak lâzım iken, önce salâten tüncînâyı ve başka düâları okumak bid’atdir. Bunları Âyet-el-kürsîden ve tesbîhlerden sonra okumalıdır. Nemâzdan, düâdan sonra secde edip de kalkmak bid’atdir. [Ezânı ho-par-lörle okumak bid’atdir.] Dinde yapılan değişiklikler ve reformlar bid’atdir. Yoksa, çatal, kaşık, boyun bağı kullanmak, kahve, çay, tütün içmek bid’at değildir. Çünki bunlar ibâdet değil, âdetdir ve mubâhdırlar. Harâm değildirler. Bid’at üç dürlüdür:

1- İslâmiyyetin küfr alâmeti dediği şeyleri kullanmak en kötü bid’atdir.

2- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymıyan i’tikâdlar, inanışlar da kötü bid’atdir.

3- İbâdet olarak yapılan yenilikler, reformlar bid’at olup büyük günâhdır.]


yine 50 inci mektubunda


Bu mektûb, seyyid şeyh Ferîde “rahmetullahi teâlâ aleyh” gönderilmişdir. Dünyânın aşağılığını, kötülüğünü bildirmekdedir:

Allahü teâlâ, sevgili Peygamberi hurmetine “aleyhi ve alâ âlihissalevâtü vetteslîmât”, kendinden başkalarına köle olmakdan kurtarsın! Bütün varlığımızla kendisine bağlanmamızı nasîb eylesin!

Dünyâ, görünüşde çok tatlıdır ve güzel sanılır. Hakîkatde ise, öldürücü zehrdir.İşe yaramaz bir maldır. Ona bağlananlara, tutulanlara, kurtuluş yokdur. Onun öldürdükleri leş olur. Âşıkları deli olur. Dünyâ yaldızlanmış pislik gibidir. Şeker kaplanmış zehr gibidir. Aklı olan, bu bozuk mala gönül kapdırmaz. Âlimler buyuruyor ki, (Bir kimse, ölürken malının zemânın en akllısına verilmesini vasıyyet etse, zâhide vermek lâzımdır). Çünki zâhid, dünyâya rağbet etmez, özenmez, üzerine düşmez. Dünyâya düşkün olmaması, aklının çok olduğunu gösterir.

Dahâ yazarsam çok uzayacak. Şunu da bildireyim ki, fazîletler sâhibi Şeyh Zekeriyyâ, bu yaşda defter tutmakla meşgûldür. Buna tutulmuş olmakla berâber, âhıret muhâsebesi yanında çok kolay kalan, dünyâ muhâsebesinden korkmakdadır. Sebebler âleminde şerefli teveccüh ve yardımlarınızı kuvvetli dayanak bilmekdedir. Yeni divânda da, o yüksek makâmın me’mûrlarından olduğunun bildirilmesini ümmîd eder. Beyt:

Bana gönül ver ve cesâreti gör,
Tilkini çağır, bak aslan oluyor.

Allahü teâlâ size görünen ve görünmiyen devlet ve se’âdetler versin!

[Akl, başkadır, zekâ başkadır. Akl, iyiyi kötüyü, fâideliyi zararlıyı anlar, ayırır. Aklı az olanın zekâsı çok olabilir. Zekâsı çok olan kâfirleri, din düşmanlarını, akllı sanmak doğru değildir].

Allaha kulluk ederim, tapdığım dergâh bir,
Bir lahza ayrılmadım tevhîdden, Allah bir.


yine 59 mektubunda


Bu mektûb, yine seyyid Mahmûda yazılmışdır. Ehl-i sünnet vel cemâ’ate “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” uymıyanların, Cehenneme girmekden kurtulamıyacağı bildirilmekdedir:

Hak teâlâ, hepimize islâmiyyet yolunda yürümek ihsân eylesin. Kendisine esîr eylesin! Kıymetli mektûbunuz ve tatlı yazılarınız, bu fakîrleri çok sevindirdi. Büyüklerimize olan sevginizi ve onlara karşı ihlâsınızı okumakla mesrûr olduk. Allahü teâlâ, bu ni’metini dahâ artdırsın! Nasîhat istiyorsunuz. Yavrum! Sonsuz kurtuluşa kavuşabilmek için, üç şey, muhakkak lâzımdır: İlm, amel, ihlâs. İlm de, iki kısmdır: Birisi yapılacak şeyleri öğrenmekdir ki, bunları öğreten ilme (Fıkh ilmi) denir. İkincisi, i’tikâd edilecek, kalb ile inanılacak şeylerin bilgisidir ki, bunları bildiren ilme (İlm-i kelâm) denir. İlm-i kelâmda Ehl-i sünnet vel cemâ’at âlimlerinin, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i şerîflerden anladığı bilgiler vardır. Cehennemden kurtulan, yalnız bu âlimlerdir. Bunlara uymıyan, Cehenneme girmekden kurtulamaz. Bu büyüklerin bildirdiği i’tikâddan kıl ucu kadar ayrılmanın, büyük tehlüke olduğu, Evliyânın keşfi ve kalblerine gelen ilhâm ile de anlaşılmakdadır. Yanlışlık ihtimâli yokdur. Ehl-i sünnet âlimlerine uyanlara, onların yolunda bulunanlara müjdeler olsun. Onlara uymıyanlara, yollarından sapanlara, onların bilgilerini beğenmiyenlere ve aralarından ayrılanlara, yazıklar olsun! Ayrıldılar, başkalarını da sapdırdılar. Mü’minlerin Cennetde Allahü teâlâyı göreceklerine inanmıyanlar oldu. Kıyâmet günü, iyilerin, günâhlılara şefâ’at edeceklerine inanmıyanlar oldu. Eshâb-ı kirâmın “aleyhimürrıdvân” kıymetini ve yüksekliğini anlamıyanlar ve Ehl-i beyt-i Resûlü “radıyallahü anhüm” sevmiyenler oldu.

Ehl-i sünnet âlimleri “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în” diyor ki: (Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” kendileri arasında, en yükseği, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîk olduğunu sözbirliği ile söylemişdir). Ehl-i sünnet âlimlerinden, Eshâb-ı kirâm üzerindeki bilgisi çok kuvvetli olan, imâm-ı Muhammed bin İdrîs-i Şâfi’î “rahmetullahi aleyh”, buyuruyor ki: (Fahr-i âlem “sallallahü aleyhi ve sellem” âhıreti şereflendirdiği zemân, Eshâb-ı kirâm, aradı, taradı, yeryüzünde hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkdan dahâ üstün birini bulamadı. Onu halîfe yapıp emrine girdiler). Bu söz, hazret-i Ebû Bekr-i Sıddîkın, Sahâbenin en üstünü olduğunda, müttefik olduklarını göstermekdedir. Ya’nî Eshâb-ı kirâmın en yükseği olduğunda icmâ-i ümmet bulunduğunu göstermekdedir. İcmâ’-i ümmet ise seneddir, şübhe olamaz.

Ehl-i beyt için ise, (Ehl-i beytim, Nûh aleyhisselâmın gemisi gibidir. Binen kurtulur, binmiyen boğulur) hadîs-i şerîfi yetişir. Büyüklerimizden ba’zısı buyurdu ki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, Eshâb-ı kirâmı yıldızlara benzetdi. Yıldıza uyan, yolu bulur. Ehl-i beyti de, gemiye benzetdi. Çünki gemide olanın, yıldıza göre yol alması lâzımdır. Yıldızlara göre yürümezse, gemi sâhile kavuşamaz. Görülüyor ki, boğulmamak için, hem gemi, hem yıldız lâzım olduğu gibi, Eshâb-ı kirâmın hepsini ve Ehl-i beytin hepsini sevmek, saymak lâzımdır. Birini sevmemek, hepsini sevmemek olur. Çünki, insanların en iyisinin sohbeti ile şereflenmek fazîleti, hepsinde vardır. Sohbetin fazîleti ise, bütün fazîletlerin üstündedir.

[(Sohbet), bir kerre de olsa, berâber bulunmak demekdir. (Hazânetürrivâyât)da diyor ki, (Din âliminin bir sâat kadar sohbetinde bulunmak, yediyüz sene ibâdet etmekden dahâ hayrlı olduğu (Mudmerât)da yazılıdır. Emîr-ül-mü’minîn Alî “radıyallahü anh” vasıyyetlerinden birinde diyor ki, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” işitdim. Buyurdu ki, (Kırk gün içinde bir âlim meclisinde bulunmıyan bir kimsenin kalbi kararır. Büyük günâh işlemeğe başlar. Çünki ilm kalbe hayât verir. İlmsiz ibâdet olmaz. İlmsiz yapılan ibâdetin fâidesi olmaz!). (Künûz-üd-dekâ’ık)daki hadîs-i şerîfde, (Âlimin yanında bulunmak ibâdetdir) ve (Fıkh ilmi meclisinde bulunmak, bir senelik ibâdetden dahâ hayrlıdır) ve (Evliyâyı görünce, Allah hâtırlanır) ve (Herşeyin kaynağı vardır. Takvânın menba’ı, âriflerin kalbleridir) ve (Âlimin yüzüne bakmak ibâdetdir) ve (Onlarla birlikde bulunan kötü olmaz!) ve (Ümmetimin âlimlerine hurmet ediniz! Onlar yeryüzünün yıldızlarıdır) buyuruldu. Bu hadîs-i şerîfler gösteriyor ki, hayâtda hakîkî rehber islâm âlimleridir].

İşte bunun için, Tâbi’înin en üstünü olan Veysel Karânî, Eshâb-ı kirâmın en aşağısının derecesine yetişememişdir. [Peygamberimizi “sallallahü aleyhi ve sellem” îmânı var iken görenlere (Eshâb) denir. Göremiyen, fekat Eshâbdan birini görenlere (Tâbi’în) denir.] Hiçbir üstünlük, sohbetin üstünlüğü kadar olamaz. Çünki, sohbete kavuşanların [ya’nî Eshâb-ı kirâmın] îmânları, sohbetin bereketi ve vahyin bereketi sâyesinde, görmüş gibi kuvvetli îmân olur. Sonra gelenlerden hiçbir kimsenin îmânı, bu kadar yüksek olmamışdır. Ameller, ibâdetler, îmâna bağlıdır ve yükseklikleri, îmânın yüksekliği gibi olur.

Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” arasındaki uygunsuzluklar ve muhârebeler iyi düşünceler ve olgun görüşler ile idi. Nefsin arzûları ile ve cehâlet ile değildi. İlm ile idi. İctihâd ayrılığından idi. Evet bir kısmı ictihâdda hatâ etmişdi. Fekat, Allahü teâlâ, ictihâdda hatâ edene, yanılana da, bir sevâb vermekdedir.

İşte, Eshâb-ı kirâm “aleyhimürrıdvân” için, Ehl-i sünnet âlimlerinin tutduğu yol, bu orta yoldur. Ya’nî, taşkınlık da, gevşeklik de etmeyip, doğruyu söylemişlerdir. En sâlim ve sağlam yol da budur.

[Şî’îler, Ehl-i beyti sevmekde taşkınlık yapdılar. Ehl-i beyti sevmek için, üç halîfeyi ve bunlara bî’at eden Eshâbın hepsini “radıyallahü teâlâ aleyhim ecma’în” sevmemek, hepsine düşman olmak lâzımdır dediler. Hâricîler, ya’nî Yezîdîler ise, bu sevgide gevşeklik yapdılar. Ehl-i beyte düşman oldular].

İlmi ve ameli, islâmiyyet gösterir. İlmin ve amelin rûhu gibi, kökü gibi olan ihlâsı elde etmek için, tesavvuf yolunda ilerlemek lâzımdır. (Seyr-i ilallah) ya’nî Allahü teâlâya doğru olan yol gidilmedikce, (Seyr-i fillah) hâsıl olmadıkça, tâm ihlâs elde edilemez. Muhlislerin olgunluğuna kavuşulamaz. Evet, mü’minlerin hepsi ba’zı ibâdetlerinde, az da olsa, güçlükle ihlâs elde edebilir. Bizim dediğimiz ise, her sözde, her işde, her hareketde ve hareketsizlikde, her zemân, kendiliğinden kolayca hâsıl olan ihlâsdır. [(İhlâs), hâlis, temiz etmek, niyyeti temizlemek, yalnız Allah için yapmak demekdir.] Böyle ihlâsın hâsıl olması için, Allahü teâlâdan başka, enfüsî ve âfâkî, hiçbir şeye tapınmamak, bir şeye düşkün olmamak lâzımdır. Bu da, ancak fenâ ve bekâdan ve vilâyet-i hâssaya kavuşdukdan sonra, ele geçen bir devletdir. Güçlükle ele geçen ihlâs, devâm etmez, biter. Zahmet çekmeden ele giren ihlâs, devâmlıdır ve Hakk-ul-yakîn mertebesinde hâsıl olur. İşte, bu mertebeye varan Evliyâ “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în” ne yaparsa, yalnız Allahü teâlâ için yapar. Nefsleri için, birşey yapmaz. Çünki, nefsleri, Allah için fedâ olmuşdur.

İhlâs elde etmeleri için, niyyet etmelerine lüzûm yokdur. Bunlar Fenâ-fillah ve Bekâ-billah derecelerine yükselince niyyetleri doğrulmuşdur. Bir kimse, nefsine uyduğu günlerde, herşeyi nefsi için yapdığı, bunun için niyyet etmesine lüzûm olmadığı gibi, nefsine uymakdan kurtulup, Allahü teâlâya tutulunca, herşeyi Allahü teâlâ için yapar. Niyyet etmesine hiç lüzûm olmaz. Şübheli olan şeylerde niyyet edilir. Belli olan şeyleri, niyyet ederek, belli etmeğe lüzûm yokdur. Bu, öyle bir ni’metdir ki, Allahü teâlâ dilediği kullarına verir. Devâmlı ihlâs sâhiblerine (Muhlas) denir. İhlâsı devâmsız olup, ihlâs elde etmek için uğraşanlara (Muhlis) denir. Muhlaslar ile muhlisler arasında çok fark vardır. Tesavvuf yolunda ilerliyenlerin, ilmde ve amelde de kazançları olur. Başkalarına, çalışmakla, öğrenmekle, anlamakla, hâsıl olan, kelâm ilminin bilgileri, bunlara keşf yolu ile hâsıl olur. Ameller ibâdetler kolayca, seve seve yapılıp nefsden ve şeytândan hâsıl olan tenbellik ve gevşeklik kalmaz. Günâhlar, harâm olan şeyler, çirkin, iğrenç görünür. Fârisî mısra’ tercemesi:

Bu büyük ni’meti, bakalım kime verirler?

Sonsuz selâm ederim.


Görüldüğü tassavuf öcü değil aksine insanları daha kolay cennette götüren İlahi rızayı gözetleyen bir yoldur.Yani bu yol Peygamber efendimize uymanın ne kadar mühim olduğunu belirtmektedir.Sanıldığı gibi insanları cehenneme götüren bozuk bir düşünce bir yol değildir.Düşünmeden konuşan bazı cahillerin insanları yalnış yönlendirmeleri doğru değildir.Kendi beyenmiyor diye Tassavuf yolunu suçlamak beyenmemek o büyük insanlara haksızlık yapmak iğrenç bir davranıştır.Selametle:H
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
. Bid’at üç dürlüdür:

1- İslâmiyyetin küfr alâmeti dediği şeyleri kullanmak en kötü bid’atdir.

2- Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine uymıyan i’tikâdlar, inanışlar da kötü bid’atdir.

3- İbâdet olarak yapılan yenilikler, reformlar bid’at olup büyük günâhdır.] [/B]


DİYORSUNUZ;
PEKİ YAPTIĞINIZ ŞEKLİYLE;
1. Rabıta hangi hadiste, sahabe uygulamasında var? (alından nur çıkar..... şeklini )
2. letaif zikrini hangi sahabe çekmiş, hangi hadiste var?
3. bir sahabi elinden tutarak başka birine tevbe vermişmi?( yarabbi ben pişmanım.....şeklinde)


Ehl-i sünnet (ehlü’s-sünne ve’l-cemâa) tabiri, akaid konusunda Resûlullah ile ashap cemaatinin yolunu (sünnet) takip edenler, yani ashap yoluyla bize aktarılan Hz. Peygamber’in İslâm anlayışını benim¬seyenler demek olup bu tabir namazın kılınış şekli dahil olmak üzere genel İslâm anlayışını içermektedir..

SAHBENİN YAPMADIĞI ŞEYLERİ YAPAN , BİDAT EHLİ NASIL EHLİ SÜNNET OLUYORDA, SÜNNETE ÇAĞIRAN İNSAN NİYE EHLİ SÜNNE DEĞİLSİN DİYE SUÇLANIR?
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Tasavvuf Nedir? Asıl amacı nedir ?
Öncellikle Tassavuf nefsi tezkiye etmektir ve İnsanların en üstünü olan Hz.Muhammed (S.a.v) uymakla olur yani onun sünnetine yapışmakla ''Zira Ümmetim 73 fırkaya ayrılacaktır sadece bir fırka cennete girecektir.O fırka Bana ve eshabıma uyanlardır'' demiştir.Tassavufun asıl gayesi budur bazı cahillerin kendi kafalarınca sandıkları gibi Tassavuf korkulacak insanı ayağını kaydıracak bir yol değildir.Tassavuf sadece bir yoldur dine yeni bir çığr açmak değildir.İsteyen istediği mezhebe uyarak normal bir mümin olabilir.Peygamber efendimizin vefatından sonra islam düşmanları dine,imana saldırmaktaydılar.Allahü teala Hindistanda İmam-ı Rabbani Ahmed-i Farukiyi göndererek insanları gafletden uyandırmıştır.İnsanlara yazdığı mektuplarla insanlara yol göstermiştir.Öncelikle Bazı cahillerin kendi kafalarından uydurdukları gibi tassavuf öcü değildir.Evet Allahü tealayı çok zikr Sofiler bazen hallere girerler çeşitli nurlar görürler bazen yeşil bazen mavi vs bu ancak Allahü tealanın ihsan etmesiyle olur.Sofiler sadece Allah rızası için Allahı zikr onun rızasına kavuşmak için sanıldığı gibi bazı hallere kavuşmak için Allahı zikr etmezler bu yalnış bir yoldur işde burda insanların ayakları kayar Tassavuf Herşeyi Allah rızası için yapmak Kalbden Allahü teala dışında herşeyi temizlemektir ki buna masiva denir.Buda ancak Fena fillah ile olur böylece kalb Allahı iç unutmaz Günah işlemeye kalkamaz daha detaya inmek isteyen İmamı-Rabbanin kitabını almalıdır.İşde bu mücahidin bazı Mektuplarıda şöyledir.

37 mektubunda


:H[/SIZE]
[/B][/COLOR]

kardeşim bence çözüm yolu şu olmalı,

1. Bizim gibi taklit noktasında olan müminler bir mezhebe göre hareket etmelidir.
2. Mezhep imamı hangi ameli-itikadı sünnetten çıkardıysa onu uygulamalıdır,ona inanmalıdır.
3. mezhep imamının yapmadığı, yapın demediği metodları uygulamamalıdır
4. Örnek imam hanife nasıl zikretmiş, nasıl zikredilmesini tavsiye etmiş ona bakılmalı ,o metod uygulanmalı ,hanafiyim diyenler tarafından.. (Mezhep kavramını ehli sünnet dairesinde düşünmek gerekir.)
5. Biliyormuyuz imamı azam veya imamı şafi nası zikretmiş? Biz kimin metodunu takip ediyoruz.... kadirimi -nakşimi?
6. Eğer imamların metodunu takip etmiyorsak ,o zaman hanefiyim veya şafiyim diye bilirmiyiz? hayır...
 

ALI72

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Nis 2012
Mesajlar
219
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
52
Eline saglik sen sag ol Dejavu kardesim güzel bir paylasim yapmissin.Sonra kismet olursa bakalim bu konuda birseyler yazmak isterim buna dair insallah.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Tasavvuf, İslâmın bildirdiği hedeflere ulaşmada etkili bir yoldur. Bu hedeflerden bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak. Yani kalp ve ruhunu, Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu sıfatlarla donatmaya çalışmak. İlahi ahlak, en kısa ifadesiyle, “Kur’an ahlakıdır:”

Sünnet-i seniyyeye ittiba. Yani, Resulullah’ın hayatını örnek almak, Onun gibi yaşamaya çalışmaktır. Sünnete ittiba, velayet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zenginidir. Kur’ân’ın ifadesiyle Hz. Peygamber, “usve-i hasene”dir (Ahzab, 51) Yani, model insandır, en güzel örnektir.

Nefsi terbiye. Tabiatında günahlara meyil bulunan nefis, terbiye ile güzel bir vaziyet kazanabilir. Nefis, ilk haliyle ham petrole benzer. Arındırılmazsa bir işe yaramaz, hatta zarar verir. Fakat iyi bir terbiyeden geçerse, ondan çok istifade edilir.

Kesb-i kemal, seyr-i cemâl. Bedenen büyüyen insan, ruhen de büyümelidir. “Büyük insan bedenen büyük olan değil, manen büyük olandır. Çekirdeğin ağaç olmaya çalışması gibi, insanın da hedefi, insan-ı kâmil derecesine ulaşmak olmalıdır. Bu dereceye gelen insan, İlâhi san’at eserlerini seyir ve temaşadan büyük bir haz ve lezzet alır. Kainat kitabının anlayışlı bir mütalaacısı olur.

Allah’a kurbiyet. Yani, Allah’a yakınlık kazanmak. Şüphesiz, bu kurbiyet, mekanî bir yakınlık değildir. Bir subayın rütbece ilerlediğinde padişaha daha yakın olması, veya bir talebenin ilimde ilerledikçe hocasına daha iyi muhatab olması şeklindedir.

İhsan mertebesine ulaşmak. Hz. Peygamberin (asm.) tarifinde ihsan, “Allah’ı görür gibi ibadet etmektir.” Bu mertebedeki mümin, kendini Allah’ın huzurunda görür, huzur içinde yaşar. Daha cennete gitmeden, iç aleminde cennetin lezzetlerini hisseder.

İhlası elde etmek. İhlas, yapılan amelin Allah emrettiği için yapılmasıdır. Kurtuluş, ancak ihlas iledir. İhlasın zıddı, riyadır. Riya ise, yapılan işin gösteriş için yapılmasıdır. Kendi haline bırakılan nefis, riyaya yönelir. Terbiye edilen nefis ise, böyle aşağı şeylere tenezzül etmez; doğrudan doğruya Allah’a müteveccih olur.

Kaynaklar:
1. Nursî, Sözler, Sözler Yay. İst. 1987, s. 508
2. Nursî, Mektubat, s. 450
3. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 89
4. Eraydın, Tasavvuf ve Tarikat, s. 90
5. Buhâri, İman, 37; Müslim, İman, 1
sadi eren
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
""şeytan onların görmediği yerlerden onları görür..."""
"""o ne kötü arkadaştır"""
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
İslam'da ruhi ve manevi boyutu öne çıkaran dinî hayat ve düşünce biçimine verilen ad. Bu hayat ve düşünœ biçimini benimseyen kişiye mutasavvıf ve sufi adları verilir. Temel ilkelerini Kur'an'dan alan, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile ashabının hayatında somut örneklerini bulan tasavvuf, tarihi boyunca çeşitli evrelerden geçti; değişerek ve gelişerek varlığını günümüze kadar sürdürdü.

Tasavvuf söz konusu olduğunda, ortaya çıkan en büyük sorun, tanımlama güçlüğüdür. Bu güçlük, tasavvufun bireysel yaşantı ve deneyimlere bağlı öznel niteliğinden gelir. Bu nedenle her tanım, tanımı yapanın ruhi ve manevi durumunu yansıtmaktan fazla bir anlam taşımaz. Tasavvufun bu niteliği, mutasavvıflar tarafından "tatmayan bilmez" deyimiyle dile getirilir. Buna rağmen tasavvuf tarihine ve incelemelerine ilişkin eserler sayısız tanımla doludur. Ünlü mutasavvıflar tarafından yapılan ve sayısı iki bini bulan bu tanımlardan birkaçının anılması, konunun niteliğinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
İslam'da ruhi ve manevi boyutu öne çıkaran dinî hayat ve düşünce biçimine verilen ad. Bu hayat ve düşünœ biçimini benimseyen kişiye mutasavvıf ve sufi adları verilir. Temel ilkelerini Kur'an'dan alan, Hz. Muhammed (s.a.s.) ile ashabının hayatında somut örneklerini bulan tasavvuf, tarihi boyunca çeşitli evrelerden geçti; değişerek ve gelişerek varlığını günümüze kadar sürdürdü.

Tasavvuf söz konusu olduğunda, ortaya çıkan en büyük sorun, tanımlama güçlüğüdür. Bu güçlük, tasavvufun bireysel yaşantı ve deneyimlere bağlı öznel niteliğinden gelir. Bu nedenle her tanım, tanımı yapanın ruhi ve manevi durumunu yansıtmaktan fazla bir anlam taşımaz. Tasavvufun bu niteliği, mutasavvıflar tarafından "tatmayan bilmez" deyimiyle dile getirilir. Buna rağmen tasavvuf tarihine ve incelemelerine ilişkin eserler sayısız tanımla doludur. Ünlü mutasavvıflar tarafından yapılan ve sayısı iki bini bulan bu tanımlardan birkaçının anılması, konunun niteliğinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
DEVAMINIDA BEN YAZAYIM.. SİZ NE DÜŞÜNÜYORSUNUZ A.ALP BÖYLE DEMİŞ

Tasavvuf söz konusu olduğunda, ortaya çıkan en büyük sorun, tanımlama güçlüğüdür. Bu güçlük, tasavvufun bireysel yaşantı ve deneyimlere bağlı öznel niteliğinden gelir. Bu nedenle her tanım, tanımı yapanın ruhi ve manevi durumunu yansıtmaktan fazla bir anlam taşımaz. Tasavvufun bu niteliği, mutasavvıflar tarafından "tatmayan bilmez" deyimiyle dile getirilir. Buna rağmen tasavvuf tarihine ve incelemelerine ilişkin eserler sayısız tanımla doludur. Ünlü mutasavvıflar tarafından yapılan ve sayısı iki bini bulan bu tanımlardan birkaçının anılması, konunun niteliğinin daha iyi anlaşılmasına yardımcı olacaktır.

Maruf Kerhî'ye (ö. 200/815) göre, "Tasavvuf, gerçekleri almak, halkın elinde bulunandan umut kesip yüz çevirmektir". Seriyü's-Sakatî'ye (ö. 251/865) göre, "Tasavvuf, güzel ahlaktır". Cüneyd Bağdadî (ö. 298/910)'nin tanımı şöyledir: "Tasavvuf, Allah'ın seni senden öldürmesi ve seni kendisiyle diriltmesidir". Ruveym bin Ahmed el-Bağdadî'nin (ö. 303/915) tanımı şöyledir: "Kendini Allah'ın dilediği şey üzerine bırakıvermen, O'nun iradesine mutlak olarak teslim olmandır". Ebi Bekir Şiblî'ye (ö. 334/945) göre tasavvuf, "Karşılıklı dostluk ve sevgidir. Hiç bir kaygı duymadan Allah ile birlikte olmaktır. Duyu organlarını zabtetmek, ruhun üfleyişlerine kulak vermektir". Ebu Said Ebu'l-Hayr'a (ö. 440/1048) göre, "Tasavvuf, kafanda ne varsa bırakman, elinde olanı vermen ve başına gelenden sızlanmamandır". Eseri, tasavvuf klasiklerinden başlıcası sayılan Kuşeyrî (ö. 465/1072) şöyle tanımlar: "Tasavvuf, Allah dışındaki her şeyden el çekmek, tanınmamayı seçmek ve hayırlı olmayan şeylerden sakınmaktır". Gazalî'ye (ö. 505/1111) göre tasavvuf, "Kalbi Allah'a bağlayıp O'nun dışındakilerle ilgiyi kesmektir". Ebu Necib el-Sühreverdî de (ö. 563/1168) şöyle tanımlar: "Başlangıcı ilim, ortası amel, sonu ilahî bağışlardır
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
[ı]tasavvuf, islâmın bildirdiği hedeflere ulaşmada etkili bir yoldur. Bu hedeflerden bir kısmını şu şekilde sıralayabiliriz:
Allah’ın ahlakıyla ahlaklanmak. Yani kalp ve ruhunu, cenab-ı hakk’ın razı olduğu sıfatlarla donatmaya çalışmak. Ilahi ahlak, en kısa ifadesiyle, “kur’an ahlakıdır:”

sünnet-i seniyyeye ittiba. Yani, resulullah’ın hayatını örnek almak, onun gibi yaşamaya çalışmaktır. Sünnete ittiba, velayet yolları içinde en güzeli, en müstakimi, en parlağı, en zenginidir. Kur’ân’ın ifadesiyle hz. Peygamber, “usve-i hasene”dir (ahzab, 51) yani, model insandır, en güzel örnektir.

Nefsi terbiye. Tabiatında günahlara meyil bulunan nefis, terbiye ile güzel bir vaziyet kazanabilir. Nefis, ilk haliyle ham petrole benzer. Arındırılmazsa bir işe yaramaz, hatta zarar verir. Fakat iyi bir terbiyeden geçerse, ondan çok istifade edilir.

Kesb-i kemal, seyr-i cemâl. Bedenen büyüyen insan, ruhen de büyümelidir. “büyük insan bedenen büyük olan değil, manen büyük olandır. çekirdeğin ağaç olmaya çalışması gibi, insanın da hedefi, insan-ı kâmil derecesine ulaşmak olmalıdır. Bu dereceye gelen insan, ilâhi san’at eserlerini seyir ve temaşadan büyük bir haz ve lezzet alır. Kainat kitabının anlayışlı bir mütalaacısı olur.

Allah’a kurbiyet. Yani, allah’a yakınlık kazanmak. şüphesiz, bu kurbiyet, mekanî bir yakınlık değildir. Bir subayın rütbece ilerlediğinde padişaha daha yakın olması, veya bir talebenin ilimde ilerledikçe hocasına daha iyi muhatab olması şeklindedir.

Ihsan mertebesine ulaşmak. Hz. Peygamberin (asm.) tarifinde ihsan, “allah’ı görür gibi ibadet etmektir.” bu mertebedeki mümin, kendini allah’ın huzurunda görür, huzur içinde yaşar. Daha cennete gitmeden, iç aleminde cennetin lezzetlerini hisseder.

Ihlası elde etmek. Ihlas, yapılan amelin allah emrettiği için yapılmasıdır. Kurtuluş, ancak ihlas iledir. Ihlasın zıddı, riyadır. Riya ise, yapılan işin gösteriş için yapılmasıdır. Kendi haline bırakılan nefis, riyaya yönelir. Terbiye edilen nefis ise, böyle aşağı şeylere tenezzül etmez; doğrudan doğruya allah’a müteveccih olur.

Kaynaklar:
1. Nursî, sözler, sözler yay. Ist. 1987, s. 508
2. Nursî, mektubat, s. 450
3. Eraydın, tasavvuf ve tarikat, s. 89
4. Eraydın, tasavvuf ve tarikat, s. 90
5. Buhâri, iman, 37; müslim, iman, 1
sadi eren
[/ı]

sizin düşünceniz nedir? Alıntı tamam . Siz ne düşünüyorsunuz?
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Özellikle gıybet sayılacak şekilde bir büyüğümüzün -bize göre hata olan- bir tavrını başka yerlerde lüzumsuz yere iki de bir dedikodu sayılacak şekilde seslendirmek büyük vebal getirebilir. Bir toplulukla birlikte hizmet edenler, sadece şahsından değil, cemaate verdiği zarardan da sorumludur.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Özetle, önderlerimizin söz ve davranışlarını o ilmî gücümüz varsa kitap-sünnet çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Gördüğümüz yanlışları -yanlış olduğundan emin isek- hikmet dairesinde izale etmeye çalışmalıyız. Önderlerimizi hatasız saymamalıyız. Fakat bir veya birkaç hataları yüzünden vefasızlık yapıp da onları terk etmemeliyiz.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Herkese karşı olduğu gibi, onlara karşı da hüsnüzanna memur olduğumuzu, suizandan sakınmamızın gerektiğini unutmamalıyız. Bir hatanın düzeltilmesi, hizmete, cemaate -söz konusu hatadan daha fazla- zarar veriyorsa, bu düzeltme işini en az bir süreliğine askıya almanın bir görev olacağını düşünmeliyiz.
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Her söylediğimiz hak olmalı, fakat her hakkı her yerde söylemeye hakkımız olmadığını bilmeliyiz. Hissî davranmak yerine aklı esas almalı, hedefe Allah’ın rızasını koymalıyız.

Kemiyetten ziyade keyfiyetin esas olduğunu düşünmeli, kaliteye önem vermeli, sayısal çokluktan başımızın dönmesine izin vermemeliyiz.

Rabbim cümlemizi rızası dairesinde çalışmaya, Kur’an ve iman hizmetini yapmaya muvaffak kılsın.
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Özetle, önderlerimizin söz ve davranışlarını o ilmî gücümüz varsa kitap-sünnet çerçevesinde değerlendirmeliyiz. Gördüğümüz yanlışları -yanlış olduğundan emin isek- hikmet dairesinde izale etmeye çalışmalıyız. Önderlerimizi hatasız saymamalıyız. Fakat bir veya birkaç hataları yüzünden vefasızlık yapıp da onları terk etmemeliyiz.

Terk etmek? Bizim sözümüz rabbimize olmalı değil mi? Peygamberin as. kıyametteki bizden şikayeti ne olacakmış biliyormusunuz?
""" ya rabbi ümmetim kuranı mehcur bırak tı""" diyecek.... yazık ki yazık
 

sahiner

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
18 Eyl 2007
Mesajlar
410
Tepki puanı
0
Puanları
0
Her söylediğimiz hak olmalı, fakat her hakkı her yerde söylemeye hakkımız olmadığını bilmeliyiz. Hissî davranmak yerine aklı esas almalı, hedefe Allah’ın rızasını koymalıyız.

Kemiyetten ziyade keyfiyetin esas olduğunu düşünmeli, kaliteye önem vermeli, sayısal çokluktan başımızın dönmesine izin vermemeliyiz.

Rabbim cümlemizi rızası dairesinde çalışmaya, Kur’an ve iman hizmetini yapmaya muvaffak kılsın.

tşkürler... bu güzel...
 

Hatice-tül Kübra

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Eyl 2006
Mesajlar
7,329
Tepki puanı
9
Puanları
0
Yaş
34
Konum
.........
Bununla beraber, cemaat ve tarikatlar içerisinde böyle pervasız bir tavır takınmak insanların intizam ve disiplinini bozabilir. Kaş yaparken, göz çıkarmamaya dikkat etmek gerekir.
 

-SEVBAN-

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Ocak 2010
Mesajlar
208
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
45
.


DİYORSUNUZ;
PEKİ YAPTIĞINIZ ŞEKLİYLE;
1. Rabıta hangi hadiste, sahabe uygulamasında var? (alından nur çıkar..... şeklini )
2. letaif zikrini hangi sahabe çekmiş, hangi hadiste var?
3. bir sahabi elinden tutarak başka birine tevbe vermişmi?( yarabbi ben pişmanım.....şeklinde)


Rabıta ne demek bunu biliyormusunuz ? bilmediğiniz belli size Tarikatı Aliyye de Rabıtai Celiye isimli eseri tavsiye ederim delilleri ile okuyun :)

İkincisi Allah c.c. yada Resulullah s.a.v bize letaifte zikir çekmeyin diye bir emir bildirmişmi ?

Elden tutmak tevbe değil biattır daha bunu bile anlayamamış kalkıp tarikatı eleştiriyorsunuz, bunada delil isterseniz Resulullah s.a.v el ile biat almıştır.....
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt