mutluluk yolcusu
Kayıtlı Kullanıcı
- Katılım
- 13 Eki 2008
- Mesajlar
- 21
- Tepki puanı
- 0
- Puanları
- 0
- Yaş
- 42
SUAL:
A- Emaniyye nedir?
B- Emaniyyeye tâbî olanlar kimlerdir?
C- Emaniyyeye tâbî olanların Kur’ân ile olan ilişkisi nedir?
D- “Allah, peygamberlerden başkasına vahyetmez.” emaniyye bilgisi midir?
E- Emaniyyeye tâbî olanların sonu nedir?
CEVAP: Allahû Tealâ buyuruyor:
2/BAKARA-78: “Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emaniyye ve in hum illâ yezunnûn(e).”
Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah’ın) kitabını bilmezler (tanımazlar da) sadece emaniyyeyi (kişilerin el yazması kitaplarını) bilirler. Onlar sadece zan (kuruntu) içindedirler.
İnsanlar var, Kur’ân’ın esas alınması yerine, hem kitabı bilmezler, hem de insanların asırlardan beri yazdıkları kitapları Kur’ân’ın yerine geçirirler. Sadece insanların elleriyle yazdıkları kitapların hükümlerine itaat ederler. Bunlar sadece “zannetmekteler.” Yani “Bu insanlar, âlim insanlar öyleyse onların yazdığı doğrudur.’’ diye bir zannın içindedirler, diyor Allahû Tealâ.
2/BAKARA-79: “Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min ındillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ
, fe veylun lehum mimmâ ketebet eydîhim ve veylun lehum mimmâ yeksibûn(e).”
Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazıp, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için; “Bu Allah’ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara; elleriyle yazdıklarından dolayı… Yazıklar olsun onlara; kazandıkları şeylerden dolayı.
Zamanımızdaki görüntü şöyle: “Bu Allah’ın indindendir.” dedikleri zaman “Allah’ın yazdığı Kur’ân-ı Kerim’de bu var, doğrusu budur.” derler. Oysa ki yazdıkları doğru değil, yanlıştır.
Bir kısmı da: “Allahû Tealâ’dan bilgiler aldık.” diye ortaya çıkarlar ve yazdıkları Kur’ân-ı Kerim’e ters düşer, emaniyye bilgiler olduğu için. Ve gayeleri o yazdıkları kitabı satmak ve bundan para kazanmaktır.
İşte 2 ayrı grup:
1- Başkalarının kitaplarına bakıp, bu kitapların âlimler tarafından yazılan kitaplar olduğuna inanmış olan insanlar. O kitapların muhtevasına tâbî oluyorlar.
2- Kendileri kitap yazıyorlar ve “Bu kitap, Allah’ın bana yazdırdığı kitaptır.’’ diye bir de hilekârlığa, sahtekârlığa başvuruyorlar. “Az bir bedele o kitabı satmak için bunu yapıyorlar.” diyor Allahû Tealâ.
Yazıklar olsun onlara, elleriyle yazdıkları kitaplardan kazandıkları hem paralar dolayısıyla, hem de kaybettikleri dereceler (kazandıkları negatif dereceler) dolayısıyla!
2/BAKARA-80: “Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dudeh(ten), kul ettehaztum ındallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehû em tekûlûne alallâhi mâ lâ ta’lemûn(e).” Ve (o emaniyyeye tâbî olanlar); “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak. (Günahlarımız kadar yanıp sonra da cennete gireceğiz.)” dediler. De ki; “Allah katından bir ahd mi edindiniz? (Eğer böyle bir ahd, kesin bir söz almışsanız.) Allah kendi ahdinden asla dönmez! (Allah’ın ahdinde hilâf olmaz) Yoksa, Allah’a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
Niçin Allahû Tealâ bunu belirtiyor? Çünkü, Kur’ân-ı Kerim’de 31 tane âyet, cehenneme giren bir insanın asla oradan çıkamayacağını, ebediyyen cehennemde kalacağını ifade etmektedir. Cennete girenlerin de, cennete girdikten sonra çıkmalarının mümkün olmadığını birçok âyet söylemektedir Kur’ân-ı Kerim’de.
Ne cehenneme girenler cehennemden çıkıp sonradan cennete girebilirler; ne cennete girenleri Allahû Tealâ, cennetten bir süre sonra çıkarıp da cehennemine koyar. İkisi de mümkün değil, ikisi de geçerli değildir. Ama bu zannın sahipleri diyorlar ki: “ Biz, evet günahlar işledik Allahû Tealâ bizi, günahlarımız çok olduğu için cehennemine atacaktır. Ama sevaplarımız da var olduğuna göre o sevapları yaşamak üzere Allahû Tealâ bizi cennetine alacaktır.’’
Oysa ki; Allahû Tealâ onların sevaplarının mükâfatını ömürleri boyunca, olayları yaşadıkları sürece iki katıyla ödemiştir. Öldükleri zaman kabirde gene hayat filmleri gösterilmiştir. Bir defa daha kazandıkları derecelerin de, kaybettikleri derecelerin de karşılığı ödenmiştir.
Sonra da sadece kazandıkları dereceler kaybettikleri derecelerden fazla olanlar, cennete girecek, ebediyyen orada kalacaklardır. Kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden fazla olanlar da, cehenneme girecek ve ebediyyen orada kalacaklardır.
Öyleyse kim diyorsa ki: “Ateş bize az bir zaman değecek, yani biz önce cehenneme atılacağız. Allahû Tealâ bizi leblebi gibi hafif tertip kavuracak ondan sonra mutlaka cennetine alacak.’’ bilin ki; bunlar doğruyu söylemiyorlar. Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’indeki 31 tane âyet-i kerimede söylediği:
“Cehenneme giren ebediyyen orada kalır.” ifadesine bu sözler ters düşmektedir.
2/BAKARA-81: “Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike eshâbunnâr(i), hum fîhâ hâlidûn(e).” Hayır. (Durum hiç de onların anladığı ve iddia ettiği gibi değil.) Kim, günah kazanmış da, hataları kendisini kuşatmışsa; işte onlar, ateş halkıdır ve içinde de devamlı kalacaklardır.
2/BAKARA-82: “Vellezine âmenû ve amilussalihati ulaike eshabul cenneh, hum fiha halidun.’’
Îmân edip, ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) amel işleyenler. İşte onlar cennet halkıdır ve içinde (cennette) devamlı kalacaklardır.
Nefs tezkiyesi mü’min olmadan evvel başlayamaz. Mü’min olunan noktada, kalbine îmân yazıldıktan sonraki bir nefs tezkiyesini gerçekleştirebilir. Çünkü “îmân’’ kelimesinin etrafında faziletlerin toplanması nefs tezkiyesini ifade eder. Ve “amilüssalihat’’ (nefsi ıslâh edici ameller) ancak bu standartta gerçekleşebilir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
40/MU’MİN-40: “Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(in).”
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilussalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mü’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır.
Mu’min-40’ta: “İşte onlar cennet halkıdır ve içinde (cennette) devamlı kalacaklardır.” diyor.
Bakara-81’de cehenneme girenler için de: “Devamlı orada kalacaklardır.” diyor.
Bakara-82’de: “Cennete girenler orada devamlı kalacaklardır.” diyor.
Bunun ötesinde daha 30 tane âyet-i kerime Kur’ân-ı Kerim’de cehenneme giren bir insanın ebediyyen cehennemde kalacağını, cennete giren kişinin de ebediyyen cennette olacağını ifade etmektedir.
Allahû Tealâ buyuruyor:
25/FURKAN-30: “Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmît tehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(en).”
Resûl dedi ki: “Yarab, kavmim Kur’ân’ı bırakıverdiler.”
Allahû Tealâ’nın emaniyyeye tâbî olanlar için söylediği söze beraberce bakalım.
Onlar Kur’ân’ı bilmezler, onlar için sadece emaniyye vardır. Yani başkalarının asırlar boyu elleriyle yazdığı kitaplar. İşte bugün dîn anlayışı böyle bir sapmanın içine girmiştir ve insanlar böyle bir düzen içindedirler.
Sevgili okuyucular, can dostlarım, gönül dostlarım, asırlarca insanlar bu büyük hatalara düşmüşlerdir. Ve bugünkü Resûl de diyor ki:
“Yarabbi, benim kavmim Kur’ân’ı unuttular.”
“Kur’ân’ı işlemez hale getirdiler.”
“Kur’ân’ı hacir altına aldılar.”
Bir insan buluğa ermişse, akîlse, o akîl-bâliğ olur. Yani rüşdünü ispat etmiş olur. 18 yaşındaki herkes, serbestçe hareket etmek yetkisinin sahibidir, oy verebilir. Türkiye’de böyle olay ama kim hacir altına alınmışsa o, kendi aklıyla doğru kararlar veremeyen bir insandır. Böyle bir standartta Kur’ân-ı Kerim’i işlemez hale getirmişler mânâsı çıkar buradan.
Sevgili okuyucular, sevgili kardeşlerim bu emaniyyeye tâbî olanlar, Kur’ân’ı hacir altına alanlar, Kur’ân’ı işlemez hale getirenler, Kur’ân’ı artık çalışmaz bir hüviyete düşürenlerdir.
Furkan Suresinin 30. âyet-i kerimesi, bu çağa aittir. Bu çağda Allahû Tealâ’nın bir tane Resûl’ü (Devrin İmamı’ndan bahsediyor burada) ve bütün kavimlerdeki (şu anda resûller yaşıyor) resûlleri aynı şeyi söylüyorlar şu anda:
“Benim kavmim Kitab’ı terketti.”
Burada Allahû Tealâ’nın Kur’ân’ın terkedilmesinden bahsettiği kişi bu Devrin İmamı’dır. Ve Furkan Suresinin 30. âyet-i kerimesinde geçen kişi, Devrin İmamı’dır. Kur’ân gerçekten hacir altına alınmıştır, işlemez hale getirilmiştir.
İnsanları cennet saadetine ulaştıracak olan Allah’a ulaşmayı dilemek, 1.
İrşad makamına tâbî olmak, 2.
Ruhu Allah’a ulaştırarak Allah’a teslim etmek, 3.
Kur’ân-ı Kerim’de var olmasına rağmen, bütün sahâbenin bunları bütünüyle gerçekleştirmelerine rağmen bu üç safhanın üçü de yok olmuş. Böylece insanların cennet saadetine ulaşmaları kesin olarak önlenmiştir. İblis, Kur’ân’ı insanlara unutturarak ve insanları bu noktaya getirerek; hem Allah’a ulaşmayı dilemekten men ederek, hem mürşide ulaşmaktan men ederek, hem ruhlarını Allah’a ulaştırmaktan men ederek İslâm’ın bacaklarını kesmiştir.
Ondan sonra da insanların fizik vücutlarını, nefslerini Allah’a teslim etmelerini, irşada ulaşmalarını ve iradelerini Allah’a teslim etmelerini yok etmiştir. Böylece 4 safhayı daha yok etmiş ki, bunlar dünya saadetini kazandıracak olan temel hedefler, İslâm’ın 7 safhasıdır.
İkinci 4 safhayı da yok ederek, insanların dünya saadetini de iblis yok etmiş ve böylece İslâm’ın kollarını da kesmiş ve İslâm’ı bitkisel hayata geçirmiştir.
Sevgili kardeşlerim, dünya insanı korkunç bir problemle karşı karşıyadır. Musevilerin de, hristiyanların da, İslâm’ın da %90’dan fazlası, kâinatın yegâne dîni olan, Hz. İbrâhîm’in hanif dînini (kendi dînleri olan Hz. İbrâhîm’in hanif dînini) yaşamıyorlar. (“İslâm” da hanif kelimesinin Arapça karşılığıdır.)
Öyleyse emaniyyeye tâbî olanlar Furkan Suresinin 30. âyet-i kerimesinde bahsedilen esaslarla Kur’ân’ı hacir altına alanlardır.
Allahû Tealâ buyuruyor:
2/BAKARA-259: “Ev kellezi merra alâ karyetin ve hiye hâviyetun alâ uruşihâ, kâle ennâ yuhyi hazihillahu ba’de mevtihâ, feemâtehullâhu miete â’min summe beaseh. Kâle kem lebiste. Kâle lebistu yevmen ev ba’da yevm. Kâle bel lebiste miete a’min fenzur ilâ ta’amike ve şerâbike lemyetesenneh, venzur ila hımârike ve linec’aleke ayeten linnâsi venzur ilalızâmi keyfe nunşizuhâ summe neksuhâ lâhma. Felemmâ tebeyyene lehu, kâle a’lemu ennallâhe alâ kulli şey’in kadir.’’
Veya, çatıları çökmüş (altı üstüne gelmiş) bir karyeye uğrayan o kimseyi (görmedin mi?). Demişti ki:“Allah bunu (karyeyi) ölümünden sonra nasıl diriltecek...’’ Bunun üzerine Allah o kişiyi yüz sene ölü bıraktıktan sonra diriltmiş ve: “ Ne kadar (ölü bir vaziyette) kaldın?’’ diye buyurmuştu. (O da): “Bir gün veya bir günden daha az.’’ (dedi). (Allah): “Hayır’’ dedi..“Yüz yıl kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak (henüz) bozulmamış. Eşeğine bak. (Bütün bunlar) seni, insanlar için bir âyet (canlı bir ibret belgesi) kılmak içindir. Bir de (eşeğin) kemiklerine bak. Onları nasıl birleştirerek (iskeletini kuruyor) sonra da onlara et giydiriyoruz.’’ Böylece (eşek dirilip, eski haline gelince ve herşey) kendisi için açıkça belli olunca dedi ki: “Artık biliyorum ki, hiç şüphesiz Allah herşeye kaadirdir.’’
Burada bir karyeye uğrayan sıradan bir kişi var. Bakıyor ki, o karye (şehir) harabe haline gelmiş, Allah bu karyeyi bundan sonra nasıl diriltecek? diye bir düşünce gelmiş, kafasına takılmış. Allahû Tealâ da, onu öldürmüş. Ve tam 100 yıl ölü bırakmış. Ondan sonra canlandırmış.
Bu durumdan sonra Allahû Tealâ soruyor: Ne kadar kaldın?
Sevgili okuyucular, Allahû Tealâ kişiyi öldürüyor, ayılınca da bunları söylüyor. Kişiye demiş oluyor ki: “İşte böyle canlandırırım.” Ve ibret alınması gerekli olan ifadeleri Allahû Tealâ’nın.
Bu âyet-i kerimenin muhtevasına uygun bir fıkra var:
Adamın biri pis bir şey görmüş. Üzerinde de birtakım iğrendiği tipte böcekler. Ve Allahû Tealâ’ya açmış ellerini:
-Yarabbi, Sen şu böcek gibi iğrenç yaratıkları da yaratıyorsun? Olur mu böyle şey? demiş.
Allahû Tealâ ona bir şey söylememiş ama kişiyi öyle bir hastalık tutmuş ki, iğne iplik olmuş ve ölüme doğru gidiyor. Artık gün meselesi, ölüm. Yaşlı birisi gelmiş beyaz sakallarıyla. Demiş:
-İyileşmek istiyor musun?
-Elbette istiyorum, ölmek üzereyim.
-O zaman sadece bir tek ilâcın var. Hani sen bir gün Allahû Tealâ’ya: “Şu pis böcekleri nasıl yaratıyorsun?’’ demiştin ya? İşte onu yiyeceksin.
Neticede adam onu yemiş, iyileşmiş. Sonra Karadeniz’de yolculuğa çıkmış. Bir fırtına, bir bora... Gemi batmak üzere... Artık Allah’a ev adayanlar mı istersiniz, kurban adayanlar mı istersiniz... “Beni kurtar, herşeyimi Senin için feda edeceğim.’’ diyenleri mi istersiniz... Ve bizimki eline sazı almış, boyuna çalıyor. Bakmışlar ki umurunda değil, artık dayanamamışlar:
-Yahu biz Allah’a dua etmekten, adak adamaktan perişan olduk. Gemi batmak üzere sen hâlâ saz çalıyorsun?
Demiş ki:
-Yok arkadaş, ben O’nun işine bir defa karıştım. Başıma neler geldiğini ben bilirim, bundan sonra asla! O, O bilir işini...
Ama: “Ben Allah’ın işine bir defa karıştım, aldım dersimi...’’ diyen adamı hiç unutmayın! Sevgili kardeşlerim, siz siz olun Allah’ın işine karışmayın! (Bu âyetle yakın ilişkisi var.)
Sevgili okuyucular, Bakara Suresi 259. âyet-i kerimede sözü edilen alelade kişiye Allah’ın vahyi söz konusu olduğuna göre, “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez.” iddiasında bulunan dîn adamlarının söylediklerine karşılık daha çok âyet var örnek olarak gösterebilecek. Sadece Allahû Tealâ’nın vahyetmesi değil, âyet vermesi söz konusudur: Risaletle falan alâkası olmayan bir insana, bakınız ne diyor Allahû Tealâ:
A- Emaniyye nedir?
B- Emaniyyeye tâbî olanlar kimlerdir?
C- Emaniyyeye tâbî olanların Kur’ân ile olan ilişkisi nedir?
D- “Allah, peygamberlerden başkasına vahyetmez.” emaniyye bilgisi midir?
E- Emaniyyeye tâbî olanların sonu nedir?
CEVAP: Allahû Tealâ buyuruyor:
2/BAKARA-78: “Ve minhum ummiyyûne lâ ya’lemûnel kitâbe illâ emaniyye ve in hum illâ yezunnûn(e).”
Onlardan bir kısmı ümmîlerdir. Onlar (Allah’ın) kitabını bilmezler (tanımazlar da) sadece emaniyyeyi (kişilerin el yazması kitaplarını) bilirler. Onlar sadece zan (kuruntu) içindedirler.
İnsanlar var, Kur’ân’ın esas alınması yerine, hem kitabı bilmezler, hem de insanların asırlardan beri yazdıkları kitapları Kur’ân’ın yerine geçirirler. Sadece insanların elleriyle yazdıkları kitapların hükümlerine itaat ederler. Bunlar sadece “zannetmekteler.” Yani “Bu insanlar, âlim insanlar öyleyse onların yazdığı doğrudur.’’ diye bir zannın içindedirler, diyor Allahû Tealâ.
2/BAKARA-79: “Fe veylun lillezîne yektubûnel kitâbe bi eydîhim summe yekûlûne hâzâ min ındillâhi li yeşterû bihî semenen kalîlâ
Yazıklar olsun onlara ki; elleriyle kitap yazıp, sonra da (emaniyye bilgiler içeren) bu yazdıklarını az bir bedel (para) karşılığında satmak için; “Bu Allah’ın indindendir.” derler. Yazıklar olsun onlara; elleriyle yazdıklarından dolayı… Yazıklar olsun onlara; kazandıkları şeylerden dolayı.
Zamanımızdaki görüntü şöyle: “Bu Allah’ın indindendir.” dedikleri zaman “Allah’ın yazdığı Kur’ân-ı Kerim’de bu var, doğrusu budur.” derler. Oysa ki yazdıkları doğru değil, yanlıştır.
Bir kısmı da: “Allahû Tealâ’dan bilgiler aldık.” diye ortaya çıkarlar ve yazdıkları Kur’ân-ı Kerim’e ters düşer, emaniyye bilgiler olduğu için. Ve gayeleri o yazdıkları kitabı satmak ve bundan para kazanmaktır.
İşte 2 ayrı grup:
1- Başkalarının kitaplarına bakıp, bu kitapların âlimler tarafından yazılan kitaplar olduğuna inanmış olan insanlar. O kitapların muhtevasına tâbî oluyorlar.
2- Kendileri kitap yazıyorlar ve “Bu kitap, Allah’ın bana yazdırdığı kitaptır.’’ diye bir de hilekârlığa, sahtekârlığa başvuruyorlar. “Az bir bedele o kitabı satmak için bunu yapıyorlar.” diyor Allahû Tealâ.
Yazıklar olsun onlara, elleriyle yazdıkları kitaplardan kazandıkları hem paralar dolayısıyla, hem de kaybettikleri dereceler (kazandıkları negatif dereceler) dolayısıyla!
2/BAKARA-80: “Ve kâlû len temessenen nâru illâ eyyâmen ma’dudeh(ten), kul ettehaztum ındallâhi ahden fe len yuhlifallâhu ahdehû em tekûlûne alallâhi mâ lâ ta’lemûn(e).” Ve (o emaniyyeye tâbî olanlar); “Ateş bize ancak sayılı birkaç gün dokunacak. (Günahlarımız kadar yanıp sonra da cennete gireceğiz.)” dediler. De ki; “Allah katından bir ahd mi edindiniz? (Eğer böyle bir ahd, kesin bir söz almışsanız.) Allah kendi ahdinden asla dönmez! (Allah’ın ahdinde hilâf olmaz) Yoksa, Allah’a karşı bilmediğiniz bir şey mi söylüyorsunuz?
Niçin Allahû Tealâ bunu belirtiyor? Çünkü, Kur’ân-ı Kerim’de 31 tane âyet, cehenneme giren bir insanın asla oradan çıkamayacağını, ebediyyen cehennemde kalacağını ifade etmektedir. Cennete girenlerin de, cennete girdikten sonra çıkmalarının mümkün olmadığını birçok âyet söylemektedir Kur’ân-ı Kerim’de.
Ne cehenneme girenler cehennemden çıkıp sonradan cennete girebilirler; ne cennete girenleri Allahû Tealâ, cennetten bir süre sonra çıkarıp da cehennemine koyar. İkisi de mümkün değil, ikisi de geçerli değildir. Ama bu zannın sahipleri diyorlar ki: “ Biz, evet günahlar işledik Allahû Tealâ bizi, günahlarımız çok olduğu için cehennemine atacaktır. Ama sevaplarımız da var olduğuna göre o sevapları yaşamak üzere Allahû Tealâ bizi cennetine alacaktır.’’
Oysa ki; Allahû Tealâ onların sevaplarının mükâfatını ömürleri boyunca, olayları yaşadıkları sürece iki katıyla ödemiştir. Öldükleri zaman kabirde gene hayat filmleri gösterilmiştir. Bir defa daha kazandıkları derecelerin de, kaybettikleri derecelerin de karşılığı ödenmiştir.
Sonra da sadece kazandıkları dereceler kaybettikleri derecelerden fazla olanlar, cennete girecek, ebediyyen orada kalacaklardır. Kaybettikleri dereceler, kazandıkları derecelerden fazla olanlar da, cehenneme girecek ve ebediyyen orada kalacaklardır.
Öyleyse kim diyorsa ki: “Ateş bize az bir zaman değecek, yani biz önce cehenneme atılacağız. Allahû Tealâ bizi leblebi gibi hafif tertip kavuracak ondan sonra mutlaka cennetine alacak.’’ bilin ki; bunlar doğruyu söylemiyorlar. Allah’ın Kur’ân-ı Kerim’indeki 31 tane âyet-i kerimede söylediği:
“Cehenneme giren ebediyyen orada kalır.” ifadesine bu sözler ters düşmektedir.
2/BAKARA-81: “Belâ men kesebe seyyieten ve ehâtat bihî hatîetuhu fe ulâike eshâbunnâr(i), hum fîhâ hâlidûn(e).” Hayır. (Durum hiç de onların anladığı ve iddia ettiği gibi değil.) Kim, günah kazanmış da, hataları kendisini kuşatmışsa; işte onlar, ateş halkıdır ve içinde de devamlı kalacaklardır.
2/BAKARA-82: “Vellezine âmenû ve amilussalihati ulaike eshabul cenneh, hum fiha halidun.’’
Îmân edip, ıslâh edici (nefsi tezkiye edici) amel işleyenler. İşte onlar cennet halkıdır ve içinde (cennette) devamlı kalacaklardır.
Nefs tezkiyesi mü’min olmadan evvel başlayamaz. Mü’min olunan noktada, kalbine îmân yazıldıktan sonraki bir nefs tezkiyesini gerçekleştirebilir. Çünkü “îmân’’ kelimesinin etrafında faziletlerin toplanması nefs tezkiyesini ifade eder. Ve “amilüssalihat’’ (nefsi ıslâh edici ameller) ancak bu standartta gerçekleşebilir. Allahû Tealâ buyuruyor ki:
40/MU’MİN-40: “Men amile seyyieten fe lâ yuczâ illâ mislehâ, ve men amile sâlihan min zekerin ev unsâ ve huve mu’minun fe ulâike yedhulûnel cennete yurzekûne fîhâ bi gayri hisâb(in).”
Kim seyyiat (şerr, derecat düşürücü ameller) işlerse mislinden daha fazla cezalandırılmaz. Kadınlardan veya erkeklerden kim amilussalihat (nefsi ıslâh edici ameller, nefs tezkiyesi) yaparsa işte onlar mü’minlerdir. Onlar cennete konulacak ve orada hesapsız rızıklandırılacaklardır.
Mu’min-40’ta: “İşte onlar cennet halkıdır ve içinde (cennette) devamlı kalacaklardır.” diyor.
Bakara-81’de cehenneme girenler için de: “Devamlı orada kalacaklardır.” diyor.
Bakara-82’de: “Cennete girenler orada devamlı kalacaklardır.” diyor.
Bunun ötesinde daha 30 tane âyet-i kerime Kur’ân-ı Kerim’de cehenneme giren bir insanın ebediyyen cehennemde kalacağını, cennete giren kişinin de ebediyyen cennette olacağını ifade etmektedir.
Allahû Tealâ buyuruyor:
25/FURKAN-30: “Ve kâler resûlu yâ rabbi inne kavmît tehazû hâzel kur’âne mehcûrâ(en).”
Resûl dedi ki: “Yarab, kavmim Kur’ân’ı bırakıverdiler.”
Allahû Tealâ’nın emaniyyeye tâbî olanlar için söylediği söze beraberce bakalım.
Onlar Kur’ân’ı bilmezler, onlar için sadece emaniyye vardır. Yani başkalarının asırlar boyu elleriyle yazdığı kitaplar. İşte bugün dîn anlayışı böyle bir sapmanın içine girmiştir ve insanlar böyle bir düzen içindedirler.
Sevgili okuyucular, can dostlarım, gönül dostlarım, asırlarca insanlar bu büyük hatalara düşmüşlerdir. Ve bugünkü Resûl de diyor ki:
“Yarabbi, benim kavmim Kur’ân’ı unuttular.”
“Kur’ân’ı işlemez hale getirdiler.”
“Kur’ân’ı hacir altına aldılar.”
Bir insan buluğa ermişse, akîlse, o akîl-bâliğ olur. Yani rüşdünü ispat etmiş olur. 18 yaşındaki herkes, serbestçe hareket etmek yetkisinin sahibidir, oy verebilir. Türkiye’de böyle olay ama kim hacir altına alınmışsa o, kendi aklıyla doğru kararlar veremeyen bir insandır. Böyle bir standartta Kur’ân-ı Kerim’i işlemez hale getirmişler mânâsı çıkar buradan.
Sevgili okuyucular, sevgili kardeşlerim bu emaniyyeye tâbî olanlar, Kur’ân’ı hacir altına alanlar, Kur’ân’ı işlemez hale getirenler, Kur’ân’ı artık çalışmaz bir hüviyete düşürenlerdir.
Furkan Suresinin 30. âyet-i kerimesi, bu çağa aittir. Bu çağda Allahû Tealâ’nın bir tane Resûl’ü (Devrin İmamı’ndan bahsediyor burada) ve bütün kavimlerdeki (şu anda resûller yaşıyor) resûlleri aynı şeyi söylüyorlar şu anda:
“Benim kavmim Kitab’ı terketti.”
Burada Allahû Tealâ’nın Kur’ân’ın terkedilmesinden bahsettiği kişi bu Devrin İmamı’dır. Ve Furkan Suresinin 30. âyet-i kerimesinde geçen kişi, Devrin İmamı’dır. Kur’ân gerçekten hacir altına alınmıştır, işlemez hale getirilmiştir.
İnsanları cennet saadetine ulaştıracak olan Allah’a ulaşmayı dilemek, 1.
İrşad makamına tâbî olmak, 2.
Ruhu Allah’a ulaştırarak Allah’a teslim etmek, 3.
Kur’ân-ı Kerim’de var olmasına rağmen, bütün sahâbenin bunları bütünüyle gerçekleştirmelerine rağmen bu üç safhanın üçü de yok olmuş. Böylece insanların cennet saadetine ulaşmaları kesin olarak önlenmiştir. İblis, Kur’ân’ı insanlara unutturarak ve insanları bu noktaya getirerek; hem Allah’a ulaşmayı dilemekten men ederek, hem mürşide ulaşmaktan men ederek, hem ruhlarını Allah’a ulaştırmaktan men ederek İslâm’ın bacaklarını kesmiştir.
Ondan sonra da insanların fizik vücutlarını, nefslerini Allah’a teslim etmelerini, irşada ulaşmalarını ve iradelerini Allah’a teslim etmelerini yok etmiştir. Böylece 4 safhayı daha yok etmiş ki, bunlar dünya saadetini kazandıracak olan temel hedefler, İslâm’ın 7 safhasıdır.
İkinci 4 safhayı da yok ederek, insanların dünya saadetini de iblis yok etmiş ve böylece İslâm’ın kollarını da kesmiş ve İslâm’ı bitkisel hayata geçirmiştir.
Sevgili kardeşlerim, dünya insanı korkunç bir problemle karşı karşıyadır. Musevilerin de, hristiyanların da, İslâm’ın da %90’dan fazlası, kâinatın yegâne dîni olan, Hz. İbrâhîm’in hanif dînini (kendi dînleri olan Hz. İbrâhîm’in hanif dînini) yaşamıyorlar. (“İslâm” da hanif kelimesinin Arapça karşılığıdır.)
Öyleyse emaniyyeye tâbî olanlar Furkan Suresinin 30. âyet-i kerimesinde bahsedilen esaslarla Kur’ân’ı hacir altına alanlardır.
Allahû Tealâ buyuruyor:
2/BAKARA-259: “Ev kellezi merra alâ karyetin ve hiye hâviyetun alâ uruşihâ, kâle ennâ yuhyi hazihillahu ba’de mevtihâ, feemâtehullâhu miete â’min summe beaseh. Kâle kem lebiste. Kâle lebistu yevmen ev ba’da yevm. Kâle bel lebiste miete a’min fenzur ilâ ta’amike ve şerâbike lemyetesenneh, venzur ila hımârike ve linec’aleke ayeten linnâsi venzur ilalızâmi keyfe nunşizuhâ summe neksuhâ lâhma. Felemmâ tebeyyene lehu, kâle a’lemu ennallâhe alâ kulli şey’in kadir.’’
Veya, çatıları çökmüş (altı üstüne gelmiş) bir karyeye uğrayan o kimseyi (görmedin mi?). Demişti ki:“Allah bunu (karyeyi) ölümünden sonra nasıl diriltecek...’’ Bunun üzerine Allah o kişiyi yüz sene ölü bıraktıktan sonra diriltmiş ve: “ Ne kadar (ölü bir vaziyette) kaldın?’’ diye buyurmuştu. (O da): “Bir gün veya bir günden daha az.’’ (dedi). (Allah): “Hayır’’ dedi..“Yüz yıl kaldın. Yiyecek ve içeceğine bak (henüz) bozulmamış. Eşeğine bak. (Bütün bunlar) seni, insanlar için bir âyet (canlı bir ibret belgesi) kılmak içindir. Bir de (eşeğin) kemiklerine bak. Onları nasıl birleştirerek (iskeletini kuruyor) sonra da onlara et giydiriyoruz.’’ Böylece (eşek dirilip, eski haline gelince ve herşey) kendisi için açıkça belli olunca dedi ki: “Artık biliyorum ki, hiç şüphesiz Allah herşeye kaadirdir.’’
Burada bir karyeye uğrayan sıradan bir kişi var. Bakıyor ki, o karye (şehir) harabe haline gelmiş, Allah bu karyeyi bundan sonra nasıl diriltecek? diye bir düşünce gelmiş, kafasına takılmış. Allahû Tealâ da, onu öldürmüş. Ve tam 100 yıl ölü bırakmış. Ondan sonra canlandırmış.
Bu durumdan sonra Allahû Tealâ soruyor: Ne kadar kaldın?
Sevgili okuyucular, Allahû Tealâ kişiyi öldürüyor, ayılınca da bunları söylüyor. Kişiye demiş oluyor ki: “İşte böyle canlandırırım.” Ve ibret alınması gerekli olan ifadeleri Allahû Tealâ’nın.
Bu âyet-i kerimenin muhtevasına uygun bir fıkra var:
Adamın biri pis bir şey görmüş. Üzerinde de birtakım iğrendiği tipte böcekler. Ve Allahû Tealâ’ya açmış ellerini:
-Yarabbi, Sen şu böcek gibi iğrenç yaratıkları da yaratıyorsun? Olur mu böyle şey? demiş.
Allahû Tealâ ona bir şey söylememiş ama kişiyi öyle bir hastalık tutmuş ki, iğne iplik olmuş ve ölüme doğru gidiyor. Artık gün meselesi, ölüm. Yaşlı birisi gelmiş beyaz sakallarıyla. Demiş:
-İyileşmek istiyor musun?
-Elbette istiyorum, ölmek üzereyim.
-O zaman sadece bir tek ilâcın var. Hani sen bir gün Allahû Tealâ’ya: “Şu pis böcekleri nasıl yaratıyorsun?’’ demiştin ya? İşte onu yiyeceksin.
Neticede adam onu yemiş, iyileşmiş. Sonra Karadeniz’de yolculuğa çıkmış. Bir fırtına, bir bora... Gemi batmak üzere... Artık Allah’a ev adayanlar mı istersiniz, kurban adayanlar mı istersiniz... “Beni kurtar, herşeyimi Senin için feda edeceğim.’’ diyenleri mi istersiniz... Ve bizimki eline sazı almış, boyuna çalıyor. Bakmışlar ki umurunda değil, artık dayanamamışlar:
-Yahu biz Allah’a dua etmekten, adak adamaktan perişan olduk. Gemi batmak üzere sen hâlâ saz çalıyorsun?
Demiş ki:
-Yok arkadaş, ben O’nun işine bir defa karıştım. Başıma neler geldiğini ben bilirim, bundan sonra asla! O, O bilir işini...
Ama: “Ben Allah’ın işine bir defa karıştım, aldım dersimi...’’ diyen adamı hiç unutmayın! Sevgili kardeşlerim, siz siz olun Allah’ın işine karışmayın! (Bu âyetle yakın ilişkisi var.)
Sevgili okuyucular, Bakara Suresi 259. âyet-i kerimede sözü edilen alelade kişiye Allah’ın vahyi söz konusu olduğuna göre, “Allah peygamberlerden başkasına vahyetmez.” iddiasında bulunan dîn adamlarının söylediklerine karşılık daha çok âyet var örnek olarak gösterebilecek. Sadece Allahû Tealâ’nın vahyetmesi değil, âyet vermesi söz konusudur: Risaletle falan alâkası olmayan bir insana, bakınız ne diyor Allahû Tealâ: