Kâim ve Dâim - 110
Tarihin belki de en ilginç ve en önemli dönemini yaşıyoruz.
Millet olarak ya tarihten büsbütün silineceğiz; yada küllerimizden yeniden doğacağız.
Cumhurbaşkanı’nın Rusya gezisi ve akabinde gelişen ilişkiler;
Terör Örgütü İsrail’le yaşanan psikolojik gerginlik;
Suriye ve İran’a geçmişten farklı yaklaşımlar;
Ve bunlara benzer bir dizi, Türkiye’nin içinde bulunduğu ulusal ve uluslar arası siyasî atraksiyonların hepsi, yaşadığımız bu ilginç ve önemli döneme delâlet etmekte…
Osmanlı’nın Avrupa’nın içlerine doğru yürümesi, Amerika diye bir devletin çıkmasına sebebiyet vermişti.
Avrupa’da sıkışan ve gidecek bir yeri kalmayan Batılı, mecburen Amerika kıtasını keşfetmiş ve orada yeni bir devlet kurmuştu.
Kıtanın zenginliklerini yağmalayarak Avrupa’ya getirdikten sonradır ki, Batılı ancak kendini kurtarabilmişti.
Türk’ün Batı’nın hafızasındaki yerini anlamak için, Batı’nın bu dönemine ait tarihini iyi bilmek lazım. Batılının Türk’ten kaynaklanan bu travması, hâlen bütün canlılığıyla devam etmekte…
Batı, Osmanlı’yı Viyana kapılarında durdurduğunda, yeniden doğmuş gibi olmuştu.
Durdurulabilirliğine inanılan Osmanlı, artık Batı nazarında mağlup edilebilirdi de…
Bu inançla, Doğu’nun ve İslâm’ın temsilcisi Türk, 400 yıl süren bir sürecin ardından Avrupa’dan atıldı.
Amerika, Avrupa’nın Osmanlı tazyikine karşın mecburen bulduğu bir kıtadır; dedik.
Şu ân dünyada keşfedilmemiş zengin bir kıta bulunmadığına göre, yapılması gereken belli:
Batı barbarlığına karşı, yeraltı ve yerüstü zenginliğine sahip çıkmak!
Batı’nın Türk’ü Avrupa’dan çıkardıktan sonra bir daha kendisine güç yetirememesi için İslâmsızlaştırma politikası, bütün saldırılarına rağmen başarılı olamamıştır.
Batı’nın İslâm coğrafyasında sürdürdüğü barbar saldırı özellikle son bir asrı geçkin bir zamandır kesintisiz devam etmekte…
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise Batı, kendi iç hesaplaşmalarını da İslâm topraklarında yapmaktaydı.
Son bir asırlık İslâm coğrafyasına yapılan Batı saldırısının en önemli ve en büyük manivelâsı Türkiye idi.
Türkiye’ye sahip olamayan hiçbir emperyalist gücün bölgede başarılı olamayacağı hakikatine binaen rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki, Türkiye olmadan ne Amerika’nın, ne de İsrail’in bölgedeki politikalarını yürütmeye imkânları yoktur.
Batı için savuşturulmuş en büyük tehlike Türk tehlikesi olduğundan dolayı, Türkiye’den vazgeçmesi de o kadar kolay değildir. Çünkü Batı yörüngesinden kurtulacak olan bir Türkiye’nin tabiî mecraını bulup “TARİHÎ MİSYON”unu yerine getireceği de bir bedahet.
Batı’nın kendi içinde yaşadığı ekonomik ve siyasî kriz, bu süreçte Türkiye’nin üzerindeki baskısının da azalmasına yol açtı.
Osmanlı’nın Viyana önlerinde durdurulması gibi Batı’nın yaklaşık yüz yıllık kesintisiz saldırısı da Babil-Bağdat kapılarında durdurulmuştur.
Bugün yaşanan ekonomik ve siyasî krizin sebebi olan Batı askerî gücünün Bağdat’ta durdurulup yenilgiye uğratılmasını hiç gözden kaçırmadan rahatlıkla şunu söyleyebiliriz ki, Batı kendi inine doğru dönüş yoluna girmiş; hatta yolu yarılamıştır.
Irak saldırısının ardından bir milim ilerleyemeyen Batı askerî gücüne ayrıca Afganistan’ın Hindukuş dağları da mezar oldu.
Batı’ya karşı devletleşme yolunda verilen bu mücadele iki aşamalı stratejik plân çerçevesinde yürütülmektedir.
1- Batı ilk önce İslâm coğrafyasından sürülecek.
2- Daha sonra ise, bugüne kadar yaptıklarının bedeli ödettirilerek pisliğinden arındırılmış olarak İslâmlaştırılıp, İslâm bünyesine dahil edilecek.
Tarihten silinmemek için, Türkiye bu iki aşamalı stratejik plânın merkezinde yerini almalı…
Amerikan iradesi çözülüp bölgedeki baskısı azaldıktan sonra, Türkiye başta olmak üzere birçok ülkenin kendi başına hareket eder bir hâl aldığına şahit olmaktayız.
İslâm dünyasında Türkiye’nin bu hâl ve tavrı “lider ülke” olarak algılanırken, mevcut siyasî yapı ve bu yapı içerisindeki siyasî liderliklerin böyle bir konumu taşıyıp taşıyamayacakları oldukça tartışmalı.
Var olan Batıcı düzen içinde böyle bir rolü oynamak, çökmekte olan mevcut düzeni kurtarmaya yönelik olabileceği gibi, düzenin çöküş hızına ivme kazandırabilecek bir unsur da olabilir.
Her halükârda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki, Türkiye eski haliyle idare edemeyeceği bir konuma geldiğinden dolayı Batıcı düzen içinde de olsa, “Tarihî Misyon”unu andırır arayışlar içine girmiştir.
Sadece bu “arayış” bile, eski halk ve Hak düşmanı yapının tarih sahnesinden silinmesi demektir.
Batı sisteminin çöküşü yaşamasından dolayı girilen bu arayışlar fırsat bilinerek, devletleşme yolunda verilen mücadelenin maddî-manevî seviyesi en üst seviyeye taşınmalı…
Bu tarihî dönemde İBDA, devlet çapında dünya kamuoyunun önüne konulamazsa, tarihî bir fırsatın kaçırılacağını ifade edelim.
İç ve dış gelişmelere ve bu gelişmeler neticesinde meydana çıkan fırsatlara baktığımızda, iktidarı ele geçirme hedefli mücadelemizin hiç olmadığı kadar müsait şartları yakaladığı bir gerçek…
Yasama’nın, Yargı’nın ve Silahlı Kuvvetler’in çözülüşünün, mevcut sistemin çözülüşü demek olduğunu başa alarak ifade etmemiz gerekirse, mevcut Batıcı düzen tel tel her tarafından dökülürken eksik olan tek şey, bizim örgütlenmeye ve eyleme geçirecek kararlılığımızdır.
Herkesin “ne yapacağız” şaşkınlığıyla sağa sola şuursuzca hareket etmeye çalıştığı bu süreçte kararlı duruş, toplayıcılığın ve toparlayıcılığın da merkezi olacaktır.BARAN Dergisi...