Konu: SIKINTI VE DEPRESYON "İLAHİ KODDA" SONSUZ AŞKA DAVETTİR
SIKINTI VE DEPRESYON "İLAHİ KODDA" SONSUZ AŞKA DAVETTİR
Bugün bir karar vermeliyim artık şu sıkıntıya, bunalıma ne yapacağıma dair... Yaşamım alt üst oluyor yıllardır. Ansızın beni yakalıyor bu sıkıntılar. Biri bize yine bir büyü mü yaptı acaba? Kim bana niçin büyü yapsın ki? Zaten daha önceden yapılmıştı epeyi... Ne bileyim zamanımız kötü... Herkesin elinde gizli ilimler kitabı... Yine doktora mı gitmeliyim? Yoksa medyumlara mı? Bir çok doktora gittim... Bir şey olmadı... İlaçların kimi yaradı, kimi uyuşturdu, sentetik bir yaşamım var artık... Dışarıdan bakıldığında ne de sağlıklı ve huzur(!) doluyum. O tonlarca ağırlık, boğulur gibi olmalar, gece uykusuzlukları, a-ritmi çarpan kalp; ya o saçma sapan rüyalar... Canımın hiçbir şey yapmama isteği... Kapanıp bir yere ağlamalar... Toplumdan uzaklaşıp sessiz bir kara dünyada içine kapanıp kalmalar... Korku, boğulur gibi olup nefes alamamalar... En iyisi doktora gitmek yine... Evet, evet öyle yapmalıyım... Terapi desteği almalıyım. Başka türlü bu olmayacak. İyi de aylardan beri alıyorum bu desteği, neye yaradı ki? Birazcık fayda gördüm ama hepsi o kadar... Keşke elim ayağım kırılsaydı da bu sıkıntıları çekmeseydim... Ne kadar korkunç bir şey. En olur olmaz yerde ansızın sarıp sarmalıyor beni... Giderek ölüm korkusu sarıyor her yanımı ve korkunç bir kabusa dönüşüyor yaşamım... Bu halle üniversite mi okunur, hayat mı yaşanır... En iyisi medyuma gitmek... O da olmasa başka bir doktora... Bu ilaçlar yaramadı galiba bana... Evet, bu doktorun verdiği ilaç da yaramadı bana... Yarasaydı böyle olur muydum? Yarın ilk işim arkadaşımın önerdiği medyuma gitmek olmalı... Onun emrinde mümin cinniler varmış. Adama istihbarat sağlıyorlarmış ve her şeyi biliyormuş. Çok da dindarmış, illa da bir şey getirin, verin demezmiş; ama içinden ne gelirse onu vermeliymişsin. Olsun canım, bir şeyler veririz. Sözgelimi beş lira... Olur olur, sanki taş atıp kolum mu yoruluyor? Ya parayı beğenmez, bana gönülden bakmazsa... En iyisi on lira vermek ya da yirmi... Evet, evet yirmi lira... Bu çok iyi olur...
“Evet sıradaki bay gelsin!” Vav, amma da medyummuş ha... Çok etkili bakıyor... Sanki ötelerle irtibatlı... Yüzü ne kadar nursuz... “Hoş geldiniz sayın bayım. Buyurun şöyle oturun. Anlatın bakalım derdinizi.” "Sayın medyum bey. Bakınız ben üç yıldan bu yana sıkılıp bunalıyorum. Ortada hiçbir ciddi neden yok. Uykum düzensiz. Boğuluyorum sanki birileri tarafından. Doktora gittim. Terapi desteği aldım. İlacı alınca iyiyim, ya da en azından öyle olduğumu düşünüyorum. Bırakınca yine aynı... İlaç bağımlısı oldum... İlacım yanımda olmazsa krize gireceğim diye ödüm kopuyor... Bu nedenle yanımda yedek ilaç taşıyorum.” “Hım, şu tastaki suya bir bak bakalım. Suda herhangi bir şey görüyor musunuz?” “Hayır.” “Şimdi şu........ duasını okuyup da suya bakınız.” “Yine bir şey göremiyorum.” Biraz bekleyin şimdi bir daire kurup çevirme yapacağım. Evet bayım. Siz cinler tarafından boğuluyorsunuz. Aile tarafınızdan bir kız size aşık olmuş. Kara büyü yapmış.” “Peki ne yapmalıyım?” “Şu muskaları alınız. Birini boynunuza asınız. Birini yastığınızın altına koyunuz. Birini de suya atıp bir gün beklettikten sonra bir kısmını içip, bir kısmıyla banyo yapıp, geri kalanını da seher vakti işlek bir dört yol ortasına serpip ardınıza bakmadan geliniz. Muskayı sakın üzerinizden çıkarmayınız. İki ay sonra da kontrole geliniz... Şu an çevirme yaptım. Üzerinde olanlardan önemli bir kısmını öldürttük.” “Teşekkürler bay medyum.”
İki ay sonra: “Allah kahretsin, iyice beter oldum! Her tarafım muska doldu. İstiklal Harbi gazilerinin madalyası gibi her tarafımdan salınıyorlar mübarekler... Birazcık aklım vardı o da gitti gidecek. Bir de ilaç şişesi... On medyuma gittim belki, onu da birbirine uymayan şeyler söylediler. Yok dört yol ağzında cin saldırısı, yok banyoya zamansız girme, yok komşu kızın aşk büyüsü, yok domuz yağına sürülü kara papaz büyüsü... Şu hale bakın evin her yanı muska... Canına yandığımının muskaları... Ya.. şu hale bakın şu hale! O, türlü türlü kutu kutu uyuşturucu ilaçlara ne demeli?... Renk renk ilaçlar... Beyin kimyasını düzenliyorlarmış, hani? Bizimki kimya değil mübarek geometri sanki... Bir yeri yapıp on yeri yıkan ilaçlar... Onca yıldır paraları ödediğim bay terapistlerim... Yedi Kocalı Hürmüz gibi terapist değiştirip durmuşuz. Hastalığım yüzde yüz geçti mi? Hayır... Bu ne geçmez hastalıkmış mübarek. Kolumuz, ayağımız kırılsa beş ay içinde tamamdı... Allah kimsenin ruhunu hasta etmesin. Sorayım kendime. Neyim var? Maddi mi? Değil. Sevgi boyutlu duygusal bir yıkım mı? Hayır, hayır da bu sıkıntı felaketi, ağırlık gerçekliği ne peki? Allah’a şükür memlekette gitmediğimiz doktor, cindar, hoca, medyum kalmadı... Yok be... Bu hayat böyle çekilmez...Dinen insan cehennemlik olmasaydı şu hayata bir son verirdik... Ama intihar eden insan dinsiz olurmuş... En iyisi bir de veli, evliya arayayım belki onlar şu derdime bir çare bulurlar... İyi de bunlar neredelerdir kim bilir? Ha deyince bulunmuyorlar ki...
En iyisi istihare yapıp Allah’tan mürşit bulmak için yardım istemek. Evet bu yedinci gün ve istiharede hala bir şey göremedik. Ne nasipsiz adammışız be...
En iyisi tasavvufi eserleri bir güzel okuyayım. Belki aradığımız şey oralardadır... Bela, çile, kabz, bast, vera, murakabe, virtler, ihlas tecelli, evet bunların hiçbiri de bize göre değil... Derdimizin dermanı buralarda değil... Bu da ne? Çok farklı bir kitap... Sessiz sedasız saklanmış buraya... Aman Allah’ım başlığı da tam bana göre... “Sıkıntı ve depresyon İlahi Kodda Sonsuz Aşka Davettir...” Şu başlığa bakın hele bir... Aman Allah’ım ne çılgınca bir başlık... Daha şimdiden içim bir hoş oldu... Hemen şunu satın alayım bakalım. İşte oldu... Bunu bir çırpıda okuyup bitirmeliyim. Ya bu kitapta da derdime çare yoksa? Hayır, hayır bu kitap bayağı çılgınca, yazarı da tasavvufi bir kişi... Bakın biyografisine hem de akademik biri... Aman Allah’ım neydi o kitabın adı? Dur şu paketi birazcık yırtıp bir bakayım... İşte şurada olmalı başlık: “Sıkıntı ve depresyon İlahi Kodda Sonsuz Aşka Davettir.” Yaşasın şu başlık bile beni şimdiden etkiledi. Ne kadar albenili bir başlık değil mi? Mevcut sorunu güzellik olarak görüyor ve kanıksatıyor bunu insana... Hiç ürpertmeden, samimice bizi sonsuz aşka davet diyor... Evet, sonsuz aşka... Harika... Bu kitap; çok sevdiğiniz birinden size gelen armağan paketini hemen açmayıp, o heyecanı yaşayarak daha sonra o paketi açma isteğinize ne kadar çok benziyor.
İşte eve geldik. Şöylece koltuğa oturup kitabın girişinden başlayalım: “Siz on yedi-yirmi yedi yaşları arasında bir delikanlısınız veya hanımefendi bir bayan. Bir üniversitelisiniz ya da özel sektörde çalışan biri. Ya dindarsınız, bir cemaatte koşturuyorsunuz ya da sevgi avına çıkan bir çılgın aşık... Ya da müzik kursları alan, diskoteğe dansa giden bir sosyete... Bunlar hiç de önemli değil... Önemli olan şey, sizi nedensiz yere bunalım ve depresyonun sarıp sarmalıyor olması tabi. Sizi birden bire tanımı olanaksız bir sıkıntı sarıyor. Hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklenmedik bir yerde... Yolda, üniversitede, evde, arkadaşlarınızın içinde... Kalbiniz a-ritmi atıyor. Korku sarıyor her yanınızı. Öldü ölecek gibi oluyorsunuz. İnsanlar, toplum her şey gözünüze kötü görünmeye başlıyor. Bunalım, depresyon krizleri geçiriyorsunuz. Üstünüze bir ağırlık çöküyor ansızın. Güçten kuvvetten kesiliyorsunuz. Bir yerde düşüp kalacağınızı düşünüyorsunuz. Bulunduğunuz çevre sizin bu içsel duyumsayışlarınızın farkında değil. Onlar, yaşamı, mutlu algılarına göre özgülemişler. Evet, onlarınki öyle bir özgüleme ki bu yaşam imbiğinden hep mutlulukların öz suları damıtılıvermiş. Mutlu mu mutlular... Ya siz? O bunalım, depresyon denen olgunun cenderesinden geçerken adeta ölüm kalım mücadelesi veriyorsunuz
SIKINTI VE DEPRESYON "İLAHİ KODDA" SONSUZ AŞKA DAVETTİR
Bugün bir karar vermeliyim artık şu sıkıntıya, bunalıma ne yapacağıma dair... Yaşamım alt üst oluyor yıllardır. Ansızın beni yakalıyor bu sıkıntılar. Biri bize yine bir büyü mü yaptı acaba? Kim bana niçin büyü yapsın ki? Zaten daha önceden yapılmıştı epeyi... Ne bileyim zamanımız kötü... Herkesin elinde gizli ilimler kitabı... Yine doktora mı gitmeliyim? Yoksa medyumlara mı? Bir çok doktora gittim... Bir şey olmadı... İlaçların kimi yaradı, kimi uyuşturdu, sentetik bir yaşamım var artık... Dışarıdan bakıldığında ne de sağlıklı ve huzur(!) doluyum. O tonlarca ağırlık, boğulur gibi olmalar, gece uykusuzlukları, a-ritmi çarpan kalp; ya o saçma sapan rüyalar... Canımın hiçbir şey yapmama isteği... Kapanıp bir yere ağlamalar... Toplumdan uzaklaşıp sessiz bir kara dünyada içine kapanıp kalmalar... Korku, boğulur gibi olup nefes alamamalar... En iyisi doktora gitmek yine... Evet, evet öyle yapmalıyım... Terapi desteği almalıyım. Başka türlü bu olmayacak. İyi de aylardan beri alıyorum bu desteği, neye yaradı ki? Birazcık fayda gördüm ama hepsi o kadar... Keşke elim ayağım kırılsaydı da bu sıkıntıları çekmeseydim... Ne kadar korkunç bir şey. En olur olmaz yerde ansızın sarıp sarmalıyor beni... Giderek ölüm korkusu sarıyor her yanımı ve korkunç bir kabusa dönüşüyor yaşamım... Bu halle üniversite mi okunur, hayat mı yaşanır... En iyisi medyuma gitmek... O da olmasa başka bir doktora... Bu ilaçlar yaramadı galiba bana... Evet, bu doktorun verdiği ilaç da yaramadı bana... Yarasaydı böyle olur muydum? Yarın ilk işim arkadaşımın önerdiği medyuma gitmek olmalı... Onun emrinde mümin cinniler varmış. Adama istihbarat sağlıyorlarmış ve her şeyi biliyormuş. Çok da dindarmış, illa da bir şey getirin, verin demezmiş; ama içinden ne gelirse onu vermeliymişsin. Olsun canım, bir şeyler veririz. Sözgelimi beş lira... Olur olur, sanki taş atıp kolum mu yoruluyor? Ya parayı beğenmez, bana gönülden bakmazsa... En iyisi on lira vermek ya da yirmi... Evet, evet yirmi lira... Bu çok iyi olur...
“Evet sıradaki bay gelsin!” Vav, amma da medyummuş ha... Çok etkili bakıyor... Sanki ötelerle irtibatlı... Yüzü ne kadar nursuz... “Hoş geldiniz sayın bayım. Buyurun şöyle oturun. Anlatın bakalım derdinizi.” "Sayın medyum bey. Bakınız ben üç yıldan bu yana sıkılıp bunalıyorum. Ortada hiçbir ciddi neden yok. Uykum düzensiz. Boğuluyorum sanki birileri tarafından. Doktora gittim. Terapi desteği aldım. İlacı alınca iyiyim, ya da en azından öyle olduğumu düşünüyorum. Bırakınca yine aynı... İlaç bağımlısı oldum... İlacım yanımda olmazsa krize gireceğim diye ödüm kopuyor... Bu nedenle yanımda yedek ilaç taşıyorum.” “Hım, şu tastaki suya bir bak bakalım. Suda herhangi bir şey görüyor musunuz?” “Hayır.” “Şimdi şu........ duasını okuyup da suya bakınız.” “Yine bir şey göremiyorum.” Biraz bekleyin şimdi bir daire kurup çevirme yapacağım. Evet bayım. Siz cinler tarafından boğuluyorsunuz. Aile tarafınızdan bir kız size aşık olmuş. Kara büyü yapmış.” “Peki ne yapmalıyım?” “Şu muskaları alınız. Birini boynunuza asınız. Birini yastığınızın altına koyunuz. Birini de suya atıp bir gün beklettikten sonra bir kısmını içip, bir kısmıyla banyo yapıp, geri kalanını da seher vakti işlek bir dört yol ortasına serpip ardınıza bakmadan geliniz. Muskayı sakın üzerinizden çıkarmayınız. İki ay sonra da kontrole geliniz... Şu an çevirme yaptım. Üzerinde olanlardan önemli bir kısmını öldürttük.” “Teşekkürler bay medyum.”
İki ay sonra: “Allah kahretsin, iyice beter oldum! Her tarafım muska doldu. İstiklal Harbi gazilerinin madalyası gibi her tarafımdan salınıyorlar mübarekler... Birazcık aklım vardı o da gitti gidecek. Bir de ilaç şişesi... On medyuma gittim belki, onu da birbirine uymayan şeyler söylediler. Yok dört yol ağzında cin saldırısı, yok banyoya zamansız girme, yok komşu kızın aşk büyüsü, yok domuz yağına sürülü kara papaz büyüsü... Şu hale bakın evin her yanı muska... Canına yandığımının muskaları... Ya.. şu hale bakın şu hale! O, türlü türlü kutu kutu uyuşturucu ilaçlara ne demeli?... Renk renk ilaçlar... Beyin kimyasını düzenliyorlarmış, hani? Bizimki kimya değil mübarek geometri sanki... Bir yeri yapıp on yeri yıkan ilaçlar... Onca yıldır paraları ödediğim bay terapistlerim... Yedi Kocalı Hürmüz gibi terapist değiştirip durmuşuz. Hastalığım yüzde yüz geçti mi? Hayır... Bu ne geçmez hastalıkmış mübarek. Kolumuz, ayağımız kırılsa beş ay içinde tamamdı... Allah kimsenin ruhunu hasta etmesin. Sorayım kendime. Neyim var? Maddi mi? Değil. Sevgi boyutlu duygusal bir yıkım mı? Hayır, hayır da bu sıkıntı felaketi, ağırlık gerçekliği ne peki? Allah’a şükür memlekette gitmediğimiz doktor, cindar, hoca, medyum kalmadı... Yok be... Bu hayat böyle çekilmez...Dinen insan cehennemlik olmasaydı şu hayata bir son verirdik... Ama intihar eden insan dinsiz olurmuş... En iyisi bir de veli, evliya arayayım belki onlar şu derdime bir çare bulurlar... İyi de bunlar neredelerdir kim bilir? Ha deyince bulunmuyorlar ki...
En iyisi istihare yapıp Allah’tan mürşit bulmak için yardım istemek. Evet bu yedinci gün ve istiharede hala bir şey göremedik. Ne nasipsiz adammışız be...
En iyisi tasavvufi eserleri bir güzel okuyayım. Belki aradığımız şey oralardadır... Bela, çile, kabz, bast, vera, murakabe, virtler, ihlas tecelli, evet bunların hiçbiri de bize göre değil... Derdimizin dermanı buralarda değil... Bu da ne? Çok farklı bir kitap... Sessiz sedasız saklanmış buraya... Aman Allah’ım başlığı da tam bana göre... “Sıkıntı ve depresyon İlahi Kodda Sonsuz Aşka Davettir...” Şu başlığa bakın hele bir... Aman Allah’ım ne çılgınca bir başlık... Daha şimdiden içim bir hoş oldu... Hemen şunu satın alayım bakalım. İşte oldu... Bunu bir çırpıda okuyup bitirmeliyim. Ya bu kitapta da derdime çare yoksa? Hayır, hayır bu kitap bayağı çılgınca, yazarı da tasavvufi bir kişi... Bakın biyografisine hem de akademik biri... Aman Allah’ım neydi o kitabın adı? Dur şu paketi birazcık yırtıp bir bakayım... İşte şurada olmalı başlık: “Sıkıntı ve depresyon İlahi Kodda Sonsuz Aşka Davettir.” Yaşasın şu başlık bile beni şimdiden etkiledi. Ne kadar albenili bir başlık değil mi? Mevcut sorunu güzellik olarak görüyor ve kanıksatıyor bunu insana... Hiç ürpertmeden, samimice bizi sonsuz aşka davet diyor... Evet, sonsuz aşka... Harika... Bu kitap; çok sevdiğiniz birinden size gelen armağan paketini hemen açmayıp, o heyecanı yaşayarak daha sonra o paketi açma isteğinize ne kadar çok benziyor.
İşte eve geldik. Şöylece koltuğa oturup kitabın girişinden başlayalım: “Siz on yedi-yirmi yedi yaşları arasında bir delikanlısınız veya hanımefendi bir bayan. Bir üniversitelisiniz ya da özel sektörde çalışan biri. Ya dindarsınız, bir cemaatte koşturuyorsunuz ya da sevgi avına çıkan bir çılgın aşık... Ya da müzik kursları alan, diskoteğe dansa giden bir sosyete... Bunlar hiç de önemli değil... Önemli olan şey, sizi nedensiz yere bunalım ve depresyonun sarıp sarmalıyor olması tabi. Sizi birden bire tanımı olanaksız bir sıkıntı sarıyor. Hiç beklemediğiniz bir anda, hiç beklenmedik bir yerde... Yolda, üniversitede, evde, arkadaşlarınızın içinde... Kalbiniz a-ritmi atıyor. Korku sarıyor her yanınızı. Öldü ölecek gibi oluyorsunuz. İnsanlar, toplum her şey gözünüze kötü görünmeye başlıyor. Bunalım, depresyon krizleri geçiriyorsunuz. Üstünüze bir ağırlık çöküyor ansızın. Güçten kuvvetten kesiliyorsunuz. Bir yerde düşüp kalacağınızı düşünüyorsunuz. Bulunduğunuz çevre sizin bu içsel duyumsayışlarınızın farkında değil. Onlar, yaşamı, mutlu algılarına göre özgülemişler. Evet, onlarınki öyle bir özgüleme ki bu yaşam imbiğinden hep mutlulukların öz suları damıtılıvermiş. Mutlu mu mutlular... Ya siz? O bunalım, depresyon denen olgunun cenderesinden geçerken adeta ölüm kalım mücadelesi veriyorsunuz