Selamün aleyküm ben de bu tasavvuf muhabbetine naçizane dahil olmak istedim. Fatma kardeşimiz çok güzel bilgiler vermiş. Bir nurcu olarak(inşaAllah) ben de katkıda bulunmak istiyorum.
Nasıl başlayayım bilemiyorum, çok değinmek istediğim nokta var. Öncelikle bu insanlığın yaratılış amacı Yaratanını tanımak ve böylelikle O'na layıkıyla ibadet edebilecek seviyeye gelebilmek. Yani insanlığın aslî gayesi marifetullahtır. Peki Allah'ı tanımak ne demektir? Derdimiz makam, mevki(manevi) sahibi olmak filan değil. Derdimiz ALLAH... O'nu tanımak ve tanıtmaktır. Bu da en yüksek iman derecesine ulaşmakla olur. İman iki çeşittir. Taklidî iman, Tahkikî iman... Amacımız tahkikî imana ulaşabilmek. Tahkiki imanın da mertebeleri vardır. Arkadaşımızın da bahsettiği gibi; ilmelyakin, aynelyakin, hakkalyakin... İlmelyakin; Allah'ın varlığını kainatla Kuran'la ilmen bilmek. Aynelyakin; hem ilmen, hem de görür derecede iman etmek. Hakkalyakin; hem görür, hem hisseder derecede yani hem kalbî, hem aklî melekelerle iman edip müşahade etmektir. Olması gereken ve en zor nokta budur. Eskiden hak olan 12 tarikat bu noktaya ulaştıran merkezler konumundaydılar. Ama bunu tasavvuf olarak nitelendirmek yanlış olur. Tasavvufî nitelikler vardır ama yapılan tasavvuf değildi. Çünkü tasavvuf İslamî nitelikler barındıran felsefî bir yaşam biçimidir. Ama bizim tarikatlarımızın temel anlayışı iman hakikatlerine ulaşma çabasıdır. Tahkikî iman da zaten bu hakikatlerle ulaşılacak noktadır. Zatların keşifleri de bunlardır. 12 tarikatın kurucuları, hepsi kendi asırlarının mücedditleri idi. Ve Kur'an'ı kendi asırlarının ihtiyaçlarına göre ilhamla doğru bir şekilde yorumladılar. Bizim en büyük derdimiz her asırda olduğu gibi tevhid bürhanlarını anlayabilmektir. Geçtiğimiz asırlarda iman hakikatleri tam olarak ortaya dökülememişti, ihtiyaç derecesindeydi. Keşfedilen her hakikat çok değerliydi ve belli olgunluğa ulaşmak için yeterliydi. Şeyhinin bir kerameti bile talebesine yetiyordu. Çünkü bu zamandaki gibi imana yönelik fikrî hücumlar yoktu. Bu zamanda öyle açık bürhanlar lazımki insanlar imanlarını kurtarabilsin çünkü her yerden saldırı var. Eskiden sadece şeyhe tabiiyetle yüksek bir makama çıkılabilirken; bu zamanda şeytanın desiselerine karşı çok ciddi bir kutup lazım. Çünkü imana yönelik saldırılar ölçüsünde; tam kaynağından yani bizzat Kur'an'dan ilhamını alan yüksek bir hakikat, tevhidi en açık bürhanlarıyla gösterip hem aklı, hem kalbi tatmin edecek ve bu bütün hak tarikatların da kutbu olabilecek sağlam bir kulb lazım... ki insan o iman mertebelerine ulaşabilsin. Yani eskiden 40 senede alınabilecek yolu, 40 günde aldırabilecek bir kaynak lazım. Çünkü gaflet perdesi kalın. Her şey maddiyata bürünmüş, şeytan ağlarını her tarafa örmüş, gençler gözümüzün önünde eriyor(HafazanAllah), hem nefsî hem fikrî saldırı çok, bu zaman ahirzaman. Bu zamanda riyazete girmek ne mümkün? Gaflet eskiden ince bir tahta parçasıyken; bu zamanda kalın bir ağaç gövdesi olmuş neredeyse. Onu da ince testereyle değil ancak motorlu testereyle eritiriz. Hz. Bediüzzaman'ın "Zaman tarikat zamanı değil, zaman iman kurtarma zamanıdır." dediği gibi bu zamanda ve her zaman olduğu gibi en değerli şey imandır, elde tutulacak en zor şey de imandır. "Ahirzamanda imanı elde tutmak, kor ateşi elde tutmak kadar zor olacaktır." Hadis-i Şerif
Bu zaman şahs-ı manevî zamanıdır. Birbirimizin maneviyatından istifade edip kendimizi Allah'ın izniyle muhafaza etmek zamanıdır. Bu zamanın ihtiyaçları farklıdır.Hz. Bedizüzzaman’ın(R.A.) dediği gibi, “Ben Mevlana’nın zamanında gelseydim Mesnevi’yi; Mevlana bu zamanda gelseydi Risale-i Nur’u yazardı.” Yani Risale-i Nur, bu zamanın yaralarına tiryak olabilecek, Materyalizm gibi aklı inançtan uzaklaştırma amacı güden bütün fikri saldırılara karşı koyabilecek, Müslümanlara bu noktada yol gösterebilecek çok güçlü, Kur’anî bir eserdir. Hakkalyakine ulaşmakta bizim en önemli aracımız tefekkürdür. Yani bununla bu kainatı bizzat Allah'ın yarattığını, Kur'an'ın bizzat O'nun kelamı olduğunu, Peygamberimizi sonsuzlarca kere kalben ve aklen tasdik etmektir. Ve böylece Peygamber Efendimizin(A.S.M.) kudsî haletini ruhumuza bir nebze in'ikas ettirmektir.Ve böylelikle secdemizde, rükûmuzda bütün kainatı arkamıza alarak layıkıyla şükrümüzü sunarak, 'Seni her türlü kusur ve noksandan tenzih ederiz.' diyebilmektir amacımız. Yani güzeller Güzeline benzeyebilmektir amacımız yine. Allah ta bizden bunu istiyor.
İşte Risale-i Nur Külliyatı; Allah'ın varlığını ve birliğini en açık delillerle bizzat kainatı şahit tutarak(33. söz, 20.mektub, 2. şua, 30. lem'a her yerinde), haşrin ispatını(10. sözde), Peygamberimizin(A.S.M.) peygamberliğinin delillerini(19. mektub) daha birçok imanî konuyu aklen ve kalben göstermektedir.
Aranızda ehl-i tarik olanlar olabilir. Sakın yanlış anlaşılmasın ben kimseye veya herhangi bir tarikate tenkid edici sözler söylemek niyetinde değilim. Hepsi haktır, hepsi bizimdir. Bu Risale-i Nur okuyan fakir kardeşiniz sizlerle bir şeyler paylaşmak istedi. Hepinizin görüşleri benim için değerlidir. Hepinizden ALLAH razı olsun.
aleyküm selam, kardeşim rabıta ayrı bir şey... Bizim yapmamız gereken şey tefekkürdür. Yani allah'ı isim ve sıfatlarıyla düşünmektir. Zat'ını düşünmek değildir bu. Rabbimizi isim ve sıfatlarıyla tanımaktır. Aşağıda anlatmaya çalıştım biraz... Hakikaten bu çok önemli... Böylelikle tam olarak tanıyıp layıkıyla ibadet etmek, aklen ve kalben bütün ruhumuzla, bütün zerrelerimizle inanmak, tasdik etmektir. Yani buradaki amaç; imanı taklidi imandan tahkiki imana çıkarmaktır.
Bu evreni, evrende işleyen muazzam kanunları, evrendeki bu düzenle rabbimizin bize ne anlatmak istediğini düşünmemiz gerekiyor. çünkü allah bizden bunu istiyor. Yani kur'an'da, rabbimizin kendisini tarif ettiği gibi, allah'ı tanımamız gerekiyor. Yani kur'an'da allah, kendisine hakîm diyor; hikmetli yaratan, her şeyin anlamlı olması, atom çekirdeklerine kadar her şeyde muazzam bir intizam olması ve her şeyin bir vazifesinin olması; her şeyin hikmetli yaratıldığını gösteriyor değil mi? Ve biz de bu düzene, saat gibi işleyen varlıklara baktığımızda, "bu kainatı yaratan, ancak kur'an'da kendisini hakîm olarak anlatan allah'tır." diyoruz. çünkü bu evrende allah'ın hakîm esmasının tecellisi var.(hakîm, hâkim'le karıştırılmasın. Hâkim hükmeden demektir. Hakîm, sonsuz hikmet sahibi...) aynı şekilde allah, kur'an'da kendisini alîm olarak tanıtıyor. Yani sonsuz ilim sahibi... Işte kainattaki eserlere baktığımızda muazzam bir ilmin tecelli ettiğini görüyoruz. Gözü yapmak demek, gözün bütün işlevsel özelliklerini bilmek aynı zamanda görmeyi bilmek, aynı zamanda gözün gördüğü her şeyi bilmek, güzeli bilmek, intizamı bilmek demektir. Yani her yönüyle bu evreni muazzam bir ilim kaplamış. (bugün en dahi mühendisler bile insandaki görme kalitesinin yanına yaklaşamadılar.)
ve daha sonra allah'ın rahman, rahîm ve rezzâk esmaları... Yeryüzündeki bütün canlılar, en münasip şekilde rızıklandırılıyor. En aciz olanlar, bilhassa yavrular en kolay ve en güzel şekilde rızıklandırılıyor. Başıboş olan, sahipsiz olan, rızıksız kalan bir canlı yok. Ta ki karıncalardan tut, en büyük hayvanlara kadar her canlı korunup gözetiliyor. Bu gözetme her bakımdan... Sadece rızık bakımından değil! Kendilerine göre en münasip donanımlara kadar, korunma sistemlerine kadar, hayatlarını en güzel şekilde devam ettirebilecekleri bir şekilde yaratılmaları da onların en güzel şekilde korunup, gözetildiğini gösteriyor. Bu evren, bizim için, rabbimizin kendisini kur'an'da tarif ettiği gibi tanıyabilmemiz için bir araçtır. çünkü bu kainatta sonsuz nurlar parlıyor. Allah'ın sınsuz isimlerinin cilveleri görünüyor. Işte böyle, evrendeki kanunları, nizamı, intizamı, gayeyi tefekkür edip, tecelli eden isimleri görüp, rabbimize yönelecez inşaallah...
Allah'a emanet olunuz.
selamun aleykum kardeşim ben sana cevaben bişey yazmadim aslinda.ama siz üstünüze alinip bişeyler yazmişiniz önemli değil gerçi.tefekkürle rabitayi kariştirmayin.selametle kalin
Yok üstüme alınmak filan değildi. Sizin yazdığınız şeyler de doğrudur. Ben sadece bu konudaki bilgilerimi ortaya dökmek istedim. Bir nevi sohbet havasında geçmesi için... Siz de selametle kalın, Allah'a emanet olun.
Mutmainneye çıkmak için yine Ehlullah buyurmuştur: "Himmet-i Rical" gerek.. Erlerin himmeti.. Bir Merdan-ı Hüda'nın desteği, nazarı, himmeti, sohbeti gerek..
Meselenin özü bu cümle...
Allah razı olsun kardeşim...