Hükümdarları İslâm'a davet kararı alan Resûli Kibriya Efendimiz, ashabtan Abdullah b. Huzafe'yi de İran Kisrâsı Perviz İbni Hürmüz'e elçi olarak gönderdi.
İran'a varıp, saraya kabul edilen Hz. Abdullah b. Huzafe, Peygamberimizin İslâm'a davet mektubunu bizzat Kisrâ Perviz'in eline teslim etti. Kisrâ, mektubu kâtibine okuttu:
"Bismillahirrahmânirrahîm!
"Allah Resulü Muhammed'den Farsların Büyüğü Kisrâ'ya!.."
Bu hitab, Kisrâ'yı son derece hiddetlendirdi. Mektubun devamının okunmasına müsaade etmeden ve muhtevasını öğrenmeden, "Şuna bak! Benim kulum, kölem olan kişi, (hâşâ) kalkıyor da bana mektup yazıyor!" diyerek Hz. Resûlullah'ın mübarek mektubunu alıp ortadan küstahça yırttı;525 sonra da haddini aşarak, elçi Abdullah b. Huzafe'ye, "Mülk ve saltanat bana mahsustur! Benim bu hususta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana ortak çıkacağından asla endişem ve korkum yoktur! Firavun, İsrail Oğullarına hâkim olmuştu! Siz, onlardan daha güçlü değilsiniz! Sizi derhâl hâkimiyetim altına almaya engel olacak ne var? Ben, Firavun'dan daha iyi ve güçlüyümdür!" diye hitab etti ve onu adamları vasıtasıyla dışarıya çıkarttırdı.526
Abdullah b. Huzafe 'nin Medine 'ye Dönüşü
Hz. Abdullah b. Huzafe, Peygamber Efendimizin İslâm'a davet mektubunu Kisrâ'ya vermekle vazifesini yerine getirmişti. Bu sebeple, saraydan çıkartılır çıkartılmaz hemen bineğine atlayarak Medine'nin yolunu tuttu.
O sırada Kisrâ'nın öfkesi bir nebze dinmiş olacak ki, onu bulup getirr>elerin: adamlarına emretti. Ancak, Hz. Abdullah çoktan oradan uzaklaşmıştı.
Medine'ye gelen Hz. Abdullah, Resûli Kibriya Efendimizin huzuruna çıktı. Olup bitenleri haber verdi. Resûli Ekrem Efendimiz, "Yâ Rabbi!.. Nasıl o benim mektubumu parçaladı, Sen de onu ve onun mülkünü parçala!" diye Kisrâ'ya beddua etti.527
Bu bedduanın tesiriyledir ki, Kisrâ Perviz'in oğlu Şireveyh, hançerle onu parçaladı. Sa'd İbni Ebî Vakkas Hazretleri ise, İran saltanatını paramparça etti. Sasanîye Devletinin hiçbir yerde şevketi kalmadı.
Babasını öldürüp yerine geçen Şireveyh, ancak altı ay yaşayabilmiştir. Saltanatın verdiği ihtirasla, kardeşlerini de öldürtmüştü. Kendisine halef olacak erkek evlâdı da bulunmadığından, halk Şireveyh'in Buran adındaki kızını saltanat tahtına geçirmişti. Peygamber Efendimiz bunu duyunca, "Mukadderatını bir kadının eline veren millet, felah bulmaz!" diye buyurmuşlardı. Bu veciz ifadeleriyle Resûli Ekrem Efendimiz, İslâm'ın âmme hukukunun en mühim bir kaidesini ortaya koymuştur. Bu kaideye göre, islâm hukukunda "âmme velayeti" denilen devlet teşkilâtı reisliği, ancak bir erkek vatandaş tarafından temsil olurpjr. Millet otoritesini temsil edecek olan bu mevkiye kadın seçilemez; çünkü, kadının fıtratı birçok cihetten bu çok ağır vazifeyi yüklenip yürütmeye müsait değildir. Bu sebepledir ki, islâm hukukunda kadının alış veriş, şehâdet, şirket, vesayet, veraset, vekâlet, hibe gibi her türlü medenî akid ve tasarrufları, sair milletlerin hukukuna nisbetle en geniş ölçüde muteber ve ticari sahadaki çalışması meşru olduğu hâlde, devlet başkanlığına seçilebilmesi hususunda kadın için herhangi bir hak kabul edilmemiştir (Tecrid Tercemesi, c. 10. s. 450).
Peygamberimizin Gönderdiği Mektup
Resûli Ekrem Efendimizin İran Kisrâsı Hüsrev Perviz'e gönderdiği İslâm'a davet mektubunun tam metni şöyleydi:
"Bismillah irrahmânirrahîm!
"Allah'ın Resulü Muhammed'den Farsların Büyüğü Kisrâ'ya!..
"Doğru yola gidenlere, Allah'a ve Peygamberine îman edenlere, bir Allah'tan başka ilâh olmadığına, O'nun hiçbir ortağı da bulunmadığına ve Muhammed'in O'nun kulu ve Resulü olduğuna şehâdet edenlere selâm olsun!
"Ben, seni Allah'ın dinine [İslâm'a] davet ediyorum; çünkü ben, bütün insanlara 'hayatı olan kişilere (gelecek tehlikeleri) haber vermek ve kâfirlere o söz hak olmak için (azab sözü gerçekleşmesi için)' (Yasin, 70) peygamber olarak gönderildim.
"Müslüman ol ki, selâmete eresin! Eğer davetimden yüz çevirirsen, Mecûsî kavminin günahı senin boynuna olsun!