Rabıta-ı Şeyhin Delilleri
Râbıtanın hak olup, dinen sabit olduğuna işaret eden pek çok ayetler ve hadisler vardır. Dört mezhebin imamları da, râbıtanın hak olduğunu söylemişler ve varlığına hükmetmişlerdir. O halde râbıtayı inkâr edenler, aslında İslam alimlerinin en büyüklerinin bu konudaki sözlerini tekzip etmiş ve bu hususta cahil olduklarını iddia etmiş olmaktadırlar.
Nakşibendi tarikatının ana unsurlarının en büyüğü râbıtadır. Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'e uymak kaydıyla, Allah-u Zülcelal'e vuslatın en büyük sebeplerindendir. "Fena Fillah" makamına vesile olan "Fena Fişşeyh" makamıdır. Bu "Fena Fişşeyh" makamına en fazla ulaştıran vasıta da "râbıta"dır.
Bazı alimler râbıtayı şu ayet-i kerime ile isbat etmişlerdir:
"Ey Müminler! Takva sahibi ve sadık mü’minlerle beraber olun." (Tevbe;119) Bu ayet-i kerime ile ilgili Ubeydullah Ahrar (K.S) şöyle buyurmuştur: "Ayette memur olduğumuz sadıklar ile beraber olmak suret ve manada sadıklarla beraber olmaktır."
Râbıtayı da şöyle tarif etmişlerdir: "Mürid, fena fillah olan kâmil bir şeyhin ruhaniyetinden istimdat talep etmeli, şeyhinin suretine fazla riayet etmeli, onun edebleriyle edeblenerek, huzurunda iken nasıl ise gıyabında da şeyhinden bir teyakkuz hasıl olup, müride şeyhini istihzar etmesi sebebiyle huzur ve nurun zuhur etmesidir."
Ayrıca şeyhinin suretine fazla riayet etmekle basit işlerden salim olmasıdır. O halde râbıtada bu faydalar sabit olduğuna göre, hiç kimsenin onu inkâr etmesi düşünülemez. Ancak takdir-i ezelide hüsrana uğrayacaklardan olanlar, râbıtanın menfaatlerini inkar edebilirler. Bir kimse Allah-u Zülcelal'in veli kullarını kabul ediyor ise onların varlığına inanıyorsa, râbıtayı inkar etmesi söz konusu dahi olamaz. Çünkü onların bütünü râbıtayı kabul etmekte, güzel olduğunu ve faydalarının büyük olduğunu açık olarak ifade etmektedirler.
Bu râbıta konusunda, evliya-i kiramın tamamı görüş birliği içindedirler. Onların kudsi kelimelerini inceleyen ve ünsî nefahatını (manevi koku) birazcık olsun koklayan, basiret sahibi her insan için râbıtanın menfaatleri gayet açıktır.Bunlardan dolayı bir kimse Allah'ın veli kullarını kabul ve ikrar ediyor ise başta dört hak mezhebin imamları olmak üzere, fakihlerin, dinin aslı ve feri meselelerini bilen alimlerin sözlerini de kabul etmek zorundadır.
"Şayet Rabbinin burhanını görmeseydi." (Yusuf; 24) ayet-i kerimesinin tefsirinde, müfessirlerin çoğunluğu, manevi tasarruf ve ruhani imdadın varlığını açık olarak kaydetmişlerdir.Bu alimlerden "Keşşaf" sahibi Zemahşeri, itidalden ayrılarak Mutezile mezhebine girmiş olduğu halde, bu ayet-i kerimede râbıtaya olan işareti açıklamıştır.
Burhaneddin Hazretleri, bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Yusuf (A.S), “iyyake, iyyake” (dikkat et, dikkat et) sesini işittiği zaman, Züleyha ısrar ettiği vakit, Yusuf (A.S)'ın, kulağına kendini koru manasına gelen “iyyake, iyyake” sedası ulaştığında, ona kulak vermemişti. Hatta aynı ses ikinci ve üçüncü defa duyulduğunda da temessül etti."
Bazı rivayetlere göre ise seslenenin Yakup (A.S) olduğu ve eliyle, Yusuf (A.S)'ın göğsüne vurduğu belirtilmektedir. İşte o zaman Yusuf (A.S) Allah-u Zülcelal'e sığınıp, Züleyha'nın gayri meşru teklifinden yüz çevirdi. Bu olayda çok açık bir ifade ile "ruhani imdada" işaret vardır.
Hanefi imamlarından Şeyh-ül İmam Ekmeleddin (K.S), Şerh-ül Meşarık isimli eserinde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in: "Beni rüyada gören kimse, uyanık iken de görecektir. Veya beni uyanık halde görmüş gibidir. Zira şeytan benim suretime giremez." (Buhari,Tabi:10/45, Müslim,Rüya:11) hadis-i şeriflerinin manası hakkında şöyle buyurmuştur: Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i gören, uyku ve uyanıklık halinde, her an onunla beraber olduğu için görür. Görenle onun arasında bir birlik hasıl olmuştur. Burada birlik içtima (bir araya gelmek) etmekten ibarettir.
Bu içtima için beş ana unsur mevcuttur. Bunlar:
Huccet’ül-İslâm İmam-ı Gazali (K.S), namazın her rekâtındaki hikmet ve sırları anlatırken, namaz kılanın teşehhüd esnasında, "Esselamü aleyke eyyühe'n nebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu" derken, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in mübarek şahsını kalbinde ve hayalinde hazır bulundurması gerektiğini, aynı anda bu selamı Peygamber Efendimiz'e tebliğ etmeye memur ve müvekkel olan melek, tebliğ ve isal görevini yerine getirdiği zaman, onun da daha güzeliyle selam verene karşılık verdiğini beyan etmiştir.
Yine Şafii imamlarından İbn Hacer el-Mekki, “Şerhü’l- Ubad” isimli eserinde "teşehhüd"ün manasını açıklarken şöyle demiştir: "Es-selâmü aleyke eyyühe'n nebiyyu" ile Peygamber Efendimiz (SAV)'e hitap edilmesinden maksat, namaz kılan ümmetinden haberdar olmasıdır. Bu şekilde Peygamber Efendimiz (S.A.V) namaz kılanın yanında bulunup, kıyamet gününde en faziletli ameli olan namaz konusunda ümmetine şehadet edeceğini göstermektedir. Ayrıca Allah Resulü'nün namazda hazır olduğunu hatırlamak, huşu ve huzurun artmasına sebep olur."
Şafii imamlarından İmam Arif Sühreverdi (K.S), "Avarif-ul Maarif" adlı eserinde, Allah'a yakın olanların namazlarına ait bölümde: "Kurbiyet ehli, namazlarında alemlerin fahri, Efendisi'ni kalb gözünün içinde (sağ yanlarında) teemmül ve tasavvur ederek selam verirler." demiştir.
Mevlana Halid-i Bağdadi (K.S)’nin talebelerinden Hanefi mezhebinin büyük fıkıh alimlerinden İbn Abidin şöyle demiştir: “Beş vakit namazda tahiyyat okurken Resulullah (S.A.V)’i baş gözüyle görmezsem, o namazı iade ederim.”
Bu noktada bizim sözümüz Resulullah (S.A.V)'in sureti hakkında değildir, diyerek bu nakledilenlere itiraz edenler çıkabilir. Bizim buna cevap olarak şöyle dememiz icab etmektedir: Suretin, şeklin temessül etmesi enbiyaya özel bir durum olmayıp, bu konuda nebiler ve veliler müşterektir, aynıdır. Ancak namazda Resulullah (S.A.V)'in dışında herhangi bir kimsenin muhatab kabul edilmesi namazı ifsad eder, bozar. Namazda varlık ruhunun ve Makam-ı Mahmud sahibinin suretinin tasavvur edilmesi, suretinin hazır kabul edilmesi, sadece Peyamber Efendimiz (SAV)’e ait özelliklerdendir. Şafii imamlarından Arif Şarani, "Nefehat'ül Kudsi" adlı kitabında zikrin edeblerini sayarken şöyle buyurmuştur: "Zikrin edeblerinden yedincisi şudur: Müridin zikir esnasında şeyhinin gözünün önünde tahayyül etmesidir. Bu, zikir âdâbının en kuvvetli adımlarındandır. Mürid, bu sayede, Allah-u Zülcelal ile beraber olma edebine ve O'nu murakabe haline ulaşır."
Gavs-ı Azam Seyyid Abdülkadir Geylani (K.S) şöyle buyurmuştur: “Bu yolda süluk eden salikin, büyük veliler ile kalbî râbıta yapması söz konusudur. Salik, bu râbıta sebebiyle batınen o evliyalardan istifade eder. Bu şekilde kalbî râbıtası olan salik için, evliyaya zahiren ikram (alçak gönüllülük; tevazu) etmemede bir sakınca yoktur. Fakat kalbi râbıtası olmayan kimsenin, bu kaideye itibar etmeyip, zahiren ikram etmesi gereklidir.”
Hanbeli mezhebi alimlerinden Şemsüddin İbn Kayyum, "Ruh" isimli kitabında şöyle demiştir: "Bedenin durumundan ayrı olarak, ruh için farklı bir durum vardır. O bedenine ilişik bir halde Refik-i Alâ'da bulunur. Bir müslüman o ruhun sahibine selam verse, Allah-u Zülcelal ruhu bedenine döndürür ve selam verenin selamına karşılık verir."
Öyle ise bu ifade de açık olarak, Allah'ın veli kullarının ölümden sonra da tasarruf edebileceklerine ilişkin bir işaret olduğu kati olarak anlaşılmaktadır. Maliki imamlarından Şeyh Halil, "Muhtasar" adlı kitabında şöyle demiştir: "Bir veli, velayetinde sabit olduğu zaman, ruhani suretlere girmeye gücü olur. Kendisine birçok surete girme kuvveti verilir. Çünkü müteaddid suretler ruhanidir."
O halde meseleleri bâtınî yönleri ile birlikte, derinliğine araştırmaktan mahrum "avam" diye bilinen insanların, bu gerçekleri inkâr etmeleri neyi değiştirir. Oysa evliya-i kiram ve büyük alimler, bu söylenenleri açık bir şekilde ifade ederek kabul ettiklerini beyan etmişlerdir. Kalben şeyhe râbıta yapmak, ondan feyz almak hususunda büyük bir temeldir. Hatta şunu da belirtmeliyiz ki kalp aynası, şeyhe râbıta yapmadan saflaşamaz.
Mevlana Celaleddin-i Rûmî (K.S) şöyle buyurmuştur:
"Yalancı vasıtalar, talip ile matlub (kul ile Mevla) arasında perde olurlar. Ancak enbiya ve evliyaya râbıta yapmak böyle değildir. Bilakis o (râbıta) perdeleri yırtıcı, alaka ve sebepleri kesicidir."
alıntı.......S.M.K....ks. allah razı olsun
Râbıtanın hak olup, dinen sabit olduğuna işaret eden pek çok ayetler ve hadisler vardır. Dört mezhebin imamları da, râbıtanın hak olduğunu söylemişler ve varlığına hükmetmişlerdir. O halde râbıtayı inkâr edenler, aslında İslam alimlerinin en büyüklerinin bu konudaki sözlerini tekzip etmiş ve bu hususta cahil olduklarını iddia etmiş olmaktadırlar.
Nakşibendi tarikatının ana unsurlarının en büyüğü râbıtadır. Kur'an-ı Kerim ve Sünnet'e uymak kaydıyla, Allah-u Zülcelal'e vuslatın en büyük sebeplerindendir. "Fena Fillah" makamına vesile olan "Fena Fişşeyh" makamıdır. Bu "Fena Fişşeyh" makamına en fazla ulaştıran vasıta da "râbıta"dır.
Bazı alimler râbıtayı şu ayet-i kerime ile isbat etmişlerdir:
"Ey Müminler! Takva sahibi ve sadık mü’minlerle beraber olun." (Tevbe;119) Bu ayet-i kerime ile ilgili Ubeydullah Ahrar (K.S) şöyle buyurmuştur: "Ayette memur olduğumuz sadıklar ile beraber olmak suret ve manada sadıklarla beraber olmaktır."
Râbıtayı da şöyle tarif etmişlerdir: "Mürid, fena fillah olan kâmil bir şeyhin ruhaniyetinden istimdat talep etmeli, şeyhinin suretine fazla riayet etmeli, onun edebleriyle edeblenerek, huzurunda iken nasıl ise gıyabında da şeyhinden bir teyakkuz hasıl olup, müride şeyhini istihzar etmesi sebebiyle huzur ve nurun zuhur etmesidir."
Ayrıca şeyhinin suretine fazla riayet etmekle basit işlerden salim olmasıdır. O halde râbıtada bu faydalar sabit olduğuna göre, hiç kimsenin onu inkâr etmesi düşünülemez. Ancak takdir-i ezelide hüsrana uğrayacaklardan olanlar, râbıtanın menfaatlerini inkar edebilirler. Bir kimse Allah-u Zülcelal'in veli kullarını kabul ediyor ise onların varlığına inanıyorsa, râbıtayı inkar etmesi söz konusu dahi olamaz. Çünkü onların bütünü râbıtayı kabul etmekte, güzel olduğunu ve faydalarının büyük olduğunu açık olarak ifade etmektedirler.
Bu râbıta konusunda, evliya-i kiramın tamamı görüş birliği içindedirler. Onların kudsi kelimelerini inceleyen ve ünsî nefahatını (manevi koku) birazcık olsun koklayan, basiret sahibi her insan için râbıtanın menfaatleri gayet açıktır.Bunlardan dolayı bir kimse Allah'ın veli kullarını kabul ve ikrar ediyor ise başta dört hak mezhebin imamları olmak üzere, fakihlerin, dinin aslı ve feri meselelerini bilen alimlerin sözlerini de kabul etmek zorundadır.
"Şayet Rabbinin burhanını görmeseydi." (Yusuf; 24) ayet-i kerimesinin tefsirinde, müfessirlerin çoğunluğu, manevi tasarruf ve ruhani imdadın varlığını açık olarak kaydetmişlerdir.Bu alimlerden "Keşşaf" sahibi Zemahşeri, itidalden ayrılarak Mutezile mezhebine girmiş olduğu halde, bu ayet-i kerimede râbıtaya olan işareti açıklamıştır.
Burhaneddin Hazretleri, bu ayetin tefsirinde şöyle buyurmuştur: "Yusuf (A.S), “iyyake, iyyake” (dikkat et, dikkat et) sesini işittiği zaman, Züleyha ısrar ettiği vakit, Yusuf (A.S)'ın, kulağına kendini koru manasına gelen “iyyake, iyyake” sedası ulaştığında, ona kulak vermemişti. Hatta aynı ses ikinci ve üçüncü defa duyulduğunda da temessül etti."
Bazı rivayetlere göre ise seslenenin Yakup (A.S) olduğu ve eliyle, Yusuf (A.S)'ın göğsüne vurduğu belirtilmektedir. İşte o zaman Yusuf (A.S) Allah-u Zülcelal'e sığınıp, Züleyha'nın gayri meşru teklifinden yüz çevirdi. Bu olayda çok açık bir ifade ile "ruhani imdada" işaret vardır.
Hanefi imamlarından Şeyh-ül İmam Ekmeleddin (K.S), Şerh-ül Meşarık isimli eserinde, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in: "Beni rüyada gören kimse, uyanık iken de görecektir. Veya beni uyanık halde görmüş gibidir. Zira şeytan benim suretime giremez." (Buhari,Tabi:10/45, Müslim,Rüya:11) hadis-i şeriflerinin manası hakkında şöyle buyurmuştur: Peygamber Efendimiz (S.A.V)’i gören, uyku ve uyanıklık halinde, her an onunla beraber olduğu için görür. Görenle onun arasında bir birlik hasıl olmuştur. Burada birlik içtima (bir araya gelmek) etmekten ibarettir.
Bu içtima için beş ana unsur mevcuttur. Bunlar:
- Zatta,
- Sıfatta,
- Halde,
- Fiilde,
- Mertebelerde tam olarak iştirak etmektir.
Huccet’ül-İslâm İmam-ı Gazali (K.S), namazın her rekâtındaki hikmet ve sırları anlatırken, namaz kılanın teşehhüd esnasında, "Esselamü aleyke eyyühe'n nebiyyu ve rahmetullahi ve berekâtuhu" derken, Peygamber Efendimiz (S.A.V)’in mübarek şahsını kalbinde ve hayalinde hazır bulundurması gerektiğini, aynı anda bu selamı Peygamber Efendimiz'e tebliğ etmeye memur ve müvekkel olan melek, tebliğ ve isal görevini yerine getirdiği zaman, onun da daha güzeliyle selam verene karşılık verdiğini beyan etmiştir.
Yine Şafii imamlarından İbn Hacer el-Mekki, “Şerhü’l- Ubad” isimli eserinde "teşehhüd"ün manasını açıklarken şöyle demiştir: "Es-selâmü aleyke eyyühe'n nebiyyu" ile Peygamber Efendimiz (SAV)'e hitap edilmesinden maksat, namaz kılan ümmetinden haberdar olmasıdır. Bu şekilde Peygamber Efendimiz (S.A.V) namaz kılanın yanında bulunup, kıyamet gününde en faziletli ameli olan namaz konusunda ümmetine şehadet edeceğini göstermektedir. Ayrıca Allah Resulü'nün namazda hazır olduğunu hatırlamak, huşu ve huzurun artmasına sebep olur."
Şafii imamlarından İmam Arif Sühreverdi (K.S), "Avarif-ul Maarif" adlı eserinde, Allah'a yakın olanların namazlarına ait bölümde: "Kurbiyet ehli, namazlarında alemlerin fahri, Efendisi'ni kalb gözünün içinde (sağ yanlarında) teemmül ve tasavvur ederek selam verirler." demiştir.
Mevlana Halid-i Bağdadi (K.S)’nin talebelerinden Hanefi mezhebinin büyük fıkıh alimlerinden İbn Abidin şöyle demiştir: “Beş vakit namazda tahiyyat okurken Resulullah (S.A.V)’i baş gözüyle görmezsem, o namazı iade ederim.”
Bu noktada bizim sözümüz Resulullah (S.A.V)'in sureti hakkında değildir, diyerek bu nakledilenlere itiraz edenler çıkabilir. Bizim buna cevap olarak şöyle dememiz icab etmektedir: Suretin, şeklin temessül etmesi enbiyaya özel bir durum olmayıp, bu konuda nebiler ve veliler müşterektir, aynıdır. Ancak namazda Resulullah (S.A.V)'in dışında herhangi bir kimsenin muhatab kabul edilmesi namazı ifsad eder, bozar. Namazda varlık ruhunun ve Makam-ı Mahmud sahibinin suretinin tasavvur edilmesi, suretinin hazır kabul edilmesi, sadece Peyamber Efendimiz (SAV)’e ait özelliklerdendir. Şafii imamlarından Arif Şarani, "Nefehat'ül Kudsi" adlı kitabında zikrin edeblerini sayarken şöyle buyurmuştur: "Zikrin edeblerinden yedincisi şudur: Müridin zikir esnasında şeyhinin gözünün önünde tahayyül etmesidir. Bu, zikir âdâbının en kuvvetli adımlarındandır. Mürid, bu sayede, Allah-u Zülcelal ile beraber olma edebine ve O'nu murakabe haline ulaşır."
Gavs-ı Azam Seyyid Abdülkadir Geylani (K.S) şöyle buyurmuştur: “Bu yolda süluk eden salikin, büyük veliler ile kalbî râbıta yapması söz konusudur. Salik, bu râbıta sebebiyle batınen o evliyalardan istifade eder. Bu şekilde kalbî râbıtası olan salik için, evliyaya zahiren ikram (alçak gönüllülük; tevazu) etmemede bir sakınca yoktur. Fakat kalbi râbıtası olmayan kimsenin, bu kaideye itibar etmeyip, zahiren ikram etmesi gereklidir.”
Hanbeli mezhebi alimlerinden Şemsüddin İbn Kayyum, "Ruh" isimli kitabında şöyle demiştir: "Bedenin durumundan ayrı olarak, ruh için farklı bir durum vardır. O bedenine ilişik bir halde Refik-i Alâ'da bulunur. Bir müslüman o ruhun sahibine selam verse, Allah-u Zülcelal ruhu bedenine döndürür ve selam verenin selamına karşılık verir."
Öyle ise bu ifade de açık olarak, Allah'ın veli kullarının ölümden sonra da tasarruf edebileceklerine ilişkin bir işaret olduğu kati olarak anlaşılmaktadır. Maliki imamlarından Şeyh Halil, "Muhtasar" adlı kitabında şöyle demiştir: "Bir veli, velayetinde sabit olduğu zaman, ruhani suretlere girmeye gücü olur. Kendisine birçok surete girme kuvveti verilir. Çünkü müteaddid suretler ruhanidir."
O halde meseleleri bâtınî yönleri ile birlikte, derinliğine araştırmaktan mahrum "avam" diye bilinen insanların, bu gerçekleri inkâr etmeleri neyi değiştirir. Oysa evliya-i kiram ve büyük alimler, bu söylenenleri açık bir şekilde ifade ederek kabul ettiklerini beyan etmişlerdir. Kalben şeyhe râbıta yapmak, ondan feyz almak hususunda büyük bir temeldir. Hatta şunu da belirtmeliyiz ki kalp aynası, şeyhe râbıta yapmadan saflaşamaz.
Mevlana Celaleddin-i Rûmî (K.S) şöyle buyurmuştur:
"Yalancı vasıtalar, talip ile matlub (kul ile Mevla) arasında perde olurlar. Ancak enbiya ve evliyaya râbıta yapmak böyle değildir. Bilakis o (râbıta) perdeleri yırtıcı, alaka ve sebepleri kesicidir."
alıntı.......S.M.K....ks. allah razı olsun