Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

"Ölçüler"le Başbaşa (1 Kullanıcı)

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Efendim, İslâm’ın emir ve yasaklarının devlet çapında bir organizasyon eli ile icrâ edilmesinden, İslâmî Devlet’den maksad nedir?

Şüphesiz, şeriatle amel etmenin dışında adaleti tasavvur etmek, inanmak korkunç tehlikelidir. İslâm dininin itikâdî, amelî ve ahlâkî tatbikatının dışında adalet diye bir şey yoktur. (s.434)
İslâmî icraattan maksad, zamanımızda âdet hâline gelmiş mücerred dünya hayatının hâkimiyeti, devlet kurmak, servetleri istilâ etmek değildir. Çünkü, bunlar vesiledir. Asıl gaye uhrevî saadetleri kazanmak ve bittabi’ bu kazancın vesileleri olan hâkimiyeti de, en geniş kapsamıyla devlet kurmayı da bu gayeye vesile edinmektir.
Allah Teâlânın kanunlarından biri de, hâkimiyeti, İslâm’a teslim olmaya; bereketleri ise, şer’î cezaları icrâ etmeye bağlı kılmasıdır. (s.7)
Asrımızdaki müslümanların, kâlbî amelleri berkenar edip Şeriat’ı maddeleştirmeleri; ve müslümanların robotlaşmaları muazzam kusurdur. O hâlde, Zâhirî şeriate önem verdiğimiz kadar, bâtınî yani kâlbî şeriate de önem vermek gerekir. (s.39)

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Bazı “Vahhâbîmeşreb” kimselerin Tasavvuf ehlini miskinlikle, cihaddan kaçmakla suçladıklarını duyuyoruz, Efendim...

Ayaa! Cihadın başlangıcı kâlbden değil midir?.. Zikirsiz, kâlbî iz’ansız cihad, cihad değil robotlaşmaktır. Kâlbe nazaran haram ve mekruhları bilmeyenin, değil cihadı, birçok ameli bâtıl olur. Kâlbî ve ruhî hususlara riayet edilmezse, nifak hükümran olur, ihlâs bozulur. İmana sirayet ederse, küfür ve şirk tahakkuk eder. (s.39)
Silâhla cihaddan maksad ve amaç, uhrevî saadetleri kazanmak, müslümanların dünyadaki huzurlarını temin etmek, gayrı İslâmî örf ve âdetleri bertaraf etmektir. Bu amaç ve gayenin kâlblerde esaslaşması nisbetinde cihad meşrû ve sevablı olur. Gerek ilmen, fikirle, gerek mal ile, gerek teknik ve silâhla cihad üstün olduğu kadar, mücahidler de sâir müslüman tabakalarından üstünlük hakkını kazanmaktadırlar.
Cihaddan maksad servetleri elde etmek, kanları heder etmek, toprağı ve ırkları korumak değildir. Allah yolunda cihad, Allah Teâlâ’nın dîninin yücelmesi için yapılan çeşitli hizmetler ve silâhla cihaddır.
Cihad kelimesi, İslâm’a nazaran bir binanın çatısı gibidir. Binanın hiçbir cüzü çatısının dışında olmadığı gibi, İslâmî faaliyetlerden hiçbiri cihadın şemsiyesi altından haric olmaz. (s.561-562)
Nefsin istek ve arzularından, nifak, riya, şöhret, şehvet, servet gibi arzulardan arındırılması, cihadın ilkidir. Bunsuz cihad, cihad sayılmaz. (s.570)
Harbin kızışkınlığı zamanında dahî nefsin istek, arzu ve hayvânî öfkesine kapılmaksızın, soğukkanlılıkla, üstün bir şuur içerisinde savaşmak şarttır. Bu şuurdan insan ayrıldığı andan itibaren, cihadı şer’î cihaddan çıkmış olur. Dünyadaki huzur ve ahiretin saadeti gayelerinden, ikincisi daha önemli gayedir. İşte bunu idrak etmeyen, İslâm’daki savaşların sadece harb olduğunu zanneder. Fakat iş öyle değil; bilakis, silâh ile savaşmak son çaredir. (s.539)

 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
“İrşad ve tebliğ üzere bîat kal’ası” kalmış mıdır zamanımızda; Efendim, şart mıdır böyle bir kal’aya sığınmamız?

Kalıntıları bizim zamanımızda devam eder. Neredeyse o da hasret olacaktır. Her bir müslümanın, özü sözü ve fiili birleşmiş icâzeli bir şeyhe bîat etmeleri vâcibdir. (s.503)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
Bize nasihat buyurunuz, Efendim; biz, sayısız nifak içre müslümanlara...

Şerî nifak, inkârını gizleyip Allah Teâlâ’nın dinine teslim olmayı izhar etmektir. Bu takdirde nifak, küfür ve şirkle birleşir. Buna itikâdî nifak denilir.
Amelî nifak, inancın sarsılması olmaksızın, kişinin içi ve dışının bir olmamasıdır. Bu takdirde nifak, fıskla birleşmiş oluyor. Sahibi, mecâzen münafık sayılmıştır.
Örfî nifak, itikad ve ibadetin dışında, iç ve dışın birleşmemesidir. Buna ahlâkî nifak da denilir.
Hafız İbnu Hacer Askalânî diyor ki: “Aslında bu hasletler, hepsi bire dönüşür; o da “yalan”dır. (s.53)
Netice-i Meram, kâlbe nazaran itikadî nifak, küfürdür; bu en büyük günahtır ve şirktir. Amelî olan nifak, bazan tahrîmen mekruh, bazan da haram olur. Ahlâkî nifak ise, itikad ve ibadetin dışında olduğundan tahrîmen mekruh, bazan da hilâf-ı evlâ olur. (s.55)
Helâl lokmanın kazanılması, şer’î hududların korunmasından ibaret olan zâhirî amel ve ibadetler kâlbe; ve kâlbdeki itikad ve hisler da zâhirî azalara bağlanmıştır. Bir insan ne kadar ibadet ederse etsin, kâlbî zikir, kâlbî samimiyet ve ihlâs, kâlbî olan sağlam itikada sahib olmadığı müddetçe... kalbî olan amele ne kadar dikkat olursa olsun, zâhirî olan ibadete önem vermediği takdirde faydalanamaz. Ve imanın semeresi olan nurları müşahade edemez. Nerede kaldı ki Hakîkat-i Muhammediyye’nin müşahadesi ve Zâtî tecellîler?! (s.297)
İz’ansızlara bir deve yükü kitab yazılsa da fayda vermez. (s.399)
Gerek deprem, kıtlık, kuraklık, harb gibi azablar ve gerekse ölüm gelip çarpmadan önce müslümanlar kendilerine gelip, tevbe istiğfar ve hududları icra edecekler; ya da İlâhî azab geldikten sonra artık çare kalmaz. Artık “Tele-Deccal”in, müstehcen neşriyatın şeytânî telkinlerine kapılmayalım. Uslu, dindar olalım ki, gelecekte Mehdî Aleyhisselâm’ın askerliğine lâyık mücahid olalım. Evet, cihad... (s.538)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53

Mustafa Saka

Edeble Varış Lütufla Dönüş

Kurtuluş için hürriyet ve iffete dikkat edin. Hürriyet, Allah’tan başka hiçbir sebebe bağlanmamaktır. İffet, kendi nefsi veya başkasının hesabına değil; söz, hareket, amel, niyet ve özde yalnız Allah hesabına göre olmaktır. (s.6)

İhlâs, illet ve gâye olmaksızın yalnız Allah için günahı terk ve emrleri yapmaktır. Bu hâlde sebat etmenin zâhirine takvâ, özüne ihlâs ismi verilmiştir. (s.6)

Aklı-ı selîm, tab-ı müstakîm akıllı; bunun dışındakiler delidirler. (s.6)

Eğer ilim insanı gaflete sevkediyorsa, ne felâkettir. (s.8)

Sözü seni Allah’a, özü de seni O’na sevketmeyenle sohbet etme. (s.10)

“Delil”in menşei şüphe ve vesvesedir. (s.11)

İddia ettiğiniz sevgi, kâlbin bir şeye meyletmesinden ibarettir; sevgi olsaydı, itâat olurdu. (s.13)

Cemaatla huzur olmuyorsa, yalnızlıkta namaz kılmakla huzur oluyorsa, şeriatın emri kırıldığından o huzurun nefs ve şeytandan olması ihtimâli vardır. (s.14)

Çok konuşanın aklı azalır; aklı azalan kimsenin dini azalır. (s.14)

Tahammülsüz, efendi olmaz. (s.14)

Allah’a hamdolsun, Şâh-ı Haznevî’nin bütün müridlerini velî biliyorum, onları kendime duacı inanıyorum. Nitekim duaları da kabul oldu. (s15)

Şer’î hükümler birdir. Hakikat, kâbil-i taksim olmayan yine şeriatın kendisidir. (s.18)

Çokça derinleşmeye lüzum yoktur; bazan muhatab, söz söyleyenin muradının dışında düşünür. (s.20)

Kendi iradesini başkasının eline vermeyen, kendi hatalarını müşâhede edemez. (s.21)

İslâm dini âdabdan ibârettir. Âdab, âdab, âdab lâzımdır vesselâm. (s.21)

Müctehid-i kirâm, ulemâ-i a’lâm, evliyâ-i izâm en çok bedenî amele önem verdiler. Meselâ namaz huşû’ ile kabûle şayandır. Huşû’suz namaz ibâdet değil, âdet olur. Fakat huşû’nun meydana gelmesine vesîle tâdil-i erkândır. (s.24)

Bugün gerek Mûsevîlerin gerekse hristiyanların ellerindeki Tevrat ve İnciller birer tarih mecmuası durundadırlar. (s.34)

Salihlerin meclislerine devam etmek, yanlarında bulunmak ihsandan sayılmıştır. Zira salihlerin meclisleri insana bilfiil büyük utanç verir. (s.36)

İnsan teslim makamına geldiği an, insî ve cinnî şeytanlar saldırmaya başlar. (s.37)

İmam Gazâlî diyor ki: “Eğer sen nefsini muhasebeye çekip ona günahlarını terk ettiremezsen, bu takdirde salih, kâmil ve taat ve ibadetlerde çalışkan bir zâtın sohbetinde bulun, sözlerini dinle, yaptıklarına bilfiil uy.” (...) Eğer buna imkân bulamazsan, birçok ehl-i ilmin dedikleri gibi, vefat etmiş önceki evliyânın menkıbelerini okumak ve yaptıklarına uymak, insanı muhasebeye muvaffak kılar ve nefsi istek ve arzusundan alıkoyar. (s.45)

Riyânın tarifi de, Cenâb-ı Hakk’tan başkasına amelini göstermek, yahud amelinin güzelliği ile kendini başkaya beğendirmektir. (s.45)

İnsanın bilmediği bir şey için “bilmiyorum” demesi ilimdir. (s.50)

Amellerde niyetin saflaştırılması, amel yapmaktan daha zordur. (s.51)

Bütün mesele riya ve nifaktan paklanmaktır. Bu oldu ise Allah Azze ve Celle sadık ve muhlis olan kullarını ya Ebdal yapar yahud da Ebdalle tanıştırır. (s.53)

Tarikat söz konusu olsun olmasın, her müslümanın cennetin anahtarı olan imanını muhkemleştirmesi, yani tashîh-i itikad etmesi, bütün farzlardan önce farzdır. (s.54)

“Ben O’yum, O da ben” fikri hristiyanların fikridir, müslümanların değildir. (s.57)

Zamanımızda müctehid olmadığına göre, tashih-i itikadla birlikte amelî tatbîkat, dört mezheb imamlarından öğrenilir ve buna itaat edilir. (s.58)

Tashih-i İtikad için, “Ehli Sünnetin Nazarı İtikadın Ölçüsüdür” adlı eserimiz kâfi gelmektedir. (s.59)

Farz ve sünnetlerde devam etmekle bid’atlerden sakınan hak yolun üzerindedir. Sıddîkıyye yolu da sünneti ihyâ, bid’ati terk etmekten ibarettir. (s.61)

Sâlik hangi zâtın menkıbesini, evrâdını okursa o zat okuyana şefkât etmeye devam eder. (s.63)

Her bir evliyânın meşrebinden bir parça alarak, sonra almış olduğu parçalardan kendine bir yön tayin eden faydalanamaz. Bu hata binnetice sâliki yoldan çevirip münkir de edebilir. Artık fıkıhta telfîkle amel etmek caiz olmadığı gibi tasavvufta da telfîkli amel caiz değildir. (s.63)

Feyz ve nisbet şeyhin kemâlâtı nisbetinde gelmez, bilakis müridin teslim, ihlâs ve yekîni üzere gelir. (s.70)

“Kâmil şeyhin alâmeti: Bir müridi İstanbul’da, bir müridi Tatvan’da, bir müridi İsfahan’da ve aynı anda sekeratta olsalar, üçünün başında hazır olmasıdır. Aksi takdirde şeyhliği terketsin, Koçero gibi milleti soysun; daha az günah kazanır.” (s.72)

Evliyâyı da sevmek imanın esas şartlarındandır derim, kemâl şartındandır demem. (s.75)

İttibâ’ şeyhedir, tatbikat şeriattır, maksad Allah’tır. (s.75)

Tevbe Canâb-ı Hakk’ın ilk kapısıdır. Onda muvaffak olan her yerde muvaffaktır. (s.76)

Şeyh Abdülhakîm Arvâsî Hazretleri, Seyyid Nizameddîn’e yani Van müftüsüne gönderdiği mektubda şöyle der: “İyi adamlarla beraber olan kötü insan iyilerden, iyi insan kötülerle beraber olursa kötülerden sayılır.” (s.76)

Eğer mürid talib olmazsa, şeyhin gölgesi onun üzerine gelirse de muvakkat olur. Nitekim Ebû Tâlib’in üzerine Peygamber’in gölgesi düştü amma kendi iradesiyle teslim olmadığı için faydalanamadı. (s.80)

Huzura kavuşmanın ilk kapısı tevbe-i nasuhtur. Bu kapının açılması zordur. Bu kapı açılırsa öbür kapılar rahatlıkla açılır. (s.83)

Evvelki günahlardan mahcub olmak ve halihazırda Allah’tan utanmak, aşktan daha ziyade kavuşturucu müstakil bir yoldur. (s.84)

İçinde kul hakkı olan zinada helalleşmekte fitne vardır; bundan helalleşmeye lüzum yoktur, demişlerdir. (s.92-93)

Amelsiz ilim yahudi, ilimsiz amel nasrânîlerin yoludur. (s.96)

Dostum bana düşman olabilir diye hazırlıklı ol. (s.104)

Gavs-ı Hizânî: “İnsanın tevbe ve biat arzusunu tehir etmesi, ruhânî olan kabiliyetini öldürmesi demektir.” (s.108)

Tehzib makamında kibirliliği, gösteriş, benlik ve cimriliği kalbden silmek, namaz gibi farzdır. Hatta bunları kalbinden silmeye gücü yetmeyenin kâmil üstada teslim olmaları farz olur. (s.115)

Gözümüzün nuru, kalbimizin hekimi ve zamanın Lokmanı olan Gavs-ı A’zam: “Aşırı günah işleyenlerden korkmuyorum, fakat kalbinde kibirlilik ve mağrûriyet olanlardan çok korkuyorum; onlara hatme ve teveccüh tesir etmez, akıllarınca ayet ve hadisleri de tevil ederler, nerede ise Allah’ın ahkâmını kendi nefslerine uydurmak isterler. Sıddıkiye sâdatları kibirlilikten başka her şeyi tedavi ederler. Ezcümle Ebû Tâlib’in küfür üzere ölmesine sebep kibirliliği olmuştur.” buyurdu. (s.117)

Bazı tarîkatlerde “Müridin Fenâ Fişşeyh olmazdan evvel Fenâ Fil’ihvan olması gerektir.” dediler. Şâh-ı Hazne de: “Şeyhinizden fazla da müridlerine hürmet edin.” buyurmuştur. Zira kullar Allah’ın iyalidir; iyaline kemâliyle feda olmayan, O’ndan feyz alamaz. (s.119)

Hatta beynamazın yemekleriyle bile kalbin gözü kamaşır. (s.120)

Dili susturmak gibi kalbi de susturmaktır; en güzel sükut budur. (s.120)

İnsî şeytan, cinnî şeytandan daha fazla insanı yoldan çıkarır. (s.131)

Fâsıkı terketmek, fıskı terketmekten daha zordur. (s.131)

Kalbi, bedeni terbiye olmaksızın mücerred dille Eûzu Besmele çekmek insandan şeytanı uzaklaştıramaz. (s.132)
(İsmail Çetin, Edeble Varış Lütufla Dönüş, Dilara Yayınları, Isparta, Tel: 00 90 246 232 33 21 – 223 84 91, Avrupa: Dilara Kitabevi)
http://mustafasaka.blogspot.com
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İnsî şeytan, cinnî şeytandan daha fazla insanı yoldan çıkarır. (s.131)

Fâsıkı terketmek, fıskı terketmekten daha zordur. (s.131)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
-Hocam, izninizle son olarak tavsiye edebileceğiniz eserlerin ismini almak istiyorum.”
-Kelam ve Sıfat ilminde; Bediüzzaman çok ileridir. Ehl-i sünnet akaidini öğrenmekte onu ve Ömer Nasuhi Efendi’nin Muvazzah İlm-i Kelam’ını tavsiye ederim.

İlmihâlde; Nimet-ül İslam (Sağlam Yayınevi baskısı).
Tefsirde; Vehbi Efendi’nin Hülasat-ül Beyan tefsiri.
Hadiste; Ahmed Davudoğlu’nun Müslim şerhi güzeldir. Haydar Hatipoğlu’nun İbn-i Mâce şerhini de severim.
Tarihte; Ahmed Rasim’in Tarih-i Umumi’si ve Cevdet Paşa’nın tarihi olabilir.
Siyer; Mevlana Şiblî ve talebelerinin hazırladığı, Eşref Edib’in Ahmed Genceli’ye tercüme ettirdiği Asr-ı Saadet güzeldir (Şamil Neşriyat).
Fikirde; NECİP FAZIL mihenk taşıdır.
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Efendim, İslâm’ın emir ve yasaklarının devlet çapında bir organizasyon eli ile icrâ edilmesinden, İslâmî Devlet’den maksad nedir?

Şüphesiz, şeriatle amel etmenin dışında adaleti tasavvur etmek, inanmak korkunç tehlikelidir. İslâm dininin itikâdî, amelî ve ahlâkî tatbikatının dışında adalet diye bir şey yoktur. (s.434)
İslâmî icraattan maksad, zamanımızda âdet hâline gelmiş mücerred dünya hayatının hâkimiyeti, devlet kurmak, servetleri istilâ etmek değildir. Çünkü, bunlar vesiledir. Asıl gaye uhrevî saadetleri kazanmak ve bittabi’ bu kazancın vesileleri olan hâkimiyeti de, en geniş kapsamıyla devlet kurmayı da bu gayeye vesile edinmektir.
ALLAH Teâlânın kanunlarından biri de, hâkimiyeti, İslâm’a teslim olmaya; bereketleri ise, şer’î cezaları icrâ etmeye bağlı kılmasıdır. (s.7)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
Efendim, müslüman bir kadının - kızın mutlaka koruması gereken tesettür ve iffet ölçüleri nelerdir?

Müslime bir kadının, her hususta erkekten sakınması farz olduğu gibi, kâfire kadından ve hatta fâcire müslime yani açık saçık bir kadından dahî sakınması farz; yüz ve elinin dışında göstermesi haram olur. (s.167)
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
İsmail Çetin Hocaefendi Vefat Etti!
icetin2.jpg

Allâme Şeyh İsmail (Çetin) bin Mahfuz Hazretleri

“MEHDİ İÇİN ZEMİN VE ZAMAN TAMAMDIR!”
Röportaj: Kerim Bozdağ

kbozdag@furkandergisi.com

Takdim:


Büyükleri ululamak haddimize olan bir iş değil. Büyüklükleri müşahhas makamlara dair değil; ve mücerred makamları da biz bilici değiliz. Bu sebeble onlarla bizim aramızda şu ifadenin gerçekliği berzah bilinmeli: “BU NE HAZİN MESAFE İKİ TEN ARASINDA / BİR ŞEYİ SÖYLEYENLE DİNLEYEN ARASINDA”…

Uzun yıllardır basına tek kelime konuşmamış Allah Dostu’nu ilk defa biz konuşturduk gibi bir malayaniliğe girmeyeceğiz. Zira, onların nazarlarının şifa olduğuna inanır, varlıklarının hakkımızda hayırlara vesile olduğuna kanaat getiririz. Söyleyenle dinleyen arasındaki hazin mesafenin müsebbibi olarak kendimizi gördüğümüzden, sadece huzura kabul edilmenin zevkini tatma teşebbüsü bizlere yeter de artar.

Onlar mânâ yolunun kahramanları. Bizler peşlerine düşme ferasetinden bile mahrum akıl yoksunları. Bu sebebtendir ki, o büyük insan bizi basın mensubu kimliğimiz içinde haklı olarak kuşkuyla karşılıyor. “Gazeteciler” diyor “insana kuyruk takar”. Yüzbin kere haklı. At izi it izine karıştığından işin mümini münafığı da kalmadı. Herkesin tek derdi nefsin geniş alanında at koşturmak. Ruhlar ateşlere dururken, şeytanî mârifetler(!) bini bir paradan Pazar bulmakta; her şey devrilmiş. Bu devrilmenin derin mârifetine mâlik Allah dostu, gelecek müjdeciyi şu sözlerle beklediğini ifade ediyor, “Akşam yatıyorum sabah gelir diye, sabah kalkıyorum akşam gelir diye bekliyorum”…

Bu sohbeti sıkı bir röportaj şeklinde okumaya hazırlananlara hatırlatalım; sakın böyle bir hataya düşmeyin. “Zevken meydana gelen mânâyı kelâm nasıl anlatsın” hikmetince bakın satırlara ve hikmetin aslı satır’da değil sadr’da olduğu kanaatini ciddiyetle muhafaza edin. Kelimelerin geliş ve gidişi de yanıltabilir sizleri, ama öyle değil. Her müessesenin, her serdedilen politik fikrin, her siyasî manevranın çok üstünde bir keyfiyetin temsilcisi olarak halka (bizlere) inen, tenezzül eden bir şahsiyetle karşılaştığımızı hissettik. Beşinci sınıf bir İmam-ı Gazali Hazretleri tercümesi ne ise, bizim sizlere, sorarak aktarmaya çalıştığımız da o kadardır… Bu da bizim çapımız.

Kırkbeşi aşan eserleriyle muhteşem bir kütübhane kurmuş Allah dostunu eserlerinden müşâhade etmenizi tavsiye ederiz. Çok ama çok şey bulacaksınız.

Son olarak…

“Kendinizden bahseder misiniz?” dediğimiz Allah dostu, “Ben kimim ki kendimden bahsedeyim” derken gözyaşına hakim olamamış ve cümleyi şöyle tamamlamıştır: “Ben büyüklerle şu çocuklar arasında (talebeleri gösteriyor) kalmış biriyim, ben kimim ki!”

Evet… Onların KİM olduğu belli… Ya biz kim’iz? İdrakimiz?

Sohbetin sonunda teberrük bâbında naklettiğimiz satırlar, Allah Dostu’nun bize imzalayıp hediye etme lutfunda bulunduğu “Ta’lim-i Asfiyâ” isimli eserinin 25 ile 27. sayfaları arasındaki dipnotlarıdır. Fikir ziyafetini nimet bilenlere.



Mihenk Taşı Şeriat


-Tasavvuf nedir?
- Tasavvuf, Şer-i Şerîf’i tatbik etmektir. İnandığımızı tatbik edersek tasavvuf oluyor. Bizim zamanımızda tasavvuftan kalıntılar var. Kanaatım odur ki, yüzde yüz olmamakla beraber, kalıntılar olmakla beraber, sağlam kalıntılar var. Yani kullanılabilecek kalıntılar var. Ve Elhamdulillah bu itibarla, bizim ülkemiz dahil, tasavvuf vardır. Dörtbaşı mâmur tasavvuf yok; dörtbaşı İslâm yok! Meselâ İmam-ı Âzam buraya gelse, “Bunlar Müslüman mıdır, Hıristiyan mıdır?”, düşünür...



- Günümüzde tasavvufun sosyal hâdiselere tesiri ne kadardır?

- Onu diyemem; bizim aleyhinde bulunduğumuz kimse sizin dostunuz olur, yahut bizim lehinde bulunduğumuz kimseyi siz iyi görmezsiniz... Fakat Şeriat var, mihenk taşı var bizim elimizde. Mihenk taşı Şeriat’tır; ilimdir. Artık kimse menkıbeyle, hikâyeyle ikna olamaz... Şeyhin ilminde şart, dini güzel bilmesidir.



- Önemli olan bu.
- Evet! Okur-yazar olması şart değildir. Şart, bilmektir. Diyeceksiniz, okuma-yazması olmadan nasıl bilir? Allah-u Teâlâ, “Allah’tan ciddi korkun; Allah size öğretecek!” buyuruyor. Meselâ 4 cild tefsir, 4 cild fıkıh yazan Süleymânu’l Cemal ümmîdir. Diyeceksiniz, ümmî nasıl tefsir yazar? Halkası var, tefsir okuyorlar, O dinliyor. Okuma bittikten sonra, “Sen Kâdi’den şunu okumuştun, Kâdi’nin ibaresi şöyledi, onu kaydet. Sen Semim’den şunu okumuştun, onu kaydet...” Hafıza işi değil bu. Dediler ki, “bu Allah-u Teâlâ’nın öğrettiği ilimdir. Etrafında çok âlimler vardı.”



- Tarikatlarda bozulmanın...
- Bir mü’minin 4 duvarını yıkamazsın. Şeyh olsun, olmasın; bir duvarını yıkar, iki duvarını yıkar, üç duvarını yıkar ama dört duvarını yıkamaz...



Müslümanlar İttifak Etmemeleri SebebiyleMağlub Oluyorlar


- Türkiye’deki siyasî gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?

- Kim çok hile biliyorsa, aferin ona!



- Bunu takdir makamında mı söylüyorsunuz, tenkid makamında mı?
- Şimdi devlet dediniz, din demediniz; din demediniz!.. Şu anda iktidarda olanlar namaz kılıyorlar mı, tam tesettür değilse bile (Kur’an-ı Hakim’de başörtüleri yaka paça üstüne bırakın buyruluyor, bunlar yaka paça altına sokuyorlar.) Türkiye’de görülmeyecek bir şey, karısı başörtülü cumhurbaşkanı oldu, başbakan oldu. Ben özellikle başbakanın gavurlara karşı dik duruşunu çok seviyorum... Ama her cemaatte, her ailede iyiler var kötüler var...



-Şu an maslahata uygun diyorsunuz?
- Evet; gücü budur! Neden millet ittifak etmiyor? İttifakın olmaması sebebiyle onlar mağlub oluyor.



- Müslümanlar mağlub oluyor.
- Evet. İttifak etsinler!



- İttifakın altyapısını nasıl hazırlayabiliriz?
- Zor!.. Zor!.. (Eliyle para işareti yapıyor.)



- Maddiyat mı?
- Para... Para... Şu an cemaatler, tavuk cemaatidir...



- Tavuk cemaati?!
- Birisi balkona çıkar, kabı boşaltıp “bili bili” dedi mi, mahallede ne kadar tavuk var, oraya toplanır. Tane bulduysa yer, kümeyi dağıtır. Taneyi yiyen tavuğun peşine kümedeki diğer arkadaşları düşüyor, büyük lokmayı yedi diye. O yedi, bu yedi derken, küme perişan... Bugünkü siyaset budur!



- Biraz önce bahsettiğiniz, hanımları başörtülü siyasetçiler de böyle yapıyorlarsa ne yapacağız?

- İlim okuyorlarsa, Müslüman olarak ilim okumaları...



- Kur’an, sünnet, icma ve kıyas üzerinden...

- Para... Para... Bugün halkımız ekmek partisindedir!



- Millet para peşinde; parası olan da kandırabiliyor.
- Hepsi değil, kısmî azamisi… Şimdi bak arkadaş, İsrailoğulları aleyhinde bulunmayana ben kızarım. Bunlar diyalogcudur, ben diyologcu değilim. Ben Ehl-i Sünnet ve’l Cemaatim.



- Elhamdulillah, biz de öyleyiz.

- Şu anda İslâmî tatbikatta birleşecek Müslümanlar aciz ve fakir değiller. Ama hırsızlık bizi fakir ediyor. Yahut da rüşvet fakir ediyor.



Mehdi İçin Zemin ve Zaman Tamamdır- Dünyanın gidişatını nasıl görüyorsunuz?
- “Siz dininizi bıraktığınız vakitte, Allah sizin düşmanlarınızı size musallat edecek.” Şimdi Saddam orada dövülürken sen uyuyor muydun? Ben uyuyordum!...



- Mehdi Aleyhisselam hakkında ne buyurursunuz?
- Her sabah “bu akşam gelir”, her akşam “bu sabah gelir” diyorum. Ama görür müyüm, görmez miyim, bilemem. Geleceği kesindir. Zamanı tamamdır. Mehdi’nin zamanına kadar, en zor Irak muhaberesiydi; o da tamam. Zemin tamamdır, zaman da tamamdır. Mehdi konusunda Ehl-i Sünnet’in ittifakı vardır. Muhyiddin Arabî Hazretleri, “Onunla musafaha yaptım.” buyuruyor.



Üstad Fikirde Önderimizdir
- Üstad Necip Fazılla ilgili bir hatıranızı öğrendik. Üstad’ı ziyarete gittiğinizde, Üstad size sarılıp “Senden şeyhimin kokusu alıyorum” diyor.
- Hâdise doğru ama şahıs ben değilim. Ben, Şeyh Abdulhakim Arvasî’nin kızkardeşinin oğlu Sadreddin, milletvekili Faruk ve iki arkadaş Necip Fazıl’ı ziyarete gittik. Randevu için kim telefon açtıysa Üstad, “meşgulüm” dedi ve ısrar edince de sövdü! Ben telefon açmayı bilmiyorum. Dedim ki, telefonu açın ve ahizeyi elime verin. Açtılar, elime verdiler. Onlar gibi “selamun aleykum, Üstad’ım müsaitseniz ziyaret edeceğiz” demedim. “Müküs’ten beş kişi sizi ziyaret etmek istiyoruz” dedim. Müküs, Abdulhakim Arvasî’nin doğduğu köyün adı. Şu anki Tavaş... Müküs deyince, “başımın üzerinde yeriniz var” dedi. Gittiğimizde Üstad bahçe kapısındaydı. Öndeki arkadaşa bakmadı. Ben onun arkasındaydım, bana da bakmadı. Benim arkamda milletvekili Faruk vardı, ona da bakmadı. Sadreddin onun arkasındaydı, Sadreddin’e gitti ve sarılıp öpmeye başladı. Bizleri evine götürdü. Bizlere iltifat etmiyor, Sadreddin’e devamlı sigara sarıp veriyor, öpüyor. Necip Fazıl dışarı çıktığı bir zamanda ben, “Sadreddin Şeyh Abdulhakim Arvasî’yi görmedi, Necip Fazıl’ın bu hareketi garib” dedim. Faruk, “Hayır, öyle değildir. Şeyh Abdulhakim Irak’a sefer ettiği vakitte Sadreddin üç günlüktü. Şeyh Abdulhakim buraları öpmüştür. Necip Fazıl aşıktır, aşıklar kınanmaz. Aşkı doğrudur.” dedi.



- “Necip Fazıl fikirde önderdir” sözü size mi ait?
- Fikirde üstad’dır! Fikirde bize örnektir.



Kâfir Müslüman Herkes Rabıta Yapar


- Rabıta hakkında ne buyurursunuz?
- Rabıta yapmayan kim var?



- Hiç kimse yok!
- Kâfir olsun, Müslüman olsun herkes rabıta yapar; nûrânî var, zulmânî var. Nûrânî olanın hepsi meşrûdur; bazen de memurdur, emr edilmiştir.



- Rabıtayı inkâr etmenin mümkünü yok!
- Zararı yok.



- İnkâr edene zararı yok?

- Zararı yok. Sevgiyi inkâr eden kâfir olur.



- Sevgi derken kastınız?
- Allah’ı, Peygamber’i, Ehl-i Beyt’i, Peygamber’in arkasından giden ulemayı ve evliyayı sevmeyi inkâr ederse... Rabıta, sevmenin semeresidir. Neyi seviyorsam onu düşünüyorum. İnsan ister istemez bir şeyi sever. Kalbi, sevdiğiyle bağlanmış oluyor; rabt oluyor.

Size tavsiyem, zikr-i hafi’ye yerine şirk-i hafiye’den kaçın. Rabıta niçin? Rabıta, başkası dimağa gelmemesi için; şu şöyle etti, bu böyle etti dememek için. Yoksa rabıtada Allah’tan başkasını düşünmek de şirk olur. Rabıta, oyuncaktır; çocuğun eline oyunca bebek verilir, bebeği canlı zanneder. Gerçeği bulunca da oyuncak bebeğe iltifat etmez.



Tasavvuf Ehlinde Ruhî Hastalık Olmaz


- Psikiyatristler için ne diyorsunuz? Onlar bir tasavvuf ehlini tedavi edebilirler mi?
- Doktorlar beni muayene etti. Ben, “psikiyatristler de beni muayene etsin. Belki bende bir şeyler vardır.” dedim. Birini getirdiler. Dedi, “Ne düşünüyorsun?” “Doktor bey, her şeyi!” dedim. Doktor, gitti! Tasavvuf ehlini, ruh olarak değil ama madde olarak tedavi edebilirler; dimağına aldığı bir darbeden dolayı...



- Tasavvuf ehli bir psikiyatr doktora, tasavvuf ehli birisini götürdüm. Doktor, “Sen tarikat ehli misin?” diye sordu. O da “evet” dedi. Doktor, “Sen tarikat ehliysen niye hasta oldun, demek ki tarikata doğru inanmıyorsun.” dedi.
- Doğru söylemiş. Tarikata inanan, cine inanır, periye inanır ve bunlardan korkmaz. Korkmayınca, üzülmeyince...



- Melekler insanlara görünerek yardım edebilirler mi?
- Görülebilir, sessiz. Ses gelir, görülmez.



- Aynı insanda hem cin, hem şeytan, hem melek bulunabilir mi?
- Aynı anda olamaz.



- Farklı zamanlarda gelebilirler mi?
- Gelirler



- Peki cahil bir insana gelebilir mi?
- Herkeste var. Gaflette şeytan, gafletten çıktığı anda da melek emdirir.



- Melek nasıl emdirir?
- Kuvvet verir. Şeytan, Ehlullah’ın içine, fenafillah olmuş kişinin içine giremez.



- Şeytan cahilin içine girdiğinde melek gelip yardım etse o kişi düzelir mi?
- Normal her insanda olur. Tabiî kâfirlere melek yok. Gazetecilerin dinleme cihazı olduğu gibi, şeytanın da gagası var. Şeytan müminin önünden giremez. Zikir olduğu vakit gelemez, zikir olmadığı vakit yaklaşır. Zikir olduğu vakitte ya yanar, ya kaçar.



- Cahil bir insan şeytanı çağırsa, zarar görmez mi?
- Zarar görmeyebilir. Şeytanın gagası var, bu hadis-i şeriftir. Mü’mine önden gelemez. Önden gelirse ya kaçar, ya yanar. Arkadan önce akciğeri dinler; nefes içerisinde zikir var mı yok mu. Nefes, “Hu, hu” diyor mu, yoksa gaflette mi. Eğer orada yok ise karına bakar. Orda da ses yok ise buruna gelir. Nefesi dinler. Latifelerde var ise onu yakar. Eğer orada da yok ise, o zaman içine girer, Allah korusun kalbin içine girerse tüm sistemi eline alır, şoförlük yapar.



- Latifeleri mi parlatmak lâzım?
- Herkes yapamaz. Sûfî, nefesini boş bırakmamalıdır. Cehrî olmasına rağmen Kadirî tarikatı, Şahı Abdulkadir Geylani, “Bin kere kalbinle Allah de, bir kere dilinle” buyuruyor.



- Cehrî olmasına rağmen?
- Kalbinle söylediğin vakit şeytan yaklaşamaz. Kaçar.



Mürşid-i Kâmil Arayın


- İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mebde ve Mead adlı eserinde, “Bir mürşid-i kâmil bulduysanız, bağlanın. Eğer bulamadıysanız, zamanın kutbuna rabıta üzere olun. Ondan size feyz gelir” buyuruyor. Bu zamanda bunun yapılması meşrû mudur?
- Hayır! Mürşid bulun. Çünkü zamanımızda vardır. Türkiyemiz’de vardır. Hiç ummadığın, bunda bir şey yok dediğin adam belki Allah nezdinde sultan olur, bizim gibi eli öpülen hiçbir şeye yaramaz!



- İmam-ı Rabbani Hazretleri bunu hangi dönem için söylemiş olabilir?
- Daha o zaman gelmedi.



- Arayan bulur...
- Arayan bulur. Eğer şimdi o zaman geldi dersek, müsbet olanları inkâr eder, bu çok tehlikelidir.



- Öbürünü yapmaya çalışır, bunu inkâr eder. Şeytan da musallat olur o zaman.
- Bana göre, ölü bir aslan yerine diri bir tilkiyle irtibat kurmak, onun arkasından gitmek daha iyidir. Çünkü ölü bir aslana derdini anlatsa da sesini işitemiyor. Ses verse de onu alan yok. Fakat, tilki de olsa, noksan da olsa bir karşılık verir.

Mutlaka yaşayan birine bağlanmak lâzım!

Evet. Arayın, bulun! İmam-ı Rabbani’nin bahsettiği dönem de gelecek. İnşaallah o zamana yetişmeyeceğiz.



- İnşaallah.

- Ama yakın.



- Mehdi Aleyhisselâm hakkında, “Her sabah bu akşam gelir, her akşam bu sabah gelir” diyorsunuz. Buna paralel olarak, ümmet-i Muhammed’e bir müjde verir misiniz?
- Bugün gelir diyemem.



- Ama bekliyorum, diyorsunuz.
- Evet. Geleceğini inkâr etmek mümkün değildir. Üç vasfı var ki, bunlar kimsede yok.



- Nedir onlar?
- Meselâ, “Humeyni, mehdi” dediler. Humeyni geldi. Zengin, evet. Hükümdar, evet. Ama adaleti icra etmekten aciz. Beceremedi. Bediüzzaman geldi, o da hükümdar değildi... Muhtemelen Uhud dağındaki altınlar Mehdî Aleyhisselâm’a kendini gösterecek.



- Uhud’daki altınlar, Fırat’taki altınlar...
- Gizli kalmaz ona.



- Bildiğimiz altın madeni, hadis-i şerifte geçen...
- Petrol de olabilir.



- Su da olabilir mi?
- Olabilir.



- Tevile açık, her şey olabilir...
- Nasıl olacağını bilemeyiz ama, geleceğine inanıyorum ve bekliyorum. Bediüzzaman kadar âlim olması lâzım, tekâmülünü ilerletmesi lazım, ki bugünkü zındıklara karşı konuşabilsin.



- Konuşması kitâbî mi olacak, yoksa sözlü mü?

- Kitâbî! Bugünkü bilgisayarlar, tele deccallar o zaman olursa herkes görecek Mehdî Aleyhisselam’ı.



- Tele deccal?
- Televizyon!



Allah Bize Saddam’ın Ölümü Gibi Ölüm Nasib Etsin


- Tek gözlü!
- Ben, tele deccal evime girmeyecek, dedim. Fakat Saddam zamanında dayanamadım... Elhamdulillah, Saddam’ın iki kere kelime-i şehadet getirdiğini işittim.



- Ondan sonra çıkardınız...
- Evet. Saddam’ın çok aleyhindeydim. Fakat bütün dünya imanına şahid oldu.



- Ama hâlâ Müslümanlar bu mevzuyu idrak edemiyorlar, hâlâ kızıyorlar
- İmanından şübhe yok! Hadis’te, “Kim Lâ ilâhe illallah derse...”



- Kurtulur...
- Sadece “Lâ ilâhe illallah” değil, “Muhammedun resûlullah” da demeli. Saddam’ın, “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah” demesini, şu sağır kulağımla işittim. O anda bunu söylemek kolay değil.



- Çok cesaretli öldü. Cellatları bile titriyordu karşısında.
- Allah bize de nasib etsin!



- Amin!
- Sağır olduğumdan televizyon, cep telefonu kullanamıyorum. Birisinin bana tercüme yapması lâzım. Kulaklık yankı yapıyor.



- Ama Saddam’ın şehadetini duydunuz?
- Evet! Bu zamanda dört başı mamur Müslüman bulamayız. Dört başı mamur Müslüman resmiyete giremez. Hele hele, Hanefî olsa hiç giremez.



- Neden?
- İmam-ı Azam girmediği için. Ahmet bin Hanbel girmediği için. Daha sayayım mı?



- Resmiyete girenlere ne diyeceğiz?
- Arkadaş, bunlara ittiba edilir. Üç asırdır yaşayan ulemaya itibar ederiz. Artık araştırmak şarttır.



- Neyi araştırmak?
- Dini.



- Bugün devlet memurluğuna girmiş bir Hanefî meselâ, “Amerika bizim dostumuzdur” diyor.
- Devlet memuru bir profesöre sordum, “Şu anda benim yanımdaki imanınla, rektörün yanına gittiğindeki imanın bir midir?”



- Ne dedi?
- “Bir değil” dedi. Memur, bu!

- O zaman sakat
- Sakat! Ama kâfir oturacağına Müslüman otursun oralarda.



- Kendinizden bahseder misiniz? Gençliğinizden...
- Evet, evet gençliğimden çok güzel bahsederim ben! Gençliğimde isyan ettim, Allah’a karşı geldiğim için (Bağlı olduğu solunum cihazının hortumunu göstererek) Allah da beni böyle bağladı. Bundan daha büyük keramet mi olur! Kimim ki kendimden bahsedeyim! Büyüklerimiz... (Ağlıyor) Kimiz ki kendimizden bahsedelim! Ne hocalarıma uyabildim, ne de talebelerime... Ortada kaldım.

Furkan Dergisi, Ağustos 2009, s. 34
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
53
DEDİ Kİ:

"Resuller Resulü'ne bağlılık iddia edip sahabîlere bağlanmakta tereddüt göstermek, davaların en bâtılıdır. Zira Büyükler Büyüğü'nün yoluna nasıl düşüleceğini en hâlis mikyasta temsilden başka hiç bir rolleri olmayan ve en sadık bağlılığın birer remzi bulunan Sahabîlere muhalefet, netice bakımından Resuller Resulü'ne muhalefetten başka bir şey değildir."

Salih Mirzabeyoğlu - Kökler - shf: 86
 

mürmüdük

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
7 Tem 2009
Mesajlar
6,952
Tepki puanı
1
Puanları
0
Yaş
53
Web Sitesi
anadoluhaber.blogcu.com
hz+muhammed+in+sar%C4%B1%C4%9F%C4%B1.jpg



- "İşte topyekûn zamanın
ve mekanın Peygamberi
O'nun yolunda ebediyen
zaman ve mekâna hakimiyet gayesi
O hayat ki - bizzat hayat mefhumu-
O yaşayacaktır diye yaşamış​
O yaşadı diye yaşamakta devam etmiş
ve etmekte - bu âlemde
nihayete doğru
devrindeyiz zamanın !"

SALİH MİRZABEYOĞLU / MÜNŞEAT / sayfa47
 

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt