İsmail Çetin Hocaefendi Vefat Etti!
Allâme Şeyh İsmail (Çetin) bin Mahfuz Hazretleri
“MEHDİ İÇİN ZEMİN VE ZAMAN TAMAMDIR!”
Röportaj: Kerim Bozdağ
kbozdag@furkandergisi.com
Takdim:
Büyükleri ululamak haddimize olan bir iş değil. Büyüklükleri müşahhas makamlara dair değil; ve mücerred makamları da biz bilici değiliz. Bu sebeble onlarla bizim aramızda şu ifadenin gerçekliği berzah bilinmeli: “BU NE HAZİN MESAFE İKİ TEN ARASINDA / BİR ŞEYİ SÖYLEYENLE DİNLEYEN ARASINDA”…
Uzun yıllardır basına tek kelime konuşmamış Allah Dostu’nu ilk defa biz konuşturduk gibi bir malayaniliğe girmeyeceğiz. Zira, onların nazarlarının şifa olduğuna inanır, varlıklarının hakkımızda hayırlara vesile olduğuna kanaat getiririz. Söyleyenle dinleyen arasındaki hazin mesafenin müsebbibi olarak kendimizi gördüğümüzden, sadece huzura kabul edilmenin zevkini tatma teşebbüsü bizlere yeter de artar.
Onlar mânâ yolunun kahramanları. Bizler peşlerine düşme ferasetinden bile mahrum akıl yoksunları. Bu sebebtendir ki, o büyük insan bizi basın mensubu kimliğimiz içinde haklı olarak kuşkuyla karşılıyor. “Gazeteciler” diyor “insana kuyruk takar”. Yüzbin kere haklı. At izi it izine karıştığından işin mümini münafığı da kalmadı. Herkesin tek derdi nefsin geniş alanında at koşturmak. Ruhlar ateşlere dururken, şeytanî mârifetler(!) bini bir paradan Pazar bulmakta; her şey devrilmiş. Bu devrilmenin derin mârifetine mâlik Allah dostu, gelecek müjdeciyi şu sözlerle beklediğini ifade ediyor, “Akşam yatıyorum sabah gelir diye, sabah kalkıyorum akşam gelir diye bekliyorum”…
Bu sohbeti sıkı bir röportaj şeklinde okumaya hazırlananlara hatırlatalım; sakın böyle bir hataya düşmeyin. “Zevken meydana gelen mânâyı kelâm nasıl anlatsın” hikmetince bakın satırlara ve hikmetin aslı satır’da değil sadr’da olduğu kanaatini ciddiyetle muhafaza edin. Kelimelerin geliş ve gidişi de yanıltabilir sizleri, ama öyle değil. Her müessesenin, her serdedilen politik fikrin, her siyasî manevranın çok üstünde bir keyfiyetin temsilcisi olarak halka (bizlere) inen, tenezzül eden bir şahsiyetle karşılaştığımızı hissettik. Beşinci sınıf bir İmam-ı Gazali Hazretleri tercümesi ne ise, bizim sizlere, sorarak aktarmaya çalıştığımız da o kadardır… Bu da bizim çapımız.
Kırkbeşi aşan eserleriyle muhteşem bir kütübhane kurmuş Allah dostunu eserlerinden müşâhade etmenizi tavsiye ederiz. Çok ama çok şey bulacaksınız.
Son olarak…
“Kendinizden bahseder misiniz?” dediğimiz Allah dostu, “Ben kimim ki kendimden bahsedeyim” derken gözyaşına hakim olamamış ve cümleyi şöyle tamamlamıştır: “Ben büyüklerle şu çocuklar arasında (talebeleri gösteriyor) kalmış biriyim, ben kimim ki!”
Evet… Onların KİM olduğu belli… Ya biz kim’iz? İdrakimiz?
Sohbetin sonunda teberrük bâbında naklettiğimiz satırlar, Allah Dostu’nun bize imzalayıp hediye etme lutfunda bulunduğu “Ta’lim-i Asfiyâ” isimli eserinin 25 ile 27. sayfaları arasındaki dipnotlarıdır. Fikir ziyafetini nimet bilenlere.
Mihenk Taşı Şeriat
-Tasavvuf nedir?
- Tasavvuf, Şer-i Şerîf’i tatbik etmektir. İnandığımızı tatbik edersek tasavvuf oluyor. Bizim zamanımızda tasavvuftan kalıntılar var. Kanaatım odur ki, yüzde yüz olmamakla beraber, kalıntılar olmakla beraber, sağlam kalıntılar var. Yani kullanılabilecek kalıntılar var. Ve Elhamdulillah bu itibarla, bizim ülkemiz dahil, tasavvuf vardır. Dörtbaşı mâmur tasavvuf yok; dörtbaşı İslâm yok! Meselâ İmam-ı Âzam buraya gelse, “Bunlar Müslüman mıdır, Hıristiyan mıdır?”, düşünür...
- Günümüzde tasavvufun sosyal hâdiselere tesiri ne kadardır?
- Onu diyemem; bizim aleyhinde bulunduğumuz kimse sizin dostunuz olur, yahut bizim lehinde bulunduğumuz kimseyi siz iyi görmezsiniz... Fakat Şeriat var, mihenk taşı var bizim elimizde. Mihenk taşı Şeriat’tır; ilimdir. Artık kimse menkıbeyle, hikâyeyle ikna olamaz... Şeyhin ilminde şart, dini güzel bilmesidir.
- Önemli olan bu.
- Evet! Okur-yazar olması şart değildir. Şart, bilmektir. Diyeceksiniz, okuma-yazması olmadan nasıl bilir? Allah-u Teâlâ, “Allah’tan ciddi korkun; Allah size öğretecek!” buyuruyor. Meselâ 4 cild tefsir, 4 cild fıkıh yazan Süleymânu’l Cemal ümmîdir. Diyeceksiniz, ümmî nasıl tefsir yazar? Halkası var, tefsir okuyorlar, O dinliyor. Okuma bittikten sonra, “Sen Kâdi’den şunu okumuştun, Kâdi’nin ibaresi şöyledi, onu kaydet. Sen Semim’den şunu okumuştun, onu kaydet...” Hafıza işi değil bu. Dediler ki, “bu Allah-u Teâlâ’nın öğrettiği ilimdir. Etrafında çok âlimler vardı.”
- Tarikatlarda bozulmanın...
- Bir mü’minin 4 duvarını yıkamazsın. Şeyh olsun, olmasın; bir duvarını yıkar, iki duvarını yıkar, üç duvarını yıkar ama dört duvarını yıkamaz...
Müslümanlar İttifak Etmemeleri SebebiyleMağlub Oluyorlar
- Türkiye’deki siyasî gelişmeleri nasıl buluyorsunuz?
- Kim çok hile biliyorsa, aferin ona!
- Bunu takdir makamında mı söylüyorsunuz, tenkid makamında mı?
- Şimdi devlet dediniz, din demediniz; din demediniz!.. Şu anda iktidarda olanlar namaz kılıyorlar mı, tam tesettür değilse bile (Kur’an-ı Hakim’de başörtüleri yaka paça üstüne bırakın buyruluyor, bunlar yaka paça altına sokuyorlar.) Türkiye’de görülmeyecek bir şey, karısı başörtülü cumhurbaşkanı oldu, başbakan oldu. Ben özellikle başbakanın gavurlara karşı dik duruşunu çok seviyorum... Ama her cemaatte, her ailede iyiler var kötüler var...
-Şu an maslahata uygun diyorsunuz?
- Evet; gücü budur! Neden millet ittifak etmiyor? İttifakın olmaması sebebiyle onlar mağlub oluyor.
- Müslümanlar mağlub oluyor.
- Evet. İttifak etsinler!
- İttifakın altyapısını nasıl hazırlayabiliriz?
- Zor!.. Zor!.. (Eliyle para işareti yapıyor.)
- Maddiyat mı?
- Para... Para... Şu an cemaatler, tavuk cemaatidir...
- Tavuk cemaati?!
- Birisi balkona çıkar, kabı boşaltıp “bili bili” dedi mi, mahallede ne kadar tavuk var, oraya toplanır. Tane bulduysa yer, kümeyi dağıtır. Taneyi yiyen tavuğun peşine kümedeki diğer arkadaşları düşüyor, büyük lokmayı yedi diye. O yedi, bu yedi derken, küme perişan... Bugünkü siyaset budur!
- Biraz önce bahsettiğiniz, hanımları başörtülü siyasetçiler de böyle yapıyorlarsa ne yapacağız?
- İlim okuyorlarsa, Müslüman olarak ilim okumaları...
- Kur’an, sünnet, icma ve kıyas üzerinden...
- Para... Para... Bugün halkımız ekmek partisindedir!
- Millet para peşinde; parası olan da kandırabiliyor.
- Hepsi değil, kısmî azamisi… Şimdi bak arkadaş, İsrailoğulları aleyhinde bulunmayana ben kızarım. Bunlar diyalogcudur, ben diyologcu değilim. Ben Ehl-i Sünnet ve’l Cemaatim.
- Elhamdulillah, biz de öyleyiz.
- Şu anda İslâmî tatbikatta birleşecek Müslümanlar aciz ve fakir değiller. Ama hırsızlık bizi fakir ediyor. Yahut da rüşvet fakir ediyor.
Mehdi İçin Zemin ve Zaman Tamamdır- Dünyanın gidişatını nasıl görüyorsunuz?
- “Siz dininizi bıraktığınız vakitte, Allah sizin düşmanlarınızı size musallat edecek.” Şimdi Saddam orada dövülürken sen uyuyor muydun? Ben uyuyordum!...
- Mehdi Aleyhisselam hakkında ne buyurursunuz?
- Her sabah “bu akşam gelir”, her akşam “bu sabah gelir” diyorum. Ama görür müyüm, görmez miyim, bilemem. Geleceği kesindir. Zamanı tamamdır. Mehdi’nin zamanına kadar, en zor Irak muhaberesiydi; o da tamam. Zemin tamamdır, zaman da tamamdır. Mehdi konusunda Ehl-i Sünnet’in ittifakı vardır. Muhyiddin Arabî Hazretleri, “Onunla musafaha yaptım.” buyuruyor.
Üstad Fikirde Önderimizdir
- Üstad Necip Fazılla ilgili bir hatıranızı öğrendik. Üstad’ı ziyarete gittiğinizde, Üstad size sarılıp “Senden şeyhimin kokusu alıyorum” diyor.
- Hâdise doğru ama şahıs ben değilim. Ben, Şeyh Abdulhakim Arvasî’nin kızkardeşinin oğlu Sadreddin, milletvekili Faruk ve iki arkadaş Necip Fazıl’ı ziyarete gittik. Randevu için kim telefon açtıysa Üstad, “meşgulüm” dedi ve ısrar edince de sövdü! Ben telefon açmayı bilmiyorum. Dedim ki, telefonu açın ve ahizeyi elime verin. Açtılar, elime verdiler. Onlar gibi “selamun aleykum, Üstad’ım müsaitseniz ziyaret edeceğiz” demedim. “Müküs’ten beş kişi sizi ziyaret etmek istiyoruz” dedim. Müküs, Abdulhakim Arvasî’nin doğduğu köyün adı. Şu anki Tavaş... Müküs deyince, “başımın üzerinde yeriniz var” dedi. Gittiğimizde Üstad bahçe kapısındaydı. Öndeki arkadaşa bakmadı. Ben onun arkasındaydım, bana da bakmadı. Benim arkamda milletvekili Faruk vardı, ona da bakmadı. Sadreddin onun arkasındaydı, Sadreddin’e gitti ve sarılıp öpmeye başladı. Bizleri evine götürdü. Bizlere iltifat etmiyor, Sadreddin’e devamlı sigara sarıp veriyor, öpüyor. Necip Fazıl dışarı çıktığı bir zamanda ben, “Sadreddin Şeyh Abdulhakim Arvasî’yi görmedi, Necip Fazıl’ın bu hareketi garib” dedim. Faruk, “Hayır, öyle değildir. Şeyh Abdulhakim Irak’a sefer ettiği vakitte Sadreddin üç günlüktü. Şeyh Abdulhakim buraları öpmüştür. Necip Fazıl aşıktır, aşıklar kınanmaz. Aşkı doğrudur.” dedi.
- “Necip Fazıl fikirde önderdir” sözü size mi ait?
- Fikirde üstad’dır! Fikirde bize örnektir.
Kâfir Müslüman Herkes Rabıta Yapar
- Rabıta hakkında ne buyurursunuz?
- Rabıta yapmayan kim var?
- Hiç kimse yok!
- Kâfir olsun, Müslüman olsun herkes rabıta yapar; nûrânî var, zulmânî var. Nûrânî olanın hepsi meşrûdur; bazen de memurdur, emr edilmiştir.
- Rabıtayı inkâr etmenin mümkünü yok!
- Zararı yok.
- İnkâr edene zararı yok?
- Zararı yok. Sevgiyi inkâr eden kâfir olur.
- Sevgi derken kastınız?
- Allah’ı, Peygamber’i, Ehl-i Beyt’i, Peygamber’in arkasından giden ulemayı ve evliyayı sevmeyi inkâr ederse... Rabıta, sevmenin semeresidir. Neyi seviyorsam onu düşünüyorum. İnsan ister istemez bir şeyi sever. Kalbi, sevdiğiyle bağlanmış oluyor; rabt oluyor.
Size tavsiyem, zikr-i hafi’ye yerine şirk-i hafiye’den kaçın. Rabıta niçin? Rabıta, başkası dimağa gelmemesi için; şu şöyle etti, bu böyle etti dememek için. Yoksa rabıtada Allah’tan başkasını düşünmek de şirk olur. Rabıta, oyuncaktır; çocuğun eline oyunca bebek verilir, bebeği canlı zanneder. Gerçeği bulunca da oyuncak bebeğe iltifat etmez.
Tasavvuf Ehlinde Ruhî Hastalık Olmaz
- Psikiyatristler için ne diyorsunuz? Onlar bir tasavvuf ehlini tedavi edebilirler mi?
- Doktorlar beni muayene etti. Ben, “psikiyatristler de beni muayene etsin. Belki bende bir şeyler vardır.” dedim. Birini getirdiler. Dedi, “Ne düşünüyorsun?” “Doktor bey, her şeyi!” dedim. Doktor, gitti! Tasavvuf ehlini, ruh olarak değil ama madde olarak tedavi edebilirler; dimağına aldığı bir darbeden dolayı...
- Tasavvuf ehli bir psikiyatr doktora, tasavvuf ehli birisini götürdüm. Doktor, “Sen tarikat ehli misin?” diye sordu. O da “evet” dedi. Doktor, “Sen tarikat ehliysen niye hasta oldun, demek ki tarikata doğru inanmıyorsun.” dedi.
- Doğru söylemiş. Tarikata inanan, cine inanır, periye inanır ve bunlardan korkmaz. Korkmayınca, üzülmeyince...
- Melekler insanlara görünerek yardım edebilirler mi?
- Görülebilir, sessiz. Ses gelir, görülmez.
- Aynı insanda hem cin, hem şeytan, hem melek bulunabilir mi?
- Aynı anda olamaz.
- Farklı zamanlarda gelebilirler mi?
- Gelirler
- Peki cahil bir insana gelebilir mi?
- Herkeste var. Gaflette şeytan, gafletten çıktığı anda da melek emdirir.
- Melek nasıl emdirir?
- Kuvvet verir. Şeytan, Ehlullah’ın içine, fenafillah olmuş kişinin içine giremez.
- Şeytan cahilin içine girdiğinde melek gelip yardım etse o kişi düzelir mi?
- Normal her insanda olur. Tabiî kâfirlere melek yok. Gazetecilerin dinleme cihazı olduğu gibi, şeytanın da gagası var. Şeytan müminin önünden giremez. Zikir olduğu vakit gelemez, zikir olmadığı vakit yaklaşır. Zikir olduğu vakitte ya yanar, ya kaçar.
- Cahil bir insan şeytanı çağırsa, zarar görmez mi?
- Zarar görmeyebilir. Şeytanın gagası var, bu hadis-i şeriftir. Mü’mine önden gelemez. Önden gelirse ya kaçar, ya yanar. Arkadan önce akciğeri dinler; nefes içerisinde zikir var mı yok mu. Nefes, “Hu, hu” diyor mu, yoksa gaflette mi. Eğer orada yok ise karına bakar. Orda da ses yok ise buruna gelir. Nefesi dinler. Latifelerde var ise onu yakar. Eğer orada da yok ise, o zaman içine girer, Allah korusun kalbin içine girerse tüm sistemi eline alır, şoförlük yapar.
- Latifeleri mi parlatmak lâzım?
- Herkes yapamaz. Sûfî, nefesini boş bırakmamalıdır. Cehrî olmasına rağmen Kadirî tarikatı, Şahı Abdulkadir Geylani, “Bin kere kalbinle Allah de, bir kere dilinle” buyuruyor.
- Cehrî olmasına rağmen?
- Kalbinle söylediğin vakit şeytan yaklaşamaz. Kaçar.
Mürşid-i Kâmil Arayın
- İmam-ı Rabbani Hazretleri’nin Mebde ve Mead adlı eserinde, “Bir mürşid-i kâmil bulduysanız, bağlanın. Eğer bulamadıysanız, zamanın kutbuna rabıta üzere olun. Ondan size feyz gelir” buyuruyor. Bu zamanda bunun yapılması meşrû mudur?
- Hayır! Mürşid bulun. Çünkü zamanımızda vardır. Türkiyemiz’de vardır. Hiç ummadığın, bunda bir şey yok dediğin adam belki Allah nezdinde sultan olur, bizim gibi eli öpülen hiçbir şeye yaramaz!
- İmam-ı Rabbani Hazretleri bunu hangi dönem için söylemiş olabilir?
- Daha o zaman gelmedi.
- Arayan bulur...
- Arayan bulur. Eğer şimdi o zaman geldi dersek, müsbet olanları inkâr eder, bu çok tehlikelidir.
- Öbürünü yapmaya çalışır, bunu inkâr eder. Şeytan da musallat olur o zaman.
- Bana göre, ölü bir aslan yerine diri bir tilkiyle irtibat kurmak, onun arkasından gitmek daha iyidir. Çünkü ölü bir aslana derdini anlatsa da sesini işitemiyor. Ses verse de onu alan yok. Fakat, tilki de olsa, noksan da olsa bir karşılık verir.
Mutlaka yaşayan birine bağlanmak lâzım!
Evet. Arayın, bulun! İmam-ı Rabbani’nin bahsettiği dönem de gelecek. İnşaallah o zamana yetişmeyeceğiz.
- İnşaallah.
- Ama yakın.
- Mehdi Aleyhisselâm hakkında, “Her sabah bu akşam gelir, her akşam bu sabah gelir” diyorsunuz. Buna paralel olarak, ümmet-i Muhammed’e bir müjde verir misiniz?
- Bugün gelir diyemem.
- Ama bekliyorum, diyorsunuz.
- Evet. Geleceğini inkâr etmek mümkün değildir. Üç vasfı var ki, bunlar kimsede yok.
- Nedir onlar?
- Meselâ, “Humeyni, mehdi” dediler. Humeyni geldi. Zengin, evet. Hükümdar, evet. Ama adaleti icra etmekten aciz. Beceremedi. Bediüzzaman geldi, o da hükümdar değildi... Muhtemelen Uhud dağındaki altınlar Mehdî Aleyhisselâm’a kendini gösterecek.
- Uhud’daki altınlar, Fırat’taki altınlar...
- Gizli kalmaz ona.
- Bildiğimiz altın madeni, hadis-i şerifte geçen...
- Petrol de olabilir.
- Su da olabilir mi?
- Olabilir.
- Tevile açık, her şey olabilir...
- Nasıl olacağını bilemeyiz ama, geleceğine inanıyorum ve bekliyorum. Bediüzzaman kadar âlim olması lâzım, tekâmülünü ilerletmesi lazım, ki bugünkü zındıklara karşı konuşabilsin.
- Konuşması kitâbî mi olacak, yoksa sözlü mü?
- Kitâbî! Bugünkü bilgisayarlar, tele deccallar o zaman olursa herkes görecek Mehdî Aleyhisselam’ı.
- Tele deccal?
- Televizyon!
Allah Bize Saddam’ın Ölümü Gibi Ölüm Nasib Etsin
- Tek gözlü!
- Ben, tele deccal evime girmeyecek, dedim. Fakat Saddam zamanında dayanamadım... Elhamdulillah, Saddam’ın iki kere kelime-i şehadet getirdiğini işittim.
- Ondan sonra çıkardınız...
- Evet. Saddam’ın çok aleyhindeydim. Fakat bütün dünya imanına şahid oldu.
- Ama hâlâ Müslümanlar bu mevzuyu idrak edemiyorlar, hâlâ kızıyorlar
- İmanından şübhe yok! Hadis’te, “Kim Lâ ilâhe illallah derse...”
- Kurtulur...
- Sadece “Lâ ilâhe illallah” değil, “Muhammedun resûlullah” da demeli. Saddam’ın, “Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden resûlullah” demesini, şu sağır kulağımla işittim. O anda bunu söylemek kolay değil.
- Çok cesaretli öldü. Cellatları bile titriyordu karşısında.
- Allah bize de nasib etsin!
- Amin!
- Sağır olduğumdan televizyon, cep telefonu kullanamıyorum. Birisinin bana tercüme yapması lâzım. Kulaklık yankı yapıyor.
- Ama Saddam’ın şehadetini duydunuz?
- Evet! Bu zamanda dört başı mamur Müslüman bulamayız. Dört başı mamur Müslüman resmiyete giremez. Hele hele, Hanefî olsa hiç giremez.
- Neden?
- İmam-ı Azam girmediği için. Ahmet bin Hanbel girmediği için. Daha sayayım mı?
- Resmiyete girenlere ne diyeceğiz?
- Arkadaş, bunlara ittiba edilir. Üç asırdır yaşayan ulemaya itibar ederiz. Artık araştırmak şarttır.
- Neyi araştırmak?
- Dini.
- Bugün devlet memurluğuna girmiş bir Hanefî meselâ, “Amerika bizim dostumuzdur” diyor.
- Devlet memuru bir profesöre sordum, “Şu anda benim yanımdaki imanınla, rektörün yanına gittiğindeki imanın bir midir?”
- Ne dedi?
- “Bir değil” dedi. Memur, bu!
- O zaman sakat
- Sakat! Ama kâfir oturacağına Müslüman otursun oralarda.
- Kendinizden bahseder misiniz? Gençliğinizden...
- Evet, evet gençliğimden çok güzel bahsederim ben! Gençliğimde isyan ettim, Allah’a karşı geldiğim için (Bağlı olduğu solunum cihazının hortumunu göstererek) Allah da beni böyle bağladı. Bundan daha büyük keramet mi olur! Kimim ki kendimden bahsedeyim! Büyüklerimiz... (Ağlıyor) Kimiz ki kendimizden bahsedelim! Ne hocalarıma uyabildim, ne de talebelerime... Ortada kaldım.
Furkan Dergisi, Ağustos 2009, s. 34