mustafa_xtar
Kayıtlı Kullanıcı
RE: O Güneş Hiç Batmadı Ki !!!
mustafa_xtar yazdı:
En yalın tarifiyle Asr-ı Saadet, insanların en hayırlısı Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimizin ve yine Onun mübarek ifadeleriyle insanların en hayırlılarının birlikte yaşadığı çağdır.
Alemlere Rahmet ve insanlığa en güzel örnek olmak üzere Son Peygamber s.a.v.in risaletine şahitlik etmiş, yine insanlığın hidayet menbaı Kuran-ı Hakimin indirildiği insanlığın altın çağı...
Yani saadetin, mutluluğun, bahtiyarlığın, bahtiyarların çağı...
Ki o bahtiyarların çoğu, bahtlarının açılacağı gün gelmeden önce karanlık bir dünyaya doğmuş, zulmün, zulmetin, cehaletin ne olduğunu içinde yaşayarak görmüşlerdir.
O kutlu çağın güneşi doğduğunda insanlık tam anlamıyla karanlıktaydı. Hz. İsa Aleyhisselamdan sonra yaklaşık altı yüzyıl geçmiş, Onun tebliğ ettiği tevhid dini tahrif edilmiş, vicdan ehli olan fakat küfür ehlinin nüfuzu karşısında sesleri boğulan az sayıdaki kişiden başka insanlara yol gösterecek kimse de kalmamıştı.
Çirkin menfaatçılığa hizmet eden sahte ilâhlara tapınıldığı, yalnızca güçlü olanların insan muamelesi gördüğü ve onların haksız isteklerinin ilâhî kurallar hükmünde olduğu bir dönem yaşanmaktaydı.
Allaha şeksiz iman edilmiyor, şiddet fazilet sayılıyor, fuhuş meşru görülüyor, ırkçılık, sömürü ve bâtıl inançların şekillendirdiği bir sistem hüküm sürüyordu.
Ama bir taraftan okuma-yazmanın olduğu, ticaretin geliştiği, önemli kültür birikimine sahip toplumların da yaşadığı bir dönemdi. Fakat tıpkı önceki peygamberlerin tebliğinden bir süre sonra insanların sapıtarak içine düştükleri karanlık dönemler gibi, nefsin arzuları, şeytanın hileleri hayatın belirleyici unsuru olmuştu. Ta ki miladî 610 yılına, yani Fahr-i Kâinat s.a.v. Efendimiz’in risaletle görevlendirildiği güne kadar..
Hz. İbrahim Aleyhisselamın, mübarek hanımı Hacer annemizi ve oğlu İsmaili bıraktığı, alemlere bereket ve hidayet kaynağı olan ilk evin, ilk mabedin kurulduğu bu topraklara, Cenab-ı Hak 570 yılında alemlere rahmetini gönderdi.
Alem, yıldızıyla, güneşiyle, taşıyla, toprağıyla, kurduyla, kuşuyla bayram etti. Gelen çok sevgiliydi. Sevgilinin sevgisiydi.
Çok azı hariç, insanlar bunu fark edemediler. Fakat hayatının her döneminde kendinden ortaya çıkan fevkalâdeliklere de hayranlık duydular. Diğerlerinden bir farkı olduğunu hissettiler. Ona saygı duydular, güvendiler, danıştılar, işlerini emanet ettiler
Bir gün Cenab-ı Mevlâ, Habib-i Kibriyasına, haydi çık uyar onları, tuttukları yol, yol değil; tevbe edip sana uysunlar, saadete ersinler buyurdu.
O günden sonra saadetin talipleri, nasiplileri ortaya çıkmaya başladı. Her şeylerini terk etmeyi göze alarak, Fahr-i Cihan Efendimizin eline sarılarak yalnızca saadete talip oldular.
Kendi ellerinde olanı, elleriyle yapıp ettiklerini bıraktılar. Gönüllerini sildiler ve yalnızca Onun vereceklerine açtılar. Sahabe-i Güzin kendini Rasulullah s.a.v.e teslim etti. O da onları kucaklayıp kuşattı. Kuşatan, saran, Allah’ın rahmetinden başka bir şey değildi. Kim Allah’ın rahmetiyle kuşatılırsa, onun için saadetten başka yol yoktur.
İşte rahmetin böylesine kuşatıcı olduğu bu döneme Asr-ı Saadet dendi. Savaşlar, açlık, yokluk, zorluk, nasipsizlerin zulmü bu saadeti engellemedi.
Aksine, Ashab-ı Güzinin karşılaştığı her zorluk imanlarını pekiştirdi.
Hülefa-i Râşidîn dönemi, Tabiûn ve sonra gelenler hep bu saadetten nasiplerini aldılar, almaya da devam ediyorlar.
Kişiler fanidir, fakat Allahın rahmeti fena bulmaz, yok olmaz, o talep edeni bulur. Talip olan, Ashab-ı Güzin gibi Allah Rasulü’nün sevgisiyle kuşatılır. Said olur, bahtiyarlar zümresine katılır
İnsan neye talip olduğuna dikkat etmeli. Bugün müslümanlar, Lât, Uzza gibi taştan, tahtadan putlar yapıp tapacak değiller elbette. Fakat unutmamalı ki, onları ilâhlaştıran, kullanılan malzeme değil, insanların talep ve istekleriydi.
Nefsinin hevâsını ilâh edinenlerden olmak, dini arzularına uydurmak her devrin en büyük tehlikesidir. Fakat tehlikenin olduğu yerde rahmet de eksik olmamıştır.
Cenab-ı Mevlâmız insanı hiçbir zaman başıboş bırakmadı. Peygamberlerin mukaddes mirası asla kaybolmadı.
Bugün hem Mukaddes Kitabımız, hem Habib-i Kibriya’nın sünnet-i seniyyesi, hem de velâyet nuru bütün ihtişamı ile parlamaya devam ediyor, lütf-u ilâhî ile kıyamete kadar da böyle olacak.
Karanlık ne kadar yoğun olursa olsun, cahiliyye ne kadar güçlü olursa olsun, o nur her devirde kainatı ışığı ile yıkayacak güçtedir.
Biz müminler Rasulullah s.a.v.i on dört asır önce yaşamış bir insan olarak görmekten ziyade, Onu kalbimizin baş köşesinde candan öte can olarak yaşamaya devam ederiz. Her gönülden salât u selam okuyuşumuzda Onun mübarek tebessümünden bir ışıltı gözümüzün önünden geçiverir. O’nun ümmeti olmak bizim için en büyük şereftir.
Ve Asr-ı Saadet bizim için asla bir nostalji değildir. Değil 21 nci asırda, 121inci asırda da yaşasak bir yanımız hep oradadır, oralıdır. O devrin hüzünleri, coşkuları kalbimizde dün gibi sıcaktır.
Saadete talip olanlar için Asr-ı Saadet devam ediyor. Saadete talip olan hep saadet bulacak
Mübarek EROL SEMERKAND Dergisi