Nurcular ile süleymancılar arasındaki fark nedir detaylı olarak anlatabilirmisiniz.
Rahman ve Rahiym olan ALLAH'ın adıyla,
Süleymancılar;
Nakşi cemaatlerden olan ve adını kurucusu Süleyman Hilmi Tunahan'dan alan Süleymancılar, Türkiye'deki en eski cemaat. Tunahan, 1888 yılında Bulgaristan'ın Silistre kentinde doğdu. Din ve hukuk alanında eğitim gördükten sonra, İstanbul'da Sultanahmet, Süleymaniye, Yenicami ve Şehzadebaşı gibi büyük camilerde vaizlik yaparken tanındı. Tunahan tek parti döneminde yasak olan Kuran kurslarını gizlice vererek, cemaati büyüttü. 1946 yılındaki kararla Türkiye'nin dört bir yanında Kuran kursları adeta patladı. Tunahan'ın adı bu dönemde, yazdığı "Yepyeni Usul ve tertiple Kuran Harf ve Harekeleri" adlı kitapla yayıldı. Tek başına Kuran okumayı öğreten bu pratik kitap, 2 milyondan fazla basıldı. Giderek Tunahan'ın ismi etrafında birlikte hareket eden geniş bir çevre haline gelen bu grup "Süleymancılar" adıyla anıldı. Hem Kuran kursları hem de kursların yanında açılan öğrenci yurtlarını tek çatı altında toplayan Süleymancılar Kurs ve Okullara Yardım Dernekleri Federasyonu adıyla yasal olarak örgütlendiler. Süleymancılar'ın kamuoyu tarafından bilinen en ilginç özelliği, cemaatte sigara içmenin yasaklanması. Cemaatin bugünkü lideri Tunahan'ın torunu Ahmet Denizolgun.
Nurcular;
Bediüzzaman Hazretleri, Risale-i Nur eserleriyle başladığı imanı kurtarmak ve tahkikî yapmak yani imanda tecdid faaliyeti, Nurculuk cereyanı na*mıyla işti*har etmiştir.
Siyasî ve dünyevî cemiyetçilikten uzak ve aynı eser*leri oku*maktan doğan manevî alâkadarlık ile gö*nüllerde kurulan Nur ir*fan müessesesi olan Nurculuk cereyanı mensublarına, yani Risale-i Nur eserlerini okuyanlara “Risale-i Nur Talebesi”, kısaltılmış şekli ile “Nur Talebesi” veya “Nurcu” denilmektedir.
Diğer bir tarif ile Nurculuk:
Zamanımızda çok umumî ve tahribkâr hale gelen maddeci ve inkârcı cereyanların ifsadatının neticesi dinî düşünce ve yaşayışın tehdid altına girmesiyle bu*na*lan in*sanlığa İslâmın hidayet yolunu göstermek ve as*rın ihtiya*cına tam cevab vermek üzere bir Kur’an tef*siri olan Risale-i Nur Külliyatını okumak, an*lamak ve ihtiyaç du*yanlara bildirmekle dine getiril*mek istenen şübheleri izale etmek, tak*lidî imandan tahkikî imana yükselmek, böylece şu*urlu olarak İslâmiyeti aslına ve ruhuna uygun yaşa*mak cehdidir. Hem cemiyet, teşkilat gibi unsurlardan mücer*red, din ve hakaik-ı imaniyeyi muhafaza nokta*sında tecdid vazifesi ve hizmetidir.
Bu manevî cihad ve hizmet hareketi, rıza-yı İlahî da*iresinde ve yalnız Kur’an ve iman hakikatlarına isti*nad ederek, maddiyyun*luk ve âhirzaman fitnesinden zarar gören insanlık âlemine İslâmın hidayet ışığını ulaştırmak*tır.
Nitekim bu hareket âlem-i İslâma, hattâ dünyanın her tara*fına kadar genişlemiş ve hüsn-ü kabule mazhar olmuştur.
Risale-i Nur ve Nurculuk isimlerinin veri*lişindeki hikmetlerin birisi şudur:
Karanlığın varlıkları örtüp göstermediğine karşı, maddî nur karanlığı yok ederek varlıkların görünüp bi*linmesine sebeb olduğu gibi küfür ve inkâr manevî ka*ran*lıkları da iman ve Kur’an haki*katlarını ins ve cin*nin naza*rında örter, göstermez.
Kur’an ve imanın manevî nuru ise, o manevî kü*für karanlık*larını yok edip Kur’an ve iman hakikatla*rını gös*terir. İşte Risale-i Nur, Kur’anın ve ima*nın manevî nu*runu açıklayıp küf*rün manevî karanlıklarını yokettiği cihetiyle, Risale-i Nur eserlerine dayanan Nurculuk ce*reyanına bu isim uygun düşmüştür.
Diyanet İşleri Başkanlığının 2.7.1963 tarih, 18746 sa*yılı yazı*sına ekli, Müşavere ve Dinî Eserleri İnceleme Kurulu’nun 29.6.1963 tarih, 326 sayılı kararında:
“Nurculuk: Bir tarikat veya bir mezhep ol*mayıp, Said-i Nursî adındaki zatın, son zaman*larda yayılma is*tidadı gösteren dinsizlik cere*yanına karşı, Kur’an-ı Kerim âyetlerini ele ala*rak, Risale-i Nur namıyla yaz*dığı eserlere izafe edilen bir cereyandır. Adı geçen eser*ler, imanı fikir*lerle birleştirmeye çalışmaktadır.” şeklinde beyan edil*miştir.
Hakaik-ı imaniye ve Kur’aniyeye hizmet cereyanı olan Nurculuğun, hassasiyetle üzerinde durduğu hiz*met düsturları vardır. Ancak bu düsturları daha isabetli an*la*yabilmek için Risale-i Nur’da yer yer temas edilen dar ve geniş daireyi nazara almak gerekiyor. Zira Risale-i Nur Külliyatında bazı ifade ve be*yan*lara, ma*kamına göre bakılmazsa hakikat ilti*basa uğ*rar, yanlış te’villere sebe*biyet verilir.
Meselâ: Risale-i Nur’dan Mektubat adlı eserde Yirmidokuzuncu Mektub’un Yedinci Kısmının Beşinci İşaretinde: Âl-i Beyt’ten olan Büyük Mehdi’nin hâ*kimi*yeti ve Beşinci Şua’ın Ondokuzuncu Mes’elesinin sonunda:
Büyük Mehdi’ye bağlı olan Âl-i Beyt’in, şeriat-ı Muhammediyeyi ihya ve icra edecekleri yani siyasî hâ*kimiyet sahibi ola*cakları kayde*dilir.
Bu beyanlara karşı Ondokuzuncu Mektub’un “Beşinci Nükteli İşaret”inde, saltanat ve si*yaset-i İslâmiyet hâkimiyetinin Âl-i Beyt’e ya*ramadığı ve asıl vazife-i diniyelerini unutturduğu yani si*yasî hâkimiyete girmemeleri gerektiği beyan ediliyor.
Bu iki beyan arasında zâhirî bir münafat görünü*yor. Fakat hakikatta ve makamlarına göre bakılınca münafat yoktur. Çünki bu son beyan hakikatta en ehem*miyetli ve en büyük olan hizmet-i imaniye ve hi*dayet yo*lunun mü*messili olan müceddidlere ve mür*şidlere, bil*hassa Mehdi’nin haslar cemaatına ba*kar ki, buna “dar daire” tabir edilir.
Diğer ifade ise, geniş ve hâkimiyet dairesine nazar eder. Bu geniş dairenin hâkimiyet ve icraatı dahi, dar dairenin yani imanî sa*hadaki tecdidiyetten alınan ikaz, irşad ve düs*turlara da*yanacağı ve onun proğramını tatbik edeceği cihetle de bu maddî hâkimiyet dahi asıl Mehdi’nin hâkimiyeti manasında olur. Çünki bir hükmü icra eden, memur hükmü vaz’ eden ise âmir du*rumundadır.
Bediüzzaman, Kur’anın i’caz-ı manevîsinden te*reş*şuh eden Risale-i Nur’u, mükemmel ve daimî bir merci ve müced*did göstermiştir.
Esasen ittihad-ı İslâm kuvvetine dayanan, hattâ ha*kiki İsevilerle de ittifak edecek olan Mehdiyet cere*yanı, “iman”, “hayat” ve “şeriat” tabir edilen ve her üçünün de istinad ettiği heyeti bulunan üç vazifeyi hâmildir.
Fakat birinci vazife en ehem*miyetlisi ve keyfiyet şartları içinde hakaik-i Kur’aniyenin muhafızı ve irşad âleminde nezza*re*dir ve Mehdiyetin asliyetine istinad eder. İkinci ve üçüncü vazifeler ise geniş daire olup, icraat ve hâkimi*yeti haizdir.
Risale-i Nur her daireye dersini ve düsturlarını vermiştir.
Meselâ, Hutbe-i Şamiye Risalesi ve bir kı*sım içti*maî hayatla alâkalı mektupların bi*rinci derecede muha*tab*ları, geniş dairenin si*yaset ehlidir. Yirmibirinci Lem’a olan İhlas Risalesi’nin ise birinci derecede muhatabları Risale-i Nur’un haslar dairesidir. Haslar dairesinde hizmet düs*turlarına a’za*miyet derecesinde riayet edilmesi isteni*yor.
Bediüzzaman eserlerinin çok yerlerinde dar ve ge*niş daireden bahseder demiştik. Meselâ, Risale-i Nur’un mü*teferrik yerlerinde izah edilen üç vazife ki, “iman - hayat - şeriat” diye tarif edilip, birincisi olan iman hizmetinde bil*fiil hizmet edenlerin hizmet sa*ha*sına “dar daire” veya “haslar dairesi” tabir edilir ve bu daire ehlinin, iman hiz*metinin dışındaki meşgale*lerden azade kalma*ları istenir.
Haslar dairesi hakkında Risale-i Nur eserlerinden birkaç ör*nek verelim:
«Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsi ve o şahs-ı ma*ne*v*îyi temsil eden has şakirdlerinin şahs-ı ma*nev*îsi “ferid” makamına mazhar oldukları..» (Kastamonu Lâhikası sh: 196)
Hem «Risale-i Nur, bir daire değil, mütedâhil daire*ler gibi tabakatı var. Erkânlar ve sahibler ve haslar ve naşirler ve talebeler ve taraftarlar gibi tabakat*ları var.» (Kastamonu Lâhikası sh: 248)
Hem «Her mes’elemizde emir, Risale-i Nur’un şahs-ı manevîsini temsil eden has şakirdlerin ve sizlerindir.» (Emirdağ Lâhikası-lsh: 223)
«Şimdi namazda bir hatıra kalbe geldi ki: Kardeşlerin, ziyade hüsn-ü zanlarına binaen, senden maddî ve manevî ders ve yardım ve himmet bekliyor*lar. Sen nasıl dünya işlerinde hasları tevkil et*tin, erkân*la*rın meşveretlerine bıraktın ve isabet ettin. Aynen öyle de uh*revî ve Kur’anî ve imanî ve ilmî işle*rinde dahi Risale-i Nur’u ve şakirdlerinin şahs-ı manevîlerini tevkil ile o halis, muhlis hasla*rın şahs-ı manevîleri senden çok mü*kemmel o vazifeni kendi vazifeleriyle beraber yapar*lar.» (Şualar sh: 492)
«Madem Hacı Kılınç Ali birbuçuk sene bütün Risale-i Nur eczalarına sahip çıkmış, kısmen okumuş na*zarımızda yirmi sene*lik bir Nur talebesidir. Ben her sabah haslar içinde onun ismiyle bütün manevî kazanç*larıma, defter-i a’maline geçmek için hisse*dar ediyo*rum. Öyle ise, o da bütün hayatını Risale-i Nur’a vermeye mükelleftir.» (Emirdağ L.II sh: 26)
«Azamî ihlası kırmamak için Risale-i Nur has ta*lebe*lerine, hususan nafakasını tedarik edemiyenleri tam ta*mına idare edecek derecede Risale-i Nur’un satı*lan nüs*halarının beşten bi*risi Risale-i Nur’un hakkı olduğu ci*hetle şimdi elli-alt*mış talebele*rine kâfi sermayesi çıkı*yor.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 232)
«Risale-i Nur talebelerinin hasları olan sahib ve va*ris*leri ve haslarının hasları olan erkân ve esasları olan kar*deşlerime bugünlerde vuku’ bulan bir hâdise münase*betiyle beyan ediyorum ki:
Risale-i Nur, hakaik-ı İslâmiyeye dair ihtiyaçlara kâfi geliyor, başka eserlere ihtiyaç bırakmıyor… Siz dahi, Risale-i Nur’a ka*naat etmeniz lâzımdır, belki bu za*manda elzemdir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 76)
«Risale-i Nur’un has talebeleri, baki elmaslar hük*münde olan hakaik-ı imaniyenin vazifesi içinde iken zâ*limlerin sat*ranç oyunlarına bakmakla vazife-i kudsiye*lerine fütur vermemek ve fikir*le*rini onlar ile bulaştırma*mak gerektir.» (Kastamonu Lâhikası sh: 118)
«Cepheyi burada değiştirdiler. Düşmanane taar*ruz*dan vazgeçip, dostane hulûl edip, has talebe*leri Risale-i Nur’un hizmetinden geri bırakmak için, me’*muriyet gibi bir meşgale bulu*yorlar veya terfian işi çok diğer bir me’*muriyete veya diğer bir meş*galeyi bu*luyor*lar. Burada, o neviden çok vakıalar var. Bu taar*ruz, bir cihette daha za*rarlı görünüyor.» (Kastamonu Lâhikası sh: 147)
«Ehl-i dalalet, Risale-i Nur’un intişarına sed çekmek için, has talebelerin ve ciddi çalışanların şevk*lerini kırmak ve on*lara fütur vermek için, ayrı ayrı tarzlarda, umumî bir plân dâ*hilinde taarruz edi*liyor. Halislere fütur vere*mediklerinden, başka meşga*leler bulmakla çalışmalarına zarar veriyorlar.» (Kastamonu Lâhikası sh: 197)
Bediüzzaman «Bundan otuz kırk sene evvel di*yordu: Bir Nur gelecek, bir nuranî âlemi göreceğiz deyip o mana, geniş bir dairede ve siyasette tasavvur edil*miş… Evet Eski Said’in bir nur âlemi gö*receğiz demesi, Risale-i Nur dairesinin manasını hissetmiş.» (Kastamonu Lâhikası sh: 215)
«İşte Nur’un zâhiren, kemmiyeten dar cihe*tine bakmı*yarak, hakikat cihetinde keyfiyeten ge*niş ve fevka*lâde menfaatını hissetmesi suretiyle hem de siyaset naza*rıyla bütün memleket-i Osmaniyede olacak gibi ifade et*miş.» (Emirdağ Lâhikası-ll sh: 112)
«Halbuki o Nur, Risale-i Nur idi. Nur şakirdleri*nin dairesini umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.» (Şualar sh: 539)
«Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çok*tur. Birbiri içinde mütedâhil daireler gibi, her insa*nın kalb ve mide dairesin*den ve cesed ve hane daire*sinden, ma*halle ve şehir dairesinden ve vatan ve memleket da*iresin*den ve küre-i arz ve nev’-i beşer da*ire*sinden tut, ta ziha*yat ve dünya dairesine kadar, bir*biri içinde daire*ler var.
Herbir dairede, herbir insanın bir nevi vazifesi bu*lu*nabilir. Fakat en küçük dairede en büyük ve ehemmi*yetli ve daimî vazife var. Ve en büyük dairede en kü*çük ve muvakkat arasıra vazife bu*lunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük makûsen mü*tenasib- va*zifeler bulunabilir.
Fakat büyük dairenin cazibedarlığı cihe*tiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hiz*meti bıraktırıp, lü*zumsuz malayani ve âfakî iş*lerle meşgul eder. Sermaye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıy*metsiz şeylerde öldü*rür.» (Şualar sh: 202)
«Sözler ile alâkadarlık edenlere, evvelki üç hâfız ile mutaf Hâfız Mahmud Efendi’ye selâm, hem dua edi*yo*rum. Sebat etsin*ler onları kardeş dairesine dâhil etmi*şim, talebe daire*sine girmeye çalış*sınlar.» (Barla Lâhikası sh: 341)
Dost kardeş ve talebeliğin hususiyetleri:
«Dostun hassası ve şartı budur ki: Kat’iyyen Sözler’e ve envar-ı Kur’aniyeye dair olan hizmetimize ciddi taraf*dar olsun ve haksızlığa ve bid’alara ve dalalete kalben ta*rafdar olmasın, kendine de isti*fadeye çalışsın.
Kardeşin hassası ve şartı şudur ki: Hakiki olarak Sözler’in neşrine ciddi çalışmakla beraber, beş farz na*ma*zını eda etmek, yedi kebairi işlememektir.
Talebeliğin hassası ve şartı şudur ki: Sözler’i kendi malı ve te’lifi gibi hissedip sahip çıksın ve en mü*him va*zife-i hayatiyesini, onun neşir ve hizmeti bilsin.» (Mektubat sh: 344)
Birkaç nümunelerini naklettiğimiz bu parçalarda, dar ve haslar dairesi sa*rahatla görülüyor.
Bu konularda burada yanlış yazdığım birşeyler olursa İnşallah buradaki kardeşlerim benim yanlışımı düzeltmemde bana yardımcı olurlar.
Selam ve dua ile...