Neler Yeni

Hoşgeldiniz İslami Forum Sayfası

Tüm özelliklerimize erişmek için şimdi bize katılın. Kaydolduktan ve oturum açtıktan sonra, konular oluşturabilir, mevcut konulara yanıtlar gönderebilir, diğer üyelerinize itibar kazandırabilir, kendi özel mesajınızı edinebilir ve çok daha fazlasını yapabilirsiniz. Ayrıca hızlı ve tamamen ücretsizdir, peki ne bekliyorsunuz?
Blue
Red
Green
Orange
Voilet
Slate
Dark

neo türbanlı ağır makyajlı first layd (1 Kullanıcı)

Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

susuzyaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2007
Mesajlar
140
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
size katılıyorum
arkadaşlar tartışarak bu konuyu bilmeyenlere anlatamayız o yüzden sakın olalım onutmayın kul hakkı var helalleşin ve konu başka yerlere gitmeden kalpleriniz kırılmadan bitirin unutmayın boynumuza kul hakkını takmayalım allah razı olsun selametle inşallah

Sevgi dinç Allah senden razı olsun.

Konuşmalarım arkadaşları kırdıysa özür dilerim.
 

sivetok

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
3 Kas 2007
Mesajlar
1,251
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
18
Web Sitesi
img141.imageshack.us
arkadaşlar ben dinimi tam anlamıyla bilmiyorum ve araştırma çabası içindeyim.Ama sizin bu ağır eleştirileriniz beni korkutuyor.İslamda zorlama yoktur diye biliyorum .ben kapalı değilim dediğim gibi şu anda dinimi öğrenmeye çalışıyorum .arkadaşlar demişlerki bile bile günah nasıl işleyebiliyorsun ağır eleştiriler yerine islamı bizlere sindire sindire yavaş yavaş anlatmanız gerekmez mi ? siz böyle kapalıları çok ağır eleştirince bence bizim gibi yeni yeni bişeylere adım atmış insanları korkutuyosunuz.ayrıca insanlar hakkında konuşmak onları arkasından eleştirmek yüzüne söylememek dinimizde varmı

Sayın su misali kardeş,
Çok güzel bir yorum yapmışsınız sizi kutlarım.
Siz insanların hal ve hareketlerinden korkmayın kardeş. İnsanlar beşerdir her zaman şaşabilir. İnsanların hata ve yanlışlıklarına takılmamak lazım. Kuran ve Sünnet ışığında hareket etmeye gayret etmeliyiz. Bizim örnek alacağım başlıca Efendimiz (s.a.v) ve Kurandır. Allah (c.c.) yolunuzu aydınlık eylesin inşallah.
 

susuzyaz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
5 Kas 2007
Mesajlar
140
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
39
arkadaşlar ben dinimi tam anlamıyla bilmiyorum ve araştırma çabası içindeyim.Ama sizin bu ağır eleştirileriniz beni korkutuyor.İslamda zorlama yoktur diye biliyorum .ben kapalı değilim dediğim gibi şu anda dinimi öğrenmeye çalışıyorum .arkadaşlar demişlerki bile bile günah nasıl işleyebiliyorsun ağır eleştiriler yerine islamı bizlere sindire sindire yavaş yavaş anlatmanız gerekmez mi ? siz böyle kapalıları çok ağır eleştirince bence bizim gibi yeni yeni bişeylere adım atmış insanları korkutuyosunuz.ayrıca insanlar hakkında konuşmak onları arkasından eleştirmek yüzüne söylememek dinimizde varmı

Sevgili su misali kardeşim.

Allah doğru yolu bulanlardan eylesin. Allah ü Teala doğru kişilerle karşılaştırsın.
Bile bile günah işlemek hakkında ki şeyleri ben yazmıştım.
Ancak size şöyle bir örnek vermek istiyorum:
Okulda öğretmen dersi anlatır çalışıp çalışmama size kalmıştır. Öğretmeniniz size kısaca çalışan sınavı geçer çalışmayan kalır der.

Buda böyledir. Bu güne kadar her yerde din anlatıldı ancak Güzellikle dini vecibelerimiz yerine getirmedik. Ancak eğer caydırma felsefesi ile yaklaşırsak daha etkili olur diye düşünmüştüm.

Sizden özür dilerim.
Allah hakkı ile yoluna gidenlerden eylesin.
 

merdümgiriz

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
4 Kas 2007
Mesajlar
37
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
41
s.a. kardeşler öncelikle aranıza yeni katılan bir üyeyim belirtmek istiyorum; paylaşımlarınızıda saygı ve beğeni ile takip etmeye çalışıyorum.. Haddim olmayarak bu konuda bende görüş bildirmek istiyorum; hayrünnisa hanım kapalı bir bayan olarak gayet hoş ve şık giyinmişti fakat; hanım efendiye tesettürlü bir bayan olarak baktığımızda tamamiyle yanlışlıklarla dolu..bu hanımı tesettürlü bir bayan olarak değerlendirmeyelim lütfen; bende kapalı bir bayanım ALLAH'IN izniyle tesettür dairesine girmeye başladım bana bu tarz yaklaşımlar olduğunda şunu söyledim hep ben tesettürlü değilim kapalıyım ama; doğru olan tesettürdür ben yalnız bu yolda bir adım olarak böyleyim elbette taşlar yerine oturacak ve çok şükür oturdu..içim böyle daha huzurlu darısı diğer kapalı bayanlara..
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
..Allahcc cümle İslamı yolunda samimiyetle yürüyenlerden eylesin...
 

koylu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2007
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
67
Hayrunünsa gülün üzerindeki baskı sizin üzerinizde var mı?. O başı kapalı olduğundan sebep gördüğü tepkileri sıkıntıları siz çektiniz mi?. Siyaset çok yüzlüdür. Eğer o kimseyle el sıkışmasaydı bunlar şeriatçı diye bunlar gerici diye partiyi devireceklerdi. Kaç ay Cumhurbaşkanlığını kabul etmediler. Bunların hepsi bizim için. Köylerde çarşafa cübbeye sakala bürünmek kolaydır. Birde şehirde deneyin bakalım, bir de mecliste deneyin bakalım. Kafirlerin çoğunluk ve güçlü olduğu yerde bunları yapmak çok zordur. Oturduğumuz yerden ben olsam şöyle böyle yaparım demek kolay. Hayerttin karaman hoca gibi el sıkışmaya hoş bakmıyorum. Haram kabul ediyorum. Onların ettikleri günahlar için onlara dua ediyorum. Onlar Siz evinizde otururken sizin haklarınız için geleceğiniz için cihad ediyorlar. Kızacağınıza teşekkür edin.
Ilımlı islamı onlarında istediklerini istemem. Ilımlı islamı, kafir gibi bir müslümanlığı Türkiyedeki çoğunluk istiyor. "Nasıl yaşarsanız o şekilde yönetilirsiniz".
 

koylu

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
23 Eyl 2007
Mesajlar
62
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
67
Sivetok kardeş dediklerine katılıyorum.Sohbet cemaate göre olur herkesin dini bilgisi, iman kuvveti Allaha ve rasulüne olan sevgi derecesi bir değil. Kendimden örnek verecek olursam; ben günah işlediğime göre demek ki benim inancımda, benim sevgimde noksanlık var. Burası karışık bir ortam bir sürü kişi var herkesin durumu farklı. Herkese her sohbet yapılmaz. Bir kişiye anlamayacağı bir şey söylemeyin bu söz onda fitne uyandırır. diyor peygamber efendimiz. İslamla yeni tanışan insanlara Allahın gazabından bahsedilmez. Allahın rahmeti ile ilgili kitapları okumanı tavsiye ederim. Sonunda insanda bir sevgi oluşur ve teslimiyet hali hasıl olur. Eğer bu şuuru yakaladınmı sım sıkı tut ve şeytanın sana unutturmasına izin verme. Bu sevgi neticesinde dinen yapması zor görünen bir sürü şeyi sevdiğinden çok kolay yapmış olacaksın. Eskiden uzaktan bakardım Adam devamlı namaz kılıyor oruç tutuyor günde 1-2 saat vird (zikr)çekiyor yani bütün gününü ibadetle geçiriyor bu ne kadar zor bir şeydir dedim. Ama işin içine girdiğin zaman seni öyle bir hal kaplıyor ki bunları yapmaktan hoşnut oluyorsun. Size tavsiyem dini bilgileri öğrenebileceğiniz bir hoca bir cemaat bulmanızdır. Bu şekilde yapılan sohbet hususi (size göre) olur. Tavsiye Adıyaman Menzil. Esselamualeykum ve rahmetullahi ve berakatuh
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Tikky Tesettür Converse Hicab


Mustafa Saka
mim.saka@googlemail.com
Kapitalist müslümanların düzenlediği İslâmî moda ve tesettür defilesinde verdiği fotoğrafla ortama akan, “yaanee” bütün dünyaya “oha felan olduran” converse tesettürlü, tikky hicablı kızım; “orda bekliosuaan, dönjüaam ben sana”!
Yukarıda paragrafda görüldüğü üzere, “kapitalist” ve “müslüman” gibi, “İslâmî” ve “moda” gibi, “tesettür” ve “defile” gibi, “tikky” ve “tesettür” gibi; “converse” ve “hicab” gibi, bir araya gelmeleri asla mümkün olmayan kelime ve kavramları terkib edebilenlerin bu becerilerini(!) takdir etmek amacıyla kullanılan bir kavram: “Oksimoron”.
Oxinos (Yun.): Ekşi.
Oxys (Yun.): Sivri.
Occident (Lat.): Batı.
Occidere (Lat.): Düşmek; Batmak; Telef olmak.
Moron (Yun.): Bebeksi; Bebe kadar aklı olan yetişkin.
Oksimoron: Öküzün konuşanı; mandanın söğüt dalına yuva yapanı; şizofreni bir nevî...
Bu oksimoron terkiblerin en önemlilerinden bazıları şunlar:
- Kurtuluş Savaşı!
- Mücahid Mustafa Kemal!
- AtaTürk!
- Bağımsız Türkiye Cumhuriyeti!
- Laik Türkiye Cumhuriyeti!
- Müslüman Türkiye Cumhuriyeti!
- Demokratik Türkiye Cumhuriyeti!
- Türkiye Cumhuriyeti Hukuk Devleti!
- Türkiye Büyük Millet Meclisi!
- Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı!
- Ulusal Mücahid Perinçek!
- Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı!
- Türkiye Cumhuriyeti Millî Eğitim Bakanlığı!
- Türkiye Cumhuriyeti Millî İstihbarat Teşkilatı!
- Cumhuriyet Halk Partisi!
- Adalet ve Kalkınma Partisi!
- Terörist İslâm!
- Ilımlı İslâm!
Fazla örneğe ne hâcet, bir “Oksimoron Cumhuriyeti” Türkiye!
Tarihte eşi görülmemiş denli kitlesel bir “Telegram”ın başarısıdır bu!
Telegram: Kimliksizleştirme, kişiliksizleştirme, angutlaştırma, mankurtlaştırma...
80 küsur yıldır Anadolu kıtası çapında uygulanan bu “Telegram”ın adı “Kemalizm”dir!
Salih Mirzabeyoğlu’nun ifâdesiyle: “İdrakleri iğdiş etme”...
Sana gelince tikky tesettürlü, converse hicablı kızım...
İnsansın; göstermek - görünmek istiyorsun tabiî!
Bir Allah dostu, yolda yürürken, önünden geçtiği evin annesinin kızına bağırmasını duyuyor: “Kızım, güzelliğini gösterme kimseye!” Oracıkta cezbeye tutuluyor Allah dostu; “güzellik görünmek ister” diyerek dönmeye başlıyor.
Evet, görünmek ister güzellik!
İnsan ki eşref-i mahlûkattır, ahsen-i takvîm üzere yaratılmıştır; nasıl görünmek istemez!
Şahsiyet demektir, görünmek!
Ama nasıl şahsiyet; kimde ve nasıl bulacağız şahsiyeti, kime ve nasıl görüneceğiz?!
Kulluğumuz ile, ibadetimiz ile, salih amellerimiz ile, güzel ahlâkımız ile, edebimiz ile, bilgimizle, görgümüzle, yüreğimizle, iş ve eserlerimizle ve şahsiyetimizi şahsiyet aynasında bulacağımız büyüğümüz ile, şahsiyetini bir manto gibi bürüneceğimiz kocamız ile, şahsiyetimizi bir manto gibi bürüyeceğimiz kadınımız ile, şahsiyet sahibi kılacağımız küçüklerimiz ve çocuklarımız ile görünmek zor tabiî.
Bedenî bir zorluktan ziyade, nefsimize zor geliyor bu türlü şahsiyet olmak; irademizi teslim etmek sûretiyle irade sahibi olmak!
Yeni müslüman olmuş bir tanıdığımızın şu sözünden süzebiliriz bunun nasıl bir zorluk olduğunu: “İlk zamanlarda, alnımı yere koymak zor geldi en çok; egoma secde ettirmek!”
Başımızı yerin en dibine indirmemiz gereken yer, “secde”!
İlahlık taslamayı bırakıp, kul olduğumuzun şuuruna en yakın olduğumuz an, “secde”!
Bu gerekliliğin ve bu yakınlığın farkında olmadan yatıp kalktığımız secde...
Bu tikky tesettürlü, converse hicablı kızımız da kılıyormuş namaz; günde kırk defa yere idiriyormuş başını: «Adım Gül. Babam fotoğraflarımı görmedi, onun onayını almadan soyadımızı vermem doğru olmaz. 25 yaşındayım. Ben hep böyleydim. 15 yaşımdan beri örtülüyüm. 5 vakit namazımı da kılarım, cilt bakımımı, makyajımı da yaparım. Liseyi bitirdikten sonra cilt bakım ve makyaj kursları aldım. Tesettürlüyüm diye dört duvar arasına sıkışacak değilim. Modayı takip ederim. Marka giyerim. Defilede gazeteciler mankenlerden çok benim fotoğrafımı çekti.» (Gazeteler)
Bir “oksimoron” da bu işte; iradenin hevâya secdesi bu; tikky tesettür bu; converse hicab bu!
«Mimar Sinan Üniversitesi Sosyoloji Bölümü Başkanı Prof. Ali Akay ile sohbet ediyorduk. Laf arasında şöyle dedi: "Ben yabancı arkadaşlarıma sordum. 'Tiki' kelimesi onlarda yokmuş. Sanırım 'maganda' gibi bu da bizim uydurmamız." Biliyorsunuz marka tutkunu, baba parası harcayan, laklakçı, sürekli cep telefonuyla oynayan, Bağdat Caddesi'nde, Akmerkez'de dolanan zamane gençlerine tiki deniyor. Kelimeyi 'Tikky' diye yazanlar ve bunun İngilizce'den alındığını iddia edenler var. Hatta bunların erkeğine 'tikky boy', kızına 'tikky girl' dendiğini filan söylüyorlar. Ben de biraz araştırdım. Bir kere İngilizce'de 'tikky' (ya da 'tiky') diye bir kelime bulunmuyor. Ama işin gırgır yanı 'tiki' kelimesi var! Anlamı ise çok farklı: Polinezya mitolojisinde ilk insana (bizdeki 'Adem' gibi) ve onun ahşaptan ya da taştan heykeline 'tiki' deniyormuş. Özetle Rotring marka kalemlerin 'Tikky' modelini ya da takma adlar, kedi-köpek adları filan dışında Batı'da böyle bir kelimeye rastlamadım. Sanırım tikky (veya tiki), dünya kültür tarihine bizim bir katkımız.» (Emre Aköz)
Kısaca, marka hastası demek Tikky; pahalı giyinen ucuz insan demek, şahsiyetini parayla satın alan demek, göstermek için giyinen demek, marka giyerek kendini gösteren demek, utanmaz demek!
Converse ise bir ayakkabı markası; fotoğraftaki kızımızın ayağındaki, converseın sarısı; 400 YTL, orijinalinin fiyat ortalaması! Asgarî ücret ne kadar Türkiye’de?
Tikky Tesettür: Görsel hicab; gösteren tesettür; çıplaklık düpedüz!
Converse Hicab: Evrik hicab; zıt hicab; hayâsızlık düpedüz!


(Furkan Dergisi 25. Sayı, Mayıs 2008)
mim.saka@googlemail.com
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
ÖRTÜNÜN MUSÎKİSİNİ DİNLEMEK

-Yahut Başörtüsü Yasakçılarının Ruhunu Okumak-
Gülçin Şenel

Örtü, Perde, Sır…
Mevlana Hazretleri der ki: “İnsan görmediği ve işitmediği ve anlamadığı şeyin tâlib ve âşığıdır; ve gece ve gündüz onu arar durur.” (1)
Bilinmeyenin peşinden koşarken insanlık, ne şiirler söylemiş, ne şarkılar bestelemiş, ne kıtalar fethetmiş. Yahut şöyle söylemeli; her peşinden koştuğumuz şey, başka birşeye perde olmuş. Bilinenler aracılığıyla, yani bedahetlerle, bilinmeyene köprü kurarken aklımız, elimizde sadece bir “bilinmeyen” ve “meçhul” olan kalmış. Üstad Necib Fazıl, "perdeler hep perdeler / perdeler heryerdeler" diye yazar nefis şiirinde. Kainattaki herşeyi sır perdesiyle örtülü gören Necib Fazıl, bize sırrın önünde aklımızın düğmelerini iliklemeyi öğretmiştir. "Sırra açık müphemlik" diye yazar Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, "görünen şey görünmeyenin ifadesidir".
“Eski anatomistler, işitme sinirinin beynin derinlerinde üç yahut daha fazla yola ayrıldığından söz ederlerdi. Bu yüzden, kulağın üç farklı seviyede işitebilecek bir yapıda olduğunu tahmin ediyorlardı. Bir yolun yeryüzündeki dünyevî konuşmaları işittiği söylenirdi. İkinci bir yol öğrenmeyi ve sanatı anlıyordu. Üçüncü yol ise ruhun kendisi burada, yani yeryüzündeyken, yüce rehberliği işitebilsin ve bilgi alabilsin diye vardı.”
Örtünün musikîsini dinlemek de böyle birşey olsa gerek. Ruh kulaklarını açanlar, mücerret mânâda örtünün söylediklerini duyabilir ve kadının örtüsüyle terennüm ettiği musikîyi dinleyebilirler ancak; ebediyet şarkısını… En azından, Jungçu bir psikanalistin duyabildiği kadar:
“Peçe, bir Tanrıça’nın mukaddes yolculuğunda seyahat ederken, tanınmamak yahut niyetinden caydırılmamak istediğinde giydiği başlıca giysidir. Yunanistan’daki sayısız heykel ve kabartma Eleusinian ayinlerinde olgunlaşan kişinin peçeler giyip olgunlaşmanın bir sonraki adımını beklediğini göstermektedir. Bu peçe takmak neyin sembolüdür? Gizlemeyle kılık değiştirme arasındaki farka işaret eder. Bu sembol, mahremiyeti korumakla, içine kapanmakla, gizemli tabiatını açığa vurmamakla ilgilidir. Vahşi tabiatın erosunu ve mysterium’unu (sır!) korumakla ilgilidir.
Birşeyin üstüne peçe örtmek, onun etkisini yahut duygularını güçlendirir. Bu, dört bir yandaki kadınlar arasında iyi bilinir. Büyükannemin kullandığı bir deyiş vardı: “Tasa peçe takmak”. Bu, ekmeği kabartmak için bir tas yoğrulmuş hamur üstüne beyaz bir bez sermeyi anlatır. Ekmek için peçe ile psişe için peçe aynı amaca hizmet eder. İniş sırasında kadınların ruhlarında güçlü bir mayalanma olur. Güçlü bir fermantasyon süregider. Peçenin ardından bütün insanlar sis varlıkları gibi görünür; bütün olaylar, bütün nesneler bir şafaktaymış, bir düşteymiş gibi renklenir.
1960’larda kadınlar kendilerine saçlarıyla peçe örttüler. Yüzlerini peçelemenin bir yolu olarak, sanki dünya çok fazla yarılıp açılmış, çok fazla çıplakmış gibi, sanki saçları nazik benliklerini ayrı tutup koruyabilirmiş gibi saçlarını uzatıp ütülediler ve onu bir perde gibi taşıdılar. Peçelerle yapılan bir Ortadoğu dansı vardır ve elbette modern müslüman kadınlar da peçe takarlar. Doğu Avrupa’daki Babuşka (başörtüsü) ile Orta ve Güney Amerika’daki kadınların başlarına taktıkları trajes de peçenin yadigarlarıdır. Doğu Hindistan’daki kadınlar peçeyi tabiî bir parçalarıymış gibi giyerler, Afrikalı kadınlar da öyle.
Dünyayı gözümün önüne getirdiğimde, giyecek peçeleri olmayan modern kadınlar için bir parça içim burkuldu. Çünkü özgür bir kadın olmak ve peçeyi kendi isteğiyle kullanmak Gizemli Kadının gücünü elde tutmaktır. Bu şekilde peçelerle örtülü bir kadını seyretmek güçlü bir deneyimdir.
Peçeli olanın çarpıcı bir ilahîliği vardır. Öyle bir huşu esinler ki, karşısına çıkan herkes donakalır; onun görüntüsüne duydukları derin saygıyla o kadar çarpılırlar ki, onun yanından ayrılmaları gerekir. Masaldaki kız yolculuğuna çıkmak üzereyken peçe takmıştır, bu yüzden de dokunulmazdır. Kimse onun izni olmadan peçesini kaldırmaya cesaret edemez. İblis’in bütün işgalciliğine rağmen, birkez daha korunmuştur.” (2)
Kadını tabiate benzeten filozof da aynı düşünceyi dile getirir: “Tabiat kendini gizlemeyi sever.” Örtünün fikir ve hikmet planındaki binbir mânâ ve tecellisinden bahsetmek için, “hicab” kelimesindeki utanma-haya ve örtü-perde-sır mânâları bile yeter ki; Allah’ın kadının örtünmesini emretmesindeki bir hikmet de, işte bu mânâların tecellisi olsa gerek. O ki, güzel isimlerinden biri de El-Bâtın...
Dilerseniz Eflatun’a kadar seyahat edebilirsiniz örtünün mânâlarını okumak, kainattaki herşeyin görünen örtüsü altındaki görünmeyen mânâlarını “duyabilmek” için. Ama o kadar uzağa gitmeye gerek yok; Üstad Necib Fazıl ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’nun “başbaşa” sohbetlerine kulak vermek kâfi:
-“Mücerret mânâsıyla örtü ve perde, vardıkça varılacak olan ruh ve hakikatin kisvesidir; ve umumî mânâsıyla insandaki örtünme ve giyinme duygusu, kaba ihtiyaçtan öte, ruhumuzun ince yönüne hitâbeden bir hayâ mevzuu olarak o sırra bağlı!..”
-“Efendim, hayâ ve örtü…”
-“Hayâ; hicâb… Hic­âb; örtü… Hayâdan bahsederken bilmeli ki, o, bizzat örtü ve örtünmenin aynıdır; ve âlemde herşey örtü ve peçeye bürülüyken, insanda örtü sırrı ve örtünme sırrı öyle bir bedahet ki, kendisine aykırı oluşlar bile, tersinden onun hakikatini ve ona ihtiyacı delillendiriyor!..”
-“Efendim, aslında mücerret estetik gözüyle de mesele açık ama, Batıcılık adına…”
-“Anlaşılmıyor mu ki, diyeceğim ama, besbelli ki anlaşılmıyor işte… Bugün bütün dünyada, kaybedilmiş idealler ve onun neticesi ruhî nizâm buhranı yüzünden, ulvî mânâda insan hayatının varoluş gayesi üzerine düşünmenin yerini hiçlikte tutmayı ve yutulmayı mefkûreleştirmek, sadece ahmaklıktır; ve öyle bir ahmaklık ki, herşeyden önce örtü ve örtünmenin, nizâm sırrı ve sır nizâmı olduğunu bilmezler!.. oysa… Kelimenin kök delâletinde bile görünen odur ki, nizâm, “fikir” ve “güzel” demektir; ve fikir ve güzel, herşey gibi, hakikatin hakikati olarak İslâm nizâmında!”
-“Yani, başörtüsü, kadını fikirleştiren bir unsur, değil mi efendim?”
-“Örtü ve örtünmeyi, bir tecrit ve tecrit mevzuu olarak muhteşem muamma haysiyeti diye işaretledikten sonra, bütün bu mânâlara bir “alem” ve “remz” olan başörtüsünü, kadını fikirleştiren bir unsur olarak takdim etmekten daha tabiî ne olabilir?.. Ve derisi yüzülmüş cılk et ve bütün tılsım nahiyeleri galiz bir maddecik hâlinde, sadece gaseyan ettirmeye memur bir cifeden ibaret kadının, bir fikir ve tecrit mevzuu olan kadına nisbeti, bir bardak suyun okyanusa nisbetinden farksızdır!..”
-“Üstadım sizin o harikulade sözünüz: Mahfaza içinde mahfaza, perde ardında perde, binbir mefkûreleştirme vasıtasının sakladığı sonsuz bir kıymet gibi erkek ruhuna nakşedilmiş, çözülmesi gereken bir şifre, bir bilmece, bir sır olan kadın!”
-“Ya, ya, ya!.. Onu şöyle bir cümle ile bütünleyebilirsin: Öbür yanda da, bunu böylece idrak etmiş ve kadında kâinat muhasebesini hülâsalandırmış erkek ki, kadın gözünde mefkûreleştirilmesi gereken!.. Birbirinin şahsiyet aynasında kendini seyreden sahici insan cemiyetindeki şu nizâm şiirine bakın!.. Ve günün yırtık pırtık ve erkekten dönme kadınlarıyla, pestile dönmüş güdük ve kavruk kafalı erkeklerine!.. Bütün dava, o cemiyetle bu cemiyet arasında bir tercih meselesi!..” (3)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Başörtüsü ve Hürriyet
Salih Mirzabeyoğlu’nun Tilki Günlüğü isimli eserinden “başörtüsü” kelimesini takib edersek, “icaz”dan “hürriyet”e doğru bir yolculuğa çıkarız ki, başörtüsünün niçin İslâm’ın “hürriyet remzi” olduğunu, kâinatın dili-lûgatı da söyler bize:
“Tablo: Başörtüsü
İcaz... İcazet... İzin... Müsade... Şehâdetname... Diploma... “Olur!” demek... Destur vermek... Revâ görmek... İlmî ehliyet... Veciz bir tarzda... Kısa ifadelerle çok şey anlatmak hâlinde olan... Mucizeli olmak... Başkalarını acze düşürecek derecede olmak... Âciz bırakmak... Şaşırtmak... Hayran etmek... Mucize derecesinde düzgün söz söylemek... Güzel söz söylemekle insanların muktedir olamadıkları derece... Çok mânâya gelen kısa cümlenin hâli... Bilinen ve açık olan cümleden kısa bir cümle ile maksadı ifâde sanatı... Kabir... İstikbâl... Lisan... Her nesnenin dibi, kökü ve sonu... Küçük gömlek... Devenin göğsünde olan nişan ve alâmet... Hürriyet...” (4)
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Bir Hatırlatma
Başörtüsünün önce üniversitelerde, sonra İmam Hatipler’de, sonra daha da genişleyerek “kamusal alan”da yasaklanışının tarihî geçmişi 1980’li yıllardan başlamaz. Yahut 1980’li yıllarda yapılan mücadele neticesinde serbest bırakılıp, 28 Şubat Kararları ile 1999’da yeniden yasaklanmasıyla da başlamaz. Bu yasak aslında “Kurtuluş Savaşı” sonrasında Türkiye Cumhuriyeti’nin “kendini ifade etmek için” yasakladığı “kılık kıyafet devrimi” ile başlar. Kurtuluş Savaşı’nın şehid anaları, şehid zevceleri ve şehid kızları, bu yasakla işte o zaman yüzleşirler. Mustafa Kemal şöyle çizer hududları:
“Uygarım diyen ve gerçekten de öyle olan Türk halkı, başından aşağıya dış görünüşüyle dahi uygar ve gelişmiş olduğunu fiilen göstermek zorundadır. Bu yolda ilerlemek istemeyenleri, direnenleri KURBAN ETMEKTEN başka çare olmayacaktır.” (Nutuk’tan)
İlk kurbanları verir “Türk halkı”; İskilipli Atıf Hoca, Şeyh Said, Esad Erbili ve daha nice isimsiz kahraman. İstiklal mahkemelerinde yargılanıp asılanlar, işte sözü edilen o “kurban”lardır.
Meseleyi açıkça görebilmek için bu hatırlatmayı lüzumlu görürüz. Çünkü Kubilay’ı hatırlatarak veya Menemen vakıasını yadederek, yüzümüze kanlı ellerini sallayıp tehditler savuranlar “başörtüsü yasağı”nın o zamanlardan, cumhuriyetin ilk yıllarından başladığını çok iyi biliyorlar.
Bugün, Türkiye Cumhuriyeti’nde başbakan olan adamın başörtülü kızı, kendi ülkesinde okuyamıyorsa; eşi Çankaya Köşkü’ne alınmıyorsa, bu yasağın başka bir izahı var mıdır? Demokrasi mi? İnsan Hakkı mı? Din ve vicdan özgürlüğü mü?
Açıkça konuşalım öyleyse; başörtülü kızlar, üniversitede okuma hakları ellerinden alınmış “mağdur”lar değil, 80 yıllık bir “yasağın”, bir “düşmanlığın”, bir “kavganın”, “mağrur” direnişçileri ve kahramanlarıdır
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Niçin Başörtüsü?
Gelgelelim, Türkiye’deki örtü düşmanlığı gözleri kör, kulakları sağır, düşünceleri donuk, kalpleri kara bir insanlık soytarısı biçiminde tezahür ettiğinden, hikmet planında söylediklerimizin onlara hitab etmediği açıktır. Çünkü onlar düşünmezler; onlar görmezler, onlar duymazlar, onlar ki, yaşamazlar... Onlara cevabımız anlayacakları dilden olacak elbette. Çünkü başörtüsü İslâm’ın “hürriyet sembolüdür” ve bu mânâda başörtüsü düşmanlığı yapmak İslâm’a ve müslümanlığa karşı alınmış bir tavırdır. İslâm tarihinde sayısız örneklerini bulabileceğiniz gibi “başörtüsü düşmanlığı” her zaman savaş sebebi olmuş; ardından bir fetih ve zafer gelmiştir.
Evet, müslüman kadının örtüsü semboldür. İnancımızın, düşünme ve yaşayış biçimimizin, nerede durduğumuzun sembolüdür. Kiminin kulağına ebediyet şarkısını söyler, kiminin kulağına “zafer türküsünü”, “fetih marşını”. Nerede durulduğu önemlidir; başörtüsü düşmanlığı yapanlar elbette “ebediyet şarkısını” duyacak kulaktan mahrumdur.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Müslüman kadın niçin mi örtünmektedir? Söyleyelim...
Biz, İlahî Kanun’la uyum içine girmek için, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan “insan”ın temsilcisi olma haysiyetini taşımak için örtünüyoruz, bu bir!
Biz, Allah Resulü’nün, Hayber’in fethinde Hz. Aişe’nin örtüsünden yaptığı “sancak-bayrak”ın, İslâm’ın “fetih ve zafer” sembolü olduğunun şuurunda olarak örtünüyoruz, bu iki!
Biz, Medine’de, müslüman kadının başörtüsüne hakaret eden yahudiyi bir kılıç darbesiyle yere seren yiğit sahabînin “şehadet”ine “şahidlik” etmek için örtünüyoruz, bu üç!
Biz, Maraş’ta müslüman kadının örtüsüne el uzatan Fransızları temizleyerek kurtuluş savaşını başlatan Sütçü İmam’ın “imân öfkesini” ve “vatan sevgisini”, vatan hainlerine her an hatırlatmak için örtünüyoruz, bu dört!
Daha sayalım mı niçin örtündüğümüzü, yoksa kifayet eder mi?
Fransa’daki başörtü yasağına gelince… “İnsan hakları ve özgürlüklerinin kısıtlanması” yahut “din ve vicdan hürriyeti” gibi laf kalabalığından öteye geçmeyen yorumların hepsini silen süpüren Oktay Sinanoğlu’nun altını çizdiği husus yeter:
“Tüm Batı ülkelerinde olduğu gibi, söylenmeyen asıl mesele, Fransızların genellikle koyu Hıristiyan olup Haçlı kafalı Müslümanlık düşmanlığının devam etmesi. (bakma sen “laiklik” edebiyatına).”
Ya ülkemizdeki “Haçlı kafalı” İslâm düşmanlarını ne yapmalı? Başörtüsü tartışmaları başlayınca, Kubilay’ı hatırlatarak müslümanlara gözdağı vermeye yeltenenler, önce Sütçü İmam’ın vatan sevgisini hatırlasınlar deriz.
Sahi vatana ihanetin bedeli çok mu ağırdır?
Dipnotlar

1- Mevlana, Fihi Ma Fih, İz Yay., İstanbul, s. 104
2- Clarissa P. Estes, Kurtlarla Koşan Kadınlar, Ayrıntı Yay., s. 490-491
3- Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa, İBDA Yay., 2 Basım, İstanbul, s. 333-334
4- Salih Mirzabeyoğlu, Tilki Günlüğü, İBDA Yay., İstanbul, c. 1, s. 31-32
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
SANATKÂR MİZACI VE KADIN

Gülçin Şenel
İnsanın kısacık hayatı dediğimiz şey, “zaman-mekanla ölçülemez” bir ruhî maceraya tekabül eder. Öyle ya, kısacık hayat, bedenin yaşlanması ile yani zamanla ölçülebilmektedir, ruhî hayatı bir zaman dilimine bölemez, ölçemez, tartamayız. Hayatımız, doğumla ölüm arasında geçen şu kadar süre zarfında yaşadıklarımızdan ibaretse basittir: Şu tarihte doğduk, şu tarihte evlendik, şu tarihte çocuğumuz oldu, şunu ettik, bunu ettik. En fazla birkaç sayfaya sığabilecek bir hayatı yaşamaktayız. Fakat yine hepimiz biliriz ki, birkaç sayfaya sığabilecek dış hayat çizgileri çerçevesinde, sonsuzluğu duyduğumuz aslolan hayatımız ruhî hayatımızdır; “dış alemi, iç’e irca etmeye çalışan ruhî hamle”mizin tezahürüdür herşey. Herkesin ömrü birkaç sayfaya sığabilecekken, birşey olur; bir romancı “suç” üzerine bir roman yazar ve bir ânlık duygumuz-hissimizin yüzlerce sayfada macerasını okuruz. Bir filozof “gülme” üzerine düşüncelerini kaleme alır, dudaklarımız uçuklar. Bir şair sonbahar yaprağının düşüşünü tasvir eder, bir ânın zaman-mekan ölçülerini parçalayıp sonsuzluğa açılan ritmini duyarız. Sanatkârın, mütefekkirin, ilim adamının böyle bir rolü vardır: Biz güleriz, onlar “gülme” üzerine düşünür, tahlil eder, hakikatini bulur, mânâlandırır. İBDA Mimarı, “Gölgeler” romanını değerlendirirken, “sanatkâr mizacı”ndan bahisle şöyle der:
“(…) sanatçının bir toplumda neyi ifade ettiğini belirtirsek, buna nisbetle romana yüklenen fonksiyon da görünür ki şu: Görünmez şeffaf perdelerle birbirinden ayrılıkları içinde, insan keyfiyetinin birleştiriciliğinde bir, bir dünyada ayrı dünyaları yaşayanların hepsini birden kuşatıcı, dünyaların eğilimlerini keşfeden yönlendirici bir sanat kumaşı… Eğer sanatçının psikolojik tahlilini yapmak veya eserinden onun psikolojisini hecelemek şeklinde, yahut da “bu eser hangi sanat kumaşından çıktı?” tarzında bir yaklaşımla “yaşama”dan sözedilirse, belirttiğim ölçüler niyetiyle veriler toplanır, değerlendirilir… Meselâ, sanatçı kumaşını ele veren çarpıcı misallerden biri, bir Alman dergisinden nakil olarak Milliyet’te yayınlandı: “Boks, şairlerin ve romancıların sporudur!”… Ve sayıyor; Ernest Hemingway, Brecht, Jack London, Bernard Shaw, Lord Byron ve daha niceleri… Hayalden hakikate, hayattan ölüme, korkudan zafer duygusu ve tutkusuna, zamanı bir başka yaşamaktan iradeye, heplikten hiçliğe, tribünlerdeki kalabalıktan kendi yalnızlığına, daha neye ve neye kadar sanatçıyı bu uçlar adamı ve yalnız başınalığın en keskin alanına çeken nedir?.. Söyledik bile: Sanatçı, uçlar adamı ve “kendinde obje” mihrakından seslenen insandır; “kendinde adam”…” (1)
Freud, “Dostoyevski ve Ana-Baba Kıyımı” başlıklı Dostoyevski değerlendirmesine şöyle başlar: “Dostoyevski’nin zengin kişiliğinde dört yön ayırt edilebilir: ibda edici sanatçı, nevrotik, ahlâkçı ve günahkâr. İnsan bu şaşırtıcı karmaşada yolunu nasıl bulacaktır? İbda edici yazar nitelemesi doğruluğu en az kuşku götürecek olan nitelemedir: Dostoyevski’nin yeri Shakespeare’in çok gerilerinde değildir. Karamazof Kardeşler, şimdiye kadar yazılmış en görkemli romandır; dünya edebiyatının ulaştığı doruklardan biri olan Büyük Yargıç Epizodu’nun değeri fazla abartılmış olamaz. Ne yazık ki “ibda edici sanatçı” sorunu karşısında çözümleme pes etmek zorundadır.”(2)
Freud, ruhçözümleme tekniklerinin, bir sanatçının “ibda ediş” sürecini anlamakta kesinlikle yardımcı olmadığını, eserinin Goethe ile ilgili bölümünde tekrar ediyor. Gerçekten bu süreci inceleyen psikanalistler de, sanâtkarların ve fikir adamlarının, mizaçlarında bazı “ortak” noktaları tesbit edebildiklerini ama bu sürecin her sanâtkarda farklı tezahür ettiğinin altını çiziyorlar:
“Yaratıcı yazar ve sanatçılarda, depresyon, iki uçluluk ve intihar oranlarının, genel nüfusa göre belirgin oranda yüksek olduğu gözlenmektedir. Bu rastlantısal bir birliktelik midir? Sanatçılar, duygudurum epizodlarının getirdiği sorunlara rağmen mi yaratmaktadırlar? Yoksa, melankoli ve depresyonun, bazı durumlarda mani ve hipomaninin getirdiği farklı içgörüler, duygudurumlar, algılamalar sonucu mu yaratırlar? Gerçekten de manik depresif bozukluğun seyri sırasında, halet-i ruhiye, düşünce, kişilik ve davranışta ortaya çıkan bazı ana değişiklikler yaratıcı sanatçılar tarafından 'yaratma eylemi' sırasında duyumsanan değişikliklerle büyük benzerlikler taşımaktadır. Huzursuzluk, uykusuzluk, gerginlik, aşırı uyarılabilirlik, büyüklük düşünceleri, duyularda keskinleşme, coşku, duygusal yoğunlaşmalar, düşünce değişiklikleri, çağrışımlarda hızlanma gibi manik depresif epizodlarda görülen duygudurum, düşünce ve algı değişiklikleri büyük oranda yaratıcı sürecin ve dehanın karakteristikleridir. (…) Yaratıcı sanatçı "iç"inden gerçek ilerlemenin mesajlarını çıkarır. Akıl ancak duyguyla bir araya geldiğinde gerçekliği net olarak görebilir. Bu, içe bakmayı şart kılar. Benliğin denetiminde olsun olmasın bu bakış bilinçdışı olsa da asla akıldışı olarak tanımlanamaz. Söz konusu olan akıl üstüdür. Sürecin akıldışı olduğu durumlarda bile sonuç akıl üstüdür. Bu, sıkıntılı bir süreçtir çoğu kez. Yaratıcı, kendi benliğini insanlığın trajedi çarkının arasına bir taş gibi yuvarlar ve duygularının lavlarıyla yıkar varoluşun kirini... İçinde beslediği aydınlığı kendi gövdesiyle vurur karanlığın suratına... Günümüzde artık biliniyor ki, depresyon ve mani, kişiye ciddi sorunlar getiren kalıtsal defektler olmalarının yanı sıra, beraberlerinde sanatsal yaratıcılık özellikleri taşımaları açısından kalıtsal birer armağandır da.”(3)
“Yaratma eylemini bir ruhsal bozukluk olarak görmek yerine, ne olup bittiğini anlamaya çalışmak gerekmektedir. Bu, sanatın, bilim adamlarının ve tüm insanların ilgisini çekmesi gereken bir konudur.” (4)
Şüphesiz, psikolojik verilerin sanatkâr mizacı’na dair bulduğu “benzer” hususiyetler, değerlendirilebilir, ancak bizce, ibda ediş süreci, kişiye hastır ve genel kanunlara varılacak bir ilmi saha değildir. Sanatkâr mizacına dair “benzer” hususiyetlerden biri de, sanatkârların “kadın”la ilgili problemleridir. Cemil Meriç meselâ, günlüğüne şöyle yazmış:
“Belki çocukluktan bu yana karşılaştığım bütün krizlerin kökü, seksüel. Evet, seksüel. Tabii şartlar bu insiyakı azdırıyor. Galiba normal bir cinsi hayat, kabusları dağıtan gün ışığı gibi bütün endişeleri silip süpürüyor. Ama nasıl şey bu normal cinsi hayat? Mümkün mü? Ölmek veya öldürmek... Bu ne rezil kanun? (…) Ne var ki, insan herşeyi söyleyemiyor. İnsan olduğu için söyleyemiyor. Ve çile burada..." Bu çile zamanla bir kızgınlığa dönüşüyor ve onun bir kadın düşmanı gibi idrak edilmesine sebeb oluyor: “Sen ıstırabı kitapta gören kadın! Istırabı ve hazzı. Sen kabak çekirdeği ile oyalanan çocuk. Ama bu, oyunun kaidesi. Belki işitmişsindir, Alman şiirinin Goethe'den çok daha büyük bir yaratıcısı vardı: Hölderlin. Delirdi. Sana ne Hölderlin'den? Hölderlin'i kaç çağdaşı tanıyordu? Bir marangoz evini açtı ona... Hölderlin neden delirdi bilir misin? Karşısına sen çıktın. Nietzche de delirdi... Clotilde herhangi dişiydi. Kibar bir kerhanede kaç sene çalışabilirdi? Bilinmez. Auguste Comte var olduğu için Fransa'da o da var. Ondokuzuncu yüzyıl Comte'un yüzyılı. Clotilde Comte'u ne kadar anladı? Bu bir trajedidir. Yalnız benim Hölderlin ve Comte'dan farklı taraflarım var. Büyük ve küçük taraflarım." Yine onun Jurnal’inden öğrendiğimize göre, hayatına giren bir kadında “Lamia hanım”da arıyor teselliyi; yani yeni bir aşk, yeni bir varlık denemesi… Belki de “yokluk”la yeni bir yüzleşme…
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Tolstoy’un, (Stefan Zweig’in tabiriyle), şehevi hisleri ile ölene kadar başı derttedir. Kroyçer Sonat’la ilgili bir sohbet esnasında, “sizin yaşınızda şehvetten el çekmek kolay” diyen birine 70 yaşındaki Tolstoy şöyle diyor: “Doğru değil bu, tenim hala güçlü, hala mücadele etmek zorundayım.” Zweig, onun bu şehvet duygusu ile mücadelesini şöyle anlatıyor:
“Aynı şekilde, belki de yalnızca onun farkettiği bir aşırılık yüzünden cinsi içgüdüsünden de nefret ediyor (ya da ürküyor). Böylece, kadına karşı, tek başına yaşayan keşişlerde rastlanan bir kin, sağlıklı bir adam için tabiî olmayan bir kin duyuyor. Kadın ona “ancak annelik işlerine gömüldüğü ya da erdemli bir haldeyken veya yaşlanıp saygıdeğer bir kişi olduğu zaman zararsız ve tehlikesiz” görünüyor; yani “hayatı boyunca bedenin büyük bir kusuru ve zaafı olarak gördüğü bu şehveti aştığı zaman… Eski Yunanlıların karşıtı olan bu adam, bu sözde Hıristiyan için, bu zoraki keşiş için, müzik gibi kadın da kötülüğü simgeliyor; ona göre her ikisi de uyandırdıkları şehvet duygusuyla, “bizi, cesaret, kararlılık, akıl ve adalet gibi doğuştan gelen niteliklerimizden” alıkoyuyorlar; “Peder” Tolstoy’un daha sonra vaaz verirken söyleyeceği gibi, bizi “ten günahlarına” götürüyorlar. “Ondan birşeyler istiyorlar”, “vermek istemediği şeyleri” istiyorlar; uyandırmaktan korktuğu tehlikeli birşeye dokunuyorlar. Burada korkunç bir şehvet duygusunun sözkonusu olduğunu kestirebilmek için büyük bir zihnî çaba harcamaya gerek yok; öyle bir şehvet duygusu ki, yıllarca süren bir savaş sonunda, yılmaz bir enerjiyle o bunu baskı altına alabilmiş, ama büsbütün boğmayı başaramamıştır; baskı altına alınmış, boyunduruğa vurulmuş, yenilgiye uğratılmış, kırbaçlanarak sindirilmiş olan bu duygu, Tolstoy’un varlığının görünmeyen bir köşesinde, pençeleri titreyerek, gözaltında tutulmadığı ilk anda sıçramaya hazır bir halde, büzülüp kalmıştır. Müzik: işte iradenin bağı gevşiyor ve “hayvan” daha şimdiden ayaklanmaya başlıyor. Kadınlar: işte içgüdülerin vahşi sürüsü uluyor ve kafesinin parmaklıklarını zorluyor. Tolstoy’da bu Pan’a özgü erkekliği, içinde sakladığı ve gençliğinde vahşi aşırılıklar halinde alabildiğine serbest bıraktığı (Çehov’la konuşurken kendisini “yorulmak bilmez bir şehvet düşkünü” olarak nitelemişti), daha sonra kırk yıl boyunca duvarlar arasına hapsettiği, ama büsbütün gömemediği o insan-hayvanın azgınlığa varan ateşini, ancak kendisini heyecanlandıran, yalın ve tabiî, sağlıklı ve sakin bir şehvet duygusu karşısında duyduğu şiddetli bir ürperme ve yalnızca keşişlerin duyabileceği çılgınca bir endişe sayesinde keşfedebiliriz. Tolstoy’un tam anlamıyla ahlâkî olan eseri içinde bir tek şey, son derece sağlıklı olan bu adamın şehvet duygusunun, hayatı boyunca hep aşırı bir şekilde kaldığını gösterir bize: “Kadın”dan, bu baştan çıkarıcı yaratıktan duyduğu korku, tek başlarına çölde yaşayan keşişleri akla getiren ve onu gözlerini başka tarafa çevirmeye zorlayan, ama aslında göze çarpacak kadar aşırı olan arzularından kaynaklanan ve Hıristiyanlığınkini de aşan ve insanın üzerine büyük bir gümbürtüyle çöken bir korku…” (5)
Benzer bir ıstırabı Baudelaire’de de görürüz. Onun söylediklerinde daha çok alay vardır:
“Ahlâkî düzeni ve fizik düzeni yöneten çelişkiler yasasına saygılı olmam gerekiyorsa, genç edebiyatçılarımıza, dürüst kadının, yazarlık taslayan kadının ve tiyatro oyuncusu kadının kendileri için tehlikeli olduğunu söylemek zorundayım. Çünkü dürüst kadın, zorunlu olarak iki erkeğin malıdır ve şairin zorba ruhunu doyuracak kadar gür bir otlak değildir. Yazarlık taslayan kadın ise tam kadın değildir; yarım erkek sayılır. Tiyatro oyuncusu kadına gelince, edebiyattan yarım yamalak anlar ve argo konuşur, yani kelimenin gerçek anlamında kadın değildir; seyirci sevişmekten daha önemlidir onun için. Tüm gerçek edebiyatçılar zaman zaman edebiyattan nefret ettiklerinden, ben de edebiyatçılara –özgür ve mağrur ruhlara, yedinci gün dinlenmek ihtiyacında olan ruhlara- ancak iki tür kadın önerebilirim; yosmalar, ya da aptal kadınlar –sevişme ya da çorba-. Nedenini açıklamama gerek var mı kardeşler? (…) Aşk fahişelik tadıdır. Tek bir soylu haz yoktur ki fahişeliğe vardırılmamış olsun. (…)”
Bir başka entellektüel, Cesare Pevase, “Kadınları düşünmemek mümkündür; tıpkı ölümü düşünmemek gibi” der. Burada da kadın-ölümle birlikte anılarak, varlık-ölüm zıdlığı yeniden gündeme gelir. Sartre’da kadın biraz daha olumludur, şefkat ve şehvet hisleri içiçe ifade edilir:
“Haklısınız haremciydim ama, Simone de Beauvoir’le tanıştıktan sonra, bir insanla kurulabilecek en iyi ilişkiyi kurduğuma inandım. En eksiksiz ilişkiyi. Bunu derken sadece cinsel yaşamdan, iki kişi arasındaki içli-dışlılıktan sözetmiyorum, aynı zamanda konuşma’dan, yaşamın önemli bir kararı üzerine tartışma’dan sözediyorum.” (6)
“Doğru, öteden beri çok severim kadınları. Hep başköşeyi tuttular kafamda... Gerek küçükken, gerek büyüdükten sonra, gerek yaşlandığımda üzerinde en çok düşündüğüm şey kadınlar oldu. Doğrudan doğruya onlarla ilgisi olmayan konuları düşünürken bile kadınları düşünürüm...”(7)
Misâlleri çoğaltmak mümkün. Ama neticede, Üstad Necip Fazıl’ın şu suali üzerine düşünmemiz gerekiyor:
“Hangi hadımdan büyük adam ve hangi iğdişten yarış atı çıktı?”(8)
“Putlaştırıcı” aşk, kadından, onda olmayanın, yani “ebediliğin” istenmesidir. Halbuki erkeğin en büyük problemi olan kadın, onun oluş hamlesinde bir vasıtadan öteye geçtiğinde “ölüm”e doğru sessiz bir yürüyüş başlar…

“Kadından kendisinde olmayanı isteriz,
Hasret yerinde kalır ve biz çekip gideriz.” / Necip Fazıl

Dipnotlar
1- Salih Mirzabeyoğlu, Necip Fazıl’la Başbaşa-İntibâ ve İlham-, 2 Basım, İBDA Yay., İstanbul 1989, s. 260
2- Sigmund Freud, a.g.e., s. 419
3- Cem Mumcu, “Dionysos, Yaratıcılık, Mani ve Melankoli”, Varlık Dergisi, Eylül 2002
4- Yusuf Alper, “Depresyon ve Yaratıcılık”, Varlık Dergisi, Eylül 2002
5- Stefan Zweig, a.g.e., s. 249-250
6- J. Paul Sartre, Yazınsal Denemeler, Payel Yay., s. 137
7- A.g.e., s. 123
8- Necip Fazıl Kısakürek, ag.e., s. 486
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Müslüman kadın niçin mi örtünmektedir? Söyleyelim...
Biz, İlahî Kanun’la uyum içine girmek için, Allah’ın yeryüzündeki halifesi olan “insan”ın temsilcisi olma haysiyetini taşımak için örtünüyoruz, bu bir!

Biz, Allah Resulü’nün, Hayber’in fethinde Hz. Aişe’nin örtüsünden yaptığı “sancak-bayrak”ın, İslâm’ın “fetih ve zafer” sembolü olduğunun şuurunda olarak örtünüyoruz, bu iki!
Biz, Medine’de, müslüman kadının başörtüsüne hakaret eden yahudiyi bir kılıç darbesiyle yere seren yiğit sahabînin “şehadet”ine “şahidlik” etmek için örtünüyoruz, bu üç!
Biz, Maraş’ta müslüman kadının örtüsüne el uzatan Fransızları temizleyerek kurtuluş savaşını başlatan Sütçü İmam’ın “imân öfkesini” ve “vatan sevgisini”, vatan hainlerine her an hatırlatmak için örtünüyoruz, bu dört!
Daha sayalım mı niçin örtündüğümüzü, yoksa kifayet eder mi?
 

kalbiminurlandır

Eposta Onaylanmamış Üyeler
Katılım
7 Tem 2008
Mesajlar
4,040
Tepki puanı
0
Puanları
0
Yaş
35
a.s.
laf yetiştirmeye çalışmıyorum bu konunuza ilk defa yorum yaptım sanırım. daha önceleride sanırım bir konunuza yorum yaptım.
İçine düştüğünüz yanlışı anımsatmam laf yetiştirmekse ... üzerinize bir şey almayınız efendim.

Ancak foruma katılan kardeşlerden özür dileyerek bir kaç cümle ilave etmek isterim.
Azerilerin bir sözü vardır derler ki " mene ne heyri var" yani bana ne hayrı var anlamına gelir.
Açtığınız konulara ve yaptığınız yorumlara kısaca şöyle bir göz attım genelde hep aynı. Kendinize bir hedef şeçmişsiniz ve hep o hedefi önyargılarınızla delilli delilsiz vurmaya çalışıyorsunuz.
Bundan elinize geçecek bir şey yoktur bunu anlamanızı dilerim. Yaptıklarınızla ve izlediğiniz yolla hedef seçtiğiniz kişi veya kişileri yererek gözden düşürmeye çalışıyorsunuz belki ama bu etkiye-tepki misali geri tepiyor. Aksine o kişi veya kişileri sevenlerin sayısı günbe gün ve dünyanın dört bir yanında sular seller gibi çoğalıp çağlıyorlar.
Bu hal ve hareketinizle olacak bir şey varsa , oda kendinize zarar veriyor yazık ediyorsunuz. Bunun size bir hayrı yoktur.
Bu aklı selim insanlar sizin dediklerinizi kaale bile almıyorlar ve her şeye rağmen aşkla şevkle ve büyük başarılarla kervanları yola devam ediyor. Bu insanların ellerinde bir sürü meyva ve fidanlar var.

Ama sizin elinizde ise boşu boşuna harcadığınız bir sürü zaman israfı , konularınızı ve yorumlarınız okuyan bir sürü üye kardeşin göz ve gönüllerinin kirliliği , nefreti, hatta çamur attığınız veya yerdiğiniz bir sürü insanın hakkı. Bir sürü derken bazı söylemleriniz cemaatleri ilgilendirdiği için binlerce kez düşünüp bir kez söylemeniz gerek. çünkü cemaat deyince içinde yüz binlercesi hatta milyonları içeren insalnlar var. Bunların hepsinin hakkı size geçiyor. Bu yükün altında kalkmak kolay değildir. Yaptıklarınızla ya yanılıyorsanız , Bunların hepsini bir bir bulup helalik dilemeniz gerekebilir. kolaymı sizce...

Kısaca sizin tutumunuz havanda su döğmeye benziyor. Elinize bir şey geçmeyeceği gibi, kendinize yazık ediyorsunuz . Size acıyorum.
Gelin kimseyle uğraşmayın . Kendiniz bir şeyler yapın insanlar sizi örnek alsın. Az veya çok yanan mumları söndürmeye çalışmayın. Bakınız sonra karanlıkta kalırsınız da kimseyi artık görmez hale gelirsiniz.
Hülasa eleştiriden vazgeçin. Herkesten kendinizi akıllı görmeyin. Çağımız bilim ve teknik çağıdır. İnsanlar attıkları adımları artık rastgele atmıyorlar. Bu insanlar akıl ve mantık ölçüleri içerisinde hareket ediyorlar. Kimsenin iradesine müdahale edilmiyor. İnsanlar kendiliğinde geliyorlar.

Gelin bu insanların gönüllerine naz tellerine dokunmayın. Mazallah gayretullaha dokunurda perişan olursunuz.
Rabbimin naz teline dokunmaya çalışın her şey güllük gülistanlık olur.
Bunu bir deneyin isterseniz.
Selametle
SELAMUNALEYKUM FATMA-ZEHRA KARDEŞİM
TARTIŞMA VE YAZILARDAN ANLADIĞIM KADARIYLA BENDEN YAŞÇA BÜYÜKSÜNÜZ. VE BU YÜZDEN ÖNCELİKLE SAYGI VE SEVGİLERİMİ SUNUYORUM SİZE
sivetok- kardeşimin bu yazısına katılıyorum hem de canı gönülden
bu şekilde biryerlere varamayız. hayrunnisa hanımın bizim bu konuşmalarımızdan haberi var mı YOK
peki ona gidip söyleyecek ya da haber verip bilgilendirecek birileri var mı O DA YOK. yaptığı islam alemine TERS. örnek olunacak bir davranış değil kesinlikle. belki de şuan dışarı da eteği pardesüsü yerden 30 cm havada gezen boya tenekesine düşmüş gibi dolaşan KAPALIYIM diyen arkadaşların ilham kaynağı olmuştur. RABBİM BİZLERİ KORUSUN.
bütün yazılarınızda sizde bir gerginlik sinirlilik sezdim bunu gayet belli ediyorsunuz. tutumunuz yanlıştır bence bu kadar gergin olmak sinir sistemlerinize zarar vermekten başka birşey yapmaz. biraz daha sakinleşerek düşünmekte fayda olacağını temenni ediyorum.
selametle kalınız

KİMKİMDİR - SUSUZYAZ kardeşlerime de saygılarımı sunuyorum gerçekten bilgilendirmeleri için çok teşekkür ediyorum.
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
KİMKİMDİR - SUSUZYAZ kardeşlerime de saygılarımı sunuyorum gerçekten bilgilendirmeleri için çok teşekkür ediyorum.............ALLAHCC YAR VE YARDIMCINIZ OLSUN...Besmele..Selam ve Dua ile........
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
Kısaca, marka hastası demek Tikky; pahalı giyinen ucuz insan demek, şahsiyetini parayla satın alan demek, göstermek için giyinen demek, marka giyerek kendini gösteren demek, utanmaz demek!
Converse ise bir ayakkabı markası; fotoğraftaki kızımızın ayağındaki, converseın sarısı; 400 YTL, orijinalinin fiyat ortalaması! Asgarî ücret ne kadar Türkiye’de?

Tikky Tesettür: Görsel hicab; gösteren tesettür; çıplaklık düpedüz!
Converse Hicab: Evrik hicab; zıt hicab; hayâsızlık düpedüz!
 

kimkimdir

Kayıtlı Kullanıcı
Katılım
9 Şub 2009
Mesajlar
6,610
Tepki puanı
2
Puanları
0
Yaş
54
s.a...
asıl tebliğe muhtaç olan bu ülkenin evladı iken
bunlar vatikanı memnun etsin....
tebliğ hepimizin işidir burda haklılar ama yaptıklar tebliğ değildir....
hoşgörü ve diyalog efendimizin gitti yol bu değildi.....
buna bir çok örnek veebiliriz....
rahmetli allah ona milyon rahmet etsin said nursi radyallahu anh
(bir yerde okumuştum) talebesi tebliğ için yurt dışına gitmek isterken ilk önce burası(türkiye) dedi bunlar ilk önce vatikan....
nerden nereye...
vesselam...

Allahcc yar ve yardımcın olsun...BESMELE...SELAM ve DUA ile...
 
Durum
Üzgünüz bu konu cevaplar için kapatılmıştır...

Bu konuyu görüntüleyen kişiler

Üst Alt